GÖREVİ İHMAL VE GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇLARI
4 Aralık 2015TEHDİT SUÇU – TCK Md 106
5 Aralık 20155237 S.lı Türk Ceza Kanunu MADDE 267
İftira
(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Fiilin maddî eser ve delillerini uydurarak iftirada bulunulması halinde, ceza yarı oranında artırılır. (3) Yüklenen fiili işlemediğinden dolayı hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş mağdurun aleyhine olarak bu fiil nedeniyle gözaltına alma ve tutuklama dışında başka bir koruma tedbiri uygulanmışsa, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. (4) Yüklenen fiili işlemediğinden dolayı hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olan mağdurun bu fiil nedeniyle gözaltına alınması veya tutuklanması halinde; iftira eden, ayrıca kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçuna ilişkin hükümlere göre dolaylı fail olarak sorumlu tutulur. (5) Mağdurun ağırlaştırılmış müebbet hapis veya müebbet hapis cezasına mahkûmiyeti halinde, yirmi yıldan otuz yıla kadar hapis cezasına; süreli hapis cezasına mahkûmiyeti halinde, mahkûm olunan cezanın üçte ikisi kadar hapis cezasına hükmolunur. (Ağır Ceza Mahkemesi) (6) Mağdurun mahkûm olduğu hapis cezasının infazına başlanmış ise, beşinci fıkraya göre verilecek ceza yarısı kadar artırılır. (7) İftira sonucunda mağdur hakkında hapis cezası dışında adlî veya idari bir yaptırım uygulanmışsa; iftira eden kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (8) İftira suçundan dolayı dava zamanaşımı, mağdurun fiili işlemediğinin sabit olduğu tarihten başlar. (9) Basın ve yayın yoluyla işlenen iftira suçundan dolayı verilen mahkûmiyet kararı, aynı veya eşdeğerde basın ve yayın organıyla ilan olunur. İlan masrafı, hükümlüden tahsil edilir. |
İftira Suçunda Hazırlık Tahkikatında Etkin Pişmanlık Gösterilmesi
1-)İftira suçundan dolayı hazırlık tahkikatında etkin pişmanlık gösterip doğru açıklamada bulunulması hailinde, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 269/2.maddesinin uygulanması gerekir
2-)Sanığın yapılan soruşturma sırasında, kovuşturmaya başlamadan kimliği hakkında doğru açıklamada bulunarak iftiradan döndüğünün anlaşılması karşısında; etkin pişmanlık hükmünü düzenleyen 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 269/2. maddesi gereğince cezasından indirim yapılması gerekir,(6.CD 20.10.2008 tarihli Esas No:2007/16297 Karar No:2008/17216 künyeli kararı)
İftira Suça Hakkında Umumi Malumat
1-)Aşağıda iftira suçu hakkında umumi malumat verilmiştir.
2-)İftira suçu, ana bir suçtur. Yani mükerrep suç değildir.
3-) İftira suç, yüz kızartıcı bir suçtur. Yuz kızartıcı suç olmasından dolayı kanunlarda bazı hukuki sonuçlar bağlanmıştır. İftira suçundan mahkum olan kişi, Devlet memuru olamaz.
4-)İftira suçu, doğrudan kastla irtikap edilebilir. Yani iftira suçunu olması için, failde ön bir malumat gerekir.Failin, mağdurun suçsuz olduğunu bilmesi gerekir. Muhtemel yani olası kastli iftira suç irtikap edilemez.
5-)İftira suçu adliyeye karşı irtikap edilir ve resen takip edilir.
6-)İftira suçu, ancak ihbar, şikâyet ve basın ve yayın yoluyla işlenebilir. Bunun dışındakiler hakaret suçu yönünden değerlendirilmesi gerekir.
7-)İftira suçunda, zamanaşımın başlangıcı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 167/8. maddesine göre, failin suçu irtikap etmediği sabit olduğu andan itibaren başlar.
8-)İftira suçunda, ihbar, şikâyet, basının haber verme hakkı ile savunma hakkı yönünden hukuka uygun sebebi teşkil edebilir.
9-)İftira suçunda şikayet hakkının konusu, suç olduğu gibi, idari yaptırım gerektiren fiiller de olabilir.Bir memura disiplin cezası gerektirecek bir de iftira suçunun konusu olabilir. Mesela bir kamu görevlisine, görevine geç gelip erken gittiği konusunda iftira edilmesi edilebilir.
10-)İftira suçu, şekli olarak yapılabildiği gibi, suçun maddi unsurları oluşturulmak suretiyle de irtikap edilebilir. Mesela, mağdurun evine uyuşturucu madde veya tabanca koyup bilahare ihbarda bulunulabilir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 267/2 fıkrasına göre, iftira suçu, suçun maddi eser ve delilerini uydurmak suretiyle irtikap edilmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında arttırılır.
11-)Sanığın,otomobilini takas yoluyla haricen satıp devrettikten sonra, aracın resmi devir işlemleri ya da iadesini sağlamak amacıyla, aracı en son elinde bulunduran mağdur hakkında emniyeti suistimal suçlamasıyla savcılığa yakınmada bulunma eyleminin,iftira suçunu oluşturmasına karşın,yasal olmayan gerekçelerle beraat kararı verilmesi,hukuka aykırıdır4.CD19.09.2006 tarihli ve Esas No:2005/10959 Karar No:2006/14057 künyeli içtihadı)
12-)İftira suçu, şikayet hakkıyla birlikte irtikap edilebilir. Mesela bir kimse, failin kendisini darp etti konusunda şikayette bulunduktan sonra, ayrıca olay anında içinde para bulunan cüzdanının da çaldığına dair iftirada bulunsa ve yapılan tahkikat sonunda, hırsızlık suçunun iftira olduğu anlaşılması halinde, kasten müessir suçundan dava açılıp, hırsızlık suçundan ek-takipsizlik kararı verilip, iftira suçundan da dava açılması gerekir.
13-)Bir kimse haricen satıp devrettiği aracı bilahare geri almak veya resmi işlemlerini tamamlamak üzere, aracının falanca kişi tarafından çalındığı yolunda şikayette bulunması halinde iftira suçu oluşur.
14-)İftira suçu ile ilgili olarak 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu’nun 3 ve 4. maddesi gereğince tanık koruma hükümleri uygulanır.
15-)Savunma yapmak, iftira atmak demek değildir. Borç verdiği parayı ödememek için, suçu konu senedin zorla imzalatıldığını söylenmesi halinde diğer şartları varsa iftira suçu oluşur.
16-)İftira edilen fiilin, irtikap etmediği soruşturma veya yargılama safahatında sabit olup, hakkında, takipsizlik veya beraat kararı verilen kişi hakkında, tevkif etme veya gözaltına alma dışında başka bir koruma tedbiri uygulanmış ise verilen ceza yarı oranında arttırılır,
17-)5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 267/4. maddesine göre, iftiraya uğrayan kişi hakkında, hazırlık tahkikatında takipsizlik; yargılama safahatında da beraat karı verilmiş ancak, mağdur iftira suçundan dolayı tevkif edilmiş ve gözlem altına alınmış ise, müfteri hakkında, ayrıca hürriyeti tahdit suçundan dolayı ceza verilir.
18-)Sanığın borcunu ödememek için kendisi tarafından düzenlenen 05.01.2004 tarihli belgenin katılan tarafından,rızası dışında elde edildiğini iddia ederek katılanı sahtecilik,dolandırıcılık ve güveni kötüye kullanma suçlarından Cumhuriyet Savcılığı’na şikayet ettiğinin anlaşılması karşısında,iftira suçunun sübuta erdiği gözetilmeden yasal temelden yoksun gerekçelerle beraat kararı verilmesi, (4.CD25.02.2008 tarihli ve Esas No:2006/9661 Karar No:2008/1773 yYKD. 2008/5. Sayı )
19-)İftira suçunun özel bir halini düzenleyen 268.maddesindeki başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun oluşabilmesi için de kişinin, işlediği suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla, başkasına ait kimliği veya kimlik bilgilerini kullanması koşulu aranmaktadır. Başka bir anlatımla, bu maddede öngörülen suçta fail sadece kimliği hakkında yalan beyanda bulunmamakta, aynı zamanda başkasının kimliğini ya da kimlik bilgilerini kullanarak kendisini suçsuz ve bir başkasını da işlemediği bir suçun faili olarak göstermek suretiyle iftirada bulunmaktadır. Bu açıdan değerlendirildiğinde, failin kullandığı başkasına ait kimlik bilgilerinin gerçek bir kişiye ait olması gerekmektedir.
20-)İftira suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 270. maddesinde tanzim edilen suç uydurma suçundan da farklıdır. Suç uydurma suçu yani suç tasniiden, farkı, suç tasniide, belli bir kişi fail olarak hedef gösterilmemektedir.Yargıtay’ın emsal kararlarına göre, suç tasniiden belli bir kişi fail olduğu anlaşılabiliyorsa, mesela aracın plakasından, bu durumda fiil, suç tasni olarak değil, iftira suçu olarak vasıflandırmak gerekir.
Suç Uydurma Suçunda ise; Fail iftira suçunda olduğu gibi bir kimseyi suç faili olarak göstermemekte, işlenmemiş bir suçu yetkili makamlara ihbar etmekte veya işlenmemiş suçun delil veya emarelerini uydurmaktadır. Suç uydurma suçu, adaleti yanıltma tehlikesi taşıdığından bir zarar suçu olarak değil, tehlike suçu olarak hükme bağlanmıştır. Soruşturma veya kovuşturma yapılmamış ve herhangi bir zarar meydana gelmemiş olsa bile uydurma, suç sayılmıştır. (ARTUK-GÖKÇEN-YENİDÜNYA: Ceza Hukuku, s. 784; EREM: ÖH, II, s. 512., EREM: ÖH, II, s.1512.) Kanun koyucu suç uydurma hükmünü koyarken adalet mekanizmasının boş yere çalışmamasını, suçu soruşturmak ve cezalandırmakla görevli organların gereksiz yere zaman, emek, para harcamamasını amaçlamıştır98. Böylelikle, yargının yanlış kararlar vermemesi ve yetkili makamların gerçekte işlenmiş suçları soruşturmada daha verimli çalışması sağlanmak istenmiştir. Suç uydurma suçunda, bir fail de bildirilmediğinden adli makamlar hem suç hem de suçlu yönünden boş yere uğraştırılmaktadır. (ARTUK-GÖKÇEN-YENİDÜNYA: Ceza Hukuku, s. 775; MALKOÇ: Özel Hükümler, C.: II, s. 1851; TEZCAN-ERDEM-ÖNOK: Özel Ceza Hukuku, s. 820; TOROSLU: Özel Kısım, s. 320) İftira ve Suç Uydurma suçlarının faili tüzel kişi olamaz (5237 sayılı TCK md. 20/2). Ancak tüzel kişiler suçtan zarar gören olarak davaya katılabilirler. İftiraya uğrayan kimsenin belirli olması gerekir. Bu özellik iftirayı “suç uydurma”(TCK md. 271) suçundan da ayırır.(İftira ve Suç Uydurma Suçları, Akif Yıldırım)
Suç uydurma suçunun gerçekleşmesi için failin;
a) İşlenmediğini bildiği bir suçu, yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar etmesi(Örneğin rızası ile evden gittiğini bildiği reşit kızına ulaşmak için bilinmeyen kişilerce kaçırıldığı söyleyerek yetkili makamlara ihbarda bulunması) veya
b) İşlenmeyen bir suçun delil veya emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uydurması (kaza yapmış süsü vererek aracın otobana bırakılması) gerekir. (4. CD., 20.12.2000, 8619/9116)-(İftira ve Suç Uydurma Suçları, Akif Yıldırım)
4.CD., 16.12.1998, 11002/11694: “Ancak; sanıkça gönderilen ihbar yazılarında yakınanın adından söz edilmeyip, Aydın Metin ve 52 M 9088 plaka s. araçtan söz edilmesi karşısında, anılan aracın sahibi ya da şoförünün yakınıcı Mehmet Habil ile bağlantısının olup olmadığı, ne suretle yakınan hakkında soruşturma yapıldığı araştırılıp, ihbarda yakınanın hedef alındığının kanıtlanması halinde iftira, belli bir kişinin hedeflenmemesinde ise suç uydurma suçunun oluşacağı gözetilmeden, sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, eksik soruşturma ve kanuni olmayan gerekçeyle hüküm kurulması…”
- İftiradan Dolayı Verilen Kararın İnfaz Edilip Edilmediği Araştırılmalıdır, KYOK veya BERAAT kararı varsa ilgili dosya getirtilerek incelenmelidir.
- İftira suçundan yapılan tahkikat sırasında, iftiradan dolayı verilen idari yaptırımın infaz edilip edilmediği araştırılıp akibetine göre karar verilmesi gerekir
- Sanık Çerikin, ehliyetsiz ve alkollü araç kullanırken kolluk güçleri tarafından yakalanması üzerine kendisini kardeşi Cahit olarak tanıttığı, Cahit adına trafik ceza tutanağı düzenlenerek Cumhuriyet savcısı tarafından 5326 sayılı Kabahatler Kanunu gereğince de idari para cezası verildiği anlaşılmakla; Cahit adına düzenlenen idari yaptırım kararının yerine getirilip getirilmediği araştırılarak sonucuna göre sanıklar hakkında TCY.nın 267.maddesinin 1. ya da 7.fıkrasının uygulanması gerekirken eksik inceleme ile hükümlülük kararı verilmesi, hukuka aykırıdır ,4.CD Esas No:2008/18677 Karar No:2010/20603 künyeli içtihadı)
İhbar bir hak olduğundan kullanılması halinde iftira suçu oluşmaz. İftira suçunda isnat edilen fiile yönelik mağdurun açık bir şekilde belirli (muayyen), belirlenebilir ,nitelendirilebilir olması gerekir. Kapsamı ve sınırları belirli olmayan, soyut ve genel ifadelerle yapılan isnatlar veya isnat edilen eylemin birden fazla olması halinde hangi mağdura yönelik olduğunun anlaşılamadığı beyanlar, olumsuz değerlendirmeler, gerçeğe aykırı beyanlar iftira suçunu oluşturmaz.(Ünver S.68). Ayrıca ihbarla bildirilen olayın,yetkili makamları harekete geçirecek ciddiyette olması gerekir. (Bayraktar S.197) İsnadın da belirli veya açık bir şekilde belirlenebilir bir kişiye yönelik olması gerekir.İsnadın objektif olarak gerçeğe aykırı olması yani failin TCK Md 267/1 de belirtildiği gibi ” İşlemediğini bildiği halde ” masum kişiye yönelik isnatta bulunması gerekir.Bu bağlamda bildirim objektif olarak yanlış olmalı ya da isnatta bulunulan kişiye gerçeğe aykırı olarak suçsuz olduğunu bildiği halde hukuka aykırı isnatta bulunulmalıdır.(Artuk/Gökçen/Yenidünya s.971)(İftira ve Suç Uydurma Suçları, Akif Yıldırım)
Hukuk aykırılık ; İşlenen fiile hukuk düzeni tarafından cevaz verilmemesi, fiilin bütün hukuk düzeni ile çelişki ve çatışma halinde bulunması anlamına gelmektedir.
İftira Suçunda isnadın adli soruşturma ve kovuşturma başlatılmasına elverişli veya idari yaptırım uygulanmasına müsait nitelikte olması gerekir. Adli ve İdari yaptırım uygulanmasını gerektirmeyecek nitelikteki isnatlar iftira suçuna sebebiyet vermez. Adli soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını gerektirmeyen, idari yaptırım uygulanmasına da sebebiyet vermeyen bu nitelik ve içerikteki isnatlarda işlenemez suç söz konusu olur. İsnadın içeriği itibariyle adli soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını sağlayabilecek içerikte olması veya sübut bulması halinde idari yaptırım uygulanmasına sebebiyet vermesinin yeterli olduğu kanunda belirtilmiştir. Adli soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını gerektirecek hukuka aykırı fiil ise ancak suç isnadıyla mümkündür. Kanunlarda suç olarak tanımlanmayan hukuka aykırı fiiller açısından adli soruşturma ve kovuşturma başlatılması mümkün değildir. İsnadın salt idari soruşturma başlatılmasını gerektirecek nitelikte olması iftira suçunun oluşumu için yeterli değildir. Aynı zamanda isnadın sübut bulması halinde idari yaptırıma maruz bırakabilecek mahiyette de olması gerekir. Kaldı ki mevzuatta sübut bulması halinde yaptırım öngörülmeyen isnadlar ile ilgili adli veya idari soruşturma-kovuşturma başlatılması da olanaksızdır. Zira idari soruşturmalar da disiplin suçlarının tespiti amacıyla yapılmaktadır. Örneğin F şahsı bana olan borcunu ödemiyor bu şahıs hakkında işlem yapılmasını istiyorum şeklindeki isnad, adli veya idari soruşturmayı gerektirmediğinden iftira suçuna sebebiyet vermez. Çünkü isnadın hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmemiştir. Hukuka aykırılık unsuru içermeyen soyut isnatlar, koşulları mevcutsa ancak hakaret suçunu oluşturabilir. Yabancı memlekette işlendiği iddia olunarak masum kimseye isnat edilen hukuka aykırı fiil, Türkiye’de soruşturup / kovuşturulamıyorsa iftira suçu gerçekleşmez.
Suçun tamamlanması için, isnadın hukuka aykırı idari veya adli yaptırımı gerektirir nitelikte olması yanında, mağdur hakkında herhangi bir soruşturma veya kovuşturma yapılması ya da idari yaptırım uygulanması da şart değildir. Bu koşullar sağlandıktan sonra isnadın gerçeğe aykırı olup olmadığı, şüphelinin de mağdura işlemediğini bildiği halde isnatta bulunup bulunmadığı irdelenmelidir.
Yasa, “idarî bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat etme” düzenlemesine yer verdiğinden ve dolayısıyla idari yaptırımın türü hakkında bir ayrım öngörmediğinden kişilere uygulanan herhangi bir idari yaptırımı öngören fiil isnadı iftira suçunu oluşturacaktır. Bu bağlamda belirtelim ki, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’ndaki eylemler de idari yaptırımı gerektiren eylemler olduğundan, bir kabahat isnadı da bu bağlamda iftira suçunu oluşturacaktır. Ayrıca, idari yaptırımın, kişisel veya mali haklara ilişkin olmasının da önemi yoktur. İdari yaptırım gerektirmeyen hukuka aykırı fiillerin isnadı bu suçu oluşturmaz. (TEZCAN-ERDEM-ÖNOK: Özel Ceza Hukuku, s. 802; İdari yaptırımlara verilen örnekler için bkz. ARTUK- GÖKÇEN-YENİDÜNYA: Ceza Hukuku, s. 743-744 -, ÜNVER: Adliye, s. 41. -,SOYASLAN: Ceza Hukuku, s. 546)
TCK’ nın 267. maddesinde bu durum “hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat etme” şeklinde düzenlenmiştir. Soruşturma ve kovuşturma kavramları suçların kanuni takibi ile ilgili kavramlardır. Dolayısıyla, burada bahsedilen “hukuka aykırı fiil”, “suç” oluşturan fiillerdir.
İsnat edilen hukuka aykırı fiilin belirli olması gerekir. Bir kimseye, belirsiz ve sınırı çizilemeyen fiillerin isnadı iftira suçunu oluşturmaz. Ayrıca bildirimde bulunan hukuka aykırı filler, yetkili makamları harekete geçirecek ciddilikte olmalıdır. Yetkili makamların, bildirimde bulunulan hukuka aykırı eylem için somut olarak harekete geçmesi gerekmez, fiilin onları harekete geçirmeye elverişli olması bu suçun oluşumu için yeterlidir. (TEZCAN-ERDEM-ÖNOK: Özel Ceza Hukuku, s. 804; 4. CD. 13.11.1951, 11949/7771:-,BAYRAKTAR: İftira, s. 197; DÖNMEZER: Şahıslar, s. 97; ŞAHBAZ: İftira, s. 496. ,-TOROSLU: Ceza Hukuku, s. 314; 4. CD. 18.06.2001, 6816/7771)
Hakkında idari bir yaptırım uygulanması ya da soruşturma ve kovuşturma başlatılması mümkün olmayan hukuka aykırı fiillerin isnadı iftira suçunu oluşturmazlar. (TOROSLU: Ceza Hukuku, s. 311; 4. CD., 21.09.2004, 8782/9037) (Yargıtay 8.Ceza Dairesi 2020/13200 E.2021/20480 K.)
Şikâyete tabi suçlarda, suçtan doğrudan zarar gören dışındaki kişilerce yapılan şikâyetlerde soruşturma ya da kovuşturma yapılamayacağından iftira suçu oluşmaz. Hâkim fikir bu yöndedir. Yargıtay da doktrindeki hakim fikre uygun karar vermektedir. Soruşturulamayacak bir suçun isnadında adliyeyi yanlış yola sevk etmek söz konusu olmadığından iftira suçu oluşmaz. (ARTUK- GÖKÇEN-YENİDÜNYA: Ceza Hukuku, s. 746; BAYRAKTAR: İftira, s. 198; EREM: ÖH, II, s. 1521. -,4. CD., 18.06.2001, 6816/7771) Yargıtay, isnat edilen şikâyete bağlı suçtan, şikayetten vazgeçilmesi karşısında, şikayete konu suç ile ilgili olarak soruşturma ya da kovuşturma yapılamayacağından iftira suçu oluşmayacağına karar vermiştir. (4. CD., 17.02.2004, 29061/146)
İftira suçunun oluşması için, isnat olunan eylemin “kovuşturulabilir” nitelikte olması gerekir. İdari yaptırım gerektiren hukuka aykırı fiillerin isnadı bakımından da aynı koşul aranacaktır. Böylece af veya zamanaşımı gibi nedenlerle soruşturulması/kovuşturulması mümkün olmaktan çıkmış bir suç veya idari yaptırım gerektiren bir fiil isnat edilmiş ise, iftira oluşmaz. Aynı şekilde, Özel hukukta “haksız fiil” olarak nitelendirilen (hukuki ihtilaf niteliğindeki) fiillerin masum kimseye isnat edilmesi halinde, bu eylemler idari bir yaptırım da gerektirmiyorlarsa iftira suçu oluşmaz. Borçlu olmayan bir kimsenin borcunu ödemediğinden bahisle yetkili makamlara şikayet edilmesinde olduğu gibi. Bu durumlarda koşulları varsa hakaret suçu oluşabilir. (4. CD., 25.3.2002, 2432/4518-,BAYRAKTAR: İftira, s. 198; GÖZÜBÜYÜK: Adliye, s. 488; TOROSLU: Ceza Hukuku, s. 312)
İftira suçu, isnat edilen hukuka aykırı fiil ile ilgili bilgiden, idari yaptırımı uygulayabilecek makamın veya ihbar veya şikâyetin yapılabileceği makamların haberdar olduğu anda tamamlanır. 4. CD., 17.02.2004, 29061/1463: “Sanığın mağdur A hakkında dilekçeyle yakınmada bulunarak TCY.nın 508. maddesinde öngörülen yakınmaya bağlı nitelikteki güveni kötüye kullanma suçunu yüklemiş ise de, daha sonra C.savcılığında şikayetinden vazgeçmesi karşısında, bu suçtan kovuşturma yapılamayacağın-dan, isnadın takibata meydan verecek niteliği kalmadığı gözetilmeden, hükümlülük kararı verilmesi,…” (MALKOÇ: Özel Hükümler, C.: II, s. 1832). 4. CD., 1.6.2000, 4640/4616: “Sanığın gerçekte işlenmediğini bilmesine karşın katılanın otuz beş yıl önce eşini kasten öldürdüğüne ilişkin ihbarda bulunmaktan ibaret olan eyleminin, adam öldürme suçunun dava zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle yapılan şikayetin kovuşturma olanağı vermeyeceği gözetilmeden, beraat hükmü yerine, hükümlülüğüne karar verilmesi…”(MERAN: Türk Ceza Kanunu, s. 1219).
“İşlenemez nitelikte suç”un isnadı halinde, suç soruşturması/kovuşturması yapılamayacağından iftira suçu oluşmaz. (4. CD., 21.03.2002, 197/4466: “Yakınan bayan rehber öğretmen A. Ö’nün, mağdure F. İ’yi hamile bırakmasının olanaksızlığı ve yüklenen suçun işlenemez nitelikte olması, C. Topel İlköğretim Okulunda görevli erkek öğretmenlerin kimliklerinin de açıkça belirtilmemesi karşısında, iftira suçunun yasal öğelerinin oluşmadığı gözetilmeden hükümlülük kararı verilmesi…” (MERAN, Türk Ceza Kanunu, s. 1218).
Bazı özel kanunlarda (ör. 4483 Sayılı Kanun, m. 4/3-4) bazı nitelikteki bildirimlerin işleme konulamayacağı belirtilmektedir. İşte bu hallerde, yapılan bildirim işleme konulmadığı için adliye ya da idarenin bir menfaati ihlal edilmediğinden iftira suçu oluşmaz.
Şeref ve haysiyet ihlal eden fiiller, suç niteliğinde değilseler ya da idari bir yaptırımı gerektirmiyorlarsa bunların isnadı iftira suçunu değil hakaret suçunu meydana getirir. Aynı şekilde sınırları belli olmayan, soyut, genel ifadeler diğer koşulları da varsa hakaret suçunu oluşturabilir. Örneğin birisine “hırsız, çalıp çırpma ile geçiniyor” şeklinde isnatta bulunmak hakaret suçunu oluşturur. (EREM: ÖH, II, s.1520; GÖZÜBÜYÜK: Adliye, s. 486. -,4. CD., 06.11.2006, 5119/15842 (EROL: Türk Ceza Kanunu, C.:II, s. 2751); 4. CD. 22.06. 2000, 3427/3781)
Kendisine hukuka aykırı fiil isnat edilen kimsenin yaşayan birisi olması gerekir(TCK md. 64). Ölülere yapılan isnatlar da maddi konunun yokluğundan “işlenemez bir suç” oluşur. Bu durumda diğer şartlar da bulunuyorsa TCK md. 130’da düzenlenen “kişinin hatırasına hakaret suçu” oluşabilir. (EREM: ÖH, II, s.1521; ARTUK-GÖKÇEN-YENİDÜNYA: Ceza Hukuku, s. 735; BAYRAKTAR: İftira, s. 191.)
Mağdur hakkında isnat edilen eylem sonucunda Beraat kararı veya Kovuşturmaya Yer Olmadığı kararı verilmesi tek başına iftira suçunun oluşumuna sebebiyet vermez, bu hususta kesin delil olarak kabul edilemez. Delil yetersizliği nedeniyle verilen KYOK veya Beraat kararı iftira suçu açısından yeterli delil olarak kabul edilemez. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 22.03.2005, 4-17/33 sayılı kararı.
TCK Md 267 de belirtilen iftira suçunun manevi unsuru doğrudan kasttır. Suçun olası kast veya taksirle işlenebilmesi mümkün değildir. Suçun bilinçli veya bilinçsiz taksirle işlenebilmesi de mümkün değildir. Suçun manevi unsurunun ön şartı failin mağdurun işlemediğini yani masum olduğunu açık ve kesin bir şekilde bilmesidir.(Yenidünya S.2850) Failin tipik eylemin gerçekleştirilmesine yönelik genel kastı yeterli olmaz.. İftira suçu ancak özel kastla işlenebilir. Bu iftira kastı doktrinde iftira kastı olarak adlandırılmaktadır. Kanun koyucu toplumun gerçekleşen suçlarla ilgili ihbarları elde etmekteki menfaatini göz ünündeki bulundurarak, suçun olası kast veya taksirle işlenemeyeceğini kabul etmiştir. Failin, isnatta bulunduğu ve dile getirdiği hususları mağdurun işlediği kanaat ve inancıyla şikayet ve ihbar yapılmış ise, bu halin nedenleri ve somut gerekçeleri ortaya konulması durumunda da yine iftira suçu oluşmaz. Her olayın gelişim sürecine, failin kültür seviyesi, ekonomik durumu vs kriterlere göre iftira kastının hakim tarafından tayin edilmesi gerekir.
FETÖ terör örgütü ile ilişkili olduğundan hareketle failin mağdura bazı isnatlarda bulunması halinde, failin mağdurun bu örgütle hiç bir ilişki ve bağlantısının olmadığını kesin ve şüpheye mahal bırakmayacak şekilde bilmesi gerekir. Aksi halde iftira suçu oluşmaz. Anılan örgütün Takiye, kamufle olma, gizlenme gibi yöntemleri de nazarı dikkate alındığında aralarında husumet bulunmayan failin, mağdura iftira kastıyla hareket ettiğini ispatlamak oldukça müşkül bir vaziyet alacaktır. Bu haliyle failin bazı somut eylem ve duyumlardan hareketle mağdurun FETÖ örgütü ile bağlantılı olduğunu veya FETÖ üyesi olduğunu beyan ederek ihbar etmesi ve bu somut vakıaları ortaya koyması halinde yine iftira suçu oluşmaz. Zira devlet kurumları dahi adı geçen örgütü tam anlamıyla çözümleyebilmiş değildir. Bu haliyle failden kesin olarak işlemediğini bildiği koşulunun sert anlamda yorumlanarak külfetin kendisine yüklenmesi beklenemez.
Terör örgütleri ile irtibat veya iltisak kavramlarının kriterleri olduğu gibi örgüt üyeliği suçunun da zorunlu kriterleri bulunmaktadır. Bu nedenle ikametgahına zaman gazetesi geldiğini veya çocuklarını örgüt yurtlarına gönderdiğini veya örgüt mensupları ile içli dışlı olduğunu gözlemleyen vatandaş, makul şüpheye istinaden ihbarda bulunabilir. Savcılıklar bu hususları belirti, emare delili olarak addedip soruşturma başlatabilir ancak bazı kriterlerin oluşmaması nedeni takipsizlik veya beraat kararları verilmiş olabilir. Bu halde iftira suçunun unsurlarının oluşmadığı kabul edilmektedir. Benzer şekilde bir kısım irtibat veya iltisak kriterlerinin oluşmadığı, eylemlerin belirli bir yoğunluk veya çeşitliliğe ulaşmadığı gerekçesiyle yeniden göreve iade kararı verilmiş olunabilir. Bu halde de ihbarda bulunanın iftira suçunu işlediği kabul edilemez. Örneğin K şahsı ikametgahına zaman gazetesi geldiğini gözlemlediğinden B şahsını bu yönde ihbar etmiştir. Savcılık bu emare veya belirtiden hareketle örgüt üyeliğinden soruşturma başlatmış, B şahsının ikametgahına zaman gazetesinin geldiğini tespit etmiş ancak diğer kriterlerin oluşmadığından hareketle sempati boyutunda kalan eylemden ötürü takipsizlik kararı vermiştir. Bu halde iftira suçunun oluştuğu söylenemez, objektif olarak gerçeğe aykırı bir isnatda bulunulduğu da iddia edilemez. Yine idari makam bir kısım delillerden hareketle ihraç kararı verip sonrasında itiraz üzerine şahsın görevini idame ettirmesinde kamu güvenliği ve düzeni açısından sakınca bulunmadığı, irtibat ve iltisakının belirli bir yoğunluğa, çeşitliliğe ulaşmadığı ve görevini sürdürmesinde sakınca oluşturacak boyutta olmadığından hareketle göreve iade kararı vermiş olabilir. Bu halde de iftira suçunun oluşmadığı kabul edilmelidir. Aynı şekilde idarenin veya adli makamların hukuka ve mevzuata aykırı veya ihmali davranışlarından, sıcağı sıcağına işlem yapmamasından kaynaklı tesis ettikleri işlemlerden, şikayette veya ihbarda bulunana sorumluluk yüklenemez. Örneğin şahsın şikayetinin üzerinden bir yıl geçtikten sonra işlem tesis edilmiş, arama gözaltı ve el-koyma işlemleri gerçekleştirilmiştir. Bu süreç zarfında bir kısım deliller kaybolmuştur. Bu halde şahsın iftira kastıyla hareket ettiği iddia edilemez.
İsnadın gerçek dışılığını kesin olarak failin bilmesi gerektiğinden doğrudan kast gereklidir. İsnadın mümkün-muhtemel görülmüş olması veya olursa olsun düşüncesiyle hareket etmiş olması halinde suç sübut bulmaz. Zira neticenin fail tarafından mümkün görüldüğü durumlarda doğrudan kasttan söz edilemez. Yine isnatta bulunan failin olayın objektif gerçek dışılığı hususunda şüphe kuşku ve varsayımdan hareket etmesi halinde doğrudan kastı bulunmadığı için iftira suçunun manevi unsuru meydana gelmemiş ve suç oluşmamış olur. Benzer şekilde ihbarda bulunulan olayın gerçek olduğundan emin olmakla beraber, belirli kişilerin suçun faili olduğunu iddia etmiş ve bunu da bazı olaylara, maddi vakıalara dayandırmış olması halinde fail olası kast ile hareket ettiğinden iftira suçu vücut bulmaz. İsnat edilen hukuka aykırı fiilin objektif olarak gerçek dışı olmasından anlaşılması gereken; asılsız isnada maruz kalan kişinin gerçekten hiç suç işlememiş bir kimse olması ya da isnadın muhatabı olan bu kişinin suç işlemekle birlikte isnadın konusunu oluşturan suçu işlememiş olması veya isnatlarla hiç bir bağlantısının, ilgisinin olmamasıdır. (Tezcan 2017;1158)
YCGK., 12.05.1998, 4/108-178: “Hakkın kullanılması olarak kabul edilen ihbar ve şikayet hakkı Anayasanın 36 ve 74. maddelerinde düzenlenmiştir. Herkes kendisi veya kamu ile ilgili konularda yetkili makamlara şikayette bulunmak ve dava açmak hakkına sahiptir. Bu hakkın, hakkı doğuran nedenin koyduğu sınırlar içinde kullanılması, hakların kötüye kullanılmaması zorunludur. Yakınma hakkı kullanılırken, belirli bir kimseye suç oluşturan bir eylemin yüklenmesi, yakınmanın doğal sonucudur. Bir suç yüklenmeden, yakınma hakkını kullanılması olanaksızdır. Yakınma hakkının kullanılmasındaki ölçü, fail tarafından ihbar veya şikayetin konusunu oluşturan eylemin, mağdur tarafından işlenmediğini bilip bilmemesidir. Fail, işlendiğini ileri sürdüğü eylemin mağdur tarafından işlenmediğini kesin olarak bildiği halde suç işlediğinden bahisle yetkili mercie ihbar veya şikayette bulunmuşsa, iftira suçu oluşacaktır.” (MALKOÇ: Açıklamalı Türk Ceza Kanunu, C.: II, s. 2339).
Failin daha önceki bazı olaylardan duyduğu şüphe veya tahmine dayalı olarak isnatta bulunması durumunda iftira suçu oluşmaz. Bu durumda fail, suç isnat ettiği kişinin bu suçu işlemediğini kesin olarak bilmemekte; tahmin etmekte veya şüphelendiği isimleri soruşturma organları ile paylaşmaktadır. Bu şekilde yapılan isnatta ”işlemediğini bildiği halde” şartı tam olarak gerçekleşmediğinden iftira suçunun meydana gelmeyeceği açıktır.(Alp Tolgahan Serttaş, S.117) Suçun oluşumu için fail ihbar veya şikayetin asılsız olduğunu kesin olarak bilmelidir.
Katılanın Cumhuriyet savcısı veya hakim olması halinde 2802 sayılı Kanunun 76/3 maddesi gereğince Adalet Bakanlığından izin alınması gerekir. Soruşturma ve yargılama en yakın ağır ceza mahkemesinde ve buradaki savcılıkça yapılır.(4.CD.2012/8172 ve 2011/5593 K.)
Sanığın şikayetine konu iddiaların ispat edilememiş olması tek başına suçun oluşumu için yeterli değildir.(4.CD.2011/6428 K.)
Bir kimseye, madde metninde belirtilen “makamlar” nezdinde yapılan suç isnadı, kuşkuya dayalı biçimde ve suç işlediğini değil de, kuşkulanıldığının belirtilmesi sureti ile yapılması durumunda, iftira suçunun değil, ihbar veya şikâyet hakkının kullanıldığının ve suç işlemediğinin kabulü gerekir”. (CGK 24.02.1998 t., e: 364, k: 57; CGK 19.12.1994 t., e: 327, k: 349)
İsnat kısmen gerçeğe aykırı olsa da, kısmen de gerçek olması halinde iftira suçu oluşmaz. (CGK 13.03.1944 t., e:4-71, k: 71)BASIN ve İFTİRA : Haber gerçek ve doğru olmalıdır. Haber güncel olmalıdır. Haberin güncelliğini yitirmeden, kısa süre içinde verilmesi gerekir. Haberle kullanılan ifadeler arasında düşünsel bir bağ olması gerekir. Haberin yayımlanmasında kamu yararı olmalıdır.“ Gerçek dışı olayların açıklanması hiçbir şekilde hukuka uygunluk nedeni olamaz. Gerçek dışı yayınlar daima hukuka aykırıdır. Bu yayınlar ne düşünce özgürlüğüne de basın özgürlüğü ile bağdaştırılabilir”(YHGK., 14.2.2001, 4-118/115). Haberi yapan, haberin verildiği zaman, mevcut koşullara göre haberin doğruluğu ile ilgili olarak gerekli araştırmaları yaparak teyit etmelidir.. (ARTUK-GÖKÇEN-YENİDÜNYA: Ceza Hukuku, s. 756; TEZCAN-ERDEM-ÖNOK: Özel Ceza Hukuku, s. 420; 4. HD., 21.3.1980, 1302/3719) Bütün araştırmalara ve gösterilen bütün titizliğe rağmen, olayın asılsız olduğunun anlaşıldığı durumlarda iftira suçunun gerçekleşmesi için gerekli, “işlemediğini bildiği hâlde” bir kimseye hukuka aykırı fiil isnadında bulunma koşulunun gerçekleşmediği kabul edilir. Bunun dışında basit bir araştırmayla asılsız ve gerçek dışı olduğu anlaşılan haberlerde, yazımı gerçekleştiren kişi koşullarının mevcut olması durumunda iftira suçundan sorumlu olur. (İftira ve Suç Uydurma Suçları, Akif Yıldırım)
Sanığın, şikâyeti üzerine, mağdur hakkında “delil yetersizliğinden” verilen takipsizlik ve beraat kararları, iftira suçunun oluşması için yeterli kanıt sayılmaz. (4 CD 11.05.2004 t., e: 2003/6936, k: 2004/6094)Sanığa isnadını ispat külfeti yüklenemez.Sanığın duyumları, değerlendirmeleri ve başkasının beyanına dayanarak şikayette bulunması halinde iftira kastı yoktur.
İftirada, mağdurun masum olduğunun veya isnat edilen fiilin asılsız olduğunun fail tarafından kesin olarak bilinmesi gerekmektedir. Şüphe ve tahmine dayalı ihbarlar iftira suçu oluşturmaz.(İftira Suçu, Yasin Aydın. S.55)
İhbar ve şikayetin kendiliğinden ve gönüllü olarak yapılması gerekir. 4. CD., 14.11.2006, 11766/16266: “Sanığın, yaralama suçu nedeniyle yapılan ceza yargılaması sırasında, adli rapora karşı diyeceği sorulduğunda raporun sahteliğinden söz etmesi biçimindeki savunmaya yönelik sözlerinde iftira suçunun, kendiliğinden, gönüllü olarak ihbar ve şikayette bulunma öğesinin ne suretle var olduğu tartışılıp açıklanamadan iftira suçundan hükümlülük kararı verilmesi,...”(EROL: Türk Ceza Kanunu, s. 2753);
Yapılan ihbar ve şikayet üzerine yürütülen soruşturma sonucunda verilen KYOK kararı veya görülen dava sonucunda mağdur lehine verilen Beraat kararı, iftira suçunun dayanağı olamaz. Bu haller suç için karine de oluşturmaz.(Malkoç,s.1834) Yargıtay da istikrar kazanmış kararlarında aynı görüştedir. 16.CD.01.10.2015,2015/3512 E.,2015/3162 K. – 9.CD. 13.12.2012,2012/2558 E.,15000 K.
Kanun hükmünü ve yetkili merci emrini yerine getirme, Meşru Savunma ve Zorunluluk Hali, İlgilinin Rızası, Hakkın Kullanılması (İhbar-Şikayet-Basın Haber Verme Hakkı-İddia ve Savunma Dokunulmazlığı) gibi haller ise TCK Md 267 de tanımlanan suç açısından hukuka uygunluk nedenleri olarak belirtilmiştir.
Failin iftira attığı kişinin/iftira suçunun mağdurunun ihbar veya şikayet metninde açık bir şekilde isnatlara yönelik eylemlerle ilgili olarak belirli veya belirlenebilir olması gereklidir.(Hafızoğulları ve Aygün Eşitli 2015,98-Ünver 2016;65-Bayraktar 1974;190)
BİMER veya CİMER üzerinden gerçekleştirilen başvurularda , Bimer veya Cimer aracı kurum olduklarından, ihbar veya şikayetin yönlendirildiği merciye metnin ulaşmasıyla suç tamamlanır. Bu açıdan bu gibi hallerde yönlendirilen merci merkezinin ve bulunduğu ilin, suç yeri olarak kabülü gerekir. Görevli ve yetkili mahkemenin de buna göre tespit edilmesi gerekir. Örneğin Bimer üzerinden yapılan başvuru Ankara C.Başsavcılığına gönderilmiş ve işlem de bu savcılık üzerinden yapılmış ise iftira suçunda görevli mahkeme CMK Md 12 gereğince suçun işlendiği yer olan Ankara Asliye Ceza Mahkemesidir. Yetkili savcılık da yine Ankara C.Savcılığıdır. Yetkisiz C.Savcılığına iftira suçu ile ilgili herhangi bir başvuru yapıldığında C.Savcısının gerekli delilleri toplayarak gerekli görmesi halinde dosyayı yetkili yer C.Savcılığına göndermesi gerekir. Zira suç yeri mahallindeki savcılığın delilleri ikamesi daha kolay olacaktır. Ancak İftira suçunda Mağdurun Hakim veya Savcı olması ve şikayetin kötü niyetli olarak yapıldığının anlaşılması durumunda 2802 sayılı Kanunun 76/3 maddesi gereğince Soruşturma ve kovuşturma en yakın ağır ceza mahkemesinde ve bu yerdeki savcılık tarafından yapılır.(4.CD.2012/8172 ve 2011/5593 K.) Özel Yasa hükümleri gereğince katılanın Cumhuriyet savcısı veya hakim olması halinde 2802 sayılı Kanunun 76/3 maddesi gereğince Adalet Bakanlığından izin alınması gerekir. İftira suçunda aynı şikayet veya ihbar dilekçesi ile birden fazla kişiye haksız isnatta bulunulup, iftira suçunun işlenmesi halinde fail hakkında TCK Md 43 hükümleri uygulanmalıdır. İftira suçu sebebiyle fail göz altına alınmış veya tutuklanmış ise; fail hakkında ayrıca hürriyeti tahdit suçundan işlem yapılabilmesi için, failin kasıtlı (bilerek ve isteyerek-) mağdurun kesin olarak suçu işlemediğini, masum olduğunu bildiği halde hakkında adli soruşturma ve kovuşturma gerektirecek içerik ve nitelikte haksız isnatlarda bulunması ve bu sonucu istemesi gerekir. Failin isnatları dışında mağdur başkaca somut delil veya nedenlerle göz altına alınır veya tutuklanırsa, ayrıca alıkoyma suçundan işlem yapılmaz. Mağdur hakkında asılsız ve haksız isnatlar sonucu verilen KYOK kararı veya BERAAT kararlarına ilişkin adli tahkikat dosyalarının asılları veya onaylı örneklerinin talep edilerek, iftira suçuna ilişkin değerlendirmede dosya kapsamı içerisinde bulundurulması gerekir. Failin yargılandığı davada savunmasına yönelik olarak diğer sanıklar veya mağdurlar haklarında isnatlarda bulunması halinde de savunma hakkı kapsamı içerisinde kalması sebebiyle iftira suçu oluşmaz.
İftira suçunun manevi unsurunun oluşabilmesi için, kendisine hukuka aykırı fiil isnat edilen kişinin bu suçu işlemediğinin bilinmesi gerekir. Bu bakımdan, söz konusu suç , ancak DOĞRUDAN KASTLA işlenebilir. Başka bir deyişle iftira suçu MUHTEMEL (OLASI) KASTLA işlenemez. Bu suçun oluşabilmesi için, ayrıca, kendisine hukuka fiil isnat edilen kişi hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari yaptırım uygulanmasını sağlamak amacıyla hareket edilmesi gerekir. Bu nedenle iftira suçu açısından failde kastın ötesinde belirtilen amacın varlığı gereklidir. Bu itibarla, suçun yetkili mercilere ihbar veya şikayet ya da basın ve yayın yolu ile gerçekleştirilmesi bakımından failin, hakkında asılsız suç isnadında bulunulan mağdurun masum olduğunun ya da isnat edilen fiilin asılsızlığını KESİN OLARAK BİLMESİ arandığından bu suç ancak ÖZEL KAST ile işlenebilir. Suçun taksirle işlenebilmesi mümkün değildir. ZAN ve TAHMİNE DAYALI İSNATLARDA iftira suçu oluşmaz. Zira , ŞÜPHE üzerine şikayet etmek vatandaşın hakkı olduğundan, iftira suçunun oluşması için mağdurun suçsuz olduğunu bile bile isnatta bulunduğunu subuta erdiren kesin delillerin mevcudiyeti gerekir. Fail suç vakıası hakkında emin olmakla birlikte, bunun faili konusunda tereddütlü ise, bu durumda açıkça suçsuz olduğunu bildiği kimseye suç isnadı söz konusu olmadığından iftira suçunun manevi unsuru oluşmaz. CGK.12.05.1980, 8/139-203; 4.CD.18.02.1992, 483-1089; Artuk/Gökçen/Yenidünya s.835-836, 4.CD.07.10.2002, 11353/14251, ÖNDER,A.Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, İstanbul-1987,s.304
İsnatların maddi vakıalara dayanması durumunda eylemin şikayet hakkı kapsamında kaldığı kabul edilir. Yine sanığın isnatlarda bulunduğu iddialarını ispatlayamaması tek başına iftira suçuna vücut vermez. iddiaların isnat edildiği kişi hakkında beraat veya KYOK kararı verilmesi yine tek başına iftira suçunun oluşmasına yeterli olmaz, KYOK veya Beraat kararı tek başına iftira suçunun delili olamaz. 16.CD.08.09.2015,2015/3460-2015/2349, 16 CD.17.03.2015,2015/280-2015/157, 16 CD.10.09.2015, 2015/3541-2015/2463, 16 CD.03.12.2015,2015/5625-2015/4658
Sanığın Cumhuriyet Savcısı olan katılanın trafik suçu işleyip kaçtığını ileri sürmesi, iddiaya konu eylemin kişisel suç olup disiplin soruşturması da gerektirmesi nedeniyle 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 76/3 madde ve fıkrası uyarınca sanık hakkında disiplin cezasını gerektirecek mahiyette olan ihbar ve şikayet dolayısıyla iftira suçundan kovuşturma yapılmasının Adalet Bakanlığı’nın iznine bağlı olduğu ve aynı maddenin 4.fıkrasına göre de, kovuşturmanın şikayet olunan Cumhuriyet Savcısının mensup olduğu mahkemeye en yakın ağır ceza mahkemesi merkezindeki Cumhuriyet Savcısına ve yargılamasının da o yer ağır ceza mahkemesi’ne ait olduğu gözetilerek durma kararı verilmesi yerine yargılamaya devamla hüküm kurulması…4.CD.24.12.2012,12412/31606
Katılanın Cumhuriyet savcısı olması nedeniyle 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 76/3 madde ve fıkrası uyarınca sanık hakkında iftira suçundan kovuşturma yapılmasının Adalet Bakanlığı’nın iznine bağlı olduğu ve aynı maddenin 4.fıkrasına göre de; ” Kovuşturmanın şikayet olunan cumhuriyet savcısının mensup olduğu mahkemeye en yakın Ağır Ceza Mahkemesi merkezindeki cumhuriyet savcısına ve yargılamanın da o yer Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gözetilmeyerek yargılamaya devamla hüküm kurulması,4.CD.09.04.2012,10065/8172
2802 Sayılı Kanunun 76/3-4 madde ve fıkraları gereğince, katılan hakim ve Cumhuriyet Savcısına karşı işlendiği iddia edilen iftira suçu nedeniyle, kovuşturma yapılmasının Adalet Bakanlığının iznine tabi olduğu, kovuşturma izni verilmesi halinde ise, kovuşturmanın, şikayet olunan hakim ve savcının mensup olduğu mahkemeye en yakın ağır ceza mahkemesi merkezindeki Cumhuriyet savcısı ve yargılamanın ise o yer ağır ceza mahkemesine ait olduğu gözetilmeden, yargılamaya devamla yazılı şekilde karar verilmesi, 4.CD.10.12.2012,7903/29548
Mağdur H.H.B’un suç tarihinde Turhal Cumhuriyet savcısı olduğu cihetle, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 76/3 maddesi uyarınca sanık hakkında kovuşturma yapılmasının Adalet Bakanlığının iznine bağlı olduğu ve anılan Kanun’un76/4 fıkrasına göre de, kovuşturmaya esas iddianamenin şikayet olunan Cumhuriyet Savcısının mensup olduğu mahkemeye en yakın Ağır Ceza Mahkemesi merkezindeki Cumhuriyet Savcısınca düzenlenmesi, yargılamanın o yer Ağır Ceza Mahkemesinde yapılması gerektiği gözetilmeden, yargılama şartlarından olan izin alınmadığı gibi görevli Cumhuriyet savcısı tarafından yöntemince dava açılmadan görevsiz mahkemede yargılamanın sürdürülüp yazılı şekilde hüküm kurulması, 9.CD.04.03.2013,11276/3253
4483 sy yasanın 4.maddesinin 3.fıkrası uyarınca işleme konamayacak muhteviyat ve şekilde yapılan bildirimlerde iftira suçu oluşmayacaktır. Malkoç,4.cilt.,s.4604.
İftira suçunun mağduru bakımından 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkındaki Kanun ile 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu benzer ve suçun oluşumuna mutlak etki edecek hükümler içermektedir. Özetle her iki kanunun ilgili maddelerine göre bu kanuna tabi kimseler hakkımda yapılacak şikayet ve ihbarların belli bir konuyu içermesi, soyut nitelikte olmaması, somut delillere dayanması, başvuru sahibinin gerçek kimlik ve imza ile doğru adres bilgilerini içermesi gerekmektedir. Aksi halde bu koşulları taşımayan ihbar ve şikåyetler, yetkili makamlarca işleme konulamaz. Bahse konu özellikleri taşımayan böyle bir ihbar veya şikâyet, diğer koşullar mevcut olsa bile, iftira suçuna vücut vermez. Bkz. 4483 Sayılı Yasa Madde 4 ve 2802 Sayılı Yasa Madde 97.-Dr.Mustafa İberya Arıkan/İftira Suçu sy.47.
İftira ve yalan tanıklık suçlarında maddi zararın söz konusu olamayacağı, HAGB de ise manevi zararın göz önünde bulundurulamayacağı gözetilmeden ….9.CD.12.2.2013,2012/10684,2013/2004) Yüksek mahkemenin bu ve benzeri tutarsız kararlarının hukuka uygun olmadığı kanaatindeyiz. Zira yalan beyan veya iftira nedeniyle kişi tutuklanarak cezaevine girmiş, göz altına alınmış ve hürriyeti kısıtlanmış olabilir. Bu halde işinden ve maddi gelirinden mahrum kaldığı için maddi zarara uğrayacağı kuşkusuzdur. Esas olan meydana gelen ve beyan edilen zarar ile beyan arasındaki illiyet bağının ortaya konulmasıdır.
Bu suçun, bir memura karşı sıfat ve gördüğü hizmet nedeniyle işlenmiş olması hali mevcut Yasa’da eski düzenlemenin (765 sayılı TCK madde 273) aksine cezayı artıran bir neden olarak görülmemiştir. Yine hàlihazırda öğrenci ya da kamu görevlisi statüsünde olmayan bir kimse ile ilgili olarak, idari yaptırıma tabi bir fiilin isnat edilmesi halinde de iftira suçu oluşmayacaktır. Çünkü bu kişilerin, mevcut statüleri itibariyle, idari yaptırıma tabi tutulmaları hukuken mümkün değildir. Y.4.CD.26.02.1990,E.601,K.1021:”- Tezcan-Erdem-Önok, a.g.e.,s.1354.İsnadın sübut bulması durumunda mağdurun idari veya adli yaptırıma tabi tutulması, isnadın da buna elverişli olması şarttır.
Bu konuda ayrıca belirtmek gerekir ki kendisine gerçeğe aykırı olarak suç isnat edilen kişinin masum, suçlu olmayan, suçlanamayan bir kimse olması gerekir. Keza adli veya idari yaptırım gerektiren isnat da masum, fiili işlememiş bir kişiye yapılmalıdır. Bu kimse, isnat edilen eylemleri işlememiş ya da zamanaşımı, her hangi bir hukuka uygunluk nedeni (meşru müdafaa), kast unsurunun bulunmaması gibi ihbarcının önceden bildiği başka bir sebepten dolayı hakkında tahkikat yapılamayan kişidir. Dündar, a.g.m., s.294; Artuk-Gökcen-Yenidünya, a-g.e.s.1026.
İhbar; niteliği bakımından hukuki sonuç elde etmeye yönelik bir irade beyanı değildir, aksine sadece cezalandırılması gereken bir eylemin varlığı hakkında mevcut bilgilerin ilgili makamlara ulaştırılmasıdır. Erem, Faruk Diyalektik Açıdan Ceza Yargılaması Hukuku, Işın Yayıncılık, Ankara 6.Baskı,1986,s 247-Dr.Mustafa İberya Arıkan/İftira Suçu sy.54
4483 sayılı MDKGYHK’nın 4. maddesine göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbarlarda şekil serbestliği kabul edilmemiş, ihbarların belirli nitelikleri taşıması aranmıştır. Buna göre, “bu kapsamda yapılacak ihbar ve şikâyetlerin, Cumhuriyet savcıları ve izin vermeye yetkili makamlar tarafından işleme konulabilmesi için, soyut ve genel nitelikte olmaması, kişi ve olay belirtilmesi, iddiaların ciddi bulgu ve belgelere dayanması, ihbar dilekçesinde dilekçe sahibinin doğru isim, soyad ve imzası ile iş veya ikametgâh adresinin bulunması zorunludur. Bu koşulları taşımayan ihbar ve şikâyetler işleme konulamaz”. Benzer bir hükme 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu m. 97’de yer verilmiştir. Buna göre, “hâkimler ve savcılar hakkında yapılacak ihbar ve şikâyetlerin soruşturmayı gerektiren belli bir konuyu içermemesi, gerçek kimlik ve doğru adres bilgilerinin bulunmaması halinde işleme konulmayacağı” hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla her iki mevzuat çerçevesinde ifade edilen nitelikleri içerisinde barındırmayan bir ihbar veya şikâyet diğer koşullar var olsa bile iftira suçunu oluşturmaz.Tezcan-Erdem-Önok,a.g.e.,s.1356.-Hatipoğlu, Muzaffer-Parlar,Ali,5237 Sayılı TCK’da Özel ve Genel Hükümler Açısından Asliye Ceza Davaları, Adalet Yayınevi, Ankara, 2. Baskı, 2008, s.967.-İşleme konulmama kararı ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.Şan,Abdullah,Ayhan, Özel Soruşturma Usulleri, Adalet Bakanlığı Yayın İşleri, Ankara, 2008,s71-73, Dr.Mustafa İberya Arıkan/İftira Suçu sy.56
İftira suçunda hukuka aykırılık yalnızca ceza hukukuna değil, bütün hukuk düzenine aykırılığı kapsamına alır. Ancak burada yukarıda sayılanlara girmeyen ve fakat hukuka aykırı olan tazminat hukuku kapsamındaki bir fiilin isnadının, iftira suçunu oluşturmayacağını söyleyebiliriz. Yine isnat edilen fiil her hangi bir cezai veya idari yaptırımı gerektirmiyorsa bu eylem iftira suçunu oluşturmaz. Meran,a.g.e.,s.182. -Yasar-Gökcan-Artuc,a.g.e.,s.8057.-Soyaslan,a.g.e.,s.757.-(İftira ve Suç Uydurma Suçları, Akif Yıldırım)
İdari yaptırım kavramı doktrinde “Mevzuatın öngördüğü hallerde idari makamlar tarafından kamu düzenini, kamu güvenliğini ve kamu sağlığını sağlamak için her hangi bir yargı kararına gerek olmaksızın re’sen hükmedilen, muhatabı olan kimselerin kişisel ya da mali hakları üzerinde etki doğuran, idari işlem ve cezalar” olarak ifade edilmektedir. Oğurlu,Yücel,Idari Yaptınmlar Karşısında Yargısal Korunma,Seçkin Yayınevi, Ankara. 2.Baski,2001,s.32 vd. İdari yaptırım gerektiren eylemler kabahatler ve disiplin eylemleridir.
İhbara konu olayda, suçun belirli’ (muayyen) olması gereklidir. Kapsamı ve sınırları belli olmayan, soyut ve genel ifadeler kullanılarak yapılan suçlamalar veya bir olaya ilişkin olumsuz değer yargıları içeren beyanlar ) (örneğin: hırsız, kadın tellalı vb.) iftira suçuna vücut vermez.Yenidünya,a-g.m.,s.2835.-Önder,a-g.e.,s.213. İsnad edilen fiil, gerçekten işlenmiş olsaydı hangi suçu oluşturacak ya da yönetsel veya disiplin yaptırımına tabi olacak idi ise bu koşul gerçekleşmiş olur. Tezcan-Erdem-Önok,a.g.e.,s.1358;Önder,a.ge.,s.213.-Dr.Mustafa İberya Arıkan/İftira Suçu sy.75
İhbara konu olay, yetkili merciyi harekete geçirecek kuvvette olmalıdır. İhbarın bu özelliğe sahip olması, aynı zamanda onun dikkate alınacak nitelikte olmasını da belirler. Çünkü ciddi bulunmayan bir ihbarın, yetkili makamı harekete geçirme gücü olamayacağından filin bütün unsurlarıyla belirgin hale geldiğinden söz edilemez. Dolayısıyla asılsız olduğu şüpheye mahal vermeyecek derecede belirli, açık olan bir ihbar, iftira suçuna vücut vermez. Aynı şekilde “işlenemez” nitelikteki bir suça konu eylemin isnat edilmesi suretiyle iftira suçu işlenemez. Ancak iftira suçunun meydana gelmesi açısından ihbar sonucunda “soruşturma veya kovuşturma” başlatılması ya da “idari bir yaptırımın” uygulanması gerekli değildir; söz konusu ihbarın bunlara elverişli olması yeterlidir. Bayraktar,a.g.m.,s.197.-Savaş-Mollamahmutoğlu,a.g.e.,s.2960.-Toroslu-Toroslu,Ceza Hukuku Özel Kisim,s.329.-Meran, a.g.e.,s.183; Y.4.CD,21.03.2002,E.197, K. 4466,“ -Toroslu-Toroslu,Ceza Hukuku Özel Kisim,s.329.
Yürürlükteki mevzuata göre soruşturulmaya veya kovuşturulmaya müsait olmayan isnat; iftira suçuna sebebiyet vermez. Soyaslan a.g.e.756-Yaşar*Gökcan-Artuç a.g.e.8054-Erem,Toroslu 4.Bası,s.194-195.
Fail, mağdurun suça konu eylemi işlediğine ilişkin duyumlarını ifade ettiği veya belirli olay ya da emareler nedeniyle duyduğu şüpheyi dile getirdiği takdirde bilerek gerçeğe aykırı isnatta bulunma öğesinin gerçekleşmemesi nedeniyle iftira suçunun oluşmayacağını söyleyebiliriz. Yaşar-Gökcan-Artuç,a.g.e.,s.8054.-Dr.Mustafa İberya Arıkan/İftira Suçu sy.83
Gerçeği söyleyen kimse ceza görmemelidir. Yenidünya a.g.m.s.2838, Yaşar-Gökçan-Artuç a.g.e.8054.
Soruşturma konusu suçun oluştuğuna ilişkin yeterli bir şüphe bulunmadığından bahisle “kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” verilmesi de şikâyetçinin kötü niyetine karine teşkil edemeyecektir. Aksi halde, şikâyetinin takipsizlikle sonuçlanacağı ihtimalini göz önünde bulunduran bir kimsenin, şikâyette bulunmaktan vazgeçmesi söz konusu olabilecektir ki, bu durum Anayasanın 36. maddesinde düzenlenen “hak arama hürriyeti” ilkesine aykırı olacaktır. Bir kimse, suç isnadında bulunmayı düşündüğü kişinin o suçu işlediği yönünde küçük de olsa bir düşüncesi ve tespiti bulunduğu takdirde yargı erkine başvurmalı ve bu husustan imtina etmemelidir. Unutulmamalıdır ki yeterli delilin bulunmaması, ihbar veya şikâyette bulunanın elinde olmayıp, soruşturma makamlarının görevlerini yeterince yerine getirmemesinden de kaynaklanabilir.. Görüldüğü üzere Yargıtay da bizce de haklı olarak, bu tür bir kararın iftira suçunun gerçekleşmesi için yeterli kanıt sayılamayacağına ilişkin birçok içtihatta bulunmuştur. Sonuç olarak, bu doğrultudaki her bir karar, failin iftira kastıyla hareket ettiğine dayanak olamayacağı gibi, suçun işlenmiş olduğuna da karine teşkil edemez. Suçun sübuta erip ermediği değerlendirilirken, “kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” ya da “beraat” kararının niteliği üzerinde durmak gereklidir’.Şen-Aksüt,Iftira Suçu, – Ünver, a.g.e., s.105;(İftira ve Suç Uydurma Suçları, Akif Yıldırım)
Yargıtay’ın soruşturma makamlarının hatasına/İhmaline ilişkin karanı için Bkz: 8.CD.13.10.2021,E.2021/12271, K. 2021/19013. “Sanığın, misafir olarak gittiği mağdurun ikametinde, yatak odasında elbise dolabının üzerinde gazele kağıdına sarılı esrar,kubar ve iki adet extacy hap gördüğünü, zaman zaman bu maddeleri sattığını duyduğunu, yaklaşık iki ay önce kendisinin de mağdur tarafından bu maddeleri içmeye zorlandığını söyleyerek ihbarda bulunduğu. bunun üzerine, sanık hakkında kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak,kabul etmek veya bulundurmak ya da kullanmak suçundan işlem yapıldığı, mağdur yönünden ise arama kararı talebi ile ilgili işlemlerle soruşturmaya başlanıldığı ve mağdur hakkında sanığın iddiasına ilişkin delil yetersizliği nedeni ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği anlaşılan olayda. kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesinin tek başına iftira suçunun oluşması için yeterli olmadığı, mağdurun uyuşturucu madde kullandığına dair adli tıp raporlarının alınmaması ve sanığın ihbarının üzerinden 5 gün geçtikten sonra mağdurun adresinde arama yapılmış olması nazara alındığında, şikayetçi olan sanığın savunmasının aksine, iftira kastı ile hareket ettiğini gösterir her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil olmadığından, yüklenen suçtan beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi…”-Bkz:8.CD.03.02.2021,E.2019/16899,K.2021/1589.
Meran, a.g.e., s.190; 8. CD.07.12.2020, E.2019/16750,K.2020/19053;“…somut olayda; sanığın, katılan ve müştekilerin kendisini tehdit ettiklerini ifade ederek şikayetçi olması üzerine yapılan soruşturma sonucunda, sanığın soyut iddiası dışında katılan ve müştekilerin atılı suçu işlediklerine dair başkaca bir delil olmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verilmesi üzerine sanık hakkında açılan davada; sanığın iddialarının bir kısım vakalara dayanması ve şikayetçi olduğu kişiler hakkında verilen KYOK’un ‘delil yetersizliği’ gerekçesi ile verilmesi karşısında; sanığın eyleminin suç işlemediğini bildiği kimselere suç atmak biçiminde olmayıp Anayasa’nın 74. maddesinde düzenlenen şikayet hakkı kapsamında kaldığı anlaşılmakla..” 8. CD. 08.03.2021,E.2019/18160,K. 2021/3550; “…sanıklar N. B. ve S. B.’nin arama sonucu evlerinde ele geçirilen uyuşturucu maddeyi E. Ö.’ın borcuna karşılık kendilerine getirdiğini söyleyerek Ercan hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan dava açılmasına neden oldukları ve E. Ö. hakkında ‘beraat kararı’ verildiği olayda; mağdur hakkında beraat karan verilmesinin iftira suçunun oluşumu için tek başına yeterli olmadığı…iftira suçunun yasal unsularının oluşmadığı..”
İhbar ve şikayet hakkının bir sonucu olarak ve ihbarda bulunma yükümlülüğünün de etkisiyle, suçlu olarak kabul ettiği, öyle olduğuna inandığı kimse ile ilgili olarak, yetkili makamlara bildirimde bulunduğu takdirde fiili, hukuka uygun olacak ve iftira suçu oluşmayacaktır. Bayraktar a.g.m,s.187, Artuk-Gökçen-Yenidünya a.g.e.1033
İftirada fail, masum bir kimse hakkında doğrudan kast ile ihbar ya da şikâyette bulunmakta ve ona hukuka aykırı bir fiil isnat etmektedir. Failin, ileri sürdüğü isnadın gerçek olmadığını kesin olarak bilmesi zorunlu olduğundan gerek şekli gerekse maddi iftira açısından, failin kastı doğrudan kast olmalıdır. Bu nedenle, isnadın gerçek dışılığı konusunda olası kast (muhtemel-gayrimuayyen kast) suçun oluşması için yeterli değildir. Eğer fail, isnat ettiği fiilin objektif olarak gerçek dışı olmadığı düşüncesiyle ihbarda bulunmuşsa, olası kastla hareket ettiği için iftira suçundan söz edilemez. Artuk-Gökcen-Yenidünya, a.g.e.,s.1030.-Önder,a.g.e.,s.222.
Yakınma hakkını kullanan mağdurun suçsuz olduğunu bilerek suç yüklediği açıklanmadan hükümlülüğüne karar verilmesi yasaya aykırıdır.” 4. CD., 07.02.1991, 7639/677:
Failin şüpheye veya başkalarından duydukları doğrultusunda tahmine dayalı olarak suç isnat etmesi, iftira suçunu oluşturmaz. Yeter ki fail, isnadındaki makul karşılanabilir şüphesini, nedenleriyle birlikte açıklasın. Özbek-Doğan-Bacaksız, a.g.e.s.1157; Bkz.Y.15.CD.27.03.2019.E.2017/9257, K.2019/2924.
Failin belirli olay veya olgulardan yola çıkarak, isnat ettiği fiilin mağdur tarafından işlendiği inancı ve şüphesi ile ihbarda bulunması halinde iftira suçunun unsurları oluşmayacaktır. Y.8.CD.09.09.2020.E.2018/7224, K.2020/15289
İftira suçun amacı, adaleti ALDATILMAKTAN, İTİBAR KAYBETMEKTEN,YANLIŞ YOLA SEVKEDİLMEKTEN korumaktır. Kişi ve adliye birlikte korunurken adli faaliyetin korunması daha önemli ve ağırlıklı sayıldığından adliyeye karşı suçlarda düzenlenmiştir. (Soyaslan,Doğan;Ceza Hukuku Özel Hükümler,Yetkin Yayınları,Ankara,2014 s.783)
İhbar ve şikayetin Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından işlem yapılmasını gerektiren bir fiil dolayısıyla yapılması zorunludur. (Öner s.1148)
Suç (Cezai Yaptırım) veya idari yaptırım gerektiren eylem resen soruşturuluyor ise herhangi bir kişi, şikayete bağlı olarak soruşturuluyor ise şikayet hakkı olan kişiler dışındakiler tarafından soruşturma ve kovuşturma makamlarına veya yetkili organlara bildirilmesine ihbar adı verilir.(Ünver s.54) 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 4/3.maddesinde memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikayetler için istisna getirilmiştir. İhbar ve şikayetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması, kişi ve olayı belirtmesi, iddiaların ciddi bulgu ve belgelere dayanması, ihbar ve şikayet dilekçesinde dilekçe sahibinin doğru ad, soy ad ve imzası ile iş veya ikametgah adresinin bulunması zorunluluğu bulunmaktadır. Belirtilen şartların bulunmadığı ihbar ve şikayetler de cumhuriyet başsavcıları ve izin vermeye yetkili makamlar tarafından işleme konulmayacaktır. Bu şartları taşımayıp İŞLEME KONULMAYAN ihbarlarda diğer şartlar bulunsa bile İFTİRA SUÇU OLUŞMAYACAKTIR.(Tezcan ve diğerleri.s.893)
Göreviyle bağlantılı olarak, kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini öğrenen kamu görevlisi bu durumu yetkili makamlara bildirmekle yükümlüdür (TCK md. 279). Bundan dolayı görevleriyle bağlantılı olarak kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren suçlarda tüm kamu görevlileri yetkili makamdır. Kamu görevlileri, görevlerini yaptıkları sırada ve göreve ilişkin olarak bir suçun işlendiğini öğrendiklerinde bunu yetkili makamlara bildirmekle yükümlüdürler. Bu açıdan hukuk mahkemelerinde sosyal inceleme raporu yazacak olan uzman kişiye asılsız isnatlar içerecek beyanlar da iftira suçunda sebebiyet verir zira uzman kişinin hazırlayacağı rapor ilgili mahkemesine gönderilir. Mahkemeler, savcılıklar, kolluk merkezleri, valilik, kaymakamlık, elçilik ve konsolosluklar yetkili makam sayılırlar. (ARTUK-GÖKÇEN-YENİDÜNYA: Ceza Hukuku, s. 742.) Bildirim yükümlülüğü olan makamlar, iftira suçu açısından “yetkili makam” sayılırlar. Adliyeye ya da idari makama, yapılan ihbar ya da şikâyeti iletmekle yükümlü olmayan makamlara yapılan ihbar ya da şikâyetlerde, bu suç oluşmaz.(İftira ve Suç Uydurma Suçları, Akif Yıldırım)
HSK İDARİ SÜREÇ: ”Müfettiş veya muhakkik, inceleme neticesinde ulaştığı deliller ışığında soruşturma izninin verilmesinin gerekli olup olmadığı yönündeki kanaatini içeren fezlekeyi düzenleyerek Kurulun ilgili Dairesine gönderecektir.
Müfettiş veya muhakkik yapılan incelemenin neticesinde;
- İhbar ya da şikâyetin konusunu doğrulayan bir delil elde edilememişse, soruşturma izni verilmesine yer olmadığına;
- Şikâyet konusunu doğrulayan delil elde edilmişse, ilgili hakkında soruşturma izni verilmesine, dair düşünce yazısını içeren fezlekesini Daireye sunar. İnceleme aşamasında henüz soruşturma başlamadığından hakkında inceleme yapılan hakimin ya da savcının savunması alınamaz. (Baş, s.339-HAKİM ve SAVCILAR HAKKINDAKİ SUÇ SORUŞTURMA ve KOVUŞTURMALARINDA UYULACAK USUL ve ESASLAR , Dr. Bahattin Aras,sy.221-225,-Kılınç, s.131-136)
Müfettiş veya muhakkik tarafından gerçekleştirilen araştırmanın ve incelemenin neticesinde, soruşturmaya geçilmesine gerek görülmemesi halinde, ilgili Daire tarafından soruşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilir. İhbar ve şikâyetin işleme konulmamasına ya da araştırma ve inceleme neticesinde soruşturma izni verilmesine yer olmadığına dair işlem tesis edilmesi durumunda, yapılan işlem sonucu hakkında, fiilden zarar gören şikâyetçiye, başvurabileceği kanun yolları ve süresi gösterilmek üzere bilgi verilirken fiilden zarar görmeyen ihbarcılara ise bilgi verilmez. Kamu kurum ve kuruluşlarından gelen ihbar yazılarında bilgi talep edilmesi halinde, yalnızca yapılan işlem hakkında bilgi verilir. Gerçekleştirilen araştırma ve inceleme neticesine göre soruşturmaya geçilmesine gerek görülmesi halinde Birinci Daire tarafından teklifte bulunularak, Kurul başkanından soruşturma yapılması için izin alınır. Kılınç, s.131-136; Baş, s.339-340. Hakim ve savcılar hakkında yapılacak ihbar ve şikayetlerin işleme konulabilmesi için 2802 sayılı Kanun’un 97. maddesindeki düzenlemeler uyarınca şekil ve esas bakımından belli hususları içermesi gerekmektedir .Bu madde de belirtilen hususların varlığının tespiti halinde dilekçe işleme konulacaktır. Aksi takdirde dilekçe işleme konulmayacaktır. Bu bağlamda öncelikli olarak yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatına zarar görmemesi bakımından hakim ve savcılar hakkında yapılan şikayetlerin somut delille desteklenmesi gerekmektedir. Burada verilecek olurun inceleme konusu olayı ve kişiyi kapsayacak şekilde verilmesi yeni bir kişi ortaya çıktığında ise yeniden olur alınması gerekir. Şayet izin alınırsa evrak gereği yapılmak üzere HSK Teftiş Kuruluna ya da kıdemli bir muhakkike tevdi edilir. Burada görevlendirilen muhakkik hakim ya da savcılar, adalet müfettişlerinin sahip oldukları yeminli tanık dinleme, gerektiğinde istinabeye başvurabilme gibi yetkilere sahiptir Müfettiş veya muhakkik incelemesi başvuranın dilekçesindeki veya alınan beyanındaki iddialar kapsamında yapacaktır. İnceleme ve araştırma aşamasında öncelikle ihbar eden ya da şikâyette bulunan dinlendikten sonra bildirilen delillerle birlikte müfettiş veya muhakkik tarafından tespit edilen delillerin toplanması aşamasına geçilir. Bu aşamada tanıkların ifadesi alınacak ve gerekli diğer evrak ve dokümanlar toplanıp incelenecek ve tutanağa bağlanacaktır. Kurul müfettişleri söz konusu görevlerini yerine getirirlerken; yapacakları araştırma, inceleme ve soruşturmalarda, lüzum gördükleri kimseleri yeminli dinleyebilirler, gerektiğinde istinabe yoluna başvurabilirler, sübut delilleri ile gereken bilgileri kamu kurum, kurul ve kuruluşlarından doğrudan toplayabilirler. Yapacakları inceleme ve soruşturmalarda, 6087 sayılı Kanun tarafından verilen yetkilere ek olarak CMK’ya göre işlem yapabilirler; kanunlarda kendilerine ve Cumhuriyet savcısına, soruşturmanın yürütülmesiyle ilgili tanınan tüm yetkileri kullanabilirler. Ancak CMK’da gecikmesinde sakınca bulunan hâllere ilişkin olmak üzere Cumhuriyet savcısına tanınan yetkiler (arama, elkoyma, iletişimin denetlenmesi gibi) bu kapsam dışındadır. Söz konusu hallerde mutlaka hakim kararı gereklidir. Çakmak, s.121; Baş, s.340. 6087 sayılı Kanun’un 9. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca görevlerinden dolayı veya görevleri sırasındaki suç soruşturması ile disiplin soruşturma ve kovuşturması sonucu hakkında karar vermek yetkisi Kurul İkinci Dairesine aittir. Buna göre soruşturma dosyasının Birinci Daire tarafından İkinci Daireye gönderilmesi üzerine Dairece, soruşturma konusu fiilin (eylemin)/isnadın, disiplin bakımından ya da cezai bakımdan kovuşturmayı gerektirir nitelikte olup olmadığı değerlendirilecektir. Eğer disiplin bakımından ya da cezai bakımdan kovuşturmayı gerektirir nitelikte olmadığı kanısına varılırsa 2802 sayılı Kanun’un 87. maddesi uyarınca soruşturma evrakının işlemden kaldırılmasına karar verilecektir. Buna karşılık Daire fiilin disiplin bakımından ya da cezai bakımdan kovuşturmayı gerektirir nitelikte olduğu kanaatinde ise cezai bakımdan kovuşturma izni verecek ve dosya aslını bir bütün halinde kovuşturma işlemleri için ilgili savcılığa gönderirken disiplin işlemlerine esas olmak üzere dosyanın bir suretini Dairede tutacaktır. Tamamı yüksek hakim ve hukukçulardan oluşan HSK ‘nın herhangi bir isnad/ihbar veya şikayet üzerine etkin bir araştırma, soruşturma yapmaksızın ve somut delil elde etmeksizin muhatap hakkında idari yaptırım uygulaması düşünülemez. Maddi hata teşkil eden Mor beyin (Bylock) dışında, Fetö Terör Örgütüyle ilgili verilen meslekten ihraç ve sonradan göreve iade kararlarında, kişiler hakkında bir kısım somut delillerin bulunduğu ancak bu delillerin şahsın görevini devam ettirmesine sakınca teşkil etmediği ve belirli yoğunluğa ulaşmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Aksi hal, HSK nın keyfi idari yaptırım kararları uyguladığı sonrasında bu kararlarından döndüğü sonucunu çıkarır ki uygulama bu şekilde değildir. Bu halde ihbar veya şikayette bulunanın isnadının dayanaksız ve gerçek dışı olduğunun anlaşılması gerekçesiyle iade kararı verildiği hususu ispatlanamadığı sürece, iftira suçu da oluşmayacaktır.
2802 sy Yasa md 97: Madde 97 – (Değişik: 22/12/2005 – 5435/34 md.)
Hâkim ve savcılar hakkında;
a) Belli bir konuyu içermeyen veya somut delile dayanmayan,
b) Başvuru sahibinin adı, soyadı, imzası ile iş veya yerleşim yeri adresi ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası bulunmayan,
c) Daha önceden şikâyet konusu yapılıp sonuçlanan hususlarda yeni delil içermeyen,
d) Kanun yollarına başvuru sebebi olarak ileri sürülebilecek veya hâkimlerin yargı yetkisi ve takdiri kapsamında kalan hususlara ilişkin bulunan,
e) Akıl hastalığı sebebiyle vesayet altına alınanlar ile henüz vesayet altına alınmamış olmakla birlikte bu hastalığa duçar oldukları sağlık kurulu raporu ile belirlenenlerce verilmiş olan, İhbar ve şikâyetler işleme konulmaz. Ancak (b) bendinde yazılı şartları taşımayan ihbar ve şikâyetlerin somut delillere dayanması durumunda, konu hakkında gerekli araştırma ve inceleme yapılır.
Suç veya İdari yaptırım uygulanması sonucunu doğuracak asılsız isnatlarla iftira suçu oluşabilir. (İftira Suçu, Yasin Aydın,s.37)
İftira suçu için muhataba isnat edilen eylemin soruşturulabilir ve kovuşturulabilir ya da idari yaptırım uygulanabilir nitelikte bir eylem olması gerekir. (Öner s.1146)
Şeref ve haysiyeti ihlal eden fiil SUÇ ya da idari yaptırımı gerektirecek nitelikte değilse iftira suçu oluşmaz. Ancak bu eylemle hukuka aykırılık yoksunluğu nedeniyle TCK md 125 te belirtilen hakaret suçu oluşabilir. (Yıldırım s.53)
İftirada mağdurun masum olduğunun ya da isnat edilen fiilin asılsız olduğunun fail tarafından KESİN olarak bilinmesi gerekmektedir. Şüphe ve Tahmine dayalı ihbarlar iftira suçunu oluşturmaz. (Önder s.288)
SOMUT BİR EYLEM İSNAT EDİLMEDEN, genel ifadeler kullanılan eylemin bir bütün halinde hakaret suçunu oluşturduğu gözetilmeden ayrıca iftira suçundan mahkumiyet kararı verilmesi…(Yargıtay 8.CD.10.12.2019 T.2017/11341 E.2019/14605 K.)
(SUÇ TEŞKİL ETMEYEN (SORUŞTURULABİLME-KOVUŞTURULABİLME) veya İdari Yaptırım UYGULANMASI OLANAKLI OLMAYAN İSNAT İFTİRA SUÇUNU OLUŞTURMAZ. ) İftira suçunun oluşabilmesi için, yetkili makamlara ihbar ve şikayette bulunularak işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat edilmesinin gerektiği, sanığın Uşak Başsavcılığına verdiği 12.05.2012 tarihli dilekçesinde; bir süre birlikte kaldığı katılanın evinde kalan bir kısım eşyalarını alamadığı yönündeki iddiasının suç teşkil etmemesi ve katılan hakkındaki Uşak Başsavcılığının 26.05.2012 tarihli KYOK kararındaki gerekçeye göre iftira suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı halde sanığın beraati yerine mahkumiyetine hükmedilmesi…(Yargıtay 8.CD.17.10.2019 T.,2017/11113 E.,2019/12577 K.)
İftira edilmeseydi veya isnatta bulunulmasaydı yapılmayacak olan soruşturma ve kovuşturma yapılmakta, mağdur haksız yere bu süreçleri yaşamakta ve yargı asılsız bir olayla meşgul edilmektedir. İftira suçu ile yasa; bunların önüne geçilmesini hedeflemektedir. (Ünver Adliyeye Karşı Suçlar, İstanbul 2008,s.51,52.)
Fail mağdurun o fiili işlediğine ilişkin duyduklarını anlatmış, ya da belirli olay veya emareler nedeniyle duyduğu şüpheyi dile getirmiş ise, bilerek gerçeğe aykırı isnatta bulunma öğesinin gerçekleşmemesi nedeniyle beraat kararı verilmelidir. (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, s.8054)
SORUŞTURMA ve KOVUŞTURMA BAŞLATILMASINI GEREKTİREN BİR EYLEMİN İSNADI : Soruşturma ve kovuşturma kavramları 5271 sy CMK 2.maddesinde tanımlanmaktadır. Soruşturma ve kovuşturma bir suçun işlendiği iddiasıyla ilgili olarak adli makamlarca yürütülür. Bu nedenle isnadın SUÇ İSNADI olması gerektiği söylenmelidir. Suç, herhangi bir kanun hükmüyle yasaklanan ve ihlal edildiğinde yine kanunda belirtilen ve suçlara özgü yaptırımlarla karşılanan eylemlerin işlenmesidir.Soyut ve genel ifadelerden ibaret somut bir suç veya kabahate işaret etmeyen isnatlar iftira suçunu değil; hakaret suçunu oluşturabilir. (Şahbaz,İftira Suçu, s.496; Ünver, Adliyeye Karşı Suçlar,3.B.s.68, (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, s.8057-8056)
İhbarın 4483 sayılı yasa md.4/3 veya 2802 sy Hakimler Savcılar Kanunu’nun 97.maddesi gereğince, gerekli koşulları taşımaması nedeniyle herhangi bir inceleme, soruşturma yapılmaksızın , belge üzerinde işleme konulmama kararı verilmesi biçiminde sonuçlanması durumunda, İftira suçunun oluşmayacağı kabul etmek gerekir. (Gökcan/Artuç,Kamu görevlisi ve Özel Soruşturma Usulleri, 2.B Seçkin Yayınevi, Ankara, 2008, s.340,770-Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, s.8058)
İftira suçundan sanık ile müşteki arasında önceye dayalı husumet bulunmaktadır. Sanık müştekinin FETÖ üyesi olduğundan hareketle yetkili makamlara şikayet/ihbar etmiştir. Sanığın bu isnadı üzerine başlatılan adli soruşturma neticesinde müştekinin hiyerarşik bağ içerisinde çeşitlilik, süreklilik, yoğunluk teşkil eden eylemlerinin bulunmadığı, örgüte bilerek ve isteyerek yardım niteliğinde herhangi bir eyleminin de bulunmadığı anlaşılmakla, sempati ve iltisak boyutunu aşan örgüt üyesi olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetler tespit edilmediği gerekçesi ile KYOK veya Beraat kararı verilmiştir. Müşteki de örgüte sempati boyutunda bir kısım somut deliller ele geçirildiğinden sanığın isnadının anayasal şikayet ve ihbar kapsamında kaldığı kabul edilmelidir.T.C.YARGITAY SEKİZİNCİ CEZA DAİRESİ Esas : 2019/27999 Karar : 2020/17310 Tarih : 21.10.2020, Yargıtay 8. CD.2019/2785 E.2019/15933 K.26.12.2019 Tarih)
HSK TARAFINDAN KOVUŞTURMA İZNİ VERİLMESİ ve SUÇ DUYURUSUNDA BULUNULMASI : HSK ilgili dairesince SORUŞTURMA KONUSU FİİLİN cezai bakımdan kovuşturmayı da gerektirip gerektirmediği değerlendirilecektir. Eğer disiplin bakımından veya cezai bakımdan kovuşturmayı gerektirir nitelikte olmadığı kanısına varılırsa, 2802 sy Kanun’un 87.maddesi uyarınca soruşturma evrakının işlemden kaldırılmasına karar verecektir. Buna karşılık daire, soruşturma konusu fiilin disiplin bakımından veya cezai bakımdan kovuşturmayı gerektirir nitelikte olduğu kanaatinde ise cezai bakımdan kovuşturma izni verecek ve dosya aslını kovuşturma işlemleri için ilgili savcılığa gönderirken disiplin işlemlerine esas olmak üzere dosyanın bir suretini Dairede tutacaktır. ( Baş.s.343-344) İşleme konulmayan veya soruşturma-inceleme işlemi yapılmayan isnat ile ilgili olarak HSK nın ilgili CBS ye suç duyurusunda bulunması olanaksızdır.
NOT: 2802 sayılı Yasa’nın 76/3-4 maddeleri değiştirilmemiş olup halen yürürlüktedir. HSK ve Bakanlık İlgili Müdürlüğü genelge veya yönergesiyle yasama organı yerine geçilerek Yasa maddesine aykırı düzenleme yapılması hukuka aykırıdır. Yasa maddesi ilgili hükmü sadece disiplin cezası gerektirecek veya suç isnadı gerektirecek şekilde bir ayrıma gitmemiş olup, katılanın hakim veya savcı olması durumunda her suç isnadı aynı zamanda disiplin soruşturmasını da gerektireceğinden, bu gibi durumlarda Yasa ilgili maddelerine uyularak iftira suçu bakımından yürütülecek adli soruşturma sürecinde Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nden kovuşturma izni alınması zorunludur. Aykırı düzenleme ve uygulamalar hukuka ve yerleşik yargı içtihatlarına ters düşmektedir. Fetö/Pdy örgütüne ilişkin meslekten ihraç kararı verilebilmesi için örgüt ile irtibat veya iltisak yeterli görülmüştür. Pdy nedeniyle meslekten ihraç kararı disiplin işlemi niteliğinde olmayıp; olağanüstü tedbir niteliğindedir. İrtibat veya iltisak düzeyinin değerlendirilmesi yetkili kurumlara bırakılmıştır. Aile fertlerinin örgüt ile irtibat veya iltisakı gerekçesiyle meslekten ihraç kararı verilmesinde hukuka ayrık bir yön bulunmadığı içtihatlarda ifade edilmektedir. Katılanın hakim veya savcı olması durumunda isnadın ceza kovuşturmasını da gerektirmesi halinde soruşturmanın genel hükümlere göre yapılması gerektiğine dair Bakanlık uygulaması ve güncel yargıtay içtihatları bulunmaktadır. Ancak 2802 sy 76/3-4 fıkraları açık olup halen yasama organı tarafından değiştirilmediğinden, HSK , Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğü ve yargılama makamlarının zorlama yorumlarla yasa maddesinin ana işlevini ortadan kaldıracak nitelikte yeni uygulama geliştirmiş olmalarını uygun bulmadığımız gibi yasa’ya da açık aykırı olduğu kanaatindeyiz. Zira 2019 yılı ve öncesi yargıtay içtihatlarında da istikrarlı bir şekilde , disiplin cezasını gerektirir veya ceza kovuşturmasını gerektirir şeklinde bir ayrıma gidilmemiştir.
T.C.
DANIŞTAY
BEŞİNCİ DAİRE
Esas: 2017/2591
Karar: 2020/2335
Tarih: 15.06.2020Anayasa Mahkemesi 14/11/2019 tarih ve E:2018/89, K:2019/84 sayılı kararında iltisaklı kavramını ”kavuşan, bitişen, birleşen”, irtibatlı kavramını ise ”bağlantılı” olarak tanımlamıştır. Bu kavramlar ile kişilerin cezai sorumluluğunu gerektiren örgüte üyelik ve mensubiyet kavramlarına nazaran terör örgütleri ile daha az yoğun ve atipik bir bağlantının vurgulandığı açıktır. Bu kapsamda kişilerin terör örgütleri ile irtibat ve iltisaklarının ortaya konulabilmesi için, örgütün amaçlarının gerçekleştirilmesi ya da örgütten yarar sağlamak maksadıyla gerek örgütten gelen talimatlar doğrultusunda gerekse inisiyatif alarak bulundukları hal ve hareketler neticesinde örgüte veya kendilerine yarar sağladıkları ya da örgüt ile amaç birliği veya sosyal birliktelik görünümü içinde oldukları yönünde kanaat oluşması yeterli olacaktır.
Bu bağlamda, üstün bir kamu gücü yetkisi niteliğindeki yargı yetkisini kullanan yargı mensupları yönünden örgüt ile irtibat ve iltisak hususu değerlendirildiğinde, yetki ve nüfuzlarını kullanarak örgütün amaçlarını gerçekleştirmesi için ya da örgütün talimatları doğrultusunda kendilerine veya başkalarına yarar sağlamak için bir takım hal ve hareketlerde bulunmak suretiyle demokratik anayasal düzene sadakat yükümlülüklerini ihlal ettikleri yönünde bir kanaat oluşması halinde örgüt ile irtibat ve iltisaklarının bulunduğunu söylemek mümkün olacaktır.
Anayasa’nın 139. maddesinde hâkim ve savcıların görevlerinin sona ermesi sonucunu doğuran işlemler, disiplin cezaları ve meslekte kalmalarının uygun olmadığı yönünde verilen kararlar olarak ikiye ayrılmıştır. 24/02/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun “Hâkimlik ve savcılık görevlerinin sona ermesi” kenar başlıklı 53. maddesinde de disiplin cezası niteliğindeki meslekten çıkarma işlemi ile hâkimlik ve savcılık görevinin sona ermesi sonucunu doğuran diğer işlemler ayrı ayrı belirtilmiştir.
Dolayısıyla 667 sayılı KHK’nın 3. maddesi uyarınca hâkim ve savcıların meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin kararların, bu kişilere disiplin cezası verilmesine ilişkin kararlardan ayrı nitelikte olduğu konusunda duraksama bulunmamaktadır.
Dairemizin, Danıştay Başkanlığının internet sitesinde güncel kararlar başlığı altında yayımlanmış olan, 04/10/2016 tarih ve E:2016/8196, K:2016/4066 sayılı kararında da belirtilmiş olduğu üzere 667 sayılı KHK’nın 3. maddesi uyarınca terör örgütlerine veya MGK’ca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen yargı mensuplarının, “meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına” ilişkin kararlar, adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütleri ile millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan “olağanüstü tedbir” niteliğindedir.
Bu kapsamda, ülkenin içinde bulunduğu tehdidin ortadan kaldırılması ve bozulan kamu düzeninin ivedi şekilde yeniden tesis edilmesi amacıyla 667 sayılı KHK’nın 3. maddesi ile “terör örgütleri ile millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen yapılara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen” üstün kamu gücü yetkisi kullanma ayrıcalığına sahip bu kişiler hakkında uygulanmak üzere olağan dönemdeki yaptırımlardan farklı olarak olağanüstü nitelikte yeni bir tedbir getirilmiştir.
Anayasa’nın “Hâkimlik ve savcılık mesleği” kenar başlıklı 140. maddesine Danışma Meclisi tarafından yazılan gerekçede “… Adalet tevzii herşeyden önce güvenilir nitelikte olmalıdır. Bu hizmeti görenlerin tarafsızlıklarından şüphe edilmesi, hizmetin tam olarak yerine getirilmiş olduğunun kabulüne engeldir. Bu itibarla görevlerinde özel hayatlarında tarafsızlıklarına dair bir davranışta bulundukları sanısını verecek hareketlerden sakınmak zorundadırlar.” denilmektedir.
Bu bağlamda, yargı mensuplarının sadakat yükümlülüğü memurlardan farklı olarak “bağımsızlık” ve “tarafsızlık” ilkeleri çerçevesinde hukuk devletine ve demokratik anayasal düzene sadakat yükümlülüğü olarak ortaya çıkar.
Üstün bir kamu gücü yetkisi niteliğindeki yargı yetkisini kullanan hâkim ve savcıların, Anayasa gereği tarafsız ve bağımsız olarak görev yapmaları, Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm vermeleri ve anayasal düzene sadakat göstermeleri, hukuk devletinde demokratik toplum düzeninin korunması açısından büyük önem arz etmektedir.
FETÖ’ye İlişkin Tespit ve Değerlendirmeler:
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/09/2017 tarih ve E:2017/16.MD-956, K:2017/370 sayılı kararında; FETÖ’nün, paravan olarak kullandığı dini, din dışı dünyevi emellerine ulaşma hâline getiren; siyasi, ekonomik ve toplumsal yeni bir düzen kurma tasavvuruna sahip örgüt liderinden aldığı talimatlar doğrultusunda hareket eden; bu amaçla öncelikle güç kaynaklarına sahip olmayı hedefleyip güçlü olmak ve yeni bir düzen kurmak için şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen; bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalışarak ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlenen, bir yandan da kendi mensubu olmayanları düşman olarak görüp mensuplarını motive eden; “Altın Nesil” adını verdiği kadrolarla sistemle çatışmak yerine sisteme sahip olma ilkesiyle Devlete tabandan tavana sızan; bu kadroların sağladığı avantajlarla Devlet içerisinde belli bir güce ulaştıktan sonra hasımlarını çeşitli hukuki görünümlü hukuk dışı yöntemlerle tasfiye eden;böylece devlet aygıtının bütün alt bileşenlerini ünite ünite kontrol altına almayı ve sisteme sahip olmayı planlayıp ele geçirdiği kamu gücünü de kullanarak toplumsal dönüşümü sağlamayı amaçlayan; casusluk faaliyetlerini de bünyesinde barındıran atipik/suigeneris bir terör örgütü olduğu belirtilmiştir.
1970’li yıllardan itibaren özellikle, mülkiye, adliye, emniyet, millî eğitim ve TSK içerisinde kadrolaşmaya giden FETÖ liderinin vaaz, röportaj ve kitaplarında bulunan ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun anılan kararında da yer alan “Esnek olun, sivrilmeden can damarları içinde dolanın!”, “Bütün güç merkezlerine ulaşıncaya kadar hiç kimse varlığınızı fark etmeden sistemin ana damarlarında ilerleyin!”, “Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephemize çekeceğimiz ana kadar her adım erken sayılır. …bunca kalabalık içinde ben bu dünyayı ve düşüncemi sözde mahremiyet içinde anlattım. …sırrınız sizin sırrınızdır. Söylerseniz siz esir olursunuz.”, “Bir gün bana Ankara’da bin evimiz olduğunu söyleyin, devletin paçasından şöyle bir tutacağım, devlet uyandığında yapacağı hiçbir şey kalmayacak” şeklindeki sözleri bu suigeneris örgütün, Devleti ele geçirme gayretlerinin somut talimatları olarak ortaya çıkmıştır.
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 08/06/2018 tarih ve E:2016/238, K:2018/128 sayılı kararında ise FETÖ’nün yargı yapılanmasına ilişkin şu tespitlere yer verilmiştir:
Örgütün hakim, savcı yapılanması bölgelere ayrılmış olup …bölgelerden sorumlu kişilere bölge abisi veya bölge ablası denilmektedir. Her bölgenin 8-10 evi kapsadığı, örgüt mensupları arasında farklı sohbet grupları ve bu gruplardan sorumlu örgüt imamı bulunmaktadır. …Örgüt üyesi hakim, savcıların sicil numaralarına veya mesleğe başlama aşamasında, adalet akademisindeki dönemlerine göre ayrı ayrı devre ve sicil numarası içerisinde gruplandırmaların yapıldığı, T1, T2, T3, T4, T5 şeklinde belirli sicil aralıklarını kapsayan hakim, savcıların gruplandırılarak taşra ve devre yapılanması oluşturulmuştur. Her grupta kendi içerisinde hakim, savcı sayılarına göre 3-5 kişilik sohbet gruplarına ayrılmıştır. …Örgüt tarafından örgüt üyesi ile yapılan görüşme sonrasında hakim, savcı olması kararlaştırılan örgüt üyeleri sınavlara hazırlanmak üzere örgüte ait Ankara’daki örgüt evlerinde sınava çalıştırılır. Bu örgüt evinin masraflarının örgüt tarafından karşılandığı ve sınava çalıştırılacak kişiler dışında başka kimsenin bu evlere giremediği anlaşılmıştır.Bu örgüt evlerinde hakimlik, savcılık sınavına girecek örgüt üyeleri sınavlara hazırlanmakta olup deneme sınavlarının yapıldığı ayrıca sınav sorularının örgüt tarafından yasal olmayan yollardan ele geçirilip bu evlerde sınavdan bir kaç gün önce örgüt mensubu abi veya ablalar tarafından örgüt üyelerine verilmiştir. Örgüt üyelerine cevapları işaretlenmiş soru kitapçıkları verilerek bunları ezberlemelerinin sağlandığı, bu şekilde örgüt üyelerinin sınavları kazanmalarının sağlandığı anlaşılmıştır. Yazılı sınavı kazanan örgüt üyeleri murakıplarca tekrar eve çağrılarak mülakat için hazırlanmakta mülakatta nasıl davranacaklarının öğretilmektedir. Ayrıca örgüt tarafından kendilerine referans bulunacağı veya kendilerinin referans bulmaları söylenmektedir. Mülakat sınavını kazanan ve hakim, savcı adayı olan örgüt üyeleri mülakattan sonra tekrar murakıplar tarafından örgüt evlerine çağrılarak staj aşamasında hangi evde kalacakları, ev sorumlularının kim olacağı anlatılarak, bu şekilde staja başlayan örgüt üyesinin staj döneminde de örgüt tarafından takibi yapılmaktadır. Staj aşamasında örgüt üyelerinin deşifre olmamaları için beşer kişilik gruplar halinde, masrafı örgüt tarafından karşılanan ev tutmaları sağlanmaktadır. Her ev için bir sorumlu tayin edilmektedir. Adaylık sürecini tamamlayıp ataması yapılan örgüt üyesi hakim, savcıların örgüt tarafından takibine devam edildiği, sürekli irtibat kurularak bunların örgüte bağlılıkları sağlanmaktadır. Ataması yapılan örgüt mensubu hakim, savcının ilk maaşlarının tamamı örgüt tarafından alınmaktadır. Daha sonraki aylarda ise bekarlardan %15, evlilerden %10, en az 3 çocuğu olanlardan ise %5 oranında himmet toplanmaktadır. Bekar olan örgüt mensubu hakim, savcıların örgüt için önemli stratejik kurumlarda görevli örgüt üyeleri ile veya aynı meslekteki örgüt üyeleri ile evlenmelerinin teşvik edildiği ve katalog evlilikler yaptırıldığı anlaşılmıştır…
Örgüt tarafından hakim, savcılara yönelik adaylık dahil tüm süreçlerde yabancı dil, yüksek lisans, doktora eğitimi, yurt dışı gezileri, mesleki ve kişisel programlar düzenlenmek suretiyle örgüt üyesi hakim, savcılar emsallerine göre daha donanımlı hale getirilmektedir. Örgüt mensupları hak etmedikleri halde yurt içi ve yurt dışı yüksek lisans ve doktora programlarına yerleştirilmişlerdir…
HSYK ve Ad[a]let Bakanlığı Teftiş Kurulunda görev yapan örgüt mensubu müfettişlerce yapılan teftişlerde örgüt üyesi olan hakim, savcılarla örgüt üyesi olmayan hakim, savcılar farklı muameleye tabi tutulmakta, örgüt üyesi hakim, savcılara hak etmedikleri halde yüksek notlar ve olumlu siciller verilmekte, örgüt üyesi olmayan hakim, savcılara ise vasat veya düşük notlar verilmekte, sicilleri bozulmaktadır
Örgüt üyesi hakim ve savcılar görev yaptıkları yerlerde görevleri nedeniyle öğrendikleri önemli bilgiler ile soruşturma ve dava dosyalarında gördükleri örgüt için önem taşıyabilecek konuları gerek adliye gerekse il veya ilçede önemli görevlerde bulunan kişiler ile ilgili topladıkları bilgileri toplantılarda örgüt sorumlusu abiye iletmektedirler. Menfi takip heyeti denilen bir grup tarafından örgüt üyelerinden toplanan bu bilgiler değerlendirilmekte, neticesine göre yapılacak işlemler kararlaştırılmaktadır…
Örgüt mensubu hakim, savcıların deşifre olmasının önüne geçmek amacıyla örgüt üyesi hakim, savcıların çocuklarını örgüte ait olan okullara göndermemelerine karar verilmesi halinde örgüt üyesi hakim, savcı çocuklarının eğitimleri ile ilgilenilmesi, ayrıca ideolojik eğitim verilmesi için eğitim birim adıyla ayrıca bir birim kurulmuştur. Bu birim sorumlusu Yargıtay Üyesi olarak görev yapan örgüt üyelerinden seçilmektedir…
Örgüt faaliyetlerinin bir çoğunda gizlilik esas alınmasına karşın örgüt tarafından HSYK seçimlerine verilen önemden dolayı bu dönemde örgüt mensuplarının deşifre olmayı göze alarak seçimlerde tüm il ve ilçeleri kapsayan adliye ziyaretleri, ev ziyaretleri ve yemek organizasyonları düzenlemişlerdir. Sözde bağımsız örgüt üyesi adaylarının seçim gezilerine birlikte katılmışlardır. Örgütün 2014 yılı HSYK üye seçimlerinde gerek YARSAV listesi, gerekse bağımsız aday adı altında aday göstererek yargı içerisinde alternatif bir yargı gücü kuracak şekilde örgütlü olduğu anlaşılmıştır…”
Öte yandan Dairemizde derdest olan dava dosyalarında yukarıda belirtilen tespitleri destekler mahiyette, FETÖ’nün niteliğine ilişkin aşağıdaki beyanların yer aldığı görülmüştür:
Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan M.Ü.ye ait Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 21/10/2016 tarihli ek sorgulama tutanağı: “…Şunu söylemem gerekiyor ki cemaat farklı sınav evlerinde kalan şahısları birbiriyle tanıştırmaz. …Bu yapı sizi asla boşta bırakmaz, yani üniversiteden mezun olduğunuzda sınav çalışma eviniz hazırdır, sınavı kazanınca mülakat referans listeniz hazırdır, bunların her aşamasından sorumlu olan kişiler vardır. …Kural olarak bu yapı gizlilik üzerine kurulu olduğundan bir evde kalan diğer evde kalan kişileri tanımazdı. Ama biz bazen tanıştığımızda kimin bizden olduğunu hissediyor ve anlıyorduk. Biz staja başladıktan sonra bize yavaş yavaş tedbire riayet etmemiz hususu anlatılmaya başlandı. …bu yapıda ciddi bir hiyerarşi söz konusuydu. Ben maaşımın bekarken %15’ini, evlendikten sonra ise %10’unu cemaate himmet olarak verdim. …Evde kalan kişi sadece ev abisini tanır. Kıdemsiz birinin üst abileri tanıma şansı yoktur. Staj esnasında bize namazınızı gizli kılın gerekirse zorunlu hallerde namazlarınızı cem edin diyorlardı.
Ramazan orucunuzu tutun ancak gerekirse oruç tutmuyormuş gibi davranın diyorlardı. Ramazan orucunuzu tutun ancak gerekirse oruç tutmuyormuş gibi davranın diyorlardı. Bunun haricinde önemli bir husus da bize evliliğin faziletleri anlatılıyordu. …Evlilikten sorumlu abi, evlendirmeyi düşündüğü erkeğe gelerek erkekten bir vesikalık fotoğraf ve bir CV ister, devamında bu CV’yi ve fotoğrafı bir havuza atardı. Aynı işlemi bayanlar için de yapıyorlardı. Devamında evlilikten sorumlu abi kendince uygun gördüğü eş adaylarını birbirleriyle tanıştırıyordu.”
Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan A.A.ya ait Kilis Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünce düzenlenen 23/06/2017 tarihli şüpheli ifade tutanağı: “17-25 Aralık süreci sonrası örgütün sivil imamı Erdal kod adlı şahsın katıldığı …bir toplantıda sivil imam adlicilere hitaben ‘elinizde …siyasal iktidara ilişkin yolsuzluk ihale usulsüzlüğü vs. gibi ses getirecek dosya varsa, bu tarz ses getirecek dosyaları bekletmeyin, hemen davasını açın.’ dedi. …Örgüt mensuplarının deşifre olmasını önlemek için tedbir ya da ruhsat diye tabir edilen yöntemler uygulanmaktaydı. Bu kapsamda örneğin; cuma namazına gitmememiz, adliyede namazları ima ile (göz ile) kılmamız, eğer mümkünse namaz vakti yetişiyorsa namazları cem ederek (birleştirerek) evde kılmamız, ramazan ayında eğer belli olacaksa oruç tutmamamız ve gerektiğinde alkol almamız talimatlandırılmıştı. …Bizim mezuniyet balomuzda, o dönemki yargı bürokrasisinin hassasiyeti de gözetilerek protokol masalarından görülecek açıdaki ön sıra masalara hep örgüt üyeleri oturtulmuş ve bunlara alkol almaları talimatlandırılmıştı diye biliyorum. …Seçim [2014 HSYK seçimi] süreciyle ilgili son olarak belirtmek istediğim, örgütün ByLock üzerinden birbirleriyle haberleşerek Facebook’taki hâkim-savcı gruplarında ya da adalet.org’da organize bir şekilde hareket ederek bağımsız aday tanıtımlarının altına adayı övücü, parlatıcı, adayı ön plana çıkartıcı yorumlar yapılmasının sağlanmasıydı. Buna örnek olarak bir olay anlatayım; R.Ş. mahkemede yanıma gelip bana telefonundaki ByLock mesajını okuttu. Yazının içeriğinde; –Tüm arkadaşların dikkatine, şu gün şu saatte Facebook’taki hâkim savcı gruplarında ve adalet.org’da ‘[İ.Ç.] Gerçeği’ isimli bir paylaşım yapılacaktır. Paylaşımın altına bağımsız aday [İ.Ç.]yi övücü yorumlar yapıp destekleyelim.– …Görüldüğü üzere örgüt sosyal medyada organize bir şekilde hareket ederek seçimde başarılı olmayı amaçlamıştır. …FETÖ yargı mensuplarını T1, T2, T3, T4, T5 üst başlığı/ tasnifi adı altında grup grup, hücre tipi yapılandırılmıştır. T3’teki bir kişinin ekstra bir tanışıklık yoksa diğerlerini bilmesi mümkün olmadığı gibi, yine T3 altında yer alan grupların da birbirini tanımaması genel kuraldır. Tedbir denilen gizlilik kurallarına riayet edilerek bu gizliliğin sağlanması amaçlanmıştır.Ama özellikle Ankara’da staj döneminde bu gizliliği sağlayamadılar. Bir çok farklı gruba mensup kişi birbirlerini bir şekilde tanıdı veya başkasından duymak suretiyle öğrendi. Ancak tedbire son derece riayet edenler kendilerini gizleyebilmiştir.”
Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan M.Ö.ye ait Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 18/10/2016 tarihli sorgulama tutanağı: “Taşra yapılanmasında o dönemki adı ile cemaatin bu yapılanması profesyonel olarak yürütülüyordu. 2002 yılından itibaren taşra yapılanması kendi içerisinde T1, T2, T3, T4, T5 şeklinde bölümlere ayrılmıştı. (“T” taşra anlamına gelen yapılanmayı simgelerdi). T1 grubu 39 bin sicilden daha önce gelenlerdi. T2 grubu 39 bin, 42 bin sicillileri, T3 grubu 92 bin 109 bin arası sicillileri, T4 grubu daha sonraki sicillileri,T5 grubu 125 bin ve sonraki sicillileri ifade ederdi.”
Sonuç olarak FETÖ’nün, yıllar itibarıyla takiye (olduğundan farklı görünme) esasına dayanan uzun vadeli bir projenin aşamalarını izleyerek kurduğu strateji doğrultusunda, kamu kurumlarında ve yargı organlarında demokratik devlet düzeninden ayrıksı ve ona paralel şekilde teşkilatlanmak suretiyle ülkenin bağımsızlığını, bütünlüğünü ve demokratik hukuk devletini tehdit edici, anayasal düzene sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışlar gösteren bir yapılanma hâline geldiği anlaşılmaktadır. Nitekim bu yapılanma tarafından 15 Temmuz 2016 gecesi anayasal düzene, demokratik kurumlara ve bizatihi Türk Milletine karşı darbe teşebbüsünde bulunulmuştur.
Darbe teşebbüsünün bertaraf edilmesini takip eden günlerde, söz konusu kalkışmaya dâhil olan kişilerin telefon konuşmaları ve mesajları ortaya çıkmıştır. Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri (B. No: 2016/22169, 20/06/2017) kararında da yer alan, darbe teşebbüsünün şüphelilerinden olan Komiser Yardımcısı E.G.nin telefonunda bulunan mesajlar bunlara örnek teşkil etmektedir. E.G.nin telefonunda, “önemli, durum kötü, çok acil duyuru. tüm il ve ilçe imamlarını, abilere, ablalara, kurum imamlarına iletin, tüm hizmet mensupları darbeyi şiddetle kınayan açıklama yapsın, meydanlara inip kendisini kamufle etsin, resim çekilip sosyal medyada yayınlasın, demokrasi, seçilmiş irade falan desinler, ama fazla da asla muhterem hoca efendinin adı geçmesin açıklamalarda, hepimizi alabilirler, herkes darbeden haberim yok TV’de gördüm ilk kez desin, asla hükümete ve Tayyibe karşı olumsuz bir paylaşım yapmayın, bu gurubu kapatıyorum şimdi” şeklinde mesajların bulunduğu tespit edilmiştir.
Bu durumda, demokratik kurumlara ve demokratik toplum düzeninin bizatihi kendisine karşı yapılan darbe teşebbüsü sonrasında, bahse konu teşebbüsün faili olan FETÖ ile iltisak ve irtibatı olduğu gerekçesiyle hakkında tesis edilen dava konusu kararlar ile yargı mensubu olarak görev yapması nedeniyle üstün kamu gücü ayrıcalığına sahip olan davacının, meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına karar verilmesi suretiyle özel hayatına saygı hakkına yapılan müdahalenin, AİHS ve Anayasa anlamında durumun gerektirdiği ölçüde bir tedbir olduğu anlaşılmıştır.
Sonuç olarak :
Dava dosyasında bulunan bilgi ve belgeler ile yukarıda yer verilen açıklamalar bir bütün olarak değerlendirildiğinde; davacının, FETÖ ile iltisak ve irtibatının olduğu ve bu nedenle demokratik anayasal düzene sadakat yükümlülüğünü ihlal ettiği anlaşıldığından dava konusu kararlarda hukuka aykırılık görülmemiştir.
T.C.
YARGITAY
4. CEZA DAİRESİ
E. 2006/536
K. 2007/3840
T. 25.4.2007• İFTİRA ( Sanığın Katılanların Kendisini Tehdit Ettiklerine Dair Şikayeti Üzerine Katılanlar Hakkında Kanıt Yetersizliğinden Verilen Kovuşturmasızlık Kararlarının Sanığın Suçu İşlediğine İlişkin Yeterli Kanıt Sayılmayacağı )
• KOVUŞTURMASIZLIK KARARI ( Sanığın Katılanların Kendisini Tehdit Ettiklerine Dair Şikayeti Üzerine Katılanlar Hakkında Kanıt Yetersizliğinden Verilen – Sanığın İftira Suçunu İşlediğine İlişkin Yeterli Kanıt Sayılmayacağı )
• TEHDİT ( Sanığın Katılanların Kendisini Tehdit Ettiklerine Dair Şikayeti Üzerine Katılanlar Hakkında Kanıt Yetersizliğinden Verilen Kovuşturmasızlık Kararlarının Sanığın İftira Suçunu İşlediğine İlişkin Yeterli Kanıt Sayılmayacağı )
4483-1/m.1
5237/m. 267ÖZET : Sanığın katılanlardan O. hakkında verdiği şikayet dilekçesi üzerine 4483 sayılı yasa gereğince soruşturma yapıldığı ve halen Antalya İdare Mahkemesince verilecek kararın beklenildiği, bu nedenle sanığın katılanların kendisini tehdit ettiklerine dair şikayeti üzerine katılanlar hakkında kanıt yetersizliğinden verilen kovuşturmasızlık kararlarının sanığın iftira suçunu işlediğine ilişkin yeterli kanıt sayılmayacağı ve anayasal şikayet hakkını kullandığı gözetilmeden, yasal temelden yoksun gerekçeyle hüküm kurulması, yasaya aykırıdır.
DAVA : Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:
KARAR : Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi:
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
Dosya içerisinde bulunan 11.05.2005 tarihli dosya inceleme tutanağından da anlaşılacağı üzere sanığın katılanlardan O. H hakkında verdiği şikayet dilekçesi üzerine 4483 sayılı yasa gereğince soruşturma yapıldığı ve halen Antalya İdare Mahkemesince verilecek kararın beklenildiği, bu nedenle sanığın katılanların kendisini tehdit ettiklerine dair şikayeti üzerine katılanlar hakkında kanıt yetersizliğinden verilen kovuşturmasızlık kararlarının sanığın iftira suçunu işlediğine ilişkin yeterli kanıt sayılmayacağı ve anayasal şikayet hakkını kullandığı gözetilmeden, yasal temelden yoksun gerekçeyle hüküm kurulması,
SONUÇ : Yasaya aykırı ve sanık Murat Yaka’nın temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 25.04.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2005/4-17
K. 2005/33
T. 22.3.2005
• İFTİRA SUÇU ( Failin Suçsuz Olduğunu Bildiği Bir Kimseye Suç Atması – Oluşması İçin Şikayet veya İhbarın Adliyeye Yahut Keyfiyeti Adliyeye Tevdie Mecbur Bir Makama veya Yasal Takip Yapacak veya Yaptırabilecek Bir Mercie Yapılmış Olması Gereği )
• İHBAR VE ŞİKAYET ( Failin Suçsuz Olduğunu Bildiği Başka Deyişle Suçsuzluğunda Kuşku Bulunmayan Kimse Aleyhinde Yapılmış Olması Gereği – İftira )
• İFTİRA İSNADINDAN RÜCU ( İftira Suçunun Oluştuğunun Kabulü Bakımından Tek Başına Yeterli Bir Kıstas Olmadığı – Zira İftira Suçunun Faili İhbarın Asılsızlığının Anlaşılması veya Pişmanlık Duyması Gibi Nedenlerle İsnadından Rücu Edebileceği )
• İFTİRA SUÇUNUN TESPİTİ ( İftira Suçu Failinin Suçsuz Olduğunu Bildiği Bir Kimseye İhbar veya Şikayet Suretiyle Suç İsnat Edip Etmediğinin Belirlenmesi Gereği )
765/m.285
ÖZET : TCY.nın 285. maddesinde düzenlenen iftira suçu, failin suçsuz olduğunu bildiği bir kimseye suç atmasıdır. Bu suçun oluşması için, şikayet veya ihbarın adliyeye yahut keyfiyeti adliyeye tevdie mecbur bir makama veya yasal takip yapacak veya yaptırabilecek bir mercie yapılmış olması gerekir.
İhbar veya şikayet, failin suçsuz olduğunu bildiği, başka deyişle suçsuzluğunda kuşku bulunmayan kimse aleyhinde yapılmış olmalıdır. Bu bakımdan, gerçekte işlenmiş bir suç mevcut bulunur, ancak üzerinde kuşku ve iddianın yoğunlaşmış olması nedeniyle ihbar veya şikayet edilen kişinin suçluluğu kanıtlanamazsa, suçlanan beraat etmiş olsa dahi iftira suçunun unsurları oluşmayacaktır. Yine, içeriği kanıtlanamasa dahi, gerçekleştirilen ihbar ve şikayetin bir anayasal hakkın kullanılması olarak değerlendirilebildiği hallerde, bir hukuka uygunluk nedeninin varlığı söz konusu olacaktır.
Öte yandan, failin sonradan isnadından rücu etmesi, iftira suçunun oluştuğunun kabulü bakımından tek başına yeterli bir kıstas değildir. Zira, iftira suçunun faili, ihbarın asılsızlığının anlaşılması veya pişmanlık duyması gibi nedenlerle isnadından rücu edebileceği gibi, konu olayda savunulduğu örneğe uygun biçimde isnada maruz kalanın veya yakınlarının kişiyi mahkûmiyetten kurtarmayı hedefleyen baskı ve istekleri sonucu veya temin ya da vaat ettikleri çıkar karşılığında yahut çok başka nedenlerle de isnadından dönmüş olabilir. Bütün bu hallerde belirleyici olan husus, iftira suçu failinin, suçsuz olduğunu bildiği bir kimseye ihbar veya şikayet suretiyle suç isnat edip etmediğidir. O halde, iftira suçunun belirlenebilmesi bakımından, öncelikle bu husus saptanmalıdır. Bunun tespiti ise, ihbarın öncesi ve sonrasına ilişkin kanıtların sonuca varmaya elverişli olacak nitelik ve yeterlilikte toplanmasını zorunlu kılar.
DAVA : İftira suçundan sanık Ö.Ş.`nın TCY`nın 285. maddesinin 2 ve son fıkraları uyarınca 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin Karşıyaka 1.Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 14.03.2002 gün ve 916-125 sayılı hüküm sanık tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 4.Ceza Dairesince 17.11.2003 gün ve 27472-11464 sayı ile;
“… Yağma suçundan dolayı yakınan hakkında dava açılıp kanıt yetersizliğinden beraat kararı verilmesi karşısında, tutanaklarda; “… zanlıyı yakalayan şahıs…” olarak adı ve imzası bulunan M.E.`in tanık sıfatıyla dinlenmesi ve sanığın yakınanı yaralamadan önce anılana “… benden zorla para almak isteyen şahıs buydu …” deyip demediği ve yağma suçunun faili olan yakınanın nasıl yakalandığı sorularak açıklattırılması ve sanığın yağma suçundan açılan davadaki ifadelerinin yakınanı cezadan kurtarmaya yönelik olup olmadığı üzerinde durularak kanıtlar birlikte değerlendirilip sonucuna göre, sanığın şikayet hakkını kullanıp kullanmadığı da tartışılarak hüküm kurulması gerekirken, eksik soruşturma ve yetersiz gerekçeyle hükümlülük kararı verilmesi…” isabetsizliğinden bozulmuştur.
Yerel Mahkeme 22.04.2004 gün ve 83-286 sayı ile; “… sanık Ö.Ş.`nın yakaladığı ve kendisine yönelik yağmaya kalkışma suçu faili olarak kolluğa teslim ettiği S.Ç. hakkında hazırlık soruşturması sırasında verdiği tüm ifadelerde kesin ve net biçimde bu şahsı eylemin faili olarak suçlayıp son soruşturma aşamasında bu isnadından rücu etmiş olması karşısında olayın yeterince aydınlandığı, soruşturmanın genişletilmesine ve S.Ç.`ın yakalanmasına yardımcı olan tanık M.E.`in dinlenilmesine gerek bulunmadığı..” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay C.Başsavcılığının “onama” istekli 27.12.2004 gün ve 107459 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay 1. Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Sanık Ö.Ş.`nın iftira suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık; soruşturmanın genişletilmesine gerek bulunup bulunmadığı ve gösterilen gerekçenin yeterli olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
İnceleme konusu olayda;
7 Nisan 2001 günü 22.30 sıralarında Manisa-Menemen Karayolu üzerinde devriye gezen jandarma ekibini durduran Ö.Ş., otostop yapan birini aracına aldığını, bu şahsın falçata çekerek kendisini Çamlık bölgesine götürmek istediğini belirtip şahsın eşkalini bildirerek ihbarda bulunmuş, bundan 40 dakika kadar sonra telefon ederek, şahsı 2.Çamlık bölgesinde yakaladıklarını söyleyip görevlileri çağırmış, 10 dakika kadar sonra olay yerine giden jandarma görevlileri, yolun on metre kadar dışında, kamyonetin önünde yatar durumda bulunan S.Ç. isimli kişiyi yakalayıp gözaltına almışlar, bu kişinin üzerinde ve çevrede yapılan aramada falçata bulunamamıştır.
S.Ç.`ın Manisa Devlet Hastanesince düzenlenen 07.04.2001 15142 sayılı geçici doktor raporunda; sol omuz sınırında geniş ebatlı sıyrık ve kızarıklık, sağ deltoid bölge lateralinde kızarıklık ve sıyrık, sol gözde kızarıklık ve şişlik, saçlı deride kesi, şişlik ve hematom bulunduğu, alkolsüz olduğu, halen hayati tehlikesinin mevcut bulunduğu, beyin cerrahi uzmanı tarafından incelenmesi gerektiği belirtilmiş, gözetimden çıkışında aldırılan raporunda da benzer bulgulara yer verilmiş, bu şahsı yakalayan Ö.Ş. ile tanık M.E.`de ise darp ve cebir izi bulunmadığı saptanmıştır.
Yağmaya kalkışma suçunun mağduru Ö.Ş.; yakaladığı S.Ç.`ı jandarmalara teslim ederken, “bu şahsı yolcu diye yanıma aldım, ancak yolda falçata çekti, beni kuytu yere götürüp gasp etmek istedi, kaçtım, daha sonra arkadaşlarla aradık, Manisa Karayolunda gördüm, yakalamak için araba ile çarptım” şeklinde ithamda bulunmuş, jandarma görevlilerince yaptırılan teşhis işlemi sırasında, yine kollukta ve sulh hakimliğinde şikayetçi olarak ifade verirken benzer beyanlarla suçlamayı sürdürerek yağma failini arkadaşı M.E. ile birlikte yakalayıp teslim ettiklerini ifade etmiş, S.Ç.`ın yağmaya kalkışma suçundan tutuklanıp hakkında kamu davası açılmasından sonra bu davanın görüldüğü Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesine verdiği 11.05.2001 günlü dilekçede ve 15.06.2001 günlü oturumdaki ifadesinde ise önceki beyanlarıyla çelişki oluşturacak biçimde; yağma olayı failinin S.Ç. olmadığını söylemiş, suçlamayı tüm aşamalarda reddeden ve tutuklu olarak yargılanmakta olan S.Ç.`ın ilk oturum sonunda tahliyesine ve beraatine karar verilmiş, hükümle birlikte mahkemenin suç duyurusunda bulunması üzerine bu kez Ö.Ş. hakkında iftira suçundan kamu davası açılmıştır.
Sanık Ö.Ş. iftira suçundan mahkemece sorguya çekildiğinde; S.Ç.`ı gasp suçunun sanığı olarak teşhis ettiğini, daha sonra dilekçe vererek bundan vazgeçtiğini belirterek ayrıntılı açıklamada bulunmamış ise de, iftira suçundan mahkumiyetine ilişkin ilk hükme yönelik 28.03.2002 günlü temyiz dilekçesinde; yağma suçunun sanığı S.Ç.`ın kendisi, ailesi, yakınları ve avukatının yoğun istek ve baskısı karşısında onun hakkındaki suçlamadan vazgeçtiğini, feragat biçiminin tecrübesizliğinden kaynaklandığını, ayrıca Seracettin vekilinin, şikayetten vazgeçmenin müvekkilini kurtarmaya yetmeyeceğini bilmesi nedeniyle, kendisini mevcut olayı tamamen inkara yönelttiğini, böylelikle aslında mevcut olan olayın yokluğunu dile getirmesi sağlanarak müfteri durumuna düşürüldüğünü, esasen iftira suçunu işlemediğini belirtmiş, direnme hükmüne yönelik 04.05.2004 günlü temyiz dilekçesinde de; S.Ç. hakkındaki suçlamadan vazgeçme nedenini benzer biçimde dile getirmiştir.
Anayasa`mızın 74. maddesine göre, vatandaşların ve karşılıklılık bulunması koşuluyla Türkiye`de oturan yabancıların, kendileriyle veya kamu ile ilgili hususlarda dilek ve şikayet hakları bulunmaktadır. Bu kurumun bireylere tanıdığı hak, onların idare ve diğer bireylerle ilişkilerinde gerek “çıkarlarını koruması” gerek “özgürlüklerini kısıntısız” kullanabilmesi bakımından, devlet organlarına başvurmasını gerekli kılar. Bu başvuru, bireyin kendisi, üçüncü kişi veya kamuyla ilgili olabilir. Başvurulabilecek devlet organları da, yasama, yürütme ve yargıdır. Dilekçe hakkının yargısal alanda başlıca ortaya çıkış biçimi ise, ihbar ve şikayet hakkının kullanılmasıdır.
TCY.nın 285. maddesinde düzenlenen iftira suçu ise, failin suçsuz olduğunu bildiği bir kimseye suç atmasıdır. Bu suçun oluşması için, şikayet veya ihbarın adliyeye yahut keyfiyeti adliyeye tevdie mecbur bir makama veya yasal takip yapacak veya yaptırabilecek bir mercie yapılmış olması gerekir.
İhbar veya şikayet, failin suçsuz olduğunu bildiği, başka deyişle suçsuzluğunda kuşku bulunmayan kimse aleyhinde yapılmış olmalıdır. Bu bakımdan, gerçekte işlenmiş bir suç mevcut bulunur, ancak üzerinde kuşku ve iddianın yoğunlaşmış olması nedeniyle ihbar veya şikayet edilen kişinin suçluluğu kanıtlanamazsa, suçlanan beraat etmiş olsa dahi iftira suçunun unsurları oluşmayacaktır. Yine, içeriği kanıtlanamasa dahi, gerçekleştirilen ihbar ve şikayetin bir anayasal hakkın kullanılması olarak değerlendirilebildiği hallerde, bir hukuka uygunluk nedeninin varlığı söz konusu olacaktır.
Öte yandan, failin sonradan isnadından rücu etmesi, iftira suçunun oluştuğunun kabulü bakımından tek başına yeterli bir kıstas değildir. Zira, iftira suçunun faili, ihbarın asılsızlığının anlaşılması veya pişmanlık duyması gibi nedenlerle isnadından rücu edebileceği gibi, konu olayda savunulduğu örneğe uygun biçimde isnada maruz kalanın veya yakınlarının kişiyi mahkûmiyetten kurtarmayı hedefleyen baskı ve istekleri sonucu veya temin ya da vaat ettikleri çıkar karşılığında yahut çok başka nedenlerle de isnadından dönmüş olabilir. Bütün bu hallerde belirleyici olan husus, iftira suçufailinin, suçsuz olduğunu bildiği bir kimseye ihbar veya şikayet suretiyle suç isnat edip etmediğidir. O halde, iftira suçunun belirlenebilmesi bakımından, öncelikle bu husus saptanmalıdır. Bunun tespiti ise, ihbarın öncesi ve sonrasına ilişkin kanıtların sonuca varmaya elverişli olacak nitelik ve yeterlilikte toplanmasını zorunlu kılar.
Somut olayı bu açıklamalar ışığında değerlendirdiğimizde;
Yağma olayının görgü tanığı bulunmamaktadır. Ancak, Ö.Ş.`nın çalıştığı fabrikanın gece bekçisi olan tanık M.E.`e, arabasına aldığı kişinin kendisine bıçak çekip yağmaya kalkıştığını anlattığı, hemen ardından bu olayın faili olarak S.Ç.`ı birlikte yakalayıp jandarmaya teslim ettiklerine göre, gerek olayın tanık Müjdat`a aktarılış biçimi gerekse Seracettin`in yağma suçu faili olarak yakalanış tarz ve yöntemi ve bu sırada Ö.Ş.`nın kendisine karşı yağmaya kalkışan kişinin Seracettin olduğu ya da olmadığı yönünde görevlilere açıklama yapıp yapmadığı önem taşımaktadır. O halde, soruşturmanın genişletilerek tanık M.E.`in Yerel Mahkemece dinlenilip olayın bu boyutlarına açıklık getirilmesi, sanık Özgür`ün mağduru olduğu yağma suçuna ilişkin hazırlık soruşturmasındaki isnat ve ifadelerinin şikayet hakkını kullanmaya, son soruşturma aşamasında verdiği ifadenin ise yağma suçunun faili olarak yargılanan Seracettin`i suçtan kurtarmaya yönelik olup olmadığının kararda tartışılarak değerlendirilmesi ve sanığın hukuki durumunun buna göre tayini gerekir.
Bu itibarla, Yerel Mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yerel Mahkeme direnme hükmünün BOZULMASINA,
2- Dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 22.03.2005 günü tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY
5. CEZA DAİRESİ
ESAS NO.2018/5966
KARAR NO.2018/4704
KARAR TARİHİ.25/06/2018
>İFTİRA SUÇU HAKİM VE CUMHURİYET SAVCISINA KARŞI İŞLENİRSE SORUŞTURMADA YETKİLİ YER CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI. İftira suçundan şüpheli … hakkında yapılan soruşturma sırasında, suç yeri itibarıyla dosyanın Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine dair Bilecik Cumhuriyet Başsavcılığının 30/01/2017 tarihli ve 2017/482 soruşturma, 2017/48 sayılı yetkisizlik kararını müteakip, bu kez suç yeri bakımından dosyanın Bilecik Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine ilişkin Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 08/02/2017 tarihli ve 2017/4268 soruşturma, 2017/214 sayılı yetkisizlik kararı üzerine, Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığının yetkisizlik kararının kaldırılmasına dair mercii Bilecik Ağır Ceza Mahkemesinin 04/04/2017 tarihli ve 2017/231 değişik iş sayılı kararının;2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 76/3. maddesinde “Bu gibi hallerde kovuşturma, şikayet olunan hakim ve savcının mensup olduğu mahkemeye en yakın ağır ceza mahkemesi merkezindeki Cumhuriyet savcısına ve yargılaması o yer ağır ceza mahkemesine aittir.” hükmüne yer verilmiş bulunduğu cihetle, anılan maddenin hakim ve savcıların şüpheli olduğu durumda uygulanabileceği, dosyada savcının müşteki olduğu ve müştekinin hakaret içerdiği iddia edilen sözlere Bilecik’te muttali olduğu da nazara alındığında, soruşturmanın Bilecik Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmesi gerektiği gözetilmeden, Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığının yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü ifadeli, 03/07/2017 gün ve 94660652-105-11-5376-2017-Kyb sayılı Kanun yararına bozmaya atfen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan tebliğname ile Daireye ihbar ve dava evrakı ile birlikte tevdii kılınmakla gereği düşünüldü:
2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 76/2. maddesinde hakim ve savcılar hakkında disiplin cezasını gerektirecek mahiyette olan ihbar ve şikayetin kötü niyetle yapıldığı veya delillerin uydurulduğunun anlaşılması karşısında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 267 nci maddesinin birinci fıkrasında yazılı ceza hükmolunup kovuşturmanın şikayet olunan hakim ve savcının mensup olduğu mahkemeye en yakın ağır ceza mahkemesi merkezindeki Cumhuriyet savcısına ait olduğunun hüküm altına alınmış olduğu ve şüphelinin 18/05/2016 tarihli ‘Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’na’ başlıklı dilekçe ile müştekiyi şikayet ettiği belirlenmekle Bilecik Ağır Ceza Mahkemesince verilen 04/04/2017 tarihli ve 2017/231 değişik iş sayılı kararına yönelik kanun yararına bozma isteminin REDDİNE, dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na TEVDİİNE, 25/
YARGITAY
ONALTINCI CEZA DAİRESİ
Esas | : 2016/33 |
Karar | : 2016/2565 |
Tarih | : 18.04.2016 |
- İFTİRA SUÇU
ÖZET
Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
İftira suçunun oluşabilmesi için; yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat edilmesinin gerektiği, somut olayda; sanığın iddialarının maddi vakıalara dayandığı ve eyleminin suç işlemediğini bildiği kimseye suç atmak biçiminde olmayıp Anayasal şikayet ve ihbar hakkını kullanma niteliğinde bulunduğu tüm dosya kapsamından anlaşıldığından, yasal unsurları itibariyle oluşmayan iftira suçundan sanığın beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi,
Kabul ve uygulamaya göre de; adli para cezalarının yerine getirilmemesi halinde 6545 sayılı Kanunla değişik 5275 sayılı Kanunun 106/3 maddesi uyarınca infaz aşamasında resen uygulama yapılabileceği nazara alındığında hüküm fıkrasında TCK 52/4 maddesi gereğince ihtarat yapılması,
Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 18.04.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2018/9-594
K. 2019/127
T. 21.2.2019
5237 Sayılı TCK’nın “Adliyeye Karşı Suçlar” bölümünde yer alan “İftira” başlıklı 267. maddesinin birinci fıkrası;
“Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idarî bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiştir.
İftira suçu, failin, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için, bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat etmesidir. İftira suçunun konusunu hukuka aykırı fiil oluşturur. Bu fiilin suç oluşturması şart değildir. Disiplin yaptırımını veya başka bir idari yaptırımı gerekli kılan fiiller de iftira suçunun konusunu oluşturabilir. Hukuka aykırı bir eylemin gerçekleştirildiğine yönelik isnat yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunmak suretiyle yapılabileceği gibi basın ve yayın aracılığıyla da yapılabilir.
Özgü suç olarak düzenlenmediği için herkes tarafından işlenebilen iftira suçunda, hukuka aykırı fiil isnadının belli bir kişiye yönelik olması gerekir. Ancak isnada muhatap kişinin yapılacak bir araştırma sonucunda kimliğinin belirlenebilir olması yeterli olup isminin açıkça belirtilmesi zorunlu değildir.
İftira suçu failinin, isnat ettiği fiil gerçekte hiç işlenmemiş olabileceği gibi, işlenmiş olmakla birlikte kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından işlenmemiş olabilir. Yine, kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından hukuka aykırı bir fiil işlenmiş bulunmakla birlikte; iftira suçunun faili, bu fiilin karşılığında isnatta bulunulan kişiye verilecek yaptırımı ağırlaştıracak bazı eklemelerde bulunmuş olabilir. Bu durumlarda da iftira suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir.
Öte yandan, iftira suçunun oluşabilmesi için, iftira suçu failinin, hukuka aykırı fiil isnat ettiği kişinin bu fiili işlemediğini bilmesi gerekmektedir. Bu açıdan, iftira suçu ancak doğrudan kastla işlenebilir. Ancak bu suçun oluşabilmesi için, doğrudan kast tek başına yeterli olmayıp; ayrıca failin hukuka aykırı fiil isnat ettiği kimse hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir müeyyideye maruz kalmasını sağlamak amacıyla hareket etmesi gerekir. Bu nedenle, iftira suçu açısından failde kastın ötesinde belirtilen amacın varlığı, bir başka deyişle özel kastın bulunması gerekmektedir.
Diğer taraftan, ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektir. Gerek 1412 Sayılı CMUK, gerekse 5271 Sayılı CMK, adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle ulaşılma imkânı bulunan bütün delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir değişle adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için, maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edebilecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2014/14-240
K. 2018/51
T. 20.2.2018
• İFTİRA SUÇU ( İddia Edilen Olaya Dair Dosyanın Aslı veya Onaylı Suretinin Denetime Elverişli Şekilde Dosya Arasına Alınıp Usule Uygun Şekilde Toplanan Bütün Deliller Birlikte Değerlendirilmek Suretiyle Sanığın Atılı İftira Suçunu İşleyip İşlemediğinin Belirlenmesi Gerektiği )
• KİŞİYİ HÜRRİYETİNDEN YOKSUN KILMA SUÇU ( Kişinin İftira Nedeni İle Gözaltına Alınması veya Tutuklanması Halinde Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma Suçunun Mağduru Olabilmesi İçin Yüklenen Fiili İşlemediğinden Dolayı Beraat Etmesi veya Hakkında Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar Verilmiş Olması Gerektiği )
• SUÇTA VE CEZADA KANUNİLİK İLKESİ ( Sanığın Şikâyeti Üzerine Katılanların Nitelikli Yağma Suçundan Tutuklandıkları ve Açılan Kamu Davasında Suçun İşlendiğinin Sabit Olmaması Sebebiyle Beraat Ettikleri Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma Suçunun Mağduru Olmalarının Suç ve Cezada Kanunilik İlkesi Uyarınca Mümkün Olmadığı )
ÖZET : İftira suçunun oluşumu açısından başlatılan soruşturma sonucunda kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilmesi veya açılan davanın beraat ile sonuçlanması önem taşımamakta ise de, kişinin iftira nedeni ile gözaltına alınması veya tutuklanması halinde TCK’nun 267/4. maddesi yollamasıyla kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun mağduru olabilmesi için CMK’nun 223/2-b maddesi uyarınca yüklenen fiili işlemediğinden dolayı beraat etmesi veya CMK’nun 172. maddesi gereğince hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olması gerektiği anlaşıldığından, sanığın şikâyeti üzerine başlatılan soruşturma sonucunda katılanların, nitelikli yağma suçundan tutuklandıkları ve açılan kamu davasında CMK’nun 223/2-e maddesi uyarınca yüklenen suçun işlendiğinin sabit olmaması sebebiyle beraat ettikleri olayda, TCK’nun 267/4. maddesi yolllamasıyla kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun mağduru olmaları “suç ve cezada kanunilik ilkesi” uyarınca mümkün değildir. Diğer taraftan, iftira suçuna vücut verdiği iddia edilen olaya dair dosyanın aslı veya onaylı suretinin denetime elverişli şekilde dosya arasına alınıp usule uygun şekilde toplanan bütün deliller birlikte değerlendirilmek suretiyle sanığın atılı iftira suçunu işleyip işlemediğinin belirlenmesi gerekirken eksik inceleme ile hüküm kurulmasında da isabet bulunmamaktadır.
DAVA : İftira ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından sanık …’in 5237 Sayılı TCK’nun 267/1, 269/3-a ve 51. maddeleri uyarınca iki kez 4 ay hapis cezası; TCK’nun 267/4. maddesi yollamasıyla 109/1 ve 51. maddeleri gereğince iki kez 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve ertelemeye dair Malatya 4. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 09.12.2009 gün ve 154-733 Sayılı hükümlerin, sanık müdafi ve katılan … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 02.12.2013 gün ve 443-12494 sayı ile;
“…Sair temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
Sanığın atılı suçları birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlediğinin anlaşılması karşısında, sanık hakkında TCK.nın 109/1 ve 267. maddelerine göre belirlenecek cezadan zincirleme suç hükümleri uyarınca 43/2 yollamasıyla 43/1. maddesine göre ceza tayini gerekirken, sanığın eylemlerinin her bir katılan yönünden ayrı suç olarak kabulüyle iki kez mahkûmiyet karar verilmesi,
Kabule göre de;
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.02.2009 gün ve 250-13 Sayılı ilamında da belirtildiği üzere, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilmeyeceğinin CMK.nın 231/5-6. maddesindeki şartlar gözetilmek suretiyle seçenek yaptırımlara çevirme ve erteleme gibi diğer kişiselleştirme nedenlerinden önce hakim tarafından değerlendirilmesinin zorunlu bulunduğu gözetilmeden hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının tartışılmaması” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 07.02.2014 gün ve 154330 sayı ile;
“İtirazlarımız sanığın kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçuna dair ve iftira suçlarına dair olarak eyleminin iki ayrı suç mu yoksa teselsül eden tek suç mu oluştuğuna ilişkindir.
Yasal mevzuatımız incelendiğinde;
Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu düzenleyen, 5237 Sayılı TCK’nun 109. maddesi;
‘ ( 1 ) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.
( 2 ) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
( 3 ) Bu suçun;
a- ) Silahla,
b- ) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
c- ) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d- ) Kamu görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e- ) Üstsoy, altsoy veya eşe karşı,
f- ) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır.
( 4 ) Bu suçun mağdurun ekonomik bakımdan önemli bir kaybına neden olması halinde, ayrıca bin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.
( 5 ) Suçun cinsel amaçla işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek cezalar yarı oranında artırılır.
( 6 ) Bu suçun işlenmesi amacıyla veya sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hallerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca kasten yaralama suçuna dair hükümler uygulanır’ şeklinde düzenlenmiştir.
Anayasamızda güvence altına alınmış olan kişi özgürlüğünün her türlü saldırıdan korunmasına yönelik önlemler alınması devlete düşen ödevlerin başında gelmektedir. Korunan hukuki yarar özgürlüğün ihlalidir. Özgürlük maddi olmayan bir menfaattir. Geleneksel doktrine göre özgürlük kalınan yeri seçme, istediği yerde kalıp istediği yere gitme ve hareket serbestisidir. Anayasamız 19. maddesiyle kişi özgürlüğü güvence altına almıştır. Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun gerçekleşmesi bakımından mağdurun önemli bir tehlikeye maruz kalmadan bir yerden çıkmasının imkansızlığı yeterlidir.
Bu suçun oluşabilmesi için bireyin hareket özgürlüğü hukuka aykırı olarak kısıtlanmalı veya kaldırılmalıdır. Bu fiil doğrudan, dolaylı veya dolaylı hareketlerle gerçekleştirilebileceği gibi araçlar vasıtasıyla da olabilir. Ancak netice olarak özgürlüğün kısıtlanması veya kaldırılması sonucunu doğurması gerekir.
Diğer yandan hürriyetin kısıtlandığı zaman diliminin önemi var mıdır? Diğer bir deyişle suçun oluşabilmesi için bir süre gereklimidir? Türk Ceza Kanununda bu hususta bir süre öngörülmemektedir. Ancak anlık olmayan bir sürenin aranması gerektiği de açıktır. Bu konunun her olayın kendi içindeki önemi, niteliği ve gelişimi içinde Hakim tarafından değerlendirilerek kişiyi hürriyetinden yoksun kılma niteliğinde olup olmadığı belirlenmelidir.
Suçun manevi unsuru ise, başkasının hürriyetini gayri meşru olarak mahrum etmeyi isteme ve bilmeyi içeren kasttır.Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulu 29.06.2010 tarih ve 110-161 Sayılı kararında ‘Esasen kural olarak, failin suç saydığı bir sonucu bilmesi, istemesi ve bu suretle harekette bulunması, kastın varlığı açısından yeterlidir. Ayrıca, sonucun yasaya veya hukuka aykırı olduğunu bilme şartı aranmaz. Ancak, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçu bakımından yasamız, eylemin ‘hukuka aykırı’ işlenmesini şart koştuğundan, failin bu şekilde hareket ettiğini bilmesini ve istemesini aramaktadır. Bu durumda, failin, işlediği fiilin hukuka aykırılık bilincine de sahip olması gerekmektedir. Hâkim, suçun manevi unsuruna dâhil olan ‘hukuka aykırılık bilinci’ni elbette araştıracaktır’ demek suretiyle hukuka aykırılık bilincini esas almışsa da anılan kararın devamında bunun özel kasıtla karıştırılmaması gerektiğini de ayrıca belirtmektedir.
İtiraza konu asıl sorun ise kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunda teselsül hükümlerinin uygulanıp uygulamayacağı ve itiraz konusu olayda birden fazla olan mağdura karşı gerçekleştirilen eylemlerin ayrı ayrı suç teşkil edip etmediğinin belirlenmesine ilişkindir. Esas itibariyle 5237 Sayılı TCK’nun 43/3. maddesinde zincirleme suç hükümlerinin uygulamayacağı suçlar arasında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçuna yer vermemesi sebebiyle şartlarının bulunması durumunda bu suç yönünden TCK’nun 43. maddesinin birinci veya ikinci fıkrasının uygulanabileceği hususunda bir tereddüt yoktur. Ancak somut olayda uygulama imkanının bulunup bulunmadığı değerlendirildiğinde; sanık … müştekiler … ve … ile kumar sebebiyle borçlanıp senet verdiği halde, 03.09.2008 tarihinde zorla senet imzalatıldığı gerekçesiyle Cumhuriyet savcılığına şikayetçi olarak müştekiler hakkında soruşturma açılmasına neden olduğu, bilahare açılan kamu davasında müştekilerin 09.09.2008 tarihinden 12.11.2008 tarihine kadar tutuklu kaldıkları anlaşılmaktadır. Bu oluş karşısında iftira suçunu düzenleyen Türk Ceza Kanunun 267. maddesinin 4. fıkrası ‘Yüklenen fiili işlemediğinden dolayı hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olan mağdurun bu fiil sebebiyle gözaltına alınması veya tutuklanması halinde; iftira eden, ayrıca kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçuna dair hükümlere göre dolaylı fail olarak sorumlu tutulur’ şeklinde düzenlenmiş olup sanığın ancak dolaylı fail olarak sorumlu tutulacağını belirtmektedir. Dolaylı faillik bir suçun işlenmesinde başka birinin araç olarak kullanılmasını ifade eden bir ceza hukuku düzenlemesidir. Dolaylı faillikte, suçun kanuni tanımında yer alan fiili gerçekleştiren kişi, aslında cezai anlamda kusurlu değildir. Bir başka kişi, suçu işleyen kişiyi, suçuişlemekte araç olarak kullanmaktadır. TCK’nun 37. maddesinin ikinci fıkrasındaki açık düzenleme karşısında dolaylı fail, asıl fail olarak sorumlu olacaktır. Bu sebeple sanık … Zenginin eyleminin tekliğinden söz edilemez. Mağdurlara karşı tek bir fiille işlenmiş bir suçtan ziyade dolaylı faillik sebebiyle her birine karşı gerçekleştirilen birden çok eylem bulunduğundan mağdur adedince suç oluşacağı cihetle yerel mahkeme hükmünün onanması gerekmektedir” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 24.02.2014 gün ve 2169-2211 sayı ile itiraz nedenleri yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve iftira suçlarının zincirleme şekilde mi yoksa katılan sayısınca mı oluştuğunun belirlenmesine dair ise de; Yargıtay iç yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle delil yetersizliği sebebi ile beraat eden katılanların TCK’nun 267/4. maddesi yollamasıyla kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun mağduru olup olamayacakları ve iftira suçundan eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Sanık …’in, kendisine kumar oynatıp tehditle senet imzalattırdıklarından bahisle katılanlar … ve … hakkında 21.08.2008 tarihinde kolluğa, 03.09.2008 tarihinde ise Malatya Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat etmesi üzerine başlayan soruşturmada, katılan …’nin 21.08.2008 ve 22.08.2008 tarihleri arasında bir gün gözaltında kaldığı, her iki katılanın 11.09.2008 tarihinde yapılan sorgularına müteakip nitelikli yağma suçundan tutuklandıkları,
Katılanlar hakkında nitelikli yağma ve katılan … hakkında ayrıca kumar oynanması için yer ve imkân sağlama suçlarından açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda Malatya 2. Ağır Ceza Mahkemesince 12.11.2008 gün ve 360-414 sayı ile; katılanların atılı nitelikli yağma suçunu işledikleri sabit olmadığından CMK’nun 223/2-e maddesi gereğince beraatlerine, katılan …’nin kumar oynanması için yer ve imkân sağlama suçundan TCK’nun 228/1, 62 ve 50. maddeleri uyarınca mahkûmiyetine ve her iki katılanın tahliyesine karar verildiği, nitelikli yağma suçundan kurulan beraat hükümlerinin 20.11.2008 tarihinde temyiz edilmeksizin kesinleştiği,
Katılan …’ın 18.02.2009 tarihinde Malatya Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek şikâyetçi olması üzerine sanık hakkında başlatılan soruşturma sonucunda iftira ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından kamu davası açıldığı,
Katılan … ve …’ın sanığın senetleri rızası ile verdiğini ancak sonradan zorla alınmış gibi şikâyette bulunduğunu beyan ettikleri,
Sanık …’in katılan …’ın kahvehanesine gidip ısmarladığı içkiyi içtiğini, sarhoş olduktan sonra katılan …’ın kendisine iki adet senedi imzalattığını, tanıdıkların araya girmesi ve tehdit edilmesi sebebiyle ifadesini değiştirip şikâyetinden vazgeçtiğini, atılı suçları işlemediğini savunduğu,
Yerel mahkemece Malatya 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 12.11.2008 gün ve 360-414 Sayılı dosyasının getirtilip incelendiği, ancak aslı veya onaylı suretinin dosya arasına alınmadığı,
Anlaşılmaktadır.
5237 Sayılı TCK’nun“Adliyeye Karşı Suçlar” bölümünde yer alan “iftira” başlıklı 267. maddesinin uyuşmazlık konuları ile ilgili 1 ve 4. fıkraları;
“ ( 1 ) Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idarî bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır
( 4 ) Yüklenen fiili işlemediğinden dolayı hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olan mağdurun bu fiil sebebiyle gözaltına alınması veya tutuklanması halinde; iftira eden, ayrıca kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçuna dair hükümlere göre dolaylı fail olarak sorumlu tutulur
…”
Şeklinde düzenlenmiştir.
İftira suçu, failin, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için, bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat etmesidir. İftira suçunun konusunu hukuka aykırı fiil oluşturur. Bu fiilin suç oluşturması şart değildir. Disiplin yaptırımını veya başka bir idari yaptırımı gerekli kılan fiiller de iftira suçunun konusunu oluşturabilir. Hukuka aykırı bir eylemin gerçekleştirildiğine yönelik isnat yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunmak suretiyle yapılabileceği gibi basın ve yayın aracılığıyla da yapılabilir.
Özgü suç olarak düzenlenmediği için herkes tarafından işlenebilen iftira suçunda, hukuka aykırı fiil isnadının belli bir kişiye yönelik olması gerekir. Ancak isnada muhatap kişinin yapılacak bir araştırma sonucunda kimliğinin belirlenebilir olması yeterli olup, isminin açıkça belirtilmesi zorunlu değildir.
İftira suçu failinin, isnat ettiği fiil gerçekte hiç işlenmemiş olabileceği gibi, işlenmiş olmakla birlikte kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından işlenmemiş olabilir. Yine, kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından hukuka aykırı bir fiil işlenmiş bulunmakla birlikte; iftira suçunun faili, bu fiilin karşılığında isnatta bulunulan kişiye uygulanacak yaptırımı ağırlaştıracak bazı eklemelerde bulunmuş olabilir. Bu durumlarda da iftira suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir.
İftira suçunun oluşabilmesi için, iftira suçu failinin, hukuka aykırı fiil isnat ettiği kişinin bu fiili işlemediğini bilmesi gerekmektedir. Bu açıdan, iftira suçu ancak doğrudan kastla işlenebilir. Fakat bu suçun oluşabilmesi için, doğrudan kast tek başına yeterli olmayıp; ayrıca failin hukuka aykırı fiil isnat ettiği kimse hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir müeyyideye maruz kalmasını sağlamak amacıyla hareket etmesi gerekir. Bu nedenle, iftira suçu açısından failde kastın ötesinde belirtilen amacın varlığı, bir başka deyişle özel kastın bulunması gerekmektedir.
Maddenin dördüncü fıkrasında ise yüklenen fiili işlemediğinden dolayı hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olan mağdurun bu fiil sebebiyle gözaltına alınması veya tutuklanması halinde; iftira edenin ayrıca kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçuna dair hükümlere göre dolaylı fail olarak sorumlu tutulacağı hüküm altına alınmıştır. Bu fıkraya göre failin, kişiyi kasten hürriyetinden yoksun kılma suçundan dolaylı fail olarak sorumlu tutulabilmesi için, iftira eylemi ile mağdurun gözaltına alınması veya tutuklanması arasında nedensellik bağı bulunmalı ve mağdur hakkında CMK’nun 223/2-b maddesi uyarınca yüklenen fiili işlemediğinden dolayı beraat kararı veya CMK’nun 172. maddesi gereğince kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olması gerekmektedir.
Öte yandan Ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektir. Gerek 1412 Sayılı CMUK, gerekse 5271 Sayılı CMK, adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Bu sebeple ulaşılma imkanı bulunan bütün delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle, adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edebilecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
İftira suçunun oluşumu açısından başlatılan soruşturma sonucunda kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilmesi veya açılan davanın beraat ile sonuçlanması önem taşımamakta ise de, kişinin iftiranedeni ile gözaltına alınması veya tutuklanması halinde TCK’nun 267/4. maddesi yollamasıyla kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun mağduru olabilmesi için CMK’nun 223/2-b maddesi uyarınca yüklenen fiili işlemediğinden dolayı beraat etmesi veya CMK’nun 172. maddesi gereğince hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olması gerektiği anlaşıldığından, sanığın şikâyeti üzerine başlatılan soruşturma sonucunda katılanların, nitelikli yağma suçundan tutuklandıkları ve açılan kamu davasında CMK’nun 223/2-e maddesi uyarınca yüklenen suçun işlendiğinin sabit olmaması sebebiyle beraat ettikleri olayda, TCK’nun 267/4. maddesi yollamasıyla kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun mağduru olmaları “suç ve cezada kanunilik ilkesi” uyarınca mümkün değildir.
Diğer taraftan, iftira suçuna vücut verdiği iddia edilen olaya dair dosyanın aslı veya onaylı suretinin denetime elverişli şekilde dosya arasına alınıp usule uygun şekilde toplanan bütün deliller birlikte değerlendirilmek suretiyle sanığın atılı iftira suçunu işleyip işlemediğinin belirlenmesi gerekirken eksik inceleme ile hüküm kurulmasında da isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün sanığın kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi ve iftira suçları bakımından eksik inceleme ile hüküm kurulması isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- ) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
2- ) Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 02.12.2013 gün ve 443-12494 Sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- ) Malatya 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 09.12.2009 gün ve 154-22 Sayılı hükümlerinin, sanığın kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi ve iftira suçları bakımından eksik inceleme ile hüküm kurulması isabetsizliklerinden BOZULMASINA,
4- ) Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 20.02.2018 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
T.C. YARGITAY CEZA GENEL KURULU E. 2005/4-17 K. 2005/33 T. 22.3.2005 • İFTİRA SUÇU ( Failin Suçsuz Olduğunu Bildiği Bir Kimseye Suç Atması – Oluşması İçin Şikayet veya İhbarın Adliyeye Yahut Keyfiyeti Adliyeye Tevdie Mecbur Bir Makama veya Yasal Takip Yapacak veya Yaptırabilecek Bir Mercie Yapılmış Olması Gereği ) • İHBAR VE ŞİKAYET ( Failin Suçsuz Olduğunu Bildiği Başka Deyişle Suçsuzluğunda Kuşku Bulunmayan Kimse Aleyhinde Yapılmış Olması Gereği – İftira ) • İFTİRA İSNADINDAN RÜCU ( İftira Suçunun Oluştuğunun Kabulü Bakımından Tek Başına Yeterli Bir Kıstas Olmadığı – Zira İftira Suçunun Faili İhbarın Asılsızlığının Anlaşılması veya Pişmanlık Duyması Gibi Nedenlerle İsnadından Rücu Edebileceği ) • İFTİRA SUÇUNUN TESPİTİ ( İftira Suçu Failinin Suçsuz Olduğunu Bildiği Bir Kimseye İhbar veya Şikayet Suretiyle Suç İsnat Edip Etmediğinin Belirlenmesi Gereği ) 765/m.285 ÖZET : TCY.nın 285. maddesinde düzenlenen iftira suçu, failin suçsuz olduğunu bildiği bir kimseye suç atmasıdır. Bu suçun oluşması için, şikayet veya ihbarın adliyeye yahut keyfiyeti adliyeye tevdie mecbur bir makama veya yasal takip yapacak veya yaptırabilecek bir mercie yapılmış olması gerekir. İhbar veya şikayet, failin suçsuz olduğunu bildiği, başka deyişle suçsuzluğunda kuşku bulunmayan kimse aleyhinde yapılmış olmalıdır. Bu bakımdan, gerçekte işlenmiş bir suç mevcut bulunur, ancak üzerinde kuşku ve iddianın yoğunlaşmış olması nedeniyle ihbar veya şikayet edilen kişinin suçluluğu kanıtlanamazsa, suçlanan beraat etmiş olsa dahi iftira suçunun unsurları Öte yandan, failin sonradan isnadından rücu etmesi, iftira suçunun oluştuğunun kabulü bakımından tek başına yeterli bir kıstas değildir. Zira, iftira suçunun faili, ihbarın asılsızlığının anlaşılması veya pişmanlık duyması gibi nedenlerle isnadından rücu edebileceği gibi, konu olayda savunulduğu örneğe uygun biçimde isnada maruz kalanın veya yakınlarının kişiyi mahkûmiyetten kurtarmayı hedefleyen baskı ve istekleri sonucu veya temin ya da vaat ettikleri çıkar karşılığında yahut çok başka nedenlerle de isnadından dönmüş olabilir. Bütün bu hallerde belirleyici olan husus, iftira suçu failinin, suçsuz olduğunu bildiği bir kimseye ihbar veya şikayet suretiyle suç isnat edip etmediğidir. O halde, iftira suçunun belirlenebilmesi bakımından, öncelikle bu husus saptanmalıdır. Bunun tespiti ise, ihbarın öncesi ve sonrasına ilişkin kanıtların sonuca varmaya elverişli olacak nitelik ve yeterlilikte toplanmasını zorunlu kılar. DAVA : İftira suçundan sanık Ö.Ş.’nın TCY’nın 285. maddesinin 2 ve son fıkraları uyarınca 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin Karşıyaka 1.Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 14.03.2002 gün ve 916-125 sayılı hüküm sanık tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 4.Ceza Dairesince 17.11.2003 gün ve 2002/27472-11464 sayı ile; “… Yağma suçundan dolayı yakınan hakkında dava açılıp kanıt yetersizliğinden beraat kararı verilmesi karşısında, tutanaklarda; “… zanlıyı yakalayan şahıs…” olarak adı ve imzası bulunan M.E.’in tanık sıfatıyla dinlenmesi ve sanığın yakınanı yaralamadan önce anılana “… benden zorla para almak isteyen şahıs buydu …” deyip demediği ve yağma suçunun faili olan yakınanın nasıl yakalandığı sorularak açıklattırılması ve sanığın yağma suçundan açılan davadaki ifadelerinin yakınanı cezadan kurtarmaya yönelik olup olmadığı üzerinde durularak kanıtlar birlikte değerlendirilip sonucuna göre, sanığın şikayet hakkını kullanıp kullanmadığı da tartışılarak hüküm kurulması gerekirken, eksik soruşturma ve yetersiz gerekçeyle hükümlülük kararı verilmesi…” isabetsizliğinden bozulmuştur. Yerel Mahkeme 22.04.2004 gün ve 83-286 sayı ile; “… sanık Ö.Ş.’nın yakaladığı ve kendisine yönelik yağmaya kalkışma suçu faili olarak kolluğa teslim ettiği S.Ç. hakkında hazırlık soruşturması sırasında verdiği tüm ifadelerde kesin ve net biçimde bu şahsı eylemin faili olarak suçlayıp son soruşturma aşamasında bu isnadından rücu etmiş olması karşısında olayın yeterince aydınlandığı, soruşturmanın genişletilmesine ve S.Ç.’ın yakalanmasına yardımcı olan tanık M.E.’in dinlenilmesine gerek bulunmadığı..” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir. Bu hükmün de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay C.Başsavcılığının “onama” istekli 27.12.2004 gün ve 107459 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay 1. Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü: KARAR : Sanık Ö.Ş.’nın iftira suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık; soruşturmanın genişletilmesine gerek bulunup bulunmadığı ve gösterilen gerekçenin yeterli olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır. İnceleme konusu olayda; 7 Nisan 2001 günü 22.30 sıralarında Manisa-Menemen Karayolu üzerinde devriye gezen jandarma ekibini durduran Ö.Ş., otostop yapan birini aracına aldığını, bu şahsın falçata çekerek kendisini Çamlık bölgesine götürmek istediğini belirtip şahsın eşkalini bildirerek ihbarda bulunmuş, bundan 40 dakika kadar sonra telefon ederek, şahsı 2.Çamlık bölgesinde yakaladıklarını söyleyip görevlileri çağırmış, 10 dakika kadar sonra olay yerine giden jandarma görevlileri, yolun on metre kadar dışında, kamyonetin önünde yatar durumda bulunan S.Ç. isimli kişiyi yakalayıp gözaltına almışlar, bu kişinin üzerinde ve çevrede yapılan aramada falçata bulunamamıştır. S.Ç.’ın Manisa Devlet Hastanesince düzenlenen 07.04.2001 15142 sayılı geçici doktor raporunda; sol omuz sınırında geniş ebatlı sıyrık ve kızarıklık, sağ deltoid bölge lateralinde kızarıklık ve sıyrık, sol gözde kızarıklık ve şişlik, saçlı deride kesi, şişlik ve hematom bulunduğu, alkolsüz olduğu, halen hayati tehlikesinin mevcut bulunduğu, beyin cerrahi uzmanı tarafından incelenmesi gerektiği belirtilmiş, gözetimden çıkışında aldırılan raporunda da benzer bulgulara yer verilmiş, bu şahsı yakalayan Ö.Ş. ile tanık M.E.’de ise darp ve cebir izi bulunmadığı saptanmıştır. Yağmaya kalkışma suçunun mağduru Ö.Ş.; yakaladığı S.Ç.’ı jandarmalara teslim ederken, “bu şahsı yolcu diye yanıma aldım, ancak yolda falçata çekti, beni kuytu yere götürüp gasp etmek istedi, kaçtım, daha sonra arkadaşlarla aradık, Manisa Karayolunda gördüm, yakalamak için araba ile çarptım” şeklinde ithamda bulunmuş, jandarma görevlilerince yaptırılan teşhis işlemi sırasında, yine kollukta ve sulh hakimliğinde şikayetçi olarak ifade verirken benzer beyanlarla suçlamayı sürdürerek yağma failini arkadaşı M.E. ile birlikte yakalayıp teslim ettiklerini ifade etmiş, S.Ç.’ın yağmaya kalkışma suçundan tutuklanıp hakkında kamu davası açılmasından sonra bu davanın görüldüğü Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesine verdiği 11.05.2001 günlü dilekçede ve 15.06.2001 günlü oturumdaki ifadesinde ise önceki beyanlarıyla çelişki oluşturacak biçimde; yağma olayı failinin S.Ç. olmadığını söylemiş, suçlamayı tüm aşamalarda reddeden ve tutuklu olarak yargılanmakta olan S.Ç.’ın ilk oturum sonunda tahliyesine ve beraatine karar verilmiş, hükümle birlikte mahkemenin suç duyurusunda bulunması üzerine bu kez Ö.Ş. hakkında iftira suçundan kamu davası açılmıştır. Sanık Ö.Ş. iftira suçundan mahkemece sorguya çekildiğinde; S.Ç.’ı gasp suçunun sanığı olarak teşhis ettiğini, daha sonra dilekçe vererek bundan vazgeçtiğini belirterek ayrıntılı açıklamada bulunmamış ise de, iftira suçundan mahkumiyetine ilişkin ilk hükme yönelik 28.03.2002 günlü temyiz dilekçesinde; yağma suçunun sanığı S.Ç.’ın kendisi, ailesi, yakınları ve avukatının yoğun istek ve baskısı karşısında onun hakkındaki suçlamadan vazgeçtiğini, feragat biçiminin tecrübesizliğinden kaynaklandığını, ayrıca Seracettin vekilinin, şikayetten vazgeçmenin müvekkilini kurtarmaya yetmeyeceğini bilmesi nedeniyle, kendisini mevcut olayı tamamen inkara yönelttiğini, böylelikle aslında mevcut olan olayın yokluğunu dile getirmesi sağlanarak müfteri durumuna düşürüldüğünü, esasen iftira suçunu işlemediğini belirtmiş, direnme hükmüne yönelik 04.05.2004 günlü temyiz dilekçesinde de; S.Ç. hakkındaki suçlamadan vazgeçme nedenini benzer biçimde dile getirmiştir. Anayasa’mızın 74. maddesine göre, vatandaşların ve karşılıklılık bulunması koşuluyla Türkiye’de oturan yabancıların, kendileriyle veya kamu ile ilgili hususlarda dilek ve şikayet hakları bulunmaktadır. Bu kurumun bireylere tanıdığı hak, onların idare ve diğer bireylerle ilişkilerinde gerek “çıkarlarını koruması” gerek “özgürlüklerini kısıntısız” kullanabilmesi bakımından, devlet organlarına başvurmasını gerekli kılar. Bu başvuru, bireyin kendisi, üçüncü kişi veya kamuyla ilgili olabilir. Başvurulabilecek devlet organları da, yasama, yürütme ve yargıdır. Dilekçe hakkının yargısal alanda başlıca ortaya çıkış biçimi ise, ihbar ve şikayet hakkının kullanılmasıdır. TCY.nın 285. maddesinde düzenlenen iftira suçu ise, failin suçsuz olduğunu bildiği bir kimseye suç atmasıdır. Bu suçun oluşması için, şikayet veya ihbarın adliyeye yahut keyfiyeti adliyeye tevdie mecbur bir makama veya yasal takip yapacak veya yaptırabilecek bir mercie yapılmış olması gerekir. İhbar veya şikayet, failin suçsuz olduğunu bildiği, başka deyişle suçsuzluğunda kuşku bulunmayan kimse aleyhinde yapılmış olmalıdır. Bu bakımdan, gerçekte işlenmiş bir suç mevcut bulunur, ancak üzerinde kuşku ve iddianın yoğunlaşmış olması nedeniyle ihbar veya şikayet edilen kişinin suçluluğu kanıtlanamazsa, suçlanan beraat etmiş olsa dahi iftira suçunun unsurları Öte yandan, failin sonradan isnadından rücu etmesi, iftira suçunun oluştuğunun kabulü bakımından tek başına yeterli bir kıstas değildir. Zira, iftira suçunun faili, ihbarın asılsızlığının anlaşılması veya pişmanlık duyması gibi nedenlerle isnadından rücu edebileceği gibi, konu olayda savunulduğu örneğe uygun biçimde isnada maruz kalanın veya yakınlarının kişiyi mahkûmiyetten kurtarmayı hedefleyen baskı ve istekleri sonucu veya temin ya da vaat ettikleri çıkar karşılığında yahut çok başka nedenlerle de isnadından dönmüş olabilir. Bütün bu hallerde belirleyici olan husus, iftira suçu failinin, suçsuz olduğunu bildiği bir kimseye ihbar veya şikayet suretiyle suç isnat edip etmediğidir. O halde, iftira suçunun belirlenebilmesi bakımından, öncelikle bu husus saptanmalıdır. Bunun tespiti ise, ihbarın öncesi ve sonrasına ilişkin kanıtların sonuca varmaya elverişli olacak nitelik ve yeterlilikte toplanmasını zorunlu kılar. Somut olayı bu açıklamalar ışığında değerlendirdiğimizde; Yağma olayının görgü tanığı bulunmamaktadır. Ancak, Ö.Ş.’nın çalıştığı fabrikanın gece bekçisi olan tanık M.E.’e, arabasına aldığı kişinin kendisine bıçak çekip yağmaya kalkıştığını anlattığı, hemen ardından bu olayın faili olarak S.Ç.’ı birlikte yakalayıp jandarmaya teslim ettiklerine göre, gerek olayın tanık Müjdat’a aktarılış biçimi gerekse Seracettin’in yağma suçu faili olarak yakalanış tarz ve yöntemi ve bu sırada Ö.Ş.’nın kendisine karşı yağmaya kalkışan kişinin Seracettin olduğu ya da olmadığı yönünde görevlilere açıklama yapıp yapmadığı önem taşımaktadır. O halde, soruşturmanın genişletilerek tanık M.E.’in Yerel Mahkemece dinlenilip olayın bu boyutlarına açıklık getirilmesi, sanık Özgür’ün mağduru olduğu yağma suçuna ilişkin hazırlık soruşturmasındaki isnat ve ifadelerinin şikayet hakkını kullanmaya, son soruşturma aşamasında verdiği ifadenin ise yağma suçunun faili olarak yargılanan Seracettin’i suçtan kurtarmaya yönelik olup olmadığının kararda tartışılarak değerlendirilmesi ve sanığın hukuki durumunun buna göre tayini gerekir. Bu itibarla, Yerel Mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir. SONUÇ : Açıklanan nedenlerle; 1- Yerel Mahkeme direnme hükmünün BOZULMASINA, 2- Dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 22.03.2005 günü tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak oybirliği ile karar verildi. |
|
|
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2015/9-43
K. 2018/265
T. 5.6.2018
• İFTİRA SUÇU ( Sanığın Şikâyetçiye Yönelik İsnadının Maddi Olgu ve Vakıalara Dayanmadığı Gibi Yaptığı Başvurunun Anayasal Şikâyet Hakkının Kullanılması Kapsamında da Olmadığı Anlaşıldığından Sanığa Atılı İftira Suçunun Unsurları
• İMZA İNCELEMESİ ( Tanığın Sanığa İmzaların Bir Kısmının Kendisine Ait Olmadığına Dair Bir Söz Sarf Etmediğini Beyan Ettiği ve İmza İncelemesine Dair Düzenlenen Uzmanlık Raporlarında Sanığa Ait Olduğu Tespit Edilen Fiş Dışındaki Tüm Veresiye Fişlerinin Tanığın Eli Ürünü Olduğunun Belirlendiği – İftira Suçunun Oluştuğu )
• ANAYASAL ŞİKAYET HAKKI ( Sulh Hukuk Mahkemesinde Görülen Davalarda İmza İncelemesi Yaptırılmasına Karar Verilmesine Rağmen Sanığın Bu Araştırmanın Sonucunu Beklemeden Şikâyetçinin Sahtecilik Yaptığını Belirterek Müracaatta Bulunduğu – Başvurunun Anayasal Şikâyet Hakkının Kullanılması Kapsamında Olmadığı/İftira Suçu )
• HUKUKA AYKIRI FİİL İSNADI ( İftira Suçunun Failin Hakkında Soruşturma ve Kovuşturma Başlatılmasını ya da İdari Bir Yaptırım Uygulanmasını Sağlamak İçin Bir Kimseye Hukuka Aykırı Bir Fiil İsnat Etmesi Olduğu – Şikâyetçiye Yönelik İsnadının Maddi Olgu ve Vakıalara Dayanmadığı/Sanığa Atılı İftira Suçunun Unsurları
5237/m.267
ÖZET : Uyuşmazlık; sanığa atılı iftira suçunun unsurları
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2015/9-592
K. 2019/512
T. 27.6.2019
DAVA : İftira suçundan sanık …’ın TCK’nın 267/1, 62, 53 ve 51. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve ertelemeye ilişkin Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 18.02.2013 tarihli ve 175-152 Sayılı hükmün, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 09.09.2014 tarih ve 43-8721 sayı ile;
“Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre sanık müdafiinin yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Kısa süreli hapis cezası ertelenen sanık hakkında TCK’nın 53/4. maddesi hükmü gereği anılan maddenin 1. fıkrasında öngörülen hak yoksunluklarına hükmedilemeyeceğinin gözetilmemesi,
Kanuna aykırı olup hükmün bu nedenle bozulmasına, bu hususun yeniden yargılama yapılmaksızın CMUK’nın 322. maddesine göre düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, TCK’nın 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölümün karardan çıkartılması suretiyle” düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 10.03.2015 tarih ve 410239 sayı ile;
“TCK’nın 267/1. maddesinde yerini bulan iftira suçundan sanığın mahkumiyetine karar verilen somut olay incelendiğinde; olay tarihinde Atletizm Federasyonunda antrenör olan sanığın milli atlet olan katılan …’ya yönelik olarak, yurtdışındaki müsabakalar sırasında gerçekleştiğini iddia ettiği eylemler nedeniyle 19.09.2011 tarihli Atletizm Federasyonu Başkanlığına vermiş olduğu dilekçesinde ‘… kendi müsabakasından bir gün önce gece saat 02.30 sıralarında Amerikalı sporcularla sohbet ederken tespit edildiğini, antrenörleri tarafından odasına gönderildiğini, aynı davranışların daha sonra da devam ettiğini, kalınan tesise sabah saat 04.30’da erkek bir sporcu ile gelirken milli takım antrenörlerinden… tarafından tespit edildiğini, bu tarz davranışların spor ahlakına yakışmadığına…’ ilişkin iddialara yer vererek katılan hakkında disiplin soruşturması başlatılmasını sağladığı anlaşılmıştır. Sanığın ihbarı üzerine Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanlığı Ceza Genel Kurulunun 19.10.2011 gün ve 2011/12 – 2011/10 Esas – Karar tarihli kararı ile sanık hakkında Türkiye Atletizm Federasyonu Ceza Talimatının ‘Sportmenliğe Aykırı Hareket’ başlığındaki 18. maddesine aykırı davrandığı kanaatine varılarak, eylem uluslararası bir yarışmada gerçekleşmiş olmakla ceza talimatının ‘yabancı ülkede cezayı gerektiren fiil’ başlıklı 43. maddesi uyarınca da tayin edilen cezanın bir kat artırılmasına karar verilerek neticeten ’30 gün yarışmalardan men cezası ile cezalandırılmasına’ karar verilmiş, yapılan itiraz üzerine T. C. Gençlik ve Spor Bakanlığı Spor Genel Müdürlüğü Tahkim Kurulunun 18.11.2011 gün ve 2011/123 – 2011/191 Esas – Karar sayılı kararı ile ‘katılana isnad edilen eylemlerin sabit olmadığı anlaşıldığından itirazın kabulüyle tayin olunan cezanın kaldırılmasına karar verildiği’ anlaşılmıştır.
Katılana isnad edilen eylemlerin sabit olmadığı hususunda Yargıtay C. Başsavcılığımız ile Özel Daire arasında herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Çözümlenmesi gereken sorun; sanığın ihbarı üzerine katılan hakkında disiplin (idari) soruşturma yapılarak ceza tayin edilmesi, daha sonrasında ise kaldırılması ile neticelenen süreçte soruşturma yapıp disiplin cezası veren Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanlığı Ceza Genel Kurulunun iftira suçunu düzenleyen TCK’nın 267/1. maddesindeki ‘… ya da idari yaptırım uygulanmasını sağlamak için…’ ibaresinde geçen idari yaptırım uygulayabilecek makamlardan olup olmadığı hususudur.
Öncelikle bu hususun daha iyi anlaşılabilmesi için ‘idari yaptırım ve bunu uygulayacak makamın’ tespit edilmesinde fayda bulunmaktadır.
İdari yaptırım kavramı öğretide ‘Mevzuatın öngördüğü hallerde idari makamlar tarafından kamu düzenini, kamu güvenliğini ve kamu sağlığını sağlamak için herhangi bir yargı kararına gerek olmaksızın re’sen hükmedilen, muhatabı olan kimselerin kişisel ya da mali hakları üzerinde etki doğuran, idari işlem ve cezalar’ olarak tanımlanmaktadır. 765 Sayılı eski ceza yasasında suç dendiği için disiplin cezaları kapsam dışıydı. 5237 Sayılı Yeni Ceza Kanunu’nun 267. maddesinin gerekçesinde idari yaptırımlar, idarenin araya yargısal bir karar girmeksizin ve birey üzerinde doğrudan doğruya etkili olan idari işlemlerdir. İdare bu tür işlemler tesis etmek suretiyle, ilgili olduğu kamu hizmetinin görülmesi işlevini görür. Modern devletle birlikte, toplumsal yapıdaki değişiklikler, toplumun yeni bir bakış açısıyla ve daha kapsayıcı bir tarzda disiplin altına alınmasını gerekli kılmıştır. Çoğalan toplumsal gereksinmelerin yerinde, zamanında ve etkin bir biçimde karşılanabilmesi idareye geniş bir idari tasarruf alanı ve yaptırım uygulayabilme yetkisinin tanınmasını gerektirmiştir. Ekonomik ve toplumsal alanda devletin rolünün de genişlemesi sonucu, idari yaptırım uygulama yetkisinin devletin çeşitli kurum ve kuruluşlarına tanınması, idari yaptırımların çeşitlenmesine ve etkilerinin artmasına yol açmıştır. İdari yaptırımların uygulama alanlarının genişlemesinin bir diğer nedeni de, bazı suçların idari suça dönüştürülerek ceza hukuku yerine idare hukuku alanında düzenlenmesidir. Bu durum, idari yaptırımlar alanında genel kanun niteliği taşıdığı ifade edilen Kabahatler Kanunu’nun uygulanmaya başlanması ile yaygınlaştırılmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi de bu hususu şu şekilde ifade etmiştir: ‘… İdarenin hizmetlerini gereği gibi ve ivedilikle görebilmesi için, yaptırım uygulama yetkilerine gereksinimi vardır. İdare bu yetkilerle, kamu düzeni ve güvenliğini, kamu sağlığını, ulusal servetleri zamanında ve gereği gibi koruyabilir. Bu nedenle, idareye, geniş ve çeşitli yaptırımlar uygulama yetkisi tanınmıştır…’ İdari yaptırım uygulama yetkisi Anayasa’dan kaynaklanmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin E: 2000/43, K: 2004/60 Sayılı kararında, Anayasa’nın 38. maddesinde yer alan ‘idare kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulayamaz’ hükmünün idareye dolaylı da olsa yaptırım uygulama yetkisi verdiği ve kuralın gerekçesinde, fıkranın kişi hürriyetinin ağır tahdidini teşkil eden hapis cezalarının yalnız mahkemelerce hükmedilebileceği, yani bunun bir ‘idari müeyyide’ olarak (mesela disiplin cezası) idare tarafından uygulanamayacağı esasını getirdiği belirtilmektedir. Bu durumda, idareye yasayla hürriyeti bağlayıcı cezalar dışında para cezası, disiplin cezası ya da belli bir haktan geçici olarak yoksun kalma gibi yaptırımlar uygulama yetkisi verilmesine anayasal engel bulunmadığı ifade edilmektedir.
Yukarıda belirtilen amaçlarla uygulanan idari yaptırımlar, ‘yasaların açıkça yetki verdiği ve yasaklamadığı durumlarda, araya yargı kararı girmeden, idarenin doğrudan doğruya bir işlemi ile ve idare hukukuna özgü usullerle uyguladığı cezalar’ olarak tanımlanabilir. Anayasa Mahkemesi, E: 1996/48, K: 1996/41 Sayılı kararında idari yaptırımı idarenin, bir yargı kararına gerek olmaksızın yasaların açıkça verdiği bir yetkiye dayanarak idare hukukuna özgü yöntemlerle, doğrudan doğruya bir işlemi ile uyguladığı yaptırımlarla, verdiği cezalar şeklinde tanımlamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesi ise idari yaptırımı ‘… Kanunun öngördüğü bir cezanın idarenin bir organı eliyle uygulanabilmesi’ olarak tanımlamaktadır. Buna göre ‘kabahat’ deyiminden; kanunun, karşılığında idarî yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağı belirtilmekle, gerek Kabahatler Kanunu’nda yer alan, gerekse özel kanunlarda karşılığında idari yaptırım öngörülen fiiller kabahat olarak tanımlanmıştır. Ceza yaptırımları suç niteliği taşıyan daha ağır ihlallerde söz konusu olur. Oysa idari yaptırımlar sosyal düzen daha özel bir alan teşkil eden idari düzeni korurlar. İdari yaptırımlar, idari düzenin ihlalinden önce hukuk aracılığıyla gözdağı vererek idari düzeni koruyucu, idari düzenin ihlalinden sonra ise bastırıcı, zorlayıcı nitelikleriyle toplumun korunması ve ihlalden sorumlu kişinin ıslahını sağlamak yönünde bir araç olmaktadırlar.
Bireylere, idare tarafından idare hukuku alanındaki düzene aykırı davranışları nedeniyle verilen idarî yaptırımları diğer yaptırımlardan ayıran en belirgin özellik, idari yaptırımların idarî makamlar tarafından uygulanmasıdır. ‘İftira suçunun konusunu hukuka aykırı fiil oluşturabilir. Bu fiilin suç oluşturması şart değildir. Disiplin yaptırımını veya başka bir idari yaptırımı gerekli kılan fiiller de bu suçun konusunu oluşturabilir.’ demiştir. Yani TCK’ya göre, disiplin cezaları gerektiren fiillerin ihbar ve şikayet edilmesi durumunda da iftira suçu oluşacaktır. İdari yaptırım içine disiplin cezasının girdiği madde gerekçesinde de belirtilmiştir. Bu durumda eski TCK’nın aksine, sadece disiplin cezası gerektiren bir fiilin isnat edilmesi durumunda da iftira suçu oluşacaktır. Bu durumda iftira suçunun oluşabilmesinin temel kuralı ‘idari yaptırım uygulayacak (disiplin soruşturması yapacak ya da ceza verecek) makamın kamu gücünü kullanan, bireylerin idare tarafından idare hukuku alanındaki düzene aykırı davranışlarına yaptırım uygulayacak, daha öz bir tarifle devletin çeşitli kurum ve kuruluşları olması gerekmektedir. Bu durumda özel hukuk hükümlerine tabi kurum ya da kuruluşlar bu kapsama giremeyecektir. Velev ki disiplin cezası uygulansın. Çünkü söz konusu soruşturma ve cezalar kamu düzenini, kamu güvenliğini ve kamu sağlığını sağlamak için değil kendi bünyesi ve bünyesindeki bireylerle sınırlı olarak kamu gücü etkisi doğurmayan işlemlerdir. Haliyle özel hukuk kişileri ya da bu statüdeki kişi ya da kurumların uygulaması neticesinde iftira suçu ortaya çıkmayacaktır. Bu durumda haksız fiil nedeniyle ancak şartları varsa haksız fiil isnad eden hakkında tazminat davası açılabilmesi ya da ‘hakaret’ suçundan suç
Bu durumda Atletizm Federasyonunun özel hukuktan mı yoksa kamu hukukundan mı kaynaklanan yetkileri kullanarak idari (disiplin) yaptırım uyguladığının tespitinde zorunluluk bulunmaktadır. Bu kapsamda Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un Ek 9. maddesi incelendiğinde ‘(Değişik fıkra: 29/03/2011 – 6215 S. K. /10. md.) Spor dalı ile ilgili faaliyetleri ulusal ve uluslararası kurallara göre yürütmek, gelişmesini sağlamak, sporcu sağlığı ile ilgili konularda gerekli önlemleri almak, teşkilatlandırmak, federasyonu uluslararası faaliyetlerde temsil etmek ve Tahkim Kurulu kararlarını uygulamakla görevli ve yetkili, özel hukuk hükümlerine tabi bağımsız spor federasyonları kurulur…’ hükmü nazara alındığında, federasyonun özel hukuk hükümlerine tabi olduğu ortaya çıkmaktadır.
Tüm bunların ışığında somut olay incelendiğinde;
Sanığın subüt bulmayan iddialarını içeren ihbarı neticesinde, katılan hakkında disiplin soruşturması yapılarak daha sonra tahkim kurulu tarafından kaldırılan disiplin cezası verilmesi, Atletizm Federasyonunun TCK’nın 267/1. maddesinde bahsi geçen ‘idari yaptırım (disiplin cezası)’ uygulamaya yetkili kurumlardan olmadığından söz konusu eylem ‘iftira’ suçunun oluşmasına neden olmayacaktır. Bu durumda ise atılı suçun unsurları oluşmadığından sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi usul ve yasaya uygun bulunmamıştır” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesince 29.04.2015 tarih ve 3591-1029 sayı ile, itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
KARAR : Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanlığının TCK’nın 267. maddesinde düzenlenen “İftira” suçunun gerçekleşebilmesinin ön koşulu olan idari yaptırım kararını uygulamaya yetkili makamlardan olup olmadığının, bu bağlamda sanığa atılı suçun unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkin ise de; yapılan müzakere esnasında bir kısım Ceza Genel Kurulu Üyelerince, bu uyuşmazlığın yanı sıra sanık hakkında eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının ve eksik araştırma ile hüküm kurulmadığının kabulü hâlinde ayrıca, sanığa atılı iftira suçunun oluşup oluşmadığının da tartışılması gerektiğinin ileri sürülmesi üzerine, uyuşmazlık konuları bu doğrultuda değerlendirilmiştir.
İncelenen dosya kapsamından;
Türkiye Atletizm Federasyonunda milli takım antrenörü olan sanık …’ın, 2011 yılında Güney Kore ülkesinde gerçekleştirilen Dünya Atletizm Şampiyonasının bitiminde kafile hâlinde Türkiye’ye döndükten sonra, şampiyonada yarışan milli takım sporcuları arasında yer alan katılan … hakkında Federasyon Başkanlığına hitaben yazdığı 19.09.2011 tarihli dilekçesinde; katılanın bu şampiyona sırasında, kendi müsabakasından bir gün önce saat 02.30 sıralarında Amerikalı sporcularla sohbet ettiği tespit edilerek milli takım antrenörleri …, İ. Alptekin ve katılanın antrenörü de olan… tarafından uyarılarak odasına gönderildiğini, katılanın bu davranışının bayrak yarışında da devam ettiğini ve kaldıkları tesise katılanın saat 04.30’da erkek bir sporcu ile birlikte yan taraftan geldiğinin… tarafından da tespit edildiğini, sabah olduğunda katılanın antrenörü de dahil tüm antrenörlere ve yöneticilere bu hususta bilgi verildiğini, katılanın bu davranışlarının spor ahlâkına ve Türk Milli Takımına yakışmadığını ve profesyonelce olmadığını düşündüğünü belirterek gereğinin yapılması hususunda başvuruda bulunduğu,
Bu başvuru üzerine yürütülen disiplin soruşturması sonucunda Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanlığı Ceza Kurulunca 19.10.2011 tarih ve 12-10 sayı ile; katılan …’nın bir gün sonra yapılacak yarışmadaki performansını ve başarısını olumsuz yönde etkileyecek şekilde kamp disiplinine, sağlığına ve uyku düzeniyle bağdaşmayan davranışlarda bulunmak suretiyle Türkiye Atletizm Federasyonu Ceza Talimatı’nın “Sportmenliğe Aykırı Hareket” başlıklı 18. maddesini ve eylemin uluslararası bir yarışmada gerçekleşmesi nedeniyle cezanın bir kat artırılmasını öngören aynı Talimat’ın “Yabancı Ülkede Cezayı Gerektiren Fiil” başlıklı 43. maddesini ihlâl ettiği gerekçesiyle, her iki madde uyarınca 30 gün süreyle yarışmalardan men cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği,
Bu karara katılan vekilince itiraz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı Spor Genel Müdürlüğü Tahkim Kurulunca 18.11.2011 tarih ve 123-191 sayı ile; olaya dair bilgileri olduğu öne sürülen…, Muharrem Or, Ertan Hatipoğlu ve Nagihan Karadere’nin beyanları karşısında, katılana isnat edilen eylemlerin sabit olmadığı gerekçesiyle itirazın kabulüne ve Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanlığı Ceza Kurulunca verilen cezanın kaldırılmasına karar verildiği,
Cezanın kaldırılması üzerine katılan … vekilinin, sanık …’ın Federasyon Başkanlığına sunduğu söz konusu dilekçeyle katılana iftira attığından bahisle şikâyette bulunması üzerine sanık hakkında soruşturmaya başlanıldığı,
Anlaşılmaktadır.
Katılan …; 2011 yılında milli takım sporcusu olarak Güney Kore’de yapılan Dünya Atletizm Şampiyonasına katıldığını, şampiyonada yarışmaların saat 23.00 civarında bittiğini ve kendileri için ayrılan kampa saat 23.30 sıralarında döndüklerini, Amerika’da okuldan tanıdığı arkadaşlarının ve diğer sporcuların olduğu bir ortamda saat 01.30 – 02.00 sıralarında sohbet ettiğini, bu sohbetlerin de antrenörü…’nun gözetim ve bilgisi dahilinde ve ona on metrelik bir mesafede gerçekleştiğini, antrenörünün kendisini bu konuda hiç uyarmadığını, antrenörünün yanında sanığı görmediğini, ayrıca o gecenin sabahında da kendisinin katılacağı bir yarışma olmadığını, saat 04.00 sıralarında Amerikalı bir erkek sporcuyla antrenman sahasından dönüş yapmadığını, sanığın kendisine bu olayı anlattığını söylediği tanık…’in de böyle bir olayın olmadığını tahkim incelemesi sırasında söylediğini, sanığın bu hususta kendisine iftira attığını, Ceza Kurulunca verilen men cezasına konu süre boyunca herhangi bir müsabaka yapılmadığından, bu ceza nedeniyle yarışmalara katılmamasının söz konusu olmadığını,
Tanık İ. Kabal soruşturma aşamasında; Atletizm Federasyonunda antrenör olarak çalıştığını, katılanı ve sanığı tanıdığını, bu kişilerle arasında bir husumetin olmadığını, Güney Kore ülkesinde konakladıkları yarışma köyünde saat 02.00 sıralarında kendisi, antrenör … ve katılanın antrenörü olan…’yla birlikte otururlarken yanlarına sanık …’ın geldiğini, yarışmalarla ilgili kendi aralarında değerlendirme yaptıkları sırada, sanığın oturdukları yerden dışarıya doğru bakıp katılan …’nın yabancı sporcularla birlikte oturduğunu görünce…’na “bu senin sporcun değil mi, bu saate kadar ne işi var burada, sabah yarışı yok mu, bu saatte uyuyor olması gerekmiyor mu ?” diye sorduğunu, Ertan’ın da sanığa “uykusu gelmemiştir, ne olacak ki, otursun” diye söylediğini, bunun üzerine sanığın kendilerine katılanın yaptığının yanlış olduğunu, diğer sporcular gibi katılanın da yatıp uyuması gerektiğini, yarışmasının henüz bitmediğini söylediğini ve konunun kapandığını,
Kovuşturma aşamasında; şampiyona sırasında antrenörler…, İ. Alptekin ve sanık …’la birlikte saat 02.00 sıralarında oturdukları esnada, 10 – 15 metre ileride de katılanın yabancı iki erkek sporcuyla oturduğunu, o sırada sanık …’in katılanın antrenörü olan Ertan’a saati hatırlatıp sporcunun yatakta olması gerektiğini söylemesi üzerine Ertan’ın “benim sporcum” diyerek katılana müdahale etmediğini, normalde o saatte sporcunun yatağında olması gerektiğini, bu nedenle Ertan’ın katılana en azından “git yatağına çekil istirahat et” diyebileceğini, kendisinin de katılanın iki erkek sporcuyla İngilizce olarak esprili bir şekilde konuştuğunu fark ettiğini, katılanın o gecenin sabahında yarışı olup olmadığını bilmediğini, katılanın o saatte istirahat etmeyip dışarıda oturmasının disipline aykırı olup milli takımdaki tüm antrenörlerin sporcuların disiplinsizliklerini Federasyona bildirme yetkileri olduğunu, katılanın bunun haricinde uygunsuz bir davranışını görmediğini,
Tanık … katılan hakkında Türkiye Atletizm Federasyonu Ceza Kurulunca yapılan soruşturma sırasında sunduğu 22.09.2011 tarihli dilekçesinde; 28.07.2011 ila 04.08.2011 tarihleri arasında Güney Kore’de yapılan Dünya Atletizm Şampiyonasına antrenör olarak katıldığını, saat 01.30 sıralarında diğer antrenörler… ve…’yla birlikte günün yarışmalarını değerlendirirlerken yanlarına sanık …’ın geldiğini, konuşma sırasında kendilerine göre konum olarak çaprazlarında katılanı otururken gören sanığın önce “bu kız bu saatte ne oturuyor, uyuması gerekmez mi, daha yarışması var onun” dediğini, ardından da Ertan’a dönerek “hoca bu kız senin sporcun değil mi, niye müdahale etmiyorsun ?” diye sorduğunu, Ertan’ın da “evet bizim sporcumuz, uyuyamamış oturuyor, bunda ne var ?” dediğini, sanık bu kez “olur mu, yarın bayrak yarışı var, yanında da tanımadığımız kişiler var” diye söyleyince Ertan’ın “çocuk değil ki, benim karşımda, her şeye de karışılmaz ki” dediğini, bunun üzerine sanığın da “bana göre yanlış” demesi üzerine konunun kapandığını, kendisinin bu konuşmaya ya da odasına gitmesi için katılana müdahale etmediğini,
Sanık hakkında yürütülen soruşturma aşamasında; katılanı ve sanığı tanıdığını, bu kişilerle arasında bir husumetin olmadığını, şampiyona tarihlerinde bir gece saat 02.00 sıralarında kendisi, İ. Kabal ve katılanın antrenörü olan…’yla birlikte otururlarken yanlarına sanık …’ın geldiğini, yarışmalarla ilgili kendi aralarında değerlendirme yaptıkları sırada sanığın oturdukları yerden dışarıya doğru bakıp katılan …’nın yabancı sporcularla birlikte oturduğunu görünce Ertan’a “bu senin sporcun değil mi, bu saate kadar ne işi var burada, sabah yarışı yok mu, bu saatte uyuyor olması gerekmiyor mu ?” diye sorduğunu, Ertan’ın da sanığa “uykusu gelmemiştir, ne olacak ki, otursun” diye söylediğini, bunun üzerine sanığın kendilerine katılanın yaptığının yanlış olduğunu, diğer sporcular gibi katılanın da yatıp uyuması gerektiğini, yarışmasının henüz bitmediğini söylediğini ve konunun kapandığını,
Kovuşturma aşamasında ise; önceki ifadelerine ek olarak söz konusu atletizm müsabakalarının genelde 23.00 civarında geç saatlerde bittiğini, milli takım kafilesi içinde bulunan her antrenörün kafile içinde gördüğü olumsuzlukları rapor etme veya takımın başında bulunan idarecilere bildirme hakkı olduğunu, katılanın o saatte istirahat etmesi yerine dışarıda oturmasını spor ahlakına aykırı olarak gördüğünü, ancak bu durumun ahlakî yönden olumsuz bir yönünün bulunmadığını, katılanı saat 04.30 sıralarında bir erkek sporcuyla tesislere yan taraftan girerken görmediğini,
Tanık… katılan hakkında Türkiye Atletizm Federasyonu Ceza Kurulunca yapılan soruşturma aşamasında sunduğu 28.09.2011 tarihli dilekçesinde; Güney Kore’de yapılan Dünya Atletizm Şampiyonasına antrenör olarak katıldığını, diğer antrenörler … ve…’yla birlikte kaldıkları otelin önünde, müsabakaların geç bitmesinden dolayı, saat 01.30 ila 02.00 sıralarında günlük değerlendirme yaparlarken yanlarına sanık …’ın gelip sohbet sırasında kendilerinden bir kaç metre uzakta oturmakta olan katılan …’yı gördüğünü, sonra da sanığın Ertan’a dönerek “hoca bu kız senin sporcun değil mi, bu saatte uyuması gerekiyor ve yarışı daha bitmemiş, bu sporcunun ne işi var burada ?” diye sorunca, Ertan’ın “sporcu uyuyamamış, ondan dolayı burada oturuyor” dediğini, bunun üzerine de sanığın “olur mu öyle şey, bana göre yanlış, bu saatte burada olmaması lazım” diye söylediğini, bir süre daha oturduktan sonra oradan ayrıldıklarını,
Kovuşturma aşamasında; söz konusu şampiyonada yarışmaların Türkiye saatiyle 02.00 sıralarında bittiğini hatırladığını, yaklaşık yarım saat yemek ve ihtiyaç molası da eklendiğinde saatin 02.30 civarına geldiğini, olay tarihinde…, … ve İ. Kabal’la birlikte otururlarken yanlarına gelen sanık …’ın kendilerine “şurada kızlı oğlanlı oturanlar arasındaki P. değil mi?” diye sorduğunu, katılanın antrenörü olan Ertan yanlarında olduğu için soruyu ona sormasını söylediğini, sanık … ile Ertan arasında bu konuda içeriğini net hatırlamamakla birlikte ufak bir tartışma yaşandığını, katılanın birebir erkekle gezmediğini, 4-5 kişilik bir grup içerisinde bulunduğunu ve pencere önündeki yoldan normal bir vaziyette yürüdüklerini, katılanın uygunsuz bir hâlinin de olmadığını, Federasyon nezdinde yürütülen soruşturma nezdinde alınan ifadesinin doğru olduğunu,
Ertan Hatipoğlu katılan hakkında Türkiye Atletizm Federasyonu Ceza Kurulunca yapılan soruşturma aşamasında sunduğu 23.09.2011 havale tarihli dilekçesinde; eşinin sağlık sorunları nedeniyle, söz konusu şampiyonaya eşine vekâleten katılanın antrenörü olarak katıldığını, olay gecesi katılanın oda arkadaşıyla birlikte ve kendisinin gözetiminde diğer sporcuların da olduğu bir ortamda oturduğunu, katılanı ikaz etmediğini ve sonradan sporcuların birlikte odalarına çekildiklerini,
Beyan etmişler,
Sanık soruşturma aşamasında; katılan …’yı sporcu olmasından dolayı tanıdığını ve aralarında husumet bulunmadığını, Güney Kore ülkesinin Daegu kentinde yapılan Dünya Atletizm Şampiyonasına atletizm milli takım antrenörü olarak katıldığını, şampiyona esnasında katılanın Türk Milli Takımı sporcularına yakışmayacak şekilde hâl ve hareketlerde bulunduğunu, kaldıkları otelin önüne gece 02.30 sıralarında Amerikalı erkek sporcularla gelip sohbet ettiğini gördüğünü, diğer antrenörler Y. S. ve İ. Kabal’ın da bu durumu gördüklerini ve katılanın sabah yarışı olduğu için bu hareketlerinin uygunsuz olduğunu aralarında konuştuklarını, bir gün sonra kafiledeki bir kişinin, katılanın sabah 04.30 sıralarında antrenman sahasında Amerikalı bir erkek sporcuyla geldiğini kendisine söylediğini, o anda kendisine bunu anlatanın yanlış anlayabileceğini düşünüp bir şey demediğini, ancak şampiyona dönüşü için uçağa bindiklerinde durumu federasyon başkanına izah ettiğini, başkanın da kendisine bu durum hakkında rapor düzenleyip bildirimde bulunmasını söylemesi üzerine, olayla ilgili rapor hazırlayıp federasyon başkanlığına sunduğunu, uygunsuz hareketlerde bulunan katılanla ilgili bu durumu milli takım antrenörü olarak bildirdiğini,
Kovuşturma aşamasında; söz konusu yarışmalarda katılanın milli sporcu olarak yarıştığını ve onun bu müsabakalara katılımının engellenmediğini, şampiyona sırasında kaldıkları otelin önünde kendisiyle birlikte milli takım görevlileri İ. Kabal, …, İ. Alptekin ve katılanın antrenörü olan…’yla birlikte bulundukları esnada, ertesi gün yarışı olan katılanın saat 02.00 sıralarında kendi kaldıkları bölümün karşısında kalan Amerikalı sporcularla sohbet ettiğini görünce “ertesi gün yarışı var, bu saatte yatması gerekmiyor mu ?” diye katılanın antrenörünü uyardığını, o esnada katılanın yanında diğer sporculardan Nagehan Karadere’nin de olduğunu, antrenör Ertan’ın gidip onları uyarması üzerine istirahat etmeye gittiklerini, bu olaydan bir gün sonra, yine yarışları olan katılanın saat 04.00 civarında karşı antrenman sahasından yabancı bir erkek sporcuyla geldiğini bu kez… adlı antrenörün görüp durumu kendisine anlattığını, kendisinin de Türkiye’ye dönüş için uçakta oldukları sırada Federasyon Başkanı M. Terzi’ye sözlü olarak bu durumu anlattığını, başkanın da “hocam o zaman dilekçenizi verin, gereken işlemleri yaparız” dediğini, katılanın davranışlarını milli takım antrenörü olarak gururuna yediremediği için dilekçe yazıp olayları anlattığını, katılana iftira atmadığını, bir milli sporcunun saat 04.00 sıralarında yabancı bir sporcuyla antrenman sahasından gelirken görülmesinin saat itibarıyla uygunsuz olduğunu, sporcunun o saatlerde uyuması gerektiğini, ancak sanığın ahlakî yönden uygunsuz olduğuna dair bir iddiada bulunmadığını, İ. Alptekin’in de kendisine katılanın bu açıdan uygunsuz davrandığına dair bir anlatımda bulunmadığını, katılanın yarışmadan bir gün önce saat 02.00 civarında yatmayıp sohbet etmesinin de aynı şekilde spor açısından uygunsuz bir durum olduğunu, şampiyonaya katılan her antrenörün branş gözetilmeksizin tüm sporculardan sorumlu olduğunu,
Savunmuştur.
Uyuşmazlık konularının sırasıyla değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
1-) Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanlığının TCK’nın 267. maddesinde düzenlenen “İftira” suçunun gerçekleşebilmesinin ön koşulu olan idari yaptırım kararını uygulamaya yetkili makamlardan olup olmadığı;
Uyuşmazlığın isabetli bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için, öncelikle iftira suçu, ardından da konuyla ilgili kavramlar ve bu kavramlara ilişkin hukuki düzenlemelerin üzerinde durulması gerekmektedir.
5237 Sayılı TCK’nın“Adliyeye Karşı Suçlar” bölümünde yer alan “İftira” başlıklı 267. maddesinin 1. fıkrası;
“(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idarî bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiştir.
İftira suçu, failin, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için, bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat etmesidir. İftira suçunun konusunu hukuka aykırı fiil oluşturur. Bu fiilin suç oluşturması şart değildir. Disiplin yaptırımını veya başka bir idari yaptırımı gerekli kılan fiiller de iftira suçunun konusunu oluşturabilir. Hukuka aykırı bir eylemin gerçekleştirildiğine yönelik isnat yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunmak suretiyle yapılabileceği gibi basın ve yayın aracılığıyla da yapılabilir.
Özgü suç olarak düzenlenmediği için herkes tarafından işlenebilen iftira suçunda, hukuka aykırı fiil isnadının belli bir kişiye yönelik olması gerekir. Ancak isnada muhatap kişinin yapılacak bir araştırma sonucunda kimliğinin belirlenebilir olması yeterli olup isminin açıkça belirtilmesi zorunlu değildir.
İftira suçu failinin, isnat ettiği fiil gerçekte hiç işlenmemiş olabileceği gibi, işlenmiş olmakla birlikte kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından işlenmemiş olabilir. Yine, kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından hukuka aykırı bir fiil işlenmiş bulunmakla birlikte; iftira suçunun faili, bu fiilin karşılığında isnatta bulunulan kişiye verilecek yaptırımı ağırlaştıracak bazı eklemelerde bulunmuş olabilir. Bu durumlarda da iftira suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir.
Öte yandan, iftira suçunun oluşabilmesi için, iftira suçu failinin, hukuka aykırı fiil isnat ettiği kişinin bu fiili işlemediğini bilmesi gerekmektedir. Bu açıdan, iftira suçu ancak doğrudan kastla işlenebilir. Ancak bu suçun oluşabilmesi için, doğrudan kast tek başına yeterli olmayıp ayrıca failin hukuka aykırı fiil isnat ettiği kimse hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir müeyyideye maruz kalmasını sağlamak amacıyla hareket etmesi gerekir. Bu nedenle, iftira suçu açısından failde kastın ötesinde belirtilen amacın varlığı, bir başka deyişle özel kastın bulunması gerekmektedir. Dolayısıyla; failin, belirli olay veya olgulardan yola çıkarak, isnat ettiği fiilin mağdur tarafından işlendiği inancı ve şüphesi ile ihbarda bulunması hâlinde iftira suçunun unsurları oluşmayacaktır.
Yine, içeriği kanıtlanamasa dahi, gerçekleştirilen ihbar veya şikâyetin bir anayasal hakkın kullanılması olarak değerlendirilebildiği hâllerde, bir hukuka uygunluk nedeninin varlığı söz konusu olacaktır. Anayasamızın 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu, 40. maddesinde, Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkesin, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkının bulunduğu, 74. maddesinde, vatandaşların ve karşılıklılık bulunması koşuluyla Türkiye’de oturan yabancıların, kendileriyle veya kamu ile ilgili hususlarda dilek ve şikâyet haklarının bulunduğu vurgulanmıştır. Bireylere tanınan bu anayasal hak, onların idare ve diğer bireylerle ilişkilerinde gerek “çıkarlarını koruması”, gerek “özgürlüklerini kısıntısız” kullanabilmesi bakımından, devlet organlarına başvurmasını gerekli kılar. Bu başvuru, bireyin kendisi, üçüncü kişi veya kamuyla ilgili olabilir. Başvurulabilecek devlet organları da, yasama, yürütme ve yargıdır. Dilekçe hakkının yargısal alanda başlıca ortaya çıkış biçimi ise, ihbar ve şikâyet hakkının kullanılmasıdır.
Bu aşamada, uyuşmazlık konusunun sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi bakımından “yetkili makamlar” kavramı üzerinde durulması gerekmektedir.
İftira suçunda, ihbar veya şikâyetin 5271 Sayılı CMK’nın 158. maddesinde gösterilen Cumhuriyet Başsavcılığına, kolluğa, valiliğe, kaymakamlığa, mahkemeye, yurtdışında ise elçiliğe veya konsolosluğa yapılması gerekmektedir. Bu bağlamda, iftira suçunda, hukuka aykırı fiil isnadını içeren ihbarın veya şikâyetin yetkili makamlara yapılması koşulu aranmaktadır. Dolayısıyla kanunilik ilkesi gereğince, ihbar veya şikâyetin yapılması olanaklı görülen makamlar dışındaki kimselere yapılacak bildirimler, iftira suçuna vücut vermeyecektir. Bu bakımdan, isnat edilen hukuka aykırı fiil bir kişiye bildirilmiş, o kişi de suçu ilgili yerlere ihbar etmişse, kişinin, yetkili makam olarak sayılması mümkün olmadığından bu suç oluşmayacaktır. Nitekim, ihbar veya şikâyetin yetkili makamlara doğrudan yapılması da arandığından, bu makamların dolaylı şekilde hukuka aykırı fiil isnadını öğrenmeleri hâlinde söz konusu suçun oluşmadığı kabul edilmelidir (O. Y. – H. Tahsin Gökcan – M. Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, Ankara, 2010, s.7830, M. Oktay Yiğitbaş, İftira Cürmü Üzerine Bir Deneme, AD., Y.: 58, S.: 11, Ankara, 1967, s.832, Köksal Bayraktar, İftira, İstanbul Hukuk Fakültesi Mecmuası, C: XL, S. 1-4, s. 196).
Türkiye Atletizm Federasyonunun TCK’nın 267. maddesinde ifade edilen “yetkili makam” olup olmadığının belirlenmesi açısından, konunun tüm boyutlarıyla farklı başlıklar altında incelenmesi gerekmektedir.
A-) İdari Yaptırım Kavramı
Yaptırım, hukuk düzenince belirlenmiş kurallara uymama karşısında bir tepki olarak ortaya çıkmakta ve temel amaç, kişinin kurallar uymasını sağlamaktır. Yaptırımın türü ne olursa olsun, kurallara uyulması konusunda itici güç olma ve caydırıcılık özellikleri mevcuttur. Yaptırım, kimi zaman da kurala uymamadan doğan zararları tazmin etmeye yönelik olarak ortaya çıkabilmektedir (Guido Zanobini, İdari Müeyyideler, Ankara 1964, s. 4, Aktaran: Sema Ayatar Kızılyar, “Ceza Yaptırımı ile İdari Yaptırım Ayrımı”, Y. Üniversitesi Dergisi, Sayı: 8, Özel Sayı, C: 2, s. 1640; Feyyaz Gölcüklü, “İdari Ceza Hukuku ve Anlamı”, SBFD, C: 18, No: 2, 1963, s. 139).
Doktrinde idari yaptırıma ilişkin yapılan birden fazla tanım söz konusudur. Zanobini’ye göre idari yaptırım; idarenin, bir yargı kararı olmadan, yasayla kendisine tanınmış yetkiye dayanarak idare hukuku esaslarına göre, doğrudan doğruya idari kararların gereklerinin yerine getirilmesi amacıyla uyguladığı yaptırımlardır (Guido Zanobini, s. 25, Aktaran: Sema Ayatar Kızılyar, s. 1641).
İdari yaptırım kavramını organik ölçütü kullanarak tanımlayan Özay’a göre ise idari yaptırım; yasaların açıkça yetki verdiği ve yasaklamadığı durumlarda, araya yargı kararı girmeden, idarenin doğrudan doğruya, bir işlemi ile ve idare hukukuna özgü usullerle vermiş olduğu cezalardır (İlhan Özay, İdari Yaptırımlar, İstanbul 1985, s. 35).
Anayasa Mahkemesi de öğretideki tanımlarla benzer şekilde, organik ölçütü esas alarak “İdarenin, bir yargı kararına gerek olmaksızın yasaların açıkça verdiği yetkiye dayanarak, İdare Hukuku’na özgü yöntemlerle, doğrudan doğruya bir işlemi ile uyguladığı yaptırımlara, verdiği cezalara idari yaptırım denmektedir” şeklinde tanımlama yapmıştır (AYM, T. 23.10.1996, E. 1996/48, K. 1996/41; AYM, T. 13.05.2004, E. 2000/43, K. 2004/60).
Yine, Uyuşmazlık Mahkemesine göre, kanunun öngördüğü bir cezanın, idarenin bir organının eliyle uygulanabilmesi, o cezanın idari yaptırım olarak adlandırılabilmesi için yeterlidir (UM, T. 08.05.1998, E. 1998/10, K. 1998/12).
Öğreti ve yargı kararlarından çıkarılan sonuç, bu yaptırımların idare tarafından, idare hukukuna özgü usullerle karara bağlanmaları ve yine idarece uygulanmaları nedeniyle “idari yaptırımlar” adını almış olduğudur. Bununla birlikte, belirtilebilecek diğer bir nokta da, idari yaptırımların, yine idare tarafından idarenin vasıtalarıyla tatbik edileceğidir (Sema Ayatar Kızılyar, s.1645).
B-) Spor Faaliyetlerinin Anayasal Boyutu ve İdare Hukuku Açısından Niteliği
Anayasa’nın “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” başlıklı üçüncü bölümünde yer alan “Gençlik ve Spor” üst başlığı altında düzenlenen “Sporun Geliştirilmesi ve Tahkim” başlıklı 59. maddesi;
“Devlet, her yaştaki Türk vatandaşlarının beden ve ruh sağlığını geliştirecek tedbirleri alır, sporun kitlelere yayılmasını teşvik eder.
Devlet başarılı sporcuyu korur.
(Ek fıkra: 17/3/2011-6214/1 md.) Spor federasyonlarının spor faaliyetlerinin yönetimine ve disiplinine ilişkin kararlarına karşı ancak zorunlu tahkim yoluna başvurulabilir. Tahkim kurulu kararları kesin olup bu kararlara karşı hiçbir yargı merciine başvurulamaz.
” şeklindedir.
Bu düzenleme doğrultusunda, Devletin sporun geliştirilmesi ve sporcunun korunması bakımından pozitif yükümlülükleri olduğu anlaşılmaktadır. Devletin bu yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında yapılan teşkilatlanmanın hukuksal boyutunun irdelenebilmesi açısından da öncelikle, spor faaliyetlerinin niteliğinin ortaya konulması gerekmektedir.
Bu bağlamda, idare hukukunun en temel kavramlarından olan kamu hizmeti kavramı doktrinde, organik, maddi ve şekli açıdan tanımlanmaktadır. Organik açıdan kamu hizmeti, faaliyeti yürüten organa odaklanmak suretiyle yapılan tanım olup görevi yerine getirmek için kamu tüzel kişisince amaca özgülenen personel ve vasıtaların bütünü olarak tanımlanmaktadır. Şekli açıdan kamu hizmeti ise; hizmetin kamusal yönetim usullerine göre yürütülmesi esasıdır. (M. Günday, İdare Hukuku, 10. Baskı, İmaj Yayınevi, Ankara 2010, s. 330).
Ancak, konumuz açısından kamu hizmetinin maddi açıdan tanımlanması önem taşımaktadır. Buna göre, Anayasa Mahkemesi 24.12.2007 tarihli 114-85 Sayılı kararında kamu hizmetini “devlet ya da diğer kamu tüzel kişileri tarafından ya da bunların gözetim ve denetimleri altında, ortak gereksinimleri karşılamak ve kamu yararını sağlamak için topluma sunulmuş bulunan sürekli ve düzenli etkinlikler” olarak tanımlamıştır.
Doktrinde, kamu hizmetinin belirli özellikleri barındırması gerektiği ifade edilmektedir. Bu doğrultuda bir faaliyetin kamu hizmeti olabilmesi için bu hizmetin; yasama organı iradesiyle kamu yararlı hizmet olarak kabul edilmesi (M. Günday, s. 332), bizzat Devlet ya da diğer kamu tüzel kişileri tarafından yürütülmesi ya da bu sayılanların yakın gözetim ve denetimi altında özel teşebbüslerce yürütülmesi, toplumun tamamına ya da büyük bir bölümüne hitap etmesi, genel ve müşterek gereksinimleri karşılaması (kamu yararı amacı gütmesi), devamlı olarak ve düzenli olarak yürütülmesi (O. Sancakdar, İdare Hukuku (Teorik Çalışma Kitabı), 3. Baskı. Ankara, Seçkin Yayınevi, s. 547) gerekmektedir (S. Asker, 1982 Anayasası’nın 59. Maddesi Bağlamında Spor Tahkim Kurulu Kararlarının Denetimi, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2017, s. 7-8).
Danıştay 13. Dairesi de 05.12.2016 tarihli ve 4102-4098 Sayılı kararında “…her ne kadar temyize konu Mahkeme kararında, davalı şirketin özel hukuk tüzel kişisi ve dava konusu işlemlerin de özel hukuk işlemleri olduğu ifade edilmişse de, özel faaliyetler için söz konusu olamayacak üstün ayrıcalıklara sahip olan, yükümlülükler rejimine tabi tutulan ve sorumluluğu ile denetimi son tahlilde bir kamu otoritesi tarafından üstlenilen kamu hizmeti niteliğindeki elektrik dağıtım faaliyetini yürüten davalı şirket ile davacı şirket arasındaki ilişkinin ticari bir ilişki olarak değerlendirilemeyeceği, bu kapsamda kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade açıklamasıyla tesis edilen dava konusu işlemlerin yargısal denetimini yapma görevinin idari yargı merciine ait olduğu sonucuna ulaşıldığından, uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargı yerlerince yapılacağından bahisle davanın görev yönünden reddine ilişkin temyize konu mahkeme kararında usul hükümlerine uygunluk görülmemiştir.” gerekçesiyle bir hizmetin kamu hizmeti olarak kabul edilebilmesi için muhakkak klasik idari makamlarca yürütülmesinin gerekmediği sonucuna ulaşmıştır.
Konumuza ilişkin olarak, Anayasa’nın 59. maddesinin yanı sıra, suç ve karar tarihinde “Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” adını taşıyan ve 09.07.2018 tarihli ve 30473 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 703 Sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) 12. maddesinin (a) bendiyle adı “Gençlik ve Spor Hizmetleri Kanunu” olarak değiştirilen 3289 Sayılı Kanun’un “Kamu görevlisi sayılma” başlıklı Ek 1. maddesinde yer alan “Kamu hizmeti olarak yapılan gençlik ve spor organizasyonlarında görevlendirilen geçici görevliler, o organizasyonla ilgili görevlerini fiili olarak yürüttükleri süre içinde veya bu görevi ile ilgili ilişkileri sırasında kamu görevlisi sayılır. Ceza kanunlarının uygulanması bakımından, bunların işledikleri suçlarla, bunlara karşı işlenen suçlarda Devlet memurlarına ilişkin hükümler uygulanır.” hükmü ile Devlet Denetleme Kurulunun “Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Faaliyetlerinin Denetimi ile Özerk Federasyon Uygulamalarının Değerlendirilmesi” konulu, 02.04.2009 tarihli ve 2009/03 Sayılı Denetleme Raporunda belirtilen “sporun esas olarak Devletçe yürütülmesi gereken bir kamu hizmeti olduğu ve özerklik ile yetki devredildiği” hususundaki tespitler birlikte değerlendirildiğinde; sporun bir kamu hizmeti olduğu, söz konusu rapor ve düzenlemelerde gençlik ve spor organizasyonlarının kamu hizmeti niteliğinin vurgulandığı anlaşılmaktadır (S. Asker, s. 8-9).
C-) Genel Boyutlarıyla Ülkemizde Spor Yönetimi, Federasyon Yapılanması ve Bu Bağlamda Türkiye Atletizm Federasyonu
Ülkemizde spor faaliyetlerinin kurumsal boyutta düzenlenip yürütülmesinin kanuni dayanaklarından olan 3289 Sayılı Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinin suç ve karar tarihinde uygulanması gereken hâlinde; “Bu Kanunun amacı, Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı, merkezde katma bütçeli ve tüzel kişiliğe sahip Spor Genel Müdürlüğünün, taşrada ise özel bütçeli Gençlik Hizmetleri ve Spor İl ve İlçe Müdürlüklerinin kurulmasına, teşkilat, görev ve yetkilerine ait esas ve usulleri düzenlemektir” hükmüne yer verilmiştir.
Bu Kanun’la spor yönetiminin devredildiği Spor Genel Müdürlüğü, suç ve karar tarihinden 703 Sayılı KHK ile 3289 Sayılı Kanun’da yapılan değişikliğe kadar olan dönemde, doktrinde kabul edilen görüşe göre; idare hukuku ilkelerine göre kamu tüzel kişiliğini haiz, özel bütçeli ve Gençlik ve Spor Bakanlığının bağlı kuruluşu olan, hizmet yerinden yönetim kuruluşu olarak nitelendirilmekteydi (N. Günal, Türk Spor Yönetimi, Spor Hukuku Dersleri, Editör: Av. Kısmet Erkiner, Ed. Yrd. A. Soysüren, K. Has Üniversitesi Spor Hukuku Araştırma ve Uygulama Merkezi, Yayın No: 2, s. 217, S. Asker, s. 20). 793 Sayılı KHK yapılan değişiklik sonucunda Spor Genel Müdürlüğüne ait yetkiler genel olarak Gençlik ve Spor Bakanlığına ve tüzel kişiliğe sahip taşrada özel bütçeli Gençlik Hizmetleri ve Spor İl ve İlçe Müdürlüklerine devredilmiş olup konumuzla ilgisi bakımından 3289 Sayılı Kanun’un daha ziyade suç ve karar tarihinde yürürlükte bulunan hükümlerinin incelenmesi isabetli olacaktır.
Bu bağlamda, 3289 Sayılı Kanun’un suç ve karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan hâlinin incelenmesinde;
Aynı Kanun’un “Merkez Teşkilatı” başlıklı 4. maddesinin (a) bendinde Spor Federasyonu Başkanlıkları, Spor Genel Müdürlüğünün ana hizmet birimleri arasında sayılmıştır. “Federasyon teşkili ve profesyonel dalların tespiti” başlıklı 18. maddede ise, bir veya daha fazla spor dalının, teknik ve idari bakımdan birer federasyona bağlanacağı hüküm altına alınmıştır.
Spor federasyonları 3289 Sayılı Kanun’un Ek 9. maddesinde düzenlenmiştir. “Bağımsız spor federasyonları” başlıklı bu maddede; “Spor dalı ile ilgili faaliyetleri ulusal ve uluslararası kurallara göre yürütmek, gelişmesini sağlamak, sporcu sağlığı ile ilgili konularda gerekli önlemleri almak, teşkilatlandırmak, federasyonu uluslararası faaliyetlerde temsil etmek ve Tahkim Kurulu kararlarını uygulamakla görevli ve yetkili, özel hukuk hükümlerine tabi bağımsız spor federasyonları kurulur. Federasyonlar, Merkez Danışma Kurulunun uygun görüşü, Bakanın teklifi ve Başbakanın kararı ile kurulur ve kararın Resmi Gazetede yayımlanması ile tüzel kişilik kazanır. Bu Kanunda belirtilen yükümlülüklerini yerine getirmeyen federasyonların tüzel kişilikleri bu maddede belirtilen usulle iptal edilir ve mal varlıkları Genel Müdürlüğe devredilir. Genel Müdürlük tarafından bağımsız spor federasyonlarına yapılan yardımlar ile Genel Müdürlük bütçesinden bu federasyonlara tahsis edilen kaynaklar kullanılarak edinilen her türlü taşınır ve taşınmazlar edinim amacı dışında kullanılamaz ve Genel Müdürün izni alınmadan üçüncü kişilere satılamaz ve devredilemez. Genel Müdürlük tarafından yapılan yardımlar ve tahsis edilen kaynaklar kullanılarak alınan taşınmazların mülkiyeti Genel Müdürlüğe ait olur. Bu taşınmazlar Genel Müdürlüğün mevzuatı çerçevesinde kullanılır. Federasyon malları Devlet malı hükmündedir, haczedilemez. Federasyon faaliyetlerinde görevli bulunanlar, görevleriyle ilgili olarak işlemiş oldukları suçlar bakımından kamu görevlisi sayılır.” şeklinde düzenleme yapılmış, maddenin ikinci fıkrasında da federasyonların merkez teşkilatının; genel kurul, yönetim, denetim, disiplin kurulları ile genel sekreterlikten oluştuğu, üçüncü fıkrasında da federasyonun ana statüsünün genel kurul tarafından belirleneceği öngörülmüştür.
Aynı Kanun’un Ek 9. maddesinde ayrıca, bağımsız federasyonların bütçesinin; katılım payı, tescil, vize, transfer, itiraz, ceza, yayın, sponsorluk, reklam, yardım, bağış ve benzeri gelirlerden oluştuğu, bu gelirlerin ana statüsünde belirlenen usul ve esaslar dahilinde harcanacağı, Genel Müdürlük bütçesinden bağımsız federasyonlara, ilgili branşın alt yapısına ve eğitime ilişkin projelerinin desteklenmesi amacıyla gerektiğinde kaynak tahsis edilebileceği, federasyonların her türlü faaliyetlerinin denetiminin; genel kurul, denetim kurulu ve Bakan tarafından görevlendirilecek denetim elemanlarınca yapılacağı, federasyon harcamalarının yerindelik denetiminin yetkili kurullarınca, Genel Müdürlükçe yapılan her türlü yardımların amaca uygunluğunun ve denetiminin ise Genel Müdürlükçe yapılacağı, Genel Müdürlük tarafından yapılan ayni ve nakdi yardımların mevzuata ve amacına uygun olarak harcanmaması hâlinde oluşacak zararın, kusurları bulunan federasyon başkanı ve yönetim kurulu üyelerinden tahsil edileceği ve bunlar hakkında suç duyurusunda bulunulacağı, öte yandan, federasyonların, faaliyette bulundukları spor dalları ile ilgili olarak bağlı oldukları uluslararası federasyonun kurallarını göz önünde bulundurarak hangi eylem ve davranışlara ne tür sportif ceza verileceğini ceza talimatında düzenleyecekleri, federasyonların programında yer alan veya izni ile yapılan faaliyetlerden dolayı sportif ceza verme yetkisinin federasyon disiplin/ceza kuruluna ait olduğu, federasyonların ana statüsünün Resmi Gazete’de, ana statüye dayanılarak hazırlanan yönetmelik dışındaki talimat ile diğer alt düzenleyici işlemlerin ise Genel Müdürlüğün internet sitesinde yayımlanacağı hükme bağlanmıştır.
3289 Sayılı Kanun’un Ek 9. maddesinde 12.04.2011 tarihli ve 27903 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6215 Sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 10. maddesiyle yapılan değişiklikten önce, maddede “bağımsız” ibaresi yerine kullanılan “özerk” ibaresinin, idare hukuku açısından idari ve mali anlamda iki boyutu bulunmaktadır. İdari özerklik; özerk kuruluşların kendi organları aracılığıyla serbestçe karar alabilmelerini ifade etmektedir. Buna göre bir kurumda yönetimin atama ile değil de, seçimle iş başına gelmesi özerkliğin bir ön koşulu olarak kabul edilebilir (T. Çolakoğlu – E. Esra Erturan, “Spor Federasyonlarının Özerkleşmeleri ve Hukuksal Boyutunda Spor Hukuku Gereksinimleri”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Kış – 2009, C: 8, S: 27, s. 326). Mali özerklik ise; özerk kuruluşların ayrı malvarlığına sahip olabilmelerini ve kanunların öngördüğü esaslar çerçevesinde kendi organlarının kararlarına dayanarak harcama yapabilmelerini öngörmektedir (E. Esra Erturan, “Türkiye’de Spor Federasyonlarında Özerklikle İlgili Gelişmeler – Federasyon Başkanlarının Görüşleri Açısından Bir Değerlendirme”, Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Beden Eğitimi ve Spor Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2003, s. 7; TOBB, “Mahalli İdarelerin Yeniden Yapılandırılması”, Yerel Yönetim Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 1996, s. 26; T. Çolakoğlu – E. Esra Erturan, s. 326). Spor yönetiminde özerklik; sporun milletlerarası yapılması nedeniyle ve sportif başarının artırılması, yönetimde etkinliğin sağlanması ve uzmanlaşmanın sağlanması gibi faktörlerle uygulanan bir yönetim tarzı olarak ortaya çıkan bir yönetim tarzıdır (S. Asker, s. 48-49).
Doktrinde, her ne kadar bu federasyonların kanunda özerk oldukları ifade edilse de; suç ve karar tarihi itibarıyla, özellikle federasyonların statülerini Spor Genel Müdürlüğü tarafından öngörülen çerçeve statüye uygun şekilde hazırlamak zorunda olmaları, özerk federasyonların ceza veya disiplin kurullarınca verilen kararlara karşı Genel Müdürlük bünyesinde oluşturulacak Tahkim Kuruluna itiraz edilebilmesi ve özerk federasyonların her türlü faaliyet ve işlemlerinin Genel Müdürlüğün bağlı olduğu Bakanlığın denetimine tâbi olmasının, tam ve gerçek anlamda bir özerkliğin bulunmadığını ortaya koyduğu, bu bakımdan söz konusu federasyonların gerçekte “yarı özerk” oldukları değerlendirilmektedir (E. Küçükgüngör, “Kadir Has Üniversitesi Spor Hukuku Araştırma ve Uygulama Merkezi, Spor Hukuku Seminer Notları”, İstanbul, 2006, T. Çolakoğlu – E. Esra Erturan, s. 331).
Bağımsız spor federasyonlarının teşkilatlanması ve çalışma usullerine ilişkin mevzuat ve yapılan açıklamalar doğrultusunda, bu federasyonların hukuki statülerinin de irdelenmesi gerekmektedir.
Anayasa’nın “İdarenin bütünlüğü ve kamu tüzelkişiliği” başlıklı 123. maddesinin suç ve karar tarihinde yürürlükte bulunan hâli; “Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” şeklinde olup doktrinde kamu tüzelkişiliği; kamu hizmetlerini ifa ederek kamu yararı amacı sağlayan, kamu gücü ile donatılmış olan ve kamu hukukuna tabi olan tüzel kişilik olarak tanımlanmaktadır (K. Gözler, İdare Hukuku, C:1, 2. Baskı, Bursa, Ekin Kitabevi, s. 161).
Kamu tüzelkişiliği ile özel hukuk tüzelkişiliği arasındaki farklarla ilgili olarak doktrinde; özel hukuk tüzelkişiliğinden farklı olarak, kamu tüzelkişiliğinin ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulması, amacının kamu yararı olması, faaliyet konusunun değiştirilmesinde karar organlarının tek başına yetkili olmaması, icrai nitelikte kararlar alıp uygulayabilmek suretiyle kamu gücüyle donatılması ve üzerlerindeki denetimin daha sıkı yürütülmesi gibi hususlar belirtilmektedir (S. Asker, s. 39-40).
Doktrinde bu kriterler de dikkate alınarak yapılan değerlendirmeler sonucunda varılan çoğunluk görüşü; bağımsız spor federasyonlarının kamu tüzelkişisi olarak kabul edilmesi gerektiği yönündedir (M. Avcı, “Spor federasyonlarının hukuki niteliği, idari teşkilat içindeki konumu ve bağımsızlığı sorunu”, İÜHFM, Y: 2012, C: 70, S: 2, s. 14; A. Uz, “Sporla İlgili Uyuşmazlıkların Çözümünde Zorunlu Tahkim Yolu: Tahkim Kurulları ve Kararlarının Niteliği”, S. Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Y: 2011/1, S: 13, s. 291; Hatice Özdemir Kocasakal, Sportif Uyuşmazlıkların Tahkim Yoluyla Çözümü ve Spor Tahkim Mahkemesi, İstanbul, V. Kitapçılık, s. 29; S. Asker, s. 76).
Gelinen noktada, federasyonun dayanağını kanundan alması, karar ve işlemlerinin denetiminin Spor Genel Müdürlüğü bünyesindeki Tahkim Kurulu tarafından yapılması, Devlet tarafından federasyonlara mali yardım yapılması, yapılan yardımların amaca uygun harcanıp harcanmadığının denetiminin Genel Müdürlükçe gerçekleştirilmesi, faaliyet alanlarının kamu hizmeti niteliğindeki spora ve bu husustaki faaliyetlerin eksiksiz yürütülmesine ilişkin olması karşısında, aralarında Türkiye Atletizm Federasyonunun da bulunduğu bağımsız federasyonların kamu tüzelkişisi oldukları kabul edilmelidir.
Nitekim Anayasa Mahkemesince de 02.07.2009 tarih ve 118-107 sayı ile; “Özerk spor federasyonları denetim bakımından merkezi idareye bağlıdırlar. Ek Madde 9’un son fıkrasına göre, bu federasyonların her türlü faaliyet ve işlemleri Genel Müdürlüğün bağlı olduğu Bakanlığın denetimine tâbidir. Bu denetim sonucunda görevi başında kalmasında sakınca görülen federasyon başkanı veya yönetim kurulu üyeleri hakkında karar almak üzere, Genel Müdürlüğün bağlı olduğu Bakan, genel kurulu olağanüstü toplantıya çağırabilir. Bunların Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü tarafından öngörülen çerçeve statüye uygun şekilde hazırlanması zorunlu olup, ceza veya disiplin kurullarınca verilen kararlara karşı Genel Müdürlük bünyesinde oluşturulacak Tahkim Kurulu’na itiraz edilebilir. … Özerk federasyonların kuruluşları, denetimleri, mali yapıları, ve kararlarına karşı merkezi idare içerisinde oluşturulan Tahkim Kurulu’na başvurulabilmesi gibi hususlar göz önünde bulundurulduğunda, bunların hizmet yerinden yönetim kuruluşları oldukları” belirtilmek suretiyle aynı sonuca ulaşılmıştır.
Ç) Türkiye Atletizm Federasyonu (TAF)
Türkiye Atletizm Federasyonunun teşkilatı, genel kurulun oluşumu, toplanması, yönetim, denetleme ve ceza kurullarının çalışmaları ile görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla, 3289 Sayılı Kanun’un Ek 9. maddesiyle Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Özerk Spor Federasyonları Çerçeve Statüsüne dayalı olarak Türkiye Atletizm Federasyonu Ana Statüsü hazırlanmış ve 01.03.2007 tarihli ve 26449 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe konulmuştur. Suç ve karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan Ana Statü, 15.01.2013 tarihli ve 28529 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren aynı adlı statü ile yürürlükten kaldırılmıştır.
Suç ve karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken Ana Statü’nün “Teşkilat” başlıklı 5. maddesinde, yönetim kurulu ve ceza kurulu federasyonun merkez teşkilatı içerisinde sayılmış, 15.01.2013 tarihinde yürürlüğe konulan ana statü ile ceza kurulunun adı disiplin kurulu olarak değiştirilmiştir.
Uyuşmazlığın çözümüyle ilgili olarak suç ve karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken Ana Statü’nün ilgili hükümlerinin incelenmesinde;
“Cezalar” başlıklı 39. maddesinde; “Atletizm müsabaka ve çalışmalarında, kulüpler, sporcular, yöneticiler ve antrenörler ile diğer tüm teknik ve idari personel tarafından yapılan sporun ve sporculuğun ruhuna aykırı fiiller ve bunlara uygulanacak müeyyideler, milli ve milletlerarası teamüllere uygun olarak yönetim kurulu tarafından hazırlanacak talimatla tespit edilir. Belirlenecek fiillere uygulanacak cezalar, ihtar, faaliyetlerden men, geçici ya da sürekli hak mahrumiyeti, lisans iptali, para cezası ve yetki iptalidir.” hükmüne yer verilmiştir.
“Ceza Kurulu” başlıklı 17. maddesinde; bu kurulun, kulüpler, atletizm faaliyetinde bulunan kuruluşlar, sporcular, hakem, antrenör, menajer, yönetici ve görevli diğer kişilerle ilgili olay ve fiillere ilişkin ceza işlerine bakacağı, ceza suçunu teşkil eden fiil ve cezalara ilişkin hususların da talimatla düzenleneceği; 18. maddesinde ise, Genel Müdürlük bünyesinde kurulmuş olan tahkim kurulunun; federasyon ile kulüpler, federasyon ile sporcu, hakem, antrenör, idareci ve benzeri spor elemanları, kulüpler ile sporcu, antrenör, idareci ve benzeri spor elemanları, kulüpler ile kulüpler arasında çıkacak ihtilaflar hakkında Federasyon Yönetim kurulunca verilecek kararlar ile ceza kurulu kararlarını, ilgililerin itirazı üzerine inceleyerek kesin karara bağlayacağı öngörülmüştür.
Disiplin ihlalleri ve bunlara bağlı yaptırımlar irdelendiğinde;
Ana Statü doğrultusunda, atletizm faaliyetlerinde disiplini sağlamak için uluslararası esaslara ve teamüllere uygun olarak, disiplin suçu teşkil eden fiillerle, bu fiillere uygulanacak cezaların belirlenmesi amacıyla düzenlenip suç ve karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken Türkiye Atletizm Federasyonu Ceza Talimatı’nın 2. maddesinde, talimat hükümlerinin atletizm faaliyetlerinde bulunan kulüpleri, kurum ve kuruluşları, sporcuları, hakemleri, antrenörleri, yöneticileri, atletizm dalı görevlilerini ve atletizmle ilgili diğer kişileri kapsadığı hüküm altına alınmıştır.
Talimat’ın “Disiplin Cezaları” başlıklı 3. bölümünde yer alan hükümlerden; “Cezalar” başlıklı 9. maddede, bu talimata göre belirlenen disiplin suçlarına uygulanacak disiplin cezalarının; ihtar, yarışmadan men, hak mahrumiyeti, para cezası, tescil iptali, puan indirme ve küme düşürme cezaları olduğu; 11. maddesinde de “yarışmalardan men” cezasının, kulübünün, sporcunun veya diğer kişilerin resmi yarışmalara katılmaktan men edilmesini ifade ettiği belirtilmiştir.
Konumuza ilişkin olarak, Talimat’ın “Genel Hükümler” başlıklı 4. bölümünde düzenlenen ve “Cezayı Gerektiren Fiiller” başlığı altında yer verilen, “Sportmenliğe Aykırı Hareket” başlıklı 18. maddesinde; “Sportmenliğe veya spor ahlakına aykırı hareket eden, tutum ve davranışlarıyla atletizmin veya Türkiye Atletizm Federasyonunun saygınlığını zedeleyen, kişi veya kulüpler, kurum ve kuruluşlar, bu hususta ayrı ceza hükmü bulunmadığı takdirde yarışmalardan men veya hak mahrumiyeti cezası ile cezalandırılır. Sportmenliğe ve spor ahlakına aykırı hareket eden sporculara ve diğer kişilere 15 gün ile 6 ay arasında yarışmadan men ceza belirli süreli hak mahrumiyeti cezası verilir.”, aynı bölümde “Yabancı Ülkede Cezayı Gerektiren Fiil” başlığı altında düzenlenen 43. maddede ise, “Bu talimata göre yarışmalardan men veya hak mahrumiyetini gerektiren suçlar (fiiller) yabancı ülkede işlendiği takdirde tayin edilecek ceza bir kat arttırılır.” hükümlerine yer verilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında birinci uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sporun esas olarak Devletçe yürütülmesi gereken bir kamu hizmeti olduğu ve spor faaliyetlerinin niteliklerinden kaynaklanan nedenlerle Devletin spor yönetimine ilişkin yetkilerini özerklik yoluyla devrettiği, bu bağlamda, atletizm sporuna ilişkin kamu hizmeti yürüten tüzel kişi olan ve Türkiye Atletizm Federasyonunun özel hukuk hükümlerine tabi olmasının, kurumun ve yürüttüğü faaliyetin kamusal niteliğini ortadan kaldırmadığı,
Türkiye Atletizm Federasyonunun, ana statüsünde sayılan ve aralarında sporcuların da bulunduğu taraflarca icra edilen kamu hizmetlerinin eksiksiz ve sorunsuz yürütülmesi hususunda gereken disiplinin sağlanması açısından, 3289 Sayılı Kanun’dan aldığı yetki doğrultusunda, kendi karar organlarınca ve idare hukukuna uygun yöntemlerle ceza talimatı hazırlayıp yürürlüğe koyduğu, dolayısıyla bu talimatta yer alan disiplin kurallarının özel hukuk sözleşmelerinden değil, söz konusu kamu hizmetinin yürütülmesine yönelik idari işlemlerden kaynaklandığı gibi bu talimata konu disiplin kurallarının ihlalinin de özel hukuktan kaynaklanan borç ilişkisine aykırılık yerine, kamu hizmetinin yürütülmesine aykırı davranışlar nedeniyle düzenlenen idarî ceza niteliğinde oldukları ve söz konusu cezalara karşı idari makam konumundaki Tahkim Kuruluna başvuru imkânının sağlanmış olması hususları birlikte değerlendirildiğinde; atletizm sporcusu olan katılan … hakkında sanığın başvurusu üzerine, Türkiye Atletizm Federasyonu Ceza Kurulunca ceza verilmesine ilişkin işlemin idari yaptırım niteliğinde olduğunun ve adı geçen Federasyonun da söz konusu yaptırımın uygulanması açısından TCK’nın 267. maddesinin birinci fıkrasında yer alan yetkili makam niteliği taşıdığının kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, bu uyuşmazlık konusu bakımından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmelidir.
İncelenen dosya kapsamı, birinci uyuşmazlık konusuna ilişkin açıklamalar ve varılan sonuç doğrultusunda diğer uyuşmazlık konularının değerlendirilmesinde;
2-) Sanık hakkında eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığı;
Katılan … hakkında idari yaptırım uygulanmasına yönelik ihbarda bulunan sanık …’ın 19.09.2011 tarihli dilekçesiyle, katılanın ve sanığın beyanlarında tanık olarak adları geçen…, … ve…’in iddia konusu olaylara ilişkin Federasyona verdikleri beyan dilekçelerinin dosyada bulunduğu, katılan hakkında idari yaptırım uygulanmasına ilişkin Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanlığı Ceza Kurulunca verilen 19.10.2011 tarihli ve 12-10 Sayılı karar ile idari yaptırımın itirazen kaldırılmasına ilişkin Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı Spor Genel Müdürlüğü Tahkim Kurulunca verilen 18.11.2011 tarihli ve 123-191 Sayılı karar asıllarının da kovuşturma aşamasında dosyaya getirtildiği, yine bu kararlarda olay tanığı oldukları belirtilen ve beyanları ilgili kararlara esas alınan… ve …’le birlikte İ. Kabal’ın da aşamalarda tanık olarak ifadelerinin alındığı, idari makamlarca verilen kararların, bu kararlarda dayanılan ve Yerel Mahkemece hükme esas alınan tanık anlatımlarının da dosya içeriğiyle uyumlu ve hüküm kurmaya elverişli olması karşısında; ayrıca idari makamlarca katılan hakkında verilen kararlara konu dosyaların da getirtilip incelenmesini, böylelikle araştırma yapılmasını gerektirecek bir husus söz konusu olmayıp Yerel Mahkemece dosyadaki mevcut delillerle hüküm kurulmasında herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Ceza Genel Kurulu Üyesi ise; “Katılan … hakkında idari yaptırım uygulanması kararına ve bu karara yönelik itiraza konu dosyaların ilgili kurumlardan getirtilerek incelenmesi, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği gözetilmeden, sanık hakkında eksik araştırma ile hüküm kurulduğu” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
3-) Sanığa atılı iftira suçunun oluşup oluşmadığı;
Türkiye Atletizm Federasyonunda Milli Takım Antrenörü olan sanık …’ın, 2011 yılında Güney Kore ülkesinde gerçekleştirilen Dünya Atletizm Şampiyonasının bitiminde kafile hâlinde Türkiye’ye döndükten sonra, şampiyonada yarışan milli takım sporcuları arasında yer alan katılan …’nın bu şampiyona sırasında, kendi müsabakasından bir gün önce saat 02.30 sıralarında Amerikalı sporcularla sohbet ettiğinin tespit edildiğini ve aralarında katılanın antrenörünün de olduğu diğer antrenörler tarafından uyarılarak odasına gönderildiğini, katılanın bu davranışının bayrak yarışında da devam ettiğini ve kaldıkları tesise saat 04.30’da erkek bir sporcu ile birlikte tesisin yan taraftan geldiğinin antrenör… tarafından da tespit edildiğini beyan ederek katılan hakkında gereğinin yapılması talebiyle Federasyon Başkanlığına yazılı başvuruda bulunduğu, bu başvuru üzerine Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanlığı Ceza Kurulunca yürütülen idari soruşturma sonucunda katılanın 30 gün süreyle yarışmalardan men cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, ancak katılan vekilince bu karara itiraz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Spor Genel Müdürlüğü Tahkim Kurulunca; katılana isnat edilen eylemlerin sabit olmadığı gerekçesiyle itirazın kabulüne ve söz konusu cezanın kaldırılmasına karar verildiği olayda; sanığın iddialarına konu olan ve şampiyona sırasında farklı zamanlarda gerçekleştiği belirtilen iki ayrı olaydan birincisinde, katılanın saat 02.00 sıralarında otel önünde diğer sporcularla birlikte oturması nedeniyle hem katılanın kendi antrenörü, hem de orada bulunan diğer antrenörler tarafından uyarılarak odasına gönderildiğine ilişkin iddianın olay anında orada bulunan ve katılanı uyardığı söylenen tanıklar…, … ve…’in beyanlarıyla doğrulanmaması, katılanın saat 04.00 sıralarında yabancı bir erkek sporcuyla birlikte tesisin yan tarafından geldiğine ilişkin ikinci olaya konu iddianın ise, sanığın bu olayı kendisine bizzat anlattığını söyleyen tanık… tarafından inkâr edilmesi ve katılan hakkında idarî yaptırım uygulanması hususunda yetkili makam olan Türkiye Atletizm Federasyonu tarafından verilen idari yaptırım kararının da itiraz makamınca, tanık beyanlarına göre katılana atılı eylemlerin sabit olmadığı gerekçesiyle kaldırılmış olması karşısında; sanığın, katılana yönelik isnatlarının maddi olgu ve vakıalara dayanmadığı, dolayısıyla, katılanın işlemediğini bildiği hâlde ve katılan hakkında idari yaptırım uygulanmasını sağlamak amacıyla, ceza talimatında belirtilen ve disiplin ihlali niteliğinde olan hukuka aykırı fiilleri katılana isnat etmek suretiyle yaptığı başvurunun, sporcunun disipline aykırı davranışlarını bildirme yetkisi kapsamında değerlendirilemeyeceği anlaşıldığından, sanığa atılı iftira suçunun unsurlarının oluştuğunun kabulü gerekmektedir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Ceza Genel Kurulu Üyesi ise; “dosyada mevcut deliller itibarıyla sanığa atılı iftira suçunun oluşmadığı” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,
1-) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının REDDİNE,
2-) Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 27.06.2019 tarihinde yapılan müzakerede birinci uyuşmazlık konusu bakımından oybirliğiyle, ikinci ve üçüncü uyuşmazlık konuları bakımından oy çokluğuyla karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2016/16-193
K. 2019/351
T. 30.4.2019
DAVA : İftira suçundan sanık …’nın TCK’nın 267/1, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, CMK’nın 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve 5 yıl denetim süresine tabi tutulmasına ilişkin Ladik Asliye Ceza Mahkemesince verilen 24.09.2008 tarihli ve 3-34 Sayılı kararın kesinleşmesinden sonra, sanığın denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlemesi nedeniyle dosyayı ele alan Ladik Asliye Ceza Mahkemesince 28.05.2013 tarih ve 45-79 sayı ile, açıklanması geri bırakılan hükmün açıklanması suretiyle sanığın TCK’nın 267/1, 62, 50/1-a ve 52/2-4. maddeleri uyarınca 6000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye ilişkin hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Ceza Dairesince 24.03.2015 tarih ve 501-282 sayı ile;
“Oluşa, dosya kapsamına, mahkemenin karar gerekçesine göre; sanığın, makbuz kesmeden köylüden fazla para topladığı, kendisine kesim alanı dışında ormandan satmak üzere odun hazırlattığından bahisle muhtar olan katılandan şikayetçi olduğu, sanığın şikayeti üzerine görevi kötüye kullanma suçundan başlatılan soruşturmada atılı suçun işlenmediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilen olayda, suçun sübutunun varlığı kabul edilerek, sanık hakkında mahkumiyet hükmü kurulmasında isabetsizlik görülmediğinden tebliğnamede şikayet hakkının kullanıldığından bahisle beraat kararı verilmesi yolundaki bozma düşüncesi benimsenmemiştir.
İftira suçundan yargılandığı davada hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen sanığın denetim süresi içinde işleyerek mahkum olduğu kasıtlı suç nedeniyle CMK’nın 231/11. maddesi uyarınca açıklanan hükümdeki cezanın seçenek yaptırımlara çevrilmesine yasal olanak bulunmadığı, aynı fıkranın ikinci cümlesi uyarınca cezanın kısmen infazı, ertelenmesi veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vermenin ancak yükümlülüklerini yerine getiremeyen sanıklar yönünden mümkün bulunduğu gözetilmeden, hükmolunan kısa süreli hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesine karar verilmesi aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır…” eleştirisi ve açıklamasıyla onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ise 24.06.2015 tarih ve 285247 sayı ile;
“Dosya kapsamından sanığın aynı zamanda muhtar olan katılan hakkında 04.09.2007 tarihinde Ladik Cumhuriyet Başsavcılığına vermiş olduğu dilekçe ve beyanında ‘Orman köylüsüne yakacak ihtiyacı olarak yıllık odun verildiğini, kendi ailesine düşen miktarın 10 ster olduğunu, odun teslim alınmadan önce orman işletme şefliğine 29.5 YTL. ödeme yapılması gerektiği halde muhtar olan sanığın tüm köylülerden 30 YTL. toplayıp artan 0.5 YTL’yi harcama olarak gösteren belge ibraz etmediği gibi toplanan paralar için de herhangi bir makbuz kesmediğini, yine kendi işinde kullanmak için kesim alanı dışında tahminen 30 ton civarında odun hazırlatarak görevini kötüye kullandığını’ beyan ederek ihbar ve şikayette bulunduğu, yapılan idari soruşturma sırasında 02.10.2007 tarihli beyanında ise iddialarını tekrarla ’30 ster odunu her ne kadar orman işletme şefliği kabullense de muhtar tarafından satmak amaçlı köy işçilerine hazırlatıldığını’ beyan ettiği, hakkında iftira suçundan yapılan soruşturma sırasında Ladik C.Başsavcılığına vermiş olduğu 24.01.2008 tarihli savunmasında ise ‘Kendisinin yokluğunda orman işletme şefliği tarafından 10 ster odun aldığına dair nakliye tezkeresinin kesildiğini, söz konusu odunları almadığını, tezkeredeki ismi altında yer alan imzanın kendisine ait olmadığını, imzayı kimin attığını bilmediğini, adının kullanılarak odun getirildiği düşüncesine kapıldığını, kesilen 30 ster odunun orman idaresine ait olamayacağını, kesim yeri ile odunun toplandığı yerin çok uzak olduğunu, bu işte muhtarın parmağı olabileceğini düşündüğünü, muhtar tarafından köy karar defterinde fazladan toplanan paranın köye gelir kaydedileceğine dair bir ibare bulunmadığından ve bu paranın değişik işlerde kullanıldığını düşündüğünden, görevini kötüye kullanan muhtar hakkında şikayetçi olduğunu’ beyan ettiği anlaşılmıştır.
Sanığın şikayeti üzerine yapılan soruşturma neticesinde jandarma görevlileri tarafından 04.09.2007 tarihinde düzenlenen olay yeri, görgü, tespit tutanağı ile teslim tesellüm tutanağı adı altında ‘Çatalca mevkiinde sıralı halde yaklaşık 30 ster damgasız odunların bulunarak orman muhafaza memurlarına teslim edildiğine’ ilişkin tutanakların düzenlendiği, ‘söz konusu yaklaşık 30 ster odunun orman işletme şefi … tarafından kendisine ve işçilerine yaptırıldığını, odunların orman idaresinin teslim edeceği miktarda meydana gelen açıktan kaynaklandığına’ ilişkin olarak 04.09.2007 tarihinde … isimli şahsın bilgisin alındığı, 05.09.2007 tarihli tutanaktan orman muhafaza memurlar olduğu anlaşılan… ve …’in yaklaşık 500 ster kesimden kalan yaklaşık 30 ster kesilmiş odunların orman işletme müdürlüğüne ait olduğuna ilişkin tutanak, Ladik Orman İşletme Şefliğinin 06.09.2007 tarihli üst yazılarından zati ihtiyaç için hane başı 29,50 YTL’nin makbuz karşılığında tahsil edildiğinin yazılı olduğu ancak ekindeki orman işletme şefliği sayman mutemedi alındısında fiyatın 2,50 YTL olarak üst yazıdan farklı bir miktarın yazılı olduğu, yine zati yakacak ihtiyaçları tespit tutanağında sanık ve …isimleri karşısında düşünceler kısmındaki imzaların aynı olduğu, sanığın imzasına ait olmadığının daha sonra katılan ve tanık beyanlarınca da doğrulandığı, sanığın o tarihlerde il dışında olduğuna dair belgeyi de dosyaya ibraz ettiği, 05.07.2007 tarihli köy karar defterinde hane başına 30 YTL alınıp makbuz karşılığında orman idaresine yatırılacağının yazılı olduğu, yakacak kül parasından arta kalan 97 haneden toplanan 0.50×97: 48.50 YTL’ye ilişkin köy tahsilat makbuz tarihinin ise şikayet tarihinden sonraki 07.09.2007 olduğu, Kaymakamlık makamı tarafından soruşturma izni verilmemesine üzerine Ladik C.Başsavcılığı ve sanık tarafından anılan karara itiraz edilmeyerek 4483 Sayılı Kanun’un 15/1. maddesi gereğince kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilerek sanık hakkında iftira suçundan kamu davası açıldığı, açılan kamu davasında söz konusu odunların orman idaresine ait olup olmadığı hususunda orman işletme şefliğini temsile yetkili herhangi bir kişi dinlenmeden ve söz konusu durum ilgili idareden sorulmadan yetkili memur olmadığı anlaşılan orman muhafaza memuru …’in odunların orman idaresine ait olduğuna ilişkin beyanı esas alınmak suretiyle hüküm kurulduğu anlaşılmıştır.
Bu durumda sanığın dilekçe ve beyanlarındaki;
1-) Hane başı 29.50 YTL toplanması gereken paranın 30 YTL olarak toplandığı hususunun doğru olduğu,
2-) Aradaki 0.50 YTL’nin gelir kaydedileceğine ilişkin herhangi bir karar alınmadığı hususunun da doğru olduğu, şikayet tarihinden daha sonraki bir tarihte aradaki farkın köy tahsilat makbuzu ile kayıt altına alındığı ancak nereye harcanacağı hususunda da herhangi bir kaydın bulunmadığı,
3-) Muhtar olan katılanın 30 ster odunu kendisi için kestirdiğine ilişkin iddiasının ise yukarıda izah edilen delillerin toplanmaması karşısında tam olarak açığa çıkarılmadığı, ancak sanığın ihbar ve şikayeti üzerine söz konusu damgasız odunların jandarma görevlileri tarafından tespit edildiği,
4-) Sanığın odunları teslim almadığına, yerine atılan imzanın kendisine ait olmadığına ilişkin iddiasının da doğrulandığı anlaşılmıştır.
Tüm bunların ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
İftira suçunun oluşabilmesi için, yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat edilmesinin gerektiği,
Sanığın iddialarının yukarıda ayrıntısı ile arz ve izah edildiği üzere maddi vakalara dayandığı ve eyleminin suç işlemediğini bildiği kimseye suç atmak biçiminde olmayıp anayasal şikayet ve ihbar hakkını kullanma niteliğinde bulunduğu, katılan hakkında 4483 Sayılı Kanun hükümlerine göre yapılan inceleme neticesinde soruşturma izni verilmemesi üzerine ‘inceleme yapılmasına yer olmadığına’ ilişkin karar yerine hatalı bir biçimde hakkında delil yetersizliğine dayalı olarak verilen kovuşturma yapılmasına yer olmadığına ilişkin kararının da sanığın iftira suçundan cezalandırılmasına yeterli somut kanıt niteliğinde olmadığı, sanığın Anayasa’nın 74. maddesiyle garanti altına alınan ‘anayasal dilekçe-şikayet hakkı’nı kullandığı anlaşılan olayda, hukuka aykırılık öğesinin gerçekleşmemesi nedeniyle yüklenen suçtan beraat kararı verilmesi gerekirken hatalı gerekçe ile yazılı şekilde mahkûmiyet hükmü kurulması isabetli bulunmamıştır.
Sanığın iddia ettiği bir kısım hususların tam olarak ortaya çıkarılamamış olması ise eksik incelemeden kaynaklanmaktadır. Aksinin kabulü halinde bile sanığın anayasal ihbar ve şikayet hakkını maddi olaylar kapsamından kullandığı gerçeği de değiştirmeyecektir. Çünkü maddi vakalara dayalı olarak yapılan ihbar ve şikayetlerin asılsız çıkması halinde iftira suçunun oluştuğunu kabul etmek kişilerin özellikle kamu gücünü kullanan kişi ya da kurumlara yönelik ihbar ve şikayet haklarını kullanmalarında ciddi bir çekince oluşturacak bu durum ise maddi gerçeğin ortaya çıkmasına engel oluşturacaktır.
Yine somut olayda olduğu gibi iddia edilen hususların doğru olup olmadığının araştırılması ve sonrasında ihbar ve şikayet hakkının kullanılması ise her olayın özelliğine göre değişmekle beraber basit bir araştırmayla ortaya çıkabilecek hususlar ayrık olmak üzere, somut olaydaki gibi sanığın ihbarı ile bir çok hususun ortaya çıktığı durumlarda ise böyle bir mükellefiyet yüklemenin Anayasanın ve kanunun ilgili maddesinin özüne ve ruhuna aykırı olduğu izahtan varestedir…” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurulmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesince 01.12.2015 tarih ve 5176-4594 sayı ile, itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
KARAR : Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin iftira suçunu oluşturup oluşturmadığının belirlenmesine ilişkin olup Yerel Mahkemece verilen mahkûmiyet hükmünün Özel Dairece onanmasından sonra 26.08.2016 tarihinde öldüğü anlaşılan sanığın, Özel Daire onama kararının isabetli olmadığı sonucuna ulaşılması hâlinde hukuki durumunun belirlenmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık … 04.09.2007 tarihinde şikâyetçi sıfatıyla Ladik Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçesi ve bu dilekçesini açıklayan beyanında; Büyükkızoğlu Köyü muhtarı olan katılan …’ın köylüden 29,50 TL kesim parası toplaması gerekirken fazladan kişi başına 0,50 TL para topladığını ve söz konusu paraları nereye harcadığını gösteren makbuzu ibraz etmediğini, ayrıca katılanın Çatalca mevkinde şahsi olarak 30 ster odun hazırlattığını belirtip şikâyetçi olması üzerine Ladik Cumhuriyet Başsavcılığınca katılan hakkında soruşturma başlatıldığı, yapılan soruşturma neticesinde şikâyete konu odunların Ladik Orman İşletme Şefliğine ait olduğu, fazladan toplandığı iddia edilen 0,50 TL paraya ilişkin olarak makbuz kesilip köye gelir kaydedildiği gerekçeleriyle katılan hakkında 18.01.2008 tarih ve 309-20 sayı ile kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verildiği, bunun üzerine sanık hakkında iftira suçundan soruşturmaya başlanıldığı,
05.07.2007 tarihli “Zati Yakacak İhtiyacı” başlıklı tutanağa göre; 2007 yılı köy keseneği için alınan karar doğrultusunda hane başına 30 TL’nin makbuz karşılığında orman dairesine yatırılacağı, odunun kesilip star yapılması için 10 star için 210 TL’nin kesim yapan işçilere ödenmesine karar verildiği,
04.09.2007 tarihli teslim tesellüm tutanağına göre; Ladik Cumhuriyet Başsavcılığına verilmiş olan şikâyet dilekçesine istinaden yapılan inceleme ve araştırmada, kesim sahasında 30 siter civarında gürgen ve meşe karışımı 8-23 kuturlarında karışık vaziyette duran ve durumu tespit edilemeyen odunların orman muhafaza memurlarına teslim edildiği,
04.09.2007 tarihli olay yeri görgü ve tespit tutanağına göre; yapılan araştırma ve inceleme neticesinde, Çakırgümüş Köyünden Büyükkızoğlu Köyüne doğru 2 km mesafede Çatalca mevki olarak geçen bölgede, yolun gidiş istikametinin sağ tarafında yaklaşık 30 ster olabileceği değerlendirilen orman envalinin bulunduğu, ağaç motoru ile kesilen ağaçların damgasız olduğu, olay yerinde ağaç kesimiyle ilgili iz ve emarenin bulunmadığı,
Vezirköprü Orman İşletme Müdürlüğü Ladik Orman İşletme Şefliğinin 06.09.2007 tarihli ve “Kesim Alanı” konulu yazısında; orman köylüsüne zati yakacak ihtiyacı için hane başına 10 ster odun verildiğinin, bir ster odun bedeli KDV dahil 2,95 TL olmak üzere toplamda hane başından 29,50 TL tahsil edildiğinin belirtildiği,
03.10.2007 tarihli muhakkik raporunda, köy muhtarı olan … hakkında soruşturma izni verilmesine gerek olmadığına karar verilmesi gerektiği görüşüne yer verildiği,
Ladik Kaymakamlığı’nın 08.10.2007 tarihli kararı ile Ladik Büyükkızoğu Muhtarı … hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verildiği,
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kullanılarak çıkartılan güncel nüfus kayıt örneğinde, sanık …’nın, mahkûmiyet hükmünün Özel Dairece onanmasından sonra; onama ilamına yönelik Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının Ceza Genel Kurulunca incelenmesinden önce 26.08.2016 tarihinde öldüğü bilgisinin yer aldığı,
Anlaşılmıştır.
Katılan …; Büyükkızoğlu Köyü muhtarı olduğunu, bir önceki muhtar olan sanığın muhtarlığı kaybettikten sonra kendisiyle ilgili asılsız şikâyetlerde bulunmaya başladığını, en son olarak orman idaresine ait Çatalca mevkindeki 30 ster odunu, kaçak olarak hazırlattığını, köylülerden keyfi olarak fazla para topladığını iddia ederek kendisi hakkında şikâyette bulunduğunu, ancak yapılan araştırma neticesinde suçsuz olduğunun anlaşıldığını, sanığın kendisine iftira attığını,
Tanık …; sanığın ifadesinde geçen ve Çatalca mevkinde bulunan 30 ster odunun, Ladik Orman İşletme şefliğine ait olduğunu, bu odunların Vezirağaç’a gönderilmek üzere hazırlandığını, odunların arazi üzerinde araçların yanaşabildiği en müsait noktalara toplandığını, Çatalca mevkinde bulunan 30 ster odunun da bu nedenle belirtilen bölgeye bırakıldığını, odunların kesimci olarak görev yapan tanık …’e hazırlatıldığını,
Tanık …; sanığın şikâyet dilekçesinde geçen ve şikâyet tarihi itibarıyla Çatalca mevkinde bulunduğu belirtilen odunların, şeflikçe Vezirköprü Vezirağaç fabrikasına gönderilmek üzere Ladik Orman İşletme Şefliğince hazırlatıldığını, sanığın iddialarının doğru olmadığını, odunların orman işletme müdürlüğü talimatı ile tanık Ekrem tarafından hazırlandığını,
Tanık …; orman işletme şefi …’un Çakırgümüş Köyü üretim sahasında odun kesmesini söylediğini, bunun üzerine 30 ster odun hazırladığını, bu odunların orman dairesinin teslim edeceği miktarda meydana gelen açıktan dolayı yapıldığını,
Beyan etmişlerdir.
Sanık …; Ladik Belediyesinde bekçi olarak çalıştığını, 30.08.2007 ve 04.09.2007 tarihleri arasında belediyeden izin alarak İstanbul’a gittiğini, bu tarihlerde Ladik ilçesinde olmamasına rağmen orman işletme şefliğince hakkında 10 ster odun aldığına ilişkin nakliye tezkeresi kesildiğini, nakliye tezkeresinin belirtilen tarihlerde geçerli olması nedeniyle odununu getiremediğini, daha sonra nakliye tezkeresi talebinde bulunduğunu ancak hava şartları müsait olmadığı için odununu alamadığını, hatta hâlen ormanda olduğunu, nakliye tezkeresinde isminin altına atılmış olan imzayı kimin attığını bilmemesi nedeniyle kendi adı kullanılarak odun getirildiği düşüncesine kapıldığını, bu nedenle orman idaresinin usulsüz işlem yaptığına ve katılana 30 ster civarında odun hazırlatıldığına yönelik şikâyetçi olduğunu, bu odunların orman idaresine ait olamayacağını düşündüğünü, kesim yapılan alan ile odunun toplandığı alanın mesafesinin çok fazla olduğunu, ayrıca orman alanlarının bölüm bölüm olduğunu, buna makta makta ayrılmış alan denildiğini, bir alanda kesilen odunun yakın alanda toplanması gerektiğini, bu işte katılanın parmağının olacağını düşündüğünü, bunun dışında köy karar defterinde katılan tarafından fazladan toplanan paranın köye gelir kaydedileceğine dair bir ibare bulunmadığından, bu paranın muhtar olan katılan tarafından değişik işlerde kullanıldığı düşüncesine kapıldığını, ancak paranın nerede kullanıldığını tam olarak bilemediğini, katılanın görevini kötüye kullandığını düşündüğünü, kimseye iftira atmadığını, her ne kadar tanıklar beyanlarında Çatalca mevkinde arazinin engebeli olması nedeni ile odunların uzak mesafeye bırakıldığını belirtmişlerse de, aradaki mesafe çok uzun olduğundan araçların daha yakın noktalara yanaşabileceklerini, bu nedenle aleyhe olan beyanları kabul etmediğini savunmuştur.
Uyuşmazlığın isabetli bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için, öncelikle konuyla ilgili kavramlar ve bu kavramlara ilişkin yasal düzenlemelerin üzerinde durulması gerekmektedir.
5237 Sayılı TCK’nın “Adliyeye Karşı Suçlar” bölümünde yer alan “İftira” başlıklı 267. maddesinin 1. fıkrası;
“(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idarî bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiştir.
İftira suçu, failin, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için, bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat etmesidir. İftira suçunun konusunu hukuka aykırı fiil oluşturur. Bu fiilin suç oluşturması şart değildir. Disiplin yaptırımını veya başka bir idari yaptırımı gerekli kılan fiiller de iftira suçunun konusunu oluşturabilir. Hukuka aykırı bir eylemin gerçekleştirildiğine yönelik isnat yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunmak suretiyle yapılabileceği gibi basın ve yayın aracılığıyla da yapılabilir.
Özgü suç olarak düzenlenmediği için herkes tarafından işlenebilen iftira suçunda, hukuka aykırı fiil isnadının belli bir kişiye yönelik olması gerekir. Ancak isnada muhatap kişinin yapılacak bir araştırma sonucunda kimliğinin belirlenebilir olması yeterli olup isminin açıkça belirtilmesi zorunlu değildir.
İftira suçu failinin, isnat ettiği fiil gerçekte hiç işlenmemiş olabileceği gibi, işlenmiş olmakla birlikte kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından işlenmemiş olabilir. Yine, kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından hukuka aykırı bir fiil işlenmiş bulunmakla birlikte; iftira suçunun faili, bu fiilin karşılığında isnatta bulunulan kişiye verilecek yaptırımı ağırlaştıracak bazı eklemelerde bulunmuş olabilir. Bu durumlarda da iftira suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir.
Öte yandan, iftira suçunun oluşabilmesi için, iftira suçu failinin, hukuka aykırı fiil isnat ettiği kişinin bu fiili işlemediğini bilmesi gerekmektedir. Bu açıdan, iftira suçu ancak doğrudan kastla işlenebilir. Ancak bu suçun oluşabilmesi için, doğrudan kast tek başına yeterli olmayıp; ayrıca failin hukuka aykırı fiil isnat ettiği kimse hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir müeyyideye maruz kalmasını sağlamak amacıyla hareket etmesi gerekir. Bu nedenle, iftira suçu açısından failde kastın ötesinde belirtilen amacın varlığı, bir başka deyişle özel kastın bulunması gerekmektedir. Dolayısıyla; failin, belirli olay veya olgulardan yola çıkarak, isnat ettiği fiilin mağdur tarafından işlendiği inancı ve şüphesi ile ihbarda bulunması hâlinde iftira suçunun unsurları oluşmayacaktır.
Yine, içeriği kanıtlanamasa dahi, gerçekleştirilen ihbar veya şikâyetin bir anayasal hakkın kullanılması olarak değerlendirilebildiği hâllerde, bir hukuka uygunluk nedeninin varlığı söz konusu olacaktır. Anayasamızın 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu, 40. maddesinde, Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkesin, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkının bulunduğu, 74. maddesinde, vatandaşların ve karşılıklılık bulunması koşuluyla Türkiye’de oturan yabancıların, kendileriyle veya kamu ile ilgili hususlarda dilek ve şikâyet haklarının bulunduğu vurgulanmıştır. Bireylere tanınan bu anayasal hak, onların idare ve diğer bireylerle ilişkilerinde gerek “çıkarlarını koruması”, gerek “özgürlüklerini kısıntısız” kullanabilmesi bakımından, devlet organlarına başvurmasını gerekli kılar. Bu başvuru, bireyin kendisi, üçüncü kişi veya kamuyla ilgili olabilir. Başvurulabilecek devlet organları da, yasama, yürütme ve yargıdır. Dilekçe hakkının yargısal alanda başlıca ortaya çıkış biçimi ise, ihbar ve şikâyet hakkının kullanılmasıdır.
Bu aşamada sanığın ölmesi durumunda yapılacak işlemlere değinilmesinde de fayda bulunmaktadır.
5237 Sayılı TCK’nın 64. maddesinde; sanığın ölümü durumunda kamu davasının düşürüleceği, sadece niteliği itibarıyla müsadereye tâbi olan eşya ve yararlar hakkında yargılamaya devam olunacağı, hükümlünün ölümü hâlinde ise cezanın ortadan kaldırılmasına karar verilmekle birlikte müsadere ve yargılama giderine ilişkin hükmün infaz edileceği belirtilmek suretiyle hükümlü ile sanığın ölümüne farklı sonuçlar yüklenmiştir.
Buna göre; kamu davası açılmadan önce şüphelinin ölmesi durumunda kovuşturma imkânının bulunmaması nedeniyle “kovuşturmaya yer olmadığına”, kamu davası açıldıktan sonra sanığın ölmesi hâlinde ise yerel mahkemece “davanın düşmesine” karar verilecektir. Ölümün ceza ilişkisini sadece ölen kişi bakımından sona erdirmesi nedeniyle iştirak hâlinde işlenen suçlarda diğer sanıklar hakkında davaya devam edilecek, sanığın ölümü, niteliği itibarıyla müsadereye tâbi olan eşya ve maddi menfaatler hakkında davaya devam olunarak müsadere kararı verilmesine engel olmayacaktır. Sanığın ölümü ceza ve infaz ilişkisini düşürürken, hakkındaki mahkûmiyet hükmü kesinleşmiş olan hükümlünün ölümü sadece hapis ve henüz infaz edilmemiş adli para cezalarının infaz ilişkisini ortadan kaldıracaktır. Buna bağlı olarak, ölümden önce tahsil edilmiş olan para cezaları mirasçılara iade edilmeyecek, buna karşın tahsil edilmemiş bulunan para cezaları mirasçılardan istenmeyecek, bunun yanında müsadereye ve yargılama giderine ilişkin hükümler ölümden önce kesinleşmiş olmak kaydıyla infaz olunacaktır.
Görüldüğü gibi, suç teşkil eden bir fiilin işlenmesiyle fail ile devlet arasında doğan ceza ilişkisi, bu fiili işleyen sanığın ya da hükümlünün ölümüyle cezaların şahsiliği ilkesi nedeniyle başkası sorumlu tutulamayacağından düşmektedir. Ölüm, bir vakıa olan suçu ortadan kaldırmayacak, suçtan sorumlu tutulacak kişi olmadığından, devletin suçla birlikte ortaya çıkan cezalandırma sorumluluk ve yetkisini sona erdirecektir.
Temyiz aşamasında sanığın öldüğüne ilişkin bir iddianın ortaya çıkması ya da UYAP (Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi) vasıtasıyla alınan güncel nüfus kaydında öldüğü bilgisinin yer alması gibi hâllerde, ölümün kamu davasının düşmesini gerektiren bir neden olduğu göz önüne alınarak, ölüm nedeniyle düşme kararının temyiz merciince dosya üzerinde yapılan inceleme sırasında verilmesi yerine, ölüm bilgisi nedeniyle diğer yönleri incelenmeyen hükmün bozulması ve yerel mahkemece mahallinde yapılan araştırma sonucunda sanığın öldüğünün kesin olarak saptanmasından sonra düşme kararı verilmesi daha isabetli olacaktır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın, Büyükkızoğlu Köyü muhtarı olan katılanın, köylüden 29,50 TL kesim parası toplaması gerekirken 30 TL alıp fazladan kişi başına 0,50 TL para topladığını ve söz konusu parayı nereye harcadığını gösteren makbuzu ibraz etmediğini, ayrıca katılanın Çatalca mevkinde şahsi olarak 30 ster odun hazırlattığını belirterek şikâyette bulunması üzerine katılan hakkında Ladik Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatıldığı, Kaymakamlık makamı tarafından soruşturma izni verilmemesi üzerine Ladik Cumhuriyet Başsavcılığınca katılan hakkında 4483 Sayılı Kanun’un 15/1. maddesi gereğince kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verildiği, bu kararın itiraz edilmeksizin kesinleşmesi üzerine iddialarına istinaden sanık hakkında iftira suçundan cezalandırılmasıyla istemiyle kamu davası açıldığı olayda;
Sanığın, hane başına 29,50 TL para toplanması gerekirken katılan tarafından 30,00 TL toplandığı iddiasına yönelik yapılan araştırmada, Ladik Orman İşletme Şefliğinin 06.09.2007 tarihli üst yazısında, zati ihtiyaç için hane başı 29,50 TL’nin tahsil edildiğinin belirtildiği, 05.07.2007 tarihli köy karar defterinde ise hane başına 30 TL alınıp makbuz karşılığında orman idaresine yatırılacağının yazılı olduğu, söz konusu bu kararın da şikâyet tarihinden sonra köy defterine işlendiği, ayrıca sanığın bir diğer iddiası olan Çatalca mevkinde 30 ster odun hazırlatıldığına ilişkin şikâyetinin ise 04.09.2007 tarihli olay yeri görgü ve tespit ile aynı tarihli teslim ve tesellüm tutanaklarında da belirtildiği üzere maddi vakalara dayandığı anlaşılmıştır.
İftira suçunun oluşabilmesi için, sanığın hukuka aykırı fiil isnat ettiği kişinin bu fiili işlemediğini bilmesi gerekmekte olup, belirli olay veya olgulardan yola çıkarak isnat ettiği fiilin katılan tarafından işlendiği inancı ve şüphesi ile ihbarda bulunan sanığın maddi vakalara dayandığı anlaşılan iddialarının, Anayasanın 36, 40 ve 74. maddeleri kapsamında ihbar ve şikâyet hakkı niteliğinde olduğu, bu bağlamda anayasa ile güvence altına alınmış bir hakkını kullanan sanığın suç kastı ile hareket ettiğinden de söz edilemeyeceği anlaşıldığından, sanığa atılı iftira suçunun unsurları itibarıyla oluşmadığı kabul edilmelidir.
Öte yandan, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kullanılarak alınan güncel nüfus kayıt örneğinde, sanığın, mahkûmiyet hükmünün Özel Dairece onanmasından sonra; onama ilamına yönelik Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının Ceza Genel Kurulunca incelenmesinden önce, 26.08.2016 tarihinde öldüğü bilgisi yer aldığından, ölümle ilgili mahallinde araştırma yapılarak karar verilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne, Özel Dairenin onama kararının kaldırılmasına verilmelidir.
SONUÇ : 1-) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının KABULÜNE,
2-) Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 24.03.2015 tarihli ve 501-282 Sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3-) Ladik Asliye Ceza Mahkemesi’nin 28.05.2013 tarihli ve 45-79 Sayılı hükmünün, sanığın eyleminin Anayasanın 36, 40 ve 74. maddeleri kapsamında ihbar ve şikâyet hakkı niteliğinde olduğu gözetilmeden beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden, yine güncel nüfus kayıt örneğinde sanığın 26.08.2016 tarihinde öldüğü bilgisinin yer alması karşısında, bu konuda gerekli araştırmanın mahallinde yapılarak, sonucuna göre 5237 Sayılı TCK’nın 64 ve 5271 Sayılı CMK’nın 223. maddeleri uyarınca hüküm verilmesi gerektiğinden BOZULMASINA,
4-) Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 30.04.2019 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY
İKİNCİ HUKUK DAİRESİ
Esas | : 2017/5698 |
Karar | : 2018/1148 |
Tarih | : 25.01.2018 |
- İFTİRA SUÇU
- 5237 s. TCK
- 267
ÖZET
Dosya incelenerek gereği düşünüldü;
Gerekçeli karar başlığında suç tarihi olarak 02/05/2012 yerine 01/05/2012 yazılması, mahallinde düzeltilebilir maddi hata olarak kabul edilmiş, 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesinin bazı bölümlerinin iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesinin 24/11/2015 tarihinde yürürlüğe giren 08/10/2015 tarihli ve 2014/140 E. 2015/85 K. sayılı kararı da nazara alınarak bu maddede öngörülen hak yoksunluklarının uygulanmasının infaz aşamasında gözetilmesi mümkün görülmüş, dosya içeriğine göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak;
1-Hırsızlık suçu ile ilgili olarak;
a)08/04/2013 tarihli bilirkişi CD inceleme raporuna göre hırsızlık eyleminin saat 20:41 sıralarında gerçekleştiği, UYAP’tan alınan güneşin doğuş ve batış çizelgesine göre suç tarihi olan 02/05/2012 tarihinde yaz saati uygulaması da dikkate alındığında güneşin batış saatinin 19:50 olduğu, gece sayılan zaman diliminin ise saat 20:50’de başladığının anlaşılması karşısında; hırsızlık suçunun gündüz sayılan zaman dilimi içerisinde işlendiğinin kabul edilmesi gerektiği gözetilmeden sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 143. maddesi uygulanmak suretiyle fazla ceza tayin edilmesi,
b)02.12.2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesi ile uzlaştırma hükümleri yeniden düzenlenmiş olup, sanığın gündüz vakti gerçekleştirdiği eylemine uyan 5237 sayılı TCK’nın 141/1. maddesinde düzenlenen hırsızlık suçunun uzlaşma kapsamına alındığı nazara alınarak, uzlaştırma işlemi yapılıp sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,
2-İftira suçu ile ilgili olarak;
İftira suçunun oluşabilmesi için; yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat edilmesinin gerektiği; somut olayda soruşturmanın müşteki …’in şikayetçi olması üzerine başlatıldığı ve sanığın 08/08/2012 tarihinde şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde … lakabıyla aranan kişinin kendisi olmadığını, “parmaksız Gültekin” lakaplı kişinin gerçek isminin de Gültekin olduğunu ve hırsızlık nedeniyle aranan kişinin de aynı kişi olabileceğini belirterek müşteki …’ın adres bilgilerini verdiği, bu şekilde sanığın müşteki … hakkında doğrudan bir suç isnadının bulunmadığı anlaşılmakla; yasal unsurları itibariyle oluşmayan iftira suçundan sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi,
Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin bu sebeplerden dolayı kısmen istem gibi BOZULMASINA, 28/01/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Sanığın, borcunu ödememek için, mağdur hakkında dolandırıcılık, sahtecilik ve itimadı Suistimal Suçlarından İftira Atması
1-)Sağın, borcunu ödememek için, mağdura sahtecilik, dolandırıcılık ve itimadı suistimal suçlarından dolayı şikayette bulunmak suretiyle iftira attığının ortaya çıkması halinde, iftira suçu sübut bulmuştur
2-)Sanığın borcunu ödememek için kendisi tarafından düzenlenen 05.01.2004 tarihli belgenin katılan tarafından,rızası dışında elde edildiğini iddia ederek katılanı sahtecilik,dolandırıcılık ve güveni kötüye kullanma suçlarından Cumhuriyet Savcılığı’na şikayet ettiğinin anlaşılması karşısında,iftira suçunun sübuta erdiği gözetilmeden yasal temelden yoksun gerekçelerle beraat kararı verilmesi, (4.CD25.02.2008 tarihli ve Esas No:2006/9661 Karar No:2008/1773 yYKD. 2008/5. Sayı )
Yakalanırken Gerçek Kimliğiyle Beyanda Bulunan Kişi Hakkında İftira Suçu Oluşmaz
Katılanın ihbarı üzerine kimliği belirlenen ve hakkındaki Serik Sulh Ceza Mahkemesinin 19/01/2006 tarih ve 2006/19 müteferrik sayılı kararı ile yakalama emri çıkarılan ve kolluk güçlerinin isteği üzerine çağrıldığı arkadaşına ait işyerinde yakalanması sırasında düzenlenen 26/01/2006 tarihli yakalama tutanağını gerçek ismi ile imzalayan sanığın unsurları itibariyle oluşmayan iftira suçundan beraatı yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi, hukuka aykırıdır
Yapılan duruşmaya, toplanıp kara yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma neticelerine uygun şekilde oluşan inanç ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre sanık müdafiinin suçların unsurları itibariyle oluşmadığına, teşebbüsün söz konusu olmadığına, etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanarak hükmolunan cezaların paraya çevrilip ertelenmesi gerektiğine ve suçun manevi unsuru itibariyle oluşmadığına ve katılan vekilinin hükmolunan cezaların alt sınırdan uzaklaşılarak verilmesi gerektiğine ilişen ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine; ancak:
1- 5237 Sayılı Türk Ceza Yasasının 7/2 maddesinde suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise fail lehine olan kanunun uygulanacağı hüküm altına alınmıştır.
Sanığın, 09/01/2006 tarihinde Finans bank A.. Şubesine kredi kartı almak için sahte M.. Barış Oruç kimliği ile başvurmasına rağmen katılanın şikayeti üzerine Bankalar Birliğince yazılan yazı nedeniyle kredi kartının verilmemesi şeklinde oluşan eylemi hakkında mahkemece suç tarihinden sonra 23/02/2006 tarihinde yürürlüğe giren 5464 Sayılı Banka ve Kredi Kartları Yasasının 37/2 maddesi hükümleri olaya uygulanarak cezalandırılmasına karar verilmiş ise de; suç tarihinde yürürlükte bulunan ve eylemine uyan 5237 Sayılı Yasanın 158/1-j ve 35. maddelerindeki düzenlemeler ile 5464 Sayılı Yasanın 37/2. maddesi olaya uygulanıp ortaya çıkan sonuçların denetime imkan verecek şekilde gösterilip birbiriyle karşılaştırılması suretiyle lehe olan yasa belirlenip sonucuna göre hüküm kurulması gerektiğinin gözetilmemesi,
2- Katılanın ihbarı üzerine kimliği belirlenen ve hakkındaki Serik Sulh Ceza Mahkemesinin 19/01/2006 tarih ve 2006/19 müteferrik sayılı kararı ile yakalama emri çıkarılan ve kolluk güçlerinin isteği üzerine çağrıldığı arkadaşına ait işyerinde yakalanması sırasında düzenlenen 26/01/2006 tarihli yakalama tutanağını gerçek ismi ile imzalayan sanığın unsurları itibariyle oluşmayan iftira suçundan beraatı yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi,
3- Sanığın üzerine kendi fotoğrafını yapıştırdığı, katılana ait nüfus cüzdanın aynı suç işleme kararı altında değişik zamanlarda farklı bankalara karşı birden fazla otomobil kredisi müracaatında kullanmasının zincirleme biçimde resmi evrakta sahtecilik suçunu oluşturduğunun kabulü ile TCK nun204/1, 43. maddeleri uyarınca mahkumiyeti yerine eylemin tek kabulü ile yazılı şekilde eksik ceza tayini,
4- Suça kalkışma halinde sanık hakkında hükmolunan cezadan TCK.nun 35/2 maddesi uyarınca meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına göre indirim yapılacaktır. Ayrıca aynı ölçüt temel cezanın tayini ve belirlenmesini düzenleyen aynı kanunun 61/1-e maddesinde de kabul edilmiştir. Eğer suç teşebbüs aşamasında kalmış ise; 61. maddenin 3. fırkasındaki mükerrer değerlendirme yasağı gereğince meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı teşebbüs nedeniyle yapılacak indirimde göz önünde bulundurulacağından, bu hususlar temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınmayacaktır. Ancak bu gibi durumlarda 61. maddedeki diğer ölçütler, özellikle 1. fıkranın (d) bendindeki ölçüt olan suçun konusunun önem ve değeri göz önünde bulundurulmak suretiyle temel ceza alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenebilecektir.
Buna göre; sahte kimlik ve kimlik bilgilerini kullanarak Akbanka karşı işlenen dolandırıcılık suçundan dolayı elde edilmek istenen haksız yararın, Garanti Bankasına karşı elde edilmek istenen haksız yarardan daha fazla olduğu; bu nedenle, sanık hakkında yukarıdaki açıklamalar uyarınca Akbanka karşı işlenen suçta temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesi ve fiilin doğurduğu zarar ve suçta ulaşılan aşamaya göre tehlike ihtimalinin ağırlığı dikkate alınarak suça kalkışmadan dolayı daha az oranda indirim yapılması gerektiği gözetilmeyerek yazılı şekilde indirim yapılması,
5- 5237 Sayılı Yasada 765 Sayılı Yasadan farklı olarak gün para cezası sistemi kabul edildiği için, bu sistemde nispi para cezasına yer verilmemiştir. Keza ilgili maddelerin gerekçe bölümlerinde de 5237 Sayılı TCK.nu sisteminde nispi para cezasının öngörülmediği açıkça belirtilmektedir.
Ancak 5237 Sayılı Yasanın 01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra 29/06/2005 gün ve 5377 Sayılı Yasanın 19. maddesi ile değişik TCK.nın 158/1 fıkrasında eklenen . Ancak, (e), (f) ve (j) bentlerinde sayılan hallerde hapis cezasının alt sınırı üç yıldan, adli para cezası nın miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamaz. Cümlesi ile 19/10/2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 Sayılı Bankacılık Kanununun 160. maddesinin 2. fıkrasında suçun, zimmetin açığa çıkmasını sağlamaya yönelik hileli davranışlarla işlenmesi halinde faile on iki yıldan az olamamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar adli para cezası verilir; ancak, adli para cezasının miktarı bankanın uğradığı zararın üç katından az olmaz. Şeklindeki düzenlemelerde göstermektedir ki, yeni ceza sisteminde bazı suç türleri için istisnai para cezası hesabı benimsenmiştir.
5377 Sayılı Yasanın 19. madde ile getirilen yeni değişikliğe ilişkin gerekçesinde de belirtildiği üzere 158. maddenin 1. fıkrasına eklenen son cümledeki adli para cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamaz hükmünün uygulanabilmesi için öncelikle suçtan elde edilen haksız menfaat miktarının belli olması gerekmektedir.
5237 Sayılı TCK.nun 52. maddesinin 1. fıkrası Adli para cezası, beş günden az ve kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde yedi yüz otuz günden fazla olmamak üzere belirlenen tam gün sayısının, bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ile çarpılması suretiyle hesaplanan meblağın hükümlü tarafından Devlet Hazinesine ödenmesinden ibarettir şeklinde adli para cezasının tanımı yapıldıktan sonra aynı maddenin 3. fıkrasında Kararda, adli para cezasının belirlenmesinde esas alınan tam gün sayısı ile bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ayrı ayrı gösterilir düzenlemesi yer almaktadır. Ve aynı kanunun 61. maddesinin 8. fırkasında ise, Adli para cezası hesaplanırken, bu madde hükmüne göre cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine yönelik artırma ve indirimler, gün üzerinden yapılır. Adli para cezası, belirlenen sonuç gün ile kişinin bir gün karşılığı ödeyebileceği miktarın çarpılması suretiyle bulunur hükümleri ile yasa koyucu adli para cezasının mutlaka gün üzerindn tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir.
Bu açıklamalardan sonra 5237 Sayılı TCK.nun 158. maddesinin 1. fıkrasının (e), (f) ve (j) bentlerinde sayılan hallerde adli para cezasının tayininde öncelikle suçtan elde edilen haksız menfaat miktarının belli olup olmadığına bakılacaktır. Eğer somut olayda suçtan elde edilen haksız menfaat miktarı belli değilse, TCK.nun 61. maddesi hükmü göz önünde bulundurularak, 5 ila 5.000 tam gün arasında, takdir edilen gün sayısı üzerinden arttırma ve eksiltmeler yapıldıktan sonra ortaya çıkacak sonuç gün sayısı ile bir gün karşılığı aynı kanunun 52. maddesi gereğince 20-100 YTL arasında takdir olunacak miktarın çarpılması neticesinde sonuç adli para cezası belirlenecektir. Ancak suçtan elde edilen haksız menfaat miktarı belli ise; o takdirde maddede öngörülen 5 ila 5.000 tam gün arasında belirlenecek gün sayısı üzerinden varsa artırım ve indirim nedenleri uygulanarak tespit olunan sonuç gün ile bir gün karşılığı 20-100 YTL arasında takdir edilecek miktar çarpımı yapılacak ve bulunan miktar suçtan elde olunan haksız menfaatin iki katından az ise adli para cezası asgari bu miktara yükseltilerek sahte kimlik ve kimlik bilgilerini kullanarak Akbanka karşı işlenen dolandırıcılık suçundan dolayı elde edilmek istenen haksız yararın, Garanti Bankasına karşı elde edilmek istenen haksız yarardan daha fazla olduğu; bu nedenle, sanık hakkında yukarıdaki açıklamalar uyarınca Akbanka karşı işlenen suçta temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesi ve fiilin doğurduğu zarar ve suçta ulaşılan aşamaya göre tehlike ihtimalinin ağırlığı dikkate alınarak suça kalkışmadan dolayı daha az oranda indirim yapılması gerektiği gözetilmeyerek yazılı şekilde indirim yapılması,
6- Kabul ve uygulamaya göre; belgelerde yapılan sahteciliğin aldatma yeteneği bulup bulunmadığının takdir ve tayini hakime ait olup, suça konu nüfus cüzdanı dosyaya getirtilip mahkeme heyeti tarafından incelenip özellikleri zapta geçirilmeden ve denetime olanak sağlayacak şekilde, dosya içerisinde de bulundurulmadan bilirkişinin denetlenemeyen raporuna dayanılarak yazılı şekilde karar verilmesi,
Yasaya aykırı, sanık müdafii ile katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolay 5320 Sayılı Yasanın 8/1 maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 Sayılı CMUK.nun 321. maddesi uyarınca istem gibi BOZULMASINA, (11.CD16/10/2007 tarihli ve Daire: Esas No:2007/5158 Karar No:2007/6701 künyeli içtihadı
İftira Nedeniyle Manevi Tazminat
Kural olarak, haksız eylem yani haksız şikayet nedeniyle verilen zararlarda sorumluluk kusura dayanır. Kusur sorumluluğu için de Medeni Yasa’nın 13. maddesinde belirtilen ayırt etme gücünün varlığı gerekli ve yeterli koşuldur. Diğer yandan, aynı Yasa’nın 15. maddesi gereğince yasada gösterilen ayrık durumların varlığı durumunda, ayırt etme gücü bulunmayanlar da haksız eylemleri nedeniyle verdikleri zararlardan sorumlu tutulabilirler. Bu ayrık durumlardan birisi de Borçlar Yasası’nın 54/1. maddesinde düzenlenmiş bulunan hak ve adalete dayalı nesnel (objektif) sorumluluktur.
D dava, haksız şikayet nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan dolayı uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istemin bir bölümü kabul edilmiş; karar, davalı tarafından temyiz olunmuştur.
Dayıları olan davalının, vergi dairelerine ve cumhuriyet savcılıklarına verdiği şikayet dilekçelerinde; hırsızlık, soygunculuk, devleti dolandırmak, kendisini öldürmek üzere çete kurmak, PKK yanlısı olmak, PKK’nın işlerini finanse etmek, yasadışı iş yapmak, evine uyuşturucu koymaya çalışmak, maliyecilerle grup seks ve fuhuş yapmak, Boğaziçi Vergi Dairesi Müdürüne yüksek dozajda ilaç vererek ölümüne neden olmak vb. şekilde suçladığını, bu asılsız iddiaların kişilik haklarına saldırı oluşturduğu belirten davacılar, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmasını istemişlerdir.
Dosya içeriğinden; “Paranoid sendrom” denilen hastalığı nedeniyle cezai sorumluluğu bulunmadığı İstanbul Adli Tıp Kurumu’nun 6.5.2005 ve 7.6.2007 günlü raporları ile belirlenen davalının, vesayet altına alınmasına ilişkin Kadıköy 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 10.02.2009 gün ve 2005/760-2009/72 sayılı kararının Yargıtay 2. Hukuk Dairesince onandığı anlaşılmaktadır.
Kural olarak, haksız eylem nedeniyle verilen zararlarda sorumluluk kusura dayanır. Kusur sorumluluğu için de Medeni Yasa’nın 13. maddesinde belirtilen ayırt etme gücünün varlığı gerekli ve yeterli koşuldur. Diğer yandan, aynı Yasa’nın 15. maddesi gereğince yasada gösterilen ayrık durumların varlığı durumunda, ayırt etme gücü bulunmayanlar da haksız eylemleri nedeniyle verdikleri zararlardan sorumlu tutulabilirler. Bu ayrık durumlardan birisi de Borçlar Yasası’nın 54/1. maddesinde düzenlenmiş bulunan hak ve adalete dayalı nesnel (objektif) sorumluluktur.
Bu düzenleme ile yargıca, her olayı çevreleyen koşullar gözetilmek suretiyle, geniş bir takdir yetkisi verilmiştir. Bu bağlamda, ayırt etme gücü bulunmayanın eyleminin doğurduğu özel tehlike, nesnel ölçüler içinde ona yüklenebilecek bir kusurun varlığı, eylemin gerçekleştiği sıradaki öznel (sübjektif) durumu ve zarara uğrayana yönelik tutumu ile tarafların ekonomik ve sosyal varlıklarının göz önünde tutulması gerekir. Özellikle, haksız eylemde bulunanın sorumluluğunun onun yönünden rahatlıkla katlanılabilir; zarara uğrayan yönünden de hissedilebilir ölçüde ekonomik sonuçlar doğurması durumunda, ayırt etme gücü bulunmayanın sorumlu tutulması benimsenebilir.
Dava konusu olayda, davalı tarafın istenen tazminatı karşılayacak ekonomik güce sahip olduğu benimsenip Borçlar Yasası’nın 54. maddesi de gözetilerek, davacılar yararına manevi tazminat takdir edilmiş ise de tarafların akraba olması, her iki tarafın da ekonomik durumunun iyi olması, davalının ceza ehliyetinin tam olmaması nedeniyle verilen tazminatın davalı yönünden caydırıcı gücünün bulunmadığı, yukarıda açıklanan hak ve adalet (hakkaniyet) ilkesine göre belirlenen tazminat tutarlarından uygun bir indirim yapılması gerekir.
Yerel mahkemece açıklanan olgular gözetilmeyerek davacılardan her biri yararına takdir edilen 5.000,00’er TL manevi tazminat fazladır. Davacılar yararına daha alt düzeyde manevi tazminat takdir edilmek üzere kararın bozulması gerekirse de belirlenen bu yanılgının giderilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası’nın 438/7. maddesi gereğince, davacılar yararına 2.500,00’er TL manevi tazminat takdir olunmak suretiyle, kararın düzeltilerek onanması uygun görülmüştür.(4.HD13.04.2011 tarihli 2010/3747E 2011/4104 K Künyeli içtihadı).
İftira Suçu ve Savunma Hakkı
1-)Sanığın, suçu birlikte irtikap ettiği kişiyi savunmasında söylemesi iftira suçunu oluşturmaz
2-)Sanığın hırsızlık suçu nedeniyle hakkında yürütülen soruşturma sırasında suçu yakınan X ile birlikte işlediklerini söylemekten ibaret olan eyleminde iftira suçunun kendiliğinden ve gönüllü olarak ihbar ve şikayette bulunma öğesinin ne surette oluştuğu tartışılıp açıklanmadan ve yakınanın kanıt yetersizliğinden beraat etmesi karşısında sanığın onu cezadan kurtarmak amacıyla anlatımlarından dönüp dönmediği hususları üzerinde de durulmadan yetersiz gerekçeyle hükümlülük kararı verilmesi, Yasaya aykırı ve sanığın temyizi yerinde bulunduğundan hükmün bozulmasına (4.CD 16.06.2008 tarihli ve Esas No:2008/1045 Karar No:2008/13755 künyeli kararı
İftira ve Atfı Cürüm
Savunma sırasında, suçsuz olduğu kimseye iftira atılması savunma hakkı kapsamında değerlendirilemez
1-)Sanığın suçsuz olduğunu bildiği halde arkadaşı olan mağdur İsmail’in maktûlü bıçaklayarak öldürdüğünü söyleyip, mağdur hakkında soruşturma yapılmasına neden olduğu, başkalarına suç atfedilmesinin savunma hakkı kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilmeksizin, sanığın iftira suçundan mahkumiyeti yerine yazılı şekilde beraatine karar verilmesi hukuka aykırıdır (1.CD 29.11.2010 tarihli ve Esas No:2010/2749 Karar No:2010/7581 künyeli içtihadı
İftira ve Çelişkili Beyanlar
1-)Tahkikat yapılırken hazırlık ve duruşma aşamalarında çelişkili beyanlarda bulunmasının iftira suçunu oluşturmaz
2-)Oluşa ve dosya içeriğine göre, müşteki-sanık S. ve mağdur -sanık O.nun yaklaşık 16 yıldır birlikte yaşadıktan sonra ayrıldıkları, olay günü sanık O. müşteki- sanık S.nin evine sarhoş bir halde gelerek girdiği, sanık S.nin kendisini eve almak istememesi nedeniyle tartıştıkları birbirlerini iteledikleri sırada odanın kapı camının kırıldığı ve kırılan camın çarpması sonucu müşteki-sanık S.nin kolunun kesilerek yaralandığı olayın akabinde müşteki-sanık S. 24.03.2004 tarihinde polis karakolundaki ifadesinde, sanık O. kapıyı iteklerken kırılan cam parçalarından birisini alarak kendisinin koluna vurmak suretiyle kasten yaraladığını beyan ettiği halde, sanık O. hakkında geceleyin konut dokunulmazlığını bozmak, nas-ı ızrar, müessir fiil ve saldırgan sarhoşluk suçlarından açılan kamu davasının duruşması sırasında alınan ifadesinde, kapıyı iteklerken kırılan camın çarpması sonucu yaralandığını beyan ettiği olayda, müşteki- S. nin ihbarlarının bir çoğunun doğru çıktığı, aralarında böyle bir olayın meydana geldiği, olayın meydana geliş şekli hususundaki ayrıntılar hakkında hazırlık ve duruşma aşamalarında çelişkili beyanlarda bulunmasının iftira suçunu oluşturmayacağı gözetilmeden atılı suçtan beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı istem gibi ( BOZULMASINA),(2.CD 02.04.2007 tarihli ve Esas No:2007/479 Karar No:2007/4754 künyeli içtihadı)
İftira ve Haricen Araç Satışı
1-)Haricen satılan araçı geri almak veya tescilini sağlamak amacıyla, itimadı suistimal suçundan dolayı şikayette bulunmak, iftira suçunu oluşturur.
2-)Sanığın,otomobilini takas yoluyla haricen satıp devrettikten sonra, aracın resmi devir işlemleri ya da iadesini sağlamak amacıyla, aracı en son elinde bulunduran mağdur hakkında emniyeti suistimal suçlamasıyla savcılığa şikayette bulunulması fiili, iftira suçunu oluşturmasına karşın,yasal olmayan gerekçelerle beraat kararı verilmesi,(4.CD 19.09.2006 tarihli ve Esas No:2005/10959 Karar No:2006/14057 Yargıtay Kararları Dergisi Nisan 2007)
İftira ve Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar
İftira suçunun oluşması için, kişinin suçsuz olduğunu bildiği kişiye aleyhine kesin bir ifade ile suç ve kabahat isnadında bulunması ve bulunduğuna dair hazırlık tahkikatında ‘Kovuşturmaya Mahal olmadığına dair ve yargılama safahatında şüphelinin suçsuz olduğuna dair verilen kararın kesinleşmesi gerekir
1-)Suç isnat edilen şüphelinin daha sonra iftira suçundan dolayı şikayette bulunabilmesi için, öncelikle hakkında şüphenin kaldırılması gerekir. Kişi hakkındaki şüpheyi kaldırma hazırlık tahkikatında takipsizlik(Kovuşturmaya Mahal Olmadığına Dair Karar’ kararının kesinleşmesi ile olur. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 267/8. maddesine göre, iftira suçundan dolayı zamanaşımın başlangıcı, kişinin suçu işlemediğinin sabit olduğu andan itibaren başlar. Hazırlık tahkikatında kişi hakkında isnat edilen fiilden dolayı verilen takipsizlik kararı kesinleştiği andan itibaren iftira suçundan zamanaşımı işlemeye başlar.
2-) Burada dikkat edilmesi gereken husus bir kimsenin başka birine şikayete tabi bir fiille iftira atması halinde, bilahare gelip kendi hakkında iftira davası açılmasını engellemek için şikayetinden vaz geçmesi halinde, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 73/6.maddesine göre, mağdura şikayetten vazgeçip geçmeyeceği sorulmalıdır. Mezkur maddeye göre, takibi şikayete tabi bir suçtan Müşteki’nin vazgeçmesi, şüpheli kabul etmedikçe hukuki sonuç doğurmaz. Tahkikat sırasında, sorulmamış ise, şüphelinin hakkının zayi olmaması için, takipsizlik kararı şüpheliye tepliğ edilmedir.Mesela bir kimse, iftira atmak amacıyla, bir kişinin kendisine hakaret ettiğini iddia etse, hazırlık tahkikatında da, iftira attığı ortaya çıkmasından korktuğu için şikayetinden vazgeçmesi halinde, vazgeçmenin hukuki sonuç doğurması için, şüpheliye sorulması gerekir. Şüpheliye sorulmadan takipsizlik kararı verilmesi halinde de, en azından kararın şüpheliye tebliğ edilmesi gerekir.
3-)İftira suçundan dolayı, adli tahkikat yapılacak ise, şüpheli hakkında, isnat edilen suçtan dolayı ek-takipsizlik karı verilmek suretiyle mükteza tayin edilmesi ve ek-takipsizlik kararı kesinleştikten sonra iftira suçunda dolayı tahkikat yapılması usul açısından daha isabetli olur.
İftira ve Şikayet Hakkı
İftira suçu, doğrudan kast ile irtikap edilebilen bir suçtur. İftira suçunun oluşması için, kişinin bir ön malumata sahip olması gerekir. Suçsuz olduğunu bildiği bir kişiye karşı iftira atılabilir.Kişi, dilekçesinde, failin suçlu olup olmadığı konusunda kesin değilse yani şüpheliyle bu durumda iftira suçu oluşmaz
1-)Yargırtay 4.CD 22.01.1985 tarihli ve 8571/120 sayılı içtihadına göre, evinden bazı eşyalarının çalındığını iddia ettiği ve o gün de şüpheli Mehmet’in sürekli olarak kendini ve eşini sorduğundan, bahisle alacaklısı Mehmet’en şüphelendiği için, şikayette bulunulması fiilinde, sanığın mahkumiyetine yeterli her türlü şüpheden uzak delil elde edilemediğinden, şikayet hakkını kullanan sanığın beraatına karar verilmesi gerekir. Yüce Yargıtay’ın bu görüşü hukuka uygundur. fail, şikayet ederken kesin bir ifade kullanmamış sadece şüphelendiğini belirtmiştir.
2-) Sanığın dolandırıldığı iddiasıyla müracaat ettiği ve adli tahkikat sonunda da ‘ hukuki ihtilaf’ olduğu gerekçesiyle mükteza tayin edilmesi karşısında, hukuka aykırılık unsurunun ne şekilde olduğu tartışılmadan iftira suçundan hüküm kurulması hukuka aykırıdır( 4.CD 24.06.2002 tarihli ve 4883/ 11669 sayılı içtihadı)
3-)İftira suçu, bazen vuku bulmuş olan olayların yanına bazı gerçek dışı yeni olaylar eklemek suretiyle de irtikap edilebilir. Mesela, fail, mağduru kavga sırasında sadece darp etmesine rağmen, mağdur yapmış olduğu şikayetinde, failin kendisini hem darp ettiğini hem de kavga sırasında yere düşen ve içinde 100,00 TL parası bulunan cüzdanını çaldığından bahisle şikayetçi olması halinde, kastın yaralama suçu yönünden şikâyet hakkı kullanılmıştır; ancak ancak irtikap edilmeyen hırsızlık suçu ile ilgili olarak da iftira suçu irtikap edilmiştir. Bundan dolayı dolayı hırsızlık suçu ile ilgili olarak, şayet deliller varsa, ek-takipsizlik kararı verilmek suretiyle mükteza tayin edilmeli ve mağdur hakkında iftira suçundan dava açılması gerekir.
İftira Atma ve Uyuşturucu Madde Bulundurma Suçu
1-)5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 267/2 . maddesine göre, iftira suçu, suçun maddi eser ve delilleri oluşturulmak suretiyle atılabilir.
2-)Bir kimse, iftira atmak için, mağdurun evine veya işyerine uyuşturucu veya uyarıcı madde bırakması halinde, hem 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 267/2. maddesine mümas suçu uyuşturucu madde kullanmak suçunu oluşturur. Bu durumda gerçek içtima hükümleri uygulanır.
3-)I-Sanığın, hırsızlık suçundan yakalanıp hakkında yapılan adli soruşturma sırasında beyan ettiği “M.Alpaslan” kimlik bilgilerine sahip gerçek bir şahsın mevcut olup olmadığı araştırılıp, böyle bir şahsın mevcut olması halinde eyleminin 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 268/1. maddesi yollaması ile mezkur Kanunu’nun 267. maddesi kapsamında düzenlenen suçu oluşturacağı, sanığın bildirdiği kimlik bilgilerinin gerçekte var olmayan bir kişiye ait olduğunun anlaşılması durumunda ise anılan Yasanın 206/1. maddesi kapsamında “resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan” suçunu oluşturacağı gözetilmeldir (11.CD 14.02.2011 Esas No : 2009/16540 Karar No : 2011/869 künyeli içtihadı)
İftira Atmak ve Resmi Belgede Sahtecilik Suçu
1-)İğfal kabiliyeti olan ehliyet ve nüfus cüzdanı gibi sahte bir resmi belge kullanılarak iftira atılması halinde, hem iftira hem de resmi belgede sahtecilik suçu oluşur
2-)Bir kişinin, başkasına ait ehliyete kendi fotoğrafını yapıştırıp, işlediği bir suçtan dolayı yapılan tahkikat sırasında polise ibraz ederek suçtan kurtulmayı amaçlaması halinde, hem resmi belgede sahtecilik hem de 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 168. maddesine mümas iftira suçundan yargılanması gerekir.Bu durumda sanığın her iki suçtan birlikte tecziye edilmesi gerekir.Resmi belge sahtecilik suçundan dolayı kişinin mahkum olması için, resmi belgenin iğfal kabiliyetinin olması gerekir.
2-)Sanığın müştekiye ait kimlik cüzdanına kendi resmini yapıştırıp, trafik polisi tarafından durdurulduğunda, sahte nüfus cüzdanını ibraz etmek suretiyle trafik cezalarının, her iki ceza kanunu döneminde müşteki adına yazılmasını sağlaması fiilinde, son kullanma tarihi 15.07.2009 tarihi olduğundan suç hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 204/1. maddesinden işlem yapılmalıdır. Ayrıca 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 268. maddesindeki suçu da oluşturacağı gözetilmelidir..(11.CD 9.06.2008 tarihli ve 3142/5854)Bize trafik cezası gibi bir idari yaptırımdan kurtulmak için, sahte resmi belgenin kullanılması sahtecilik suçunu oluşturur. Ancak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun’nun 268. maddesindeki suçu oluşturmaz. Çünkü, 268. maddede açıkça ‘ İşlediği bir suç nedeniyle’ demek suretiyle sadece suçla sınırlı tutulmuştur. 267. madde de iftira suçunu oluşması için, yetkili makamlara, ‘ihbar, şikayet ya da basın veya yayın yoluyla’ demek suretiyle başkasına haksız bir fiil isnat eden kimse demek suretiyle iftirayı usul olarak sınırlandırmıştır. Türk Ceza Kanunu’nun 268/1. maddesinde ‘suç’ tabirinin yanında ‘ kabahat’ tabirini de kullanılsaydı Yüce yargıtay’ın içtihadı isabetli olacaktı. Türk Ceza Kanunu’nun 2/3. maddesinde aleyhe kıyas açıkça yasaklanmıştır.
3-)Sanığın üst aramasında el konulan Rahmi Yıldız adına düzenlenmiş, aslı ele geçirilemeyen, fotokopiden ibaret nüfus cüzdanının aldatma yeteneğinin ne şekilde oluştuğu açıklanmadan ve yakalanması sırasında sanığın emniyet görevlilerine kendisini Rahmi Yıldız olarak tanıtmadığı gözetilmeden yazılı şekilde her iki suçtan da mahkumiyet hükümleri kurulması,hukuka aykırıdır ,(1.CD 12.10.2010 tarihli ve Esas No:2010/5286 Karar No:2010/11044 sayılı içtihadı
İftira Atmak ve Yalan Beyanda Bulunmak
Kişi işlemiş olduğu bir suçtan dolayı yapılan soruşturma veya kovuştumadan kurtulmak amacı ile kardeşi gibi geçekte var olan bir kişinin kimlik bilgilerini kendi kimlik bilgileri yerine kolluğa bildirmesi halinde iftira(calumny) suçu oluşur.
1-)Fail Sahte olarak tanzim edilmiş ehliyet ve nüfus cüzdanı gibi resmi belgeyi işlemiş olduğu bir suç nedeni ile yapılan soruşturma ve kovuşturmadan kendini gizlemek amacı ile kullanması halinde iğfal kabiliyeti olan sahte kimlik belgesinin failin kardeşi gibi gerçekten var olan bir kişiye ait olup olmadığına göre ikili bir tefrik yapmamız gerekir.
2-)Kişi, kendini, işlemiş oluğu bir suçtan dolayı yapılan bir soruşturma ve kovuşturmadan gizlemek amacı ile göstermiş olduğu sahte iğfal kabiliyeti olan kimlik kartı, gerçekten failin kardeşi gibi var olan bir kişiye ait ise; bu durumda fail resmi evrakta sahtecilik(TCK’nun 204/1) yanında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (Turkish Penal Code) 268. maddesi delâletiyle mezkur Kanunun 267. maddesine göre de iftira(calumny) suçundan da tecziye edimesi gerekir.
3-)Sanık İşlemiş olduğu hırsızlık suçu nedeni ile kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacı ile kızına ait kimlik bilgilerini kullandığının anlaşılması karşısında; fiilin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 268. maddesi delaletiyle mezkur Kanunun 267. maddesine uyan suçu oluşturduğu halde yazılı şekilde karar verilmesi ( 6.CD. 22.09.2008 tarih ve 2007/ 18499- 2008/15904 sayılı Kararı)
4-)Kişinin işlemiş olduğu bir suçtan dolayı kendisini, başkasına ait iğfal kabiliyeti olan bir nüfus cüzdanıyla gizlemesi halinde yukarıda açıklandığı gibi resmi belgede sahtecilik suçu yanında 5237 sayılı Kanunun 268 delâletiyle mezkur Kanunun 267. maddesindeki suç oluşur. Fail, işlediği bir suçu gizlemek amacı ile ehliyet ve nüfus cüzdanı gibi resmi belge ibraz etmeden de beyan ile kardeşi gibi var olan bir kişinin kimliğini vermesi halinde, yine 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 268. maddesi delâletiyle mezkur Kanunun 267. maddesine mümas suç oluşur.Bura da, beyan da nüfus cüzdanı ve ehliyet gibi resmi bir belge kullanılmadığı için resmi belgede sahtecilik suçu oluşmaz.
4-)İşlediği hırsızlık(theft) suçu nedeni ile kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacı ile Mehmet K’ye adlı kişinin kimlik bilgilerini kolluğa veren ve ifadesi bu bu kimlik bilgileri ile tespit edilen sanığın fiili 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 206/1. maddesi değil; mezkur Kanunun 268. maddesine mümas suç oluşur. (6.CD.09.10.20006 tarih ve 1910/9430)
6-)Sanığın işlediği suç nedeni ile kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacı ile gerçek kişi olan Mehmet Y.’ye ait kimlik bilgilerini bildirdiği anlaşılması karşısında; fiilin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 268. maddesi delaletiyle mezkur Kanunun 267/1 ve 269/1 maddesine mümas suçu oluşturur. (6.CD.21.09 2006 Tarih ve 298/8561)
7-)Olay tarihinde, başka bir suçtan dolayı yakalanan hükümlünün hakkında yürütülen soruşturma sırasında, kollukta gerçek kimlik bilgileri yerine kardeşi Cumali’nin kimlik bilgilerini bildirmek suretiyle, kimliği hakkında resmi mercilere yanlış beyanda bulunmak olarak belirlenen fiilinin, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 268/1 maddesi delaletiyle mezkur Kanunu’nun 267/1 maddesi kapsamında kaldığı; buna karşılık, mezkur Kanunu’nun 206. maddesinin, belirlenen kimlik bilgilerinin, gerçek olmayan kişilere ait olması halinde uygulanabilir(11.CD.25.11.2008 tarihli ve 2008/43-12412 sayılı içtihadı(YKD Haziran 2009)
8-)Sanığın kimlik tespiti sırasında başkasının kimlik bilgilerini vermesi fiilinde, hangi nedenle kimlik tespiti yapıldığı araştırılmalı, bir suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma yapılmasını engellemek amacıyla başkasına ait kimlik bilgilerini kullanması fiili iftira suçunu oluşturacağı; soruşturma olmaması halinde ise de resmi belgenin düzenlemesinde yalan beyan suçunu oluşturacağı gözetilmelidir.(11.CD 26.01.2010 tarihli ve 2007/4488E ve 2010/87K sayılı içtihadı, YKD Mayıs 2010)
9-)5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 267.maddesinde düzenlenen iftira suçunun oluşması için, bir kimsenin yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat etmesi gerekmektedir. İftira suçunun özel bir halini düzenleyen 268.maddesindeki başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun oluşabilmesi için de kişinin, işlediği suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla, başkasına ait kimliği veya kimlik bilgilerini kullanması koşulu aranmaktadır. Başka bir anlatımla, bu maddede öngörülen suçta fail sadece kimliği hakkında yalan beyanda bulunmamakta, aynı zamanda başkasının kimliğini ya da kimlik bilgilerini kullanarak kendisini suçsuz ve bir başkasını da işlemediği bir suçun faili olarak göstermek suretiyle iftirada bulunmaktadır. Bu açıdan değerlendirildiğinde, failin kullandığı başkasına ait kimlik bilgilerinin gerçek bir kişiye ait olması gerekmektedir.
Resmi bir belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunulması, diğer bir ifadeyle bu bilgilerin belli bir kişiye ait olmayıp tamamen uydurma bilgiler olması halinde iftira suçundan değil, TCY.nın 206.maddesinde düzenlenen resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunma suçundan söz edilebilecektir.
Somut olay değerlendirildiğinde, sanığın hakkında yürütülen soruşturma nedeniyle karakolda kimlik bilgileri sorulduğunda verdiği bilgiler araştırılarak bu bilgilerin gerçek bir kişiye ait bulunması durumunda eylemin, TCY.nın 268.maddesine; verilen bilgilerin tamamen uydurma olduğunun anlaşılması durumunda da 206.maddesine uyan suçu oluşturacağı gözetilmeden, eksik araştırmayla uyarınca başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanma suçundan hüküm kurulması,hukuka aykırıdır4.CD 21.11.2007 tarihli ve Esas No:2006/4634 Karar No:2007/9761 künyeli içtihadı)
10-) İftira suçunun özel bir halini düzenleyen 268. maddesindeki başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun oluşabilmesi için de kişinin, işlediği suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla, başkasına ait kimliği veya kimlik bilgilerini kullanması koşulunun aranması, kabahatler ve disiplin eylemlerinin madde kapsamında bulunmaması karşısında;ehliyetsiz ve alkollü araç kullanma eylemleri sonucunda kolluk görevlisine, katılan Süleyman Akbal’ın ehliyetini vererek katılanın kimlik bilgilerini kullanan sanığın, katılanın ehliyetinin 6 ay süre ile geri alınması ve katılan hakkında alkollü araç kullanmaktan idari yaptırım kararı uygulanmasına sebebiyet verme eylemlerinin, TCK.nın 206. maddesine uyan suçu oluşturup oluşturmayacağı değerlendirilip tartışılmadan eksik inceleme sonucu başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini kullanma suçundan hüküm kurulması,
Kabule göre de; sanığın soruşturma aşamasında verdiği ifadesinde, gerçeğe dönmesi karşısında, TCK.nın 269/2. maddesinde öngörülen etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması gerekip gerekmediğinin tartışılmaması,bozmayı gerektirmiş(4.CD 24.05.2011 tarihli ve Esas No:2011/6140 Karar No:2011/6897 künyeli içtihadı)
İftira suçu ve Hürriyeti Tahdit
1-)Müfteri tarafından iftiraya uğrayan kişi, hazırlık tahkikatında veya yargılama safahatından, tevkif edilmiş veya gözaltına alınmış ise, mağdur hakkında ayrıca hürriyeti tahdit suçundan hüküm kurulur.
2-)5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 267/4. maddesine göre, iftiraya uğrayan kişi hakkında, hazırlık tahkikatında takipsizlik; yargılama safahatında da beraat karı verilmiş ancak, mağdur iftira suçundan dolayı tevkif edilmiş ve gözlem altına alınmış ise, müfteri hakkında, ayrıca hürriyeti tahdit suçundan dolayı ceza verilir.
İftira ve Özel Belgede Sahtecilik
1-) İftira ve hususi belgede sahtecilik suçu birlikte irtikap edilebilir.
2-)Sanığın mağdurlardan birinin adını ve imzasını kullanarak Valilik Makamına hukuki sonuç doğurabilecek vasıftaki hususi belgeyi tanzim etmesi hem hususi belgede sahtecilik hem de iftira suçunu oluşturduğu gözetilmeden 765 sayılı Türk Ceza Kanunun 79. maddesi delâletiyle 345. maddesi yerine 343. maddesiyle hüküm tesis edilmesi bozmayı gerektirmiştir( (4.CD 12.12.1990 tarihli ve 6215/6774 sayılı içtihadı)
İHTARSIZ DAVETİYE GÖNDERMEK SURETİYLE SAVUNMA HAKKININ KISITLANMASI
İhtarsız davetiye gönderilmesi savunma hakkının kısıtlanmasıdır
Sanığın 5271 sayılı CMK’nın 195. maddesinde belirtilen açıklamayı içerir davetiyenin tebliğ edilmesi halinde, yokluğunda karar verilebileceği gözetilmeksizin, söz konusu maddede belirtilen açıklamayı içermeyen davetiyenin tebliği ile yetinilerek, yokluğunda karar verilmesi suretiyle, sanığın savunma hakkının kısıtlanmış olduğunun gözetilmemesi ve hükümden sonra yürürlüğe giren 5941 sayılı Çek Kanununa göre sanığın sorgusunun yapılmasında zorunluluk bulunması, bozmayı gerektirmiş, ( 10.CD 20.09.2010 tarihli ve Esas No:2009/2057 Karar No:201018699 sayılı içtihadı