FETÖ=FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ: CIA’nın Yeşil Kuşak Projesi; Yapılanmanın Opus Dei, Kesnizani, Aum Şinrikyo, Cizvit ve Moon vs. Tarikatları Arasındaki Benzerlikleri
21 Ocak 2016KAT KARŞILIĞI İNŞAAT YAPIM SÖZLEŞMESİ UYGULAMA SÜRECİ
11 Şubat 2016BASIN KANUNU
RADYO ve TELEVİZYON ÜST KURULU
TÜRKİYE RADYO VE TELEVİZYON KANUNU
İNTERNET ORTAMINDA YAPILAN YAYINLARIN DÜZENLENMESİNE DAİR USUL VE ESASLAR HAKKINDA YÖNETMELİK
Türkiye Radyo – Televizyon Kurumu Reklam Yönetmeliği
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VE SINIRLARI
Basının görevi geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde halkı aydınlatmak, çeşitli konularda kamuoyunu düşünceye sevk etmek için tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek ve uyarmak, bireyleri içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları yönünden bilinçlendirmektir.
Basına, bu görevinin niteliği gereği Anayasa’da ve Basın Kanunu’nda ayrıcalıklı bir konum tanınmış ve basının özgür olduğu kabul görmüştür. Elbette ki basının bu ayrıcalıklı konumu ve hukuk düzenin kendisine tanıdığı özgürlük, tüm özgürlükler gibi yine hukuk düzenince çizilen sınırlara tabidir. Basın, yaptığı yayınlarda gerek anayasanın temel hak ve özgürlükler bölümünde yer alan ve gerekse Medeni Kanun ve ayrıca özel kanunlarda güvence altına alınmış olan kişilik haklarına saygı göstermek, bunlara saldırı niteliği taşıyabilecek tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadır. Gerek öğretide ifade edilen görüşlerde gerekse yerleşik yargısal kararlarda özellikle de Yargıtay Genel Kurullarınca benimsenen ilkelere göre basın özgürlüğünün sınırları bazı kriterlerle belirlenmiştir.
Basın haber verme fonksiyonunun yerine getirirken;
1. Haberde gerçeklik,
2. Haberde kamu yararı,
3. Haberde toplumsal ilgi,
4. Haberde güncellik,
5. Haberde konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık yani özle biçim arasında denge,
kriterleri bulunmak zorundadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2004/4-149 E., 2004/146 K. ve 10.03.2004 tarihli kararı)
Haber verme, eleştiri, yorum, uyarma ancak bu sınırlar içinde kaldığı sürece hukuka uygundur. Bu kurallardan herhangi birine ters düşülmesi halinde hukuka aykırılık doğar, kişilik hakları ihlali söz konusu olur.
Yargıtay’ın yerleşik kararlarında “yayınlanmasında kamu yararı bulunan gerçek ve güncel bir haber verilirken bile özle biçim arasındaki denge kurulmalıdır. Haberin verilişinde seçilen üslup ve sözcükler aşağılayıcı, küçük düşürücü, incitici, abartılı olmamalıdır.” demek suretiyle bu kriterlere aykırı ifadelerin açıkça hukuka aykırılığı kabul edilmiştir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1996/4-892 E., 1997/156 K. ve 05.03.1997 tarihli kararı)
Yukarıda genel olarak belirtilen kriterleri açıklamak gerekirse;
– Yayınladığı olayın doğruluğunu ve gerçekliğini araştırmak gazetecinin görevidir. Yayınlanacak haberin üçüncü kişilere ağır zarar verebileceği hallerde ise haberin doğruluğunun denetlenmesi daha katı şartlara bağlanmıştır.
-Haber gerçeği yansıtsa bile kullanılacak dil ve ifadenin, yapılacak yorumun, haberin verilişinin gerektirdiği ve zorunlu kıldığı biçim ve ölçüde bulunmasını öngörür.
-Şayet haberin verilişinde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan beyan, tavsif ve değerlendirmelere gidilecek olursa kişilik haklarıyla çatışan basın hürriyetine üstünlük tanınması imkansız hale gelir.(Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 1994/1123 E., 1994/6518 K. ve 11.07.1994 tarihli kararı)
-Basının kamu görevini yaparken göz önünde tutulan kamu yararı amacı ile kişilik haklarına verilen zarar arasında açık bir oransızlık varsa, objektiflikten ayrılıp, haber sınırını aşarak, genişletici ve yanlış yorumlarda bulunarak, gerçek dışı ve güncel olmayan haber verilir, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanılır, dürüstlük kurallarına aykırı davranılır ve kişisel nedenlerle salt sansasyon yaratmak için yayın yapılırsa bu hukuka aykırı olur.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2008/4-263 E., 2008/262 K. ve 19.03.2008 tarihli yeni bir kararında ise bu sayılan kriterlere ek olarak yeni bir kriter daha getirmiştir; “… haber olduğu biçimi ile verilmeli ve kişisel katkı yer almamalıdır. Gerek yazılı gerekse görsel basının bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, yayında kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini ve haber verilirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Bu ilke ve kurallar gözetilmeden yapılan yayın hukuka aykırılığı oluşturur ve böylece kişilik hakları saldırıya uğramış olur.”
Doktrinde de ifade edildiği üzere herhangi bir haber ne derece gerçeğe uygun olursa olsun, haberin verilişinin gerektirmediği tahkir edici bir dilin kullanılması durumunda, hukuka uygunluk durumu söz konusu olamaz. Kullanılan ifadenin habere konu olan olay ile düşünsel bir bağlantısının bir ilgisinin bulunması zorunludur. Bu zorunluluğu aşan ve kişiyi objektif yönden tahkir edici ifadelerin kullanılması durumunda, hakkın sınırı aşılmış, hukuka uygunluk sebebi ortadan kalkmış olur. Bir olayın kamuya duyuruluşu haberin içeriği ve gerçekliği ile uygun düşmeyen kelimeler kullanılmak suretiyle yapılmışsa fiil hukuka aykırıdır (Karahasan, M.R. :Tazminat Hukuku İkinci Kitap Manevi Tazminat, 1996 Beta, s. 1002)
Hangi Eylemler Kişilik Haklarına Saldırı Teşkil Eder?
Kişilik hakları her şahsın “kişiliğine bağlı olan” haklardır. Daha yalın bir ifade ile kişinin, “kişiliğini oluşturan tüm değerler” üzerindeki hakları onun kişilik haklarını oluşturur. Bu çerçevede kişinin şerefi, onuru, insanların gözündeki itibarı, namusu, lekelenmeme hakkı, özel hayatının gizliliği, özel veya mesleki sırları gibi tüm değerleri kişilik hakları kapsamındadır.
Bu kişilik haklarına medya yoluyla saldırılması gazete, dergi, internet veya radyo televizyon yoluyla kişi hakkında yayınlar yapılması suretiyle olur. Örneğin bir gazete yazısında kişinin eşinden başka biriyle ilişkide olduğunun yazılması, bir dergide kişinin özel hayatına ilişkin gizli fotoğrafların ifşa edilmesi, bir televizyon yayınında kişiye ahlaksız bir fiil isnat edilmesi ya da bir radyo yayınında kişinin özel ye da mesleki sırlarının ifşa edilmesi hep bu kapsamdadır.
Bir fiil bir kişinin kişilik haklarına objektif olarak bir saldırı teşkil ettiği söylenebiliyorsa bu, bütün hukuk sistemi açısından böyledir. Ancak her hukuk dalı buna farklı bir karşılık vermiş olabilir. Örneğin medeni hukuk buna “tazminat” veya “fiilin durdurulması” sonucu bağlarken ceza hukuku “ceza” sonucunu bağlamıştır. Ancak bu sonuçlar, tüm eylemler için her zaman uygulanacak sonuçlar niteliğinde değildir. Bazı eylemler yalnızca “ceza” ile karşılanırken bazı eylemler hem tazminat hem de ceza ile karşılanabilmektedir. Bu, özellikle ceza hukuku alanında kendini göstermektedir. Çünkü bir davranış ancak ceza kanununda suç olarak düzenlenmişse bir ceza ile karşılanabilecektir. Bu nedenle bir yayın kişilik haklarına saldırı teşkil etse bile ceza hukuku anlamında suç teşkil etmiyorsa ona ceza hukukuna has yaptırımlar uygulanamayacaktır. Bu nedenle kişilik hakları anlamında ceza hukuku en dar alan olma özelliğine sahip olup ancak belli bir ağırlığa ulaşmış eylemler suç olarak görülüp cezalandırılabilecektir. Ancak bir eylem suç teşkil etmese bile o eylem bir haksız eylem olarak kabul edilip medeni hukuka has yaptırımlarla karşılanabilir. Daha açık bir ifade ile bir eylem suç değildir denilse ve bu nedenle savcılıklarca “ceza” mahkemesinde dava açılmasa bile onun durdurulması veya tekrarının önlenmesi ya da maddi manevi tazminat amacıyla “hukuk” mahkemesinde gerekli davalar açılabilir. Ayrıca medya hukukuna has önlemler olarak tekzip yani cevap hakkı ya da idari şikayet yollarına başvurulabilmesi de mümkündür.
Bu ayrım çerçevesinde hangi eylemlerin suç teşkil edeceğini hangi eylemler açsından ise yalnızca özel hukuka ilişkin yaptırımlara başvurulabileceğini kısaca açıklamak gerekmektedir;
Yayın yoluyla kişilik haklarına yapılan bir saldırının suç teşkil edebilmesi için bunun, ceza kanununda suç olarak düzenlenmiş bulunması gerekir. bir eylem bir çok kişilik hakkını zedeleyebileceği için eylemin içeriğine göre farklı suçların oluşması muhtemeldir. Başka bir değişle eylem iftira, hakaret, özel hayatın gizliliğine müdahale, tehdit, şantaj, haberleşmenin gizliliğini ihlal, özel hayatın gizliliğini ihlal, iftira, banka itibarını zedeleme, haksız rekabet vs. teşkil edebilir. Bir fiilin bunlardan birinin kapsamına girip girmediği ise ceza hukukunda suç unsurları bazında ayrıntılı incelemeyi gerektireceğinden burada hepsini ayrıntısı ile ele alamayacağız. Ancak bunların içeriklerine ilişkin kısa bilgiler verilmesi yararlı olacaktır:
Tehdit, bir kişiye bir kötülük yapacağının söylenmesi suretiyle onun korku içinde bırakılması bu suretle de onun huzursuz edilmesi ve belki de bazı şeyler yapmaya ya da yapmamaya mecbur edilmesidir. Örneğin kişinin öldürüleceğinin, hayatı dar edileceğinin, hapse attırılacağının vs. söylenmesi tehdittir. TCK 106. Maddesinde Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişinin cezalandırılacağını hükme bağlamıştır.
Şantaj bir kimsenin aslında yapmaya hakkı olduğu ve hatta bazen mecbur olduğu eylemleri yapacağından ya da yapmayacağından bahisle bu durumdan olumsuz etkileneceği kişinin kanuna aykırı veya yükümlü olmadığı bir şeyi yapmaya zorlanmasıdır. Örneğin bir makalede “eğer belediye başkanı bu paraları falanca vakfa bağışlamazsa ben bunları nasıl hukuka aykırı yollarla elde ettiğini açıklarım” şeklindeki bir yazı şantaj niteliğindedir. TCK’nın 107. maddesinde Hakkı olan veya yükümlü olduğu bir şeyi yapacağından veya yapmayacağından bahisle, bir kimseyi kanuna aykırı veya yükümlü olmadığı bir şeyi yapmaya veya yapmamaya ya da haksız çıkar sağlamaya zorlayan kişinin cezalandırılacağı belirtilmiştir.
Hakaret kişiye haksız bir isnatta bulunulması veya sövülmesidir. Ceza Kanunumuzun 125. Maddesine göre Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi (…) cezalandırılır. Buna göre bir fiilin hakaret olabilmesi için ya kişiye onun onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat edilmesi ya da kişiye sövülmesi yani halk diliyle küfredilmiş olması gerekir.
Haberleşmenin gizliliğini ihlal, kişinin telefon, mektup, faks, internet vs. yoluyla yaptığı haberleşme içeriklerinin ifşasını ifade eder. TCK’nın 132. Maddesine göre Kişiler arasındaki haberleşme içeriklerini hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse …. cezalandırılır denilmektedir. Örneğin bir kimsenin telefon konuşmalarının kayda alınıp rızası olmadan bunların yayınlanması bu suçu oluşturur. Hatta bu fiilin basın yayın yoluyla işlenmesi cezanın daha ağır olmasını sonuçlayacaktır.
Kişinin özel hayatına ilişkin hususların yayınlanması da suçtur. TCK’nın 134. Maddesine göre kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya sesleri ifşa eden kimse,….. cezalandırılır denilmektedir. Bu noktada önemli olan bu görüntü ve seslerin ifşasında kamu yararı olmamasıdır. Bir kişi toplum nazarında göz önünde olsa bile tamamen gizli bir özel hayat parçası olduğunun da kabulü gerekir. Önemli olan bu sınırın doğru tespitidir.
İftira aslında onu işlemediğini bilmesine rağmen sanki işlemiş gibi kişiye suç isnat edilmesidir. Örneğin aslında böyle bir durum olmadığını bildiği halde bir kimsenin yolsuzluk yaptığı yönünde haber yapılması bu kapsamdadır. Ceza Kanunumuza göre Yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi cezalandırılır.
Ceza hukuku anlamında suç teşkil eden fiiller aynı zamanda medeni hukuk anlamında da kişilik haklarına aykırılık teşkil etmektedir. Ancak medeni hukuk anlamında her eylemin ayrı ayrı belirlenmesi yerine genel bir ifadeye yer verilmiştir. Gerçekten Medeni Kanunun 24. maddesine göre Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır. Bu hüküm çerçevesinde Medeni Hukuk anlamında kişilik haklarına saldırı daha geniş bir temelde düzenlenmiştir denilebilir.
Medeni Hukuk anlamında hangi eylemlerin kişilik haklarına saldırı olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak bir kimsenin yukarıda belirttiğimiz gibi şerefi, onuru, insanların gözündeki itibarı, namusu, lekelenmeme hakkı, özel hayatının gizliliği, özel veya mesleki sırları gibi değerlerine saldırı haklı bir sebebe dayanmadıkça kişilik haklarına saldırı teşkil edecektir. Medya açısından da kamunun haber alma hakkı ile kişilik hakları çatışacaktır. Hangi halde hangisinin ağır basacağı her somut olayın özelliklerine göre değerlendirilecektir. Örneğin bir kimseye açık bir hakaret açısından kamunun haber alma hakkından söz edilemeyecekken bir yolsuzluk soruşturmasının haber yapılması bu kapsamda sayılamayabilecektir.
Kişilik hakları saldırıya uğrayan kimse ya da kimselerin medya hukuku açısından başvurabilecekle yollardan biri yayının durdurulmasıdır. Bu yayın durdurma, yazılı medya açısından toplatma, internet medyası açısından ise içeriğin yayından çıkarılmasıdır. Anlık yayın yapılması nedeniyle görsel-işitsel medyada yayın durdurma söz konusu değilse de yapılan yayının tekrarlanmasının önlenebilmesi mümkündür.
Medeni Kanunun 25. maddesine göre “hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir”. Bu madde genel bir korunma öngörmüştür. Buna göre kişilik hakkı saldırıya uğrayan kimse bu saldırının aracı ve türü ne olursa olsun hakimden gerekli korunma tedbirlerini almasını isteyebilecektir. Aynı kanunun 25. maddesine göre ise “Davacı, hakimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir. Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir”. Bu hükmün basın açısından uygulanmasına herhangi bir engel yoktur. Ancak bunun için basın özgürlüğü ve özellikle bu kapsamdaki haber verme – alma hakkı ile ilgili dengenin kurulması gerekir.
Kanunda, MK. m.24-25’in ancak hukuka aykırı saldırılarla ilgili olarak uygulanabileceği belirtilmiştir. Basının haber verme hakkı ise bir hukuka uygunluk sebbei olup eğer eylem gerçekten bu kapsamda ise bu eylem artık “hukuka aykırı” olarak kabul edilemeyeceğinden MK. m.24-25’e göre hareket edilebilmesi mümkün değildir. Öyleyse hangi hallerde basının haber verme hakkının kötüye kullanıldığı veya bunun sınırlarının aşılarak eylemin hukuka aykırı hale geldiği tespit edilmelidir. Bu konuda Yargıtay oldukça önemli tespitlerde bulunmaktadır:
“Anayasanın 28. maddesindeki basının özgür olduğu güvencesine ve bu ilkeyi güçlendiren 5680 sayılı Basın Yasasının 1. maddesindeki düzenlemedir. Bu düzenlemede basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin nedeni; toplumun sağlıklı, mutlu ve güven içinde yaşayabilmesi içindir. Bunun için de kişinin, dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının yayın yaparken, yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğu kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.
Ne var ki basının bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. Bundan dolayıdır ki, yayınlarında kişilik haklarına saygı göstermesi ve gerek Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümünde yer alan ve gerekse MK.nun 24 ve 25. maddesinde ve yine özel yasalarda güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluk ve gerekliliktir. Açıklanan bu yasal düzenlemelerden ve yargısal uygulamalardan da anlaşılacağı üzere, basının özgürlüğü ile kişilerin, kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği, diğer bir anlatımla, hukuk düzenince koruma altına alınan yararların birbirine karşı çatışma içinde bulundukları biçiminde bir görünümün var olduğu kanısı uyanmaktadır. Halbuki hukuk düzeninin, çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Aksi halde hukukun kendisi, kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında, yapılan düzenleme, hukuki diğer temel kavramları ile birlikte incelendiğinde iki yararın aynı anda ve aynı olayda birbiri ile çatışmadıkları, somut olaydaki olgular itibariyle koruma altına alınmış bulunan bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği anlaşılacaktır. Bunun sonucunda da, daha az üstün olan yarar, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında, o olayda ve o an için hukuk düzenince korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt, kamu yararıdır. Diğer bir anlatımla yayın, salt toplumun yararı gözetilerek yapılmalıdır. Toplumun çıkarı dışında hiçbir kişisel çıkar, gerçeklerin yanlış olarak sunulmasına neden olmamalıdır. Haber olduğu biçimi ile verilmeli ve kişisel katkı yer almamalıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basının bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, yayında kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini ve haber verilirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Bu ilke ve kurallar gözetilmeden yapılan yayın hukuka aykırılığı oluşturur ve böylece kişilik hakları saldırıya uğramış olur. Aksi bir yayının ise, gerek Anayasa ve Basın Yasası ve gerekse basının genel işlevi karşısında hukuka uygun olduğu, kişilik değerlerin saldırı teşkil etmediği kabul edilmelidir. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O an için o olay veya konu ile ilgili olan, görünen bilinen her şeyi araştırmak, incelemek ve olayları olduğu biçimi ile yayınlamalıdır. Bu işlevi ile gerek yazılı ve gerekse görsel basın, somut gerçeği değil, o anda belirlenen ve var olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen olguları yayınlamalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan, gerçek olmadığı anlaşılan olayların ve olguların yayınından basın sorumlu tutulmamalıdır”.
Bu çerçevede basının güncel, doğru ve kamu yararına yönelik olmayan haberler ve yazıları hukuka uygunluk ilkesinden yararlanamayacağından bunlara karşı hakimden hukuki korunma istenebilecektir. Bu çerçevede hakimden saldırı tehlikesinin önlenmesi, sürmekte olan saldırıya son verilmesi, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespiti istenebilecektir.
Saldırının önlenmesi kapsamında söz gelimi bir yazılı medya eserinin içeriği mesela reklam amacıyla henüz basılmadan kamuya açıklanırsa yayınlanacak olan o içerik nedeniyle hakları saldırıya uğrayan kimse bu yayının durdurulması istemli dava açabilecektir. Keza piyasaya sürülmüş bir dergi, veya kitap içeriği nedeniyle hakları zarara uğratılmış bulunan kimse bu eserlerin toplatılması istemli dava da açabilecektir. Söz konusu olan artık dağıtım aşaması sona ermiş günlük gazete ise kişi, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini talep edebilecektir.
Bu talepler asliye hukuk mahkemelerinden dava yoluyla istenebilecektir. Ancak bu sürecin özellikle ülkemizde oldukça uzun sürdüğü de gözden uzak tutulmamalıdır. Bu nedenle bir geçici önleme başvurmak oldukça yararlı olacaktır. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunumuzda düzenlenen ihtiyati tedbir müessesesi bize bu konuda yardımcı olabilecek niteliktedir.
İhtiyati tedbir bir dava açılmadan önce veya dava ile birlikte mahkemeden gecikmesinde sakınca bulunan bir takım tedbirlerin istenmesidir. Burada amaç, dava sonucunda elde edilen hükmün anlamsız kalmamasıdır. Eğer dava sonuçlanıncaya kadar zaten önlenmesi istenen etki artık büyük oranda gerçekleşmişse dava sonucunda alınacak hüküm de anlamsız kalacaktır.
Basın yoluyla saldırılarda da yayının durdurulması istemli dava veya toplatma istemli davalar sonuçlanıncaya kadar saldırının devam etmesi durumu, zaten bu saldırının bir an önce durdurulması amacıyla açılacak olan bu davaların amacıyla bağdaşmayacaktır. Saldırının bir an önce durdurulması saldırıya uğrayanın kişilik haklarının korunmasına ilişkin Medeni Kanun hükümlerinin uygulanabilirliği açısından hayati önem taşımaktadır.
Tüm bu nedenler açısından basın yoluyla yapılan saldırılarda saldırıya uğrayan eğer belirttiğimiz durumlar söz konusu ise mahkemeden saldırının durdurulmasını isteyebileceği gibi bunun için öncelikle bir ihtiyati tedbir de isteyebilir. Bunun için asıl davacının açılacağı mahkemeye bir ihtiyati tedbir davası dilekçesi verilmesi bu dilekçede saldırı ile ihtiyati tedbir nedenlerinin belirtilmesi ve mevcut delillerin eklenmesi ya da mahkemece gerekli yerlerden teminin talep edilmesi gerekli ve yeterlidir. İhtiyati tedbir kararı diğer taleplere nazaran oldukça çabuk verilebilmektedir. Bu nedenle bunun takip edilmesi ve kararın verildiği (dikkat edilirse bu kararı verildiğinin öğrenildiği değil, “kararın verildiği”) tarihten itibaren on gün içinde hem bu kararın icra edilmesi yani gerekli işlemlerin yapılabilmesi için dilekçenin verilmesi ve hem de asıl davanın bu süre içinde açılması gerekir aksi halde ihtiyadi tedbir hükümsüz kalacaktır.
Yayının durdurulması özellikle internet hukuku açısından önemlidir. Zira İnternet medyası, internet sitelerinden oluşmakta olup en karmaşık, sınırları ve kontrolü en zor medya alanı olarak ifade edilmektedir. Görsel-işitsel medya ve Yazılı medyanın aksine İnternet medyasına dahil olabilmek için ciddi bir ekonomik varlığa gereksinim duyulmamaktadır. Bunun neticesinde herkes site sahibi olabilmekte olup bu da otokontrolü güçleştirmektedir. Ayrıca kopyala-yapıştır şeklindeki yayınların yapılması nedeniyle site içeriğinde bulunan herhangi bir yayın kısa bir süre içerisinde yüzlerce diğer site içeriğinde de yayınlanmaya başlanmaktadır. Yazılı medya ile görsel-işitsel medyadan farklı olarak internet medyasında haberler çoğu zaman kalıcı olmaktadır. Yani bir haber içeriği değiştirilmediği sürece yıllarca aynı şekilde kalabilmekte, insanlar bunlara aradan yıllar geçmesine rağmen ulaşabilmektedir. Bu arada haber içeriğinin yanlış olduğu ispatlansa bile artık yüzlerce siteye yayılmış bu içeriğin ilk hali sanki doğruymuş gibi muhafaza edilecek ve yıllar sonra bu haberi okuyan ve olayın neticesinden haberdar olmayan kişi haber içeriğinin bu şekliyle doğru olduğunu zannedecektir. Yine, arama motorları sayesinde artık sadece ekrana isim girilmesi bile yüzlerce eski haberi kişilerin bilgisine sunmaktadır.
Yukarıda belirttiğimiz haber esasları internet medyası için de geçerlidir. Bu esaslara aykırı yayınların durdurulması için de yine MK. M.24’deki “hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir”. Ve 25’deki “Davacı, hakimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir. Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir” hükümlerine gidilebilmesi imkan dahilindedir. Bazı uygulamalarda hatalı bir şekilde “5561 sayılı özel yasanın 9. Maddesi uyarınca İnternet Erişimini kısıtlamaya, internet yayınını durdurmaya, İnternet yayınını engellemeye dair kararlar Sulh ceza Mahkemeleri tarafından verilebileceğinden, bu durumlara ilişkin tedbir işlemi asliye mahkemelerince yapılamayacağı” söylenmekteyse de bahsi geçen 5651 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un 1. Maddesinde kanunun amaç ve kapsamının “içerik sağlayıcı, yer sağlayıcı, erişim sağlayıcı ve toplu kullanım sağlayıcıların yükümlülük ve sorumlulukları ile internet ortamında işlenen belirli suçlarla içerik, yer ve erişim sağlayıcıları üzerinden mücadeleye ilişkin esas ve usulleri düzenlemek” olduğu açıkça belirtilmiş, bu “belirli suçlar” ise aynı kanunun 8. Maddesinde sınırlı olarak katalog halinde sayılmış ve aynı maddede “İnternet ortamında yapılan ve içeriği aşağıdaki suçları oluşturduğu hususunda yeterli şüphe sebebi bulunan yayınlarla ilgili olarak erişimin engellenmesine karar” verilebileceği belirtilmiştir. Şu halde bu kanun yalnızca belirli suçlar açısından uygulanabilir durumda olup bu suçlar arasında dava dilekçemizde bahsi geçen “iftira” ve “hakaret” fiilleri yer almamaktadır. Bu fiiller, 5651 sayılı Kanun’un kapsamında olmadığından bu kanuna dayanarak Sulh Ceza Mahkemesine başvurabilmesi ve esasen bu mahkemenin görevli olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Nitekim bu kanun, kişilik haklarına vaki haksız bir saldırının önlenmesi hususunda Medeni Kanun m.24-25 ve Borçlar Kanunu m.41’in getirmiş olduğu imkanları bertaraf eder nitelikte değildir.
Öyleyse internet yoluyla yapılan saldırılarda da yerleşim yeri asliye hukuk mahkemesine başvurularak saldırının önlenmesi ve bunun öncesinde bir ihtiyati tedbir olarak erişimin engellenmesi istenebilir. Burada da internetteki yayınlar yoluyla kişilik haklarına yapılan saldırılarda saldırıya uğrayan eğer yukarıda yazılı medya için belirttiğimiz durumlar burada da söz konusu ise asıl davacının açılacağı mahkemeye bir ihtiyati tedbir davası dilekçesi verilmesi bu dilekçede saldırı ile ihtiyati tedbir nedenlerinin belirtilmesi ve mevcut delillerin eklenmesi ya da mahkemece gerekli yerlerden teminin talep edilmesi gerekli ve yeterlidir. İhtiyati tedbir kararı diğer taleplere nazaran oldukça çabuk verilebilmektedir. Bu nedenle bunun takip edilmesi ve kararın verildiği (dikkat edilirse bu kararı verildiğinin öğrenildiği değil, “kararın verildiği”) tarihten itibaren on gün içinde hem bu kararın icra edilmesi yani gerekli işlemlerin yapılabilmesi için dilekçenin verilmesi ve hem de asıl davanın bu süre içinde açılması gerekir aksi halde ihtiyadi tedbir hükümsüz kalacaktır. bunun icrası için kararı veren mahkemeden kararı Telekomünikasyon İletişim Daire Başkanlığına göndermesi istenebilecektir.
Radyo-televizyon açısından anlık yayın yapılması nedeniyle yayın durdurma söz konusu değilse de yapılan yayının tekrarlanmasının önlenebilmesi mümkündür. Bunun için de aynı şekilde bir ihtiyadi tedbir talepli kişilik haklarına vaki haksız saldırının önlenmesi davası açılabilmesi mümkündür. Bu davada da yukarıda belirttiğimiz tüm usul aynı şekilde işletilir.
Basın Özgürlüğü Yasası’nda öngörülen haber kaynağının kovuşturulmasına dair özel şartlar (haber kaynağının serbestîlerini kısıtlayan haller nelerdir?
BÖY Bölüm 7, m.3’de eğer bir kimse bir açıklama yapar veya açıklama yerine geçebilecek bir fiile katkı sunarsa üç farklı durumda sorumlu tutulabilir:
a) Ülke güvenliğine karşı suçlar kategorisinde görülen bir fiil; örneğin vatana ihanet, casusluk veya gizli bir bilginin yetkisiz olarak açıklanması gibi. Sonuncusuna dair, örneğin bir gazeteci hayati bir konu hakkında araştırma yapar ve bunu yayınlamaya hazırlanırsa “hazırlık suçu” kapsamında değerlendirilebilir.
b) Eğer bir kimse belgenin gizliliği kuralı hilafına davranır da başkasına tevdi eder veya yayıma hazır halde bulundurursa; bu durumda Ceza Kanunu anlamında sırrın ifşası suçunu işlemiş olur. Bir kamu idaresinde çalışan kimse kasden gizli bir bilgiyi elden çıkarır ve gazetecinin eline geçmesini sağlarsa, bu suçtur. Bir başka örnek, bir gazetecinin açıkça yayın yasağı konmuş olan bir belgeyi ilgili idareden sızdırması durumunda sözkonusu olabilir.
c) Eğer bir kimse kasden yasa gereğince sır saklama yükümlülüğünü ihlal ederse (görevi ihmal). Bu, gizli olguların iletimi fiili ile ilgili kuralı içerir, dokümanları değil. Bu bağlamda, her türden gizli bilgileri içine almaz. Sır Kanunu’na göre “gizli” olarak tasnif edilmiş olan olguların olması gerekir.
Bkz . İNTERNET ARACILIĞIYLA İŞLENEN SUÇLAR