ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇU-KİŞİSEL VERİLERİ HUKUKA AYKIRI ŞEKİLDE KULLANMAK SUÇU-KİŞİSEL VERİNİN TANIMI-BASIN YOLUYLA HAKARET
12 Mart 2016İcra Memurunun Haciz Mahallinde Evrak Araştırması Yapma Yetkisi – Bakanlık Görüşü
1 Nisan 2016İKİNCİ KISIM
Kişilere Karşı Suçlar
BİRİNCİ BÖLÜM
Hayata Karşı Suçlar
Kasten öldürme
MADDE 81. – (1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.
Nitelikli hâller
MADDE 82. – (1) Kasten öldürme suçunun;
- a) Tasarlayarak,
- b) Canavarca hisle veya eziyet çektirerek,
- c) Yangın, su baskını, tahrip, batırma veya bombalama ya da nükleer, biyolojik veya kimyasal silâh kullanmak suretiyle,
- d) Üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı,
- e) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
- f) Gebe olduğu bilinen kadına karşı,
- g) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
- h) Bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak amacıyla,
- i) Kan gütme saikiyle,
- j) Töre saikiyle,
İşlenmesi hâlinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.
Kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi
MADDE 83. – (1) Kişinin yükümlü olduğu belli bir icrai davranışı gerçekleştirmemesi dolayısıyla meydana gelen ölüm neticesinden sorumlu tutulabilmesi için, bu neticenin oluşumuna sebebiyet veren yükümlülük ihmalinin icrai davranışa eşdeğer olması gerekir.
(2) İhmali ve icrai davranışın eşdeğer kabul edilebilmesi için, kişinin;
- a) Belli bir icrai davranışta bulunmak hususunda kanunî düzenlemelerden veya sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğünün bulunması,
- b) Önceden gerçekleştirdiği davranışın başkalarının hayatı ile ilgili olarak tehlikeli bir durum oluşturması,
Gerekir.
(3) Belli bir yükümlülüğün ihmali ile ölüme neden olan kişi hakkında, temel ceza olarak, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine onbeş yıldan yirmi yıla kadar, diğer hâllerde ise on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunabileceği gibi, cezada indirim de yapılmayabilir.
İntihar
MADDE 84. – (1) Başkasını intihara azmettiren, teşvik eden, başkasının intihar kararını kuvvetlendiren ya da başkasının intiharına herhangi bir şekilde yardım eden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) İntiharın gerçekleşmesi durumunda, kişi dört yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Başkalarını intihara alenen teşvik eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu fiilin basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, kişi dört yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(4) İşlediği fiilin anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan veya ortadan kaldırılan kişileri intihara sevk edenlerle cebir veya tehdit kullanmak suretiyle kişileri intihara mecbur edenler, kasten öldürme suçundan sorumlu tutulurlar.
Taksirle öldürme
MADDE 85. – (1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, üç yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi üç yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
İKİNCİ BÖLÜM
Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar
Kasten yaralama
MADDE 86. – (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama suçunun;
- a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,
- b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
- c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
- d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
- e) Silâhla,
İşlenmesi hâlinde, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama
MADDE 87. – (1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
- a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
- b) Konuşmasında sürekli zorluğa,
- c) Yüzünde sabit ize,
- d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
- e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğmasına,
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hâllerde üç yıldan, ikinci fıkraya giren hâllerde beş yıldan az olamaz.
(2) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
- a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
- b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
- c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
- d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
- e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine,
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, iki kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hâllerde beş yıldan, ikinci fıkraya giren hâllerde sekiz yıldan az olamaz.
(3) Kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına neden olması hâlinde, kırığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre, bir yıldan altı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(4) Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hâllerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, ikinci fıkrasına giren hâllerde ise oniki yıldan onaltı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
Daha az cezayı gerektiren hâller
MADDE 88. – (1) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
(2) Kasten yaralamanın ihmali davranışla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte ikisine kadar indirilebilir. Bu hükmün uygulanmasında kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesine ilişkin koşullar göz önünde bulundurulur.
Taksirle yaralama
MADDE 89. – (1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
- a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
- b) Vücudunda kemik kırılmasına,
- c) Konuşmasında sürekli zorluğa,
- d) Yüzünde sabit ize,
- e) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
- f) Gebe bir kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına,
Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, yarısı oranında artırılır.
(3) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
- a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
- b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
- c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
- d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
- e) Gebe bir kadının çocuğunun düşmesine,
Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, bir kat artırılır.
(4) Fiilin birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması hâlinde, altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(5) Bilinçli taksir hâli hariç olmak üzere, bu maddenin kapsamına giren suçların soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlıdır.
Yargıtay’a göre kasten öldürmeye teşebbüsün var olup olmadığı şu kriterler dikkate alınarak belirlenir. (YCGK-K.2008/184):
- Taraflar arasında öldürmeyi gerektirecek boyutta husumet bulunup bulunmadığı,
- Olayda kullanılan vasıtanın öldürmeye elverişli bulunup bulunmadığı,
- Mağdurdaki darbe sayısı ve şiddeti,
- Darbelerin vurulduğu bölgenin hayati önem taşıyıp taşımadığı
- Failin mağdura dönük fiiline kendiliğinden mi, yoksa kendisi dışındaki engel bir sebepten dolayı mı son verdiği,
- Failin olay sonrası mağdura yönelik davranışları.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2016/4808
K. 2016/3919
T. 14.11.2016
DAVA : 1-) Müdafiinin 1 haftalık yasal süre içindeki temyiz isteminden sonra sanık …’in cezaevinden gönderdiği 03.11.2015 ve 25.10.2016 tarihli dilekçeleriyle cezasının onaylanmasını istediği, Dairemizce de benimsenen Ceza Genel Kurulu’nun 5.2.2008 gün ve 2008/1-9-15 Sayılı Kararı uyarınca, cezanın onaylanması isteğinin, temyiz isteminden feragat niteliği taşıdığı anlaşılmakla temyiz talebinin reddine karar verilmiş ve
2-)Suça sürüklenen çocuk … hakkında ise katılan … ….’a yönelik kasten yaralama suçu sebebiyle 5271 Sayılı CMK’nun 231/5. maddesi uyarınca verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karar, aynı kanunun 231/12. maddesi uyarınca itiraz yasa yoluna tabi olup temyiz kabiliyeti bulunmadığından bu hüküm inceleme dışı bırakılmış, buna bağlı olarak temyiz incelemesi sanık …’in maktül …’ı (….) kasten öldürme, sanık … ….. maktüller … (….) ve ….’ı kasten öldürme ve katılan …’ı kasten öldürmeye teşebbüs suçlarından kurulan mahkumiyet, suça sürüklenen çocuk … hakkında katılanlar … ve …’ı kasten yaralama, sanık … Demirkıran hakkında maktüller …’ı (….) ve ….’ı kasten öldürmeye yardım etme ve katılan …’ı kasten öldürmeye teşebbüse yardım etme, suça sürüklenen çocuk … ile sanıklar … (….), … ve …’ın katılanlar …, …. ve …’ı kasten yaralama, sanık …’ın katılan … ve …’ı kasten yaralama suçlarından kurulan beraat hükümleri ile sınırlı olarak yapılan temyiz incelemesinde;
3-)Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık …’in maktül …’ı (….) kasten öldürme, sanık … ….. maktüller … (….) ve ….’ı kasten öldürme ve katılan …’ı kasten öldürmeye teşebbüs suçlarının sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suçların niteliği tayin, tahrike ve takdire dair cezaları azaltıcı sebeplerin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, sanık … Demirkıran hakkında maktüller …’ı (….) ve ….’ı kasten öldürmeye yardım etme ve katılan …’ı kasten öldürmeye teşebbüse yardım etme, suça sürüklenen çocuk …’ın katılanlar … ve …’ı kasten yaralama, suça sürüklenen çocuk … ile sanıklar … (….), … ve …’ın katılanlar …, …. ve …’ı kasten yaralama, sanık …’ın katılan …’ı kasten yaralama suçlarından elde edilen delillerin hükümlülüklerine yeter nitelik ve derecede bulunmadığı, ayrıca sanık … hakkında katılan …’ı kasten yaralama suçunun, meşru savunma kapsamında kaldığı mahkemece kabul ve takdir kılınarak beraatlerine hükmedilmiş, verilen hükümlerde düzeltme ve bozma nedenleri dışında bir isabetsizlik görülmediğinden, katılan sanıklar….. müdafiilerinin eksik incelemeye,…..’ı öldürme kastı bulunmadığına, haksız tahrikin derecesine, teşebbüs sebebiyle fazla ceza tayin edildiğine, TCK’nun 62. maddesi uyarınca daha fazla indirim yapılması gerektiğine, gerekçenin yetersiz olduğuna, katılan … vekilinin suç vasfına, haksız tahrik hükümlerinin uygulanmaması gerektiğine, sübuta, katılan … vekilinin haksız tahrik hükümlerinin uygulanmaması gerektiğine, sübuta yönelen ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddiyle,
A-) Sanık …’in maktül …’ı (….) kasten öldürme, sanık … ….. maktüller … (….) ve ….’ı kasten öldürme ve katılan …’ı kasten öldürmeye teşebbüs suçlarından kurulan mahkumiyet, sanık … Demirkıran hakkında maktüller …’ı (….) ve ….’ı kasten öldürmeye yardım etme ve katılan …’ı kasten öldürmeye teşebbüse yardım etme, suça sürüklenen çocuk … ile sanıklar … (….), … ve …’ın katılanlar …, …. ve …’ı kasten yaralama, sanık …’ın katılan … ve …’ı kasten yaralama suçlarından kurulan beraat hükümlerinin incelenmesinde,
24.11.2015 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas ve 2015/85 Sayılı Kararı ile 5237 Sayılı TCK’nun 53. maddesinin iptal edilen bölümleri nazara alındığında mahkemenin bu maddeyle yaptığı uygulamaların hukuka aykırı olduğu anlaşılmakta ise de;
Bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 1412 Sayılı CMUK’nun 322.maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, hüküm fıkralarında yer alan 5237 Sayılı TCK’nun 53. maddesinin uygulanmasına dair bölümlerin “Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararındaki hususlar gözetilerek 5237 Sayılı TCK’nun 53/1-2-3. maddelerinin tatbikine” şeklinde değiştirilmesine karar verilmek suretiyle DÜZELTİLEN mahkumiyet ve diğer beraat hükümlerin tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak ONANMASINA,
B-)Suça sürüklenen çocuk … hakkında katılanlar … ve …’ı kasten yaralama suçlarından kurulan beraat hükümlerinin incelenmesinde,
Gerekçede önce “maktul … ve oğlu … ile …, …. ve …. ile karşılıklı birbirlerini darp etmeye başladıkları” ve ” SSÇ Okan ve maktul….. da sopalar ile olay mahallinde bulunan diğer kişileri yaraladıkları” belirtildikten sonra “Her ne kadar suça sürüklenen çocuk …’ın katılanlar … ve …’a karşı Kasten Yaralama suçunu işlediğinden bahisle ayrı ayrı cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de; katılanlar … ve …. ….ın yaralanmalarına dair olarak eylemin suça sürüklenen çocuk … tarafından gerçekleştiği dosya içerisinde bulunan delillerden sabit olmadığından, katılanların yaralandığına dair kendi beyanları dışında tarafsız görgüye dayalı bulunan tanık beyanı da bulunmadığından, şüpheden de sanık yararlanır ilkesi gereğince suça sürüklenen çocuğun atılı bu suçlardan ayrı ayrı beraati cihetine mahkememizce gidilmiştir.” denilmek suretiyle gerekçede çelişkiye yol açılması
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, katılanlar …. ve … vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, sair yönleri incelenmeyen hükmün tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak BOZULMASINA, üye …’in sanık …’un kasten öldürmeye yardım etme ve kasten öldürmeye teşebbüse yardım etme suçlarından cezalandırılması gerektiği yönündeki karşı oyu ve oy çokluğu ile, diğer yönlerden oybirliği ile 14/11/2016 gününde karar verildi.
KARŞI OY ;
Yapılan yargılamaya, toplanan deliller ve dosya içeriğine göre, delillerin değerlendirilmesi sonrasında; maktuller Hüseyin ve …. Yaşar’ın, sanık … tarafından kasten öldürülmesi eylemi sırasında, ona yardım ettiği iddiası ile açılan kamu davası sonrasında, sanık … hakkında, Bartın Ağır Ceza Mahkemesi’nin 05/06/2014 esas 2013/60 Esas, 2014/483 numaralı Kararı ile verilen beraat hükümlerinin, onanmasına dair, Dairemizin sayın çoğunluk görüşüne, sanık …’un, kardeşi ….’ın eylemlerine yardım eden sıfatı ile katıldığı gerekçesi ile katılmamaktayım.
Şöyle ki;
Müşteki …’ın evinin bahçesi ve önünde …’ın oğluna, maktul ….’nın kızını isteme meselesi yüzünden çıkan tartışma sonucu meydana gelen kavgada, müdahil sanık …’ın kullandığı av tüfeği ile kasten yaptığı atışlar sonucu …. Yaşar’ı ve …’ı kasten öldürdüğü,…..’ı da öldürmeye teşebbüs ettiği iddiası ile ilgili açılan kamu davasında, sanık …’ın tüm bu eylemleri ile ilgili olarak açılan davadaki iddialar tüm dosya kapsamına göre sabit görülmüş olup, her üç eylem sebebiyle cezalandırılmasına dair kurulan mahkumiyet hükümleri de heyetimizce oybirliği ile onanmıştır.
Ancak, sanık …’ın durumu hususunda heyetimizde görüş ayrılığı oluşmuştur. Zira çoğunluk sanık …’un olaya katıldığına dair kesin delil bulunmadığı gerekçesi ile beraatine dair yerel mahkeme hükmünün onanması gerektiğini belirtir iken, tarafımdan dosya kapsamına göre bu görüş benimsenmemiştir.
Çünkü; olayın asli faili ve aynı zamanda sanık …’un ağabeyi olan …’ın, olayın sıcaklığı ile müdafii huzurunda verdiği olaya dair ilk ifadesinde “…….babamı ve kardeşimi kanlar içinde gördüğümde çok sinirlendim ve evin içine girip av tüfeğini aldım. Bu tüfek annemin adına kayıtlı olup uzun zamandır evde bulunan bir silahtı. Silahı aldım. Bana mermileri Yusuf verdi. O anda mermiler Yusuf’un elindeydi, nereden aldığını bilmiyorum. Mermileri silaha basmaya başladım. Tam hatırlamamak ile birlikte 7-8 mermi bastığımı tahmin ediyorum. ……….” şeklinde beyanı geçmektedir. Yine, katılan sanık …’da kovuşturma aşamasındaki beyanında, “…….Ben. Tam arabaya gideceğim sırada …’ın fişek getirip abisi ….’a verdiğini gördüm…” demektedir. Yani, boş olarak aldığı tüfeğe mermileri sanık … vermiş, ….’da bu mermileri kullanarak maktüllerin ölümüne ve müştekinin yaralanmasına neden olmuştur.
Bu durum karşısında, sanık …’un olayın öncesinde boş olarak ….’ın elinde bulunan suç aletine işlev kazandırmaya yönelik olarak mermi vermiş olması, neticeye de etkili bir eylem olarak kabul edilmelidir. Nitekim, bu mermiler ile eylemin icrasını kolaylaştırarak (5237 SY.nın 39/f.2,bent c) olay gelişmiş ve neticelenmiştir.
Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, sanık …’ın, ağabeyi ….’ın eylemlerine, yardım eden sıfatı ile katıldığı görüşünde olduğumdan, sanığın beraatine dair yerel mahkeme kararının onanmasına dair heyetimizin sayın çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2016/3-843
K. 2016/379
T. 25.10.2016
• KASTEN YARALAMA ( Mağdurla Aralarında Husumet Bulunmayan Sanığın Ani Gelişen Hareketli Kavga Ortamında Mağdurun Hayati Bölgesine Bilerek ve İsteyerek Vurduğuna Dair Kesin Bir Belirlemenin Yapılamadığı – Mağdurda Tek Bıçak Darbesinin Bulunduğu/Sanığın Eyleminin Kasten Yaralama Olarak Kabulü Gerektiği )
• ANİ KAVGA ORTAMINDA BIÇAKLAMA ( Mağdurun Dahil Olduğu Tarafın Sayıca Daha Üstün Olduğu Karşılıklı Kavgada Sanığın Mağdura Vurduğu İlk Darbe Sonrasında Öldürmeye Yönelik Sonucu Elde Ettiğini Belirlemesinin Mümkün Olmadığı – Eylemin Kasten Yaralama Olarak Kabul Edilmesi Gerektiği )
• ÖLDÜRME KASTININ BULUNMADIĞI ( Kasten Yaralama – Mağdurla Aralarında Husumet Bulunmayan Sanığın Ani Gelişen Hareketli Kavga Ortamında Mağduru Bıçakladığı/Yaralanma Sonrasında Sanığın Eylemini Devam Ettirmek İstediğini Gösterir Kesin Delillere Ulaşılamadığı – Eylemin Kasten Yaralama Olarak Kabul Edileceği )
5237/m.21,35
ÖZET : Uyuşmazlık; sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu mu, yoksa kasten öldürme suçuna teşebbüsü mü oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir. Mağdur ile tanık kavgaya müdahale ettikleri sırada, sanığın üzerinde taşıdığı bıçağı çıkarıp sallamaya başladığı, bu esnada mağdurun batın üst bölgesine isabet eden tek bıçak darbesi sonucu karaciğer ve midesinden yaralanarak yaşamsal tehlike geçirdiği, yaşanan kavganın polis memurlarının gelmesi ile sona erdiği anlaşılan olayda; mağdurla aralarında husumet bulunmayan sanığın ani gelişen hareketli kavga ortamında mağdurun hayati bölgesine bilerek ve isteyerek vurduğuna dair kesin bir belirlemenin yapılamayışı, mağdurda tek bıçak darbesinin bulunması, mağdurun dahil olduğu tarafın sayıca daha üstün olduğu karşılıklı kavgada sanığın mağdura vurduğu ilk darbe sonrasında öldürmeye yönelik sonucu elde ettiğini belirlemesinin mümkün olmayışı, oluşan yaralanma sonrasında sanığın eylemini devam ettirmek istediğini gösterir kesin delillere ulaşılamaması hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın eyleminin kasten yaralama olarak kabulü gerekmektedir.
DAVA : Kasten yaralama suçundan sanık …’nın 5237 Sayılı TCK’nun 86/1, 86/3-e, 87/1-d, 87/1-son, 62, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve müsadereye ilişkin, Alanya 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 13.03.2014 gün ve 241-93 Sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesince 14.01.2016 gün ve 17141-709 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 10.02.2016 gün ve 191317 sayı ile;
“… Sanık …’ı kasten yaralama suçundan, hakkında meşru savunma nedeni ile beraatına karar verilen …’ın, bir arkadaşına ait motosikletin iade edilmemesi sebebiyle ….’ın bilgisine başvurduğu, bu şekilde başlayan diyaloğun, …’ın agresif tutumuyla kavgaya dönüştüğü, bu sırada …’ın arkadaşı olan mağdur … ve arkadaşlarının kavgayı ayırmaya kalkıştığı anda, sanığın bu kez Uğur’un karın bölgesine sap kısmı on bir santimetre, namlu kısmı onüç santimetre olan bıçakla kuvvetlice vurduğu, … ile birlikte çevreden yetişenlerin ve polisin de müdahaleleri ile sanığın eylemini tamamlayamadığı, aldığı bu bıçak darbesi sonucu, karaciğerde çift taraflı harabiyete, midede yırtılmaya ve hayati tehlikeye neden olacak şekilde yaralanan mağdurun, yapılan ameliyat sonucu hayatta kaldığı olayda, Başsavcılığımız ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, sanığın mağdura karşı işlediği fiilin, ‘kasten yaralama’ suçunu mu, yoksa ‘öldürmeye teşebbüs’ suçunu mu oluşturduğuna ilişkindir.
Suçta kullanılan aletin öldürmeye
Görüşüyle itiraz kanun yoluna müracaat ederek, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
CMK’nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 3. Ceza Dairesince, 17.03.2016 gün, 3000-6964 sayı ile itiraz nedeni yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Sanık … hakkında kasten yaralama suçundan verilen ceza verilmesine yer olmadığına dair karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup, itirazın kapsamına göre inceleme sanık … hakkında kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu mu, yoksa kasten öldürme suçuna teşebbüsü mü oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
29.06.2013 tarihinde saat 02.20 sıralarında Alanya ilçesinde bulunan … Bar isimli işyeri önünde kavga olduğunun kolluk kuvvetlerine ihbarı üzerine, olay yerine giden polis ekibinin, yaşanan kavgaya müdahale edip, karın bölgesinde kan olduğu görülen mağdur …’ın hastaneye sevkini sağladığı, olay yerinde bulunan sanık …, tanık … ve …’ın polis karakoluna götürüldükleri, bir adet bıçak ile sapı yaklaşık 30 cm olan zincir sarılı sopanın ise muhafaza altına alındığının tutanakla tespit edildiği,
Mağdur … hakkında Alanya İlçe Devlet Hastanesince düzenlenen kati raporda; mağdurun karın ön duvarında, göbek deliğinin 10 cm üzerinde, 1 cm genişliğinde 1 adet kesici delici alet yarasının bulunduğu, söz konusu yaranın batına nafiz olduğu, karaciğer sol lobu önden arkaya kateden bıçağın midede serozal yırtığa neden olduğu, batın içinde 300 cc kan bulunduğu, söz konusu yaralanmanın mağdurun yaşamını tehlikeye soktuğunun bildirildiği,
Sanık … hakkında düzenlenen adli raporda; sırt bölgesinde yatay şekilli yaklaşık 20 cm uzunluğunda kızarıklık bulunduğu, yaralanmanın basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu, alkolmetre ile yapılan ölçümde 0,64 promil alkollü olduğunun belirtildiği,
Kavgaya karışan … hakkında düzenlenen adli raporda; sağ göz kapağı dış yanında 0,5 cm uzunluğunda kesi bulunduğu ve basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu bilgilerine yer verildiği,
Tanık … hakkında düzenlenen adli raporda ise; herhangi bir darp cebir izinin bulunmadığının ifade edildiği,
Bilirkişi raporlarında sanığın suçta kullandığı sap kısmı 10,5 cm, kesici kısmı 11,5 cm uzunluğunda olan tek tarafı keskin bıçağın, mutfak bıçağı niteliğini taşıdığı, … tarafından kullanılan sap kısmı 38 cm uzunluğundaki sopa üzerinde ise çengelli vida ile tutturulmuş 74 cm uzunluğunda çift sargı metal zincir bulunduğu her iki aletin, 6136 Sayılı Kanun kapsamında yasak nitelikteki aletlerden olmadığı tespitlerine yer verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Mağdur …; 29.06.2013 tarihinde … karşısında arkadaşları … ve … ile birlikte oturduğu sırada, daha önceden tanımadığı sanık …’nın bir arkadaşı ile birlikte yanlarına geldiğini, sanığın yanındaki arkadaşı ile sözlü olarak tartıştığını, olay anında alkollü olduğu için tartışma konusunu hatırlamadığını, daha sonra aralarında bir arbede yaşandığını, … ile bir şahsın da tartıştığını, ayırmak istediği sırada yaralandığını, bıçaklanma anını hatırlamadığını, kimseden şikayetçi olmadığını beyan etmiş,
Tanık …; 29.06.2013 günü saat 02.00 sıralarında …’ın ara sıra gördükleri sanık ile konuşmak için yanına gittiğini, sanık ile …’ın kavga etmeye başladıklarını, sanığın …’a yumruk attığını, kendisi ve mağdurun teknenin yanında bulunduklarını hemen yanlarına gidip kavgayı ayırmaya çalıştıkları sırada sanığın cebinden çıkardığı bıçağı rastgele sallamaya başladığını ve bıçağı mağdurun karnına sapladığını, ayırmaya çalıştıkları sırada polislerin geldiğini belirtmiş,
… kollukta; olay günü sanığı gördüğünü, konuşmak için yanına gidip koluna dokunduğunu, sanığın kendisine yumruk attığını, bir anda ortalığın kalabalıklaştığını, arkadaşları olan mağdur ve …’in gelerek kavgayı ayırmaya çalıştıklarını, sanığın bu sırada cebinden çıkardığı büyük bir bıçağı rastgele sallayıp, mağdurun karnına sapladığını, kendisinin de tekneye giderek iki tarafı ahşap, ortası zincirli sopayı alıp geri geldiğini, bu sırada polislerin kendilerini yakaladıklarını,
Cumhuriyet savcılığında; olay tarihinde, daha önceden tanıdığı sanığın birileriyle kavga ettiğini, mağdur ile kavgayı ayırmaya çalışırken mağdurun yaralandığını, sanığın kendisine yönelik bir hareketinin bulunmadığını,
Mahkemede ise; sanığı önceden tanımadığını, olay günü konuşmak için yanına çağırdığını, ancak sanık ve yanındakilerin kendisine ve arkadaşlarına saldırdıklarını, sanığın kendisine yumruk attığını, daha sonrada cebinden çıkardığı bıçak ile mağduru yaraladığını, kendisinin de çalıştığı tekneden zincirli bir sopa aldığını ama bunu kullanamadan polislerin gelip kendilerini yakaladığını anlatmış,
Sanık … Cumhuriyet savcılığında; olay günü arkadaşı …’la marketten bira aldığını, kale civarında saat 01.30’a kadar içtiklerini, daha sonra iskeleye inip … karşısında gezdiklerini, bu sırada üç kişinin aralarında tartıştıklarını, ne olduğunu merak ettiği için yanlarına gittiğinde, bu üç kişinin birden kendisini dövmeye başladıklarını, sarhoş olduğu için diğer ayrıntıları hatırlamadığını, kimseyi bıçaklamadığını,
Mahkemede ise; olay günü arkadaşları ile birlikte kaleye çıkıp içki içtiklerini, daha sonra tekrar iskeleye indiklerinde tanımadığı bir şahsın omzuna çarptığını, alkollü olan bu kişi ile aralarında bir arbede çıktığını, 7-8 kişinin birden kendisine saldırarak darp ettiklerini, … ve mağduru daha önceden tanımadığını, hiçbiriyle husumetinin bulunmadığını, olay sırasında yanında olan dayısının oğlunun kavgayı ayırmaya çalıştığını, abisinin ise sonradan kavga yerine geldiğini, yanında bıçak ya da benzeri bir cisim olmadığını, mağdurun nasıl yaralandığını bilmediğini savunmuştur.
5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun “Suça teşebbüs” başlıklı 35. maddesinde; “Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan sebeplerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur” hükmü yer almaktadır.
Buna göre suça teşebbüs, işlenmesi kast olunan bir suçun icrasına elverişli araçlarla başlanmasından sonra, elde olmayan sebeplerle suçun tamamlanamamasıdır. Maddenin açık hükmüne göre, icra hareketlerinin yarıda kalması ya da sonucun meydana gelmemesi failin iradesi dışındaki engel nedenlerden kaynaklanmalıdır.
Öte yandan, suça teşebbüsle ilgili değerlendirme yapılabilmesi, failin hangi suçu işlemeyi kastettiğinin belirlenmesini gerektirir ki buna “sübjektif unsur” denir. Failin gerçekleştirdiği davranış ile bir suçu işlemeye teşebbüs edip etmediğini, eğer etmişse hangi suça teşebbüs ettiğini belirleyebilmek için öncelikle kastın varlığının belirlenmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, tıpkı tamamlanmış suçta olduğu gibi, teşebbüs aşamasında kalan suçta da, işlenmek istenen suç tipindeki bütün unsurlar failce bilinmelidir. ( İçel Suç Teorisi, Kayıhan İçel, Füsun Sokullu Akıncı, İzzet Özgenç, Adem Sözüer, Fatih S. Mahmutoğlu, Yener Ünver 2. Kitap, 2. Baskı, İstanbul, 2000, s.315. )
Bu husus, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 765 Sayılı TCK’nun yürürlükte olduğu dönemde verilmiş olup, kabul edilen ilkeler açısından 5237 Sayılı TCK’nun teşebbüse dair 35. maddesi yönüyle de varlığını devam ettiren 04.06.1990 gün ve 101-156 Sayılı kararında da; “teşebbüste aranan kast, icrasına başlanmış cürmü teşebbüs aşamasında bırakma kastı olmayıp, söz konusu suçu tamamlamaya yönelmiş kasttır” şeklinde açıklanmıştır.
Kasten yaralama suçu ile kasten öldürme suçuna teşebbüs arasındaki ayırıcı kriter manevi unsurun farklılığına dayandığından, sanığın kastının öldürmeye mi, yoksa yaralamaya mı yönelik olduğunun çözülmesi gerekmektedir.
5237 Sayılı TCK’nun 21/1. maddesine göre, suçun kanuni tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olan ve failin iç dünyasını ilgilendiren kast, dış dünyaya yansıyan davranışlara bakılarak, daha açık bir ifadeyle, failin olay öncesi, olay sırası ve olay sonrası davranışları ölçü alınarak belirlenmelidir.
İlkeleri, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 08.07.2003 gün ve 2003/1-196-212, Ceza Genel Kurulu’nun 30.09.2003 gün ve 2003/1-226-229, Ceza Genel Kurulu’nun 08.07.2008 gün ve 2008/1-88-184, Ceza Genel Kurulu’nun 31.03.2009 gün ve 2008/1-248-82 ile Ceza Genel Kurulu’nun 18.02.2014 gün 2013/1-325-73 Sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında açıklandığı üzere, bir eylemin kasten öldürmeye teşebbüs mü, yoksa kasten yaralama mı sayılacağının belirlenmesinde; fail ile mağdur arasında husumet bulunup bulunmadığı, varsa husumetin nedeni ve derecesi, failin suçta kullandığı saldırı aletinin niteliği, darbe sayısı ve şiddeti, mağdurun vücudunda meydana getirilen yaraların yerleri, nitelik ve nicelikleri, hedef seçme imkânı olup olmadığı, failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir sebepten dolayı mı son verdiği gibi ölçütler esas alınmalıdır.
Kastın belirlenmesi açısından her bir olayda kullanılması gereken ölçütler farklılık gösterebileceğinden, tüm bu olguların olaysal olarak ele alınması gerekmektedir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Olay günü, gece saat 02.30 sıralarında alkol alarak dolaşmakta olan sanık ile …’ın Alanya iskelesinde karşılaştıkları, sanığın tartışmaya başladığı …’ın yüzüne yumrukla vurması sonucu kavga çıktığı, …’ın arkadaşları olan mağdur ile tanık …’in kavgaya müdahale ettikleri sırada, sanığın üzerinde taşıdığı bıçağı çıkarıp sallamaya başladığı, bu esnada mağdurun batın üst bölgesine isabet eden tek bıçak darbesi sonucu karaciğer ve midesinden yaralanarak yaşamsal tehlike geçirdiği, yaşanan kavganın polis memurlarının gelmesi ile sona erdiği anlaşılan olayda; mağdurla aralarında husumet bulunmayan sanığın ani gelişen hareketli kavga ortamında mağdurun hayati bölgesine bilerek ve isteyerek vurduğuna dair kesin bir belirlemenin yapılamayışı, mağdurda tek bıçak darbesinin bulunması, mağdurun dahil olduğu tarafın sayıca daha üstün olduğu karşılıklı kavgada sanığın mağdura vurduğu ilk darbe sonrasında öldürmeye yönelik sonucu elde ettiğini belirlemesinin mümkün olmayışı, oluşan yaralanma sonrasında sanığın eylemini devam ettirmek istediğini gösterir kesin delillere ulaşılamaması hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın eyleminin kasten yaralama olarak kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, sanığın kasten yaralama suçundan mahkûmiyetine dair yerel mahkeme hükmü ve bu hükmün onanmasına dair Özel Daire kararı isabetli olduğundan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Genel Kurul Üyesi; “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmesi gerektiği” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,
1- )Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- )Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 25.10.2016 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2015/1-535
K. 2016/329
T. 27.9.2016
• KASTEN YARALAMA SUÇU ( Katılanda Bir Adet Yaranın Bulunması Katılanın Dahil Olduğu Tarafın Sayıca Daha Üstün Olduğu Karşılıklı Kavgada Sanığın Katılana Taş Parçasını Savurduktan Sonra Beklemeksizin Olay Yerinden Kaçarak Uzaklaşması Hususları Birlikte Değerlendirildiğinde Sanığın Eyleminin Kasten Yaralama Olarak Kabulü Gerektiği )
• SUÇ KASTI ( Katılanla Daha Önceden Tanışmayan ve Aralarında Husumet Bulunmayan Sanığın Ani Gelişen Hareketli Kavga Ortamında Katılanın Baş Bölgesini Bilerek ve İsteyerek Hedeflediğine Dair Kesin Bir Belirlemenin Yapılamadığı – Eyleminin Kasten Yaralama Olarak Kabulü Gerektiği )
• KARŞILIKLI KAVGA ( Sanığın Katılanın Baş Bölgesini Bilerek ve İsteyerek Hedeflediğine Dair Kesin Belirlemenin Yapılamadığı/Katılanın Dahil Olduğu Tarafın Sayıca Daha Üstün Olduğu Karşılıklı Kavgada Sanığın Katılana Taş Parçasını Savurduktan Sonra Beklemeksizin Olay Yerinden Kaçtığı – Eylemin Kasten Yaralama Olarak Kabulü Gerektiği )
5237/m.21,35
ÖZET : Uyuşmazlık; sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu mu, yoksa kasten öldürme suçuna teşebbüsü mü oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir. Sanığın olay gecesi arkadaşı ile kaldırımda yürürken, karşı yönden gelen katılan, katılanın akrabaları ile arkadaşlarından oluşan grubun yanından geçtikleri sırada, sanığın elindeki çöpü onlardan birinin bulunduğu yöne doğru atması üzerine, önce biri ile sanık arasında, daha sonra diğerlerinden birinin de dahil olması ile, sanığın bulunduğu iki kişilik grupla, katılanın dahil olduğu beş kişilik grup arasında kavga çıktığı, geceleyin meydana gelen bu kavga sırasında, sanığın yerden aldığı taş parçasını katılana doğru savurduğu ve hemen olay yerinden kaçarak uzaklaştığı, taşın başına isabet etmesi sonucu katılanın kafatasında oluşan çökme kırığı sebebiyle yaşamsal tehlike geçirecek şekilde yaralandığı olayda; katılanla daha önceden tanışmayan ve aralarında husumet bulunmayan sanığın, ani gelişen hareketli kavga ortamında katılanın baş bölgesini bilerek ve isteyerek hedeflediğine dair kesin bir belirlemenin yapılamayışı, katılanda bir adet yaranın bulunması, katılanın dahil olduğu tarafın sayıca daha üstün olduğu karşılıklı kavgada, sanığın katılana taş parçasını savurduktan sonra beklemeksizin olay yerinden kaçarak uzaklaşması hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın eyleminin kasten yaralama olarak kabulü gerekmektedir.
DAVA : Kasten öldürme suçuna teşebbüsten sanık …’ın 5237 Sayılı TCK’nun 81, 35/2, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 13 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin, İzmir 9. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 16.07.2012 gün ve 145-254 Sayılı hükmün sanık müdafiileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 19.12.2013 gün ve 4182-7925 sayı ile;
“… Oluşa ve dosya kapsamına göre; sanık …’in arkadaşı … ile yolda yürüdükleri sırada, mağdur …’ın arkadaşları olan ve mağdurun birkaç metre önünde yürüyen … ve … ile karşılaştıkları, sanığın, elindeki çöpü …’nin yüzüne doğru attığı, bu sebeple sanık ve arkadaşı ile mağdur ve arkadaşları arasında çıkan kavgada sanığın, yerden aldığı taşla mağdurun başına vurarak hayat fonksiyonlarına etkisi ( 4. ) ağır derecede çökme kırığına neden olacak şekilde yaralanmasına ve yaşamsal tehlike geçirmesine neden olduğu, sanığın eylemine devam etmeden kaçarak uzaklaştığı olayda;
Sanık ve mağdur arasında olay öncesi öldürmeyi gerektirecek husumetin bulunmaması, sanığın, ciddi bir engel hal bulunmadığı halde eylemine son vermesi de dikkate alındığında, eylemi ile ortaya çıkan kastının yaralamaya yönelik olduğu anlaşılmakla, yara yeri ve niteliği gözetilerek, kasten yaralama suçundan üst sınıra yakın bir ceza tayini yerine, suç niteliğinde hataya düşülerek, kasten öldürmeye teşebbüs suçundan yazılı şekilde hüküm kurulması…”,
İsabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 10.04.2014 gün ve 45-129 sayı ile;
“… Sanık ile katılan arasında öldürmeyi gerektirir bir husumet mevcut değildir ancak çoğu olayda birbirini tanımayan, aralarında hiçbir husumet olmayan kişiler arasında öldürme olaylarının meydana geldiği de bilinen bir gerçektir. Bu nedenle, her olayda kastın saptanmasından önce taraflar arasında bir husumetin olması gerektiği yönündeki bir genelleme, kastın belirlenmesinde tek başına bir ölçü değildir. Olayda kullanılan saldırı aletinin niteliği nazara alındığında öldürme suçu yönünden elverişli bir vasıta olduğu, her türlü kuşkudan uzaktır. Kaldırım taşının niteliği ve ağırlığı nazara alındığında, öldürme suçu yönünden elverişli vasıta olarak kabulü gerekir. Kaldırım taşının elde yumruk yapılmak suretiyle hayati organların bulunduğu başın hedef alınıp vurulmasında ise öldürme kastı ile hareket ettiğinin kabulü gerekir. Çünkü taş ele alınıp yumruk yapılmış olup, istendiğinde baş dışında ölüm sonucu doğurmayacak vücut bölgelerinin hedef alınarak vurma olanağı varken böyle yapılmayıp, başın özellikle hedef alınması eyleminde öldürme kastı söz konusudur. Hedef olarak baş seçildiğine göre darbenin şiddeti ve oluşturduğu yara nazara alındığında, kastın öldürmeye yönelik olduğunu kabul etmek gerekir. Darbe katılanın başında 4. derecede kemik kırığı meydana getirmiştir. Katılanın yaşamını tehlikeye sokmuştur. Olayın akışı dikkate alındığında, sanık katılana tek bir darbe ile yetinmemiş, ikinci bir darbeyi olay yerinde bulunan … engellemiştir. Bu husus …, …, … ve …’in beyanlarından açıkça anlaşılmaktadır. Sanık aynı tanık beyanlarına göre katılana karşı ikinci bir darbe yapma niyeti ile hareket etmiş, katılana ikinci darbesi tanık …’in müdahalesi sonucu engellenmiştir. Bu durum tanık beyanlarından anlaşılmaktadır.
TCK’nun 35. maddesinde belirtilen teşebbüs hükümlerini
Gerekçesiyle, önceki hükmünde direnilmesine karar vermiştir.
Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 29.05.2015 gün ve 211769 Sayılı “onama” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Sanık hakkında kamu malına zarar verme suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup, direnme hükmünün kapsamına göre inceleme sanık hakkında kasten öldürme suçuna teşebbüsten verilen hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözülmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu mu, yoksa kasten öldürme suçuna teşebbüsü mü oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık …’ın olay tarihinde, gece saat 22.30 sıralarında arkadaşı … ile marketten bira ve sigara satın aldığı, naylon poşete koyulan bira şişelerini …’in eline alarak marketten sanıkla birlikte ayrıldıkları ve yürüyerek yolun karşısına geçtikleri, katılan …, Murat’ın kuzenleri … ve … ile arkadaşları … ve …’in beş kişilik grup halinde kaldırımda ilerledikleri, grubun önünde … ve …’ın, arkalarında ise katılan … ile … ve …’un yer aldığı, kaldırımda yürüyen sanık …’in, yanındaki arkadaşı … ile konuşurken elinde bulunan çöpü …’nin bulunduğu yöne atması ile önce … ile sanık … arasında, daha sonra …’in de dahil olması ile sanığın bulunduğu iki kişilik, katılanın bulunduğu beş kişilik gruplar arasında kavga çıktığı, meydana gelen bu kavga sırasında katılanın başına isabet eden taşla yaralandığı,
Katılan … hakkında İzmir Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen raporda; başın sağ kısmında çökme kırığı bulunan katılanın ameliyata alındığı, çöken kemik katmanlarının kaldırılması maksadıyla operasyon yapıldığı, katılandaki künt cisim yaralanmasının şahsın yaşamını tehlikeye soktuğu, basit bir tıbbi müdahale ile giderilemez nitelikte olduğu, saptanan kemik kırığının hayat fonksiyonlarını ( ağır ) 4. derecede etkileyecek nitelikte olduğunun bildirildiği,
Sanık hakkında düzenlenen adli raporda; baş arka kısımdaki yüzeysel abrazyon sebebiyle basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralandığı ve alkollü olduğu bilgilerine yer verildiği,
Kavgaya katılan …, …, … ve … hakkında düzenlenen adli raporlarda ise; darp ve cebir izine rastlanılmadığının belirtildiği,
…’ın ise önemli bir sağlık sorunu bulunmadığını ifade ederek, adli rapor almak istemediğini beyan ettiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılan … kollukta; olay günü kuzenleri ve arkadaşları ile Huzurevi istikametinden, Şirinyer istikametine doğru kaldırımda yürürken, marketten çıkan iki kişinin ellerindeki poşeti … ve …’ın suratına fırlattığını, bu şahıslardan birini …’nin tutarak “ne yapıyorsun kardeşim, dikkat et” dediğini, şahsın …’ye yumruk attığını ve tartışma çıktığını, kendisinin de araya girmesi ile sanığın yerden almış olduğu parke taşını bilinçli olarak vurduğunu, başından ve burnundan kan geldiğini, diğer olayları net hatırlamadığını, kendisinin kimseyi darp etmediğini,
Mahkemede; sanığın elinde bulunan çöpü …’nin yüzüne attığını, bunun üzerine …’nin sanığı yakasından tutup “sen ne yapıyorsun” dediğini, sanığın da …’ye yumruk attığını, koşup olaya müdahale ettiklerini, …’in elindeki bira şişesini …’ye doğru attığını, ancak şişenin isabet etmediğini, elindeki diğer bira şişesini de kırıp, kırık parçayı kendilerine doğru salladığını, …’in marketin önüne giderek eline bir süpürge sapı alıp üzerlerine doğru geldiğini, yerde gördüğü dubayı eline aldığını, olayın içerisine girdiğini, sanığın eline kaldırım taşı alıp, kafasını öne doğru eğdiği sırada, yarım metre mesafeden taşı kafasına doğru attığını, taş kafasına isabet ettikten sonra olanları hatırlamadığını ifade etmiş,
Tanık …; olay günü arkadaşı sanık … ile markete gittiklerini, bira ve sigara aldıklarını, evlerine doğru giderken karşı yönden gelen beş kişilik grubun yanından geçtikleri esnada, sanık ile gruptakiler arasında kavga çıktığını, ayırmak için kavgaya dahil olduğunu, sığındığı markette üç kişi tarafından darp edildiğini, marketçinin kendisini kurtardığını, taşla yaralama olayını görmediğini anlatmış,
Tanık … kollukta; olay günü sanığın kendisine doğru bira şişesi fırlattığını, bu yüzden kavga çıktığını, sanığın, kuzeni olan katılan …’ın başına taşla vurduğunu,
Mahkemede; sanığın ilk önce yüzüne peçete attığını, yakasından tuttuğunu, kavga etmek istemediğini ifade edip defalarca uyarmasına rağmen ısrarla kendilerini öldürmeye teşebbüs ettiğini, vurarak kendisini yere düşürdüğünü, ilk vuranın sanık olduğunu, sanığın yerden aldığı taşı elinde tutarak katılanın başına vurduğunu, katılanın başına taşla vurulmasından sonra kendilerini korumak amacıylakavga ettiklerini, öncesinde sanığa ve …’e vurmadıklarını, sanığın katılana ikinci kez vurmak istediğini, amacının öldürmek olduğunu, katılana taşla vurduktan sonra sanığın elinde bir taşın daha olduğunu, ayağı kayınca bu taşın polis aracının camına isabet ettiğini beyan etmiş,
Tanıklar …, … ve … kollukta verdikleri benzer ifadelerinde; olay günü kaldırımda yürüdükleri sırada karşıdan gelen sanık ve arkadaşının yanlarından geçtiğini, bu iki kişiden birinin poşetten çıkardığı bira şişesini …’ye doğru fırlattığını, şişenin …’ye isabet etmediğini, alkollü olan bu kişilerle aralarında kavga çıktığını, sanığın …’ye bira şişesi ile vurmaya çalıştığını ve katılanın başına kaldırım taşı ile vurduğunu ifade etmişler,
Tanık … mahkemede; olay gecesi katılan ve diğer arkadaşları ile birlikte kaldırımda yürüdükleri sırada sanığın, …’nin yakasından tuttuğunu gördüğünü, çöp atma olayını görmediğini, …’in elinde bulunan poşetten bira şişesini çıkarıp …’ye doğru attığını ancak isabet ettiremediğini, kendisinin …’i tutmaya çalıştığını, …’nin sanığa “git bela istemiyoruz” demesine rağmen sanığın …’ye saldırıp vurduğunu, sanığı tutmaya çalıştığını, sanığın elinde bulunan poşeti yüzüne doğru salladığını ancak isabet ettiremediğini, …’in olay yerinin karşısındaki markete giderek, “emaneti ver” diye bağırdığını, bir sopa alıp geldiğini, …’un kendisine seslenmesi üzerine dönüp baktığında, …’in elinde büyük bir taş gördüğünü, taşı kendisine attığını ancak isabet ettiremediğini, sanığın kaldırım taşını alarak doğrudan katılanın kafasına vurduğunu, taşın elinden düştüğünü, katılanın ilk darbe ile sersemlediğini, sanığın kaçma fırsatının olduğunu ancak kaçmayıp yeniden yerden taş aldığını, tekrar taşla vuracağını, ancak kendisinin yerde bulunan trafik konisini eline alması üzerine sanığın polis aracına doğru koşarak uzaklaştığını söylemiş,
Tanık … mahkemede; olay günü sanığın …’nin üzerine attığı çöpün, …’nin gözüne isabet etmesi üzerine kavganın başladığını, sanığın yanındaki kişinin elindeki poşetten çıkardığı bira şişelerini kendilerine doğru attığını, sanığın yerden aldığı kaldırım taşını katılanın başına vurduğunu, tekrar taşla vurmak istediğinde …’ın sanığa müdahale ettiğini, bunun üzerine sanığın kaçtığını anlatmış,
Tanık … mahkemede; olay günü …’nin sanığı “git biz kavga istemiyoruz” diyerek defalarca uyarmasına rağmen, sanığın aldırış etmeyip …’ye yumruk vurduğunu, bunun üzerine …’ın da sanığa tokat attığını, sanık ve …’in yanlarındaki poşetten çıkardıkları şişeleri kendilerine doğru fırlattıklarını, ayrıca …’in kendisine sopayla vurduğunu, kavga sırasında sanığın elinde bulunan kaldırım taşını katılanın başına vurduğunu, taşın yere düştüğünü, sanığın yeniden yerden taş aldığını, bu durumu gören …’ın da yerde bulunan dubayı aldığını, sanığın elindeki taşla …’ye doğru koşup taşı …’ye fırlattığını, ancak taşın polis otosunun camına isabet ettiğini belirtmiş,
Sanık … kollukta; arkadaşı … ile marketten çıkıp evlerine gittikleri sırada, beş kişilik bir grubun hiçbir sebep yok iken kendilerine saldırdığını, karşılıklı kavga çıktığını, kimseye şişe veya taş atmadığını,
Mahkemede; olay günü saat 22.30 sıralarında … ile marketten çıkıp, yolun karşısına geçtiklerini, …’in kendisinden üç-dört adım önde olduğunu, katılan ile yanında bulunan kişilerin …’e “ne bakıyorsun” diyerek tartışmaya başladıklarını, katılanın, …’e ve kendisine hakaret ettiğini, yumrukla vurduğunu, diğer dört kişinin de …’e saldırdıklarını, katılanın yerden aldığı kırık şişe ile kendisine saldırıp darp ettiğini, katılanın yumruk atması ile sersemlediğini, olay yerinden 3-5 metre kadar uzaklaşıp yerden aldığı taşı …’e saldıran katılanın eline doğru attığını ve kaçtığını, taşın katılanın neresine isabet ettiğini göremediğini, yakında bulunan polis aracının içine girdiğini, aracın içinde de katılanın arkadaşlarının kendisini darp etmeye devam ettiklerini, kafasında şişe kırdıklarını, polis aracının camını kırmadığını, kaldırım taşı ile katılanın başına kasten vurmadığını savunmuştur.
5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun “Suça teşebbüs” başlıklı 35.maddesinde; “Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan sebeplerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur” hükmü yer almaktadır.
Buna göre suça teşebbüs, işlenmesi kast olunan bir suçun icrasına elverişli araçlarla başlanmasından sonra, elde olmayan sebeplerle suçun tamamlanamamasıdır. Maddenin açık hükmüne göre, icra hareketlerinin yarıda kalması ya da sonucun meydana gelmemesi failin iradesi dışındaki engel nedenlerden ileri gelmelidir.
Öte yandan, suça teşebbüsle ilgili değerlendirme yapılabilmesi, failin hangi suçu işlemeyi kastettiğinin belirlenmesini gerektirir ki buna “sübjektif unsur” denir. Failin gerçekleştirdiği davranış ile bir suçu işlemeye teşebbüs edip etmediğini, eğer etmişse hangi suça teşebbüs ettiğini belirleyebilmek için öncelikle kastın varlığının belirlenmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, tıpkı tamamlanmış suçta olduğu gibi, teşebbüs aşamasında kalan suçta da, işlenmek istenen suç tipindeki bütün unsurlar failce bilinmelidir. ( İçel Suç Teorisi, Kayıhan İçel, Füsun Sokullu Akıncı, İzzet Özgenç, Adem Sözüer, Fatih S. Mahmutoğlu, Yener Ünver 2. Kitap, 2. Baskı, İstanbul, 2000, s.315. )
Bu husus, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 765 Sayılı TCK’nun yürürlükte olduğu dönemde verilmiş olup, kabul edilen ilkeler açısından 5237 Sayılı TCK’nun teşebbüse dair 35. maddesi yönüyle de varlığını devam ettiren 04.06.1990 gün ve 101-156 Sayılı kararında da; “teşebbüste aranan kast, icrasına başlanmış cürmü teşebbüs aşamasında bırakma kastı olmayıp, söz konusu suçu tamamlamaya yönelmiş kasttır” şeklinde açıklanmıştır.
Kasten yaralama suçu ile kasten öldürme suçuna teşebbüs arasındaki ayırıcı kriter manevi unsurun farklılığına dayandığından, sanığın kastının öldürmeye mi, yoksa yaralamaya mı yönelik olduğunun çözülmesi gerekmektedir.
5237 Sayılı TCK’nun 21/1. maddesine göre, suçun kanuni tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olan ve failin iç dünyasını ilgilendiren kast, dış dünyaya yansıyan davranışlara bakılarak, daha açık bir ifadeyle, failin olay öncesi, olay sırası ve olay sonrası davranışları ölçü alınarak belirlenmelidir.
İlkeleri, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 08.07.2003 gün ve 2003/1-196-212, Ceza Genel Kurulu’nun 30.09.2003 gün ve 2003/1-226-229, Ceza Genel Kurulu’nun 08.07.2008 gün ve 2008/1-88-184, Ceza Genel Kurulu’nun 31.03.2009 gün ve 2008/1-248-82 ile Ceza Genel Kurulu’nun 18.02.2014 gün 2013/1-325-73 Sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında açıklandığı üzere, bir eylemin kasten öldürmeye teşebbüs mü, yoksa kasten yaralama mı sayılacağının belirlenmesinde; fail ile mağdur arasında husumet bulunup bulunmadığı, varsa husumetin nedeni ve derecesi, failin suçta kullandığı saldırı aletinin niteliği, darbe sayısı ve şiddeti, mağdurun vücudunda meydana getirilen yaraların yerleri, nitelik ve nicelikleri, hedef seçme imkânı olup olmadığı, failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir sebepten dolayı mı son verdiği gibi ölçütler esas alınmalıdır.
Kastın belirlenmesi açısından her bir olayda kullanılması gereken ölçütler farklılık gösterebileceğinden, tüm bu olguların olaysal olarak ele alınması gerekmektedir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın olay gecesi arkadaşı … ile kaldırımda yürürken, karşı yönden gelen katılan …, katılanın akrabaları … ve … ile arkadaşları … ve …’dan oluşan grubun yanından geçtikleri sırada, sanığın elindeki çöpü …’nin bulunduğu yöne doğru atması üzerine, önce … ile sanık arasında, daha sonra …’in de dahil olması ile, sanığın bulunduğu iki kişilik grupla, katılanın dahil olduğu beş kişilik grup arasında kavga çıktığı, geceleyin meydana gelen bu kavga sırasında, sanığın yerden aldığı taş parçasını katılana doğru savurduğu ve hemen olay yerinden kaçarak uzaklaştığı, taşın başına isabet etmesi sonucu katılanın kafatasında oluşan çökme kırığı sebebiyle yaşamsal tehlike geçirecek şekilde yaralandığı olayda; katılanla daha önceden tanışmayan ve aralarında husumet bulunmayan sanığın, ani gelişen hareketli kavga ortamında katılanın baş bölgesini bilerek ve isteyerek hedeflediğine dair kesin bir belirlemenin yapılamayışı, katılanda bir adet yaranın bulunması, katılanın dahil olduğu tarafın sayıca daha üstün olduğu karşılıklı kavgada, sanığın katılana taş parçasını savurduktan sonra beklemeksizin olay yerinden kaçarak uzaklaşması hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın eyleminin kasten yaralama olarak kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün, sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına, bozma nedeni ve tutuklulukta geçirdiği süre göz önüne alınarak sanığın tahliyesine, başka bir suçtan tutuklu ya da hükümlü olmadığı takdirde derhal salıverilmesi için yazı yazılmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi;
“Sanığın eylemi kasten öldürme suçuna teşebbüsü oluşturduğundan, yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi gerektiği” düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,
1- ) İzmir 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 10.04.2014 gün ve 45-129 Sayılı direnme hükmünün, sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu oluşturduğu gözetilmeden, kasten öldürme suçuna teşebbüsten hüküm kurulması isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- ) Bozma nedeni ve tutuklulukta geçirdiği süre göz önüne alınarak, sanık …’ın TAHLİYESİNE, başka bir suçtan tutuklu ya da hükümlü değil ise derhal salıverilmesi için YAZI YAZILMASINA,
3- ) Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 27.09.2016 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2014/1-671
K. 2015/118
T. 21.4.2015
• KASTEN YARALAMA (Temel Ceza Tayini – Sanığın Kavgayı Ayırmak İçin Araya Giren Mağdurun Kendisine Kafa Atması Üzerine Sinirlenerek Onu Tek Bıçak Darbesiyle Sol Göğüs Üst Kısmından 1 Cm.lik Açık Giriş Yarası Oluşturacak Şekilde Yaraladığı/Mahkemece En Üst Oranda Ceza Tayini Adalet Hak ve Nasafet Kuralları ve “Orantılılık” İlkesiyle Bağdaşmadığı)
• TEMEL CEZA TAYİNİ (Sanığın Kavgayı Ayırmak İçin Araya Giren Mağdurun Kendisine Kafa Atması Üzerine Sinirlenerek Onu Tek Bıçak Darbesiyle Sol Göğüs Üst Kısmından 1 Cm.lik Açık Giriş Yarası Oluşturacak Şekilde Yaraladığı – En Üst Oranda Ceza Tayini Doğru Olmadığı/Kasten Yaralama)
• SUÇ VE CEZADA ORANTILILIK (Kasten Yaralama – Sanığın Tek Darbe İle Yetindiği Kendiliğinden Eylemine Son Verdiği Darbenin Pnömötoraksa Neden Olup Akciğer Dâhil Başkaca Bir Organ Yaralanmasına Neden Olmadığı/Mahkemece Üst Sınıra Yakın Ceza Tayini Doğru İse de En Üst Hadden Ceza Tayini Bozma Nedeni Olduğu)
• EN ÜST HADDEN CEZA TAYİNİ (Kasten Yaralama – Sanığın Kavgayı Ayırmak İçin Araya Giren Mağdurun Kendisine Kafa Atması Üzerine Sinirlenerek Onu Tek Bıçak Darbesiyle Sol Göğüs Üst Kısmından 1 Cm.lik Açık Giriş Yarası Oluşturacak Şekilde Yaraladığı/Cezanın En Üst Oranda Belirlenmesinin İsabetsizliği)
5237/m.86/1
ÖZET : Uyuşmazlık; kasten yaralama suçundan sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nun 86/1. maddesi uyarınca temel cezanın en üst hadden tayin edilmesinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir. Sanığın bir başkasıyla yaptığı kavga sırasında kavgayı ayırmak için araya giren mağdurun kendisine kafa atması üzerine sinirlenerek onu tek bıçak darbesiyle sol göğüs üst kısmından 1 cm.lik açık giriş yarası oluşturacak şekilde yaraladığı, darbenin akciğerde veya başkaca bir organda yaralanmaya neden olmadığı ancak oluşan açık yaranın pnömötoraksa ve mağdurun hayati tehlike geçirmesine sebep olduğu somut olayda; hedef alınan bölge ve suçta kullanılan aletin niteliğine göre sanık hakkında alt sınırdan uzaklaşılarak ceza tayin edilmesi doğru bir uygulama ise de, sanığın tek darbe ile yetinmesi, kendiliğinden eylemine son vermesi, darbenin şiddeti ve sadece göğüs duvarında yaralanmaya ve pnömötoraksa neden olup akciğer dâhil başkaca bir organ yaralanmasına neden olmaması göz önüne alındığında meydana gelen zararın ve kasta dayalı kusurunun ağırlığına göre özellikle birden çok darbe ve nitelikli yaralanmaların söz konusu olduğu daha vahim olaylar düşünüldüğünde en üst oranda 3 yıl hapis cezası tayini adalet, hak ve nasafet kuralları ve “orantılılık” ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Yerel mahkeme hükmünün sanık hakkında kasten yaralama suçundan temel hürriyeti bağlayıcı cezanın, işlenen fiil ile orantılı olmayacak şekilde en üst oranda belirlenmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
DAVA : Sanık U. Ö. hakkında kasten öldürme suçuna teşebbüsten açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda eylemin kasten yaralama suçunu oluşturduğu kabul edilerek 5237 sayılı TCK’nun 86/1, 86/3-e, 87/1-d, 29, 31/3, ve 62. maddeleri uyarınca 3 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Tokat Ağır Ceza Mahkemesince verilen 21.02.2012 gün ve 198-43 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 31.03.2014 gün ve 98-2025 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 23.09.2014 gün ve 266885 sayı ile;
“… Sanık Uğur ile tanık Harun arasında tartışma çıktığı, mağdur Türkay’ın tanık Harun’dan yana çıkarak sanık Uğur’a müdahale ettiği, sanık Uğur’un, mağdur Türkay’a ‘sen karışma, seninle işim yok’ şeklinde sözler söylediği, mağdur Türkay’ın sanık Uğur’a kafa atarak sanığı basit tıbbi müdahale ile giderilebilir şekilde yaralaması nedeni ile, sinirlenen sanık Uğur’un, ani olarak gelişen bu olay nedeni ile, silahtan sayılan bıçak ile, mağdura tek bir bıçak vurarak sol akciğerde pnömotoraksa ve hayati tehlike geçirmesine neden olduğu olayda, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörülen TCK’nun 86/1. maddesinin uygulanması sırasında mağdurda meydana gelen zararın, fiilin ağırlığı, darbenin tek oluşu ve eylemine kendiliğinden son vermesi gibi hususlar dikkate alındığında, alt ve üst sınırlar arasında makul bir ceza tayini yerine, daha vahim hallerde uygulanacak şekilde 3 yıl hapis cezası verilerek fazla ceza tayini kanuna aykırı olup, hükmün bozulması yerine onanması yasaya aykırıdır…”,
Görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Dairesince 14.10.2014 gün ve 4803-4450 sayı ile; itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; kasten yaralama suçundan sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nun 86/1. maddesi uyarınca temel cezanın en üst hadden tayin edilmesinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
13.09.2011 günü saat 18.00 sıralarında tanık H. G. ve arkadaşlarının mahalle arasında top oynadıkları sırada alışverişten evlerine dönen sanık U. Ö.’ın kız kardeşi S. Ö. ve kuzeni S. Ç.’nın top oynanan yerin yanından geçtikleri, sanık Harun’un üzerlerine doğru top atacakmış gibi yapıp onları rahatsız ettiği, kardeşi ve kuzeninin arkasından gelmekte olan ve bu durumu gören sanık U. Ö.’ın H. G.’a kızıp tokat attığı, Harun’un da aynı şekilde karşılık verdiği, S. Ö. ve S. Ç.’nın sanık Uğur’u kolundan tutup H. G.’un yanından uzaklaştırdıkları,
Aynı gün saat 19.30 sıralarında sanık U. Ö.’ın yanına arkadaşları tanıklar Y. Y. ve A. Ş.’ı da alarak tanık Y. A. ile haber gönderip H. G.’u kavga etmek için olay yerine çağırdığı, sanık Uğur’un elinde sopa, Yusufcan ve Ahmet’in üzerlerinde ise bıçak olduğu, H. G.’un da arkadaşları tanık S. E. ve mağdur T. K. ile olay yerine geldiği, S. E.’ın üzerinde bıçak olduğu,
H. G.’un sanık Uğur’un elinde sopa olduğunu görünce tanık S. E.’dan bıçağını istediği, Harun’un bıçak aldığını gören sanık Uğur’un da elindeki sopayı bırakarak Yusufcan ve Ahmet’ten bıçaklarını istediği, bu şekilde sanık Uğur’un elinde iki bıçak H. G.’un da elinde tek bıçak olduğu halde karşılıklı küfür ederek birbirlerinin üzerlerine yürüdükleri ve ellerindeki bıçakları birbirlerine sallamaya başladıkları,
Olay yerinde bulunan tanıkların, tarafları ayırmaya çalıştıkları, Harun’un yanında olay yerine gelen ancak sanığı da tanıyan mağdur T. K.’nin “ayrılın lan!” diyerek sanığın üzerine yürüdüğü, sanığın mağdura “benim seninle işim yok, sen git” dediği, mağdur Türkay’ın yüzüne kafa atarak sanığı basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaraladığı, sanık ile mağdurun boğuşmaya başladıkları, sanığın bu sırada elinde tuttuğu sap kısmı 10 cm, namlu kısmı ise 8 cm olan bıçakla mağduru tek darbe ile kalbe yakın olduğu anlaşılan sol göğüs bölgesi 3-4 interkostal aralıktan göğüs duvarında midklaviküler hatta 1 cm’lik açık giriş yarası oluşturacak şekilde yaraladığı, darbenin akciğerde veya başkaca bir organda yaralanmaya neden olmadığı, ancak oluşan açık yaranın %30 pnömötoraksa sebep olduğu, sanık ile mağdurun birlikte yere düştükleri, daha sonrada tanıklar tarafından birbirlerinden uzaklaştırıldıkları,
Tanık M. K.’ın H. G.’dan, tanık A. Ş.’ın da sanığın elinden bıçağı aldığı, daha sonra da tanık M. Y.’ın bu bıçakları onlardan alıp suçta kullanılan bıçağı yakındaki bir çöp konteynırına attığı, H. G.’a ait bıçağı ise düşürdüğünü beyan ettiği, olaydan sonra yer gösterme sonucu polis memurlarının çöp konteynırının içinde üzerinde kan lekesi olan bıçağı bulup zapt ettikleri,
Mağdurun yaralandığının anlaşılması ve nefes alamadığını söyleyip yere düşmesi üzerine sanığın tanık A. E. ile birlikte mağduru yoldan çevirdikleri bir araçla hastaneye götürdüğü, yolda sanık ile mağdurun görevlilere ağaçtan düşme sonucu yaralandığını söyleme konusunda anlaştıkları, nitekim mağdurun doktorlara önce ağaçtan düştüğünü, bu sırada ağaçtaki bir çivinin göğsüne battığını söylediği, ancak hastaneye gelen polis memurlarının yaranın şekline bakıp buna inanmamaları üzerine mağdurun gerçeği anlattığı, ameliyata alınmadan önce yapılan ön görüşmede “sanığın her iki elinde bıçak olduğu halde kendisine rastgele savurduğunu, vücuduna bıçakla vurdukça bu bir, bu iki, bu üç diye saydığını, bıçak darbelerinin birinin sol göğsüne geldiğini, diğerinin sol karın boşluğunu sıyırdığını, diğerinin ise üzerindeki tişörtüne geldiğini” söylediği ancak daha sonra alınan ifadelerinde kızgınlıkla ve olayın heyecanıyla bu şekilde beyanda bulunduğunu, sanığın “bu bir, bu iki, bu üç” şeklinde sözler söylemediğini, sanığın boğuştukları sırada istemeden kendisini bıçakladığını düşündüğünü belirttiği,
Mağdurun adli muayenesinde başka bir kesiden bahsedilmediği, muayeneyi yapan doktor K. C.’un tanık olarak dinlenildiği, onun da mağdurun vücudunda tek bir kesi tespit ettiğini yeminli beyan ettiği, düzenlenen adli raporlarında göğüs sol üst kısımda bulunan ve pnömotoraksa neden olan yaralanmasının basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek nitelikte olup yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olduğunun açıklandığı,
Sanığın tüm aşamalarda mağdur kendisine kafa atınca boğuştukları sırada yere düşerken istemeden mağduru bıçakladığını, esasında mağdurla arkadaş olduklarını, aralarında bir husumet bulunmadığını savunduğu,
Anlaşılmaktadır.
Sanığın sabit kabul edilen kasten yaralama suçu 5237 sayılı TCK’nun 86/1. maddesinde 1 yıldan 3 yıla kadar hapis ve adli para cezasını gerektirecek şekilde yaptırıma bağlanmış, temel cezanın belirlenmesine ilişkin ilkeler ise 5237 sayılı TCK’nun 61/1. maddesinde, 765 sayılı TCK’nun 29. maddesine benzer olarak;
“(1) Hakim, somut olayda,
a) Suçun işleniş biçimini,
b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
d) Suçun konusunun önem ve değerini,
e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,
f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,
g) Failin güttüğü amaç ve saiki,
Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler” şeklinde düzenlenmiştir
5237 sayılı TCK’nun “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesinin 1. fıkrasındaki, “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur” biçimindeki hüküm ile de, işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbirleri arasında “orantı” bulunması gerektiği vurgulanmıştır.
Kanun koyucu, cezaların kişiselleştirilmesinin sağlanması bakımından hâkime, olayın özelliği ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir şekilde gerekçesini göstererek iki sınır arasında temel cezayı belirleme yetki ve görevi yüklemiştir. Hâkimin temel cezayı belirlerken dayandığı gerekçenin TCK’nun 61/1. maddesine uygun olarak, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saiki ile ilgili dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde kanuni ve yeterli olmalıdır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın bir başkasıyla yaptığı kavga sırasında kavgayı ayırmak için araya giren mağdurun kendisine kafa atması üzerine sinirlenerek onu tek bıçak darbesiyle sol göğüs üst kısmından 1 cm.lik açık giriş yarası oluşturacak şekilde yaraladığı, darbenin akciğerde veya başkaca bir organda yaralanmaya neden olmadığı ancak oluşan açık yaranın pnömötoraksa ve mağdurun hayati tehlike geçirmesine sebep olduğu somut olayda; hedef alınan bölge ve suçta kullanılan aletin niteliğine göre sanık hakkında alt sınırdan uzaklaşılarak ceza tayin edilmesi doğru bir uygulama ise de, sanığın tek darbe ile yetinmesi, kendiliğinden eylemine son vermesi, darbenin şiddeti ve sadece göğüs duvarında yaralanmaya ve pnömötoraksa neden olup akciğer dâhil başkaca bir organ yaralanmasına neden olmaması göz önüne alındığında meydana gelen zararın ve kasta dayalı kusurunun ağırlığına göre özellikle birden çok darbe ve nitelikli yaralanmaların söz konusu olduğu daha vahim olaylar düşünüldüğünde en üst oranda 3 yıl hapis cezası tayini adalet, hak ve nasafet kuralları ve “orantılılık” ilkesiyle bağdaşmamaktadır
Bu itibarla, haklı nedene dayanan Yargıtay C. Başsavcılığı itirazın kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün sanık hakkında kasten yaralama suçundan temel hürriyeti bağlayıcı cezanın, işlenen fiil ile orantılı olmayacak şekilde en üst oranda belirlenmesi isabetsizliğinden bozulmasına, itiraz kabul edilerek Özel Daire onama kararının kaldırılıp yerel mahkeme hükmünün bozulmuş olması nedeniyle sanığın cezasının infazının durdurulmasına ve tahliyesine, başka bir suçtan hükümlü veya tutuklu olmadığı takdirde derhal salıverilmesi için yazı yazılmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Genel Kurul Üyesi; “itirazın reddine karar verilmesi gerektiği” düşüncesiyle karşıoy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 31.03.2014 gün ve 98-2025 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Tokat Ağır Ceza Mahkemesinin 21.02.2012 gün ve 198-43 sayılı hükmünün sanık hakkında kasten yaralama suçundan temel hürriyeti bağlayıcı cezanın, işlenen fiil ile orantılı olmayacak şekilde en üst oranda belirlenmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Yargıtay C. Başsavcılığı itirazın kabul edilerek Özel Daire onama kararının kaldırılıp yerel mahkeme hükmünün bozulmuş olması nedeniyle cezanın İNFAZININ DURDURULMASINA ve TAHLİYESİNE, başka bir suçtan hükümlü veya tutuklu olmadığı takdirde derhal salıverilmesi için YAZI YAZILMASINA,
5- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 21.04.2015 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 1989/1-69
K. 1989/130
T. 3.4.1989
• ADAM ÖLDÜRMEYE TAM TEŞEBBÜS
• KORKUTMAK MAKSADIYLA HAVAYA ATEŞ AÇAN SANIK ( Adam Öldürmeye Eksik Teşebbüs İddiası )
• KAVGA SIRASINDA KORKUTMAK MAKSADIYLA HAVAYA ATEŞ AÇAN SANIK ( Adam Öldürmeye Nakıs Teşebbüs İddiası
• NAKIS TEŞEBBÜS İDDİASI ( Kavga Sırasında Korkutmak İçin Havaya Ateş Açan Sanığın Öldürme Kasdı İddiası )
765/m.466
ÖZET : Sanık; kavga sırasında, hakkındaki mahkumiyet hükmü kesinleşen arkadaşının eylemine katılmadan ( iştirak etmeden ) Karşı taraftan olanları korkutmak amacıyla havaya ateş ettiğine göre eylemi, TCK.nun 466/2. Maddesine uygundur.
DAVA : Sanık Erol’un TCY. nın 448, 65/3, 55/3, 59. maddeleri gereğince 6 sene 8 ay ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına, fer’i ceza tayinine ilişkin, ( Amasya Ağır Ceza Mahkemesi )nce verilen 28.6.1988 gün, 153/139 sayılı hükmün, sanık vekili ile Cumhuriyet Savcısı tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesi,. 1.2.1989 gün 4253/135 sayı ile;
“….Sanık Erol ve Lütfü’nün topluluğa ateş ettikleri, Lütfü’nün ateşinin maktüle isabet ederek ölümüne neden olduğu, Erol’un atışlarında isabetin vaki olmadığı dosya kapsamından anlaşıldığından, öldürme hususunda sanık Lütfü ile irade birliği içinde bulunmayan sanık Erolun fiilinin öldürmeye eksik teşebb
Yargıtay C. Başsavcılığı, 3.3.1989 gün 18 sayı ile;
Sanık ile Lütfü, daha önceden maktülü öldürmek için anlaşmamışlardır. Olay anında Erol’un sanık Lütfü’yü adam öldürmek için herhangi bir teşvik, tahrik, muavenet ve müzahareti hakkında dosyada delil yoktur.
Lütfü’nün atışı sonucu ölen Reşat’ı hedef alarak, Erol’un ateş ettiğine dair delil olmadığı mahkemece de kabul edilmiştir. TCK.nun 61. maddesinin uygulanabilmesi için, sanık Erol’un maktülü hedef aldığının kabulü gerekir.
Sanığın toplulukta muayyen bir kişiyi hedef almadığı açıktır. Herhangi bir kişiyi hedef alması için ise, bunun delillendirilmesi gerekir. Böyle bir delil olmadığı gibi hiç bir kişinin yaralanmamış olması karşısında sanığın vurmak için atmadığını söylemek daha olasıdır. Olayda yaralama olmadığına ve hedeflenen muayyen bir kişi de bulunmadığına göre öldürmeye teşebbüsten bahsetmeye imkan yoktur.
Sanık Erol sadece, kavgada karşı tarafa silah atmıştır. TCK.nun 466/2, 464/3. maddelerinin uygulanması gerekir.
Gerekçesiyle itiraz ederek daire kararının kaldırılıp değişik gerekçeyle yerel mahkeme kararının bozulmasını talep etmiştir.
Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulu’nca okundu gereği konuşulup düşünüldü:
Olay günü yol boyunca gezintiye çıkan ve aralarında görüş ayrılığı bulunan iki grup karşılaştıklarında kavga
Olay yerinde bulunan dört adet boş kovanın sanık Erol’un tabancasından atıldığı, öldürülenin vücudundan çıkartılan mermi çekirdeğini ise sanık Erol’un tabancasıyla uygunluk veya benzerliğinin bulunmadığı Adli Tıp Kurumu Fizik İncelemeler ihtisas Dairesince saptanmıştır. Ölümü meydana getiren sanık Lütfü’nün atışıdır.
Yerel mahkeme; sanığın, asli fail olan Lütfü ile fikren birlik ve beraberlik içinde hareket ederek, asli faile cesaret vermek arka çıkıp yardımcı olmak suretiyle olaya fer’an katıldığını Özel Daire ise; yukarıda yazılı gerekçeyle eylemin öldürmeye eksik kalkışma suçunu oluşturduğu kabul etmiştir.
Özel daire ile Yargıtay C. Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık ise sanık hakkında TCK.nun 448, 61. maddelerinin mi, yoksa 466/2, 464/3. maddelerinin mi uygulanması gerektiğine ilişkindir.
Öncelikle kabul ve itirazda bahsi geçen kurumların kısaca açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
Fer’i Fail : asli iştirakte anlaşarak birlikte suç işlendiği halde, fer’i iştirakte suç işleme kararını teşvik etmek, kuvvetlendirmek veya suç işlendikten sonra yardım için söz vermek suretiyle suçun işlenmesine ikinci derecede katılan kişidir.
Eksik Kalkışma: Ceza Yasamıza göre suç işlemeye eksik kalkışmanın cezalandırılabilmesi için aşağıdaki koşulların gerçekleşmesi gerekir.
a ) Belirli bir suçu işleme kastının varlığı,
b ) Suç işleme kararının icraya başlanılması,
c ) Suç işlerken elverişli vasıta kullanılması,
d ) Elde olmayan engel nedenlerle icrai hareketlerin ( yapıcı davranışların ) bitirilememiş olması,
Açıklandığı üzere, sanığın elverişli vasıta ile amaçladığı suçun yapıcı davranışlarına başlamış olması fakat engelleyici nedenlerle hareketlerini bitirememiş olması halinde eksik kalkışma sözkonusu olacaktır.
Kavgaya Katılma: Kavgaya katılma suçunun oluşması için;
a ) Birden çok kimse arasında karşılıklı saldırı ve savunma hareketlerinin olması yani bir kavga bulunması;
b ) Öldürme veya etkili eylem suçlarına değil, sadece kavga eylemine ortak olunması ( kavgaya başından veya sonradan katılma arasında fark yoktur. Asıl faille; suçun işlenmesi hususunda arada bir anlaşma olmamalıdır );
c ) Kavga sonucu ölüm veya yaralama meydana gelmiş bulunması;
d ) Kavga ile, meydana gelen ölüm veya yaralanma arasında uygun nedensellik ( illiyet ) bağı olması;
e ) Suçun manevi öğesi olan suç işleme engel kastının bulunması gerekir.
Bu açıklamaların ışığı altında olayımıza baktığımızda:
Sanık ve Lütfü’nün maktülü öldürmek için daha önceden anlaştıkları veya olay anında sanık Erol’un adam öldürmesi hususunda Lütfü’yü teşvik, tahrik ettiği, yardımda bulunmaya söz verdiği hususunda dosyada herhangi bir kanıt yoktur. Bu nedenle; sanığın fer’i fail olarak kabulü olanaksızdır. Yerel Mahkemenin kabulü isabetsizdir.
Bir kısım tanıklar, kavgadan önce sanığın belindeki tabancayı karşı gruba gösterdiğini, tartışma çıkınca rastgele ateş ettiğini söylemişlerdir. Sanık; karşı grubun taşla saldırması üzerine korkutmak için havaya ateş ettiğini, öldürmek amacı olsaydı, bütün mermilerin kalabalık olan gruba isabet edeceğini savunmuş, bu savunmasının aksi kanıtlanamamıştır.
Sanığın, etkili mesafe içinde öldürüleni hedef alarak ateş ettiği saptanamadığından, kalkışma hükümlerinin uygulanması için gerekli ilk koşul gerçekleşmemiştir. Bu itibarla Özel Daire bozma kararı da yasaya uygun değildir.
Kavgada ölene el uzatmaktan amaç, ölene karşı herhangi bir şekilde fiili saldırıda bulunulmasıdır. Sanığın ölene saldırıda bulunduğuna dair kanıt olmadığından hakkında TCY. nın 464. maddesi de uygulanamaz.
Sanık Kavga sırasında; hakkındaki mahkumiyet hükmü kesinleşen Lütüfü’nün eylemine iştirak etmeden, karşı taraftan olanları korkutmak amacıyla havaya ateş etmiştir. Eylemi TCY.nın 466/2. maddesine uygundur.
Ancak;
Sanığın eylemine uygun olup hakkında uygulanması gereken TCY.nın 466/2. maddesinde yazılı cezanın yukarı sınırına ve suç tarihine göre, anılan Yasanın 102/4. 104/2. maddelerinde öngörülen zamanaşımı süresi dolduğundan davanın ortadan kaldırılmasına karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle; sanık Erol’un eylemi TCY.nın 466/2. maddesine uygun olup, saptanan değişik bu suç vasfına göre anılan Yasanın 102/4, 104/2. maddelerinde belirlenen 7 sene 6 aylık zamanaşımı süresi dolmuş bulunduğundan; sanık hakkındaki kamu davasının ortadan kaldırılmasına, 3.4.1989 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 1988/373
K. 1988/433
T. 7.11.1988
• KARŞILIKLI SİLAHLI SALDIRI ( İlk Silahlı Saldırının Kim Tarafından Yapıldığının Tespit Edilememiş Olması-Kavgada Öldürücü Bölgelere Saldırının Öldürme Kastını Göstermemesi )
• İLK SİLAHLI SALDIRININ KİM TARAFINDAN YAPILDIĞININ TESPİT EDİLEMEMESİ ( Karşılıklı Silahlı Saldırı-Adam Öldürmeye Tam Teşebbüs )
• ADAM ÖLDÜRMEYE TAM TEŞEBBÜS (
• KAVGA SIRASINDA GÖĞÜS KAFESİNDEN BIÇAKLAMA ( Mücerret Öldürme Kastını Göstermemesi )
765/m.456,457,51
ÖZET : Mağdur ve sanığın yaralanması ile sonuçlanan olayda ilk silahlı saldırının hangi taraftan geldiği açıklığa kavuşmamış olduğuna göre suçun adam öldürmeye tam teşebbüs
DAVA : Adam öldürmeye tam teşebbüs
” … Kamyon arkasında vuku bulan, mağdur ve sanığın yaralanması ile sonuçlanan cereyan şekli şahitlerce görülmeyen olayda ilk silahlı saldırının hangi taraftan geldiği açıklığa kavuşmamış olduğuna göre sanığın eyleminin ağır tahrik altında bıçakla yaralamak olarak tavsifi ve hakkında TCK.’nun 456/2, 457/1, 51/2 maddeleri tatbik edilmek suretiyle tecziyesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi…”
İsabetsizliğinden bozulmuştur.
Yerel Mahkeme “.. sanığın, öldürmeye elverişli bıçakla mağduru hayati bölgelerinden olan göğüs nahiyesinden yaraladıktan sonra kahveye kadar kovalayarak saldırılarına orada da devam ettiği ancak mağdurun tahra ile kendisine savunması nedeniyle öldürme fiilini tamamlayamadığı ve olayda tahrik bulunmadığı…” gerekçesiyle direnmiştir.
Bu hükmün de Yargıtayca incelenmesi sanık vekili tarafından süresinde verilen dilekçeyle istenilmiş olduğundan dosya C. Başsavcılığının 2.8.1988 gün ve 2627 sayılı tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Dosya içeriğinden anlaşıldığı gibi, önceden tanışan sanık ile mağdurun, anlaşılamayan bir nedenden dolayı karşılıklı olarak birbirini yaraladıkları saptanmıştır.
Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık suç vasfındadır.
Oluşa ve mevcut delillere göre, sanık ile mağdur arasında kamyon arkasında başlayıp kahvehanede de devam eden karşılıklı yaralama olayında ilk silahlı saldırının hangi taraftan geldiği tanıklar tarafından görülmediği gibi diğer delillerle de açığa kavuşturulamamıştır.
Karşılıklı silahlı saldırı şeklinde başlayıp gelişen bu olayda mağdur göğüs nahiyesinden yaralanmışsa da, olay içinde aynı anda saldırı ve savunma durumunda olan sanığın bilinçli bir şekilde hayati bölgeleri hedef seçip, bıçağını o bölgeye saplaması mümkün olmadığından, mağdurdaki yara yerine bakılarak sanığın kastını tayin ve suçu vasıflandırmak ve ilk saldırıyı başlatan belli olmadığı halde tahrik hükümlerini uygulamamak yasaya aykırı olduğundan Özel Daire kararı yerinde olup uyulmak gerekirken olaya uygun düşmeyen gerekçelerle direnilmesinde isabet görülmemiştir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan üyeler tanık beyanları arasındaki çelişkiler giderildikten sonra karar verilmesi gerektiğini belirterek hükmün bozulması yönünde oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle C. Başsavcılığının istemine aykırı olarak Yerel Mahkeme direnme kararının BOZULMASINA, 7.11.1988 gününde oybirliği ile bozma sebebinde oyçokluğu ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2015/347
K. 2015/3967
T. 17.6.2015
DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık …’ın kasten yaralama, sanık …’ın zincirleme şekilde silahla tehdit, kasten öldürmeye teşebbüs, sanık …’ın kasten öldürmeye teşebbüs suçlarının sübutu kabul oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suçların niteliği tayin, bozma sebebi saklı kalmak kaydıyla tahrike ve takdire ilişen cezalan azaltıcı sebeplerin nitelik ve derecesi takdir kılınmış savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bozma nedenleri dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanıklar müdafiilerinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddiyle;
A)-Sanık … hakkında zincirleme şekilde silahla tehdit suçundan kurulan hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi ONANMASINA,
B)-Sanıklar … ve .. hakkında kasten öldürmeye teşebbüs, sanık … hakkında kasten yaralama suçlarından kurulan hükümlerin incelenmesinde;
1-İki grup arasında çıkan tartışmanın bıçaklı kavgaya dönüştüğü, karşılıklı
2- Kabule göre de; sanıklar … ve … hakkında TCK’nun 62. maddesi uygulandığı sırada 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezaları yerine 7 yıl 13 ay 15 gün şeklinde eksik cezalara hükmedilmesi,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş olup, sanıklar … ve … müdafii ile sanık …’ın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmekle, hükümlerin tebliğnamedeki düşünce gibi BOZULMASINA, 17/06/2015 günü oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2014/163
K. 2015/550
T. 10.2.2015
DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık R.’in mağdur M. A.’yi kasten yaralama suçuyla sanık M. A.’nin mağdur R.’e yönelik suçunun sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde sanık R.’in kasten yaralama suçunun niteliği tayin, takdire ve bozma nedeni saklı kalmak kaydıyla tahrike ilişen cezayı azaltıcı sebeplerin derecesi ve niteliği takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bozma nedenleri dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık M. A. ve sanık R. müdafiilerinin diğer temyiz itirazlarının reddine, Ancak,
Oluşa ve dosya kapsamına göre; olay günü alkollü olan sanıkların tartışmaya başladıkları, kimin başlattığı tespit edilemeyen kavga sırasında, sanık M. A.’nin mağdur R.’in karın bölgesine bıçakla bir kez vurduğu, sanık R.’in ise M. A.’nin koluna bıçakla vurarak birbirlerini karşılıklı olarak yaraladıkları, sanık M. A.’nin ciddi bir engel hal olmaksızın eylemini kendiliğinden sonlandırarak olay yerinden ayrıldığı olayda;
a-) Sanık M. A.’nin, mağdur R.’e yönelik eyleminin kasten yaralama suçunu oluşturduğu anlaşıldığı halde, 5237 Sayılı T.C.K.nun 61. maddesi uyarınca meydana gelen zararın ağırlığına göre, temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılmak suretiyle belirlenerek kasten yaralama suçundan hüküm kurulması yerine, suç niteliğinde yanılgıya düşülerek, yazılı şekilde kasten öldürmeye teşebbüs suçundan hüküm kurulması;
b-) İlk haksız hareketin hangi taraftan kaynaklandığı belli olmayacak şekilde ve karşılıklı olarak bıçak kullanmak suretiyle meydana gelen olayda; haksız tahrik hükümlerini düzenleyen ve cezanın 1/4 ile 3/4’ü arasında indirim öngören 5237 Sayılı T.C.K.nun 29. maddesinin uygulanması sırasında, makul bir indirim yerine yazılı şekilde asgari oranda indirim yapılması suretiyle sanıklar hakkında fazla ceza tayini;
c-) Sanıklar hakkında hapis cezasının kanuni sonucu olarak “belirli haklardan yoksun bırakılma” hükmünün uygulanması sırasında, T.C.K.nın 53/1-c maddesi uyarınca, “velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan” yoksunluğun, sanığın sadece kendi alt soyu bakımından koşullu salıverme tarihine kadar süreceğine, ait soyu olmayanlar yönünden ise cezanın infazına kadar devam edeceğine karar verilmesi gerekirken; yazılı şekilde, alt soy ayrımı yapmadan belirtilen hakları kullanmaktan koşullu salıverme tarihine kadar yoksun bırakılmasına karar verilmesi;
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş olup, sanıklar müdafilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükümlerin tebliğnamedeki düşünce gibi (BOZULMASINA), 10.2.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY Ceza Genel Kurulu
ESAS: 2013/443
KARAR: 2015/40
Kasten yaralama suçundan sanık B.. D..’ın 5237 sayılı TCK’nun 86/1, 86/3-e, 87/1-d, 29, 62, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca 3 yıl 9 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, müsadereye ve mahsuba ilişkin, Osmaniye 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 29.12.2009 gün ve 8-266 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 26.03.2013 gün ve 4417-2493 sayı ile;
“a) Oluşa ve dosya kapsamına göre; sanık B..’ın, bıçakla mağduru batına nafiz olacak şekilde bir kez vurarak kolon, ince bağırsak ve diafragma yaralanmasına ve yaşamsal tehlike geçirmesine neden olacak şekilde yaraladığı, mağdurun yere düşmesi üzerine ise sonuç aldığını düşünerek oradan ayrıldığı olayda; hedef alınan vücut bölgesi, suçta kullanılan aletin özelliği, meydana gelen yaranın niteliği birlikte dikkate alındığında, sanığın kastının öldürmeye yönelik olduğu, bu nedenle kasten öldürmeye teşebbüs suçundan cezalandırılması gerektiği düşünülmeden, yazılı şekilde eylemin yaralama olarak nitelendirilmesi,
b) Sanığın, 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesinin 1. fıkrasının a, b, c, d, e bentlerinde belirtilen haklarından, mahkum olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar, kendi altsoyu üzerindeki, velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından ise 1-c bendindeki haklardan koşullu salıverilme tarihine kadar yoksun bırakılmasına, karar verilmesi gerektiği halde, velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından şartla salıverilme tarihine kadar getirilen kısıtlamanın yalnızca kendi altsoyu açısından geçerli olduğunun diğer şahıslar açısından ise hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar geçerli olacağının gözetilmemesi suretiyle yazılı şekilde uygulama yapılması” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 11.04.2013 gün ve 136481 sayı ile;
“Olay tarihinde mağdur Ş.. C..’ın kardeşi H.. C..’ın Erzin İcra Müdürlüğünce yapılacak araç haczi için taksici olarak sanık B. D.’ın kardeşi İ. D’ bulunduğu ………Kasabasına görevlilerle birlikte gittiği, İ.. D..’ın haciz memuru ve alacaklıyı dükkana getiren H.. C..’a ‘sen mi getirdin bunları lan’ demesi üzerine çıkan tartışmanın kavgaya dönüştüğü, bu olay nedeniyle aynı gün tarafların ………..Emniyet Müdürlüğüne götürüldükleri, emniyette ifadelerinin tespit edildiği, tarafların yakınlarının emniyet müdürlüğü civarında toplandığı, görevlilerce uzaklaştırıldığı, sanık B.. D..’ın emniyet müdürlüğünden ayrılan mağdur Ş.. C..’ın yanında gelerek, bıçakla mağduru batına nafiz olacak şekilde bir kez vurarak kolon, ince bağırsak ve diafragma yaralanmasına ve yaşamsal tehlike geçirmesine neden olacak şekilde yaraladığı, eylemine devam etme imkanı varken, devam etmeyerek mağduru yaralı vaziyette bırakıp, ayrıldığı olaydaki sorun; sanığın üzerine atılı suç vasfının, TCK’nun 81 ve 35. maddeleri kapsamında kasten insan öldürmeye teşebbüs mü, yoksa aynı yasanın 86 ve 87. maddeleri kapsamında kasten yaralama mı, olduğu konularına ilişkindir…Suç niteliğinin belirlenebilmesi, sanığın kastının saptanması ile mümkündür. Esasen failin iç dünyasını ilgilendiren kastının belirlenmesinde, failin dışa yansıyan, olay öncesi, olay sırası ve sonrasındaki davranışları ölçü olarak alınmalıdır. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere, kasten öldürmeye kalkışma ve yaralama suçlarını birbirinden ayıran başlıca ölçüler; fail ile mağdur arasındaki husumetin nedeni ve derecesi, failin cürümde kullandığı saldırı aletinin niteliği, atış veya darbe sayısı ile mesafesi, mağdurun vücudunda meydana getirilen yaraların yerleri, nitelik ve nicelikleri, hedef seçme olanağının olup olmadığı, olayın akışı ve nedeni, failin işlemeyi kastettiği cürmün meydana gelmesine iradesi dışında engel bir nedenin olup olmadığıdır. Tüm bu olgular olaysal olarak değerlendirilip sanığın kastı belirlenmelidir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Erzin İcra Müdürlüğünce yapılacak araç haczi için görevlileri getiren mağdurun kardeşi ile sanığın kardeşi arasında çıkan tartışma ve kavga üzerine, tarafların emniyet müdürlüğüne götürüldükleri, emniyette ifadelerinin tespit edildikten sonra, sanık B..’ın emniyet müdürlüğünden ayrılan ve aralarında herhangi bir husumet ve öldürmeyi gerektirecek bir sebep olmamasına rağmen, ani gelişen kastla mağdur Şahabettin’in batına nafiz olacak şekilde bir kez vurarak kolon, ince bağırsak ve diafragma yaralanmasına ve yaşamsal tehlike geçirmesine neden olacak şekilde yaraladığı, olayın ani gelişen olay olması, taraflar arasında öldürmeyi gerektirir husumetin bulunmadığı, ciddi bir engel hal bulunmamasına rağmen mağdura daha fazla vurma imkanı bulunan sanığın sadece bir darbe ile yetindiği, mağdurun özellikle hayati bölgelerini hedef aldığını gösterir, yeterli ve kesin delil bulunmadığı hususları dikkate alındığında, sanığın ortaya çıkan kastının öldürmeye yönelik olmadığı, nitelikli yaralama suçu olduğu anlaşılmaktadır…
Mağdurdaki yara durumları ve olayın ani olarak gelişmesi, bıçağın bir kez vurduktan sonra engel durum olmadığı halde eylemine kendiliğinden son vermesi hususları dikkate alındığında, sanığın kastının yaralama olduğu, TCK’nun 86 ve 87. maddeleri ile cezalandırılması yerinde olup, öldürmeye teşebbüs suçundan 81 ve 35. maddeleri gereğince karar verilmesi gerektiği yönündeki bozma ilamı yasaya aykırıdır” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün TCK’nun 53. maddesi yönünden düzeltilerek onanmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Dairesince 27.05.2013 gün ve 2050-3962 sayı ile; itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçe ile karara bağlanmıştır.
CEZA GENEL KURULU KARARI
Temyizin kapsamına göre inceleme sanık B.. D..’ın mağdur Ş.. C..’a yönelik eylemi ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu mu yoksa kasten öldürme suçuna teşebbüsü mü oluşturacağının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Osmaniye Devlet Hastanesince mağdur hakkında düzenlenen raporda; “kesici-delici alet yaralanması nedeniyle getirilen şahsın muayenesinde, sol 10. inter kostal aralıkta midklavikuler hatta batına nafiz 3 cm’lik kesi olduğu, hastanın genel anestezi altında ameliyata alındığı, batın içerisinde 1500-2000 cc kan boşaltıldığı, transvers kolanda 2 adet kesi mevcut olup primer sütürle onarıldığı, jejenum veya ileum nezeksiyonu segmenter, diafrağma laserasyonuna primer sütürle onarıldığı”, Osmaniye Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen raporda ise; “iç organ yaralanmasına (kolon, ince bağırsak ve diafrağma) ve iç kanamaya neden olan batına nafiz kesici-delici alet yaralanmasının kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olduğu” tespitlerine yer verildiği, Ekspertiz raporunda; olay yerinde ele geçen bıçağın tek taraflı, uçu sivri ve plastik saplı bıçak olduğu, 6136 sayılı Kanun kapsamına girmediği, bıçak üzerinde herhangi bir kan izine rastlanılmadığının belirtildiği,
Anlaşılmaktadır.
Mağdur Ş.. C..; olay günü ağabeyinin bir kavgaya karışması nedeniyle Erzin Emniyet Müdürlüğüne geldiğini, emniyet müdürlüğünün önünde kavgaya karışan iki tarafın akrabalarının beklediğini, kendisinin de bir süre karakol önünde beklediğini, daha sonra işyerine gitmek üzere aracıyla ayrıldığını, yanında başka kimsenin olmadığını, köprüyü geçtikten sonra Kırıkhan Lokantası önünde sanık B..’a ait arabanın durduğunu, içerisinde H.. A..’in olduğunu, sanık B.. ve ağabeyi İ..’in araca bindiklerini gördüğünü, bu sırada İ..’in kendisine dur işareti yaptığını, sanık ve ağabeyi ile konuşmak için aracını durdurduğunu, araçtan iner inmez sanığın gazeteye sarılı vaziyette bulunan bıçakla kendisine saldırarak sol göğsünden bir kez vurduğunu, bıçak darbesini aldıktan sonra yaralanıp yere düştüğünü, olay sırasında kesinlikle kendisinde bıçak olmadığını, sanıkla aralarında herhangi bir husumetin bulunmadığını, sanıktan şikayetçi olmadığını ifade etmiş, Tanık M.. K..; Erzin Emniyet Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yaptığını, olay günü izinli olması nedeniyle sivil ve yaya şekilde çarşı merkezinden emniyet müdürlüğüne doğru yürüdüğü sırada lokantayı geçince sanık B.. ve ağabeyi İ.. ile mağdur Şahabettin’in kavga ettiklerini gördüğünü, kavgaya karışan diğer şahısları tanımadığını, iki araçtan inen şahısların birbiriyle kavga ettiklerini, daha sonra çevrede bulunan kalabalıktan da kavgaya katılanlar olduğunu, tarafların ellerinde birşey görmediğini, ancak sanık ile mağdurun kavga ettiğini ve bir süre sonra mağdurun yerde yattığını net bir şekilde gördüğünü, kalabalığa dağılmasını söylediğini, dağılmayınca silahıyla havaya ateş ettiğini, atış sonrası kalabalığın dağıldığını, mağdurun yattığı yerden 7-8 metre uzaklıkta bir bıçak gördüğünü, bıçağı muhafaza altına aldığını, olay yerinde başka suç aletine rastlamadığını belirtmiş, Tanık İ.. Ş..; Erzin İlçe Jandarma Komutanlığında uzman çavuş olarak görev yaptığını, istirahatli olması nedeniyle çarşı merkezinde bulunduğu sırada İsalı Köprüsü yakınlarında aynı gün başka bir kavgaya karışan İ.. D.. ve sanık B.’ın emniyet müdürlüğünden çıkarak köprü üzerinde yürüdükleri gördüğünü, bir süre sonra tanık H.. A..’in aracıyla gelerek onların yanında durduğunu, İ.. ve sanık B..’ın araca bindikleri, o sırada kırmızı renkli bir aracın gelip tanık H..’ın aracının yanında durduğunu, kırmızı renkli araçtan üç dört kişi inince tanık H..’ın aracındaki İ.. ve sanık B..’ın da araçtan indiklerini, iki grubun bir anda birbirlerine girdiğini, bilahare etraftan eli sopalı şahısların kavgaya dahil olduğunu, kavga sırasında kimsede bıçak görmediğini, olay yerinde bulunan bir polisin havaya ateş ettiğini, atış sonrası kalabalığın dağıldığını, yerde yaralı bir şahsın yattığını gördüğünü, bu şahsın nasıl yaralandığını görmediğini beyan etmiş, Tanık H.. A..; olay günü öğleden sonra aracıyla köyüne giderken Kırıkhan Lokantasını geçtikten hemen sonra işyeri komşuları olan sanık B..ve ağabeyi İ..’i gördüğünü, onları dükkanlarına bırakmak için araca aldığını, aracını hareket ettirdiği sırada kırmızı renkli bir aracın yanlarında durduğunu, bu araçtan üç dört kişinin inip içinde bulundukları araca doğru yöneldiklerini, bu şahısları görünce sanık B..’ın da araçtan indiğini, bu sırada İ..’in “kavga çıkacak” dediğini İ..’in ardından kendisinin araçtan indiği sırada kavganın başladığını, çevreden gelenlerin de kavgaya karıştığını, kendisini korumak için bir kırtasiye dükkanına sığınmak zorunda kaldığını, darp edilmekten kaçarak kurtulduğunu, mağdurun nasıl yaralandığını görmediğini, aracında bıçak bulundurmadığını, kavgada kimin kime vurduğunu göremediğini açıklamış, Tanık Ö.. Y..; olay günü emniyet müdürlüğünden İsalı Köprüsüne doğru gittiği sırada önünde sanık B. ile ağabeyi İ…in yürüdüğünü gördüğünü, aralarında yaklaşık yirmi metre mesafe bulunduğunu, köprüyü geçince sanık B. ve İ..’in yanlarında tanık H’ın aracıyla durduğunu, bu sırada mağdur Ş..’in kırmızı renkli bir araçla gelip onların yanında durduğunu, kırmızı renkli aracın içinde birkaç kişi daha olduğunu, bu şahısların araçtan inerek sanık B… ve İ..’in üzerine saldırdıklarını, yakında bulunan kahvehaneden de kavgaya katılanlar olduğunu, kavgaya yaklaşık otuz kişinin dahil olduğunu, kavgaya kimlerin katıldığını ve bıçaklanma anını seçemediğini, polis memuru havaya ateş edince kavganın ayrıldığını ve mağdurun yaralı vaziyette yerde yattığını gördüğünü anlatmış, Sanık B.. D..; olay tarihinde kendisinin işlettiği kasap dükkanında iken kendisi gibi kasap olan ağabeyi İ..’in taksicilik yapan C.. kardeşlerle kavga ettiğini duyduğunu, hemen ağabeyinin işlettiği kasap dükkanına gittiğini dükkana vardığında ağabeyleri İ.. ve M..’ın yaralı olduğunu gördüğünü, polis memurlarının kavgaya karışanları emniyete götürdüğünü, onların arkasından emniyete gittiğini, karakolun önünde beklemeye başladığını, bu sırada C.. ailesine mensup kişilerin de karakol önünde toplanmaya başladığını, emniyet müdürünün kalabalığı karakolun önünden ayrılması için ikna ettiğini, bir süre sonra ağabeyi İ..’in ifade işlemlerinin tamamlandığı için polis memurlarının kendisini ağabeyi İ..’in yanına götürdüklerini, karakola girerken polis memurlarınca üzerinin arandığını ve herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığını, karakola girdiğinde ağabeyi İ..’i ifadesini imzalarken gördüğünü, imza işlemi tamamlandıktan sonra birlikte dışarı çıktıklarını, yaya olarak karakolun önündeki köprü başına geldiklerinde işyeri komşuları olan tanık H..’ın aracıyla yanlarında durduğunu, tanık H..’ın kendilerini kasap dükkanına bırakabileceğini söylemesi üzerine araca bindiklerini, tanık H.. aracını hareket ettirmek üzereyken C..ailesinden mağdur Şahabettin’in kullandığı bir araçla önlerini kestiğini, araçtan dört kişinin indiğini, bu şahısların kendilerine “siz öldünüz, buraları terk edin, buralarda size ekmek yok” diyerek saldırdıklarını, karşı taraf ile kavgaya tutuştuklarını, mağdurun elinde bıçak diğer şahısların ellerinde ise sopa olduğunu, kaçmaya çalıştığını ancak kaçamadığını, önce ağabeyi İ..’in sopa darbesiyle yere düştüğünü, kavgaya yaklaşık otuz kişinin karıştığını, daha sonra silah sesi geldiğini, suçlamayı kabul etmediğini, olay sırasında kendisine saldıran kişilerle kavga ettiğini ancak elinde bıçak olmadığını ve mağduru bıçaklamadığını, suçlamayı kabul etmediğini savunmuştur. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “Suça teşebbüs” başlıklı 35. maddesinde; “Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur” hükmü yer almaktadır. Buna göre suça teşebbüs, işlenmesi kast olunan bir suçun icrasına elverişli araçlarla başlanmasından sonra, elde olmayan nedenlerle suçun tamamlanamamasıdır. Maddenin açık hükmüne göre, icra hareketlerinin yarıda kalması ya da sonucun meydana gelmemesi failin iradesi dışındaki engel nedenlerden ileri gelmelidir. Öte yandan, suça teşebbüsle ilgili değerlendirme yapılabilmesi, failin hangi suçu işlemeyi kastettiğinin belirlenmesini gerektirir ki buna sübjektif unsur denir. Failin gerçekleştirdiği davranış ile bir suçu işlemeye teşebbüs edip etmediğini, eğer etmişse hangi suça teşebbüs ettiğini belirleyebilmek için öncelikle kastın varlığının belirlenmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, tıpkı tamamlanmış suçta olduğu gibi, teşebbüs aşamasında kalan suçta da, işlenmek istenen suç tipindeki bütün unsurlar failce bilinmelidir. (İçel Suç Teorisi, Kayıhan İçel, Füsun Sokullu-Akıncı, İzzet Özgenç, Adem Sözüer, Fatih S. Mahmutoğlu, Yener Ünver 2. Kitap, 2. Baskı, İstanbul 2000, s.315.) Bu husus, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 04.06.1990 gün ve 101-156 sayılı kararında; “Teşebbüste aranan kast, icrasına başlanmış cürmü teşebbüs aşamasında bırakma kastı olmayıp, söz konusu suçu tamamlamaya yönelmiş kasttır” şeklinde açıklanmıştır. Kasten yaralama suçu ile kasten öldürme suçuna teşebbüs arasındaki ayırıcı kriter manevi unsurun farklılığına dayandığından, çözülmesi gereken konu sanığın kastının öldürmeye mi, yoksa yaralamaya mı yönelik olduğunun belirlenmesine ilişkindir. 5237 sayılı TCK’nun 21/1. maddesine göre, suçun kanuni tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olan ve failin iç dünyasını ilgilendiren kast, dış dünyaya yansıyan davranışlara bakılarak, daha açık bir ifadeyle, failin olay öncesi, olay sırası ve olay sonrası davranışları ölçü alınarak belirlenmelidir. İlkeleri, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.07.2003 gün ve 196-212, 30.09.2003 gün ve 226-229, 08.07.2008 gün ve 88-184 ile 31.03.2009 gün ve 248-82 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında da açıklandığı üzere, bir eylemin kasten öldürmeye teşebbüs mü, yoksa kasten yaralama mı sayılacağının belirlenmesi sırasında; fail ile mağdur arasındaki husumetin nedeni ve derecesi, failin suçta kullandığı saldırı aletinin niteliği, darbe sayısı ve şiddeti, mağdurun vücudunda meydana getirilen yaraların yerleri, nitelik ve nicelikleri, hedef seçme imkânının olup olmadığı, failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir nedenden dolayı mı son verdiği gibi ölçütler esas alınmaktadır.
Kastın belirlenmesi açısından her bir olayda kullanılması gereken kıstaslar farklılık gösterebileceğinden, tüm bu olguların olaysal olarak ele alınması gerekmektedir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Mağdurun taksicilik yapan ağabeyinin icra müdürlüğünce yapılacak haciz işlemi için icra heyetini sanık B.. D..’ın ağabeyi İ.. D..’ın işlettiği Duranoğlu kasabına götürdüğü, İ..in haciz memuru ve alacaklıyı dükkanına getiren Hidayet’e “sen mi getirdin bunları lan” demesi üzerine çıkan tartışmanın kavgaya dönüştüğü, kavga sonrasında H.., İ.. ve M.. D..’ın yaralandıkları, bu olay nedeniyle aynı gün tarafların Erzin Emniyet Müdürlüğüne götürüldükleri, emniyet müdürlüğünde ifade alma işlemlerinin devam ettiği sırada tarafların yakınlarının emniyet müdürlüğü etrafında toplandığı, iki grup arasında karşılıklı söz atma ve tehdit eylemlerinin yaşandığı, görevlilerin ikazları sonucunda tarafların emniyet müdürlüğü etrafından ayrılmakla birlikte çevrede bulunan kahvehanelerde beklemeye başladığı, soruşturma işlemlerinin tamamlanmasının ardından ilk olaya karışan şüphelilerden İ..’in emniyetten ayrılmasına müsade edildiği, sanık B.. ile ağabeyi İ..’in birlikte yaya olarak emniyet müdürlüğünden çıktıkları, bir süre yürüdükten sonra İsalı Köprüsü yakınlarında tanık H.. ile karşılaştıkları, tanık H..’ın aracıyla onları dükkana bırakmayı teklif ettiği, tanık H..’ın teklifi üzerine araca bindikleri, tanık H.’ın aracıyla manevra yaptığı sırada mağdurun yanında açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen şahıslarla birlikte tanık H..’ın kullandığı aracın yanında durduğu, her iki araçta bulunan şahısların araçlardan indikleri, taraflar arasında başlayan tartışmanın kavgaya dönüştüğü, tarafların karşılıklı olarak birbirlerine saldırdıkları, kavgayı gören ve olay yerinin yakınında bir kahvede bulunan yakınlarının da kavgaya dahil olmasıyla kavganın büyüdüğü, tanık polis memuru M….’in kavgayı ayırmak için müdahale edip silahıyla havaya ateş etmesi sonucu tarafların ayrıldığı, kavga sırasında sanığın bıçakla mağdura batına nafiz olacak şekilde bir kez vurarak kolon, ince bağırsak ve diafragma yaralanmasına ve yaşamsal tehlike geçirmesine neden olacak şekilde yaraladığı anlaşılan olayda; Sanığın ifade işlemleri tamamlanan ağabeyini almak için emniyete gelip, ağabeyi ile birlikte yaya olarak emniyetten ayrıldıktan kısa bir süre sonra yolda karşılaştıkları tanık H…. aracına bindikleri sırada mağdurun aracıyla yanında arkadaşları olduğu halde olay yerine gelmesi üzerine aniden kavganın başlaması, sanığın ani gelişen hareketli kavga ortamında mağdurun hayati bölgesine bilerek ve isteyerek vurduğuna ilişkin kesin bir belirlemenin yapılamayışı, mağdurda tek bıçak darbesinin bulunması, yaklaşık otuz kişinin karıştığı karşılıklı kavgada sanığın mağdura vurduğu ilk darbe sonrasında öldürmeye yönelik sonucu elde ettiğini belirlemesinin mümkün olmayışı, oluşan yaralanma sonrasında sanığın eylemini devam ettirmek istediğini gösterir veya olay sırasında engel bir hal oluştuğuna ilişkin kesin delillere ulaşılamaması hususları birlikte değerlendirildiğinde sanığın eyleminin kasten yaralama olarak kabulü gerekmektedir. Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına karar verilmelidir. Öte yandan, yerel mahkeme tarafından 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, aynı maddenin birinci fıkrasının (c) bendinde belirtilen velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından şartlı salıverilme tarihine kadar yoksun bırakılmanın sadece kendi alt soyu ile sınırlı olduğunun gözetilmemesi usul ve kanuna aykırıdır. Ancak, bu aykırılık yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesi uyarınca yerel mahkeme hükmünün düzeltilmek suretiyle onanması mümkündür.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyeleri M. Ü. ve D. K.; “Sanık B.. D.. hakkında, mağdur Ş.. C..’ı kasten öldürmeye teşebbüs etmek suçundan Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığınca açılan kamu davasının yargılaması neticesinde, sanığın mağduru kasten yaralama suçundan cezalandırılmasına ilişkin Osmaniye 1. Ağır Ceza Mahkemesince kurulan hükmün sanık ve müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosya Yargıtay 1. Ceza Dairesince temyizen incelenmiş olup, suçun sübutunun sabit olduğuna ilişkin , gerek yerel Mahkeme, gerek Yargıtay 1. Ceza Dairesi ve gerekse Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında hem fikirlik oluşmasına karşın, suç vasfına ilişkin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile daire arasında uyuşmazlık bulunmaktadır. Daire, ‘…mağdura bıçakla batına nafiz olacak biçimde kolon, ince bağırsak, diyafram yaralanması oluşturduğu,,, mağdurun yere düşmesi üzerine sonuç aldığını düşünerek olay yerinden ayrıldığı, hedef alınan bölge, aletin özelliği, yaranın niteliği nedeniyle eylemin öldürmeye teşebbüs’ olarak vasıflandırılması gerektiğini belirtmiş iken; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise, yaranın tekliği, olayın ani olarak gelişmesi, bıçağı bir kez vurup eylemine devam etmemesi gerekçesi ile eylemin ‘yaralama’ olarak kabulü gerektiğini itirazen belirtmiştir.
Ancak;
Mağdurun yarasının tek olmasına karşın, meydana getirdiği hasarı incelememiz gerekir ise; her biri hayati öneme haiz üç ayrı organ olan diyafram, jejenum (ince bağırsak) ve kolonun yaralanmasına yol açmıştır. Bu organların vücut bütünlüğünde bulunduğu yerler göz önünde tutulduğunda, aralarındaki mesafeler itibarıyle, zayıf yapıdaki bir kişide dahi en az 10-15 cm’lik bir alanı oluşturmaktadır. Yani yaranın tek olmasına, bedenin dış görünümü itibarıyle doktor raporunda da belirtildiği gibi 3 cm’lik bir kesi olduğu sabit olsa dahi yaranın trajesi itibarıyle, vücut içerisinde yukarıdan aşağıya doğru kullanılan bıçağın bu kadar bir mesafeyi yani 10-15 cm’lik bir alanı vücut bütünlüğü içinde yaralamıştır. Bu husus göz önünde tutulduğunda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz nedenlerinden biri olarak gösterilen yaranın tekliğine karşın, vücut içerisinde oluşturduğu üç ayrı organ üzerindeki harabiyet itibarıyle müstakilen dahi öldürücü vahamette olan yaralardır. Olayın ani gelişen bir olay olarak değerlendirilmesi de söz konusu değildir. Zira, gerek mağdurun ağabeyi, gerekse sanığın ağabeyi arasında olay günü sabah saatlerinde bir kavga meydana gelmiş, sanıkların ağabeyi M..’ın vücudunda kırık oluşturacak şekilde, mağdurun ağabeyi tarafından darp edilmiştir. Sabah meydana gelen ilk olayın hitamında taraflar karakola götürülüp, ifadelerinin tesbitinden sonra karakol çıkışı mağdur Ş.. C..’ın, sanık B.. D.. tarafından yaralanması ile gelişen ikinci bir kavga olayı yeniden meydana gelmiştir. Yani, taraflar arasında sabah meydana gelen olay nedeniyle bir husumet oluştuğu gibi, ani gelişen bir kavga olmadığı da sabittir. Daha doğrusu, sabahki olayın etkisi ile gelişen yeni bir kavgadır. Ancak, ani değildir.
Mağdur Ş.. ikinci kavganın henüz başlaması anında, kendi beyanına göre sanığın elinde bulunan gazeteye sarılı bıçağı kuvvetlice kullanması neticesi yaralanmıştır. Yaralanma ile birlikte aniden kavga da büyümüştür. Bu nedenle kavganın kalabalık olduğu bir ortamda mağdurun yere düşmesi üzerine sanık B… eylemini devam etme imkanı bulamamıştır. Mağdurda, aldığı darbenin ağırlığının etkisi ile yere düşünce sanık neticeyi aldığı kanaatine girmiş düşüncesinde olduğumuzdan dolayı, sayın Genel Kurulun çoğunluk görüşüne katılmamız mümkün değildir” düşünceleriyle,
Onaltı Genel Kurul Üyesi ise; “Özel Daire kararında bir isabetsizlik bulunmadığından itirazın reddine karar verilmesi gerektiği” görüşüyle karşıoy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2-Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 26.03.2013 gün ve 4417-2493 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Osmaniye 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 29.12.2009 gün ve 8-266 sayılı kararının, sanık B.. D.. yönünden 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, aynı maddenin birinci fıkrasının (c) bendinde belirtilen velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından şartlı salıverilme tarihine kadar yoksun bırakılmanın sadece kendi alt soyu ile sınırlı olduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
Ancak, yeniden yargılama gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesindeki yetkiye istinaden karar verilmesi mümkün bulunduğundan, hüküm fıkrasından 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölümlerin çıkarılarak, yerine “sanığın 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesinin 1. fıkrasının a, b, c, d, e bentlerinde sayılan hakları kullanmaktan mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar, aynı maddenin 3. fıkrası uyarınca kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından koşullu salıverilme tarihine kadar yoksun bırakılmasına” ibaresinin eklenmesi suretiyle, diğer yönleri usul ve kanuna uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 24.02.2015 ve 03.03.2015 tarihlerinde yapılan müzakerelerde yeterli çoğunluk sağlanamadığından, 10.03.2015 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
Esas : 2013/484
Karar : 2014/162
Tarih : 01.04.2014
5237 sayılı TCK’nun “Kast” başlıklı 21. maddesi;
“1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır” şeklinde düzenlenerek, maddenin 1. fıkrasının ikinci cümlesinde doğrudan kast tanımlanmış, 2. fıkrasında ise; öğreti ve uygulamada “dolaylı kast”, “belirli olmayan kast”, “gayrimuayyen kast”, “olursa olsun kastı” olarak adlandırılan olası kast tanımına yer verilmiştir. Buna göre, doğrudan kast, öngörülen ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup, kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi halinde doğrudan kast ile hareket etmiş olacak, buna karşın, fiilin muhtemel bazı neticeleri gerçekleştirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi durumunda ise olası kast söz konusu olacaktır.
Olası kast ile doğrudan kast arasındaki ayırıcı ölçüdeki en belirgin unsur, doğrudan kasttaki bilme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa ve bunu istiyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bazı sonuçları da doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da, doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir.
Olası kastı doğrudan kasttan ayıran diğer ölçüt ise suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp, muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda, muhakkak değil ama büyük bir ihtimalle gerçekleşecek olan neticenin meydana gelmesini kabullenmekte, olursa olsun düşüncesi ile göze almakta; sonucun gerçekleşmemesi için çaba göstermemektedir. Olası kastta fiilin kanunda tanımlanan neticenin gerçekleşmesine neden olunacağı muhtemel görülmesine karşın, bu neticenin gerçekleşmesi fail tarafından kabullenilmektedir.
Kural olarak suç; ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hallerde ise taksirle de işlenebilecektir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. 5237 sayılı TCK’nun 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır.
Öğretide de benimsendiği üzere, Ceza Genel Kurulunun birçok kararında taksirin unsurları;
- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
Hareketin iradi olması,
Sonucun istenmemesi,
Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması, Şeklinde kabul edilmektedir.
Taksirli suçlarda da, gerek icrai hareketin, gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir. Sonucun gerçekleşmesinde, mağdurun taksirli davranışının etkisinin bulunması halinde taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin taksirli sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. 5237 sayılı TCK’nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hal ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir. 5237 sayılı TCK’nda taksir; basit taksir ve bilinçli taksir şeklinde ayrıma tâbi tutulmuş, kanunun 22. maddesinin 3. fıkrasında bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış, bu halde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.
Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörememesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır. Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hali, bunu öngörememiş olan kimsenin tehlikelilik hali ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun, bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür. 5237 sayılı TCK’nun 21. maddesinin 2. fıkrasında; “öngörmesine rağmen, fiili işlemesi” şeklinde tanımlanarak, başkaca ayırıcı bir unsuruna yer verilmeyen olası kast ile aynı kanunun 22. maddesinin 3. fıkrasında; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır” biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da, madde metninde yer vermediği “kabullenme” ölçüsünü, madde gerekçesinde; “Olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir” şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.
Kast, olası kast, taksir ve bilinçli taksir arasındaki ilişkiyi kısaca özetlemek gerekirse; gerçekleşmesi muhakkak görünen neticenin failce bilinmesi ve istenmesi halinde doğrudan kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istenmemesine rağmen objektif özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilmek suretiyle neticenin meydana gelmesinin engellenemediği ahvalde bilinçli taksir, öngörülebilir neticenin objektif özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilmiş olması nedeniyle öngörülemediği hallerde ise basit taksir söz konusu olacaktır.