ADALET BAKANLIĞI Uluslararası Hukuk ve Dışilişkiler Genel Müdürlüğü HUKUK TEBLİGAT BÜROSU Görevleri – Uluslararası İCRA TAKİBİ
1 Temmuz 2016HAPİS CEZALARIN İNFAZ TABLOSU ve KOŞULLU SALIVERİLME HÜKÜMLERİ ( DENETİMLİ SERBESTLİK TEDBİRİ )
9 Temmuz 2016Sanığa son söz verildikten sonra mahkeme duruşmanın bittiğini bildirir ve hükmü açıklar. Hüküm fıkrası herkes tarafından ayakta dinlenir. (CMK/231-4)
Hüküm fıkrası okunarak gerekçesi ana çizgileriyle anlatılır. (CMK/231-1)
Hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları, mercii ve süresi bildirilir. (CMK/231-2)
Beraat eden sanığa, tazminat isteyebileceği bir hâl varsa bu da bildirilir. (CMK/231-3)
Mahkeme hükmün gerekçesini daha sonra gerekçeli kararında açıklayabilir. Bu nedenle son duruşmada verilen karara “kısa karar” denilir. Daha sonra tebliğ edilen karara ise “gerekçeli karar” denilir.
Mahkemeler çoğunlukla gerekçeyi duruşmada açıklamamakta, gerekçeli kararları daha sonra yazmaktadırlar. Hükümde gerekçe açıklanmamışsa, hükmün açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde gerekçeli karar yazılır.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2012/6-1442
K. 2013/451
T. 12.11.2013
DAVA : Yağma suçuna teşebbüsten sanığın 5237 Sayılı T.C.K.nun 149/1-a, 35/2, 150/2, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca 1 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, müsadereye ve mahsuba ilişkin, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 19.4.2007 gün ve 95-145 Sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 15.2.2012 gün ve 17458-2248 sayı ile;
“16.2.2007 tarihli oturumda başka suçtan tutuklu bulunduğu Yozgat Cezaevinden getirilerek savunmasının saptandığının anlaşılması karşısında başka suçtan tutuklu sanık son oturumda hazır bulundurulmadan yargılama yapılıp hükümlülüğüne karar verilmek suretiyle C.M.K.196. maddesine aykırı olarak savunma hakkının kısıtlanması” sebebiyle BOZULMASINA karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 3.4.2012 gün ve 131262 sayı ile;
“C.M.K.nun 196. maddesinin 5. fıkrasının açık hükmü karşısında; başka suçtan, yargılandığı mahkemenin yargı çevresi dışındaki bir cezaevinde tutuklu olan sanığın hükmün açıklandığı son oturumda hazır bulundurulması zorunlu değildir. Bu sebeple mahkemenin sanığın yokluğunda kovuşturmayı bitirmesi ve mahkumiyet hükmü kurmasında isabetsizlik bulunmamaktadır” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve dosyanın hükmün esastan incelenmesi amacıyla Özel Daireye gönderilmesine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
C.M.K.nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece 12.10.2012 gün ve 16889-18242 sayıyla itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURUL KARARI
Sanığın yağma suçuna teşebbüsten cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; başka suçtan mahkemenin yargı çevresi dışında hükmen tutuklu bulunan sanığın, hükmün tefhim edildiği son oturuma getirilmeden karar verilmesinin savunma hakkının sınırlandırılması niteliğinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Yağma suçuna teşebbüsten yargılanmakta olan sanığın sorgusunun istinabe suretiyle yapıldığı, sanığın atılı suçlamayı kabul etmediğini ve duruşmadan vareste tutulmak istediğini beyan ettiği, yerel mahkemece yargılamaya konu yağma suçunun yaptırımının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi ve istinabe yasağı bulunması sebebiyle yeniden sorgusunun yapılması için çağrıldığı, ancak kendisine ve açık adresine ulaşılamadığı, bu sebeple hakkında yakalama kararı verildiği, başka bir suçtan mahkemenin yargı çevresi dışında tutuklu bulunduğu tespit edilen sanığın cezaevinden getirtilip zorunlu müdafii huzurunda savunması alındıktan sonra hakkındaki yakalama kararının kaldırıldığı, sanığın hükmün tefhim edileceği oturumda hazır bulunmak istediğine dair bir beyanda bulunmadığı, müdafiinin hazır bulunduğu bir sonraki celsede aynı suçtan mahkumiyetine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Sanık hazır bulunmaksızın duruşma yapılamayacağı kuralını düzenleyen 5271 Sayılı C.M.K.nun “sanığın duruşmada hazır bulunmaması” başlıklı 193. maddesinin 1. fıkrası; “Kanunun ayrık tuttuğu haller saklı kalmak üzere hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılmaz. Gelmemesinin geçerli nedeni olmayan sanığın zorla getirilmesine karar verilir’ hükmünü amir olup, bu kuralın istisnaları aynı maddenin 2. fıkrasında; “Sanık hakkında, toplanan delillere göre mahkumiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa, sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir’,
194. maddesinin 2. fıkrasında; “Sanık savuşur veya ara vermeyi izleyen oturuma gelmezse önceden sorguya çekilmiş ve artık hazır bulunmasına mahkemece gerek görülmezse dava yokluğunda bitirilebilir’,
195. maddesinde; “Suç, yalnız veya birlikte adli para cezasını veya müsadereyi gerektirmekte ise sanık gelmese bile duruşma yapılabilir. Bu gibi hallerde sanığa gönderilecek davetiyede gelmese de duruşmanın yapılacağı yazılır,
200. maddesinin 1. fıkrasında; “Sanığın yüzüne karşı suç ortaklarından birinin veya bir tanığın gerçeği söylemeyeceğinden endişe edilirse, mahkeme, sorgu ve dinleme sırasında o sanığın mahkeme salonundan çıkarılmasına karar verebilir,
204. maddesinde; “Davranışları sebebiyle hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşıldığında sanık, duruşma salonundan çıkarılır. Mahkeme sanığın duruşmada hazır bulunmasını dosyanın durumuna göre savunması bakımından zorunlu görmezse, oturumu yokluğunda sürdürür ve bitirir. Ancak sanığın müdafii yoksa, mahkeme barodan bir müdafi görevlendirilmesini ister. Oturuma yeniden alınmasına karar verilen sanığa yokluğunda yapılan işlemler açıklanır şeklinde gösterilmiştir.
Aynı kanunun uyuşmazlık konusunun çözümüne ışık tutan “sanığın duruşmadan bağışık tutulması” başlıklı 196. maddesi ise;
“1) Mahkemece sorgusu yapılmış olan sanık veya bu hususta sanık tarafından yetkili kılındığı hallerde müdafii isterse, mahkeme sanığı duruşmada hazır bulunmaktan bağışık tutabilir.
2-) Sanık, alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar hariç olmak üzere, istinabe suretiyle sorguya çekilebilir. Sorgu için belirlenen gün, Cumhuriyet savcısıyla sanık ve müdafiine bildirilir. Cumhuriyet savcısıyla müdafiin sorgu sırasında hazır bulunması zorunlu değildir. Sorgusundan önce sanığa, ifadesini esas mahkemesi huzurunda vermek isteyip istemediği sorulur.
3-) Sorgu tutanağı duruşmada okunur.
4-) Yukarıdaki fıkralar içeriğine göre sanığın aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle sorgusunun yapılabilmesi olanağının varlığı halinde bu yöntem uygulanarak sorgu yapılır.
5-) Hastalık veya disiplin önlemi ya da zorunlu diğer sebeplerle yargılamanın yapıldığı yargı çevresi dışındaki bir hastahane veya tutukevine nakledilmiş olan sanığın, sorgusu yapılmış olmak koşuluyla, hazır bulundurulmasına gerek görülmeyen oturumlar için getirilmemesine mahkemece karar verilebilir.
6-) Yurt dışında bulunan sanığın, belirlenen duruşma tarihinde hazır bulunmasının zorluğu halinde, bu tarihten önce duruşma açılarak veya istinabe suretiyle sorgusu yapılabilir biçiminde düzenlenmiştir.
Maddenin 1. fıkrasında, mahkemece sorgusu yapılmış olmak şartıyla sanığın ya da bu hususta sanık tarafından yetkili kılındığı hallerde müdafiinin istemiyle duruşmada hazır bulunmaktan vareste tutulabileceği kabul edilmiş, 5. fıkrasında ise hastalık veya disiplin önlemi ya da zorunlu diğer sebeplerle yargılamanın yapıldığı yargı çevresi dışındaki hastane veya tutukevine nakledilmiş olan sanığın, daha önce sorgusu yapılmış olmak şartıyla hazır bulundurulmasına gerek görülmeyen oturumlar için getirilmemesi hususunda mahkemece bir karar verilebileceği hüküm altına alınmıştır.
Maddenin her iki fıkrasında da sanığın sorgusunun yapılmış olması hali duruşmadan vareste tutulmanın şartı olarak belirtilmiş, ancak sanığın sorgusunun ne şekilde yapılacağı hususunda herhangi bir açıklamaya yer verilmemiş olup, bu konu maddenin 2. fıkrasında düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre, alt sınırı beş yıldan az hapis cezasını gerektiren suçtan yargılanmakta olan sanığa, sorgusundan önce ifadesini esas mahkemesi huzurunda vermek isteyip istemediği sorulduktan sonra istinabe suretiyle sorguya çekilebilecektir. Alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı ise sanıkların sorgusunun mutlaka yargılamayı yapan mahkemece yapılması zorunludur.
Sorgusundan önce sanığa, ifadesini yargılamayı yapan mahkeme huzurunda vermek isteyip istemediğinin sorulmaması veya sorulmasına karşın duruşmadan vareste tutulmak istemediğini belirten sanığın istinabe yoluyla alınan ifadesiyle yetinilmesi, savunma hakkının sınırlandırılması sonucunu doğuracağından mutlak bozma nedenidir.
C.M.K.nun 196. maddesinin 2. fıkrasının açık düzenlemesinden anlaşıldığı üzere, kanun koyucu, sorgunun yapılmasında sanıkların tutuklu olup olmadığı konusunda herhangi bir ayırıma yer vermeyerek, yalnızca sanığın yargılandığı suç için kanunda öngörülen cezanın alt sınırını esas alan ilkeyi benimsemiştir.
Sanığın duruşmada hazır bulunması, yükümlülük yönü bulunmakla birlikte öncelikle kendisi açısından bir hak olup, adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisini de teşkil etmektedir. Tarafı olduğumuz ve onaylamakla iç hukuk mevzuatımıza dahil ettiğimiz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil Yargılanma Hakkı” başlıklı 6. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendinde; sanığın en azından kendi kendisini savunmak hakkı bulunduğu belirtilmekle, mahkeme huzurunda doğrudan savunmasını yapabilmesi için duruşmada hazır olma hakkının varlığı da zımnen kabul edilmiştir.
Kendisi yönünden hak olarak düzenlendiği kabul edilen bir hususta sanığın bu hakkı ne şekilde kullanacağı konusunda hiçbir insiyatiflnin bulunmadığının kabulü halinde hakkın varlığından da söz edilemeyecektir.
Duruşmada hazır bulunma hakkını sanıktan kaynaklanan bir olumsuzluk olmaksızın onun istemi dışında ortadan kaldıran ve zorunlu varesteliği öngören 1412 Sayılı C.M.U.K.nun 226. maddesinin 4. fıkrasında yer alan; “duruşmadan vareste tutulmasını talep etmese bile, davanın görüldüğü yer mahkemesinin yargı çevresi dışında başka bir suçtan tutuklu veya cezası infaz edilmekte olan sanığın sorgusu bulunduğu yerdeki mahkeme aracılığıyla yaptırılabilir şeklindeki düzenlemeye 1.6.2005 günü yürürlüğe giren 5271 Sayılı C.M.K.nda yer verilmeyerek, hem adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birini oluşturan duruşmada hazır bulunma hakkını sınırlayan bir uygulamaya son verilmiş, hem de şartlarının bulunması halinde sanığa sorgusunu istinabe yoluyla yapma imkanı verilmek suretiyle, öncelikle sanık yönünden bir hak olarak düzenlenmiş olan duruşmada hazır bulunma halinin sanık için külfet oluşturmasının da önüne geçilmiştir.
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 12.2.1985 tarihli Colozza ve Rubinat/İtalya ve 25.11.1997 tarihli Zana /Türkiye kararlarında; “Sözleşmeyle garanti altına alınan bir hakkın kullanılmasından vazgeçilmesi bunun açıkça söylenmesiyle mümkün olabilir4′ denilmek suretiyle, sanığın duruşmada hazır bulunma hakkından feragat etmesinin mümkün olduğu vurgulanmıştır.
Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Yağma suçuna teşebbüsten yargılanmakta olan ve davanın görüldüğü mahkemenin yargı çevresi dışında bir başka suçtan hükmen tutuklu bulunan sanığın sorgusunun, yargılamanın yapıldığı mahkemece usulüne uygun olarak gerçekleştirilmesi ve duruşmada vareste tutulmak istediğini beyan eden sanığın hükmün tefhim edileceği celsede hazır bulunmak istediğine dair beyanda bulunmaması karşısında, müdafiinin hazır bulunduğu oturuma getirtilmeden karar verilmesi savunma hakkının sınırlandırılması niteliğinde değildir.
Bu nedenle, yerel mahkeme hükmünün, başka bir suçtan mahkemenin yargı çevresi dışında tutuklu olan sanık hazır bulundurulmadan hüküm kurulmasının savunma hakkının sınırlandırılması niteliğinde olduğu gerekçesiyle BOZULMASINA dair Özel Daire bozma kararı isabetsizdir. Bu itibarla, itirazın kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına vehükmün esastan incelenebilmesi amacıyla dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan on Genel Kurul Üyesi; “Başka bir suç sebebiyle mahkemenin yargı çevresi dışında tutuklu bulunan sanık hazır bulundurulmadan hüküm kurulmasının savunma hakkının sınırlandırılması niteliğinde olduğu, bu sebeple itirazın reddine karar verilmesi gerektiği” görüşüyle karşı oy kullanmıştır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1-) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne,
2-) Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 15.2.2012 gün ve 17458-2248 Sayılı bozma kararının kaldırılmasına,
3-) Dosyanın hükmün esasının incelenebilmesi amacıyla Yargıtay 6. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 12.11.2013 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2013/14-215
K. 2014/547
T. 9.12.2014
DAVA : Kasten yaralama cinsel saldırı ve hakaret suçlarından sanık H. izmirli’nin beraatına ilişkin, izmir 18. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 12.6.2007 gün ve 151-372 Sayılı hükmün müşteki tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 1.2.2012 gün ve 4182-602 ile;
“Müştekinin soruşturma safhasındaki kolluk ifadesinde yazılı adresinin 4200. sokak no:44 Karabağlar/izmir olduğu, anılan adrese mahkemece çıkartılan tebligatın bila tebliğ iade edilmesi üzerine. 12.6.2007 tarihli ilk duruşmaya katılamayan müştekinin, mahkemece ilk celse verilen beraat hükmünü haricen öğrenip aynı gün verdiği temyiz dilekçesinde 4249. sokak no:44 Yunus E. Mahallesi Karabağlar/izmir adresinde oturduğu halde adresinin kollukta yanlış yazılmasından dolayı duruşmaya katılamadığını belirterek anılan hükmü temyiz ettiği, adreslerdeki semt ve numaraların aynı olmasına karşılık sokak numarasının iki hanesinin farklı yazılması ve yine kolluk ifadesinde mahalle adının yazılmaması sebebiyle müştekiye tebligatın ulaşamadığı, adresteki yanlışlığın eksik yazma ve maddi hataya dayalı olduğu anlaşıldığından tebliğnamedeki düşünceye iştirak edilmemiştir.
Suçtan zarar gören müştekinin verdiği yazılı kolluk ifadesinde sanıktan şikayetçi olup cezalandırılmasını talep etmesi ve yargılama sonucunda mahkemece verilen hükmü temyiz etmesi karşısında, vaki talebi nazara alınıp doğru adresine tebligat çıkartılarak, temin edilecek müştekiye 5271 Sayılı C.M.K.nun 238/2. maddesi gereğince davaya katılmak isteyip istemediğinin sorulup bu hususta olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi” isabetsizliğinden BOZULMASINA karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 13.4.2012 gün ve 205906 sayı ile:
” Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesi mağdurla şikayetçinin haklarını sayarken kamu davasına katılma ve davaya katılma şartıyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yoluna başvurma haklarını belirtmiş, hakların mağdur ve şikayetçiye anlatılarak tutanağa geçirilmesi gerektiğine işaret etmiştir.
C.M.K.nun 260. maddesi de yasa yoluna başvurma hakkına sahip kimseleri Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve katılan sıfatı almış olanlarla katılma istemi karara bağlanmamış veya reddolunmuş veya katılan sıfatı alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar olarak saymıştır.
Somut olayımızda ise: iddianameyle açılan davanın yapılan yargılaması sırasında mahkemece müştekinin 25.12.2006 tarihinde kollukta şikayetinin tesbiti sırasında bildirdiği ikamet adresine duruşma gününü bildirir davetiye çıkartılmış ancak davetiye ‘belirtilen sokakta 44 hane olmadığı, muhatabının da ismen tanınmadığı’ belirtilip 22.3.2007 tarihinde tebliğ edilmeksizin iade edilmiştir.
C.M.K.nun 235/1-3 maddesinde: ‘mağdur, şikayetçi veya vekilinin dilekçelerinde veya beyanlarında belirttikleri adresleri tebligata esas alınır. Belirtilen adresin yanlışlığı, eksikliği veya adres değişikliğinin bildirilmemesi sebebiyle tebligat yapılamaması hallerinde adresin araştırılması gerekmez’ hükümlerini içerdiği nazara alındığında tebliğnamede temyiz isteminin reddine dair olarak belirtilen gerekçelerin yasal ve yerinde bulunduğu açıktır” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak. Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve temyiz talebinin reddine kararverilmesi talebinde 8ulunmuştur.
C.M.K.nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Ceza Dairesince 26.12.2012 gün ve 11837-13731 sayı ile: itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya. Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
KARAR : TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURUL KARARI
Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve çözümlenmesi gereken uyuşmazlık: kovuşturma aşamasında duruşmadan haberdar edilmeyen müştekinin temyiz talebinin kabul edilmesinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir, incelenen dosya kapsamından:
Müştekinin 25.12.2006 tarihinde Konak ilçe Emniyet Müdürlüğü Alsancak Karakol Amirliğine müracaat ederek sanıktan şikayetçi olduğunu bildirdiği, müştekinin kimlik ve adres bilgilerinin tutanağa geçirildiği, ikamet adresi bölümüne “4200 Sokak No. 44 Karabağlar-izmir”. telefon numarası bölümüne “237 82 13” yazıldığı. Konak ilçe Emniyet Müdürlüğü tarafından hazırlanıp Cumhuriyet Başsavcılığına sunulan fezlekede müştekinin adresi olarak aynı adresin belirtildiği, iddianamede müştekinin adresinin “4200 Sok. No.44 Karabağlar-izmir olarak gösterildiği. yerel mahkemece müştekinin duruşmaya davet edilmesine dair tebligatın adres bölümüne de aynı adresin yazıldığı, posta görevlisince “4200 Sok. 44 hane nosu yoktur. Muhatap ismen tanınmıyor açıklaması yazılmak suretiyle tebligatın bila ikmal iade edildiği.
12.6.2007 tarihinde yapılan duruşmaya sanığın katıldığı ve savunma yaptığı, duruşmadan haberdar olmayan müştekinin ise iştirak etmediği, Cumhuriyet savcısının esasa dair görüşünü bildirdiği. yerel mahkemece duruşma sonunda sanığın beraatına karar verildiği, aynı gün karardan haberdar olan müştekinin hükmü temyiz ettiği, adresinin yanlış yazılması sebebiyleduruşmadan haberdar olmadığı ve delillerini bildiremediği gerekçesiyle yerel mahkeme hükmünün bozulmasını istediği, temyiz dilekçesinde adresini “4249 Sok. No:44. Yunus E. Mah.. Karabağlar/izmir olarak gösterdiği, dilekçeye ekli müştekinin abone olarak gözüktüğü elektrik faturasında adresin “4249 sk 44”. telefon numarasının ise müştekinin kollukta bildirdiği “237 82 13” numaralı numara olduğu.
Gerekçeli kararın yerel mahkemece, tebliğnamenin ise Özel Dairece temyiz dilekçesinde gösterilen “4249 Sok. No:44. Yunus E. Manallesi-Karabağlar-izmir” adresine tebliğ edildiği.
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözülebilmesi için mağdur veya şikayetçinin duruşmaya çağrılması ve bu davete uymamaları nalinde yapılacak işlemler üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
5271 Sayılı C.M.K.nun “Suçun mağduruyla şikayetçinin çağırılması” başlıklı 233. maddesinin 1. fıkrası: “Mağdurla şikayetçi. Cumhuriyet savcısı veya mahkeme başkanı veya hakim tarafından çağrı kağıdıyla çağırılıp dinlenir”, “Mağdur ve şikayetçinin davete uymamaları” başlıklı 235. maddesi ise: “(1) Mağdur, şikayetçi veya vekilinin, dilekçelerinde veya tutanağa geçirilmiş olan beyanlarında belirttikleri adresleri tebligata esas alınır.
(2) Bu adrese çıkartılan çağrıya rağmen gelmeyen kimseye yeniden tebligatta bulunulmaz-
(3) Belirtilen adresin yanlışlığı, eksikliği veya adres değişikliğinin bildirilmemesi sebebiyle tebligat yapılamaması hallerinde adresin araştırılması gerekmez.
(4) Bu kimselerin beyanının alınması zorunlu görüldüğü hallerde 3. fıkra uygulanmaz” şeklinde düzenlenmiştir.
Yukarıdaki mevzuat hükümleri bir bütün halinde değerlendirildiğinde: mağdur ve şikayetçinin, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında ise mahkeme başkanıveya hakim tarafından usulüne uygun olarak çağrılıp dinlenmesi gerekmektedir.
Mahkemece kovuşturma aşamasının başlangıcı olan iddianamenin kabulünden sonra duruşma günü belirlenip, duruşmada hazır bulunması gereken kişilerden olduğunda tereddüt bulunmayan mağdur ve şikayetçi veya vekilleri duruşmaya davet edilmelidir. Bu davet C.M.K.nun 37 ve 233. maddeleri uyarınca kural olarak 7201 Sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre çağrı kağıdıyla yapılacaktır.
Mağdurla şikayetçi veya vekillerine tebligat yapılırken, dilekçelerinde veya tutanağa geçirilmiş olan beyanlarında belirttikleri adresler esas alınacaktır. Belirtilen adreslere tebligat yapılmasına karşın, gelmemeleri halinde ilgililere yeniden tebligat yapılmayacaktır. Mağdurla şikayetçi veya vekillerinin dilekçelerinde ya da beyanlarında bildirdikleri adresin yanlış veya eksik olması ya da adres değişikliğinin bildirilmemesi nedenleriyle tebligatın yapılamaması hallerinde, adreslerinin araştırılması gerekmeyecektir. Aksi yönde bir uygulama yapılması yargılamanın gereksiz yere uzamasına neden olabilecektir. Ancak şikayetçi veya mağdurların beyanlarının alınmasının zorunlu görüldüğü durumlarda, ilgililerin yeni adresleri araştırılarak, bu adreslerden davetleri sağlanmalıdır. Bu durumda çağrı kağıdı tebliğine rağmen gelmeyenlerin de gelmelerini sağlama yoluna gidilmelidir. Zira maddi gerçeğin bulunması için zorunlu görüldüğü taktirde, şikayetçi veya mağdur mutlaka dinlenilmelidir. Çağrıya rağmen gelmeyen mağdur veya şikayetçi hakkında C.M.K.nun 146/7. maddesi uyarınca zorla getirme kararı verilebilecektir. Ancak maddi gerçeğin belirlenmesi açısından ilgililerin dinlenilmesinin zorunluluk arz etmediği durumlarda mağdur ve şikayetçiyle vekillerinin belirttikleri adreslere bir kez tebligat çıkarılması yeterli olacaktır.
Bu aşamada mağdurla şikayetçinin hakları üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
5271 Sayılı C.M.K.nun mağdur ve şikayetçinin haklarını düzenleyen “Mağdurla şikayetçinin hakları” başlıklı 234. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi: “Kovuşturma evresinde:
1. Duruşmadan haberdar edilme.
2. Kamu davasına katılma.
3. Tutanak ve belgelerden vekili aracılığıyla örnek isteme.
4. Tanıkların davetini isteme.
5. Vekili yoksa, baro tarafından kendisine avukat atanmasını isteme.
6. Davaya katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma” şeklinde olup, buna göre mağdurla şikayetçinin kovuşturma evresinde: duruşmadan haberdar edilme, kamu davasına katılma, tutanak ve belgelerden vekili aracılığıyla örnek isteme, tanıkların davetini isteme, vekili yoksa baro tarafından kendisine avukat atanmasını isteme ve davaya katılmış olmak şartıyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma haklarının bulunduğu hüküm altına alınmış, maddenin. “Bu haklar, suçun mağdurlarıyla şikayetçiye anlatılıp açıklanır ve bu husus tutanağa yazılır şeklinde düzenlenen son fıkrasında ise, bu hakların mağdur ve şikayetçiye anlatılıp açıklanacağı ve bu hususun tutanağa yazılacağı belirtilmiştir.
Anılan maddenin 1. fıkrasının (b) bendinin açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere, duruşmadan haberdar edilme kanun koyucu tarafından, mağdur ve şikayetçi için kovuşturma aşamasında kullanılabilecek bir hak olarak düzenlenmiştir. Buna göre, mağdur ve şikayetçiye veya vekillerine usulüne uygun tebliğ işlemi yapılmadan “duruşmadan haberdar edilme” hakkının kullandırıldığından bahsetmek mümkün değildir. C.M.K.nun 234. maddesi uyarınca bu hakkın kullandırılmaması yasaya aykırılık oluşturacaktır.
Bununla birlikte kanun koyucu 234. maddeye aykırı davranılması durumunda anılan hukuka aykırılığın telafisine imkan sağlayacak şekilde bir düzenlemeye yer vermiş ve “katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş olanlara” kanun yoluna başvurma hakkı tanımıştır. Bu hakkın kullanılabilmesi için de yargılama sonucunda verilen kararın aynı kanunun 35. maddesi uyarınca mağdur, şikayetçi veya suçtan zarar görene tebliği gerekmektedir. Böylece gerekçeli kararın tebliğ edilmesiyle suçtan zarar gören geç de olsa davadan haberdar olarak kararı temyiz etme imkanı bulmuş olacaktır. Gerekçeli kararın tebliğinden itibaren mağdur, şikayetçi veya suçtan zarar görenin hükmü temyiz edip etmemesine göre de temyizin kapsamı belirlenecektir.
Duruşmadan haberdar olmayan mağdur, şikayetçi veya suçtan zarar görene gerekçeli kararın tebliğ edilmesinden sonra veya öğrenme üzerine hükmün temyiz edilmesi durumunda C.M.K.nun 260. maddesi uyarınca “katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar gören” sıfatıyla temyizi incelenecektir. Tebliğe rağmen hükmün temyiz edilmemesi durumunda ise Özel Dairece diğer temyiz talepleri kapsamında dosya incelenecek, ancak C.M.K.nun 233 ve 234. maddelerine aykırı davranılması gerekçesiyle hükmün BOZULMASINA karar verilemeyecektir.
Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde:
Soruşturma aşamasında şikayetçi olduğunu beyan eden. izmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen iddianamede “müşteki” olarak gösterilen Mecbure Öztürk’ün soruşturma aşamasında, emniyet görevlilerince alınan ifadesinde yazılı bulunan ikamet adresinin 4200. Sokak No:44 Karabağlar/izmir olması, belirtilen adrese mahkemece çıkartılan tebligatın tebliğ edilmeksizin iade edilmesi. 12.6.2007 tarihli duruşmaya katılamayan müştekinin, mahkemece verilen beraat hükmünü haricen öğrenip aynı gün verdiği temyiz dilekçesiyle. 4249. Sokak No:44 Yunus E. Mahallesi Karabağlar/izmir adresinde oturduğu halde adresinin kollukta yanlış yazılmasından dolayı duruşmaya katılamadığını belirterek hükmü temyiz etmesi, kolluk ifadesinde yazılı adres ile temyiz dilekçesinde bildirilen adresteki semt ismi ve kapı numaraları aynı olup yalnızca sokak numarasının iki hanesinin farklı yazılması ve müştekinin kolluk ifadesinde bildirmiş olduğu ev telefonu numarasının temyiz dilekçesine eklediği elektrik faturasında yazılı olan telefon numarasıyla aynı olması karşısında, adresin müşteki tarafından kasıtlı olarak yanlış veya hatalı bildirilmesinin söz konusu olmadığının ve adresteki yanlışlığın maddi hataya dayalı bulunduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu nedenle, kolluk ifadesinde sanıktan şikayetçi olduğunu bildiren ve kollukta maddi hata sonucu yanlış yazıldığı anlaşılan adrese çıkartılan tebligatın bila ikmal iade edilmesi sebebiyleduruşmadan haberdar olmayan müştekinin temyiz talebinin Özel Dairece kabul edilmesinde herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Öte yandan, iddianamede müşteki olarak gösterilen Mecbure Öztürk’ün yerel mahkemece duruşmadan haberdar edilmesi, duruşmada C.M.K.nun 234. maddesindeki haklarının hatırlatılması, sanıktan şikayetçi olup olmadığının, şikayetçi olduğunu bildirmesi halinde ise davaya katılmak isteyip istemediğinin sorulması, sonucuna göre katılma konusunda bir karar verilmesi gerekirken, yargılamaya devamla hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olduğundan, yerel mahkeme hükmünün Özel Dairece: “Suçtan zarar gören müştekinin verdiği yazılı kolluk ifadesinde sanıktan şikayetçi olup cezalandırılmasını talep etmesi ve yargılama sonucunda mahkemece verilen hükmü temyiz etmesi karşısında, vaki talebi nazara alınıp doğru adresine tebligat çıkartılarak, temin edilecek müştekiye 5271 Sayılı C.M.K.nun 238/2. maddesi gereğince davaya katılmak isteyip istemediğinin sorulup bu hususta olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi” gerekçesiyle bozulmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Zira temyiz dilekçesinde müştekinin şikayete ve davaya katılmaya dair açık bir talebi bulunmayıp, davaya katılma hususunda C.M.K.nun 237/2. maddesi uyarınca temyiz aşamasında Özel Dairece bir karar verilmesi mümkün değildir.
Nitekim Ceza Genel Kurulunun 16.4.2013 gün ve 2012/1-1568-141 Sayılı kararı da aynı doğrultudadır.
Bu itibarla. Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle:
1-) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine,
2-) Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine. 9.12.2014 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2013/8-112
K. 2014/38
T. 4.2.2014
• İDDİANAMENİN SANIĞA TEBLİĞ EDİLMEMESİ (Yargılamayı Haricen Öğrenerek Duruşmaya Katılan Sanığa Savunması Alınmadan Önce İddianamenin Okunmadığı – Sanığın Savunma Hakkının Sınırlandığı)
• SAVUNMA HAKKININ SINIRLANMASI (İddianamenin Sanığa Tebliğ Edilmediği ve Yargılamayı Haricen Öğrenerek Duruşmaya Katıldığı – Savunması Alınmadan Önce İddianame Kendisine Okunmamış Olan Sanığın Savunma Hakkının Sınırlandığı)
• İDDİANAMENİN KABULÜ KARARININ OKUNMAMASI (Tek Başına Bozma Nedeni Yapılamayacağı – İddianame Okunmadan Sorgusunun Yapılarak 5271 S.K. Md.191/3-b’ye Aykırı Davranılmasına İlişkin Başka Bozma Nedeni Bulunduğundan Okunmamaya İlişkin Aykırılığın Bozmaya Eklenmesi Yerinde Olduğu)
• İDDİANAME OKUNMADAN SANIĞIN SORGUSUNUN YAPILMASI (Savunma Hakkının Kısıtlandığı/5271 S.K. Md.191/3-b’ye Aykırı Davranıldığı – İddianamenin Kabulü Kararının Okunmamasına İlişkin Aykırılığın Bozmaya Eklenmesi Yerinde Olduğu) 5271/m.174, 175, 191
Cumhuriyet Başsavcılıkları İle Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Kalem Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik/m.46, 47
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi/m.6
ÖZET : İddianamenin sanığa tebliğ edilmediği ve yargılamayı haricen öğrenerek duruşmaya katılan sanığa savunması alınmadan önce iddianamenin okunmadığı anlaşıldığından, iddianameden haberdar olmayan ve savunması alınmadan önce de iddianame kendisine okunmamış olan sanığın savunma hakkının sınırlandığı kabul edilmelidir. Yerel mahkemece ilk oturumda iddianamenin kabulü kararının okunmaması 5271 sayılı CMK’nun 191/1. maddesine aykırı olmakla birlikte bu husus tek başına bozma nedeni yapılamayacaktır. Ancak iddianame okunmadan sanığın sorgusunun yapılması suretiyle CMK’nun 191/3-b maddesine aykırı davranılmasına ilişkin başka bir bozma nedeni bulunduğundan, iddianamenin kabulü kararının okunmamasına ilişkin aykırılığın da bozmaya eklenmesi yerinde bir uygulamadır.
DAVA : Sanık Z. A.’ın katılan R. B.’e yönelik kasten yaralama suçundan 5237 sayılı TCK’nun 86/2, 86/3-e ve 29. maddeleri gereğince 3 ay hapis, katılan G. Ü.’e yönelik kasten yaralama suçundan aynı kanunun 86/2, 86/3-e ve 29. maddeleri gereğince 4 ay 15 gün hapis, 6136 sayılı Kanuna aykırılık suçundan ise aynı kanunun 15/1. maddesi gereğince 6 ay hapis ve 450 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ve 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesi uyarınca hak yoksunluğuna ilişkin, Manisa 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 25.02.2008 gün ve 356-83 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 05/03/2012 gün ve 2010/5558-6783 sayı ile;
“… Sanık Z. A.’ın hazır bulunduğu duruşmada iddianamenin kabulü kararı okunmadan duruşmaya başlanması ve iddianame okunmadan sanığın sorgusunun yapılması suretiyle CMK’nun191/3-b maddesine aykırılık yapılması…”,
İsabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise … gün ve 158563 sayı ile;
“… Mahkeme başkanı veya hâkim, duruşmanın başladığını, iddianamenin kabulü kararını okuyarak açıklar. Çağrılıp gelen tanıklar duruşma salonundan dışarı çıkarılır, sırasıyla; sanığın açık kimliği saptanır, kişisel ve ekonomik durumu hakkında kendisinden bilgi alınır, iddianame veya iddianame yerine geçen belge okunur. Sanığa, yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının yasal hakkı olduğu ve 5271 sayılı CMK’nun 147. maddesinde belirtilen diğer hakları bildirilir. Sanık açıklamada bulunmaya hazır olduğunu bildirdiğinde, usulüne göre sorgusu yapılır. İddianamenin kabulü kararı ile kovuşturma evresinin başlaması kararın yasal bir sonucu olup iddianamenin kabulü kararının okunmasına bağlı değildir. Bu anlamda iddianamenin kabulü kararının okunması açıklayıcı, bildirici mahiyettedir. Diğer bir ifade ile malumun ilanından ibarettir. Esasında bazı hallerde mahkeme başkanı veya hakimince okunacak bir karar da bulunmayabilir, zira iddianame ve soruşturma evrakının verildiği tarihten itibaren en geç on beş gün içinde iade edilmeyen iddianame kabul edilmiş sayılır. Bu halde kovuşturma aşaması öngörülen süre sonunda başlar ve doğrudan duruşma hazırlıklarına geçilebilir. Yukarıda belirttiğimiz üzere mahkemenin iddianamenin kabulü kararına karşı tarafların başvurabilecekleri bir olağan ve olağanüstü herhangi bir yasa yolu bulunmamaktadır. Bu itibarla iddianamenin kabulü kararının taraflara tebliği gerekmez ve duruşmada okunması bir tebliğ işlemi de değildir. İddianamenin kabulü kararının okunması 5271 sayılı CMK’nun 191. madde hükmü gereğidir, buna uyulmamasının kanuna aykırılık teşkil edeceği hususunda bir kuşku bulunmamaktadır. Ancak her kanuna aykırılık mutlak bir bozma nedeni değildir. Mutlak bozma sebebi olan kanuna aykırılık halleri 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMK’nun 308. maddesinde sayılmıştır. Bunun dışındaki hallerde kanuna aykırılığın bozma sebebi sayılabilmesi için aykırılığın son karara (hükme) tesiri olması gerekir. 1412 sayılı CMK’nun 306. maddesindeki ‘hükme esas alınan’, 309. maddesindeki ‘hüküm için mühim noktalarda’ ve 320. maddesindeki ‘hükme tesiri olacak derecede kanuna muhalefet’ ibarelerinin ve kanun (koyucu) abesle iştigal etmez evrensel hukuk kaidesinin gereği budur. Gerçekten de bozma mahkemece farklı bir karar verilebilecekse bir anlam ifade eder. Bozmanın sonunda başka bir karar verilemeyecekse bozmanın da bir anlamı yoktur. Bütün bu açıklamalar ışığında mahkeme başkanı veya hakimince iddianamenin kabulü kararının okunmaması, okuma işleminin açıklayıcı ve bildirici mahiyette bir işlem olması ve son karara bir tesirinin bulunmaması karşısında sanığın hazır bulunduğu duruşmada iddianamenin kabulü kararının bozma nedeni yapılamayacağı anlaşılmaktadır.
Bir diğer sorun ise sanığa iddianame okunmadan sorgusunun yapılmasının bozma nedeni olup olamayacağı noktasındadır. Sanığın sorgusu yapılırken ve hakları hatırlatılırken, CMK’nun 147. maddesi gereği yüklenen suçun anlatıldığı anlaşılmaktadır. Sanığın savunması da incelendiğinde suçlamanın iddianame içeriğine uygun bir biçimde anlatıldığı açıkça anlaşılmaktadır. Öte yandan sorgu sonlandırıldıktan sonra aynı duruşmada yakınan A. Y.’nın beyanları alınırken iddianame okunmuş, bundan sonra sanığa söz hakkı da verilmiştir. CMK’nun 191. maddesinde yazılı usul duruşmanın sağlıklı biçimde yapılmasını, savunmanın iddiaya uygun şekilde alınmasını temin amacıyla tesis edilmiştir. Burada yazılı usulün şekli olarak yorumlanmaması, işlemin belirtilen amaca uygun gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi gerekir. Somut davada işlem yasanın belirlediği amaca uygun biçimde gerçekleşmiştir. O halde bu nedene dayalı olarak hükmün bozulması yasaya uygun değildir…”,
Görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve hükmün esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesince … gün ve 27198-38456 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : İnceleme, sanık Z. A. hakkında kurulan hükümlerle sınırlı olarak yapılmıştır.
Sanığın kasten yaralama ve 6136 sayılı Kanuna aykırılık suçlarından cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar; iddianame okunmadan sanığın sorgusunun yapılması suretiyle 5271 sayılı CMK’nun 191/3-b maddesine aykırı davranılması ve ilk oturumda iddianamenin kabulü kararının okunmamasına ilişkin hukuka aykırılıkların bozma nedeni yapılmasının gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık hakkında silahla kasten yaralama ve 6136 sayılı Kanuna aykırılık suçlarından 27.07.2007 tarihli iddianame ile kamu davası açıldığı, yerel mahkemece 31.07.2007 günü iddianamenin kabulüne karar verildiği, sanığın soruşturma aşamasında bildirdiği adresine çıkarılan ve iddianame ile 05.11.2007 günlü duruşma tarihini içeren tebligatın adresten ayrıldığı ve yeni adresi bilinmediğinden bahisle iade edilmesi nedeniyle, iddianamenin sanığa tebliğ edilemediği,
Yerel mahkemece ilk oturumda gelenlerin tespiti ve tanık yoklaması yapıldıktan sonra iddianamenin kabulü kararı okunmadan duruşmaya başlandığı, duruşma gününü haricen öğrenerek gelen sanığın kimlik tespitinin yapıldığı, CMK’nun 191. maddesi gereğince yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu ve CMK’nun 147. maddesinde yazılı yasal haklarının anlatıldığı ancak iddianame okunmadan ve yüklenen suç anlatılmadan sanığın savunmasının tespit edildiği,
Aynı oturumda müşteki A.Y’ya iddianamenin okunduğu, adı geçenin ifadesinin tespit edilmesinin ardından tanık S.K’nin dinlendiği, sözkonusu tanığın anlatımından sonra sanıktan beyana karşı diyeceklerinin sorulduğu,
Anlaşılmaktadır.
5271 sayılı CMK’nun 191/3-b maddesine aykırı olarak iddianame okunmadan sanığın sorgusunun yapılması suretiyle 5271 sayılı CMK’nun 191/3-b maddesine aykırı davranılmasının bozma nedeni yapılmasının gerekip gerekmediğinin öncelikle değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
5271 sayılı CMK’nun 176/1. maddesinde iddianamenin çağrı kağıdı ile birlikte sanığa tebliğ edileceği hükme bağlanmış, aynı maddenin son fıkrasında da iddianamenin tebliği ile duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunması gerektiği belirtilmiştir.
CMK’nun “İfade ve sorgunun tarzı” başlıklı 147. maddesinin 1. fıkrasında; “Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:
a) Şüpheli veya sanığın kimliği saptanır. Şüpheli veya sanık, kimliğine ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmakla yükümlüdür.
b) Kendisine yüklenen suç anlatılır” denilmek suretiyle, sorguya çekilmeden önce sanığa yüklenen suçun anlatılması gerektiği vurgulanmıştır.
Aynı kanunun “Duruşmanın başlaması” başlıklı 191. maddesinin 3. fıkrasında ise;
“Duruşmada, sırasıyla;
a) Sanığın açık kimliği saptanır, kişisel ve ekonomik durumu hakkında kendisinden bilgi alınır,
b) İddianame veya iddianame yerine geçen belge okunur,
c) Sanığa, yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğu ve 147 nci maddede belirtilen diğer hakları bildirilir,
d) Sanık açıklamada bulunmaya hazır olduğunu bildirdiğinde, usulüne göre sorgusu yapılır” düzenlemelerine yer verilerek, sanığın sorgusu yapılmadan önce iddianamenin veya iddianame yerine geçen belgenin okunması gerektiği belirtilmiştir.
AİHS’nin 6/1. maddesinin 1. cümlesinde; “Herkes, gerek medeni hak veya yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir…”
Aynı maddenin 3. fıkrasında ise; “Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir:
a) Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek…” hükümleri yer almaktadır.
Adil yargılama; yalnızca davanın erken sonuçlandırılması olmayıp, sanık ile katılana tüm haklarını tamamen kullanma imkanı sağlanarak yargılamanın en az giderle ve en kısa zamanda sonuçlandırılması olduğundan, modern hukuk sistemlerinde sözlülük, doğrudanlık ve yüz yüzelik ilkeleri kabul edilmiştir.
Kanun koyucu da, CMK’nun 176. maddesinde iddianamenin çağrı kağıdı ile birlikte sanığa tebliğini ve savunması hazırlanmasına imkan sağlanmak üzere tebliğ ile duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunmasını öngörmüş, ayrıca 191. madde ile sanığın üzerine atılı suçu ayrıntılarıyla öğrenmesi ve savunma hakkını en iyi şekilde kullanması için iddianamenin okunması zorunluluğunu getirmiştir. Sözkonusu düzenlemeler savunma ve yapılan isnadı öğrenme hakkı kapsamında olup, sanığın hakkındaki suçlamalardan haberdar olması ve daha etkili savunma yapması amaçlanmaktadır.
Nitekim Ceza Genel Kurulunun 04.06.2013 gün ve 1401-277 sayılı kararında da benzer hususlara işaret edilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
27.07.2007 tarihinde düzenlenen iddianamenin sanığa tebliğ edilmediği ve yargılamayı haricen öğrenerek duruşmaya katılan sanığa savunması alınmadan önce iddianamenin okunmadığı anlaşıldığından, iddianameden haberdar olmayan ve savunması alınmadan önce de iddianame kendisine okunmamış olan sanığın savunma hakkının sınırlandığı kabul edilmelidir.
Bu nedenle, yerel mahkeme hükmünün iddianame okunmadan sanığın sorgusunun yapılması suretiyle CMK’nun 191/3-b maddesine aykırı davranılması isabetsizliğinden bozulmasına ilişkin Özel Daire kararı yerindedir.
İlk oturumda iddianamenin kabulü kararının okunmamasına ilişkin hukuka aykırılığın bozma nedeni yapılmasının gerekip gerekmediğine gelince;
5271 sayılı CMK’nun 2. maddesine göre ceza muhakemesinde iddianamenin kabulü ile soruşturma evresi sona ermekte, kovuşturma evresi ise iddianamenin kabulünden başlayıp son kararın yani hükmün kesinleşmesine kadar devam etmektedir.
Cumhuriyet Başsavcılıkları İle Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Kalem Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin 46 ve 47. maddelerine göre, Cumhuriyet Başsavcılığı adına hazırlanan iddianame görevli ve yetkili mahkemeye teslim edilecek ve mahkemesince “iddianamenin değerlendirilmesi defteri”ne kaydı yapılacaktır. Bu defter, iddianame ve soruşturma evrakının mahkemeye fiilen verildiği tarihten başlayarak, kabulüne veya iadesine karar verildiği ana kadar bekletildiği defter olup mahkemesince verilen kabul veya iade kararları ilgili sütunlar işlenerek bu deftere kaydedilecektir. İddianamenin değerlendirilmesi ve iadesi süreci, iddianamenin anılan deftere kaydedilmek üzere mahkeme hâkimi tarafından yapılan havale tarihinden itibaren başlar ve buradan takip edilecektir.
İddianamenin kabulünün ceza muhakemesi sürecine etkisi 5271 sayılı CMK’nun 175. maddesinde yer alan; “İddianamenin kabulüyle, kamu davası açılmış olur ve kovuşturma evresi başlar.
Mahkeme, iddianamenin kabulünden sonra duruşma gününü belirler ve duruşmada hazır bulunması gereken kişileri çağırır” şeklindeki düzenleme ile hüküm altına alınmıştır.
Anılan maddeye göre, iddianamenin kabulü ile kovuşturma evresine geçilmiş ve kamu davası açılmış olacaktır.
CMK’nun “İddianamenin iadesi” başlıklı 174. maddesinin ilk iki fıkrasında iddianamenin iadesi şartları belirtildikten sonra 3. fıkrasında; “En geç birinci fıkrada belirtilen süre sonunda iade edilmeyen iddianame kabul edilmiş sayılır” düzenlemesine yer verilmiştir. Buna göre, süresi içinde iade edilmeyen iddianame kabul kararı verilmemiş olsa dahi kabul edilmiş sayılacaktır. Uygulamada bir kısım ilk derece mahkemelerince iddianamenin kabulüne ilişkin ayrı bir karar verildiği, bir kısım mahkemelerce tensip tutanağının ilk bendi ile iddianamenin kabul edildiğinin belirtildiği, kimi mahkemelerce de süresi içinde iade edilmeyen iddianame kabul edilmiş sayıldığı için bu konuda herhangi bir karar verilmeksizin kovuşturma aşamasına geçildiği görülmektedir. CMK’nun 174. maddesinin 3. fıkrasına göre, iddianamenin süresinde iade edilmediği ve ayrıca iddianamenin kabulüne karar verilmediği hallerde iddianame kabul edilmiş sayılacak ve kovuşturma aşaması başlayacağından sözkonusu uygulama farklılıklarının sonuca etkili olmadığı açıktır.
Nitekim Ceza Genel Kurulunun 17.05.2011 gün ve 85-94 sayılı kararında da, iddianamenin kabulü kararı verilmeksizin esasa kaydedilerek duruşmaya hazırlık tutanağı düzenlenen durumda, 5271 sayılı CMK’nun 174/3. maddesi uyarınca esasa kayıt edilerek tensip tutanağının düzenlendiği tarihin iddianamenin kabulü tarihi olarak kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
5271 sayılı CMK’nun 191. maddesinin ilk fıkrasında ise; “Mahkeme başkanı veya hâkim, duruşmanın başladığını, iddianamenin kabulü kararını okuyarak açıklar” hükmü yer almaktadır. Buna göre duruşma, mahkeme başkanı veya hakimin iddianamenin kabulü kararını okuyarak duruşmanın açıldığını bildirmesiyle başlamaktadır.
Ceza Genel Kurulunun 15.05.2012 gün ve 361-201 sayılı kararında da belirtildiği üzere, iddianamenin kabulü, kovuşturma evresine geçilmesi ve kamu davasının açılması bakımından önemli ve gerekli iken; iddianamenin kabulüne ilişkin kararın duruşmada okunması ise yalnızca açıklayıcı mahiyettedir. Diğer bir anlatımla, iddianamenin kabulü kararı okunmadan duruşmaya başlanarak yargılamaya devam edilmesi halinde, CMK’nun 191/1. maddesinde yer alan usul kuralına aykırı davranılmış olmakla birlikte yapılan diğer işlemler varlıklarını ve geçerliliklerini koruyacak, bu aykırılık savunma hakkının sınırlanması sonucunu doğurmayacağı gibi hükmün esasına da etki etmeyecektir.
Diğer taraftan, 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 308. maddesinin;
“Aşağıda yazılı hallerde kanuna mutlaka muhalefet edilmiş sayılır.
1- Mahkemenin kanun dairesinde teşekkül etmemiş olması,
2- Hâkimlik vazifesine iştirakten kanunen memnu olan bir hâkimin hükme iştirak etmesi,
3- Makbul şüpheden dolayı hakkında ret talebi vaki olup da bu talep kabul olunduğu halde hâkimin hükme iştirak etmesi yahut bu talebin kanuna mugayir olarak reddolunması suretiyle hâkimin hükme iştirak ettirilmesi,
4- Mahkemenin kanuna muhalif olarak davaya bakmağa kendini vazifeli veya salahiyetli görmesi,
5- Cumhuriyet Müddeiumumîsi yahut kanunen vücudu lazım diğer şahsın gıyabında duruşma yapılması,
6- Şifahi bir duruşma neticesi olarak verilen hükümde aleni muhakeme kaidesinin ihlal edilmesi,
7- Hükmün esbabı mucibeyi ihtiva etmemesi,
8- Hüküm için mühim olan noktalarda mahkeme kararıyla müdafaa hakkının tehdit edilmiş olması” şeklindeki açık düzenlemesi karşısında, belirtilen hukuka mutlak aykırılık halleri dışındaki aykırılıkların bozma nedeni sayılabilmesi için esasa etkili olmaları gerekir. Esasa yani yerel mahkemece verilen hükme etkisi bulunmayan nispi hukuka aykırılık halleri ise bozma nedeni oluşturmayacaktır.
Bununla birlikte uygulamada, hükmün esasına etkisi olmayan muhakeme hukukuna ilişkin aykırılıkların tek başlarına bozma nedeni yapılmayıp, başkaca bozma nedeni olduğu takdirde diğer bozma nedenlerine eklenebileceği düşüncesi benimsenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Yerel mahkemece ilk oturumda iddianamenin kabulü kararının okunmaması 5271 sayılı CMK’nun 191/1. maddesine aykırı olmakla birlikte bu husus tek başına bozma nedeni yapılamayacaktır. Ancak iddianame okunmadan sanığın sorgusunun yapılması suretiyle CMK’nun 191/3-b maddesine aykırı davranılmasına ilişkin başka bir bozma nedeni bulunduğundan, iddianamenin kabulü kararının okunmamasına ilişkin aykırılığın da bozmaya eklenmesi yerinde bir uygulamadır.
Bu itibarla, Özel Daire bozma kararı isabetli olup, itirazın reddine karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 04.02.2014 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2012/9-1467
K. 2013/610
T. 17.12.2013
DAVA : Mala zarar verme suçundan sanığın 5237 Sayılı T.C.K.nun 151/1, 58/6 ve 53. maddeleri uyarınca 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hapis cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine, cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Torbalı 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 3.11.2008 gün ve 154-615 Sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 24.5.2012 gün ve 6172-6718 sayı ile;
“İddianame okunmadan sanığın sorgusu yapılmak suretiyle C.M.K.nun 147 ve 191/3-b maddesine muhalefet edilmesi” sebebiyle BOZULMASINA karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 30.7.2012 gün ve 2010/75874 sayı ile;
“C.M.K.nun 191/3. maddesinde iddianamenin duruşmada hazır olan sanığa okunması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Bu düzenlemeyle amaçlanan, sanığın hangi suçtan dolayı yargılandığı hakkında bilgi sahibi olması ve mahkeme huzurunda kendisini savunabilmesidir. İddianame kendisine tebliğ edilen sanık hangi suçlamayla karşı karşıya olduğunu öğrenmiş, C.M.K.nun 147/1-b maddesinde yüklenen suç anlatımı dahil, maddede düzenlenen tüm hakları hatırlatılan, dosyadaki önceki ifadesiyle nüfus ve sabıka kaydı okunan sanık, iddianameyle uyumlu savunma yapmıştır. Dolayısıyla duruşmada iddianamenin okunmaması savunma hakkını kısıtlamamaktadır. Yüksek Daire kararındaki savunma hakkının kısıtlandığına dair düşüncesinde isabet bulunmamaktadır” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
C.M.K.nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece 6.11.2012 gün ve 8295-12094 sayıyla itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURUL KARARI
Sanığın mala zarar verme suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; iddianame okunmadan sanığın sorgusu yapılarak hüküm kurulmasının savunma hakkının sınırlandırılması niteliğinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanığın müştekilerin kalmakta olduğu evin balkon ve camlarına çalışmakta olduğu tezgahtaki karpuzları atarak zarar vermeye çalıştığı iddiasıyla düzenlenen ve mahkemece kabul edilen iddianamenin sanığın bizzat kendisine usulüne uygun olarak tebliğ edildiği,
Sanığın davetiye tebliğine rağmen ilk oturuma katılmaması sebebiyle zorla getirilmesine karar verildiği ancak adresinde bulunamaması üzerine savunmasının alınması amacıyla yakalama emri çıkartıldığı, 2.9.2008 günü yakalanarak mahkemeye getirilen sanığın ayrıntılı kimlik tespitinden sonra, C.M.K.nun 147. maddesi uyarınca kanuni hakları hatırlatılıp sorgusu yapılarak serbest bırakıldığı, son oturuma katılan sanığın Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşüne yönelik de savunma yaptığı,
Anlaşılmaktadır.
5271 Sayılı C.M.K.nun 176. maddesinin 1. fıkrasında iddianamenin çağrı kağıdıyla birlikte sanığa tebliğ edileceği hükme bağlanmış, aynı maddenin son fıkrasında iddianamenin tebliğiyle duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunması gerektiği belirtilmiştir.
Kanunun “İfade ve sorgunun tarzı” başlıklı 147. maddesinin 1. fıkrasında da;
“Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:
a-) Şüpheli veya sanığın kimliği saptanır. Şüpheli veya sanık, kimliğine dair soruları doğru olarak cevaplandırmakla yükümlüdür.
b-) Kendisine yüklenen suç anlatılır” denilmek suretiyle sorguya çekilmeden önce sanığa yüklenilen suçun anlatılması gerektiği vurgulanmıştır.
“Duruşmanın başlaması” başlıklı 191. maddesinin 3. fıkrasında;
“Duruşmada, sırasıyla;
a-) Sanığın açık kimliği saptanır, kişisel ve ekonomik durumu hakkında kendisinden bilgi alınır,
b-) İddianame veya iddianame yerine geçen belge okunur,
c-) Sanığa, yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu ve 147. maddede belirtilen diğer hakları bildirilir,
d-) Sanık açıklamada bulunmaya hazır olduğunu bildirdiğinde, usulüne göre sorgusu yapılır” düzenlemelerine yer verilerek, sanığın sorgusu yapılmadan önce iddianamenin veya varsa iddianame yerine geçen belgenin okunması gerektiği belirtilmiştir.
Bu düzenleme, sanığın en temel haklarından olan”savunma” ve “isnadı öğrenme” hakkı kapsamında olup, savunmasının alınmasından önce iddianamenin okunmasıyla müsnet suçtan haberdar olması, dolayısıyla neyle suçlandığını bilmesi ve bu kapsamda kendisini daha etkin bir biçimde savunması amaçlanmıştır.
Öte yandan, iddianame ve yerine geçen belge okunmadan savunmasının alınmasıyla C.M.K.nun 191. maddesinin 3. fıkrasında yer alan usul kurallarına aykırı hareket edilmiş olmakla birlikte, sanığa iddianamenin tebliği ve savunması alınmadan önce de üzerine atılı suçun anlatılmasıyla suçtan haberdar olması ve savunmasını iddianamede anlatılan olay ve yöneltilen suçlamayı karşılayacak şekilde yapması halinde sadece iddianamenin okunmaması sebebiyle savunma hakkının sınırlandırıldığı ve kendisini etkili savunamadığı söylenemeyeceği gibi, buna bağlı olarak yapılan diğer işlemler de varlıklarını ve geçerliliklerini koruyacaktır.
Bu aşamada mutlak ve nispi bozma nedenleri üzerinde de durulması gerekmektedir.
1412 Sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanununun 5320 Sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 308. maddesinin;
“Aşağıda yazılı hallerde yasaya mutlaka muhalefet edilmiş sayılır.
1-) Mahkemenin kanun dairesinde teşekkül etmemiş olması,
2-) Hakimlik vazifesine iştirakten kanunen memnu olan bir hakimin hükme iştirak etmesi,
3-) Makbul şüpheden dolayı hakkında ret talebi vaki olup da bu talep kabul olunduğu halde hakimin hükme iştirak etmesi yahut bu talebin yasaya mugayir olarak reddolunması suretiyle hakimin hükme iştirak ettirilmesi,
4-) Mahkemenin yasaya muhalif olarak davaya bakmağa kendini vazifeli veya salahiyetli görmesi,
5-) Cumhuriyet Müddeiumumisi yahut kanunen vücudu lazım diğer şahsın gıyabında duruşma yapılması,
6-) Şifahi bir duruşma neticesi olarak verilen hükümde aleni muhakeme kaidesinin ihlal edilmesi,
7-) Hükmün esbabı mucibeyi ihtiva etmemesi,
😎 Hüküm için mühim olan noktalarda mahkeme kararıyla müdafaa hakkının tahdit edilmiş olması” şeklindeki açık hükmü karşısında, belirtilen hukuka mutlak aykırılık halleri dışındaki aykırılıkların bozma nedeni sayılabilmesi için esasa etkili olmaları gerekir. Esasa, yani yerel mahkemece verilen hükme doğrudan bir etkisi bulunmayan nispi hukuka aykırılık halleri ise tek başlarına bozma nedeni kabul edilemeyecektir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Özel Dairelerin istikrarlı uygulamaları da bu yöndedir.
Nitekim 20.5.1957 gün ve 5-13 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; “Bir hükmün bozulmasını istilzam eylemesi bakımından, sureti mutlakada yasaya muhalefet kafi olmayıp yasaya vuku bulan muhalefetin hükmün esasına ve neticesine tesir etmiş veya etmesi mümkün bulunmuş olması icap eylediği, duruşmada hazır bulunan hükümlüye T.C.K.nın 94. maddesinde yazılı ihtaratın yapılmamasının, esasa ve sonuca etkili olmaması bakımından hükmün bozulmasını gerektiren hallerden olmadığı”, Ceza Genel Kurulunun 29.6.2004 gün ve 124-155 Sayılı kararında; “Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 307. maddesine göre temyiz, ancak hükmün yasaya aykırı olması sebebine dayanır. Yasaya aykırılık ise bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanmasıdır. Anılan Kanunun 308. maddesinde sekiz bent halinde, tamamı usule dair olan ve yasaya mutlak aykırılık oluşturduğu varsayılan haller sıralanmıştır. Bozma gerektirip gerektirmeyeceği hususunda Yargıtay’a araştırma yetkisi tanınmamış olan bu hallerin varlığının saptanması durumunda hükmün Yargıtay’ca bozulması gerekmektedir. Bu madde dışındaki muhakeme normlarına aykırılık bakımından aykırılığın son karara etkisi olup olmadığının araştırılması gerekir. Hukuka aykırılığın son karara etki etmediği, kaldırılmasının da etkide bulunmayacağı muhakkak ise bu aykırılıkların bozma sebebi sayılması çoğu kez yargılamanın uzamasından başka bir işe yaramayacaktır. C.M.U.K.nın 320. maddesinde düzenlenen ve Yargıtay’ın temyiz dilekçesinde ileri sürülmeyen husus ve vakıalarla ilgili incelemesini hükme etkili olabilecek derecedeki hukuka aykırılıklarla sınırlayan ilke bu hususa işaret etmektedir. Her ne kadar yazılılık ilkesi gereğince hazırlık soruşturmasında yapılan işlemlerin tutanağa geçirilerek düzenleyen ve hazır olan ilgililer tarafından imzalanması gerekli ise de, içerikleri sanığın Cumhuriyet savcısı ve sulh hakimliği ifadelerindeki benzer anlatımlarıyla teyit edilen kollukça düzenlenmiş tutanaklara yönelik bir sahtelik iddiasında bulunulmadığı, üstelik tutanakların sonuncu sayfalarının düzenleyenler ve sanık tarafından imzalandığı, tutanakların içeriğini doğrulayan başka kanıtlar bulunduğu dikkate alındığında, içeriğindeki hususları kanıtlayabilme özelliklerinde noksanlık meydana gelmediği saptanan tutanakların bir kısım sayfalarının imzalanmamış olması sonuca etkili olmadığından açıklanan ilkeler ışığında bu husus bozma nedeni sayılmamalıdır”, 28.2.2012 gün ve 294-64 Sayılı kararında; “Hazır bulunduğu duruşmada şikayetçi ve vekilinin davaya katılma istemi üzerine sanık ve müdafiinin görüşü alınmadan katılma isteminin kabulüne karar verilmesi hukuka aykırılık oluşturmakta ise de, sanık ve müdafiinin katılma kararından haberdar olmaları, katılma kararı verildikten sonra yapılan duruşmada hazır bulunmalarına rağmen katılma kararı konusunda herhangi bir itirazda bulunmamaları, hükmü temyiz eden sanık müdafiinin temyiz dilekçesinde bu konuya dair bir itirazının bulunmaması karşısında, nispi nitelikteki bu hukuka aykırılığın esasa etkili olduğundan veya sanığın savunma hakkının kısıtlanmasından söz edilemeyecektir”, 19.2.2013 gün ve 1464-61 Sayılı kararında ise; “Sanığın sorgusuna geçilmeden önce hakkında düzenlenen iddianamede yer alan suçlama ve hangi kanun maddesinin uygulanmasının talep edildiği konusunda yeterince bilgilendirilmiş olması karşısında, bu usul hükmüne uyulmaması hükmün esasına tesir eder nitelikte aykırılık olmayıp mutlak bozma nedenleri arasında sayılmadığından bozma nedeni yapılmamalıdır” sonucuna ulaşılmıştır.
Öğretide de; “Haksız kararın kaldırılması demek olan bozmanın işe yaraması, yani sonunda başka ve haklı bir karar verilmesi lazımdır. Eğer önceki hükümden başka bir karar verilemeyecekse bozmanın manası yoktur. Onun için aykırılığın karara tesirini araştırmak gerekir. Son karar doğru ve haklı bulunduğunda, ona tesir etmediği kabul olunan aykırılıklar bozma nedeni sayılmamalıdır” (N. Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. Bası, s. 529), “Maddi hukuka aykırılıklar daima bozma nedeni olurken, muhakeme hukukuna dair aykırılıklar kural olarak her zaman bozma nedeni sayılmazlar. Muhakeme hukukuna aykırılık verilmiş kararı etkilememişse hukuka aykırı olsalar bile bozma nedeni sayılmazlar. İstisnası C.M.U.K.nun 308. maddesindeki mutlak bozma nedenleridir. Verilecek kararı etkilememiş olan muhakeme hukukuna aykırılıklar için son kararın BOZULMASINA gerek yoktur” (Öztekin Tosun, Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri Muhakemenin Yürüyüşü, İstanbul 1973, s. 200), “C.M.U.K.nun 308. maddesinde sayılanlar dışındaki muhakeme hukukuna aykırılık mutlak olmayan temyiz sebepleri olarak ifade edilir. Mutlak temyiz nedenleri bulunduğunda hüküm bozulacaktır. Mutlak olmayan temyiz nedenlerinin varlığı halinde ise hükmün bozulabilmesi için söz konusu temyiz sebebinin hükmü etkilemiş olup olmadığına bakılır” (Bahri Öztürk, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 3. Bası, s. 611), “Temyiz sebebiyle bozma sebebi birbirlerinden farklı kavramlardır. Hükme tesiri bulunmayan aykırılıklar bozma sebebi teşkil etmezler” (Feridun Yenisey, Duruşma ve Kanun Yolları, 2. Bası, s. 184), “Son kararda var olan hukuka aykırılık, mahkemenin son kararını etkilemiş, hukuki ihlal kararın temellerini oluşturan hukuk normlarının aykırılığından doğmuş ise, bunun temyiz nedeni olarak kabul edilmesi ve kararın bozulması gerekir. Aksine son kararda bir hukuku zedeleme olmasına karşılık, bu aykırılık kararı etkilememiş, mahkemenin son kararı bu ihlal olmadığı takdirde değişmeyecek halde olursa bir temyiz nedeninden söz edilemez. Nispi temyiz nedenlerinden söz edildiğinde, yargılama hukuku ihlalinin son karara nispeti, yani etkisi araştırılmalıdır” (Erdener Yurtcan, Ceza Yargılaması Hukuku, 4. Bası, s. 443), “Hükmün usulden bozulması için kanunun ihlal edilmiş olması kafi değildir. Hükmün, kanunun ihlaline de istinat etmiş olması lazımdır. Yani kanun ihlal edilmiş olduğu içindir ki, hüküm bu suretle verilmiştir. Eğer kanun ihlal edilmemiş olsaydı, hüküm verildiği gibi verilmeyecek idi. Diğer bir tabirle, hükmün bozulması için, hükümle kanunun ihlali arasında bir rabıtanın mevcut olması icap eder” (Baha Kantar, Ceza Muhakemesi Usulü, 4. Bası, s. 365), “Hükmün sonucunun başka türlü olabileceği, yani hükmün değişebileceği kabul edilmeyen durumlarda usule aykırılık bozma nedeni sayılmamaktadır. Kendisine aykırı davranılan kural, ister mahkeme tarafından kendiliğinden göz önünde tutulması gereken, ister iddia yahut itiraz üzerine uygulanması gereken bir kural olsun, hükmün sonucunu değiştirecek nitelikte bulunmadıkça bozma sebebi değildir” (Recai Seçkin, Yargıtay Tarihçesi ve İşleyişi, s. 82), “Her hukuka aykırılık; temyiz, dolayısıyla bozma nedeni sayılmaz. Sadece hükme esas teşkil eden hukuka aykırılıklar temyiz nedeni olarak ileri sürülebilir. Başka bir değişle bir hukuka aykırılığın temyiz nedeni sayılabilmesi için hukuka aykırılıkla hüküm arasında sebep sonuç ilişkisi bulunması gerekir. Bu tür hukuka aykırılıklar, bir muhakemede hükmü etkilerken, başka bir muhakemede hükmü etkilemeyebilir. Bu sebeple her somut olayda hukuka aykırılıkların hükmü etkileme ihtimali ayrıca araştırılmalıdır. Şu halde, mutlak temyiz nedenleri dışında kalan ve son karara etkisi olmayan hukuka aykırılıklar temyiz nedeni sayılamazlar” (Centel-Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 10. Bası, s. 751), “Bir hukuka aykırılık halinde hükmün bozulabilmesi için, bu hukuka aykırılığın hükmü etkileyip etkilemediği araştırılır. Hükmü etkilememiş hukuka aykırılıklar dolayısıyla hüküm bozulmaz” (Ünver-Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Bası, 2.cilt s. 361), “Şayet bir hukuka aykırılık hali sanığın lehine bir şekilde hükme etki ediyor veya lehte ya da aleyhte herhangi bir etkide bulunmuyorsa, bu halde ortada bir temyiz sebebinin olduğundan bahsedilemez” (Özbek-Kanbur-Doğan-Bacaksız-Tepe, Ceza Muhakemesi Hukuku, 2. Bası, s. 719) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün esasına etkisi bulunmayan ve hukuka kesin aykırılık hallerinden sayılmayan aykırılıkların bozma nedeni yapılmaması gerektiği düşüncesi benimsenmiştir.
Hükmün esasına etkisi bulunmayan yargılama hukukuna dair aykırılıkların temyiz incelemesi aşamasında dosyanın esasına girilmeden önce tek başına bozma nedeni yapılması Anayasanın 141. maddesinin 4. fıkrasındaki; “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir” şeklindeki hükme ve usul ekonomisine aykırı olacak, yargılamanın uzamasına, yeni yargılama giderlerine yol açacak, aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin; “Herkes gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerekse cezai alanda kendisine karşı serdedilen bir isnadın esası hakkında karar verecek olan kanuni, müstakil ve tarafsız bir mahkemece davasının makul süre içerisinde hakkaniyete uygun ve aleni surette dinlenmesini istemek hakkını haizdir” şeklindeki düzenlemesinin ihlali anlamına gelecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
İddianamenin yasaya ve usulüne uygun olarak sanığa tebliğ edilmesi, duruşmada da kanuni haklarının hatırlatılması, sanığın aşamalarda iddianamede anlatılan olay ve yöneltilen suç doğrultusunda savunma yapması, isnat edilen suçu kabul etmesi ve ne kovuşturma, ne de temyiz aşamasında suçlamayla ilgili olarak yeterince bilgilendirilmediği için etkili savunma yapamadığı yönünde bir iddiasının olmaması karşısında, savunma hakkının sınırlandığından söz edilemeyecektir.
Sanığın savunmasının alındığı oturumda kendisine iddianame okunmaması suretiyle C.M.K.nun 191/3. maddesine aykırı davranılmış ise de, sanığın sorgusuna geçilmeden önce 147. maddedeki tüm kanuni hakları konusunda bilgilendirilmiş olması ve tüm yargılama boyunca sanığın kendisini yeterince savunma imkanının sağlanması karşısında, sözkonusu usulhükmüne uyulmaması, hükmün esasına tesir eder nitelikte bir aykırılık olmayıp, mutlak bozma nedenleri arasında da sayılmadığından bozma nedeni yapılmamalıdır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, hükmün esastan incelenebilmesi için dosyanın Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi S. Bakıcı; “1- Adil yargılama, davanın sadece erken sonuçlandırılması olmayıp sanık ve katılanın tüm haklarını tamamen ve en iyi şekilde kullandıkları, yargılamaya esas olan ilkelere uyulan ve en az giderle en çabuk bitirilen yargılamadır. Davanın uzadığından bahisle savunma hakkı kısıtlanamaz, engellenemez.
Yasa koyucu, C.M.K.nun 176/1, 4. maddesinde iddianamenin çağrı kağıdıyla birlikte sanığa tebliğinin ve savunmasını hazırlamak üzere tebliğle sorgusu arasında bir haftalık sürenin geçmesini aramıştır. Bu hükümle yetinmemiş, 15 madde sonra iddianamenin duruşmada okunması gerektiğini kabul etmiştir.
Yasa koyucunun yeterli görmediği iddianamenin tebliğiyle yetinilmesi, Kanunun amacına aykırı olup savunma hakkını kısıtlamaktadır.
2-) İddianame, dava açan belge olup C.M.K.nun 170. maddesindeki unsurları taşıması gerekir. Bu unsurları taşımayan iddianameler kabul edilerek yargılamaya başlandığında; okunmayan, anlatılmayan bu eksiklikleri sanık bilmemekte, kendini savunamamaktadır. Tebliğ edilen iddianame 170. maddedeki unsurları taşımadığında sanığın yüklenen suçu öğrendiği kabul olunamaz. Çoğu zaman iddianamelerde deliller gösterilmemekte, olaylar mevcut delillerle ilişkilendirilmemekte, sanık lehine olan hususlar belirtilmemektedir. Yüklenen suça dair delillerin ne olduğunu, delillerin olaylarla ne şekilde bağlantısı bulunduğunu, lehine ve aleyhine olan hususların nelerden ibaret olduğunu, 170/6. madde uyarınca ceza ve güvenlik tedbirlerinden hangisine hükmedilmesinin istendiğini bilmeyen sanığın, savunmasını yaptığı söylenemez.
3-) C.M.K.nun 193/3-c maddesine göre, iddianamenin okunup yüklenen suçun, uygulanması istenen maddelerin açıklanmasından sonra ”yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu ve 147. maddedeki hakları” açıklanacaktır. İddianame veya iddianame yerine geçen belge okunup suçu anlatılmadan, haklarından bahsedilmesi, amaca hizmet etmeyen, usulen yapılan soyut bir bildirim olacaktır.
4-) İddianame veya yerine geçen belge okunmadan, suçu anlatılmadan C.M.K.nun 191/3-d maddesi uyarınca açıklamaya hazır olduğunu bildiren sanığın bu beyanı, bir şekilden ibaret olup amaca hizmet etmemektedir.
5-) C.M.K.nun 191/3-b maddesinde “okunur, alınır, bildirilir, yapılır” ibareleri kullanılmış olup bu hükümler emredici niteliktedir. Vazgeçilemez, iddianamenin okunmasının faydası olmadığı ileri sürülemez, iddianame tebliğ edilmekle bu hususa ihtiyaç kalmadığı söylenemez.
6-) Yargılamada sözlülük ilkesi dünya ülkelerince kabul edilmiştir. Bu ilke gereğince dosyadaki belgeler sanığa okunacak, tartışılacak ve C.M.K.nun 217. maddesi gözetilerek karar verilecektir. Dava açan belge olan iddianame veya yerine geçen belgenin de okunması, anlayabileceği cümlelerle sanığa suçunun anlatılması gerekir. Suçun, delillerin açıklanması adil yargılamanın ve sözlülük ilkesinin gereğidir.
Duruşmada iddianame okunmayacaksa, sanığın duruşmaya gelmesine gerek yoktur. Mahkemeye bir mektup yazarak savunmasını yapabilir. İddianamenin tebliği yetiyorsa, mektupla cevap verilmesi de yeterli olacaktır. Sanığın duruşmaya gelmesine gerek yoktur.
Halbuki yüze karşılık, sözlülük ilkeleri gereğince sanıkların duruşmaya gelmeleri, iddianın anlatılıp sorgusunun yapılması gerekir.
İddianame yerine geçen belge duruşmada okunmadan yargılamaya geçilemez. Aksi halde savunma hakkı kısıtlanacağı, C.M.K.nun emredici olan 191/3-b maddesine aykırı davranılacağı gibi sözlülük ilkesi de ihlal edilmiş olacaktır.
7-) “C.M.K.nun 308. maddesinde sayılan mutlak hukuka aykırılık halleri dışında kalan bozma nedenlerinin esasa etkili olması gerektiği, hükme etkisi olmayan nisbi hukuka aykırılık hallerinin bozma nedeni olamayacağına” dair görüşün olayda uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Çünkü iddianame veya yerine geçen belgenin okunmaması savunma hakkının kıstlanması olup C.M.K.nun 308/8. madde hükmünün ihlalidir.
Nisbi hukuka aykırılık, beraat eden sanığa son sözünün sorulmaması, eylemi suç teşkil etmeyen sanığa nüfus ve sabıka kaydının okunmaması gibi hallerde söz konusudur. Evrensel bir ilke olan savunma hakkının kutsallığına aykırı olarak, savunmayla ilgili emredici bir hükme uymamak, mutlak hukuka aykırılık hallerinden olup bir itirazın reddine karar verilmelidir” görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan yedi Genel Kurul Üyesi ise; “Sanığa iddianame okunmadan sorgusunun yapılarak hüküm kurulmasının, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde ve yasaya aykırı olduğu, bu sebeple itirazın reddi gerektiği” düşüncesiyle karşıoy kullanmıştır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1-) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne,
2-) Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24.5.2012 gün ve 6172-6718 Sayılı bozma kararının kaldırılmasına,
3-) Dosyanın, hükmün esasının incelenebilmesi amacıyla Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 17.12.2013 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2012/9-1467
K. 2013/610
T. 17.12.2013
DAVA : Mala zarar verme suçundan sanığın 5237 Sayılı T.C.K.nun 151/1, 58/6 ve 53. maddeleri uyarınca 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hapis cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine, cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Torbalı 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 3.11.2008 gün ve 154-615 Sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 24.5.2012 gün ve 6172-6718 sayı ile;
“İddianame okunmadan sanığın sorgusu yapılmak suretiyle C.M.K.nun 147 ve 191/3-b maddesine muhalefet edilmesi” sebebiyle BOZULMASINA karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 30.7.2012 gün ve 2010/75874 sayı ile;
“C.M.K.nun 191/3. maddesinde iddianamenin duruşmada hazır olan sanığa okunması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Bu düzenlemeyle amaçlanan, sanığın hangi suçtan dolayı yargılandığı hakkında bilgi sahibi olması ve mahkeme huzurunda kendisini savunabilmesidir. İddianame kendisine tebliğ edilen sanık hangi suçlamayla karşı karşıya olduğunu öğrenmiş, C.M.K.nun 147/1-b maddesinde yüklenen suç anlatımı dahil, maddede düzenlenen tüm hakları hatırlatılan, dosyadaki önceki ifadesiyle nüfus ve sabıka kaydı okunan sanık, iddianameyle uyumlu savunma yapmıştır. Dolayısıyla duruşmada iddianamenin okunmaması savunma hakkını kısıtlamamaktadır. Yüksek Daire kararındaki savunma hakkının kısıtlandığına dair düşüncesinde isabet bulunmamaktadır” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
C.M.K.nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece 6.11.2012 gün ve 8295-12094 sayıyla itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURUL KARARI
Sanığın mala zarar verme suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; iddianame okunmadan sanığın sorgusu yapılarak hüküm kurulmasının savunma hakkının sınırlandırılması niteliğinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanığın müştekilerin kalmakta olduğu evin balkon ve camlarına çalışmakta olduğu tezgahtaki karpuzları atarak zarar vermeye çalıştığı iddiasıyla düzenlenen ve mahkemece kabul edilen iddianamenin sanığın bizzat kendisine usulüne uygun olarak tebliğ edildiği,
Sanığın davetiye tebliğine rağmen ilk oturuma katılmaması sebebiyle zorla getirilmesine karar verildiği ancak adresinde bulunamaması üzerine savunmasının alınması amacıyla yakalama emri çıkartıldığı, 2.9.2008 günü yakalanarak mahkemeye getirilen sanığın ayrıntılı kimlik tespitinden sonra, C.M.K.nun 147. maddesi uyarınca kanuni hakları hatırlatılıp sorgusu yapılarak serbest bırakıldığı, son oturuma katılan sanığın Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşüne yönelik de savunma yaptığı,
Anlaşılmaktadır.
5271 Sayılı C.M.K.nun 176. maddesinin 1. fıkrasında iddianamenin çağrı kağıdıyla birlikte sanığa tebliğ edileceği hükme bağlanmış, aynı maddenin son fıkrasında iddianamenin tebliğiyle duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunması gerektiği belirtilmiştir.
Kanunun “İfade ve sorgunun tarzı” başlıklı 147. maddesinin 1. fıkrasında da;
“Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:
a-) Şüpheli veya sanığın kimliği saptanır. Şüpheli veya sanık, kimliğine dair soruları doğru olarak cevaplandırmakla yükümlüdür.
b-) Kendisine yüklenen suç anlatılır” denilmek suretiyle sorguya çekilmeden önce sanığa yüklenilen suçun anlatılması gerektiği vurgulanmıştır.
“Duruşmanın başlaması” başlıklı 191. maddesinin 3. fıkrasında;
“Duruşmada, sırasıyla;
a-) Sanığın açık kimliği saptanır, kişisel ve ekonomik durumu hakkında kendisinden bilgi alınır,
b-) İddianame veya iddianame yerine geçen belge okunur,
c-) Sanığa, yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu ve 147. maddede belirtilen diğer hakları bildirilir,
d-) Sanık açıklamada bulunmaya hazır olduğunu bildirdiğinde, usulüne göre sorgusu yapılır” düzenlemelerine yer verilerek, sanığın sorgusu yapılmadan önce iddianamenin veya varsa iddianame yerine geçen belgenin okunması gerektiği belirtilmiştir.
Bu düzenleme, sanığın en temel haklarından olan”savunma” ve “isnadı öğrenme” hakkı kapsamında olup, savunmasının alınmasından önce iddianamenin okunmasıyla müsnet suçtan haberdar olması, dolayısıyla neyle suçlandığını bilmesi ve bu kapsamda kendisini daha etkin bir biçimde savunması amaçlanmıştır.
Öte yandan, iddianame ve yerine geçen belge okunmadan savunmasının alınmasıyla C.M.K.nun 191. maddesinin 3. fıkrasında yer alan usul kurallarına aykırı hareket edilmiş olmakla birlikte, sanığa iddianamenin tebliği ve savunması alınmadan önce de üzerine atılı suçun anlatılmasıyla suçtan haberdar olması ve savunmasını iddianamede anlatılan olay ve yöneltilen suçlamayı karşılayacak şekilde yapması halinde sadece iddianamenin okunmaması sebebiyle savunma hakkının sınırlandırıldığı ve kendisini etkili savunamadığı söylenemeyeceği gibi, buna bağlı olarak yapılan diğer işlemler de varlıklarını ve geçerliliklerini koruyacaktır.
Bu aşamada mutlak ve nispi bozma nedenleri üzerinde de durulması gerekmektedir.
1412 Sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanununun 5320 Sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 308. maddesinin;
“Aşağıda yazılı hallerde yasaya mutlaka muhalefet edilmiş sayılır.
1-) Mahkemenin kanun dairesinde teşekkül etmemiş olması,
2-) Hakimlik vazifesine iştirakten kanunen memnu olan bir hakimin hükme iştirak etmesi,
3-) Makbul şüpheden dolayı hakkında ret talebi vaki olup da bu talep kabul olunduğu halde hakimin hükme iştirak etmesi yahut bu talebin yasaya mugayir olarak reddolunması suretiyle hakimin hükme iştirak ettirilmesi,
4-) Mahkemenin yasaya muhalif olarak davaya bakmağa kendini vazifeli veya salahiyetli görmesi,
5-) Cumhuriyet Müddeiumumisi yahut kanunen vücudu lazım diğer şahsın gıyabında duruşma yapılması,
6-) Şifahi bir duruşma neticesi olarak verilen hükümde aleni muhakeme kaidesinin ihlal edilmesi,
7-) Hükmün esbabı mucibeyi ihtiva etmemesi,
😎 Hüküm için mühim olan noktalarda mahkeme kararıyla müdafaa hakkının tahdit edilmiş olması” şeklindeki açık hükmü karşısında, belirtilen hukuka mutlak aykırılık halleri dışındaki aykırılıkların bozma nedeni sayılabilmesi için esasa etkili olmaları gerekir. Esasa, yani yerel mahkemece verilen hükme doğrudan bir etkisi bulunmayan nispi hukuka aykırılık halleri ise tek başlarına bozma nedeni kabul edilemeyecektir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Özel Dairelerin istikrarlı uygulamaları da bu yöndedir.
Nitekim 20.5.1957 gün ve 5-13 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; “Bir hükmün bozulmasını istilzam eylemesi bakımından, sureti mutlakada yasaya muhalefet kafi olmayıp yasaya vuku bulan muhalefetin hükmün esasına ve neticesine tesir etmiş veya etmesi mümkün bulunmuş olması icap eylediği, duruşmada hazır bulunan hükümlüye T.C.K.nın 94. maddesinde yazılı ihtaratın yapılmamasının, esasa ve sonuca etkili olmaması bakımından hükmün bozulmasını gerektiren hallerden olmadığı”, Ceza Genel Kurulunun 29.6.2004 gün ve 124-155 Sayılı kararında; “Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 307. maddesine göre temyiz, ancak hükmün yasaya aykırı olması sebebine dayanır. Yasaya aykırılık ise bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanmasıdır. Anılan Kanunun 308. maddesinde sekiz bent halinde, tamamı usule dair olan ve yasaya mutlak aykırılık oluşturduğu varsayılan haller sıralanmıştır. Bozma gerektirip gerektirmeyeceği hususunda Yargıtay’a araştırma yetkisi tanınmamış olan bu hallerin varlığının saptanması durumunda hükmün Yargıtay’ca bozulması gerekmektedir. Bu madde dışındaki muhakeme normlarına aykırılık bakımından aykırılığın son karara etkisi olup olmadığının araştırılması gerekir. Hukuka aykırılığın son karara etki etmediği, kaldırılmasının da etkide bulunmayacağı muhakkak ise bu aykırılıkların bozma sebebi sayılması çoğu kez yargılamanın uzamasından başka bir işe yaramayacaktır. C.M.U.K.nın 320. maddesinde düzenlenen ve Yargıtay’ın temyiz dilekçesinde ileri sürülmeyen husus ve vakıalarla ilgili incelemesini hükme etkili olabilecek derecedeki hukuka aykırılıklarla sınırlayan ilke bu hususa işaret etmektedir. Her ne kadar yazılılık ilkesi gereğince hazırlık soruşturmasında yapılan işlemlerin tutanağa geçirilerek düzenleyen ve hazır olan ilgililer tarafından imzalanması gerekli ise de, içerikleri sanığın Cumhuriyet savcısı ve sulh hakimliği ifadelerindeki benzer anlatımlarıyla teyit edilen kollukça düzenlenmiş tutanaklara yönelik bir sahtelik iddiasında bulunulmadığı, üstelik tutanakların sonuncu sayfalarının düzenleyenler ve sanık tarafından imzalandığı, tutanakların içeriğini doğrulayan başka kanıtlar bulunduğu dikkate alındığında, içeriğindeki hususları kanıtlayabilme özelliklerinde noksanlık meydana gelmediği saptanan tutanakların bir kısım sayfalarının imzalanmamış olması sonuca etkili olmadığından açıklanan ilkeler ışığında bu husus bozma nedeni sayılmamalıdır”, 28.2.2012 gün ve 294-64 Sayılı kararında; “Hazır bulunduğu duruşmada şikayetçi ve vekilinin davaya katılma istemi üzerine sanık ve müdafiinin görüşü alınmadan katılma isteminin kabulüne karar verilmesi hukuka aykırılık oluşturmakta ise de, sanık ve müdafiinin katılma kararından haberdar olmaları, katılma kararı verildikten sonra yapılan duruşmada hazır bulunmalarına rağmen katılma kararı konusunda herhangi bir itirazda bulunmamaları, hükmü temyiz eden sanık müdafiinin temyiz dilekçesinde bu konuya dair bir itirazının bulunmaması karşısında, nispi nitelikteki bu hukuka aykırılığın esasa etkili olduğundan veya sanığın savunma hakkının kısıtlanmasından söz edilemeyecektir”, 19.2.2013 gün ve 1464-61 Sayılı kararında ise; “Sanığın sorgusuna geçilmeden önce hakkında düzenlenen iddianamede yer alan suçlama ve hangi kanun maddesinin uygulanmasının talep edildiği konusunda yeterince bilgilendirilmiş olması karşısında, bu usul hükmüne uyulmaması hükmün esasına tesir eder nitelikte aykırılık olmayıp mutlak bozma nedenleri arasında sayılmadığından bozma nedeni yapılmamalıdır” sonucuna ulaşılmıştır.
Öğretide de; “Haksız kararın kaldırılması demek olan bozmanın işe yaraması, yani sonunda başka ve haklı bir karar verilmesi lazımdır. Eğer önceki hükümden başka bir karar verilemeyecekse bozmanın manası yoktur. Onun için aykırılığın karara tesirini araştırmak gerekir. Son karar doğru ve haklı bulunduğunda, ona tesir etmediği kabul olunan aykırılıklar bozma nedeni sayılmamalıdır” (N. Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. Bası, s. 529), “Maddi hukuka aykırılıklar daima bozma nedeni olurken, muhakeme hukukuna dair aykırılıklar kural olarak her zaman bozma nedeni sayılmazlar. Muhakeme hukukuna aykırılık verilmiş kararı etkilememişse hukuka aykırı olsalar bile bozma nedeni sayılmazlar. İstisnası C.M.U.K.nun 308. maddesindeki mutlak bozma nedenleridir. Verilecek kararı etkilememiş olan muhakeme hukukuna aykırılıklar için son kararın BOZULMASINA gerek yoktur” (Öztekin Tosun, Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri Muhakemenin Yürüyüşü, İstanbul 1973, s. 200), “C.M.U.K.nun 308. maddesinde sayılanlar dışındaki muhakeme hukukuna aykırılık mutlak olmayan temyiz sebepleri olarak ifade edilir. Mutlak temyiz nedenleri bulunduğunda hüküm bozulacaktır. Mutlak olmayan temyiz nedenlerinin varlığı halinde ise hükmün bozulabilmesi için söz konusu temyiz sebebinin hükmü etkilemiş olup olmadığına bakılır” (Bahri Öztürk, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 3. Bası, s. 611), “Temyiz sebebiyle bozma sebebi birbirlerinden farklı kavramlardır. Hükme tesiri bulunmayan aykırılıklar bozma sebebi teşkil etmezler” (Feridun Yenisey, Duruşma ve Kanun Yolları, 2. Bası, s. 184), “Son kararda var olan hukuka aykırılık, mahkemenin son kararını etkilemiş, hukuki ihlal kararın temellerini oluşturan hukuk normlarının aykırılığından doğmuş ise, bunun temyiz nedeni olarak kabul edilmesi ve kararın bozulması gerekir. Aksine son kararda bir hukuku zedeleme olmasına karşılık, bu aykırılık kararı etkilememiş, mahkemenin son kararı bu ihlal olmadığı takdirde değişmeyecek halde olursa bir temyiz nedeninden söz edilemez. Nispi temyiz nedenlerinden söz edildiğinde, yargılama hukuku ihlalinin son karara nispeti, yani etkisi araştırılmalıdır” (Erdener Yurtcan, Ceza Yargılaması Hukuku, 4. Bası, s. 443), “Hükmün usulden bozulması için kanunun ihlal edilmiş olması kafi değildir. Hükmün, kanunun ihlaline de istinat etmiş olması lazımdır. Yani kanun ihlal edilmiş olduğu içindir ki, hüküm bu suretle verilmiştir. Eğer kanun ihlal edilmemiş olsaydı, hüküm verildiği gibi verilmeyecek idi. Diğer bir tabirle, hükmün bozulması için, hükümle kanunun ihlali arasında bir rabıtanın mevcut olması icap eder” (Baha Kantar, Ceza Muhakemesi Usulü, 4. Bası, s. 365), “Hükmün sonucunun başka türlü olabileceği, yani hükmün değişebileceği kabul edilmeyen durumlarda usule aykırılık bozma nedeni sayılmamaktadır. Kendisine aykırı davranılan kural, ister mahkeme tarafından kendiliğinden göz önünde tutulması gereken, ister iddia yahut itiraz üzerine uygulanması gereken bir kural olsun, hükmün sonucunu değiştirecek nitelikte bulunmadıkça bozma sebebi değildir” (Recai Seçkin, Yargıtay Tarihçesi ve İşleyişi, s. 82), “Her hukuka aykırılık; temyiz, dolayısıyla bozma nedeni sayılmaz. Sadece hükme esas teşkil eden hukuka aykırılıklar temyiz nedeni olarak ileri sürülebilir. Başka bir değişle bir hukuka aykırılığın temyiz nedeni sayılabilmesi için hukuka aykırılıkla hüküm arasında sebep sonuç ilişkisi bulunması gerekir. Bu tür hukuka aykırılıklar, bir muhakemede hükmü etkilerken, başka bir muhakemede hükmü etkilemeyebilir. Bu sebeple her somut olayda hukuka aykırılıkların hükmü etkileme ihtimali ayrıca araştırılmalıdır. Şu halde, mutlak temyiz nedenleri dışında kalan ve son karara etkisi olmayan hukuka aykırılıklar temyiz nedeni sayılamazlar” (Centel-Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 10. Bası, s. 751), “Bir hukuka aykırılık halinde hükmün bozulabilmesi için, bu hukuka aykırılığın hükmü etkileyip etkilemediği araştırılır. Hükmü etkilememiş hukuka aykırılıklar dolayısıyla hüküm bozulmaz” (Ünver-Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Bası, 2.cilt s. 361), “Şayet bir hukuka aykırılık hali sanığın lehine bir şekilde hükme etki ediyor veya lehte ya da aleyhte herhangi bir etkide bulunmuyorsa, bu halde ortada bir temyiz sebebinin olduğundan bahsedilemez” (Özbek-Kanbur-Doğan-Bacaksız-Tepe, Ceza Muhakemesi Hukuku, 2. Bası, s. 719) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün esasına etkisi bulunmayan ve hukuka kesin aykırılık hallerinden sayılmayan aykırılıkların bozma nedeni yapılmaması gerektiği düşüncesi benimsenmiştir.
Hükmün esasına etkisi bulunmayan yargılama hukukuna dair aykırılıkların temyiz incelemesi aşamasında dosyanın esasına girilmeden önce tek başına bozma nedeni yapılması Anayasanın 141. maddesinin 4. fıkrasındaki; “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir” şeklindeki hükme ve usul ekonomisine aykırı olacak, yargılamanın uzamasına, yeni yargılama giderlerine yol açacak, aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin; “Herkes gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerekse cezai alanda kendisine karşı serdedilen bir isnadın esası hakkında karar verecek olan kanuni, müstakil ve tarafsız bir mahkemece davasının makul süre içerisinde hakkaniyete uygun ve aleni surette dinlenmesini istemek hakkını haizdir” şeklindeki düzenlemesinin ihlali anlamına gelecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
İddianamenin yasaya ve usulüne uygun olarak sanığa tebliğ edilmesi, duruşmada da kanuni haklarının hatırlatılması, sanığın aşamalarda iddianamede anlatılan olay ve yöneltilen suç doğrultusunda savunma yapması, isnat edilen suçu kabul etmesi ve ne kovuşturma, ne de temyiz aşamasında suçlamayla ilgili olarak yeterince bilgilendirilmediği için etkili savunma yapamadığı yönünde bir iddiasının olmaması karşısında, savunma hakkının sınırlandığından söz edilemeyecektir.
Sanığın savunmasının alındığı oturumda kendisine iddianame okunmaması suretiyle C.M.K.nun 191/3. maddesine aykırı davranılmış ise de, sanığın sorgusuna geçilmeden önce 147. maddedeki tüm kanuni hakları konusunda bilgilendirilmiş olması ve tüm yargılama boyunca sanığın kendisini yeterince savunma imkanının sağlanması karşısında, sözkonusu usulhükmüne uyulmaması, hükmün esasına tesir eder nitelikte bir aykırılık olmayıp, mutlak bozma nedenleri arasında da sayılmadığından bozma nedeni yapılmamalıdır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, hükmün esastan incelenebilmesi için dosyanın Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi S. Bakıcı; “1- Adil yargılama, davanın sadece erken sonuçlandırılması olmayıp sanık ve katılanın tüm haklarını tamamen ve en iyi şekilde kullandıkları, yargılamaya esas olan ilkelere uyulan ve en az giderle en çabuk bitirilen yargılamadır. Davanın uzadığından bahisle savunma hakkı kısıtlanamaz, engellenemez.
Yasa koyucu, C.M.K.nun 176/1, 4. maddesinde iddianamenin çağrı kağıdıyla birlikte sanığa tebliğinin ve savunmasını hazırlamak üzere tebliğle sorgusu arasında bir haftalık sürenin geçmesini aramıştır. Bu hükümle yetinmemiş, 15 madde sonra iddianamenin duruşmada okunması gerektiğini kabul etmiştir.
Yasa koyucunun yeterli görmediği iddianamenin tebliğiyle yetinilmesi, Kanunun amacına aykırı olup savunma hakkını kısıtlamaktadır.
2-) İddianame, dava açan belge olup C.M.K.nun 170. maddesindeki unsurları taşıması gerekir. Bu unsurları taşımayan iddianameler kabul edilerek yargılamaya başlandığında; okunmayan, anlatılmayan bu eksiklikleri sanık bilmemekte, kendini savunamamaktadır. Tebliğ edilen iddianame 170. maddedeki unsurları taşımadığında sanığın yüklenen suçu öğrendiği kabul olunamaz. Çoğu zaman iddianamelerde deliller gösterilmemekte, olaylar mevcut delillerle ilişkilendirilmemekte, sanık lehine olan hususlar belirtilmemektedir. Yüklenen suça dair delillerin ne olduğunu, delillerin olaylarla ne şekilde bağlantısı bulunduğunu, lehine ve aleyhine olan hususların nelerden ibaret olduğunu, 170/6. madde uyarınca ceza ve güvenlik tedbirlerinden hangisine hükmedilmesinin istendiğini bilmeyen sanığın, savunmasını yaptığı söylenemez.
3-) C.M.K.nun 193/3-c maddesine göre, iddianamenin okunup yüklenen suçun, uygulanması istenen maddelerin açıklanmasından sonra ”yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu ve 147. maddedeki hakları” açıklanacaktır. İddianame veya iddianame yerine geçen belge okunup suçu anlatılmadan, haklarından bahsedilmesi, amaca hizmet etmeyen, usulen yapılan soyut bir bildirim olacaktır.
4-) İddianame veya yerine geçen belge okunmadan, suçu anlatılmadan C.M.K.nun 191/3-d maddesi uyarınca açıklamaya hazır olduğunu bildiren sanığın bu beyanı, bir şekilden ibaret olup amaca hizmet etmemektedir.
5-) C.M.K.nun 191/3-b maddesinde “okunur, alınır, bildirilir, yapılır” ibareleri kullanılmış olup bu hükümler emredici niteliktedir. Vazgeçilemez, iddianamenin okunmasının faydası olmadığı ileri sürülemez, iddianame tebliğ edilmekle bu hususa ihtiyaç kalmadığı söylenemez.
6-) Yargılamada sözlülük ilkesi dünya ülkelerince kabul edilmiştir. Bu ilke gereğince dosyadaki belgeler sanığa okunacak, tartışılacak ve C.M.K.nun 217. maddesi gözetilerek karar verilecektir. Dava açan belge olan iddianame veya yerine geçen belgenin de okunması, anlayabileceği cümlelerle sanığa suçunun anlatılması gerekir. Suçun, delillerin açıklanması adil yargılamanın ve sözlülük ilkesinin gereğidir.
Duruşmada iddianame okunmayacaksa, sanığın duruşmaya gelmesine gerek yoktur. Mahkemeye bir mektup yazarak savunmasını yapabilir. İddianamenin tebliği yetiyorsa, mektupla cevap verilmesi de yeterli olacaktır. Sanığın duruşmaya gelmesine gerek yoktur.
Halbuki yüze karşılık, sözlülük ilkeleri gereğince sanıkların duruşmaya gelmeleri, iddianın anlatılıp sorgusunun yapılması gerekir.
İddianame yerine geçen belge duruşmada okunmadan yargılamaya geçilemez. Aksi halde savunma hakkı kısıtlanacağı, C.M.K.nun emredici olan 191/3-b maddesine aykırı davranılacağı gibi sözlülük ilkesi de ihlal edilmiş olacaktır.
7-) “C.M.K.nun 308. maddesinde sayılan mutlak hukuka aykırılık halleri dışında kalan bozma nedenlerinin esasa etkili olması gerektiği, hükme etkisi olmayan nisbi hukuka aykırılık hallerinin bozma nedeni olamayacağına” dair görüşün olayda uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Çünkü iddianame veya yerine geçen belgenin okunmaması savunma hakkının kıstlanması olup C.M.K.nun 308/8. madde hükmünün ihlalidir.
Nisbi hukuka aykırılık, beraat eden sanığa son sözünün sorulmaması, eylemi suç teşkil etmeyen sanığa nüfus ve sabıka kaydının okunmaması gibi hallerde söz konusudur. Evrensel bir ilke olan savunma hakkının kutsallığına aykırı olarak, savunmayla ilgili emredici bir hükme uymamak, mutlak hukuka aykırılık hallerinden olup bir itirazın reddine karar verilmelidir” görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan yedi Genel Kurul Üyesi ise; “Sanığa iddianame okunmadan sorgusunun yapılarak hüküm kurulmasının, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde ve yasaya aykırı olduğu, bu sebeple itirazın reddi gerektiği” düşüncesiyle karşıoy kullanmıştır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1-) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne,
2-) Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24.5.2012 gün ve 6172-6718 Sayılı bozma kararının kaldırılmasına,
3-) Dosyanın, hükmün esasının incelenebilmesi amacıyla Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 17.12.2013 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2011/5-341
K. 2012/33
T. 14.2.2012
• CİNSEL İSTİSMAR SUÇU ( Ruh Sağlığının Bozulup Bozulmadığına İlişkin Raporun Adli Tıp Kurumu Yerine Üniversite Hastanesinden Alınabileceği – Ancak Üç Kişilik Bilirkişi Kurulunca Düzenlenmiş Olan Rapor Esas Alınarak Hüküm Kurulamayacağı )
• ÇOCUĞUN RUH SAĞLIĞININ BOZULUP BOZULMADIĞININ TESPİT EDİLMESİ ( İçerisinde Zorunlu Olarak Çocuk Psikiyatristi Bulunan En Az Beş Kişilik Bir Bilirkişi Heyetinden Rapor Alınacağı – Çocuğun Cinsel İstismarı Suçu )
• BİLİRKİŞİ RAPORU ( Çocuğun Cinsel İstismarı Suçu – Üç Kişilik Bilirkişi Kurulunca Düzenlenmiş Olan Rapor Esas Alınarak Hüküm Kurulamayacağı )
• MAĞDURELERİN SORUŞTURMA AŞAMASINDA ALINAN BEYANLARININ DURUŞMADA OKUNMAMASI ( Hukuka Aykırı Olduğu – Çocuğun Cinsel İstismarı Suçu )
• DURUŞMADA OKUNMASI ZORUNLU BELGE VE TUTANAKLAR ( Çocuğun Cinsel İstismarı Suçu – Mağdurelerin Soruşturma Aşamasında Alınan Beyanlarının Duruşmada Okunmamasının Hukuka Aykırı Olduğu ) 5237/m.103 5271/m.209 2659/m.7, 31
ÖZET : Cinsel istismar suçunda; uyuşmazlıklar; mağdurelerin maruz kaldığı cinsel istismar suçu sebebiyle ruh sağlığının bozulduğuna dair ikisi adli tıp uzmanı, biri çocuk ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanından oluşan üç kişilik bilirkişi kurulunca düzenlenmiş olan raporun hükme esas almaya yeterli nitelikte bir rapor olup olmadığı,
İşlenen suçun etkisiyle psikolojisi bozulan çocuk veya mağdurun bu suça dair soruşturma veya kovuşturmada bir defa dinlenmesinin yeterli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Yerel mahkeme tarafından suç tarihinde 15 yaşından küçük olan cinsel istismar suçunun mağdurlarının suç sonucunda ruh sağlığının bozulup bozulmadığına dair raporun Adli Tıp Kurumu yerine Üniversite Hastanelerinden alınmasında bir isabetsizlik bulunmamakta ise de; Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunda yer alması gereken uzmanlık dallarında görevli uzmanlar arasından seçilecek ve içerisinde zorunlu olarak çocuk psikiyatrisi bulunan en az beş kişilik bir bilirkişi heyetinden rapor alınması gerekirken, üç kişilik bilirkişi kurulunca düzenlenmiş olan rapor esas alınarak hüküm kurulması isabetsizdir. Bu itibarla yerel mahkemenin, yasaya aykırı olarak düzenlenmiş içerik olarak yetersiz tanı yönünden de eksik olan bir raporu hükmüne esas almak suretiyle sanık hakkında suç nitelemesi ve mahkumiyet kararı vermesi isabetsizdir.
Soruşturma aşamasında dinlenilen mağdurelerin anlatımlarına dair tutanakların duruşmada okunarak, taraflardan diyecekleri sorulmadan hüküm kurulması suretiyle, yargılamanın doğrudan doğruyalık, yüz yüzelik ve sözlülük ilkelerine aykırı davranıldığı anlaşıldığından, yerel mahkeme direnme hükmü bu yönden de yerinde değildir.
DAVA : Cinsel istismar suçundan sanık S.A.’nın mağdure İ. K.’a yönelik eylemi sebebiyle 5237 Sayılı T.C.K.nın 103/1-6 ve 62. maddeleri uyarınca 12 yıl 6 ay hapis, mağdure A. S. B.’a yönelik eylemi nedeniylede T.C.K.nın 103/1-6 ve 62. maddeleri uyarınca 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına dair Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 18.05.2010 gün ve 201-142 Sayılı hükmün, sanık ve müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 2.3.2011 gün ve 2010/10965-1553 sayı ile;
“… 1- Cinsel istismar eylemleri neticesinde 5237 Sayılı T.C.K.nun 103/6. maddesi anlamında mağdurelerin ruh sağlığının bozulup bozulmadığı hususunda Adli Tıp Kurumu ilgili İhtisas Kurulundan rapor alınıp, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerektiğinin gözetilmemesi,
2- ) C.M.K.nun 236/3. maddesi uyarınca hazır edilecek uzman kişi huzuruyla mağdureler dinlenmeden hüküm kurulması…”,
İsabetsizliklerinden BOZULMASINA karar verilmiştir.
Bozmadan sonra yeniden yargılama yapan Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesince 2.6.2011 gün ve 132-211 sayı ile;
“… Mağdure çocukların her dinlemede psikolojileri daha da bozulacağından alınan beyanlar, doktor raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde mağdur çocukların beyanlarının tek başına hükme esas alınmadığı, tanık ifadeleri ve raporlarda dikkate alınarak sanığın daha önce mahkumiyetine karar verildiğinden bu sebeple mağdurelerin 2. kez dinlenmelerinde yasal zorunluluk da bulunmadığından ve hazırlıkta usulüne uygun olarak alınan beyanlar yeterli görüldüğünden mağdurelerin yeniden celp ve dinlenmelerine gerek olmadığı,
Mağdurelere ait Hacettepe Üniversitesi Hastanesinden verilen her iki raporda birbirini teyit etmekte ve sonuçta olay sebebiyle suçun sonucunda mağdurelerin ruh sağlıklarının bozulduğuna dair uzman heyetin raporlarının mevcut olduğu anlaşılmış ve böylece gerek mağdurelerin psikolojik durumlarının yeniden bozulmaması ve gerekse olayın oluş şekli ve Hacettepe Üniversitesinden verilen raporların kapsamı da nazara alınarak mağdurelerin yeniden İstanbul Adli Tıp Kurumuna gönderilerek suçun sonucunda beden ve ruh sağlıklarının bozulup bozulmadığına dair rapor aldırılmasına mahkememizce gerek görülmediği…”,
Gerekçeleriyle direnilerek, ilk hükümdeki gibi karar verilmiştir.
Bu hükmün de sanık ve müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay C. Başsavcılığının “bozma” istekli 27.9.2011 gün ve 255780 Sayılı tebliğnamesiyle dosya Yargıtay 1. Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Sanığın, mağdurelere karşı cinsel istismar suçunu işlediğinden bahisle hükümlülüğüne karar verilen olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- ) Mağdurelerin maruz kaldığı cinsel istismar suçu sebebiyle ruh sağlığının bozulduğuna dair ikisi adli tıp uzmanı, biri çocuk ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanından oluşan üç kişilik bilirkişi kurulunca düzenlenmiş olan raporun hükme esas almaya yeterli nitelikte bir rapor olup olmadığı,
2- ) İşlenen suçun etkisiyle psikolojisi bozulan çocuk veya mağdurun bu suça dair soruşturma veya kovuşturmada bir defa dinlenmesinin yeterli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Soruşturma aşamasında mağdure A. S. B.’ın beyanının avukat ve sosyal hizmetler uzmanının katılımı ile kolluk görevlilerince, mağdure İ. K.’ın beyanının ise avukat ve psikologun katılımı ile C.savcısınca alındığı, ifade alma işlemlerinin ses ve görüntü olarak kaydedildiği,
Yargılama aşamasında mahkeme huzurunda ifadelerinin alınmadığı gibi mahkemece soruşturma aşamasında alınan ifade tutanaklarının duruşmada okunmadığı,
Soruşturma aşamasında mağdurelerin Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanlığına sevk edildiği, anılan kürsüde görevli 5 çocuk ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı tarafından düzenlenen 18.5.2009 tarihli raporlarda herhangi bir tanıya yer verilmeksizin mağdurelerin maruz kaldıkları cinsel istismar suçu sebebiyle ruh sağlıklarının bozulduğunun belirtildiği,
Yargılama aşamasında ise mahkemece mağdurelerin yeniden Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanlığına sevk edildiği, bu kez adli tıp uzmanının katılımı ile oluşturulacak bilirkişi kurulunca rapor düzenlenmesinin istenildiği, biri çocuk ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı ile ikisi adli tıp uzmanından oluşan üç kişilik bilirkişi kurulunca 1.3.2011 tarihli raporların düzenlendiği, bu raporlarda da herhangi bir tanıya yer verilmeksizin mağdurelerin cinsel istismar suçu sebebiyle ruh sağlıklarının bozulduğunun bildirildiği, yerel mahkemece anılan raporlar esas alınarak hüküm kurulduğu,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlıkların sırasıyla değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
1- ) İkisi adli tıp ile biri çocuk ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanından oluşan üç kişilik bilirkişi kurulunun düzenlemiş olduğu raporun hükme esas almaya yeterli nitelikte bir rapor olup olmadığı:
Uyuşmazlığın çözümünde sağlıklı bir hukuki sonuca varılabilmesi için 2659 Sayılı Adli Tıp Kurumu Yasasının, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar ile ilgili olarak rapor düzenlemekle görevli Altıncı Adli Tıp İhtisas Kurulu başta olmak üzere İhtisas Kurullarının kuruluş şekli ve çalışma düzeni hakkındaki düzenlemelerinin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
Adalet işlerinde resmi bilirkişi olarak görevlendirilen Adli Tıp Kurumunun kuruluş ve çalışma şekli 25.2.2003 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak, yayımından üç ay sonra yürürlüğe giren 4810 Sayılı Kanun ile köklü değişikliklere uğramış bulunan 2659 Sayılı Kanun ile düzenlenmiştir.
Anılan Yasanın, “Adli Tıp İhtisas Kurulları” başlıklı 7. maddesi;
“Adli Tıp Kurumunda altı ihtisas kurulu bulunur. Aşağıdaki ihtisas kurulları, bir başkan ve adli tıp uzmanı iki üye ile;
…f ) Altıncı Adli Tıp İhtisas Kurulu birer;
– Kadın Hastalıkları ve Doğum,
– Radyoloji,
– Üroloji,
– Ruh Sağlığı ve Hastalıkları,
– Çocuk Psikiyatrisi,
– Adli Antropoloji,
– Çocuk Cerrahisi,
Uzmanlarından oluşur.
İhtisas Kurullarında yeteri kadar raportör bulundurulur” hükmünü;
“Adli Tıp Genel Kurulunun ve İhtisas Kurullarının Çalışması” başlıklı 23. maddesi;
“A ) Adli Tıp Genel Kurulu, …
B- ) Adli Tıp İhtisas Kurullarının Çalışması:
Adli Tıp İhtisas Kurulları Başkanının başkanlığında işin niteliğine göre en az dört üye ile toplanır ve oyçokluğu ile karar alır. Oyların eşitliği halinde Başkanın bulunduğu taraf oy çokluğunu sağlamış sayılır.
Üyelerden birinin özürlü olması veya yokluğu halinde eksiklik diğer kurullardan alınacak üye ile tamamlanır. Şu kadar ki tetkik edilecek konu, ilgili uzman üye hazır bulunmadıkça müzakere edilemez.
C- ) Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu ve İhtisas Kurulları lüzum görüldüğü hallerde kararını vermeden önce incelediği konu ile ilgili bulunan evrakın onanmış örneklerini mahallinden isteyebileceği gibi aslı üzerinde de inceleme yapması zorunlu olduğunda bunları da isteyebilir.
Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu ve İhtisas Kurulları ilgili kişileri gerektiğinde muayene ve bunları usulüne göre dinleyebilir. Her türlü tetkikatı yapar ve yaptırabilir.
Adli Tıp Genel Kurulu kararları nihai olmakla beraber mahkemelerin delilleri serbestçe takdir hususundaki yetkilerini kısıtlamaz.
Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 10 ncu maddesinin hükümleri saklıdır.
Adli Tıp Genel Kurulu ve adli tıp ihtisas kurullarının çalışma esas ve usulleri yönetmelikte gösterilir” hükmünü,
“Adli Tıp Kurumunda bilirkişi dinlenmesi ve toplantılara katılma” başlıklı 24. maddesi;
“I- Adli Tıp Genel Kurulu ve adli tıp ihtisas kurulları ile adli tıp ihtisas daireleri, inceledikleri konularla ilgili olarak Adli Tıp Kurumunda bulunmayan tıp ve diğer uzmanlık dallarında Adli Tıp Kurumu dışından uzmanların bilirkişi olarak davet edilmesine karar verebilirler. Uzman kişiler oy hakları olmamakla beraber görüşlerini bir raporla Adli Tıp Genel Kurulu, adli tıp ihtisas kurulu veya adli tıp ihtisas dairesi başkanlığına bildirirler.
Bilirkişilere yönetmelikteki esaslara göre Adli Tıp Genel Kurulu, adli tıp ihtisas kurulu ve adli tıp ihtisas dairesi başkanlığınca yaptıkları çalışmaya uygun ücret takdir olunur.
II- a ) Adli Tıp Genel Kurulu, adli tıp ihtisas kurulları ile adli tıp ihtisas daireleri, inceledikleri konularla ilgili olarak kendi kurul veya dairelerinde bulunmayan, Adli Tıp Kurumundaki diğer kurul veya dairelerde bulunan uzmanların davet edilmesine karar verebilirler. Uzman kişiler, o olayla ilgili toplantıya katılır ve oy kullanırlar…” hükmünü içermektedir.
Bu düzenlemelere göre, anılan Kanunun 7. maddesinin ( f ) bendi uyarınca, Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunun, bir başkan ve adli tıp uzmanı iki üye ile birer kadın hastalıkları ve doğum, radyoloji, üroloji, ruh sağlığı ve hastalıkları, çocuk psikiyatrisi, adli antropoloji ve çocuk cerrahisi uzmanından oluşacağı, aynı Kanunun 23. maddesinin ( B ) bendi uyarınca da ihtisas kurulunun başkan ve işin niteliğine göre bu uzmanlardan en az dört üyenin katılımıyla toplanacağı, ancak incelenecek konunun ilgili uzman üyenin hazır bulunmaması halinde ise müzakerenin yapılamayacağı hüküm altına alınmıştır.
Diğer yandan Kanunun “Diğer Adli Ekspertiz Kurumları” başlıklı 31. maddesi;
“Yükseköğretim Kurumları veya birimleri, adli tıp mevzuatı çerçevesinde adli tıp olaylarında ve diğer adli konularda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre resmi bilirkişi sayılır. Bu birim ve kliniklerde tetkik edilecek adli tıp ile ilgili işler yönetmelikte belirlenir”,
Şeklinde düzenlenmiş olup, bu suretle de Yükseköğretim Kurumları veya birimlerinin, adli tıp mevzuatı çerçevesinde adli konularda Ceza Yargılaması Yasasına göre resmi bilirkişi sayılacağı açıkça belirtilmiştir.
Buna göre, 2659 Sayılı Kanunun 31. maddesinin açık hükmü karşısında somut olay değerlendirildiğinde; yerel mahkeme tarafından suç tarihinde 15 yaşından küçük olan cinsel istismar suçunun mağdurlarının suç sonucunda ruh sağlığının bozulup bozulmadığına dair raporun Adli Tıp Kurumu yerine 2659 Sayılı Kanunun 31. maddesi uyarınca Hacettepe Üniversitesi Hastanelerinden alınmasında bir isabetsizlik bulunmamakta ise de; anılan maddede Yükseköğretim Kurumları veya birimlerinin adli tıp mevzuatı çerçevesinde görev yapacağının açıkça düzenlenmiş olması karşısında, Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunda yer alması gereken uzmanlık dallarında görevli uzmanlar arasından seçilecek ve içerisinde zorunlu olarak çocuk psikiyatrisi bulunan en az beş kişilik bir bilirkişi heyetinden rapor alınması gerekirken, üç kişilik bilirkişi kurulunca düzenlenmiş olan rapor esas alınarak hüküm kurulması isabetsizdir.
Kaldı ki, 15 yaşından küçük olan cinsel istismar suçunun mağdurlarının suç sonucunda ruh sağlığının bozulup bozulmadığına dair raporun Adli Tıp Kurumundan alınmış olması halinde 6. İhtisas Kurulu Başkanı ile içerisinde zorunlu olarak çocuk psikiyatrisi de bulunan en az dört üyenin katılımı ile oluşacak beş kişilik bir kurul tarafından raporun düzenlenmesi zorunluluğu bulunmaktadır.
Bu itibarla yerel mahkemenin, yasaya aykırı olarak düzenlenmiş içerik olarak yetersiz tanı yönünden de eksik olan bir raporu hükmüne esas almak suretiyle sanık hakkında suç nitelemesi ve mahkumiyet kararı vermesi isabetsiz olup, usul ve yasaya aykırı olan direnme hükmünün bu yönden BOZULMASINA karar verilmelidir.
2- ) Soruşturma aşamasında dinlenen ve işlenen suçun etkisiyle psikolojisi bozulan çocuk veya mağdurun yargılama aşamasında tekrar dinlenmesinin gerekip gerekmediğinin belirlenmesine dair uyuşmazlığın incelenmesine gelince;
C.M.K.nın “Tanıkların dinlenmesi” başlıklı 52. maddesi,
” ( 1 ) Her tanık, ayrı ayrı ve sonraki tanıklar yanında bulunmaksızın dinlenir.
( 2 ) Tanıklar, kovuşturma evresine kadar ancak gecikmesinde sakınca bulunan veya kimliğin belirlenmesine dair hallerde birbirleri ile ve şüpheli ile yüzleştirilebilirler.
( 3 ) Tanıkların dinlenmesi sırasındaki görüntü veya sesler kayda alınabilir.
Ancak;
a- ) Mağdur çocukların,
b- ) Duruşmaya getirilmesi mümkün olmayan ve tanıklığı maddî gerçeğin ortaya çıkarılması açısından zorunlu olan kişilerin,
Tanıklığında bu kayıt zorunludur.
( 4 ) Üçüncü fıkra hükmünün uygulanması suretiyle elde edilen ses ve görüntü kayıtları, sadece ceza muhakemesinde kullanılır” şeklinde,
C.M.K.nın “Mağdur ve şikayetçinin dinlenmesi” başlıklı 236. maddesi ise;
” ( 1 ) Mağdurun tanık olarak dinlenmesi halinde, yemin hariç, tanıklığa dair hükümler uygulanır.
( 2 ) İşlenen suçun etkisiyle psikolojisi bozulmuş çocuk veya mağdur, bu suça dair soruşturma veya kovuşturmada tanık olarak bir defa dinlenebilir. Maddî gerçeğin ortaya çıkarılması açısından zorunluluk arz eden haller saklıdır.
( 3 ) Mağdur çocukların veya işlenen suçun etkisiyle psikolojisi bozulmuş olan diğer mağdurun tanık olarak dinlenmesi sırasında psikoloji, psikiyatri, tıp veya eğitim alanında uzman bir kişi bulundurulur. Bunlar hakkında bilirkişilere dair hükümler uygulanır” biçiminde düzenlenmiştir. Maddenin 2 ve 3. fıkraları TBMM Adalet Komisyonunda eklenmiş olup, Komisyon raporunda mağduru korumaya yönelik olarak bu düzenlemenin yapıldığı belirtilmiştir.
Bu düzenlemenin amacı suçun mağduru konumundaki psikolojisi bozulmuş çocuk ve kişileri korumaktır. Kural olarak ifadesine başvurulan kişilerin gerek soruşturma aşamasında gerekse yargılama aşamasında birden çok dinlenmeleri konusunda sınırlama bulunmamakta ise de, bu genel uygulama psikolojisi bozulmuş çocuk veya mağdurun muhatap olduğu olayı defalarca anlatması sonucunu doğurmaktadır ki her defasında kişiye olayı tekrar yaşatan bu ifade alma işlemlerinin kişide önemli bir stres ve acı kaynağı oluşturduğu tartışmasızdır. Bu sebeple işlenen suçun etkisiyle psikolojisi bozulmuş çocuk veya mağdurun maddi gerçeğin ortaya çıkarılması açısından zorunluluk arz eden haller hariç olmak üzere soruşturma veya kovuşturma aşamasında ancak bir defa dinlenmesi gerekmektedir.
Yasa koyucunun işlenen suç sebebiyle psikolojisi bozulmuş çocuk ve mağduru koruma amacının adli yönden gerçekleştirilebilmesi için, bu kişilerin yapılacak soruşturma sonucunda suçun nitelendirmesini de yapacak olan C.savcısı tarafından dinlenmesi gerekmektedir. C.savcısı, C.M.K.nın 236. maddesine uygun şekilde uzman kişinin katılımı ile mağdurları dinlemeli, ifade alma işleminin ses ve görüntü olarak kaydının yapılmasını sağlamalıdır. Bu uygulama ile işlenen suç sebebiyle psikolojisi bozulmuş çocuk veya mağdurun soruşturma veya kovuşturma aşamasında birden fazla dinlenmesinin ve adli süreçten olumsuz etkilenmesinin önüne geçilebilecektir.
Bununla birlikte, soruşturma aşamasında alınan mağdure anlatımlarına dair tutanakların mahkemece duruşmada okunmamasının yargılama yasası kuralları açısından da ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu konuya dair olarak 5271 Sayılı C.M.K.nın “Duruşmada Okunması Zorunlu Belge ve Tutanaklar” başlıklı 209/1. maddesinde;
“Naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu tutanakları, naip veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanakları ile muayene ve keşif tutanakları gibi delil olarak kullanılacak belgeler ve diğer yazılar, adlî sicil özetleri ve sanığın kişisel ve ekonomik durumuna dair bilgilerin yer aldığı belgeler, duruşmada okunur”,
“Delilleri Takdir Yetkisi” başlıklı 217/1. maddesinde;
“Hakim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hakimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir” şeklinde düzenlemeler yer almaktadır.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Yerel Mahkemece, soruşturma aşamasında dinlenilmiş olan mağdurelerin bir kez dinlenilmesi ile yetinilerek, kovuşturma aşamasında yeniden dinlenilmemesi 5271 Sayılı C.M.K.nın 236/2. maddesi uyarınca usul ve yasaya uygun ve isabetli ise de; soruşturma aşamasında dinlenilen mağdurelerin anlatımlarına dair tutanakların duruşmada okunarak, taraflardan diyecekleri sorulmadan hüküm kurulması suretiyle, yargılamanın doğrudan doğruyalık, yüz yüzelik ve sözlülük ilkelerine aykırı davranıldığı anlaşıldığından, yerel mahkeme direnme hükmü bu yönden de yerinde değildir.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün mağdurelerin ruh sağlığının BOZULMASINA dair iki adli tıp uzmanı, bir çocuk ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı tarafından düzenlenen raporun hükme esas alınması ve mağdurelerin soruşturma aşamasında alınan beyanlarının duruşmada okunmaması isabetsizliklerinden BOZULMASINA karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,
1- ) Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesince 2.6.2011 gün ve 132-211 Sayılı direnme hükmünün BOZULMASINA,
2- ) Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 14.02.2012 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
2. CEZA DAİRESİ
E. 2014/4078
K. 2014/7292
T. 18.3.2014
DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : 07.02.2005 olan suç tarihinin gerekçeli karar başlığında doğru yazılması karşısında, sanık hakkında düzenlenen 14.02.2006 tarihli iddianamede suç tarihinin 25.07.2003 olarak hatalı yazılması sonuca etkili görülmediğinden bozma nedeni yapılmamış, tebliğnamedeki bu hususa dair bozma düşüncesine katılınmamış, dosya içeriğine göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak;
I-5237 sayılı TCK.nun 7/2 ve 5252 sayılı Kanunun 9/3. maddesi uyarınca sanık yararına olan hükmün önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümlerinin olaya uygulanarak ortaya çıkacak sonuçların birbiriyle karşılaştırılması suretiyle bulunacağı gözetilip, 5237 sayılı TCK.nun 141 ve 142. maddelerinde tanımlanan hırsızlık suçu ile 765 sayılı TCK.nun 493/1. maddesinde yer alan suçun ögelerinin farklı olduğu, sanığın gece vakti sayılan zaman dilimi içerisinde mağdura ait iş yerinin kepenk kilidini kırarak kalkıştığı eyleminin 5237 sayılı TCK.nun142/1-b, 143, 35 maddesinde belirtilen hırsızlık suçu yanında, aynı Kanunun 116/2-4, 35 maddesinde düzenlenen geceleyin iş yeri dokunulmazlığını bozmak ve 151/1. maddesinde düzenlenen mala zarar verme suçlarını da oluşturacağı, ancak; 5560 sayılı Yasanın 6. maddesi ile 5237 Sayılı TCK.nun 142. maddesine eklenen 4. fıkranın yürürlük tarihi olan 06.12.2006 gününden önce işlenen mala zarar vermek suçunun soruşturma ve kovuşturmasının şikayete tabi olup, eylemin mağdurunun 21.03.2008 tarihli oturumda sanık hakkında şikayetçi olmadığını belirtmesi, sanığın da 07.04.2008 günlü oturumda mağdurun şikayetten vazgeçme beyanını kabul etmesi karşısında mala zarar vermek suçundan uygulama yapılıp hükümlülük kararı verilemeyeceği ve suç tarihi itibariyle geceleyin işlenen iş yeri dokunulmazlığını bozmak suçunun uzlaşma kapsamında olduğu da gözetilerek 5271 sayılı CMK.nun 253 ve 254. maddeleri uyarınca iş yeri dokunulmazlığını bozmak suçundan uzlaştırma işlemleri yapılıp, iş yeri dokunulmazlığını bozmak suçundan uzlaşmanın sağlanması halinde, 765 sayılı TCK.nun sırasıyla 493/1, 62/1, 81 maddeleri ve 5237 sayılı TCK.nun sırasıyla 142/1-b, 143/1, 35 maddeleri uyarınca her iki Yasa hükümlerine göre verilecek sonuç ceza miktarları belirlenip, sonuç ceza miktarları karşılaştırılarak lehe olan Yasa hükümlerine göre uygulama yapılıp karar verilmesi, uzlaşmanın sağlanamaması halinde ise denetime olanaklı olacak biçimde 765 sayılı TCK.nun sırasıyla 493/1, 62/1, 81 maddeleri ile 5237 sayılı TCK.nun sırasıyla 142/1-b, 143/1, 35, 116/2-4, 35 maddeleri uyarınca verilmesi gereken cezalar her iki Yasa için ayrı ayrı tespit edilip, sonuç cezalar karşılaştırılarak lehe olan yasa belirlenerek uygulama yapılması gerekirken, eksik inceleme ve hatalı değerlendirme sonucu yazılı biçimde hüküm kurulması,
Kabule göre;
II-14.02.2006 tarihli iddianamede sanık hakkında tekerrüre dair 765 sayılı TCK.nun 81. maddesinin uygulanmasının istenmemesi ve yapılan yargılamada sanığın adli sicil kaydı ve tekerrüre esas önceki hükümlülüğünün yüzüne okunmaması karşısında, 5271 sayılı CMK.nun 226.maddesi gereğince ek savunma hakkı verilmeden, sanık hakkında 765 sayılı TCK.nun81. maddesinin uygulanması ve aynı neviden suçtan mükerrir olduğu gerekçesi ile sanık hakkında 765 sayılı TCK.nun 522. maddesinin lehe hükümlerinin uygulanmaması,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı istem gibi BOZULMASINA, 18.03.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
6. CEZA DAİRESİ
E. 2013/5289
K. 2013/14964
T. 25.6.2013
- NİTELİKLİ HIRSIZLIK ( Sanıkların Başka Suçtan Tutuklu Kaldığı – Duruşmadan Bağışık Tutulması Kararı Verilmediği/Karar Duruşmasına Getirtilmemeleri ve Mütalaanın Yüzlerine Karşı Okunmamasının Hukuka Aykırı Olduğu )
- SANIKLARIN BAŞKA SUÇTAN TUTUKLU BULUNMASI ( Duruşmadan Bağışık Tutulması Kararı Verilmediği – Karar Duruşmasına Getirtilmemeleri ve Mütalaanın Yüzlerine Karşı Okunmamasının Hukuka Aykırı Olduğu )
- İDDİA MAKAMININ MÜTALAASININ YÜZE KARŞI OKUNMAMASI ( Sanıkların Başka Suçtan Tutuklu Kaldığı/Duruşmadan Bağışık Tutulması Kararı Verilmediği – Duruşmaya Getirtilerek Mütalaanın Yüze Karşı Okunması Gerektiği )5237/m.142 5271/m.188, 196
ÖZET : Nitelikli hırsızlık suçu nedeniyle açılan kamu davasında; sanıkların bu suçtan tahliye edildiklerinin ancak başka suçtan tutuklu olmaları sebebiyle cezaevinde kalmaya devam ettiklerinin bildirilmesi karşısında; haklarında duruşmalardan bağışık tutulmalarına da karar verilmeyen sanıkların karar duruşmasına getirtilmediği ve iddia makamının mütalaasının yüzlerine karşı okunmaması hukuka aykırıdır.
DAVA : Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:
KARAR : Sanıkların bu suçtan tutuklu oldukları, 11.11.2010 tarihli celsede tahliyelerine karar verildiği, Konya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun aynı tarihli yazısına göre; sanıkların bu suçtan tahliye edildiklerinin ancak başka suçtan tutuklu olmaları sebebiyle cezaevinde kalmaya devam ettiklerinin bildirilmesi karşısında; haklarında duruşmalardan bağışık tutulmalarına da karar verilmeyen sanıkların karar duruşmasına getirtilmediği ve iddia makamının mütalaasının yüzlerine karşı okunmadığı anlaşılmakla 5271 Sayılı CMK’nın 188. ve 196. maddelerine aykırı olarak savunma haklarının kısıtlanması,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanıklar S. T. ve N. K.’ın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan diğer yönleri incelenmeyen hükmün açıklanan sebeple istem gibi BOZULMASINA, 25.06.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2003/4-169
K. 2003/178
T. 3.6.2003
• HÜKMÜN SANIĞIN YÜZÜNE KARŞI OKUNMASI ( Temyiz Süresinin Bu Tarihte Başlayacağı )
• TEMYİZ SÜRESİ ( Hüküm Sanığın Yüzüne Karşı Verilmesi – Süresinin Bu Tarihte Başlayacağı/Vekile Yapılan Tebligatın Yeni Bir Süre Başlatmayacağı )
• TEBLİGAT ( Hüküm Sanığın Yüzüne Karşı Verilmişse Temyiz Süresinin Bu Tarihte Başlayacağı – Vekile Yapılan Tebligatın Yeni Bir Süre Başlatmayacağı )
• TEFHİM ( Sanığın Yüzüne Karşı – Temyiz Süresinin Bu Tarihte Başlayacağı ) 1412/m. 310, 315
ÖZET : Hüküm sanığın yüzüne tefhim edilmiştir. Hükmün tefhimi ile temyiz süresi başlar. Hükmün sanığa tefhimine rağmen gerekmediği halde vekile yapılan tebligat yeni bir temyizsüresi başlatmaz ve herhangi bir hak doğurmaz. Sanık vekilinin temyiz süresinden sonra verdiği temyiz dilekçesinin reddi gerekir.
DAVA : Görevliye etkin direnme suçundan sanık Osman’ın TCY’nın 258/1 ve 647 sayılı Yasanın 4. maddeleri uyarınca 547.560.000 lira ağır para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin Sarayönü Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 12.7.2000 gün ve 34-64 sayılı hüküm sanık vekili tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 18.2.2002 gün ve 2002/109-2287 sayı ile;
“Sanık müdafiinin 12.7.2000 tarihli dilekçesinde yarara olan hükümlerin uygulanması yolundaki isteğinin 647 Sayılı Yasanın 5. maddesini de kapsadığı gözetilerek bu konuda bir karar verilmesi gerektiğinin düşünülmemesi” isabetsizliğinden bozulmuştur.
Yerel mahkeme 21.5.2002 gün ve 30-45 sayı ile;
“Sanık vekilince sanığa verilecek cezanın paraya çevrilerek ertelenmesi talep edilmiş, taksitlendirme konusunda bir istemde bulunulmamıştır. Mahkememizce sanık vekilinin talepleri dikkate alınarak paraya çevirme ve erteleme konusunda hüküm kurulmuş, talep olmadığından ve gerekli görülmediğinden taksitlendirme konusunda hüküm kurulmamıştır.” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Sanık vekilinin 4.6.2002 günlü temyiz dilekçesinin, yerel mahkemece 12.6.2002 gün ve 30-45 sayılı ek karar ile; temyiz başvurusunun süresinden sonra yapıldığı gerekçesi ile reddine karar verilmiştir.
Sanık vekili tarafından bu karara karşı da temyiz yoluna başvurulması üzerine dava dosyası Yargıtay C. Başsavcılığının “ek kararın onanması” istekli 15.5.2003 günlü tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Görevliye etkin direnme suçundan mahkumiyete ilişkin direnme hükmünün 21.5.2002 günlü oturumda sanığın yüzüne karşı tefhim edildiği, gerekmediği halde ayrıca vekiline yapılan tebligatın yeni bir süre başlatmayacağı ve herhangi bir hak doğurmayacağı cihetle, sanık vekilinin süresinden sonra verdiği 4.6.2002 günlü temyiz dilekçesinin reddine ilişkin yerel mahkeme kararı isabetli bulunduğundan, sanık vekilinin bu karara yönelik itirazının reddiyle yerel mahkeme kararının onanmasına karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, sanık vekilinin itirazının REDDİNE, temyiz dilekçesinin reddine ilişkin yerel mahkemece verilen 12.6.2002 gün ve 30-45 sayılı kararın ONANMASINA, 3.6.2003 günü tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak oybirliği ile karar verildi.
T.C.
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu
Esas No:2012/1533
Karar No:2013/113
Çocuğun cinsel istismarı suçundan sanık Erol ‘un 5237 sayılı TCK’nun 103/1-a, 103/2, 103/6, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba, sanık Cengiz ‘in ise aynı kanunun 103/1-a, 103/2, 103/6, 31/3, 62 ve 63. maddeleri uyarınca 8 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve mahsuba ilişkin, Çarşamba Ağır Ceza Mahkemesince verilen 25.03.2011 gün ve 99-63 sayılı hükmün, sanıklar müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 13.02.2012 gün ve 20273-1463 sayı ile;
“…Yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, Ancak;
CMK’nun 218/2. maddesi uyarınca ancak uygulanacak ceza hükümlerini etkilemesi durumunda mağdurun yaşıyla ilgili karar verilebileceği gözetilmeden, suç vasfına ve ceza hükümlerine etkisi olmayacak şekilde mağdurenin yaşının düzeltilmesine karar verilmesi,
07.08.2007 günlü duruşma ara kararı uyarınca 25.01.2010 günlü Adli Tıp Kurumuna yazılan yazıda mağdure Hasret ‘in 5237 sayılı TCK’nun 103/6. maddesi kapsamında beden ve ruh sağlığının bozulup bozulmadığı, bozulmuş ise hangi sanığın eylemi sonucu bozulduğunun sorulmuş bulunmasına karşın Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunca 10.12.2010 günü düzenlenen raporu bu konuda açıklık içermediği gibi mahkemece de bu hususun irdelenmediği anlaşıldığından, sanıkların eylemleri arasında geçen süre de gözetilerek mağdurenin ruh sağlığındaki bozulmanın her iki sanığın eylemleri sonucu mu yoksa bu sanıklardan birinin eylemi sonucu mu oluştuğunun tereddüte mahal bırakmayacak şekilde tespitinin tıbben mümkün olup olmadığının, Adli Tıp Kurumundan sorulup belirlenerek sanıkların hukuki durumlarının tayin ve tespiti gerekirken bu konuda açıklık içermeyen rapora dayanılarak eksik soruşturmayla yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 13.06.2012 gün ve 102-139 sayı ile;
“Sanıklar Erol ve Cengiz ‘in arkadaş oldukları, sanık Erol’un Terme İlçesi Köybucağı Köyü’nde oturduğu, suç tarihinde 18 yaşından küçük olan sanık Cengiz ‘in ise Terme İlçesi Akbucak Köyü’nde oturduğu, olay tarihi olan 27.04.2007 günü Terme ilçe merkezinde her iki sanık birlikte dolaşırken, olay tarihinde 14 yaşında olan ve 25.12.1993 tarihinde doğduğu kabul edilen mağdure Hasret ile parkta karşılaştıkları ve tanıştıkları, mağdurenin donuk zeka düzeyinde olduğu, sanıklar ve mağdurenin birlikte Terme İlçesi Cumhuriyet Mahallesi Bülbül Sokak üzerinde bulunan Şükrü isimli şahsa ait fındık bahçesine geldikleri, fındık bahçesinde sanıkların mağdureyi cinsel ilişki için ikna ettikleri, önce sanık Cengiz’in mağdureye arkadan organ sokarak fiili livata suretiyle cinsel istismarda bulunduğu, bir süre sonra diğer sanık Erol ‘un de aynı fındık bahçesinde bu kez mağdurenin cinsel organına kendi cinsel organını sokmak suretiyle cinsel istismarda bulunduğu, olaydan bir gün sonra mağdurenin her iki sanığı da polis merkezinde teşhis ettiği, olayın bu şekilde geliştiği, oluşun böyle olduğu mahkememizce kabul edilmiştir.
Her ne kadar mağdurenin yaşı, Samsun Mehmet Aydın Devlet Hastanesi Sağlık Kurulu’nun 05.09.2007 tarihli raporu ile rapor tarihi itibari ile 16 yaşında olduğuna dair bir belirleme yapılmış ise de; bu konudaki en yetkin kurum olan ATK 6. İhtisas Kurulu’nun 16 Eylül 2009 tarihindeki raporuna göre; olay tarihi olan 27.04.2007 tarihinde 16 yaş içinde bulunma ile uyumlu gelişim gösterdiği belirlense bile kesin yaş tespitinin yapılamadığına dair rapor verildiği, daha sonra ise mağdurenin annesinin gerçekte OMÜ Tıp Fakültesi’nde 25.12.1993 tarihinde bir kız çocuk dünyaya getirdiğinin OMÜ’nün yazısıyla belirlendiği, bu bilgilerin nüfus kayıtları ile çelişmediği anlaşılmakla, resmi kayda üstünlük tanınarak mağdurenin gerçekte suç tarihinde 14 yaş içerisinde olduğu ve gerçek Doğum tarihinin 25.12.1993 tarihi olduğu sabit görülerek, nüfus kaydının buna göre düzeltilmesi yoluna gidilmiştir.
27.04.2007 tarihli Terme Devlet Hastanesi’nden verilen adli rapora göre; mağdurenin sağ ön kol alt kısmında hiperemik alan ve sağ aşıl tendonu üzerinde hiperemik alan mevcut olduğu belirlenmiştir.
27.04.2007 tarihli cinsel saldırı muayene raporuna göre; mağdurenin genital muayenesinde, mağdurenin kızlık zarında tamamen iyileşmiş olması aylar öncesini düşündüren kaideye varan derin yırtık olduğu, vajen arka duvarında saat 06.00 hizasında taze kanamalı laserasyon mevcut olduğu, aktif kanamanın olayın 24 saat içerisinde olduğunu düşündürdüğü bildirilmiştir.
27.04.2007 tarihli genel cerrahi uzmanı tarafından düzenlenen cinsel saldırı muayene raporunda; mağdurenin perianal bölgesinde halka tarzı ekimoz ve anal sfinkter tonusunun azalmasının fiili livata bulgusu yönünde olduğu belirlenmiştir.
İstanbul ATK 6. İhtisas Kurulu’nun 10 Aralık 2010 tarihli raporuna göre; mağdurenin olay nedeniyle travma sonrası stres bozukluğu yaşadığı ve ruh sağlığının bozulduğuna dair rapor verilmiştir.
Mağdurenin soruşturma aşamasındaki anlatımı, suçun işlendiği fındık tarlasındaki kolluk tarafından belirlenen yer ve oradaki bulgular, sanıkların kısmi ikrar yollu savunmaları, kadın doğum uzmanı ve genel cerrahi uzmanlarınca verilen raporlar, kadın doğum uzmanı bilirkişinin mahkememizce alınan beyanı gözönüne alındığında, sanıklardan Cengiz’in mağdurenin anal bölgesinden organ sokmak suretiyle ve diğer sanık Erol’un ise mağdurenin cinsel organına kendi cinsel organını sokmak suretiyle suç tarihinde 15 yaşından küçük olan mağdureye karşı ayrı ayrı cinsel istismar suçunu işledikleri sabit görülmüş, bu hususta akli ve vicdani kanaate varılarak, sanıkların cezalandırılmaları yoluna gidilmiş, mağdurenin ruh sağlığının olay nedeniyle bozulmuş olması nedeniyle cezada artırım yapılmış, sanık Cengiz ‘in suç tarihinde 15-18 yaş grubu içerisinde olması nedeniyle cezasında indirim yapılmıştır…” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de sanıklar müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “temyiz talebinin süresinde olmadığından bahisle reddi” istekli 10.12.2012 gün ve 273030 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, suç tarihinde her iki sanığın nitelikli cinsel istismarına maruz kalan mağdurenin Adli Tıp Kurumu tarafından ruh sağlığının bozulduğu yönünde görüş bildirilen olayda, sanıkların eylemleri arasında geçen süre de gözetilerek mağdurenin ruh sağlığındaki bozulmanın her iki sanığın eylemleri sonucu mu, yoksa bu sanıklardan birinin eylemi sonucu mu oluştuğunun tereddüte mahal bırakmayacak şekilde tespitinin tıbben mümkün olup olmadığının Adli Tıp Kurumundan sorulup belirlenmesine gerek olup olmadığına ilişkin ise de;
Öncelikle direnme kararındaki kanun yolu bildiriminin yasal ve yeterli olup olmadığı ile buna bağlı olarak sanıklar müdafiinin temyizinin süresinde yapılıp yapılmadığı hususunun Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca ön sorun olarak ele alınması gerekmiştir.
İncelenen dosya içeriğine göre;
Sanıklar ve müdafii ile mağdure vekilinin hazır bulunduğu 13.06.2012 tarihli oturumda yerel mahkeme tarafından direnme kararı verildiği,
Yerel mahkemece; “Mahkememizin 2007/99 Esas 2011/63 Karar sayılı ve 25.03.2011 tarihli kararında ve aşağıda yer alan hükümde direnilmesine,
Dosyanın bu nedenle Yargıtay Ceza Genel Kurulunda görüşülmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine” şeklindeki ifadeler tutanağa geçirildikten sonra her iki sanık hakkında da mahkûmiyet hükmü kurulduğu,
Kanun yolu bildiriminin de aynen; “suça sürüklenen çocuk ve sanık ile müdafilerinin ve mağdure vekilinin yüzünde, Cumhuriyet savcısının huzurunda ve talebe uygun olarak, kararın okunmasından ya da tebliğinden itibaren 7 gün içerisinde mahkememize verilecek bir dilekçe ile ya da mahkeme kalemine başvuru üzerine tutturulacak bir tutanak ile Yargıtay’da temyiz yolu açık olmak üzere” şeklinde olduğu,
Hükme karşı herhangi bir temyiz başvurusu yapılmadan yerel mahkemece dosyanın doğrudan gönderildiği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 24.09.2012 tarihli bir yazı ile; hükmün re’sen temyize tabi olmadığı ve herhangi bir temyiz talebinin dosyada bulunmadığı gerekçesiyle, mevcut olduğu takdirde temyiz dilekçesinin eklenerek dosyanın gönderilmesi için mahkemeye iade edildiği,
Yerel mahkeme başkanı tarafından imzalanan 12.10.2012 tarihli bir tutanakla, dosyanın Ceza Genel Kuruluna gönderileceğinin yazılması suretiyle kanun yolu bildiriminde yanıltma bulunduğu belirtilerek gerekçeli kararın sanıklar müdafiine tebliğ edildiği,
Sanıklar müdafii tarafından da aynı tarihli bir dilekçe ile hükmün temyiz edildiği, temyiz dilekçesinde, yanıltma nedeniyle temyiz başvurusunda bulunulmadığına dair herhangi bir ifadeye yer verilmediği,
Anlaşılmaktadır.
1412 sayılı CMUK’nun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 310. maddesinde, temyiz isteminin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla olacağı, bu takdirde, beyanın tutanağa geçirilerek hâkime tasdik ettirileceği, yoklukta verilen kararlarda ise temyiz süresinin tebliğle başlayacağı belirtilmiştir. 5271 sayılı CMK’nun 34/2, 231/2 ve 232/6. maddelerinde ise, hüküm ve kararlarda, başvurulacak kanun yolu, başvurunun yapılacağı mercii, yöntemi ve başvuru süresinin hiçbir tereddüte yer vermeksizin açıkça belirtileceği hükümlerine yer verilmiş olup bu hükümlere aykırılık aynı kanunun 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni oluşturacaktır. Bu bildirimlerdeki temel amaç sujelerin başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması, bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat edilecek veya eski hale getirme nedeni oluşturacak husus, eksik veya yanılgılı bildirim nedeniyle bir hakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğinin belirlenmesidir. Bildirimdeki eksikliğin yol açtığı bir hak kaybı bulunmamakta ise, bu durum eski hale getirme nedeni oluşturmayacaktır.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi açısından ceza muhakemesinde sanığın savunmasını üstlenen müdafiin konumu üzerinde de durulmalıdır.
5271 sayılı CMK’nun 2/1-c maddesinde müdafii; şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukat olarak tanımlanmış, 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 1. maddesinde avukatlığın bir kamu hizmeti ve serbest meslek olduğu vurgulandıktan sonra 2. maddesinde ise “Avukatlığın Amacı”; “Avukatlığın amacı; hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.
Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder…” şeklinde açıklanmıştır.
Kanunun “Avukatın Hak ve Ödevleri” kısmında yer alan 34. maddesinde; “Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler” denilmek suretiyle avukatların görevlerini yerine getirirken uyacakları yükümlülükler ifade edilmiş,
“Yalnız Avukatların Yapabileceği İşler” başlıklı 35. maddesinin 1. fıkrasında ise; “Kanun işlerinde ve hukuki meselelerde mütalaa vermek, mahkeme, hakem veya yargı yetkisini haiz bulunan diğer organlar huzurunda gerçek ve tüzel kişilere ait hakları dava etmek ve savunmak, adli işlemleri takip etmek, bu işlere ait bütün evrakı düzenlemek, yalnız baroda yazılı avukatlara aittir” şeklindeki düzenlemeyle de mahkeme huzurunda kişilerin savunma görevinin yalnızca avukatlar tarafından yapılabileceği belirtilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanıklar müdafiinin yüzüne karşı verilen hükümde başvurulacak kanun yoluna ilişkin bildirimde temyizin “kararın okunmasından ya da tebliğinden itibaren 7 gün içerisinde” yapılabileceği belirtilmiş, bunun dışında hüküm fıkrasının başında da; “Dosyanın bu nedenle Yargıtay Ceza Genel Kurulunda görüşülmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine” ifadelerine yer verilmiştir. Sanıklar müdafiinin, yüzüne karşı verilen bu hükmü süresinden sonra temyiz ettiği ve temyiz dilekçesinde bildirimdeki bu ifadeler nedeniyle temyiz süresinin ne zaman başlayacağı veya dosyanın kendiliğinden temyize tâbi olduğu hususunda bir tereddüt yaşadığına ilişkin herhangi bir beyanın yer almadığı gibi, temyiz süresinden sonra dilekçenin verilmesine ilişkin herhangi bilginin de bulunmadığı anlaşılmaktadır.
1412 sayılı CMUK’nun 310. maddesi uyarınca, 13.06.2012 günü yüze karşı verilmiş olan karara yönelik temyiz isteminin tefhimden itibaren bir haftalık süre içerisinde yapılması gerekmekte olup, sanıklar müdafii bir haftalık süreden sonra 12.10.2012 günü temyiz başvurusunda bulunmuştur. Her ne kadar kararda başvurulacak kanun yoluna ilişkin bildirimde, sürenin başlangıcının tefhim ya da tebliğ olarak gösterilmiş bulunması ve kararın başına dosyanın Ceza Genel Kurulunda görüşülmek üzere gönderileceğine ilişkin bir ibarenin yazılmış olması nedeniyle bildirimin yanıltıcı mahiyette olduğu, bu durumun eski hale getirme nedeni olarak kabulü ile temyiz başvurusunun süresinde yapıldığı ileri sürülebilirse de, bu husus sanıklar müdafii açısından bir yanılgı oluşturmayacağından “kanun yolu süresinin” işlemeye başlamasını engellemeyecektir.
Zira, mesleği bir kamu hizmeti niteliğindeki avukatlık olan, sanıkların savunmasını üstlenen ve bu bağlamda savunma ve kanun yollarına başvuru için yeterli düzeyde hukuki bilgiye sahip olan müdafiin temyiz süresinin, kararın yüze karşı verildiği hallerde tefhimden itibaren işlemeye başlayacağını ve hangi hükümlerin re’sen temyize tabi olduğunu bilmemesi düşünülemeyeceğinden, kanun yolu bildirimindeki bu eksiklik müdafii açısından bir yanılgı ve bu bağlamda hakkın kullanılması yönünde bir engel oluşturmayacaktır. Kaldı ki, sanıklar müdafii süresinden sonra verdiği temyiz dilekçesinde, bildirimdeki ifade nedeniyle kararın kendiliğinden temyize tâbi olduğu veya temyiz süresinin başlangıcı konusunda kendisinin yanılgıya düşürüldüğü yönünde bir iddiası da olmamıştır. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 08.05.2012 gün ve 129-182 ile 27.12.2011 gün ve 377-301 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Bu itibarla, sanıklar müdafiinin kanuni süreden sonra gerçekleşen temyiz talebinin 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 310 ve 317. maddeleri uyarınca reddine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Sanıklar müdafiinin kanuni süreden sonra gerçekleşen temyiz talebinin 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 310 ve 317. maddeleri uyarınca REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 02.04.2013 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2014/14-35
K. 2016/49
T. 9.2.2016
• DİRENME KARARI GEREKÇESİ (Nitelikli Cinsel İstismar ve Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma – Mahkemece Bozma Kararına Niçin Uyulmadığı Açıklanmadan Kesinleşen Suçları da Kapsayacak Biçimde İlk Hükümde Gösterilenler İle Tamamen Aynı Gerekçeyle Direnme Kararı Verilmesi Usul ve Kanuna Aykırı Olduğu)
• SAVUNMA HAKKININ KISITLANMASI (Bozmadan Sonra Yapılan Yargılamada Cumhuriyet Savcısının Bozma İlamına Dair Görüşünü Açıklamasından Sonra Yargılama Bitirilerek Hükmün Tefhim Edildiği – Hazır Bulunan Sanıklara Son Sözlerinin Verilmemesi Bozma Nedeni Olduğu/Nitelikli Cinsel İstismar ve Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma Suçları)
• SANIĞA SON SÖZÜNÜN SORULMASI GEREĞİ (Nitelikli Cinsel İstismar ve Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma – Bozmadan Sonra Yapılan Yargılamada Cumhuriyet Savcısının Bozma İlamına Dair Görüşünü Açıklamasından Sonra Hazır Bulunan Sanıklara Son Sözlerinin Verilmemesi Sebebiyle Direnme Kararında İsabet Bulunmadığı)
5271/m.216/3
Yargıtay İç Yönetmeliği/m.27
ÖZET : Dava; nitelikli cinsel istismar ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarına ilişkindir. Bozmadan sonra yapılan yargılamada Cumhuriyet savcısının bozma ilamına dair görüşünü açıklamasından sonra yargılamanın bitirilerek hükmün tefhim edildiği göz önüne alındığında, hazır bulunan sanıklara son sözlerinin verilmemesi 5271 Sayılı CMK’nun 216/3. maddesine aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının sınırlanması sonucunu doğuran bu usule aykırılık sebebiyle yerel mahkeme direnme kararında isabet bulunmamaktadır. Diğer taraftan yerel mahkemece, bozulmakla ortadan kalkan eski hükümde direnilmesine karar verildikten sonra, bozma kararına niçin uyulmadığı açıklanmadan kesinleşen suçları da kapsayacak biçimde ilk hükümde gösterilenler ile tamamen aynı gerekçeyle direnme kararı verilmesi de usul ve kanuna aykırıdır.
DAVA : Sanık …’un mağdure …’a yönelik çocukların cinsel istismarı suçundan 5237 Sayılı TCK’nun 103/1-b, 103/2, 103/6, 43/1, 62 ve 63. maddeleri uyarınca 14 yıl 2 ay hapis, şikâyetçi sanık …’ya yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan aynı kanunun 109/2, 109/3-b, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 3 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba, mağdure … ve şikâyetçi sanık …’ya yönelik şantaj suçundan 5237 Sayılı TCK’nun 107/1-2, 43/2, 62 ve 52. maddeleri uyarınca 1 yıl 6 ay 22 gün hapis ve 2.500 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve 5271 Sayılı CMK’nun 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, mağdure …’a yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan beraatine, aynı mağdureye yönelik mala zarar verme suçundan açılan kamu davasının şikâyetten vazgeçme sebebiyle düşmesine; sanık …’un şikâyetçi sanık…ya yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan 5237 Sayılı TCK’nun 109/2, 109/3-b, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 3 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba, mağdure …’a yönelik çocukların cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından beraatine, şikâyetçi sanık … hakkında ise mağdure …’a yönelik çocukların cinsel istismarı suçundan ceza verilmesine yer olmadığına ilişkin, Çarşamba Ağır Ceza Mahkemesince verilen 23.11.2012 gün ve 219-210 Sayılı hükmün Cumhuriyet savcısı ve sanıklar … ve … müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 12.06.2013 gün ve 2926-7543 sayı ile;
“… Sanık … hakkında beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve mağdur …’a karşı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, sanık İsa hakkında mağdur …’a karşı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve sanık ..hakkında beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan kurulan hükümlerin incelenmesinde;
Dosya içeriğine göre, sanık …’un mağdureye yönelik nitelikli cinsel istismar suçunu TCK’nun 28. maddesi kapsamında diğer sanık ‘ın tehdit ve cebiri ile işlediği anlaşılmakla tebliğnamedeki bu hususta bozma isteyen düşünceye iştirak edilmemiştir.
Delilleri takdir ve gerekçesi gösterilmek suretiyle sanık…hakkında beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan verilen ceza verilmesine yer olmadığına dair hüküm ile delillerle iddia ve savunma, duruşma göz önünde tutularak tahlil ve takdir edilmiş, sübutu kabul olunan fiillerin unsurlarına uygun şekilde tavsif ve tatbikatı yapılmış bulunduğundan, sanık …’ın beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve mağdur …’a yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ile sanık İsa’nın mağdur …’a karşı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından kurulan mahkûmiyet hükümleri usul ve kanuna uygun bulunduğundan sanıklar İsa ve … müdafileri ile O Yer Cumhuriyet savcısının yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükümlerin onanmasına,
Sanık … hakkında mağdure …’e karşı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan kurulan hükmün incelenmesinde ise;
Mağdure …’in 19.10.2011 tarihli savcılık beyanı ve bu beyanı doğrulayan özellikle sanık …’un aşamalardaki istikrarlı anlatımları ile tüm dosya içeriğine göre; sanık …’ın mağdureyi araç içerisinde iken kilitlemek suretiyle TCK’nun 109/1. maddesinde düzenlenen kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu işlediği gözetilmeden yazılı şekilde beraatine karar verilmesi,
Sanık İsa hakkında beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan kurulan hükmün incelenmesine gelince;
Mağdurenin özellikle soruşturma aşamasında sanık İsa’nın kendisiyle zorla ilişkiye girdiğine dair beyanları ve sanık …’un da bu beyanlarını destekleyen anlatımları ve tüm dosya kapsamından sanık İsa’nın TCK’nun 103/2, 103/6 ve 43. maddelerinde düzenlenen beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçunu işlediğinin anlaşılması karşısında sanığın bu suçtan mahkûmiyeti yerine delillerin değerlendirilmesinde hataya düşülerek yazılı şekilde beraatine hükmolunması…”,
İsabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Çarşamba Ağır Ceza Mahkemesi ise 25.09.2013 gün ve 152-176 sayı ile;
“… Yapılan yargılama sonunda verilen mahkememizin 23.11.2012 tarih ve 2011/219 Esas, 2012/210 Karar sayılı karar ile; sanık … hakkında mağdureye karşı cinsel istismar suçundan ceza verilmesine yer olmadığına dair karar verilmiş, sanık İsa hakkında mağdureye karşı cinsel istismar, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve tehdit suçlarından beraat kararı verilmiş, …’ya karşı hürriyetinden yoksun kılma suçundan 3 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, sanık … hakkında mağdureye karşı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve tehdit suçlarından beraat kararı, mağdureye karşı mala zarar verme suçundan düşme kararı verilmiş, mağdureye karşı çocuğun cinsel istismarı suçundan 14 yıl 2 ay hapis, …’ya karşı hürriyetinden yoksun kılma suçundan 3 yıl 4 ay hapis ve mağdurlara karşı şantaj suçundan ise 1 yıl 6 ay 22 gün hapis ve 2.500 TL APC ile cezalandırılmasına karar verilmiş, şahtaj suçundan verilen bu hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.
Sanık … hakkında şantaj suçundan verilen HAGB kararı itiraz edilmeksizin, sanık İsa hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve tehdit suçlarından verilen beraat kararları ile sanık … hakkında mala zarar verme ve tehdit suçlarından verilen beraat kararları temyiz edilmeksizin 03.12.2012 tarihinde kesinleşmiştir.
Dosya diğer hükümler yönünden temyiz incelemesi için Yagrıtay’a gönderilmiş, sanık … hakkındaki cinsel istismar suçundan verilen ceza verilmesine yer olmadığına dair karar, sanık … hakkında çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan verilen 14 yıl 2 ay hapis ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan verilen 3 yıl 4 ay hapis, sanık İsa hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan verilen 3 yıl 4 ay hapis cezalarına dair hükümler Yargıtay 14.CD’nin 2013/2926-7543 E-K sayılı ilamı ile onanarak 12.06.2013 tarihinde kesinleşmiş, sanık İsa hakkında mağdure …’e yönelik cinsel istismar ve sanık … hakkında mağdure …’e yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından verilen beraat kararları yönünden ise bozularak dosya mahkememize gönderilmiştir. Bozma sonrası dosya mahkememizin 2013/152 yeni esas sırasına kaydedilerek taraflara bozma ilamına karşı diyeceklerinin sorulması cihetine gidilmiş, duruşmada hazır bulunan mağdure ve vekili bozma ilamına bir diyecekleri olmadığını beyan etmiş, iddia makamı bozmaya uyulmasını talep etmiş, sanıklar ve müdafiileri ise Yargıtay bozma ilamına karşı direnme kararı verilmesini talep etmişler, mahkememizce sanıklar hakkında daha önce verilen hükümlerin usul ve yasaya uygun olduğu kanaatine varıldığından direnme kararı verilmiştir.
…
Sanıkların savunması, mağdure ve müşteki anlatımları, adli raporlar, OMÜ raporları, TİB kayıtları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;
Olay tarihi olan 16 Temmuz 2011 günü akşam saatlerinde sanık …’un mağdur sanık …’yu arayarak viski içmek üzere çağırdığı, …’un bunu kabul etmesi üzerine sanık İsa’nın …’u Terme ilçesinden Şahin marka araç ile alarak birlikte … isimli işyerinin arka tarafındaki sanık İsa’nın kayığının bağlı olduğu sahil kenarına gittikleri, burada sanık …’un Nissan marka aracı ile onları beklediği, sanık …’ın …’u bu araca çağırdığı, …’un gittiği, şoför koltuğunun yanındaki koltuğa oturduğu, bu sırada sanık …’ın aracın kapılarını kilitleyerek …’a eli ile vurmaya başladığı ve ‘..i ara, buraya çağır’ dediği, bu sırada İsa’nın ise dışarıda içki içip onları izlediği, devamında ise İsa’nın …’a kapının camını açtırtıp İsa’nın da …’a vurmaya başladığı, …’ın, …’un elinden cep telefonunu alıp ‘…’i ara, yoksa burada seni öldürürüz, elini kolunu kırarız’ şeklinde tehdit ettikleri, bunun üzerine sanık …’un telefonla …’i aradığı, telefonun hoparlörünü açık tuttuğu, sanık …’un telefonla …’i arayarak görüşmeleri gerektiğini söylediği, …’in ise Fatsa’da olduğunu, gelince arayacağını söylediği, bu şekilde telefonun kapandığı, sanıklar İsa ve …’ın …’u bu şekilde tuttukları, bir süre sonra gece vakti …’in …’u aradığı ve geleceğini söylediği, sanık … ile …’un Nissan marka araç ile …’i İkizce yol kavşağından aldıkları ve sahilde bulundukları aynı yere geldikleri, İsa’nın ise onları orada beklediği, araç park edince sanık …’ın …’a arka tarafta oturan …’in yanına geçmesini söylediği ve …’in üzerindeki buluzu zorla yırttığı ve soyunmasını istediği, sonrasında …’ın …’a hitaben ‘Sen bu kızla birlikte olacaksın’ dediği, …’un önce kabul etmediği, bunun üzerine …’ın …’a yumrukla vurmaya başladığı, bunun üzerine mağdurenin ‘Tamam, ne yapacaksan yap, yeter ki buradan kurtulalım’ diyerek alt taraftaki kıyafetini de çıkardığı ve sanık …’u kendisine doğru çektiği, cinsel organına dokunarak sertleşmesini sağladığı, …’un cinsel organını mağdurenin cinsel organına soktuğu, bu sırada sanık …’ın cep telefonu ile her ikisinin çıplak halde ve ilişki sırasında fotoğraflarını çektiği, sanık …’un dışarıya boşaldığı, sonrasında kıyafetlerini giydikleri, daha sonra sanık …’ın mağdureyi dışarı çıkararak mağdurenin istemi dışında organ sokmak suretiyle mağdureye karşı cinsel istismarda bulunduğu, daha sonra sanık …’ın Nissan marka araçla …’u anayol kenarına kadar götürüp geri olay yerine döndüğü, mağdurenin diğer sanıklarla birlikte orada kaldığı ve sanık …’dan çektiği fotoğrafları silmesini istediği, sanık …’ın ise kardeşi Fatih’i kastederek ‘Fatih’ten ayrılacaksın, yoksa fotoğrafları hem Fatih’e hem de ailene gösteririm’ diyerek fotoğrafları silmediği, gece yarısına doğru sanık İsa’nın aracı ile mağdureyi evine bıraktığı, ilk günlerde mağdurenin kendisine yapılan şantajın da etkisi ile şikayette bulunmadığı, 2011 yılı Eylül ayı başlarında mağdurenin şikayette bulunduğu, olayın bu şekilde resmiyete intikal ettiği, olayın bu şekilde geliştiği, oluşun böyle olduğu mahkememizce kabul edilmiştir.
Mağdurenin soruşturma aşamasındaki beyanı ile mahkememizdeki beyanı arasında farklılıklar bulunduğu, yine sanık …’un soruşturma aşamasındaki savunması ile mahkememizdeki savunması arasında kısmi farklılıklar bulunduğu anlaşılmakla; diğer sanıkların cezadan kurtulmalarına yönelik olarak ifade değişikliklerinin yapıldığı değerlendirilmiş, ancak suçun sübutuna yönelik mahkememizde oluşan kanaat yönünden göz önünde bulundurulmuştur.
Mağdur sanık …’un olay gecesi kendisinde oluşan yaraların etkisi ile Terme Devlet Hastanesine başvurduğu, ancak kendisine yapılan olayı farklı anlattığı, merdivenden düştüğünü söylediği, sanık …’un o gece acil serviste tedavisinin yapılarak taburcu edildiği, sol göz çevresinde ödem bulunduğu, vücudunun çeşitli yerlerinde darp izleri bulunduğu anlaşılmıştır.
Sanık …’nun, kullandığı 0543 688 … … numaralı cep telefonu ile olay günü mağdure ile görüşme yaptığı, bu görüşme kaydının sanık … ile mağdurenin anlatımını doğruladığı belirlenmiştir.
Olaydan sonra sanık …’a ait Nokia E72 marka cep telefonuna ait hafıza kartındaki silinmiş görüntülerin bilgisayar programı yardımı ile hafıza kartına geri yüklenmesi sonucunda mağdure ve sanık …’un anlatımına uygun bir şekilde cinsel ilişki sırasında çekilen fotoğraflar elde edilerek dosya içerisine alınmıştır.
OMÜ tarafından düzenlenen 08.09.2011 tarihli raporda mağdurenin bakire olmadığına dair rapor verildiği bildirilmiştir.
OMÜ tarafından düzenlenen 07.02.2012 tarihli raporda mağdurenin depresif bozukluk ve travma sonrası stres bozukluğu sebebiyle ruh sağlığının bozulduğu bildirilmiştir.
Mağdur sanık …’nun başından beri birbirine uygunluk gösteren anlatımı, olay gecesi hastaneye başvurmuş olması, olayın gelişimine dair mağdure …’in sanık ….’un anlatımını destekleyen beyanları birlikte değerlendirildiğinde; sanıklar İsa ve …’ın, … Tesislerinin arka tarafında bulunan sahilde sanık …’a ait araç içinde ön sağ koltukta oturan mağdur sanık …’u orada zorla tuttukları, aracın kapılarını kilitledikleri, her ikisinin de mağdur sanığa yumrukla vurarak darp ettikleri ve mağdure …’i aramaya zorladıkları, bu şekilde sanıkların müşterek eylem ve irade birliği içerisinde mağdur sanık …’a karşı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu işledikleri sabit görülerek cezalandırılmalarına karar verilmiş, suçun birden fazla kişi tarafından işlendiğinden cezada artırım yapılmış, ancak suçun mağdur sanığa karşı cinsel amaçla işlenmediği anlaşıldığından TCK’nun 109/5. maddesinde yer alan artırım hükmü uygulanmamıştır.
Mağdurenin aşamalarda sanık …’un kendisine karşı yaptığını iddia ettiği eylemlere dair birbirine uygunluk gösteren anlatımı, sanık …’nun sanık …’un eylemine yönelik aşamalarda uygunluk gösteren anlatımı, sanık …’un aynı gece Terme Devlet Hastanesine yaralanması sebebiyle başvuruda bulunması, Terme Devlet Hastanesinin bu konu ile ilgili muayene kayıtları, sanık …’un cep telefonu hafıza kartından elde edilen fotoğraflar ve mağdurenin ruh sağlığının bozulduğuna dair OMÜ raporu birlikte değerlendirildiğinde; olay gecesi sanık …’ın kendisine ait Nissan marka aracın arka koltuğunda mağdurenin elbiselerini yırtıp mağdureyi darp ettikten sonra sanık …’u mağdure ile ilişkiye girmeye zorladığı, sanık …’un kabul etmemesi üzerine sanık …’a da yumrukla vurduğu, mağdurenin sanık …’ın elinden kurtulmak için sanık …’a ilişkiye girmeleri yönünde beyanda bulunup sanık …’u üzerine doğru çekip cinsel organını sertleştirdiği ve sanık …’un ve mağdurenin sanık …’ın cebir ve şiddeti altında organ sokmak suretiyle ilişkiye girdikleri, bu eylemden TCK’nun 28. maddesinde de belirtildiği üzere sanık …’ın asli fail olarak sorumlu olduğu, daha sonra sanık …’ın mağdure ile aracın dışında kendisinin de organ sokmak suretiyle ilişkiye girdiği, mağdurenin bu ilişkiye rızasının bulunmadığı ancak sanık …’ın cebir kullanması sebebiyle bir şey diyemediği, bu şekilde sanık …’un mağdureye karşı ruh sağlığını bozacak şekilde zincirleme nitelikli cinsel istismar suçunu işlediği sabit görülerek cezalandırılması yoluna gidilmiştir.
Sanık …’ın araç içerisinde cinsel ilişki sırasında … ile mağdurenin fotoğraflarını çekip bu fotoğrafları yayınlayacağını, başkalarına göstereceğini söylemek suretiyle şantaj suçunu işlediği de sabit görülerek cezalandırılması yoluna gidilmiş, suçun işlenişindeki özellikler nazara alınarak teşdiden uygulama yapılmış, bir fiil ile birden fazla kişiye karşı eylem gerçekleştiğinden tek bir şantaj suçunun olduğu kanaatine varılarak her iki mağdura karşı zincirleme şantaj suçundan uygulama yapılmış, sanık …’ın daha önce sabıkasının olmaması ve ceza miktarı nazara alınarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.
Sanık … hakkında mağdureye karşı cinsel istismar suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de, sanık …’un mağdureye karşı cinsel istismar eylemini gerçekleştirme kastının bulunmadığı, olayın gelişimine bakıldığında akşam saatlerinden beri sanık …’ın ve başlangıçta sanık İsa’nın kendisine karşı gerçekleştirdikleri darp ve hürriyetinden yoksun kılma eylemlerinden sonra …’in olay yerine gelmesini müteakip araç içerisinde …’e ve kendisine yönelik tehdit ve darp eylemlerinin etkisi ile olay yerinin sahilde ve ıssız bir yer olmasının da doğurduğu etki ile ve nihayetinde mağdurenin ‘Yap da kurtulalım’ şeklindeki isteğinin sonucu olarak mağdure ile ilişkiye girdiği, bu eylemden dolayı sanık …’un sorumlu tutulamayacağı, TCK’nun 28. maddesinde yer alan ‘Karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı cebir ve şiddet veya muhakkak ve ağır bir korkutma veya tehdit sonucu suç işleyen kimseye ceza verilmez. Bu gibi hallerde cebir ve şiddet, korkutma ve tehdidi kullanan kişi suçun faili sayılır’ hükmü gereğince uygulama yapılması gerektiği, TCK’nun 28. maddesinde yer alan mecburiyet halinin varlığı için cebir veya tehditle zarar gören hukuki değer ile bu cebir veya tehdidin etkisinde gerçekleştirilen haksızlığın dair olduğu hukuki değer arasında yapılan mukayeseli değerlendirmede tercihin birinci lehine olması gerektiği, olayımızda da sanık …’un tenha sayılabilecek bir yerde kendisine karşı gerçekleştirilen darp ve tehdit eylemlerinin kendisinde oluşturduğu korku ve acının etkisi ile ve mağdurenin de iknası ile mağdurenin cinsel dokunulmazlığına yönelik hukuki değerine zarar verildiği, sanık …’un hukuki durumunun TCK’nun 28. maddesine uyduğu sabit görülerek sanık … hakkında cinsel istismar suçundan ceza verilmesine yer olmadığına dair karar verilmiştir.
Sanık … hakkında mağdureye karşı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve tehdit suçundan cezalandırılması istemiyle de dava açılmış ise de, mağdurenin yargılama aşamasında kendisine karşı tehdit içeren bir eylemden bahsetmediği, şantaj eylemine yönelik sözlerden bahsettiği, ayrıca mağdurenin olay yerine kendi isteğiyle geldiği, olay tarihi itibariyle 15 yaşından büyük olduğu, rızasının hukuken geçerli olduğu, araç içerisinde ve araç dışında kendisine karşı cinsel istismar suçunun işlenmesi sırasında orada tutulmasının cinsel istismar suçunun unsurları arasında değerlendirilebileceği, ayrıca kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun oluşmayacağı, keza eylemden sonra zorla olay yerinde tutulduğuna yönelik bir delil bulunmadığı, bu duruma göre sanık …’un bu suçları işlediğine yönelik cezalandırılmasına yeter delil bulunmadığı kanaatine varılarak beraatine karar verilmiştir.
Sanık … hakkında mağdure…’e karşı cinsel istismar ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ile tehdit suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de, sanığın üzerine atılı bu eylemlerle ilgili mağdure ve sanık …’un hazırlık ifadelerinden farklı olarak sanık lehine beyanda bulundukları, mağdure…olay yerine geldikten sonra sanık İsa’nın sahilde bir köşede içki içtiğinin beyan edildiği, sanık İsa içki içerken ayrı bir yerde Nissan marka araç içerisinde diğer eylemlerin gerçekleştiği, sanık İsa’nın araç içerisinde ve araçtan çıktıktan sonra sanık … tarafından gerçekleştirilen eylemlere bilinçli olarak katıldığına, yardım ettiğine yönelik sanığın cezalandırılmasına yeter delil bulunmadığı, beyanlar arasındaki çelişki sebebiyle sanığın durumunun şüphe arzettiği kanaatine varıldığından sanığın bu suçlardan beraatine karar verilmiştir.
Sanık … hakkında ayrıca mağdureye karşı mala zarar verme suçundan kamu davası açılmış ise de, bu suçun şikayete bağlı olduğu, mağdurenin de yargılama aşamasında şikayetinden vazgeçtiği anlaşıldığından sanık hakkındaki kamu davasının düşmesine karar verilmiştir.
Sanık …’un kullanımında olan ve cinsel istismar eyleminin içinde gerçekleştiği … … plaka sayılı Nissan marka aracın müsaderesine karar verilmesi talep edilmiş ise de, aracın müsaderesine yönelik şartların oluşmadığı, aracın ‘suçun işlenmesinde kullanılan eşya’ niteliğinde bulunmadığı, eşyanın ‘suçun işlenmesine tahsis edilen’ durumunda kabul edilebilmesi için ise suça konu aracın devamlı cinsel istismar suçunun işlenmesine tahsis edilen bir eşya niteliğinde bulunması gerektiği, halbuki dosyamıza konu olan olayda, olayın gelişimi itibariyle suça konu aracın kullanıldığı, münhasıran aracın bu iş için özgülendiğine dair delil bulunmadığı anlaşıldığından aracın iadesine karar verilmiştir…”,
Gerekçesiyle direnerek önceki hükümdeki gibi mağdure …’a yönelik olarak sanık …’un çocuğun nitelikli cinsel istismarı, sanık …’un ise kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan beraatlerine karar vermiştir.
Bu hükmün de Cumhuriyet savcısı ve mağdure vekili tarafından tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C.Başsavcılığının 11.01.2014 gün ve 381130 Sayılı “bozma” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Sanık … hakkında mağdure …’a yönelik çocukların cinsel istismarı ve şikâyetçi sanık….’ya yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, sanık … hakkında şikâyetçi sanık …’ya yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan kurulan mahkûmiyet ve şikâyetçi sanık … hakkında mağdure …’a yönelik çocukların cinsel istismarı suçundan ceza verilmesine yer olmadığına dair hükümler Özel Dairece onanmak, sanık … hakkında mağdure …’a yönelik mala zarar verme suçundan şikâyetten vazgeçme sebebiyle kamu davasının düşmesi, sanık … hakkında mağdure …’a yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan kurulan beraat hükümleri temyiz edilmeksizin, sanık … hakkında mağdure … ve şikâyetçi sanık …’ya yönelik şantaj suçundan kurulan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı da itiraz edilmeksizin kesinleşmiş olup direnmenin kapsamına göre mağdure …’a yönelik olarak sanık …’un çocuğun nitelikli cinsel istismarı, sanık …’un ise kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan kurulan beraat hükümleri ile sınırlı olarak mümeyyiz olan mağdurenin kovuşturma aşamasında şikâyetinden vazgeçmesi, gerek kendisinin gerekse de adına herhangi bir temsilcisinin usulüne uygun biçimde başvuruda bulunarak katılan sıfatını kazanmaması sebebiyle baro tarafından görevlendirilen vekilinin hükmü temyize hakkı bulunmadığından, temyiz talebinin 5320 Sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 Sayılı CMUK’nun 317. maddesi uyarınca reddine karar verilerek Cumhuriyet savcısının temyizine hasren inceleme yapılmıştır.
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; mağdure …’a yönelik olarak sanık …’un çocuğun nitelikli cinsel istismarı, sanık …’un ise kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine dair ise de; Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca direnme hükmü kurulurken hazır bulunan sanıklara son sözlerinin sorulmaması suretiyle savunma haklarının sınırlanıp sınırlanmadığı ve direnme hükmünün yasal ve yeterli gerekçeyi taşıyıp taşımadığı hususlarının öncelikle değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Yerel mahkemece bozmadan sonra yapılan yargılamada Cumhuriyet savcısının bozma ilamına dair görüşünü açıklamasından sonra yargılamanın bitirilerek hazır bulunan sanıklara son sözleri sorulmadan ve yargılama süreci ile ilgili bilgi verilip sadece önceki kararın usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmekle yetinilerek bozma kararına niçin uyulmadığı açıklanmadan kesinleşen hükümleri de kapsayacak biçimde ilk hükümde gösterilenler ile tamamen aynı gerekçeyle direnme kararı verildiği anlaşılmaktadır.
1412 Sayılı CMUK’nun 251. maddesine benzer düzenlemeler içeren 5271 Sayılı CMK’nun 216. maddesinin son fıkrasında; “Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir” düzenlemesi yer almaktadır. Bu hüküm gereğince katılmış olduğu takdirde son söz mutlaka sanığa verilerek duruşma bitirilecektir. Ceza Genel Kurulunun 03.03.2015 gün-170-20; 03.06.2014 gün ve 1207-309; 29.01.2013 gün ve 1406-30; 28.04.2009 gün ve 77-111; 29.01.2008 gün ve 193-7; 04.12.2007 gün ve 246-261; 25.04.2006 gün ve 3-124 ile 06.07.2004 gün ve 138-159; sayılı kararlarında da belirtildiği üzere; savunma hakkı ile yakından ilgili bulunan bu usul kuralı emredici nitelikte olup, uyulmaması kanuna mutlak aykırılık oluşturmaktadır. Ceza muhakemesinde sanığın en önemli hakkı savunma hakkı olup, hazır olduğu oturumda son söz sanığa verilmeden hüküm kurulması savunma hakkının sınırlanması sonucunu doğurmaktadır.
Temyiz merciince verilen bozma kararlarından sonra ilk derece mahkemelerince yargılamaya devam olunduğunda dava henüz sonuçlanmamış bulunduğundan, ilk defa hüküm kurulurken “son sözün sanığa verilmesi” kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamada da kamu davasının kesintisizlik ve süreklilik ilkesinin doğal sonucu olarak aynen geçerlidir. Kovuşturmanın sona erdirilmesi ve hükmün tesis ve tefhimine geçilmesi öncesinde, son konuşan tarafın hazır bulunan sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken “en son sözün sanığa verilmesi” kuralına uyulmaması, bu durumlarda da 5271 Sayılı CMK’nun 216. maddesinin 3. fıkrasına aykırılık oluşturacaktır.
Nitekim öğretide; “Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi (hukuka kesin aykırılık) ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır” (Nurullah Kunter, ….. Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Bası, Beta Yayınları, İstanbul 2014, s. 1484); “Hüküm (karar) safhasına geçmeden önce son söz hazır bulunan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm (CMK’nun 216/3) silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin bir gereği olarak düzenlenmiş ve uyulması zorunlu emredici bir hükümdür… Son söz hakkının sanığa verilmesi, bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır.” (Yener Ünver, Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, cilt: 2, s. 146 ve 149) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir.
Öte yandan Ceza Genel Kurulunun yerleşmiş uygulamalarına göre de, bir karar bozulmakla tamamen ortadan kalkacağından, yerel mahkeme tarafından CMK’nun 34, 230 ve 232. maddeleri uyarınca yeniden usulüne uygun olarak hüküm kurulması, bunun yanında direnmeye dair gerekçenin de gösterilmesi gerekmektedir.
Bu açıklamalar ışığında ön sorunların değerlendirilmesinde;
Bozmadan sonra yapılan yargılamada Cumhuriyet savcısının bozma ilamına dair görüşünü açıklamasından sonra yargılamanın bitirilerek hükmün tefhim edildiği göz önüne alındığında, hazır bulunan sanıklara son sözlerinin verilmemesi 5271 Sayılı CMK’nun 216/3. maddesine aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının sınırlanması sonucunu doğuran bu usule aykırılık sebebiyle yerel mahkeme direnme kararında isabet bulunmamaktadır.
Diğer taraftan yerel mahkemece, bozulmakla ortadan kalkan eski hükümde direnilmesine karar verildikten sonra, bozma kararına niçin uyulmadığı açıklanmadan kesinleşen suçları da kapsayacak biçimde ilk hükümde gösterilenler ile tamamen aynı gerekçeyle direnme kararı verilmesi de usul ve kanuna aykırıdır.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün, saptanan bu usuli nedenlerden dolayı sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmedir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1-) Çarşamba Ağır Ceza Mahkemesi’nin 25.09.2013 gün ve 152-176 Sayılı direnme hükmünün, hazır bulunan sanıklara son sözlerinin verilmemesi ve usul ve kanuna uygun olarak direnme gerekçeleri gösterilmeden karar verilmesi isabetsizliklerinden sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2-) Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 09.02.2016 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
3. CEZA DAİRESİ
E. 2015/14163
K. 2015/30986
T. 4.11.2015
DAVA : Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunarak;
Gereği görüşülüp düşünüldü;
KARAR : O yer Cumhuriyet savcısının temyiz itirazlarının sanık lehine olduğu anlaşılarak yapılarak incelemede;
Sanık hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasından sonra, sanığın denetim süresi içerisinde kasıtlı bir suç işlemesi nedeniyle 5271 sayılı CMK’nin 231/11. maddesi gereğince önceki hükmün aynen açıklanması ile yetinilmesi gerekirken, 5237 sayılı TCK’nin 51. maddesi gereğince ertelenmesine karar verilmesi aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;
1) Karar duruşmasında hazır bulunan sanığa esas hakkındaki savunmasının ve son sözünün sorulmaması suretiyle 5271 sayılı CMK’nin 216/3. maddesine muhalefet edilmesi,
2) Kabule göre de; sanığa hükmedilen kısa süreli hapis cezasının 5237 sayılı TCK’nin 51. maddesi gereğince ertelendiği halde TCK’nin 53/4. maddesine aykırı olarak TCK’nin 53/1. maddesindeki haklardan yoksun bırakılmasına karar verilmesi,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, o yer Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi ile yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca istem gibi BOZULMASINA, 04/11/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
3. CEZA DAİRESİ
E. 2015/18641
K. 2015/29337
T. 21.10.2015
DAVA : Mahalli mahkemece bozma üzerine verilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunarak;
Gereği görüşülüp düşünüldü;
KARAR : Sanığın sarfına sebebiyet verdiği, yargılama gideri miktarının, 6183 sayılı Kanunun 106. maddesindeki terkin sınırları içinde kalması nedeniyle, bu giderin 6352 sayılı Kanunun 100. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nin 324/4. maddesi uyarınca Devlet Hazinesine yüklenmesine karar verilmesi gerektiği gözetilmemiş ise de, bu husus kararın kesinleştirilmesi aşamasında mahkemesince dikkate alınabileceğinden bozma nedeni yapılmamıştır.
Diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;
1- Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141/3, 5271 sayılı CMK’nin 34, 230 ve 289. maddeleri uyarınca, mahkeme kararlarının Yargıtay denetimine olanak sağlayacak şekilde açık olması ve Yargıtay’ın bu işlevini yerine getirebilmesi için kararın dayandığı tüm kanıtların, bu kanıtlara göre mahkemenin ulaştığı sonuçların, iddia, savunma ve dosyadaki diğer belgelere ilişkin değerlendirmelerin, sanıkların eylemlerinin ne olduğunun açık olarak gerekçeye yansıtılması gerekirken bu ilkelere uyulmadan gerekçeden yoksun olarak yazılı şekilde hüküm kurulması,
2- Bozma kararına uyulduktan sonra sanığa son sözünün sorulmaması suretiyle CMK’nin 216/3. maddesine muhalefet edilmesi,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi ile yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca isteme uygun olarak BOZULMASINA, 21.10.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
17. CEZA DAİRESİ
E. 2015/8941
K. 2015/6837
T. 6.10.2015
DAVA : Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle incelenerek, gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : O yer Cumhuriyet savcısının 13.11.2008 tarihli temyiz talebinin, sanıklar lehine olduğu kabul edilerek yapılan temyiz incelemesinde;
Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 22.1.2013 tarih 2013/19 Karar sayılı kararında vurgulandığı üzere, 5271 Sayılı CMK nın 216/3. maddesinde, “hükümden önce son sözün, hazır bulunan sanığa verileceğinin” düzenlendiği, son sözün sanığa sorulmasının yasa tarafından sanığa tanınmış bir hak olup, bu hakkın bizzat sanık tarafından kullanılması gerektiği değerlendirilmekle, sanıklar … ve …’ın hazır olmadığı karar oturumunda son sözün sanıklar yerine geçmek üzere müdafiilerinden sorulmaması sebebiyle bozma talep eden tebliğnamedeki düşünceye iştirak edilmemiştir.
Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve hakimin takdirine göre; atılı suçun sanıklar tarafından işlendiğini kabulde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmış, diğer temyiz nedenleri yerinde görülmemiştir.
Ancak,
1-)Dosya kapsamından, 19.10.2005 günü müşteki …’ın, …’ İstanbul Şubesi nezdinde bulunan hesabına, internet şifresi kırılmak suretiyle girilerek, hesapta bulunan 5000 Amerikan Dolarının sanık … adına açılı bulunan aynı bankanın …’ Şubesi nezdindeki hesaba havale edildiği, karı-koca olan sanıklar … ve …’ın, aynı gün parayı çekmek üzere bankaya gittiklerinde, ilgili banka tarafından hesaba bloke uygulanması sebebiyle parayı çekemeden yakalandıkları; 13.12.2005 günü müşteki …’nın …’ Bankası …’ Şubesi nezdinde bulunan hesabına internet şifresi kırılmak suretiyle girilerek, hesapta bulunan 3700 TL nin sanık … adına açılı … …’ Şubesi nezdindeki hesaba EFT edildiği, suça konu paranın aynı gün sanık … tarafından çekildiği; 13.12.2005 günü müşteki …’ın …’ Bankası …’ Şubesi nezdinde bulunan hesabına internet şifresi kırılmak suretiyle girilerek, hesapta bulunan 4950 TL nin sanık … adına açılı
…’ …’ Şubesi nezdindeki hesaba EFT edildiği, suça konu paranın aynı gün sanık … tarafından çekildiği; aralarında 5271 Sayılı CMK nın 11. maddesi uyarınca geniş bağlantı bulunduğu kabul edilen dava dosyalarının birleştirilerek görülmesine karar verildiğinin anlaşılması karşısında, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 17.11.2009 gün ve 193/268 Sayılı kararında açıklandığı üzere; sanıklar … ve …’ın, müşteki …’a yönelik eylemleri ile sanık …’un, müştekiler … ve …’a yönelik eylemlerinin ayrı ayrı olmak üzere 5237 Sayılı TCK’nın 142/2-e maddesinde öngörülen “bilişim sisteminin kullanılması suretiyle hırsızlık” suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi,
2-)Müşteki …’ın, …’Şubesi nezdinde bulunan hesabındaki 5000 Amerikan Dolarının sanık … adına açılı bulunan aynı bankanın …’Şubesi nezdindeki hesaba havale edilmesi ile birlikte atılı bilişim sisteminin kullanılması suretiyle hırsızlık suçunun tamamlandığı, suça konu paranın sonradan ilgili bankanın hesaba bloke koyması sebebiyle sanıklar … ve … tarafından nakit olarak çekilmemesinin, atılı suça teşebbüs olarak değerlendirilemeyeceğinin anlaşılması karşısında sanıklar … ve … hakkın kurulan hükümlerde TCK nın 35. maddesi uygulanmak suretiyle ceza indirimine gidilmesi,
3-)Müşteki …’nın talimat mahkemesindeki beyanı okunarak, kamu davasına katılma talebinde bulunduğunun 27.5.2008 tarihli oturum tutanağına derc edildiği, aynı oturumda hazır bulunan sanık … ve müdafiine ise bu hususta diyecekleri sorulmadan, katılma kararı verilmek suretiyle 5271 Sayılı CMK nın 238/3. maddesine aykırılık oluşturulması,
4-)Sanıklar … ve … hakkında TCK nın 158/1-f maddesinin tatbiki ile sanıkların neticeten 1 yıl 3 ay hapis cezası ile 5679 TL adli para cezası ile mahkumiyetlerine karar verildiği, aynı Kanun’un 51. maddesi uyarıca adli para cezaları ertelenemez ise de, hüküm fıkrasında, hapis ve adli para cezası ayrımı gösterilmeksizin “verilen cezaların ertelenmesine” şeklinde karar verilmesi,
5-)Kasten işlemiş oldukları suçlar dolayısıyla hapis cezalarıyla mahkûmiyetin yasal sonucu olarak sanıkların, 5237 Sayılı TCK’nın 53/1.maddesinin (a), (b), (c), (d), (e) bentlerinde yazılı haklardan aynı maddenin 2. fıkrası uyarınca cezalarının infazı tamamlanıncaya kadar, kendi alt soyları üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından ise anılan maddenin 3. fıkrası uyarınca mahkûm oldukları hapis cezalarından koşullu salıverilinceye kadar yoksun bırakılmalarına karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde hüküm kurulması,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanıklar …, … ve … müdafiileri ile o yer Cumhuriyet savcısının temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan sebeple tebliğnameye kısmen uygun olarak BOZULMASINA, ceza süresi bakımından 5320 Sayılı Kanun’un 8/1.maddesi yollamasıyla 1412 Sayılı CMUK’nun 326/son maddesi uyarınca sanıkların kazanılmış haklarının gözetilmesine, 06.10.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2008/1-172
K. 2009/26
T. 17.2.2009
• KASTEN ÖLDÜRME ( Sanığın Oturumda Hazır Bulunmaması Halinde Hükümden Önce Son Sözün Hazır Bulunan Müdafiiye Verileceği )
• SON SÖZ HAKKI ( Sanığın Oturumda Hazır Bulunmaması Halinde Hükümden Önce Son Sözün Hazır Bulunan Müdafiiye Verilmesi Gereği )
( Sanığın Oturumda Hazır Bulunmaması Halinde Hükümden Önce Son Sözün Hazır Bulunan Müdafiiye Verilmemesinin Hukuka Aykırı Olduğu ) 5271/m.226 5237/m.81
ÖZET : Kasten öldürme suçundan sanık hakkında; sanığın oturumda hazır bulunmaması halinde hükümden önce son sözün, hazır bulunan müdafie verilmesi zorunludur. Savunma hakkı ile yakından ilgili bulunan bu zorunluluğa uyulmaması yasaya aykırıdır.
DAVA : Kasten öldürme suçundan sanık İsa Ç.’ın 765 sayılı TCY’nın 449/1, 59, 31 ve 33. maddeleri uyarınca 30 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesince verilen 17.01.2006 gün ve 80-3 sayılı resen temyize tabi olan hüküm, sanık müdafii tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 27.06.2007 gün ve 2006/7197-5238 sayı ile;
“… Olay günü maktulün evinde ölü olarak bulunduğu, 24.03.2004 tarihli ölü muayene tutanağına göre saat 22.00-23.00 arasında ölmüş olabileceğinin belirtildiği, tanık beyanlarına göre muhtemelen ölüm saatinde sanığın kardeşleri ile birlikte işlettiği lokantada ve tanık Suat’ın büfesinde olduğu, saat 23.00 civarında maktulün eve gelen çocuklarının cesedi bulduğu, yengeleri olan tanık Dursel’e haber verdikleri, tanık Dursel’in, ilk bakışta maktulün düştüğünü sanması üzerine sanığın çalıştığı lokantaya telefon açtığı, sanığın kardeşi Abdullah’a eve gelmelerini söylediği, bu sırada lokantada olan sanığın da ölüm olayından bu şekilde haberdar olduğu, sanığın aşamalardaki inkara yönelik savunmalarına, savunmayı doğrulayan tanık beyanlarına, fenni kanıtlara, sanığın oğlu olan 8 yaşındaki tanık Halil Mert Ç.’ın 27.06.2005 tarihli keşifte tanıklıktan çekildiği, önceki beyanlarının birbirleriyle çelişkili olduğu, olayın görgü tanığı olmadığı gibi maktulün tırnak arası svaplarından alınan numunenin, sanık ve maktulden başka üçüncü bir kişiye ait olduğunun belirlendiği, sanığın eşi olan maktulü öldürdüğüne dair mahkumiyetine yetecek kesin ve inandırıcı delil de olmadığı anlaşılmakla beraatına karar verilmesi gerekirken yetersiz gerekçelerle mahkumiyetine karar verilmesi…”,
İsabetsizliğinde bozulmuştur.
Yerel mahkeme ise 29.11.2007 gün ve 96-248 sayı ile ilk hükmünde direnmiştir.
Resen temyize tabi olan bu hükmün de Cumhuriyet Savcısı ve sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C.Başsavcılığının 19.06.2008 gün ve 105541 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay 1. Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca yürürlükte olan 1412 sayılı CYUY’nın 318. maddesinde, Ceza Genel Kurulunda incelemenin duruşmalı yapılabileceğine ilişkin bir hüküm yer almadığından, sanık müdafiinin temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına dair isteminin CYUY’nın 318. maddesi uyarınca reddine karar verildikten sonra dosya üzerinden yapılan incelemede;
Resmi nikahlı eşi Serap Ç.’ı kasten öldürme suçundan sanık İsa Ç.’ın, mahkumiyetine karar verilen somut olayda çözümü gereken uyuşmazlık, sanığın atılı suçu işleyip işlemediği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlık konusu değerlendirilmeden önce, direnme kararının usulüne uygun olarak verilip verilmediğinin saptanması gerekir.
İncelenen dosya içeriğine göre;
Bozmadan sonra sanık ve katılana usulüne uygun olarak davetiye tebliğ edilmiş, sanık 30.10.2007 tarihli oturuma katılarak müdafii huzurunda bozma ilamına uyulmasını talep etmiştir. Oturum C.Savcısının dosyayı inceleyip mütalaa beyanı için 29.11.2009 tarihine ertelenmiştir.
Bu oturuma sanık katılmamış, sanık müdafii ve katılan vekili iştirak etmiştir. Mahkeme önce sanık müdafiine, sonra katılan vekiline, en son da C.Savcısına bozma konusunda diyeceklerini sorarak bozma ilamına direnilmesine ara karar şeklinde karar vermiş, sonra da kimseye söz vermeden duruşmayı bitirerek direnme hükmü kurmuştur.
1412 sayılı CYUY’nın 251. maddesine paralel bir düzenleme getiren 5271 sayılı CYY’nın “delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesinde; ” ( 1 ) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanuni temsilcisine verilir.
( 2 ) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanuni temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanuni temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.
( 3 ) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir.” hükmü bulunmaktadır. Bu maddenin birinci fıkrasında ortaya konulan kanıtlarla ilgili tartışmada hazır bulunan taraflara hangi sıraya göre söz verileceği, ikinci fıkrada taraflara tanınan karşılıklı cevap hakkı düzenlenmiş, son fıkrada da son sözün sanığa verileceği kuralı getirilmiş bulunmaktadır.
Savunma hakkı Anayasamızın 36. maddesinde güvence altına alınarak, herkesin meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Sanık bu hakkını bizzat kullanabileceği gibi müdafii ile de kullanabilir. Nitekim ülkemizin de kabul ettiği İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin adil yargılanma hakkının asgari koşullarını gösteren 6. maddesinin 3/c bendinde; sanığın, müdafii tayin etme yetkisi ile belirli koşullarda müdafiiden ücretsiz yararlanabilme hakkı bulunduğu belirtilmiştir. Bu açıdan, savunma hakkı “meşru bir yol”, müdafii de savunma hakkının kullanılması bakımından “meşru bir araçtır”.
5271 sayılı CYY’nın 2/1-c maddesinde; şüpheli veya sanığın ceza yargılamasında savunmasını yapan avukat olarak tanımlanan müdafii, ceza yargılamasını yürüten makamlar önünde şüpheli veya sanığın savunulması görevini üstlenen ve bazı niteliklere sahip olması gereken şüpheli veya sanığın yardımcısıdır ( CENTEL/ZAFER, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. bası, Beta Yayınları, İstanbul, 2008, s.159, ÖZTÜRK/ERDEM, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. bası, Seçkin Yayınları, Ankara, 2006, s.310-311 ).
1412 sayılı CYUY kişisel savunmada kural olarak ihtiyari müdafiilik sistemini benimsemiş, sınırlı bazı hallerde ise kişilerin kendilerini yeterince savunamayacakları ve kamusal bir kurum olan savunmanın zaafa uğrayacağı kabulünden hareketle zorunlu müdafiilik sistemini getirmiştir. 5271 sayılı CYY ise zorunlu müdafiilik sistemini, istisna olmaktan çıkararak adeta kural haline getirecek derecede genişletmiştir. Bu Yasaya göre; müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın, çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması ( 150/2. md. ), soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının 5 yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi ( 150/3. md. ), resmi bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması ( 74/2. md. ), tutuklama talebiyle mahkemeye sevkedilmesi ( 101/3. md. ), davranışları nedeniyle hazır bulunması halinde duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokan sanığın yokluğunda duruşma yapılması ( 204/1. md. ) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması ( 247/3. md. ) hallerinde müdafii görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.
Aynı Yasanın, 147. maddesinde; şüphelinin müdafii seçme hakkının bulunduğu, onun hukuki yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceğini kendisine bildirilmesi gerektiği, 148. maddesinde; müdafii hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifadenin, hakim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamayacağı, 149. maddesinde; şüphelinin, soruşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabileceği, avukatın şüpheli ile görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkının engellenemeyeceği ve kısıtlanamayacağı, 153. maddesinde; müdafiin, soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebileceği ve istediği belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabileceği, şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve şüphelinin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında kısıtlama yapılamayacağı, 154. maddesinde; şüphelinin vekaletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebileceği hükme bağlanmıştır.
Öte yandan CYY’nın suç niteliğinin değişmesi durumunda ek savunma hakkı verilmesine ilişkin 226. maddesinin 4. fıkrasında, ek savunma hakkına ilişkin yazılı bildirimlerin varsa müdafie yapılacağı belirtildikten sonra “müdafii sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanır” hükmü getirilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığın yokluğunda ya da yanında, duruşmada onu temsil eden müdafiine “son söz hakkı” verileceğine ilişkin açık bir usul kuralı, gerek 1412 sayılı CYUY’nda gerekse 5271 sayılı CYY’nda yer almamaktadır. Ancak ceza yargılaması yasasının her konuyu ayrıntısıyla düzenlemesi beklenmemelidir. Bu nedenle usul yasalarının düzenlemediği alanlar kişi hak ve özgürlüklerine aykırı olmamak ve yasanın ruhuna uygun olmak koşuluyla yorum ve kıyasla doldurulabilmektedir.
5271 sayılı CYY’nın 226/4. maddesinde ek savunma hakkının verilmesi konusunda, müdafiin sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanmasına ilişkin getirilen kuralın, olayımızda da kıyasen uygulanma olanağı bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak ta CYY’nın 216/3. maddesi uyarınca sanığın oturumda hazır bulunmaması halinde hükümden önce son sözün, hazır bulunan müdafie verilmesi zorunludur. Savunma hakkı ile yakından ilgili bulunan bu zorunluluğa uyulmaması yasaya mutlak aykırılık oluşturmaktadır. Ceza yargılamasında sanığın en önemli hakkı savunma hakkı olup, bu hak hiçbir şekilde kısıtlanamaz.
Bu itibarla, sanığın hazır bulunmadığı son oturumda C.Savcısının beyanının tespitinden sonra hazır bulunan sanık müdafiine son sözün verilmemesi savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup, yerel mahkeme direnme hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin, belirtilen usul yanılgısı nedeniyle bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım Kurul Üyeleri ise “sanığın yokluğunda onu temsil eden müdafiine hükümden önce son sözün verilmesine gerek bulunmadığı,” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- Osmaniye 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 29.11.2007 gün ve 96-248 sayılı direnme hükmünün belirtilen usule aykırılık nedeniyle sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 10.02.2009 günü yapılan birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından 17.02.2009 günü yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
T.C.
YARGITAY
5. CEZA DAİRESİ
E. 2013/6783
K. 2015/8275
T. 16.3.2015
• GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA ( Hükümden Önce Son Sözün Hazır Bulunan Sanığa Verileceği – Kararın Verildiği Oturumda Hazır Olan Sanıkların Müdafiilerinden Son Sözleri Sorulmadan Karar Verilemeyeceği )
• SANIK MÜDAFİİLERİNDEN SON SÖZLERİ SORULMADAN KARAR VERİLMESİ ( Hükümden Önce Son Sözün Hazır Bulunan Sanığa Verileceği – Kararın Verildiği Oturumda Hazır Olan Sanıkların Müdafiilerinden Son Sözleri Sorulmadan Karar Verilemeyeceği/Görevi Kötüye Kullanma )
• DELİLLERİN TARTIŞILMASI ( Görevi Kötüye Kullanma – Hükümden Önce Son Sözün Hazır Bulunan Sanığa Verileceği/Kararın Verildiği Oturumda Hazır Olan Sanıkların Müdafiilerinden Son Sözleri Sorulmadan Karar Verilemeyeceği )
5237/m. 257
5271/m. 216/3
ÖZET : Sanıkların görevlerini kötüye kullandıkları iddia edilmiştir.
Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir. Kararın verildiği oturumda hazır olan sanıklar müdafiilerinden son sözlerinin sorulmaması suretiyle yasaya aykırı davranılması isabetsizdir.
DAVA : Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:
KARAR : Sanıklardan F. A.’ın Kuşadası Belediye Başkanı, sanık E. S.’ın belediye meclis üyesi ve başkan vekili, sanık H. A.’ın zabıta müdür vekili, sanık M. T.’ın ise zabıta görevlisi olarak görev yaptıkları, olay tarihinde sanık F. A.’ın, sanıklardan E. S.’ın yönlendirmesiyle diğer sanıklara Kuşadası liman girişinde bulunan katılan şirkete ait büronun önüne danışma masası konulması için talimat verdiği, danışma masasında görev yapan sanık M. T.’ın, limanda inen turistleri taksicilere yönlendirerek, 1618 Sayılı Yasaya uygun şekilde turizm acenteliği yapan katılan şirketin faaliyetini engellediği, bu suretle sanıkların görevlerini kötüye kullandıkları iddia edilen olayda;
Ayrıntıları, Ceza Genel Kurulunun 17.2.2009 gün ve 2008/1-172 Esas, 2009/26 Sayılı Kararında açıklandığı gibi, kararın verildiği oturumda hazır olan sanıklar F. A. ve H. A. müdafiilerindenson sözlerinin sorulmaması suretiyle C.M.K.nın 216/3. maddesine aykırı davranılması,
Aydın Valiliği’nin görevlendirmesi üzerine 31.7.2008 tarihli araştırma raporunu düzenleyen kontrol memurunca beyanlarına başvurulan ve esasa etkili anlatımda bulunan profesyonel turist rehberleri E. S., G. K., Y.T. G., T. B., S. A., A. Ş., N. Ç., Ç. G. ve B. H. T.’ la diğer görevliler O. P., R. B. ve Ö. Y.’in mahkemece yöntemince çağrılarak tanık sıfatıyla dinlenmelerinden sonra sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerektiği gözetilmeden eksik inceleme ve yetersiz gerekçelerle yazılı şekilde beraat kararları verilmesi,
SONUÇ : Kanuna aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükümlerin 5320 Sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek C.M.U.K.nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 16.03.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2014/1-170
K. 2015/20
T. 3.3.2015
• SANIĞA SON SÖZÜ SORULMAMASI SURETİYLE SAVUNMA HAKKININ KISITLANIP KISITLANMADIĞI ( Bozmadan Sonra Yapılan Yargılamada Cumhuriyet Savcısının Bozma İlamına İlişkin Görüşünü Açıklamasından Sonra Yargılamanın Bitirilerek Hükmün Tefhim Edildiği – Savunma Hakkının Sınırlanması Sonucunu Doğuran Bu Usule Aykırılık Nedeniyle Direnme Kararında İsabet Bulunmadığı )
• SAVUNMA HAKKININ KISITLANMASI ( Bozmadan Sonra Yapılan Yargılamada Cumhuriyet Savcısının Bozma İlamına İlişkin Görüşünü Açıklamasından Sonra Yargılamanın Bitirilerek Hükmün Tefhim Edildiği – Direnme Hükmünün Hazır Bulunan Sanığa Son Sözün Verilmemesi İsabetsizliğinden Bozulacağı )
• DİRENME HÜKMÜNÜN HAZIR BULUNAN SANIĞA SON SÖZÜN VERİLMEMESİ İSABETSİZLİĞİNDEN BOZULMASI ( Savunma Hakkının Kısıtlanması – Bozmadan Sonra Yapılan Yargılamada Cumhuriyet Savcısının Bozma İlamına İlişkin Görüşünü Açıklamasından Sonra Yargılamanın Bitirilerek Hükmün Tefhim Edildiği/Sanığa Son Sözün Verilmemesinin Bozma Nedeni Olduğu )
• HAZIR BULUNAN SANIĞA SON SÖZÜNÜN SORULMASI / SAVUNMA HAKKI ( Bozmadan Sonra Yapılan Yargılamada Cumhuriyet Savcısının Bozma İlamına İlişkin Görüşünü Açıklamasından Sonra Yargılamanın Bitirilerek Hükmün Tefhim Edilmesinin 5271 S. C.M.K.’nun 216/3. Md. Aykırılık Oluşturduğu ) 5271/m.216/3
ÖZET : uyuşmazlık; sanığa son sözü sorulmaması suretiyle savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığının belirlenmesine ilişkindir. Bozmadan sonra yapılan yargılamada Cumhuriyet savcısının bozma ilamına ilişkin görüşünü açıklamasından sonra yargılamanın bitirilerek hükmün tefhim edildiği göz önüne alındığında, hazır bulunan sanığa son sözün verilmemesi 5271 sayılı CMK’nun 216/3. maddesine aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının sınırlanması sonucunu doğuran bu usule aykırılık nedeniyle yerel mahkeme direnme kararında isabet bulunmamaktadır. Bu itibarla, direnme hükmünün hazır bulunan sanığa son sözün verilmemesi isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
DAVA : Sanık K. A. hakkında olası kastla öldürme suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılaması neticesinde eylemin bilinçli taksirle ölüme neden olma suçunu oluşturduğu kabul edilerek 5237 sayılı TCK’nun 85/1, 22/3, 31/3, 62 ve 54. maddeleri uyarınca 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve müsadereye ilişkin, Çarşamba Ağır Ceza Mahkemesince verilen 19.10.2011 gün ve 285-179 sayılı hükmün sanık müdafii, katılanlar vekili ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 26.12.2012 gün ve 2012/4421 – 9985 sayı ile;
“… Sanığın kalabalık nişan töreni sırasında, hedef gözetmeksizin, iki-üç el tabancayla havaya ateş ettiği sırada, çevrede bulunan kişi ya da kişilerin de isabet alıp yaralanabileceğini ya da ölebileceğini öngörmesine rağmen, atışlarına devam ettiği, bir ara tabancanın tutukluk yapması nedeniyle tabancayı yere parelele yakın vaziyette tuttuğu ve bu sırada da tetiğe basmak suretiyle yeniden ateş eden sanığın, kendisine yaklaşık 5,5 metre mesafede, sandalye üzerinde oturan ve aralarında hiçbir husumet bulunmayan maktulü baş bölgesinden tek isabetle vurup öldürmesi eyleminde, olası kastla hareket ettiğinin kabulü gerektiği halde, suç vasfında yanılgıya düşülerek bilinçli taksirle insan öldürme suçundan hüküm kurulması…”,
İsabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 27.02.2013 gün ve 28-35 sayı ile;
“… İlk olarak maktulün ölümüne yönelik eylemin nitelemesini yaptığımızda; gerek SSÇ’nin aşamalardaki anlatımı, gerek tanık Bilal Kapkara’nın ‘Kadir silahı havaya doğru kaldırdı, 2 veya 3 el havaya doğru ateş etti, 2-3 el ateş edince silah tutukluk yaptı, bunun üzerine Kadir tabancayı yukarıdan indirerek bel hizasına yere parelel şekilde indirdi, bu sırada namlu karşısını gösteriyordu, diğer eliyle tabancanın olduğu ele hiç temas olmaksızın tabancayı tuttuğu elinin işaret parmağı tetiğe dokundu ve silah ateş aldı, bu sırada birinin vurulduğunu söylediler’ şeklindeki beyanı, tanık Mehmet Kaya’nın ‘bir anda baktığımda havaya iki el ateş etti, sonra tabancayı yere çapraz vaziyette tuttu, yani namlunun ucu yere çapraz vaziyette bakıyordu, tek eliyle silahı tutuyordu, namluyu yere doğru tuttuğunda bir patlama sesi daha duydum’ şeklindeki beyanı, dosyadaki maddi deliller ve otopsi raporu, olay yeri inceleme raporu birlikte değerlendirildiğinde; SSÇ’nin kasten öldürme suçunu ya da olası kasıt ile adam öldürme suçunu işlediğine dair delil bulunmadığı, olası kasıt ile adam öldürme suçunun oluşması için SSÇ’nin ‘olursa olsun – ölürse ölsün’ mantığı ile hareket ederek herhangi birine hedef gözetmeksizin, ancak birilerinin de muhtemel ölümü sonucunu doğuracak şekilde kasten atış yapmasının gerekli olduğu; örneklemek gerekir ise SSÇ’nin nişan sırasındaki kalabalığı hiçe sayarak topluluk içerisinden bulunduğu yere göre yüksekte olan balkon, tepelik, dam gibi yerlere de isabet edebilecek şekilde oralarda da insanlar olduğunu bilerek ateş etmesi halinde ve birinin isabet alması halinde olası kastın varlığından bahsedilebileceği, yine bir Yargıtay kararında olduğu gibi kişinin balkona çıkıp üst kat balkonununda birilerinin olduğunu da bilmesi gerektiği halde balkondan yukarı doğru ateş etmesi sonucu üst balkondaki kişinin isabet almasında olası kastın varlığından bahsedilebileceği, yine düğünden örnek verecek olursak; kalabalık bir düğünde şahsın sarhoş vaziyette elindeki silahını sağa sola doğru rastgele ateşlemesinde olası kastın varlığından söz edilebileceği değerlendirilmekle olayımızda verilen örneklerinin hiç birisine uygun bir durum bulunmadığı, kezâ SSÇ’nin tabancanın tutukluk yapmasından sonraki davranışının eyleminin kasten yapılmış bir eylem olarak değerlendirilemeyeceği, ancak ağır bir kusurluluk durumundan söz edilebileceği sonucuna ulaşılmış, mekanizmada mermi bulunan silahı bu şekilde kalabalığın olduğu tarafa doğru tutmasının ve tutukluluk durumunu bu şekilde gidermeye çalışmasının ‘neticenin öngörüldüğü ancak istenmediği’ bir hukuki statüye uygunluk gösterdiği…”,
Gerekçesi ile önceki hükümde direnilmesine karar vermiştir.
Bu hükmün de Cumhuriyet savcısı ve katılan Cengiz Beyazoğlu vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “bozma” istekli 12.03.2014 gün ve 138036 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Sanık H. A. hakkında olası kastla öldürme suçundan kurulan beraat hükmü onanmak suretiyle kesinleşmiş ve sanık K. A. hakkında 6136 sayılı Kanuna aykırılık ve genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçlarından açılan kamu davalarının tefrikine karar verilmiş olup, inceleme sanık Kadir hakkında bilinçli taksirle ölüme neden olma suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın bir kişinin ölümüne neden olma eylemini olası kastla mı, bilinçli taksirle mi gerçekleştirdiğinin belirlenmesine ilişkin ise de, Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle direnme hükmü kurulurken hazır bulunan sanığa son sözünün sorulmaması suretiyle savunma hakkının sınırlanıp sınırlanmadığı değerlendirilmiştir.
İncelenen dosya kapsamından;
Özel Dairenin bozma kararından sonra yerel mahkemece sanığın da hazır bulunduğu duruşmada, bozma ilamına karşı önce katılanlar ve vekillerinin diyeceklerinin tespit edildiği, sonra sanıktan sorulduğunda, sanığın “avukatım beyanda bulunacaktır” şeklinde açıklama yapması üzerine sanık müdafiine söz verildiği, sanık müdafiinin “direnilmesine karar verilsin” şeklindeki beyanının ardından en son iddia makamının görüşünün alındığı, hazır bulunan sanığa “son söz” hakkı tanınmadan duruşmaya son verilip direnme hükmünün kurulduğu anlaşılmaktadır.
1412 sayılı CMUK’nun 251. maddesine paralel düzenlemeler içeren 5271 sayılı CMK’nun 216. maddesinin son fıkrasında; “Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir” düzenlemesi yer almaktadır. Bu hüküm gereğince katılmış olduğu takdirde son söz mutlaka sanığa verilerek duruşma bitirilecektir. Ceza Genel Kurulunun 03.06.2014 gün ve 1207-309; 29.01.2013 gün ve 1406-30; 28.04.2009 gün ve 77-111; 29.01.2008 gün ve 193-7; 04.12.2007 gün ve 246-261; 25.04.2006 gün ve 3-124 ile 06.07.2004 gün ve 138-159; sayılı kararlarında da belirtildiği üzere; savunma hakkı ile yakından ilgili bulunan bu usul kuralı emredici nitelikte olup, uyulmaması kanuna mutlak aykırılık oluşturmaktadır. Ceza muhakemesinde sanığın en önemli hakkı savunma hakkı olup, hazır olduğu oturumda son söz sanığa verilmeden hüküm kurulması savunma hakkının sınırlanması sonucunu doğurmaktadır.
Temyiz merciince verilen bozma kararlarından sonra ilk derece mahkemelerince yargılamaya devam olunduğunda dava henüz sonuçlanmamış bulunduğundan, ilk defa hüküm kurulurken “son sözün sanığa verilmesi” kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamada da kamu davasının kesintisizlik ve süreklilik ilkesinin doğal sonucu olarak aynen geçerlidir. Kovuşturmanınsona erdirilmesi ve hükmün tesis ve tefhimine geçilmesi öncesinde, son konuşan tarafın hazır bulunan sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken “en son sözün sanığaverilmesi” kuralına uyulmaması, bu durumlarda da 5271 sayılı CMK’nun 216. maddesinin 3. fıkrasına aykırılık oluşturacaktır.
Nitekim öğretide; “Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi ( hukuka kesin aykırılık ) ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır” ( Nurullah Kunter, Feridun Yenisey, Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Bası, Beta Yayınları, İstanbul 2014, s. 1484 ); “Hüküm ( karar ) safhasına geçmeden önce son söz hazır bulunan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm ( CMK’nun 216/3 ) silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin bir gereği olarak düzenlenmiş ve uyulması zorunlu emredici bir hükümdür… Son söz hakkının sanığa verilmesi, bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır.” ( Yener Ünver, Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, cilt: 2, s. 146 ve 149 ) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, duruşmada hazır bulunan sanığamutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Bozmadan sonra yapılan yargılamada Cumhuriyet savcısının bozma ilamına ilişkin görüşünü açıklamasından sonra yargılamanın bitirilerek hükmün tefhim edildiği göz önüne alındığında, hazır bulunan sanığa son sözün verilmemesi 5271 sayılı CMK’nun 216/3. maddesine aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının sınırlanması sonucunu doğuran bu usule aykırılık nedeniyle yerel mahkeme direnme kararında isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla, direnme hükmünün hazır bulunan sanığa son sözün verilmemesi isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- ) Çarşamba Ağır Ceza Mahkemesinin 27.02.2013 gün ve 28-35 sayılı direnme hükmünün, hazır bulunan sanığa son sözün verilmemesi isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- ) Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.03.2015 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2012/11-1207
K. 2014/309
T. 3.6.2014
• NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK SUÇU ( Savunma Hakkının Kısıtlanması – Yargılamanın Bitirilmesinden Önce Hazır Bulunan Sanıklara Son Sözün Verilmemesi 5271 S. CMK’nun 216/3. Md.sine Aykırılık Oluşturduğundan Savunma Hakkının Sınırlanması Sonucunu Doğuran Bu Usule Aykırılık Sebebiyle Yerel Mahkeme Direnme Kararında İsabet Bulunmadığı )
• SAVUNMA HAKKININ KISITLANMASI ( Nitelikli Dolandırıcılık Suçu – İlk Defa Hüküm Kurulurken Son Sözün Sanığa Verilmesi Kuralı Bozmadan Sonra Başlayan Yargılamada da Kamu Davasının Kesintisizlik ve Süreklilik İlkesinin Doğal Sonucu Olarak Aynen Geçerli Olduğu )
• SON SÖZÜN SANIĞA VERİLMESİ ( Nitelikli Dolandırıcılık Suçu – Son Sözün Hazır Bulunan Sanığa Verilmemesi Mutlak Temyiz Sebebi ve Dolayısıyla Bozma Sebebi Sayıldığı )
• SİLAHLARIN EŞİTLİĞİ İLKESİ ( Nitelikli Dolandırıcılık Suçu – Hüküm Safhasına Geçmeden Önce Son Sözün Hazır Bulunan Sanığa Verilmek Zorunda Olduğu )
5237/m.157/1,255
5271/m.216/3
ÖZET : Sanıklar hakkında görülen dava nitelikli dolandırıcılık suçuna ilişkindir. Cumhuriyet savcısının bozma ilamına ve sanıkların tutukluluk durumlarına dair görüşünü açıklamasından sonra yargılamanın bitirilerek hükmün tefhim edildiği göz önüne alındığında, yargılamanın bitirilmesinden önce hazır bulunan sanıklara son sözün verilmemesi 5271 Sayılı C.M.K.nun216/3. maddesine aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının sınırlanması sonucunu doğuran bu usule aykırılık sebebiyle yerel mahkeme direnme kararında isabet bulunmamaktadır.
DAVA : Nitelikli dolandırıcılık suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda eylemlerin yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçunu oluşturduğu kabul edilerek sanıkların 5237 Sayılı T.C.K.nun 255/1, 62 ve 52. maddeleri uyarınca 11’er kez 1 yıl 15 gün hapis ve çeşitli miktarlarda adli para cezalarıyla cezalandırılmalarına ilişkin, Karşıyaka 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 26.5.2009 gün ve 54-167 Sayılı hükmün Cumhuriyet savcısı, sanıklar ve müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 29.6.2010 gün ve 2010/1199-7632 sayı ile;
“… Karşıyaka İlçesi Belediye Meclis Üyesi olan sanık N. A. ile S. S.’in yeniden düzenlenen Bostanlı pazar yerinde yirmi adet yerin kontenjan olarak Karşıyaka Spor Kulübüne ayrıldığını, kendilerinin de bu yerleri tahsis etmekle görevli ve yetkili olduklarını, işi yapacaklarını söyleyerek katılanlardan para almaktan ibaret eylemlerin suç tarihinde yürürlükte bulunan 5237 Sayılı T.C.K.nun 157/1. maddesindeki suçu oluşturduğu gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi…”,
İsabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 14.9.2010 gün ve 232-224 sayı ile;
“… T.C.K.nun 255. maddesinin gerekçesinde açıkça ‘Kamu görevlisinin görevine girmeyen ve yetkili olmadığı bir işi yapabileceği veya yaptırabileceğinden bahisle kişiden menfaat temin etmesi, bağımsız bir suç olarak tanımlanmıştır. Bu suçun oluşabilmesi için, menfaati temin eden kişinin, yapılmasını arzuladığı işin kamu görevlisinin görevine girmediğini ve bu hususta yetkisi olmadığını bilmesi gerekir. Ancak, kamu görevlisi, özel ilişkileri sebebiyle bu konuda yetkili olan kişilere işi yaptırabileceğine veya herhangi bir şekilde işi yapabileceğine inandırarak menfaat temin etmektedir. Şayet kamu görevlisi, görülmesi istenen iş konusunda kendisi esasen görevli ve yetkili olmadığı halde, görevli ve yetkili olduğundan ve işi yapacağından bahisle kişiyi yanıltarak menfaat temin etmiş ise, artık bu suçun değil, dolandırıcılık suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir. Bu madde kapsamına giren olaylarda kişi, kamu görevlisine sağladığı menfaatin haksız bir menfaat olduğunu bilmektedir. Kişi, yasal olan veya olmayan bir işinin görülmesi amacına yönelik olarak kamu görevlisine bir menfaat temin etmektedir. Söz konusu suç, kamu görevlisinin, görevine girmeyen ve yetkili olmadığı bir işi yapacağı veya yaptıracağı kanaatini uyandırarak menfaat sağlamasıyla tamamlanmış olur. Bu durumda, söz konusu suçun oluşumu açısından, menfaati sağlayan kişinin işinin görülüp görülmediğini araştırmaya gerek yoktur. Söz konusu suçun oluşabilmesi için kamu görevlisinin görevi başında bulunması da gerekmez. Görev mahalli dışında da bu suç oluşabilir. Bu suç açısından önemli olan, haksız menfaati temin eden kişinin bir kamu görevlisi olması ve aslında görevine girmediği bilinen bir işi özel bağlantıları sebebiyle yapabileceğinden söz ederek kişilerden haksız bir menfaat temin etmesidir. Kamu görevlisinin, görülmesi istenen iş konusunda kendisi esasen görevli ve yetkili olmadığı halde, görevli ve yetkili olduğundan ve işi yapacağından bahisle kişiyi yanıltarak menfaat temin etmiş olması halinde ise, dolandırıcılık suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir.’ Hükmüne amir olduğu, buradaki temel ayrım mağdurların subjektif iradesine dayanmaktadır, eğer mağdurlar sanık ya da sanıkların yapacağı işin görevlerine girmediğini biliyorlarsa 5237 Sayılı T.C.K.nun 255. maddesinde düzenlenen yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçu oluşacak, eğer mağdurlar yanıltılarak sanık yada sanıkların yapacağı işin görevlerine girdiği konusunda ikna edilmiş iseler, dolandırıcılık suçu söz konusu olacaktır.
Somut olaya bakıldığında ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde: T.C.K.nun 6/1 -c maddesine göre: kamu görevlisi olan belediye meclis üyesi N. A.’nun görevine girmeyen ve yetkili olmadığı anlaşılan pazar yeri dağıtımı işi yapabileceğini ve yaptırabileceğini etrafta yayarak belirtili şekilde menfaat temin ettiği, menfaat temin eden müşteki ve müdahillerin ise pazar yeri dağıtım işini sanık N. A.’nun görevine girmediğini ve bu hususta yetkisi bulunmadığını bildikleri, zira müşteki ve müdahillerin çoğunun pazarcı esnafı olduğu yada pazarcılık işi ile iştigal eden kişilerle irtibatlarının bulunduğu, pazar yeri dağıtımının belediye meclis üyesi tarafından yapılamayacağını bildikleri, en azından bu hususu bilmelerinin hayatın olağan akışına uygun olduğu, sanık N.’nin içinde bulunduğu kamu görevini kullanarak ve özel ilişkileri sebebiyle pazar yeri tahsisi işini ilgili kişilere yaptırabileceği izlenimini yaratarak menfaat temin ettiği, sanık S. S.’in ise, kendisi kamu görevlisi olmamakla birlikte sanık N.’nin bu eylemine iştirak ettiği, ancak kamu görevlisi tarafından işlenmesi mümkün olan T.C.K.nun 255. maddesinde belirtilen yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçunu kamu görevlisi olmayan kişilerin iştirak edebileceği, sanık S. S.’in de bu suça iştirak ettiği bu eylemden sanık N.’yle birlikte sorumlu olduğu, bir an için eylemin dolandırıcılık suçunu oluşturduğu kabul edilse dahi, yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre, dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için failin hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp onun veya başkasının zararına olarak kendisine veya başkasına bir yarar sağlamasının gerekli olduğu, hile ise nitelikli bir yalan olup yalanın belli oranda ağır yoğun ve ustaca olması gerektiği, sergilenmesi açısından mağdurun denetleme olanağını ortadan kaldırır nitelikte olması ve kullanılan hileyle mağdurun yanılgıya düşürülmesi ve yanıltma sonucu kandırıcı davranışlarla yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı, her somut olayın kendi özelliğine göre değerlendirilmeli, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiil olan ilişkisi, kullanılan hilenin şekli, kullanılmış ise gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır. Sonuç olarak hileli davranışın aldatıcı nitelikte olması gerektiği, basit bir yalanın hileli hareket olarak kabul edilmeyeceği dikkate alındığında ve bu perspektiften somut olaya bakıldığında: müdahil ve müştekilerin basit bir araştırmayla ve belediyeye başvurmak suretiyle pazar yerlerinin sanıklar N. ve S. tarafından dağıtılamayacağını öğrenebilecekleri, bu haliyle yapılan hilenin vasıflı olmadığı ve bir sebeple somut olayda dolandırıcılık suçunun unsurlarının da bulunmadığı, bu haliyle mahkememizin 26.5.2009 tarih ve 2009/54 E., 2009/167 K. sayılı ilamında belirtilen gerekçelerin ve verilen hükmün toplanan delillere dosya kapsamına ve olayın oluşuna uygun olduğu…”,
Gerekçesiyle ilk hükmünde direnmiştir.
Bu hükmün de Cumhuriyet savcısı ve sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine. Yargıtay C. Başsavcılığının “bozma” istekli 14.6.2012 gün ve 69189 Sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya. Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Özel Daireyle yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık N.’nin meclis üyesi olduğu belediye tarafından yeniden düzenlenen semt pazarındaki tezgah yerlerinden tahsis edilmesini sağlayacaklarına inandırdıkları mağdurlardan yarar sağlama şeklindeki eylemlerin, yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçunu mu, yoksa basit dolandırıcılık suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine dair ise de, direnme hükmü kurulurken hazır bulunan sanıklara son sözlerinin sorulmamasısuretiyle savunma haklarının sınırlanıp sınırlanmadığı öncelikle değerlendirilmelidir.
İncelenen dosya kapsamından:
Yargıtay 11. Ceza Dairesinin bozma kararından sonra yerel mahkemece sanıkların da hazır bulundukları duruşmada, sırasıyla hazır bulunan sanıklara haklarının hatırlatıldığı, hazır bulunan katılan A.’e, hazır bulunmayan bazı katılanların vekillerine ve sanık müdafilerine bozmaya karşı diyeceklerinin sorulduğu, hazır bulunan müşteki İ.’ye söz verildiği, sonra Cumhuriyet savcısından bozma ilamına ve sanıkların tutukluluk durumlarına dair mütalaa alındığı ve hazır bulunan sanıklara son söz hakkı tanınmadan duruşmaya son verilip direnme hükmünün kurulduğu anlaşılmaktadır.
1412 Sayılı C.M.U.K.nun 251. maddesine paralel düzenlemeler içeren 5271 Sayılı C.M.K.nun 216. maddesinin son fıkrasında: “Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir hükmü yer almaktadır. Bu hüküm gereğince katılmış olduğu takdirde mutlaka son söz sanığa verilerek duruşma bitirilecektir. Ceza Genel Kurulunun 6.7.2004 gün ve 2004/4-138-159; Ceza Genel Kurulunun 25.4.2006 gün ve 2006/2-3-124; Ceza Genel Kurulunun 4.12.2007 gün ve 2007/1-246-261, Ceza Genel Kurulunun 29.1.2008 gün ve 2007/5-193-7, 28.4.2009 gün ve 2009/9-77-111 ile Ceza Genel Kurulunun 29.1.2013 gün ve 2012/7-1406-30 Sayılı kararlarında da belirtildiği üzere; savunma hakkıyla yakından ilgili bulunan bu usul kuralı emredici nitelikte olup, uyulmaması yasaya mutlak aykırılık oluşturmaktadır. Ceza yargılamasında sanığın en önemli hakkı savunma hakkıdır, hazır olduğu oturumda son sözün sanığa verilmeden hüküm kurulması savunma hakkının sınırlanması sonucunu doğurmaktadır.
İlk defa hüküm kurulurken “son sözün sanığa verilmesi” kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamada da kamu davasının kesintisizlik ve süreklilik ilkesinin doğal sonucu olarak aynen geçerlidir. Çünkü dava sonuçlanmamış ve yargılama devam etmektedir. Kovuşturmanın sona erdirilmesi ve hükmün tesis ve tefhimine geçilmesi öncesinde, son konuşan tarafın hazır bulunan sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken “en son söz”ün sanığa verilmesi kuralına uyulmaması 5271 Sayılı C.M.K.nun 216. maddesinin 3. fıkrasına aykırıdır.
Nitekim öğretide de: “En son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi ( hukuka kesin aykırılık ) ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır ( N. Kunter, Feridun Yenisey, A. Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Bası. Beta. İstanbul, s. 1484 ); “Hüküm ( karar ) safhasına geçmeden önce son söz hazır bulunan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm ( C.M.K.nun 216/3 ) silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin bir gereği olarak düzenlenmiş ve uyulması zorunlu emredici bir hükümdür… Son söz hakkının sanığa verilmesi, bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır.” ( Y. Ünver, H. Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Bası, Adalet. Ankara, cilt: 2, s. 146 ve 149 ) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde:
Cumhuriyet savcısının bozma ilamına ve sanıkların tutukluluk durumlarına dair görüşünü açıklamasından sonra yargılamanın bitirilerek hükmün tefhim edildiği göz önüne alındığında, yargılamanın bitirilmesinden önce hazır bulunan sanıklara son sözün verilmemesi 5271 Sayılı C.M.K.nun 216/3. maddesine aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının sınırlanmasısonucunu doğuran bu usule aykırılık sebebiyle yerel mahkeme direnme kararında isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla, direnme hükmünün hazır bulunan sanıklara son sözün verilmemesi isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- ) Karşıyaka 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 14.9.2010 gün ve 232-224 Sayılı direnme hükmünün, hazır bulunan sanıklara son sözün verilmemesi isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- ) Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.06.2014 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2016/1504
K. 2016/2218
T. 27.4.2016
DAVA : TÜRK MİLLETİ ADINA
1-) CMK.nun 188/1.maddesi uyarınca duruşmaya gelmeyen sanık müdafiinin duruşmada hazır bulunarak görevini yapmaya zorlanması, katılmadığı oturumlardaki bilgi, belge ve işlemlere karşı savunma yapmaya davet edilmesi, gerektiğinde CMK.nun 150/3. maddesi uyarınca yeniden zorunlu bir müdafii görevlendirilmesi yoluna gidilerek savunmada oluşan boşluk ve kısıtlılığın giderilmesi gerektiği düşünülmeden, sanık … ve suça sürüklenen çocuk … müdafiilerinin hazır bulundurulmadığı 14.9.2015 tarihli celsede, Dairemizin 22.4.2015 tarihli ve 2608-2557 Sayılı aleyhe bozma ilamına karşı diyeceklerinin saptanması suretiyle savunma haklarının kısıtlanması,
2-) Alt sınırı beş yıldan az olmayan hapis cezasını gerektiren suçtan yargılanan ve başka suçtan tutuklu olarak aynı yer cezaevinde bulunan ve duruşmalarda bağışık tutulması konusunda karar verilmemiş bulunan suça sürüklenen çocuk …’nin, duruşmada hazır bulundurulmadan, müdafii huzurunda bozmaya ilamına ve esas hakkındaki mütalaaya karşı diyeceği ile son sözü sorulmadan hüküm kurulması suretiyle savunma hakkı kısıtlanarak CMK’nun 193. ve 196. maddelerine aykırı davranılması,
3-) Anayasa Mahkemesi’nin 8.10.2015 tarih, 2014/140 esas ve 2015/85 Sayılı kararı ile 5237 Sayılı TCK’nun 53. maddesinin iptal edilen bölümleri doğrultusunda sanıklar … ve …’nin hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,
SONUÇ : Usule aykırı olup, sanıklar …, … ve suça sürüklenen çocuk … müdafiilerinin temyiz itirazları bu sebeple yerinde görüldüğünden, diğer yönleri incelenmeksizin sanık … ve suça sürüklenen çocuk … hakkında kurulan hükümlerin bu nedenlerle, sanık … hakkında kurulan hükmün ise irtibat sebebiyle tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak BOZULMASINA, 27.4.2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
6. CEZA DAİRESİ
E. 2021/12028
K. 2021/9993
T. 27.5.2021
MAL TESLİMİNE MECBUR KILMAK SURETİYLE YAĞMA SUÇU ( Hâkim veya Mahkemenin Zorunlu Gördüğü Durumlarda Aynı Anda Görüntülü ve Sesli İletişim Sistemi Kullanılması Tekniğinin Kullanılması Suretiyle Yurt İçinde Bulunan Sanığın Sorgusunun Yapılabileceği – Duruşmalara Katılmasına Karar Verilebileceği )
COVİD 19 SALGINI GEREKÇESİYLE SANIĞIN SEGBİS YÖNTEMİYLE SAVUNMASININ ALINMASI ( Somut Olayda 20 Yıldan Fazla Bir Hapis Cezası Alma Riski Altında Bulunan ve Sonuçta Toplam Olarak 16 Yıl 7 Ay Hapis Cezası Alan Sanığın Israrla Duruşmaya Bizzat Katılmak İstediği – Katılan Mağdur ve Sanık Müdafii Duruşmalara Bizzat Katılıp Huzurda İfade ve Beyanları Alındığı/Sanığın Mahkeme Huzurunda Savunmasının Alınması ve Duruşmalara Katılmasının Sağlanabilmesi İçin Duruşmanın Ertelenmesi Gerektiği )
SEGBİS İLE SAVUNMA YAPMAYA ZORLAMAK ( Mahkemece Bu Suretle Yargılamaya Devam Edilmesi ve Mahkûmiyet Kararı Verilmesinin 5271 Sayılı CMK’nın 289/1-h Maddesi Uyarınca Hüküm İçin Önemli Olan Hususlarda Mahkeme Kararı ile Savunma Hakkının Sınırlandırılması Olduğu – Temyiz Başvurusunda İleri Sürülmese Bile Re’sen Dikkate Alınması Gereken Bu Hukuka Kesin Aykırılık Hâlinin Aynı Zamanda Anayasa’nın 36/1 ve AİHS M. 6/1. Maddeleri Uyarınca Adil Yargılanma Hakkının da İhlâli Olduğu )
SANIĞIN DURUŞMALARA KATILMAK İSTEMESİ ( Israrla Duruşmalara Katılmak İsteyen Sanığın Bizzat Mahkeme Huzurunda Ve Müdafii Yardımından İstifade ile Savunmasının Alınması ve Duruşmalara Katılmasının Sağlanabilmesi İçin Ertelenmesi Gerektiği – Bunun Yerine SEGBİS ile Savunma Yapmaya Zorlanmak Suretiyle Yargılamaya Devam Edilmesi ve Mahkûmiyet Kararı Verilmesinin Hatalı Olduğu )
2709/m. 36
5271/m. 288, 289
AİHS/m. 6
ÖZET : Dava, başkasını bir malı teslimi veya malın alınmasına karşı koymamaya mecbur kılmak suretiyle yağma suçuna ilişkindir. Hâkim veya mahkemenin zorunlu gördüğü durumlarda, aynı anda görüntülü ve sesli iletişim sistemi kullanılması tekniğinin kullanılması suretiyle yurt içinde bulunan sanığın sorgusu yapılabilir veya duruşmalara katılmasına karar verilebilir.
Olayda, Covit 19 salgını gerekçesiyle sanığın SEGBİS yöntemiyle savunmasının alındığı belirtilmiş ise de; somut olayda 20 yıldan fazla bir hapis cezası alma riski altında bulunan ve sonuçta toplam olarak 16 yıl 7 ay hapis cezası alan sanığın ısrarla duruşmaya bizzat katılmak istediği, katılan, mağdur ve sanık müdafii duruşmalara bizzat katılıp huzurda ifade ve beyanları alındığı hâlde, sanığın mahkeme huzurunda savunmasının alınması ve duruşmalara katılmasının sağlanabilmesi için duruşmanın ertelenmesi gerekir.
Mahkemece, SEGBİS ile savunma yapmaya zorlanmak suretiyle yargılamaya devam edilmesi ve mahkûmiyet kararı verilmesi 5271 Sayılı CMK’nın 289/1-h maddesi uyarınca, hüküm için önemli olan hususlarda mahkeme kararı ile savunma hakkının sınırlandırılmasıdır ve temyiz başvurusunda ileri sürülmese bile re’sen dikkate alınması gereken bu hukuka kesin aykırılık hâli, aynı zamanda Anayasa’nın 36/1 ve AİHS m. 6/1. maddeleri uyarınca adil yargılanma hakkının da ihlâlidir.
Açıklanan nedenlerle, ısrarla duruşmalara katılmak isteyen sanığın bizzat mahkeme huzurunda ve müdafii yardımından istifade ile savunmasının alınması ve duruşmalara katılmasının sağlanabilmesi için ertelenmesi yerine, SEGBİS ile savunma yapmaya zorlanmak suretiyle yargılamaya devam edilmesi ve mahkûmiyet kararı verilmesi hatalıdır.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2013/481
K. 2015/519
T. 15.12.2015
DAVA : Kasten yaralama suçundan sanık hakkında açılan kamu davasının şikâyetten vazgeçme sebebiyle düşmesine ilişkin, … Sulh Ceza Mahkemesince verilen … gün ve … sayılı hükmün Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay … Ceza Dairesince … gün ve … sayı ile;
“Sanığın mağdura yönelik TCK’nin 6/1-f maddesine göre silahtan sayılan taşla yaralama eyleminin şikâyete bağlı olmadığı ve açılan davanın vazgeçmeyle düşmeyeceği gözetilmeden hatalı değerlendirme ile düşme kararı verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise … gün ve … sayı ile;
“Cumhuriyet savcısının temyiz istemi, suçun sübutuna, niteliğine ya da işlenme şekline dair olmayıp, sadece sanık lehine getirilmiş bir hukuk kuralına aykırı davranılmak suretiyle verilen düşme kararına yöneliktir. Mahkemece bu hukuk kuralına aykırı davranılsa bile sonuçta sanık lehine bir karar verilmiş ve verilen bu karara karşı sanık tarafından bir itiraz yapılmamıştır. Bu aşamada sanıktan vazgeçmeye karşı diyeceklerinin sorulması gerektiğine dair bir bozmanın hiçbir fayda sağlamayacağı da ortadadır.
Ayrıca Cumhuriyet savcısının temyizi düşme kararı verilmemesi gerektiğine dair değil, sanıktan sorulmadan ve rızası alınmadan verilmesine ilişkindir. Her ne kadar temyiz istemi düşme kararına yönelik olsa bile, sanık aleyhine bir temyiz olmadığından bozmadan sonra da sanık aleyhine sonuç doğuracak bir karar verilmesi de mümkün görülmemektedir.
Özel Dairenin Cumhuriyet savcısının sanık lehine getirilen hukuk kuralına aykırı uygulamadan dolayı sanık aleyhine olacak şekilde hükmün bozdurulmasını isteyemeyeceğini gözetmeden, temyiz isteminin reddine karar vermesi yerine sanığın mağdura yönelik fiilini silahtan sayılan taşla işlemesi sebebiyle suçun takibinin şikâyete bağlı olmadığı, kamu davasının vazgeçme sebebiyle düşürülmesine karar verilemeyeceği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmesi isabetli değildir” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Dairenin bozma kararının kaldırılmasına ve temyiz isteminin reddine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Daire tarafından 02.05.2013 gün ve 12834-17831 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
KARAR : Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; şikâyetten vazgeçme sebebiyle düşme kararı verilen davada, 5237 Sayılı TCK’nun 73/6. maddesinde düzenlenmiş bulunan “kanunda aksi yazılı olmadıkça, vazgeçme onu kabul etmeyen sanığı etkilemez” şeklindeki kuralın, 1412 Sayılı CMUK’nun 309. maddesi kapsamında sadece sanık lehine konulmuş bir kural olup olmadığı ve şikâyetten vazgeçmeyi kabul edip etmediğinin sanıktan sorulması gerektiği kuralına aykırı davranılması hâlinde, bu aykırılıktan bahisle Cumhuriyet savcısının hükmü sanık aleyhine temyiz edip edemeyeceğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık ile mağdurenin aynı köyde yaşadıkları, aralarında önceye dayalı anlaşmazlıklar bulunduğu, mağdurenin sanığın taş atarak kendisini yaraladığını ileri sürüp şikâyetçi olduğu, bunun üzerine başlatılan soruşturma neticesinde, sanık hakkında kasten yaralama suçundan TCK’nun 86/2. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı,
… tarihli, sanığın hazır bulunmadığı duruşmada mağdurenin sanık hakkındaki şikâyetinden vazgeçtiği, aynı celsede şikâyetten vazgeçme sebebiyle kamu davasının düşmesine kararverildiği,
Cumhuriyet savcısınca kararın; sanığa hakkındaki şikâyetten vazgeçmeyi kabul edip etmediğinin sorulması gerektiği gözetilmeden yokluğunda düşme kararı verilmesinin kanuna aykırı olduğundan bahisle temyiz edildiği,
Gerekçeli kararın tebliğ edildiği sanığın herhangi bir temyiz talebinde bulunmadığı,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi için, konuya dair kanuni düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
1412 Sayılı CMUK’nun, 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi uyarınca yürürlükte olan 309. maddesi; “Maznunun lehine olan hukuki kaidelere muhalefet, maznunun aleyhine hükmün bozdurulması için Cumhuriyet Müddei umumîliğine bir hak vermez”, 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 290. maddesinde de; “Sanığın yararına olan hukuk kurallarına aykırılık sanık aleyhine hükmün bozdurulması için Cumhuriyet savcısına bir hak vermez” şeklinde hüküm altına alınmıştır. CMK’nun 290. maddesinin gerekçesinde ise; “Cumhuriyet savcısı gerçeğin araştırılması amacına yönelik veya kamu yararına dair olmayan, yalnızca sanık yararına kabul edilmiş hukuk kuralının uygulanmaması, eksik veya yanlış uygulanmış olması sebebiyle hükmün sanık aleyhine bozulması için temyiz yoluna başvuramaz” denilmiştir. Bu düzenlemeler uyarınca Cumhuriyet savcısı, amacı yalnızca sanığın hak ve menfaatlerini korumak olan bir hukuk kuralının ihlal edilmiş bulunması durumunda sanığın lehine olan bu ihlali ileri sürerek, temyiz kanun yoluna müracaat edip hükmün sanık aleyhine bozulmasını isteyemeyecektir.
Her iki hüküm de sanıkların haklarını korumak ve lehlerine doğmuş olan bir durumun, aleyhlerine olacak şekilde ortadan kaldırılmasını önlemek amacıyla kabul edilmiş olup, maddedeki “sanık yararına” sözcüğünün; “sadece sanık yararına konulmuş olan” örneğin; sanığa ek savunma hakkı verilmemesi, önceden kendisine tebliğ olunan iddianamenin sorgudan önce okunmaması gibi “hukuki kaideler” ibaresinin “usul hükümleri” olarak anlaşılması gerektiği öğreti ve uygulamada kabul edilmektedir. Sadece sanık yararına değil, aynı zamanda kamu düzenine veya yargılamanın işleyişine dair usul kurallarının ihlali halinde bu hüküm uygulanmayacaktır. Yalnız sanık yararına kabul edilmiş usul kurallarına aykırılık halinde sanık aleyhine bir netice meydana gelmişse Cumhuriyet savcısının hükmü sanık lehine temyiz etmesinin önünde ise herhangi bir hukuki engel bulunmamaktadır.
Öğretide; “Ceza muhakemesi normları iki çeşittir. Çoğunluğu oluşturan normların amacı hakikatin araştırılmasıdır. Azınlıkta olanlar, şüpheden yararlanması gereken sanığın lehine kabul edilmişlerdir. Hakikatin araştırılması için ve dolayısı ile sanık dâhil herkesin yani toplumun lehine kabul edilmiş norma aykırılık elbet bozma nedeni olacaktır. Fakat sadece sanık yararlansın diye konulmuş norma aykırı hareket edildi diye sanık aleyhine bozmanın amaca ters düşeceği açıktır. Bu konuda bütün güçlük, normun hakikatin araştırılması için mi, yoksa yalnızca sanık lehine mi konulmuş olduğunun tayininde ortaya çıkmaktadır. Suçun mahiyeti değişince sanığın müdafaasını yapabilecek halde bulundurulması, sanık lehine temyizde cezanın ağırlaştırılmaması normlarının sanık lehine konuldukları şüphe götürmez. Buna karşılık kısmen de olsa hakikatin araştırılması için kabul edilmiş normlar sadece sanık lehine kabul edilmiş sayılmaz.” (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, Onaltıncı Bası, Beta Yayınevi, İstanbul 2007, s. 1427) “Madde, sırf maznun lehine bir hüküm tesis etmiştir. Yalnız maznunun menfaati değil, umumi menfaat düşüncesi ile konulmuş olan hükümler buraya dâhil değildir.” (Muhtar Çağlayan, Ceza Muhakemesi Usulü, 1980, s. 105) “Sanık lehine olan kaidelere aykırılık, son kararın sanık aleyhine bozulması için hak vermez. Örneğin; sanık beraat etmişse karar sanığa son söz verilmedi diye bozulamaz. Son sözün sanığa verilmesinin sebebi, kendi lehine bulup çıkaracağı bir delil ile lehinde karar verebilmektir. Burada en lehe karar verildiğine göre, son söz verilmemiş olması daha lehe bir durum doğuracak değildir.” (Öztekin Tosun, Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri, Muhakemenin Yürüyüşü, İstanbul 1973, Sulhi Garan Matbaası s. 209) “Hukuk kurallarına aykırı verilen kararın temyiz denetiminde bozulacak olması doğaldır. Bu, hukuka aykırılıkların giderilmesi için başvurulacak zorunlu bir yoldur. Ancak bazen mahkeme kararlarındaki hukuka aykırılık, kararın bozulmasını gerektirmez. Gerçekten sanığın yararına olan hukuk kurallarına aykırılık, aleyhine hükmün bozdurulması için Cumhuriyet savcısına bir hak vermez. Böyle bir kuralın getirilmesinin amacı sanık menfaatine uygun olarak ortaya çıkan bir durum veya neticenin ortadan kaldırılmasını engellemektir.” (Özbek-Kanbur- Doğan-Bacaksız, Tepe, Ceza Muhakemesi Hukuku, İkinci Bası, Seçkin Yayınevi, 2011, s. 750) “Amacı sanığın menfaatlerinin korunması olan hukuk kuralının ihlal edilmiş olması halinde Cumhuriyet savcısı, sanığın lehine olan bu ihlali öne sürerek kararın temyiz incelemesi sonunda bozulmasını isteyemeyecektir. Bu kuralın getirilmiş olmasının amacı, sanık menfaatine uygun olarak ortaya çıkmış olan halin veya neticenin ortadan kaldırılmasını engellemektir.” (Ceza Muhakemesi Kanunu İzmir Şerhi, Veli Özer Özbek, Birinci Bası, Seçkin Yayınevi, Ankara 2005, s. 1128) “Sanığın yararına konulan kurallara aykırı davranılması, ilke olarak hükmün bozulmasını gerektirir ise de, bu aykırılık hükmün sanık aleyhine bozulması için Cumhuriyet savcısına hak vermemektedir.” (Osman Yaşar, Ceza Muhakemesi Kanunu, Beşinci Bası, Seçkin Yayınevi, Ankara 2011, c. 3, s. 3987) şeklinde görüşler bulunmaktadır.
Uyuşmazlık konusu bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde;
Kasten yaralama suçundan sanık hakkındaki kamu davasının mağdurenin şikâyetinden vazgeçmesi sebebiyle düşmesine dair gerekçeli kararın sanığa tebliğ edildiği, söz konusu karara karşı herhangi bir kanun yoluna müracaat etmeyen sanığın şikayetten vazgeçmeyi zımni olarak kabul etmiş olduğu, sanık lehine konulan TCK’nun 73/6. maddesindeki “kanunda aksi yazılı olmadıkça, vazgeçme onu kabul etmeyen sanığı etkilemez” usul kuralının ihlalinin 1412 Sayılı CMUK’nun 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi delaletiyle halen yürürlükte bulunan 308. maddesi uyarınca Cumhuriyet savcısına sanık aleyhine hükmün bozdurulması için bir hak ve yetki tanınmadığı kabul edilmelidir.
Nitekim Ceza Genel Kurulunun … gün ve … sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Bu itibarla, itirazın kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, Cumhuriyet savcısının temyizi isteminin reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan … ve …;”Sanık …, TCK’nın 6/1-f fıkrasına göre silah sayılan taş ile mağdureye vurup onu yaralamış ve bu husus iddianamede zikredildikten sonra sanıkhakkında TCK’nun 86/2. maddesi gereğince kamu davası açılmıştır. Hâkim hüküm kurarken olayda kullanılan taşı silah olarak kabul etmeyip, söz konusu suçun şikayete bağlı bir suç olduğunu kabul ederek, mağdurenin de şikayetinden vazgeçtiğinden bahisle düşme kararı vermiştir.
6217 Sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 5320 Sayılı Kanuna eklenen geçici maddeye göre ‘Hapis cezasından çevrilenler hariç olmak üzere sonuç olarak belirlenen 3000 TL dahil adli para cezasından verilen mahkumiyet hükümlerine karşı temyiz yoluna başvurulamaz.’
Mahkemenin verdiği karar direk 3000 TL adli para cezasından ibaret bir hüküm olsa idi Cumhuriyet savcısının temyiz dilekçesi suçun vasfına veya suçun niteliğine dair bir konu içermiyorsa bu takdirde Yüksek Yargıtay’ca hiç incelenmeden, temyiz dilekçesi süresinde mi değil mi bu hususlara hiç bakılmadan ret kararı verilebilirdi.
Ancak önümüzde bulunan hüküm 3000 TL adli para cezasından ibaret bir hüküm değildir. Sanık hakkında düşme kararı verilmiştir. Düşme ve beraat kararları gibi kararların Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi halinde bu düşme ve beraat kararları 3000 TL adli para cezasında uygulandığı gibi hiç incelenmeden ret edilemez.
Beraat ve düşme kararlarında temyiz dilekçesinin suç vasfına veya suçun niteliğine yönelik olması şartı da aranmamaktadır. Temyizin içeriği ne olursa olsun beraat ve düşme kararlarına karşı verilen temyiz dilekçeleri Yargıtay’ca incelendikten sonra karara bağlanacaktır. Beraat ve düşme kararlarına karşı verilen temyiz dilekçesi sadece süre yönünden veya temyiz edenin temyiz etmeye her hangi bir sıfatı yoksa bu sebeple ret edilebilir. Bunun dışında temyiz kapsamı ne olursa olsun beraat ve düşme kararları Yargıtay’ca incelendikten sonra karara bağlanacaktır.
Beraat ve düşme kararlarında Yargıtay’ca önce dosya incelenmeli, savcının temyizi süresinde mi değil mi, daha sonra karar usul ve esas yönünden incelenmeli bir eksiklik bulunduğu takdirde, temyiz talebi kabul edilerek karar bozulmalı veya usul ve esas yönünden bir eksiklik yoksa Cumhuriyet savcısının temyizi yerinde görülmeyerek hüküm onanmalıdır.
Cumhuriyet savcısı, mahkemenin düşme kararına karşı temyiz yoluna baş vurmuştur. Bu karar beraat kararı olsa idi beraat kararlarına karşı Cumhuriyet savcılarının temyiz yoluna baş vurmaları halinde bu temyiz mutlaka sanık aleyhinedir. Çünkü beraat dışında tüm uygulamalar sanık aleyhinedir. Düşme kararlarında ise Cumhuriyet savcısının sanığın beraatini istemişsesanık lehine bir temyizdir. Ancak düşme kararlarına karşı beraat dışında başka bir uygulama isteniyorsa bunlar da sanık aleyhinedir.
Yargıtay, Cumhuriyet savcısının temyizinin 1412 Sayılı Kanun’un 309. maddesinin kapsamına girip girmediğine karar verilebilmesi için Yargıtay’ın o dosyayı incelemeye alıp CMUK’nun 309. maddenin şartlarının bu olayda bulunup bulunmadığını belirledikten sonra bir karar vermelidir. Hiçbir inceleme yapmadan 3000 TL para cezası imiş gibi ret kararı veremez.
Cumhuriyet savcısının temyiz talebi karşısında Yargıtay inceleme yapıp CMUK’nun 309. maddesi gereğince Cumhuriyet savcısının temyizini ret edebilmesi için mahkemenin verdiği düşme kararının net doğru bir karar olması ve sanığın suçunun da şikâyete bağlı bir suç olması ayrıca düşme kararının onanmasını engelleyen hukuk kuralına aykırılığın da sanık aleyhine değil sanık yararına olması halinde Cumhuriyet savcısının temyizi ret edilir. Yargıtay, Cumhuriyet savcısının temyiz dilekçesinde sarf ettiği söz ve cümlelerle sınırlı değildir. İncelenen dosya her yönden incelendikten sonra neyi gerektiriyorsa o kararın verilmesi gerekmektedir.
Cumhuriyet savcısının temyiz dilekçesi üzerine dosya her yönden incelendikten sonra söz konusu suç şikayete bağlı bir suç olup sonuç olarak düşme kararı verilmesi gerekiyorsa ve Cumhuriyet savcısının temyiz dilekçesinde gösterdiği husus hukuka aykırı bir konu olmakla birlikte son sözün sanığa verilmemesi gibi sanık yararına bir konu ise bu takdirde fuzuli işlemlerin önlenmesi için Cumhuriyet savcısının temyizi ret edilmektedir.
Oysa dosyayı incelediğimizde sanık silah sayılan taş ile mağdureyi yaraladığından sanığın eylemi şikayete bağlı bir suç değildir. Verilen düşme kararı doğru bir karar değildir. O halde Yargıtay, incelemesini yaparken Cumhuriyet savcısının temyiz dilekçesinde belirttiği mağdurenin vazgeçmesinden ve sanığın vazgeçmeyi kabul edip etmediğinden bahsedilmişse de olayımızda şikayete bağlı bir suç mevcut bulunmadığından bu hususlar dikkate alınamaz, Yargıtay’ın uygulamasına gerekçe olamaz. Çünkü olayımızda şikayete bağlı suç söz konusu değildir. Yargıtay temyiz dilekçelerine bağlı olmadığına göre sanığın suçu hangi cezayı gerektiriyorsa o cezanın doğru uygulaması neyi gerektiriyorsa o kararı vermesi gerekir.
Şimdi, bizim olayda Cumhuriyet savcısının temyizinin sanık lehine mi yoksa sanık aleyhine mi olduğu hususunu net açıklığa kavuşturmamız gerekmektedir. Kendimizi Cumhuriyet savcısının yerine koyarak olaya bakmamız gerekmektedir. Cumhuriyet savcısı suçu şikayete bağlı bir suç olarak kabul ettiğine göre sanık hakkında verilen düşme kararını doğru ve yerinde bir karar olarak görmüş. Fakat, sanık hakkında düşme kararı verilemeyeceğini iddia etmektedir. Çünkü TCK’nun 73/6. maddesi gereğince mağdurun şikayetten vazgeçmesi karşısında, bu husus sanığa anlatılıp bu vazgeçmeyi kabul edip etmediği sorulması gerekmektedir. Bu kurala uyulmadığından düşme kararı verilemeyeceğini iddia etmektedir. O halde Cumhuriyet savcısının bu temyizi sanık lehine değil, sanığın aleyhinedir. Çünkü düşme kararı sanık lehine olan bir karardır. Cumhuriyet savcısı sanık lehine olan bu düşme kararına karşı daha lehe olan beraati istememektedir. Düşme kararına karşı çıkıp itiraz etmektedir. O halde Cumhuriyet savcısının bu temyizi sanık aleyhinedir.
Sanığın aleyhine olan bu temyiz talebi üzerine Yargıtay’ın yapacağı tek şey bozmada suç ve cezayı bulup doğru uygulamayı göstererek, sanığın suçu taşla işlediğinden şikayete bağlı suçlardan olmayıp sanığın TCK’nun 86/2 ve 86/3-e fıkrası gereğince cezalandırılması gerekmektedir. Bu sebeple şikayete bağlı suç olduğundan bahisle verilen düşme kararı yasaya aykırıdır ve bozma sebebidir şeklinde hükmü esastan bozması gerekmektedir.
Yerel mahkeme Dairemizin bozma kararına uyup TCK’nun 86/2 ve 86/3-e fıkrası gereğince sanığa hapis veya adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermelidir. Çünkü temyiz sanık aleyhinedir.
Eğer savcının temyizi sanık lehine beraat kararı verilmesi talep edilmiş olsa bile durum değişmez. Yargıtay bu sefer sanık hakkında TCK’nun 86/2 ve 86/3-e maddeleri gereğince hüküm kurulması gerekirken düşme kararı verilmesi yasaya aykırı olup CMUK’nun 326/son maddesi gereğince kazanılmış hak saklı kalmak kaydı ile hükmün yine bozulmasına karar verilmesi gerekmektedir.
Böyle hallerde CMUK’nun 309. maddesine dayanarak Cumhuriyet savcısının temyizini ret edemeyiz. Çünkü mahkemenin verdiği hüküm ile Yargıtay’ın gösterdiği doğru uygulama birbirine uymamaktadır. Cumhuriyet savcısının temyizi leh veya aleyhe olsun Yargıtay her iki halde hükmü bozar. Doğru uygulamayı gösterir. Şikayete bağlı olmayan bir suçu Yargıtay şikayete bağlı imiş gibi gerçek dışı kabul ederek, şikayete bağlı olmayan bir suçu şikayete bağlı suçmuş gibi sonuca varması hukuk kurallarına aykırıdır. Yargıtay’ın teamüllerine uymamaktadır.
Sanık, mağdureyi taş ile değil de eli ile hafif şekilde yaralamış olsa idi bu takdirde hakkında verilen düşme kararı doğru bir karar olurdu. Cumhuriyet savcısı da temyiz dilekçesinde sonsözün sanığa verilmemesini gerekçe yapıp temyiz etmiş olsa idi, verilen karar doğru bir karar son söz sorulsa bile kararda bir yanlışlık yok tekrar düşme kararı verilecekse bu takdirdesanık yararına olan bu hukuk kuralının uygulanmaması Cumhuriyet savcısına hak vermeyeceğinden CMUK’nun 309. maddesinin aradığı şartlar oluştuğundan savcının temyizi ret edilebilirdi.
Cumhuriyet Başsavcılığı itiraz dilekçesinde olayımızın konusunu ele alırken gerçek olay olan taşla mağduru yaralama olayını hiç ele almamış mahkemenin yanlış uygulaması olan şikayete bağlı bir suçmuş gibi konuyu ele alıp tartışıp bir sonuca varmıştır. Oysa elimizde şikayete bağlı bir suç bulunmamaktadır. Dosyamızla alakası olmayan hayali bir suçu ele alıp tartışıp bir kanaate varmamız doğru uygulamayı bulmak değildir. Yargıtayın tek amacı gerçek işlenen suçu ele alıp tahlil ederek doğru uygulamasını bulmaktır.
Tüm bu açıklamalar karşısında Özel Dairenin uygulaması doğru olduğundan Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddi gerektiği” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1-) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2-) Yargıtay … Ceza Dairesinin … gün ve … sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3-) Cumhuriyet savcısının temyiz talebinin, 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince yürürlükte olan 1412 Sayılı CMUK’nun 309. maddesi uyarınca sanık yararına getirilen hukuk kuralına aykırılıktan dolayı Cumhuriyet savcısının sanık aleyhine hükmün bozdurulmasını isteme hakkı bulunmadığından, aynı Kanunun 317. maddesi gereğince REDDİNE,
4-) Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 15.12.2015 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2012/6-1442
K. 2013/451
T. 12.11.2013
DAVA : Yağma suçuna teşebbüsten sanığın 5237 Sayılı T.C.K.nun 149/1-a, 35/2, 150/2, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca 1 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, müsadereye ve mahsuba ilişkin, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 19.4.2007 gün ve 95-145 Sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 15.2.2012 gün ve 17458-2248 sayı ile;
“16.2.2007 tarihli oturumda başka suçtan tutuklu bulunduğu Yozgat Cezaevinden getirilerek savunmasının saptandığının anlaşılması karşısında başka suçtan tutuklu sanık son oturumda hazır bulundurulmadan yargılama yapılıp hükümlülüğüne karar verilmek suretiyle C.M.K.196. maddesine aykırı olarak savunma hakkının kısıtlanması” sebebiyle BOZULMASINA karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 3.4.2012 gün ve 131262 sayı ile;
“C.M.K.nun 196. maddesinin 5. fıkrasının açık hükmü karşısında; başka suçtan, yargılandığı mahkemenin yargı çevresi dışındaki bir cezaevinde tutuklu olan sanığın hükmün açıklandığı son oturumda hazır bulundurulması zorunlu değildir. Bu sebeple mahkemenin sanığın yokluğunda kovuşturmayı bitirmesi ve mahkumiyet hükmü kurmasında isabetsizlik bulunmamaktadır” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve dosyanın hükmün esastan incelenmesi amacıyla Özel Daireye gönderilmesine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
C.M.K.nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece 12.10.2012 gün ve 16889-18242 sayıyla itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURUL KARARI
Sanığın yağma suçuna teşebbüsten cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; başka suçtan mahkemenin yargı çevresi dışında hükmen tutuklu bulunan sanığın, hükmün tefhim edildiği son oturuma getirilmeden karar verilmesinin savunma hakkının sınırlandırılması niteliğinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Yağma suçuna teşebbüsten yargılanmakta olan sanığın sorgusunun istinabe suretiyle yapıldığı, sanığın atılı suçlamayı kabul etmediğini ve duruşmadan vareste tutulmak istediğini beyan ettiği, yerel mahkemece yargılamaya konu yağma suçunun yaptırımının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi ve istinabe yasağı bulunması sebebiyle yeniden sorgusunun yapılması için çağrıldığı, ancak kendisine ve açık adresine ulaşılamadığı, bu sebeple hakkında yakalama kararı verildiği, başka bir suçtan mahkemenin yargı çevresi dışında tutuklu bulunduğu tespit edilen sanığın cezaevinden getirtilip zorunlu müdafii huzurunda savunması alındıktan sonra hakkındaki yakalama kararının kaldırıldığı, sanığın hükmün tefhim edileceği oturumda hazır bulunmak istediğine dair bir beyanda bulunmadığı, müdafiinin hazır bulunduğu bir sonraki celsede aynı suçtan mahkumiyetine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Sanık hazır bulunmaksızın duruşma yapılamayacağı kuralını düzenleyen 5271 Sayılı C.M.K.nun “sanığın duruşmada hazır bulunmaması” başlıklı 193. maddesinin 1. fıkrası; “Kanunun ayrık tuttuğu haller saklı kalmak üzere hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılmaz. Gelmemesinin geçerli nedeni olmayan sanığın zorla getirilmesine karar verilir’ hükmünü amir olup, bu kuralın istisnaları aynı maddenin 2. fıkrasında; “Sanık hakkında, toplanan delillere göre mahkumiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa, sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir’,
194. maddesinin 2. fıkrasında; “Sanık savuşur veya ara vermeyi izleyen oturuma gelmezse önceden sorguya çekilmiş ve artık hazır bulunmasına mahkemece gerek görülmezse dava yokluğunda bitirilebilir’,
195. maddesinde; “Suç, yalnız veya birlikte adli para cezasını veya müsadereyi gerektirmekte ise sanık gelmese bile duruşma yapılabilir. Bu gibi hallerde sanığa gönderilecek davetiyede gelmese de duruşmanın yapılacağı yazılır,
200. maddesinin 1. fıkrasında; “Sanığın yüzüne karşı suç ortaklarından birinin veya bir tanığın gerçeği söylemeyeceğinden endişe edilirse, mahkeme, sorgu ve dinleme sırasında o sanığın mahkeme salonundan çıkarılmasına karar verebilir,
204. maddesinde; “Davranışları sebebiyle hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşıldığında sanık, duruşma salonundan çıkarılır. Mahkeme sanığın duruşmada hazır bulunmasını dosyanın durumuna göre savunması bakımından zorunlu görmezse, oturumu yokluğunda sürdürür ve bitirir. Ancak sanığın müdafii yoksa, mahkeme barodan bir müdafi görevlendirilmesini ister. Oturuma yeniden alınmasına karar verilen sanığa yokluğunda yapılan işlemler açıklanır şeklinde gösterilmiştir.
Aynı kanunun uyuşmazlık konusunun çözümüne ışık tutan “sanığın duruşmadan bağışık tutulması” başlıklı 196. maddesi ise;
“1) Mahkemece sorgusu yapılmış olan sanık veya bu hususta sanık tarafından yetkili kılındığı hallerde müdafii isterse, mahkeme sanığı duruşmada hazır bulunmaktan bağışık tutabilir.
2-) Sanık, alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar hariç olmak üzere, istinabe suretiyle sorguya çekilebilir. Sorgu için belirlenen gün, Cumhuriyet savcısıyla sanık ve müdafiine bildirilir. Cumhuriyet savcısıyla müdafiin sorgu sırasında hazır bulunması zorunlu değildir. Sorgusundan önce sanığa, ifadesini esas mahkemesi huzurunda vermek isteyip istemediği sorulur.
3-) Sorgu tutanağı duruşmada okunur.
4-) Yukarıdaki fıkralar içeriğine göre sanığın aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle sorgusunun yapılabilmesi olanağının varlığı halinde bu yöntem uygulanarak sorgu yapılır.
5-) Hastalık veya disiplin önlemi ya da zorunlu diğer sebeplerle yargılamanın yapıldığı yargı çevresi dışındaki bir hastahane veya tutukevine nakledilmiş olan sanığın, sorgusu yapılmış olmak koşuluyla, hazır bulundurulmasına gerek görülmeyen oturumlar için getirilmemesine mahkemece karar verilebilir.
6-) Yurt dışında bulunan sanığın, belirlenen duruşma tarihinde hazır bulunmasının zorluğu halinde, bu tarihten önce duruşma açılarak veya istinabe suretiyle sorgusu yapılabilir biçiminde düzenlenmiştir.
Maddenin 1. fıkrasında, mahkemece sorgusu yapılmış olmak şartıyla sanığın ya da bu hususta sanık tarafından yetkili kılındığı hallerde müdafiinin istemiyle duruşmada hazır bulunmaktan vareste tutulabileceği kabul edilmiş, 5. fıkrasında ise hastalık veya disiplin önlemi ya da zorunlu diğer sebeplerle yargılamanın yapıldığı yargı çevresi dışındaki hastane veya tutukevine nakledilmiş olan sanığın, daha önce sorgusu yapılmış olmak şartıyla hazır bulundurulmasına gerek görülmeyen oturumlar için getirilmemesi hususunda mahkemece bir karar verilebileceği hüküm altına alınmıştır.
Maddenin her iki fıkrasında da sanığın sorgusunun yapılmış olması hali duruşmadan vareste tutulmanın şartı olarak belirtilmiş, ancak sanığın sorgusunun ne şekilde yapılacağı hususunda herhangi bir açıklamaya yer verilmemiş olup, bu konu maddenin 2. fıkrasında düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre, alt sınırı beş yıldan az hapis cezasını gerektiren suçtan yargılanmakta olan sanığa, sorgusundan önce ifadesini esas mahkemesi huzurunda vermek isteyip istemediği sorulduktan sonra istinabe suretiyle sorguya çekilebilecektir. Alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı ise sanıkların sorgusunun mutlaka yargılamayı yapan mahkemece yapılması zorunludur.
Sorgusundan önce sanığa, ifadesini yargılamayı yapan mahkeme huzurunda vermek isteyip istemediğinin sorulmaması veya sorulmasına karşın duruşmadan vareste tutulmak istemediğini belirten sanığın istinabe yoluyla alınan ifadesiyle yetinilmesi, savunma hakkının sınırlandırılması sonucunu doğuracağından mutlak bozma nedenidir.
C.M.K.nun 196. maddesinin 2. fıkrasının açık düzenlemesinden anlaşıldığı üzere, kanun koyucu, sorgunun yapılmasında sanıkların tutuklu olup olmadığı konusunda herhangi bir ayırıma yer vermeyerek, yalnızca sanığın yargılandığı suç için kanunda öngörülen cezanın alt sınırını esas alan ilkeyi benimsemiştir.
Sanığın duruşmada hazır bulunması, yükümlülük yönü bulunmakla birlikte öncelikle kendisi açısından bir hak olup, adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisini de teşkil etmektedir. Tarafı olduğumuz ve onaylamakla iç hukuk mevzuatımıza dahil ettiğimiz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil Yargılanma Hakkı” başlıklı 6. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendinde; sanığın en azından kendi kendisini savunmak hakkı bulunduğu belirtilmekle, mahkeme huzurunda doğrudan savunmasını yapabilmesi için duruşmada hazır olma hakkının varlığı da zımnen kabul edilmiştir.
Kendisi yönünden hak olarak düzenlendiği kabul edilen bir hususta sanığın bu hakkı ne şekilde kullanacağı konusunda hiçbir insiyatiflnin bulunmadığının kabulü halinde hakkın varlığından da söz edilemeyecektir.
Duruşmada hazır bulunma hakkını sanıktan kaynaklanan bir olumsuzluk olmaksızın onun istemi dışında ortadan kaldıran ve zorunlu varesteliği öngören 1412 Sayılı C.M.U.K.nun 226. maddesinin 4. fıkrasında yer alan; “duruşmadan vareste tutulmasını talep etmese bile, davanın görüldüğü yer mahkemesinin yargı çevresi dışında başka bir suçtan tutuklu veya cezası infaz edilmekte olan sanığın sorgusu bulunduğu yerdeki mahkeme aracılığıyla yaptırılabilir şeklindeki düzenlemeye 1.6.2005 günü yürürlüğe giren 5271 Sayılı C.M.K.nda yer verilmeyerek, hem adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birini oluşturan duruşmada hazır bulunma hakkını sınırlayan bir uygulamaya son verilmiş, hem de şartlarının bulunması halinde sanığa sorgusunu istinabe yoluyla yapma imkanı verilmek suretiyle, öncelikle sanık yönünden bir hak olarak düzenlenmiş olan duruşmada hazır bulunma halinin sanık için külfet oluşturmasının da önüne geçilmiştir.
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 12.2.1985 tarihli Colozza ve Rubinat/İtalya ve 25.11.1997 tarihli Zana /Türkiye kararlarında; “Sözleşmeyle garanti altına alınan bir hakkın kullanılmasından vazgeçilmesi bunun açıkça söylenmesiyle mümkün olabilir4′ denilmek suretiyle, sanığın duruşmada hazır bulunma hakkından feragat etmesinin mümkün olduğu vurgulanmıştır.
Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Yağma suçuna teşebbüsten yargılanmakta olan ve davanın görüldüğü mahkemenin yargı çevresi dışında bir başka suçtan hükmen tutuklu bulunan sanığın sorgusunun, yargılamanın yapıldığı mahkemece usulüne uygun olarak gerçekleştirilmesi ve duruşmada vareste tutulmak istediğini beyan eden sanığın hükmün tefhim edileceği celsede hazır bulunmak istediğine dair beyanda bulunmaması karşısında, müdafiinin hazır bulunduğu oturuma getirtilmeden karar verilmesi savunma hakkının sınırlandırılması niteliğinde değildir.
Bu nedenle, yerel mahkeme hükmünün, başka bir suçtan mahkemenin yargı çevresi dışında tutuklu olan sanık hazır bulundurulmadan hüküm kurulmasının savunma hakkının sınırlandırılması niteliğinde olduğu gerekçesiyle BOZULMASINA dair Özel Daire bozma kararı isabetsizdir. Bu itibarla, itirazın kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına vehükmün esastan incelenebilmesi amacıyla dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan on Genel Kurul Üyesi; “Başka bir suç sebebiyle mahkemenin yargı çevresi dışında tutuklu bulunan sanık hazır bulundurulmadan hüküm kurulmasının savunma hakkının sınırlandırılması niteliğinde olduğu, bu sebeple itirazın reddine karar verilmesi gerektiği” görüşüyle karşı oy kullanmıştır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1-) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne,
2-) Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 15.2.2012 gün ve 17458-2248 Sayılı bozma kararının kaldırılmasına,
3-) Dosyanın hükmün esasının incelenebilmesi amacıyla Yargıtay 6. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 12.11.2013 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
12.02.1985 tarihli Colozza ve Rubinat – İtalya kararına konu olayda; sanık eski adresinde bulunamadığı için “latitante” (aranan kişi) ilan edilerek, dava gıyabında sürdürülmüş ve sanık mahkum edilmiştir. Suçla itham edilen herkesin İHAS m.6/3’de sıralanan asgari haklara sahip olduğunu belirten İHAM; her bireyin, kendisine yöneltilen suçlamaya dair savunma, iddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme, duruşmada kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde tercüman yardımından karşılığını ödemeksizin yararlanma hakkı ile güvence altına alındığını, ancak bu hakların duruşmada hazır bulunmaksızın nasıl kullanılabileceğinin anlaşılmaz olduğunu vurgulamıştır.
02.03.1987 tarihli Monnel ve Moris – Birleşik Krallık kararı; dürüst yargılanma hakkının amacı, cezai bir fiille itham edilen herkesin duruşmalara bizzat katılmasını, bu yolla fiilen temsil edilmesini ve hukuken korunmasını sağlamaktır. Duruşmaya bizzat katılmayan sanık, davanın maddi olaylarını yeniden görme olanağı bulamadığından, dürüst bir muhakemeden de yoksun bırakılacaktır.
25.11.1997 tarihli Zana – Türkiye kararında İHAM; başvurucunun usule ilişkin itirazlarda bulunmasının ve resmi dil dışında, ana dili ile savunma yapmayı talep etmesinin, hiçbir biçimde savunma hakkından ve mahkeme huzuruna çıkmaktan vazgeçildiği anlamına gelmeyeceğini ifade etmiştir. İHAM’a göre; Sözleşme ile güvence altına alınan bir hakkın kullanılmasından vazgeçilmesi, ancak bunun açıkça beyan edilmesi ile mümkündür. Eğer başvurucu duruşmada hazır bulunsa idi, somut olaya konu açıklamasını yaparken kastının ne olduğunu, röportajın hangi koşullarda yapıldığını ifade etme ve gazetecileri “tanık” sıfatıyla duruşmaya davet etme ve röportaj kaydını isteme olanaklarına sahip olurdu. İHAM’a göre; gerek sanığın tutuklu bulunduğu yerdeki Mahkemece yapılan “dolaylı” sorgu duruşması ve gerekse davanın görüldüğü Mahkemece yapılan duruşmaya sanığın avukatlarının katılması, başvurucunun “duruşmada hazır bulunma” hakkı yerine geçemez.
“Muhakeme Hukukunu ‘muhakeme’ yapan, muhakemenin kolektif oluşu, yani hükmün kolektif verilişidir. Taraflar da iddia ve müdafaa makamlarına geçip hüküm verilmesine katılırlar, karar veren hakimler de kolektif şekilde hüküm verirler”
-
1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu m.223/3’de, firar eden (kaçak) sanığın duruşmada sorgusu yapılmış ve artık duruşmada hazır bulunması mahkemece gerekli görülmemişse, dava sanığın gıyabında görülerek bitirilebilir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun özel yargılanma usullerini düzenlediği “Kaçakların yargılanması” başlıklı bölümünde yer verilen m.247/3’e göre; “Kaçak sanık hakkında kovuşturma yapılabilir. Ancak, daha önce sorgusu yapılmamış ise, mahkumiyet kararı verilemez”. Kaçak sanığın gıyabında gerçekleştirilen tasarrufların geçerlilik şartlarını öngören bu hükme göre, mahkemece sorgusu yapılan kaçak sanığın gıyabında mahkumiyet kararı verilebilir. Sanığın yüzüne karşı yargılama yapılıp karar verilmesi hususunda diğer bir istisnai hal ise CMK m.193/2’de düzenlenmiştir. Bu hükme göre, duruşmada hazır bulunmayan sanık hakkında, toplanan delillere göre mahkumiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa, sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 19.06.2015 tarihli, 2015/1076 E. ve 2015/1932 K. sayılı kararı; “Duruşmada hazır bulunma hakkı, dürüst yargılanama hakkı kapsamında değerlendirilmekte olup, bu hakkın sınırlanması ancak ciddi şekilde gerekli olması halinde ‘istisna’ olarak uygulanmalıdır. Bu sebeple kovuşturma aşamasında;
1- Genel kural sanığın duruşmada hazır bulundurulmasıdır. Bu hak ciddi nedenlere dayalı olarak mahkeme kararı ile sınırlandırılabilir,
2- İlk ve son savunmanın yapıldığı, esasa ilişkin delillerin toplandığı oturumlara sanığın SEGBİS yolu ile katılması açık kabulüne dayalı olmalıdır,
3) Sesli ve görüntülü yöntemle savunma alınması halinde sanık müdafisinin talebi durumunda sanığın yanında bulunma olanağının sağlanması; koşulları gerçekleştiğinde savunma hakkının kısıtlanmadığı kabul edilebilecektir.
Tüm bu açıklamalar karşısında; esas hakkında son savunmasını duruşmada hazır bulunarak yapmak istediğini beyan eden sanığın duruşmada hazır bulundurulmayıp SEGBİS sistemi aracılığıyla yargılaması yapılarak mahkumiyetine karar verilmesi suretiyle savunma hakkının kısıtlandığı” BOZMA
Yargıtay 2. Ceza Dairesi 09.03.2015 tarihli, 2015/872 E. ve 2015/4797 K. sayılı kararında;“Fiilin suç oluşturmaması nedeniyle derhal beraat kararı verilmesi dışında, delillerin takdir ve tayini gereken durumlarda sanığın sorgusu yapılıp savunması saptanmadan beraat kararı verilemeyeceği gözetilmeden, 5271 sayılı CMK m.193/2’ye yanlış anlam verilerek anılan Kanunun 191 ve 147. maddeleri gereğince sanığın sorgusu yapılmadan yazılı şekilde hüküm kurulması”
Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 21.10.2014 tarihli, 2014/17759 E. ve 2014/16919 K. sayılı kararı; mahkemeye gelmemiş sanık hakkında duruşma yapılamayacağına ilişkin kuralın istisnası, eylemin suç oluşturmayacağının anlaşılması halinde verilen beraat kararı ile sınırlıdır. Bu sebeple; sanığın sorgusu yapılmaksızın, mevcut deliller tartışılarak ve delil değerlendirilmesi aşamasına geçmek suretiyle beraat kararı verilmesi bozma sebebi sayılmıştır.
Yargıtay 13. Ceza Dairesi 01.10.2014 tarihli, 2014/29387 E. ve 2014/27361 K. sayılı kararı; ceza infaz kurumunda başka suçtan tutuklu bulunduğu anlaşılan sanığın, “duruşmalardan bağışık tutulma hususunda beyanı olmaksızın, son oturumda hazır bulundurulmaksızın yokluğunda yargılamaya devam edilip hükümlülüğüne karar verilemeyeceği, bu yolla savunma hakkının kısıtlanamayacağı” gerekçesiyl
- 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Sanığın duruşmadan bağışık tutulması” başlıklı 196. maddesinde öngörülen istisna halleri, ceza yargılaması usulünde geçerliliğini etkin şekilde koruyan “yüzyüzelik” ilkesinin ender ayrıcalıklarından biri olup, sanığın işlediği suçun türü ve öngörülen cezasının miktarı ne olursa olsun; “duruşmadan vareste tutulmayı talep etmek” gibi, yalnızca sanığa ve yetkili kıldığı hallerde müdafine tanınan vazgeçilmez nitelikte bir savunma hakkıdır.CMK m.196/1’e göre; “Mahkemece sorgusu yapılmış olan sanık veya bu hususta sanık tarafından yetkili kılındığı hallerde müdafi isterse, mahkeme sanığı duruşmada hazır bulunmaktan bağışık tutabilir”. Mahkeme, sanık veya onun adına yetkilendirdiği müdafi tarafından talep edilmediği sürece, sanığın duruşmalardan bağışık tutulmasına karar veremeyeceğine göre; yalnızca sanığa tanınan “özgü” nitelikli bu hakkın, savunma hakkının korunması amacına hizmet ettiği ve dürüst yargılanma hakkı ile doğrudan bağlantılı olduğu hususunda tartışma olmadığı kanaatindeyiz.CMK m.196/2’ye göre; sanık, alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar hariç olmak üzere, istinabe suretiyle sorguya çekilebilir. Sorgusundan önce sanığa, ifadesini esas mahkemesi huzurunda vermek isteyip istemediği sorulur. Alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar sebebiyle yapılacak sanık sorgusunun mutlaka yargılamayı yapan mahkemece gerçekleştirilmesi zorunludur.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 01.10.2013 tarihli, 2013/7-73 E. ve 2013/401 K. sayılı kararı;“Sorgusundan önce sanığa, ifadesini yargılamayı yapan mahkeme huzurunda vermek isteyip istemediğinin sorulmaması veya sorulması üzerine duruşmadan bağışık tutulmak istemediğini belirtmesine rağmen istinabe yoluyla alınan ifadesi ile yetinilmesi savunma hakkının sınırlanması sonucunu doğuracaktır… Kendisi yönünden ‘hak’ olarak düzenlendiği kabul edilen bir hususta, sanığın bu hakkı ne şekilde kullanacağına dair hiçbir inisiyatifinin olmadığının kabulü halinde, hakkın varlığından da söz edilemeyecektir. Bu sebeple, sorgusundan önce ifadesini asıl mahkemesinde vermek isteyip istemediğinin sorulmaması savunma hakkının sınırlandırılması niteliğinde olup, Yerel Mahkemenin usule aykırı hükmünün bozulmasına” karar vermiştir.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi,“Esas hakkında son savunmasını duruşmada hazır bulunarak yapmak istediğini beyan eden sanığın duruşmada hazır bulundurulmayıp, SEGBİS sistemi aracılığıyla yargılaması yapılarak mahkumiyetine karar verilmesi suretiyle savunma hakkının kısıtlanması isabetsizdir”
“Sanığın mahkemeden uzaklaşması” başlıklı CMK m.194/2;“Sanık savuşur veya ara vermeyi izleyen oturuma gelmezse, önceden sorguya çekilmiş ve artık hazır bulunmasına mahkemece gerek görülmezse, dava yokluğunda bitirilebilir”.
“Sanık yokluğunda duruşma” başlıklı CMK m.195;“Suç, yalnız veya birlikte adli para cezasını veya müsadereyi gerektirmekte ise; sanık gelmese bile duruşma yapılabilir. Bu gibi hallerde sanığa gönderilecek davetiyede gelmese de duruşmanın yapılacağı yazılır”. Bu hüküm, ön ödeme ve uzlaşma kapsamındaki suçlar için uygulanmaz.Yargıtay 2. Ceza Dairesi’nin 28.04.2010 tarihli ve 11981/14123 sayılı kararı; sanığın etkili eylem olarak tespit edilen suçunu cezai yaptırıma bağlayan TCK m.86/2’de, hapis ve adli para cezasının seçenekli yaptırım olarak öngörülmesi sebebiyle, sanığın sorgusu yapılmaksızın hüküm kurulmak suretiyle savunma hakkının kısıtlanması sonucu doğuran Yerel Mahkeme hükmünün kanun yararına bozulmasına karar verilmiştir.
CMK m.197’de öngörülen “Sanık hazır bulunmasa da müdafii bütün oturumlarda hazır bulunmak yetkisine sahiptir” hükmü gereğince; sanığı temsilen duruşmaya katılan müdafii, sanık huzurda olmasa bile, tüm oturumlara katılma hakkına sahip olup, mahkemece duruşmaya kabul edilmek zorundadır. Ancak müdafi huzurunda gerçekleştirilen işlemler, ayrıca sanığa tebliğ edilmez.
- “Sorgu sırasında sanığın mahkeme salonundan çıkarılabilmesi” başlıklı CMK m.200’e göre; suç ortaklarından birinin veya bir tanığın sanığın yüzüne karşı gerçeği söylemeyeceğinden endişe edilirse, sorgu ve dinleme sırasında o sanığın mahkeme salonundan çıkarılmasına karar verebilir ve sanık tekrar getirildiğinde, tutanaklar okunur ve gerektiğinde içeriği anlatılır. Sanığın duruşma salonundan çıkarılması, bu hüküm haricinde, CMK m.204’de öngörülen halde mümkündür. Davranışları sebebiyle, hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşılan sanık, duruşma salonundan çıkarabilir. Ancak her iki ihtimalde de, sanığın duruşma salonundan çıkarılması, müdafiinin duruşma salonunda bulunmasına engel değildir.Benzer durum, CMK m.58/3’de de öngörülmüştür. İlgili hükme göre; “Hazır bulunanların huzurunda dinlenmesi, tanık için ağır bir tehlike teşkil edecek ve bu tehlike başka türlü önlenemeyecekse ya da maddi gerçeğin ortaya çıkarılması açısından tehlike oluşturacaksa; hakim, hazır bulunma hakkına sahip bulunanlar olmadan da tanığı dinleyebilir. Tanığın dinlenmesi sırasında ses ve görüntülü aktarma yapılır. Soru sorma hakkı saklıdır”.
Sanığın, yokluğunda gerçekleştirilen işlemler hakkında bilgilendirilmesi zorunludur;zira bu işlem ve açıklamalara karşı sanığın beyanlarının alınması gerekecektir. Sanığın duruşma salonundan çıkarılması hususunda, “…karar verme yetkisi mahkemenindir ve karar verilmeden önce cumhuriyet savcısının görüşünün alınması gerekir. Bu kararı başkan değil, mahkeme kurulu verebilir. Belirtilen şartların varlığı halinde yalnızca sanığın dışarı çıkarılması sözkonusu olur, bu durum müdafiinin dışarı çıkarılması sonucunu doğurmaz”.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 05.06.2012 tarihli, 2012/1-656 E. ve 2012/222 K. sayılı kararı“…Kasten öldürme suçunun, 5271 sayılı CMK m.247 ve 248’de kaçaklar hakkında öngörülen katalog suçlar arasında yer almadığı dikkate alındığında, sanıkların bizzat duruşmada hazır edilerek savunmalarının alınması ve değişen suç niteliğine göre ek savunma haklarının verilmesi gerektiği gözetilmeyerek CMK m.193 ve 226 hükümlerine aykırı hareket edilmesi”
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 18.11.2014 tarihli, 2013/4-424 E. ve 2014/496 K. sayılı kararı; “…aleyhe olan bozma kararına karşı sanığın beyanı alınmadan direnme hükmü verilip verilemeyeceği hususunun öncelikle değerlendirilmesi gerekir. Ancak Yerel Mahkeme, bozmadan sonra yapılan yargılamada sanık adına duruşma davetiyesi çıkartıldığı, ancak davetiyenin tebliğ edilemediği, aleyhine olan bozma kararına karşı diyecekleri sorulmadan sanığın yokluğunda önceki hükümde direnilmesine karar verilmiştir. Sanığa, bozmada belirtilen ve aleyhinde sonuç doğuracak olan hususlarda beyanda bulunma, kendisini savunma ve bu hususta delillerini sunma imkanı tanınmalıdır. Bu düzenleme, savunma hakkının sınırlanamayacağı ilkesine dayandığından, uyulmasında zorunluluk bulunan emredici kurallardandır”.
Bozma kararından sonra yapılan yargılamada, başka suçtan hükümlü olan sanık duruşmada hazır edilmeksizin, sanık yokluğundan Yerel Mahkemece direnme kararı verilmesinin, savunma hakkını kısıtladığını kabul eden Yargıtay Ceza Genel Kurulu; bozma kararı lehe olsa dahi, duruşmadan haberdar edilerek savunma yapma hakkı tanınmayan ve mahkemede hazır edilmeyen sanığın, bozma ilamından haberdar edilmesi ve bu karara karşı beyanlarını bildirme olanağı sunulması gerekirken, bu usuli zorunluluğa uyulmaksızın yargılamaya devam edilmesinin ve savunma hakkının kısıtlanmasısuretiyle sanık yokluğunda karar verilmesinin, CMUK m.326/2 ve m.308/8’e aykırı olduğuna karar vermektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 20.04.1992 tarihli, 1992/5-56 E. ve 1992/107 K. sayılı kararı;“Sanığın yargılandığı suçtan tutuklu olduğu, sorguya çekilmediği, esaslı işlemlerin yapılmadığı nazara alındığında CMUK m.223/3, m.226/4-son maddeleri uygulanmayacağından, sanığın duruşmaya celbedilerek savunma yapmasına olanak tanınmaması” gerekçesi ile sanığın talimat yazılarak bulunduğu yer mahkemesi aracılığı ile savunması alınıp mahkumiyet hükmü kurulamayacağına, bu sebeple Yerel Mahkemenin direnme hükmünün bozulmasına karar vermiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 19.04.2005 tarihli, 2005/1-19 E. ve 2005/40 K. sayılı kararına konu somut olayda; bozma öncesi yargılamada ilk iki oturumda hazır bulunup sorgusu icra edilen sanık K. Atilla daha sonra Malatya Kapalı Cezaevine sevk edilmiş, bir takım kanıtların toplanıp tartışıldığı diğer on beş oturuma getirtilmemiş, esasa ilişkin savunması istinabe suretiyle saptanıp, yokluğunda mahkûmiyet kararı verilmiştir. Bozma sonrası yargılamada ise, güvenlik gereği Bakanlık emirleri doğrultusunda başka yer cezaevine nakledildiği gerekçe gösterilerek hiçbir oturumda hazır bulundurulmayan sanığın, bozmaya ve cumhuriyet savcısının esas hakkındaki düşüncesine karşı diyecekleri ile son söze ilişkin savunmasının alınması gibi işlemler istinabe suretiyle yerine getirilerek yokluğunda mahkûmiyet hükmü kurulmuştur.Yüksek Mahkeme, “…Bozma sanıklar lehine olup mutlaka dinlenilmeleri zorunluluğu bulunmamakta ise de; tutuklu bulunan sanıkların duruşmada hazır bulundurulmaları cumhuriyet savcılığından istenmeli, bozma kararına karşı diyecekleri sorulmalı, kanıtlarını sunma ve kendilerini bizzat savunma olanağı tanınmalıdır. Bu ilke savunma hakkına ilişkin olduğundan, duruşmadan vareste tutulmayı talep etseler bile yargılama konusu suçtan tutuklu bulunan sanıkların savunması talimatla alınmamalıdır. Sanık hakkında CMUK m.226/son uyarınca zorunlu nedenlerden dolayı duruşmaya celbedilmemesine karar verilmiş ise de, bu kararın sadece ilgili oturumları kapsaması, sonraki oturumlar bakımından yeniden bir karar verilmemesi karşısında, yargılandığı suçtan tutuklu bulunan sanığın duruşmada hazır bulundurulup bozmaya karşı diyeceklerinin sorulması gerekirken talimatla diyeceklerinin sorulması, CMUK m. 223 ve m.226/son madde hükümlerine aykırı olup savunma hakkını kısıtladığı” gerekçesiyle, bu hususun mutlak bozma sebebi teşkil ettiğine karar vermiştir.
CMK m.196; “1) Mahkemece sorgusu yapılmış olan sanık veya bu hususta sanık tarafından yetkili kılındığı hallerde müdafi isterse, mahkeme sanığı duruşmada hazır bulunmaktan bağışık tutabilir. 2) Sanık, alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar hariç olmak üzere, istinabe suretiyle sorguya çekilebilir. Sorgu için belirlenen gün, Cumhuriyet savcısı ile sanık ve müdafiine bildirilir. Cumhuriyet savcısı ile müdafiin sorgu sırasında hazır bulunması zorunlu değildir. Sorgusundan önce sanığa, ifadesini esas mahkemesi huzurunda vermek isteyip istemediği sorulur. 3) Sorgu tutanağı duruşmada okunur. 4) Yukarıdaki fıkralar içeriğine göre sanığın aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle sorgusunun yapılabilmesi olanağının varlığı halinde bu yöntem uygulanarak sorgu yapılır. 5) Hastalık veya disiplin önlemi ya da zorunlu diğer nedenlerle yargılamanın yapıldığı yargı çevresi dışındaki bir hastane veya tutukevine nakledilmiş olan sanığın, sorgusu yapılmış olmak koşuluyla, hazır bulundurulmasına gerek görülmeyen oturumlar için getirilmemesine mahkemece karar verilebilir. 6) Yurt dışında bulunan sanığın, belirlenen duruşma tarihinde hazır bulunmasının zorluğu halinde, bu tarihten önce duruşma açılarak veya istinabe suretiyle sorgusu yapılabilir”.
SAVCILIK MÜTALAASI ve ESAS HAKKINDA SAVUNMA:
Delillerin bir bütün olarak tartışılması aşamasında ceza davasının esası hakkında söz sırası şu şekildedir (CMK m.216):
-
Bireysel iddia makamını temsil eden müdahil (katılan) ve avukatı, herkesten önce davanın esası hakkındaki son sözünü söyler.
- Kamusal iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısı, müdahil ve vekilinden hemen sonra esas hakkındaki görüşünü, yani esas hakkındaki mütalaasını açıklar.
- Sanık ve avukatına veya sanığın kanunî temsilcisine, esas hakkında savunma yapmak üzere söz hakkı verilir.
İddianamede ve Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasında, sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 35/2. maddesinin uygulanması istenildiği halde, 5271 sayılı CMK’nın 226. maddesi uyarınca ek savunma hakkı verilmeden, 5237 sayılı TCK’nın 35/2. maddesi uygulanmaması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması, bozma nedenidir (Yargıtay 20. Ceza Dairesi- 2019/7148 K.).
İddianamede sanık hakkında TCK’nın 188. maddesinin 5. fıkrasının uygulanması talep edilmediği, Cumhuriyet savcısının esas hakkında mütalaasında bu fıkra belirtilse de sanık veya müdafiinin esas hakkında mütalaaya karşı savunma yapmadığının anlaşılması karşısında, 5271 sayılı CMK’nın 226. maddesi uyarınca ek savunma hakkı verilmeden anılan maddenin uygulanması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması, bozma nedenidir (Yargıtay 20. Ceza Dairesi – 2019/6417 K.).
28.06.2011 tarihli iddianameye göre; sanık İ.. B.. hakkında dava açıldığı ve 5237 sayılı Kanun’un 148/1, 35. maddesinin uygulanmasının talep edildiği, sanık hakkında anılan Kanun’un 149/1-a, d, 35. maddenin uygulanması için 5271 sayılı Kanun’un 226. maddesi uyarınca sanığa ek savunma hakkı tanınmamış ise de; sanık ve savunmanının hazır bulunduğu 18.10.2011 günlü oturumda okunan Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki mütalaasında, sanığın TCK’nın 149/1-a, d, 35 ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılmasının talep edildiği, sanık savunmanının esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanda bulunduğu, bu durumda sanığın savunma hakkının kısıtlandığından söz edilemeyeceği anlaşıldığından, tebliğnamedeki bozma isteyen düşünce benimsenmemiştir. (Yargıtay 6. Ceza Dairesi – Karar : 2015/42535).
Hükmün açıklandığı duruşmada hazır bulunan ve suça ilişkin savunması alınan sanığa CMK’nun 216. maddesine aykırı olarak esas hakkındaki mütalaaya karşı diyeceği ile son sözü sorulmadan hüküm kurulması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması, bozma nedenidir (Yargıtay 7. Ceza Dairesi – 2019/36851 K.).
Sanık duruşmada hazırsa, esas hakkında savunma yaptıktan sonra sanığa yargılamanın bitirileceği hatırlatılır ve ayrıca bir kez daha “son sözü” sorulur. Esas hakkında beyandan sonra sanığa ayrıca son söz hakkı verilmemesi savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup mutlak bozma nedenidir. Çünkü, hüküm için önemli olan hususlarda mahkeme kararı ile savunma hakkının sınırlandırılmış olması kesin bozma nedenleri arasındadır (CMK m.289/1-h).
Sanığın vekaletnameli müdafilerinin hükmün verildiği duruşmaya mazeretsiz olarak katılmadığı, duruşmaya ilk defa iştirak eden ve sanığın müdafii olarak kabul ettiği avukatının, dosyanın evveliyatını bilmemesi nedeniyle esas hakkındaki savunma yapabilmek için süre talep ettiği, mahkemece söz konusu talebin duruşmayı uzatmaya matuf ve hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilip ret edildiği anlaşılmış ise de CMK’nın 150. maddesi uyarınca sanığın kendisi için müdafi seçme hakkının bulunduğu, müdafilik görevinin vekaletname ibraz etmeksizin icra edilebileceği gözetilerek duruşmaya ilk defa iştirak eden müdafiiye, esas hakkındaki savunma hazırlanması için dosya kapsamına uygun bir sürenin verilerek, süre sonunda mazeretsiz olarak savunma yapmaması sonuçlarının da hatırlatılmak suretiyle karar verilmesi gerekirken, yasal olmayan gerekçelerle savunma hakkını kısıtlayıcı biçimde uygulama yapılması, bozma nedenidir (Y16CD-2019/3061).
İlk defa hüküm kurulurken “Son sözün sanığa verilmesi” kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamalarda da “Kamu davasının kesintisizliği ve sürekliliği” ilkesinin doğal bir sonucu olarak aynen geçerli olacaktır. Kovuşturmanın sona erdirilip hükmün tesis ve tefhimine geçilmesinden önce son söz alan tarafın sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken “Son sözün sanığa verilmesi” kuralına uyulmaması hâli, gerek “Savunma hakkının sınırlandırılamayacağı” ilkesine, gerekse CMK’nın 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açık aykırılık teşkil edecek ve bu durum, temyiz incelemesi aşamasında hükmün esasına geçilmeden önce bozma nedeni kabul edilecektir. Öğretide; “Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi, hukuka kesin aykırılık ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır.” ; “Hüküm safhasına geçmeden önce son söz hazır olan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin gereği olarak düzenlenmiş, uyulması zorunlu ve emredici bir hükümdür. Son sözün sanığa verilmesi bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır.” şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün tesis ve tefhim edildiği duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir (YCGK – K.2020/224).
Savcılık tarafından esas hakkında mütalaa açıklandıktan sonra, sanık ve avukatının esasa ilişkin savunma yapmak üzere süre isteme hakkı vardır. Esas hakkında beyanda bulunmak üzere “makul bir süre” talep edilebilir. Makul süre, her davanın özelliğine göre (sanık sayısı, davanın karmaşıklığı, suçlamanın mahiyeti vs.) belirlenir.
Esas hakkında savunma, sadece savcılık mütalaasına karşı yapılmaz. Savcılık mütalaasının değinmediği, ancak iddianamede yer alan veya yargılamanın önceki aşamalarında ek savunma hakkı verilerek tartışma konusu yapılan hususlara da esas hakkında savunmada yer verilmelidir. Ceza mahkemesi, savcılığın iddianame yoluyla yaptığı suç nitelendirmesiyle bağlı olmadığı gibi mütalaadaki suç vasfıyla da bağlı değildir. Dolayısıyla savcılık mütalaasında beraat talep etmesine karşın mahkemenin mahkumiyet vermesi mümkündür, aynı şekilde savcılık mütalasında ceza talep edilmesine rağmen mahkemenin beraat kararı vermesi mümkündür. Bu açıdan esas hakkındaki savunmanın dosya kapsamının bütününe ilişkin olarak iddianamede belirtilen hususlar irdelenerek yapılması gereklidir.
T.C.
Yargıtay
9. Ceza Dairesi
2021/957 E. , 2021/3258 K.
“İçtihat Metni”
Taleple İlgili Hüküm : Mahkumiyet
Suç : İnfaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokmak
İnfaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokmak suçundan sanık … hakkında yapılan yargılama sonunda; atılı suçtan mahkumiyetine dair Ayvalık 1.Asliye Ceza Mahkemesinin 06/05/2010 tarih ve 2008/472 Esas, 2010/67 Karar sayılı hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairemizin 25/06/2013 tarihli ve 2013/335 Esas, 2013/9761 karar sayılı ilamı ile düzeltilerek onanması yönündeki kararına karşı Yargıtay C.Başsavcılığının 09/06/2021 tarihli ve KD – 2021/55079 sayılı yazısı ile “Yüksek Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 25/06/2013 gün ve 2013/335 Esas, 2013/9761 karar sayılı ilamı ile ; Ayvalık 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 06/05/2010 tarih ve 2008/472 Esas, 2010/67 karar sayılı sanık …’ya İnfaz Kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokmak suçundan verilmiş olan hükmün onanmasına karar verilmiş ise de;
Hükümlü …’nın 08/03/2021 tarihli dilekçesinde verilen kararını son oturumda gıyabında verildiğini, bu şekilde savunma hakkının kısıtlandığını belirtmesi üzerine dosyanın incelenmesinde; Hükümlü …’nın karar verilen 9.Celse (06/05/2010) tarihinde hükümlü olarak Bandırma M Tipi Kapalı ceza infaz kurumunda bulunduğu halde huzurda savunması alınmadan karar verildiği, sanık …’nın ceza İnfaz Kurumu veya tutukevine yasak eşya sokmak suçundan dolayı 5237 sayılı TCK.nun 297/1, TCK 62/1, TCK 53 maddeleri gereğince 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Ayvalık 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 06/05/2010 tarih ve 2008/472 Esas, 2010/67 Karar sayılı hükmünün temyiz incelemesini yapmış olan Yüksek Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nce;
Karar tarihinde Bandırma M tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda başka suçtan hükümlü bulunan ve duruşmalardan bağışık tutulma talebi de olmayan sanığın, hükmün verildiği duruşmada bizzat veya SEGBİS ile hazır edilmesi gerektiği gözetilmeden CMK’nın 193. ve 196. maddelerine aykırı davranılarak savunma hakkının kısıtlanması gerekçesiyle Ayvalık 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 06/05/2010 tarih 2008/472 Esas, 2010/67 karar sayılı hükmünün bozulmasına karar verilmesi yerine, Yüksek Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 25/06/2013 gün ve 2013/335 Esas, 2013/9761 Karar sayılı ilamı ile; Ayvalık 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 06/05/2010 tarih ve 2008/472 Esas, 2010/67 Karar sayılı hükmünün ONANMASINA karar verilmiş olması nedeniyle;
Yüksek Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 25/06/2013 gün ve 2013/335 Esas, 2013/9761 Karar sayılı ilamına yönelik olarak itiraz talebinde bulunulması gerektiği kanaatine varılmıştır. Açıklanan nedenlerle; 05/07/2012 tarihinde yürürlüğe girmiş olan 6352 sayılı yasanın 99.maddesi ile değiştirilen 5271 sayılı CMK.nun 308.maddesi gereğince itirazın kabulü ile; Yüksek Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 25/06/2013 gün ve 2013/335 Esas, 2013/9761 Karar sayılı ilamının kaldırılması, Sanık …’nın Ceza İnfaz Kurumuna veya Tutukevine yasak eşya sokmak suçundan dolayı 5237 sayılı TCK.nun 297/1,62/1, 53 maddeleri gereğince 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Ayvalık 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 06/05/2010 tarih ve 2008/472 Esas, 2010/67 Karar sayılı hükmünün (yukarıda açıklanmış olan nedenle) 5320 sayılı Kanun’un 8/1.maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321 maddesi uyarınca bozulması, İtiraz talebimizin kabul edilmemesi halinde ise; 05/07/2012 tarihinde yürürlüğe girmiş olan 6352 sayılı yasanın 99. maddesi ile değiştirilen 5271 sayılı CMK.nun 308.maddesi gereğince dosyanın Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderilmesi” itiraz isteminde bulunulması üzerine Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
UYAP kayıtları ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, sanığın incelemeye konu dava dosyasında hükmün verildiği 06/05/20210 tarihinde, sanığın başka bir suçtan hükümlü olarak Bandırma M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu, 31/07/2009 tarihli sorgusunun yapıldığı celsede sanığa duruşmadan vareste tutulmak isteyip istemediğinin sorulmadığı ve bu hususta bir karar alınmadığı gibi sanığın da duruşmadan vareste tutulma isteminde bulunmadığının anlaşılması karşısında; son oturumda hazır edilmeyen sanığın yokluğunda yargılama yapılarak mahkumiyetine karar verilmesi suretiyle 5271 sayılı CMK’nın 196. maddesine aykırı olarak savunma hakkının kısıtlandığı anlaşıldığından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı yerinde görülerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
KARAR;
1- İtirazın kabulü ile itiraza konu Dairemizin 25/06/2013 tarihli, 2013/335 Esas, 2013/9761 Karar sayılı sanık hakkında infaz kurumuna yasak eşya sokmak suçundan verilen düzeltilerek onama kararının KALDIRILMASINA,
2- Sanık … hakkında infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokmak suçundan verilen mahkumiyet hükmünün incelenmesinde;
Başka suçtan Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olan sanık hakkında, 5271 sayılı CMK’nın 193/1 ve 196/5. maddelerine aykırı olarak, vareste tutulma talebi olmadan ve bu hususta mahkeme tarafından bir karar verilmeden, duruşmada bizzat veya SEGBİS vasıtasıyla hazır edilmeyerek yokluğunda yargılamaya devam edilip hükümlülüğüne karar verilmesi suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,
Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden sair hususlar incelenmeksizin hükmün bu nedenle BOZULMASINA, sanık hakkındaki hüküm infaza verilmiş ise İNFAZIN DURDURULMASINA, sanık bu mahkumiyet hükmü nedeniyle infaz kurumuna alınmış ise SALIVERİLMESİNE, başka suçtan hükümlü veya tutuklu olmadığı takdirde serbest bırakılmasının sağlanması için ilgili Cumhuriyet Başsavcılığı’na yazı yazılmasına, 23/06/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
BİRİNCİ CEZA DAİRESİ
Esas : 2014/4975
Karar : 2015/3781
Tarih : 10.06.2015
….Sanık….. hakkında konut dokunulmazlığını ihlale yardım, maktuller ……………..’e yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun bırakmaya yardım, sanıklar ……………….. hakkında maktüller …………… ve ……e yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun bırakmaya yardım suçlarından cezalandırılmaları talebiyle kamu davaları açıldığı, Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki mütalaasında sanık ……’in beraatine, diğer sanıkların ise atılı suçlardan yardım eden sıfatıyla cezalandırılmalarına karar verilmesinin talep edildiği anlaşıldığı halde, ek savunma hakkı tanınmadan sanıklar hakkında TCK’nun 37. maddesinin uygulanması suretiyle CMK’nun 226. maddesine aykırı davranılması,…
T.C.
YARGITAY
YİRMİİKİNCİ CEZA DAİRESİ
Esas : 2015/11035
Karar : 2016/4363
Tarih : 23.03.2016
….İddianamede ve Cumhuriyet savcılığı mütalaasında TCK’nın 58. maddesinin uygulanması yönünde talep bulunmadığı, sanığın son celsede hazır bulunmadığı, yakalama emri üzerine alınan savunması sırasında adli sicil kaydının da okunmadığı anlaşılmakla, 5271 sayılı CMK’nın 226. maddesi gereğince sanığa ek savunma hakkı verilmeden anılan maddenin uygulanması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,…
CMK Md.216; DELİLLERİN TARTIŞILMASI
(1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.
(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.
(3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir. (Ek cümle: 7078 S.K m.143- 1.2.2018)”Bu aşamada zorunlu müdafiin hazır bulunmaması hükmün açıklanmasına engel teşkil etmez “
Duruşmada sanık veya avukatı hazır değilse, son sözün verilmesi söz konusu olmaz. Son sözün verilmesi için duruşmaya ara verilemez. Sanığın duruşmada bulunmadığı durumda son söz hakkının hazır olan müdafiine verilmemesi, kanuna aykırı değildir. Sanık müdafii, nasıl ki sanık yerine sorgulanamaz veya ifadesi alınamaz ise, sanığın yerine son söz hakkını da kullanamaz. Sanık müdafiinin esas hakkındaki savunmasını yapmasından sonra son olarak katılana söz verilmek suretiyle CMK’nın 216/1 maddesindeki sıralamaya aykırı hareket edilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır. CGK.08.10.2013, 3-1391/407…..CGK 22.01.2013, 3-1469/19. Sanığın duruşmada hazır bulunmadığı durumda son söz hakkı, CMK Md 226/4 maddesine kıyasen hazır olan sanık müdafine verilmelidir. Aksi durum savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurur. CGK. 17.02.2009 1/172-26 ( Aksine Karar) Sanığın elinde olmayan nedenlerle duruşmaya katılamaması, ciddi engel çıkmış olması, duruşmalardan bağışık tutulması veya duruşma tarihinin kendisine tebliğ ve tefhim edilmemiş olduğu hallerde, duruşmada bulunmadığı gerekçesiyle son sözleri sorulmadan hüküm açıklanamaz.
Katılana esas hakkında söz verilmemesi, C.Savcısından esas hakkında görüşünün sorulmaması, buyurucu hükmü ihlal ettiğinden bozmayı gerektirmektedir.
İddia makamındaki değişiklik nedeniyle yeniden esas hakkındaki görüşü sorulup önceki oturumdaki görüşün tekrar edilmemesi gerekir.CGK 12.12.2020, 2/246/248
Sanığa son söz verildikten sonra başkaca usuli işlemler yapıldığı takdirde yeniden sanıktan son diyeceği sorulmalıdır. En son sözün sanığa verilmesi buyurucu bir kural olup bozmadan sonra dageçerlidir.CGK.3.7.1995,4/211-239
Sanıktan esas hakkındaki mütalaya karşı diyeceği sorulduktan sonra hüküm kurulmuş olmakla en son söz sanığa verilmiş olmaktadır. CGK 20.01.1986,510/29
Taraflara söz verilirken CMK Md.216 da belirtilen madde sırasına uyulması gerekir. 1.CD.9.4.2013, 7103/2969
Öldürmeye teşebbüs suçundan yargılanan, başka suçtan başka yerde tutuklu olan sanık mütalaaya karşı diyecekleri sorulmak üzere sanık hazır edilmelidir.1.CD.12.04.2012,507/2835
İddia makamının esas hakkındaki mütalasının alındığı 05.05.2008 tarihli oturuma sanığın başka bir suçtan tutuklu olması nedeniyle katılamadığı, son hükmün kurulduğu 13.05.2008 tarihli celsede iddia makamına söz verilmediği esas hakkında mütalasını yineleyip yinelemediğinin sorulmadan ve bu oturuma katılan sanığa önceki celse verilen mütalaa okunmadan ve buna karşı diyecekleri tespit edilmeden, son savunması ve son sözünün sorulmasıyla yetinilerek, son hükmün kurulması suretiyle 5271 sayılı CMK nın 216 . Maddesine aykırı davranılması 1.CD.29.9.2010, 83/6184
Müdahil vekilinin 13.4.2006 tarihli duruşmada bilirkişi raporuna ve C.Savcısının esas hakkındaki mütalaasına karşı beyanda bulunmak için süre istediği, duruşma arasında mazeret bildirerek kısa bir duruşma günü tayin edilmesini talep ettiği, karar duruşmasında ise mazeretin reddine karar verilerek yokluğunda hüküm kurulduğu anlaşılmakla AİHS nin adil yargılamayı düzenleyen 6.maddesi ile CMK nın 216,234/1-a maddelerine muhalefet edilmesi 1.CD.18.04.2008, 2060/3166
Hükmün tefhim edildiği oturumda C.Savcısından esas hakkındaki mütalası katılandan ise sanık ve müdafii tarafından ibraz edilen yazılı savunmalara karşı diyecekleri sorulmayarak yazılı şekilde hüküm kurulması 5.CD.26.01.2010,13333/388
Sanık B.K.nın haberdar edilemediğinden dolayı hazır bulunmadığı duruşmada alınan diğer sanık A.K.nın beyanlarına karşı diyecekleri sorulmadan yokluğunda karar verilemeyeceği cihetle, 5271 sy.CMK nın 216. Maddesine aykırılık teşkil edecek şekilde savunma hakkını kısıtlayarak yazılı şekilde karar verilmesi 7.CD.8.9.2014,21340/14745
CMK. MADDE 196