Kesin hüküm HAGB – İkinci Suçun Kesinleşme Tarihi – YARGITAY CEZA GENEL KURULU
15 Nisan 2016AİHM Kararlarına Göre Avukat İle SAVUNMA HAKKI ve ADİL YARGILANMA
25 Nisan 2016Fatura akdin şartlarını tespit eden değil, tespit edilmiş olan şartların bir kısmını gösteren ve bunları belirli şartlarda tevsik eden bir belgedir.
YARGITAY KARARLARI IŞIĞINDA FATURANIN İSPAT AÇISINDAN İNCELENMESİ
Fatura, tacirin ticari işletmesinin temel işlemelerini (bir mal satması, imal etmesi, bir iş görmesi ve bir menfaat temin etmesi gibi) belgelendiren, işlemlerinin takibini sağlayan, muhasebeleştirilen kayıtların tevsi- kinde, kazancı halinde vergilendirilmesinde ve işlemlerini gerek maliyeye gerekse ihtilaf halinde işlem yaptığı kimselere karşı ispatta delil olarak kullanılan bir belge niteliğindedir. 1
Fatura akdin şartlarını tespit eden değil, tespit edilmiş olan şartların bir kısmını gösteren ve bunları belirli şartlarda tevsik eden bir belgedir.
Açık fatura ticari hayatta bedeli ödenmemiş faturayı ifade etmektedir. Faturanın açık veya kapalı olması hukuki açıdan farklılık arz etmektedir.
Vehbi Koç’un başkan olduğu Ankara Ticaret Odası Oda Meclisi 1948 yılında açık/kapalı fatura konusunda piyasaları düzenleyici bir karar ortaya koymuştur.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğü tarafından İstanbul Ticaret Odası’na hitaben yazılan 03 Nisan 2009 tarih ve 1879 sayılı yazıda “Bilindiği üzere Türk Ticaret Kanununda “açık fatura” ve “kapalı fatura” konuları hakkında herhangi bir hüküm bulunmamaktadır.2 Bu kavramlar “ticari örf ve adet” hukukunun gelişimiyle doğmuştur. Buna göre peşin olan satışlarla veresiye satışları birbirinden ayırt etmek üzere başlatılan “açık fatura” ve kapalı fatura” uygulamaları zaman içinde bir örf ve adet kuralı haline gelmiştir.
Bu kapsamda, Bakanlığımıza yapılan başvurularda; açık faturadan fatura bedelinin ödenmediği, kapalı faturadan ise; fatura bedelinin ödendiği anlaşılması gerektiği hususlarında örf ve adet talepleri Bakanlığımızca uygun görülmüştür. Nitekim, Yargıtay’ın bir çok kararında açık fatura- kapalı fatura kavramı kabul edilmiş, açık faturanın bedeli– nin ödenmediğine, kapalı faturanın da bedelinin ödendiğine karine teşkil edeceği görüşü benimsenmiştir.”
Açıklamasıyla açık fatura- kapalı fatura kavramları bu sayede netleşmiştir.
21.12.1948 tarih ve 6 Nolu Ankara Ticaret Odası’nın teamül kararı (Ankara Ticaret Odası Teamül kararları, Ankara 1968, s.7)na göre pulun faturanın üst kısmına yapıştırılarak imzalanması halinde açık fatura söz konusu olmaktadır.”
Açık faturaya ilişkin Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 11.03.2002 tarihli ve 2002/636 E., 2002/2380 sayılı kararı şu şekildedir :
“Davacının ibraz ettiği fatura açık fatura olup davacı tarafından tek taraflı düzenlenmiş bir belge olduğundan tek başına satım ilişkisini ispata yeterli değildir. Faturada belirtilen malların davalıya teslim edildiğini, yazılı bir belge ile isnat edilmediğinden, davacının iddiasını ispat ettiği söylenemez. “
Bu konuya ilişkin diğer bir karar ise Yargıtay 11. Hukuk Dairesi
23.03.1988, 1988/6471 E. ve 1988/1267 K. sayılı kararı ise şu şekildedir:
“Taraflar arasındaki davadan dolayı Antalya 2. Sulh Hukuk Hakimliğince verilen hükmün temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş olmakla dosyadaki kağıtlar okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR: Davacı vekili, müvekkilinin, davalıya sattığı mal karşılığı (256.921.TL) alacaklı olduğu halde yapılan takibe davalının itiraz ettiğini ileri sürerek bu paranın faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili ise müvekkilinin faturada gösterilen malı teslim aldığını, ancak bedelini ödediğini bildirerek davanın reddini istemiştir.
Mahkeme; toplanan delillere göre, davalının aldığı malın bedelini ödediğine dair yazılı belge ibraz edemediği gerekçesi ile ( 256.921 TL ) nın davalıdan faizi ile birlikte tahsiline karar vermiştir. Hüküm, davalı vekilince temyiz edilmiştir.
BK’nın 182. maddesi hükmünce alım satımlarda her iki tarafın borçlarını aynı zamanda ifa etmiş olmaları yolunda bir ilke kabul edilmiş ise de; malın davalıya reslimi 8.1.1986 tarihinde yapılmış olmasına rağmen davacı tarafından düzenlenen 11.1.1986 tarihli faturanın kendisine tebliğ edilmiş olduğu davalı tarafından kabul edilmiş bulunmaktadır. Fatura, açık fatura niteliğinde olduğundan bunu tebellüğ eden davalının TTK. 23/2 nci maddesine göre 8 gün içinde bir itirazda bulunmadığından böylece mal bedelinin ödenmediğini de kabul etmiş durumuna düşmüştür. bu sebeple bedelin ödendiğini ispat, davalıya ait olacağından ve davalı da bu hususu ispat edemediğinden davalının temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile hükmün ONANMASINA, ( … ) 2.3.1988 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
Vergi Usul Kanunu Faturanın Nizamı başlıklı 231. maddesinin 5. bendinde “ Fatura, malın teslimi veya hizmetin yapıldığı tarihten itibaren azami 7 gün içinde düzenlenir.” denmektedir.
Faturanın ispat gücünün ana hatları ve kriterleri Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 27.06.2003 tarihli, 2001/1 E., 2003/1 K. Sayılı kararında belirleyici olarak açıklanmıştır.
“Türk Ticaret Kanunu’nda fatura tanımlanmamıştır. Vergi Usul Kanunun 229. maddesinde yer alan tanımlama ise: Fatura satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya işi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen ticari bir vesikadır” şeklindedir.
Böylece Fatura; “ticari satışlarda satıcı tarafından alıcıya verilen ve satılan malın miktarını, vasıflarını ölçüsünü fiyatını ve sair hususları veya ifa edilmiş hizmetleri gösteren hesap pusulası olup, ticari bir belge niteliğindedir.” şeklinde tanımlanabilir.
Ticaret Kanunu’nda ve Vergi Usul Kanunu’nda fatura ile ilgili başkaca düzenlemeler de bulunmaktadır.
Nitekim, Vergi Usul Kanunu’nun 232. maddesinde; fatura düzen- lemesinin hangi hallerde ve kimler için mecburi olduğu hususunda düzenleme yapılmıştır.
Diğer taraftan, Türk Ticaret Kanunu’nun 23. maddesinin birinci fıkrasında; “Ticari işletmesi icabı bir mal satmış veya imal etmiş veyahut bir iş görmüş yahut bir menfaat temin etmiş olan tacirden, diğer taraf kendisine bir fatura verilmesini ve bedeli ödenmiş ise bunun da faturada gösterilmesini isteyebilir.” denilmekte, ikinci fıkrasında da; “Bir faturayı alan kimse, aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde münderecatı hakkında bir itirazda bulunmamışsa münderecatını kabul etmiş sayılır.” hükmü yer almaktadır.
Bu yasal düzenlemelerden çıkan sonuç; fatura düzenlemesi için öncelikle taraflar arasında akdi bir ilişkinin bulunmasının gerekli olduğu olgusudur. Ticari işletmeye ilişkin olarak ve belli faaliyetlerde bulunma halinde tacirler tarafından o faaliyetle ilgili olan karşı taraf adına düzenlenmesi gereken ticari bir belge niteliğindeki fatura, sözleşmenin yapılması ile ilgili değil, taraflar arasında yapılmış bir satım, hizmet istisna ve benzeri sözleşmenin ifa safhası ile ilgili bir belgedir. Öyle ki, taraflar arasında bu tür bir sözleşme ilişkisi yoksa düzenlenen belge fatura olmayıp, olsa olsa icap mahiyetinde kabul edilebilecek bir belgedir ve elbette bu belgeye itiraz edilmemesinin TTK’nın 23/2. maddesi anlamında sonuç doğurması da beklenemez.
Kısacası; TTK’nın 23. maddesinin 2. fıkrası uyarınca gönderi– len faturaya sekiz gün içinde itiraz olunmaması halinde fatura içeriğinin kabul edilmiş sayılması için, faturayı düzenleyen kişinin aynı maddenin ikinci fıkrasına göre ticari işletmesi icabı mal satmış, imal etmiş yada iş görmüş bir tacir olması gerekir. Bunun doğal sonucu olarak da; esnafın gönderdiği faturaya itiraz olunmaması fatura içeriğini kabul etme sonucunu doğurmaz.
TTK’nın 23. maddesinin 2. fıkrası hükmü ile, faturanın özellikle tacirler arasında ifaya yönelik bir ispat aracı olduğu, süresinde itiraz edilmemekle münderecatından sayılan hususlar yönünden düzenleyen lehine, adına fatura düzenlenenin aleyhine, bir karine getirilmiştir. Bu karine faturanın ispat gücüne yönelik bir düzenlemeyi ortaya koymaktadır.
Ne var ki, fatura, düzenleyen aleyhine delil olduğu gibi, kendisi faturayı düzenlemediği halde tebliğinden itibaren sekiz gün içinde itiraz etmeyen aleyhine de delil olabilecektir.
Faturanın adına tanzim edilen aleyhine ispat vasıtası olması, yani faturayı alan kişinin fatura kendinden sadır olmamakla birlikte aleyhine delil teşkil etmesi TTK’nın 23. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenen ve yukarıda ayrıntısı açıklanan bu karineden kaynaklanmaktadır. buna göre; fatura düzenleyen tacirin alınan karineden yararlanabilmesi için fatura tanzim edenle, adına fatura tanzim edilen arasında akdi ilişki bulunması, faturanın akdin ifasıyla ilgili olarak düzenlenmesi gerekir. fatura sözleşmesinin kurulması safhasıyla ilgili olmayıp ifasına ilişkin olduğundan öncelikle temel bir borç ilişkisinin bulunması gerekir. TTK’nın 2 ve 3. fıkrasındaki karine aksi ispat edilebilen adi bir karinedir. İkinci fıkra gereği sekiz gün içinde faturaya itiraz edilmesi durumunda fatura münderecatının doğru olduğunu faturayı düzenleyen tacirin ispat etmesi gerekir.
Hemen burada faturanın münderecatının (zorunlu içeriğinin) ve şekil şartlarının ne olduğunun ve ardından da olağan içerikten (mutad münderecattan) ne anlaşılması gerektiğinin açıklanması yararlı olacaktır.
Sözleşmenin ifa safhasıyla ilgili olarak düzenlenen faturanın şekli ve kapsamının ne olması gerektiği konusunda, Türk Ticaret Kanunu’nda özel bir hüküm bulunmamakta, anılan yasanın 23. maddesinde neyi ifade ettiği açıklanmaksızın faturanın münderecatından söz edilmektedir.
Faturanın zorunlu içeriği ve şekil şartlarına ilişkin ayrıntılı düzenleme Vergi Usul Kanunu’nda yer almaktadır.
Vergi Usul Kanunun 230. maddesi faturada en az bulunması gereken bilgileri;
- Faturanın düzenleme tarihi, seri ve sıra numarası;
- Faturayı düzenleyenin adı, varsa ticaret unvanı, iş adresi, bağlı olduğu vergi dairesi ve hesap numarası;
- Müşterinin adı, ticaret unvanı, adresi, varsa vergi dairesi ve hesap numarası;
- Malın veya işin nevi, miktarı, fiyatı ve tutarı;
- (3239 sayılı Kanun’un 19 uncu maddesiyle değişen bent) Satı- lan malların teslim tarihi ve irsaliye numarası, (Malın alıcıya teslim edilme üzere satıcı tarafından taşındığı veya taşıttırdığı hal- lerde satıcının, teslim edilen malın alıcı tarafından taşınması veya taşıttırılması halinde alıcının, taşınan veya taşıttırılan mallar için sevk irsaliyesi düzenlenmesi ve taşıtta bulundurulması şarttır.)
Malın, bir mükellefin birden çok iş yerleri ile şubeleri arasında taşındığı veya satılmak üzere bir komisyoncu veya diğer bir aracıya gönderildiği hallerde de, malın gönderen tarafından sevk irsaliyesine bağlanması gerekir. Bu bentte yazılı irsaliyeler hakkında fiyat ve bedel ile ilgili bilgiler hariç olmak üzere, bu madde hükmü ile 231. madde hükmü irsaliyelerde malın nereye ve kime gönderildiği ayrıca belirtilir.
Şu kadar ki nihai tüketicilerin tüketim amacıyla perakende olarak satın aldıkları malları kendilerinin taşıması veya taşıttırması halinde bu mallara ait fatura veya perakende satış fişinin bulunması şartıyla sevk irsaliyesi aranmaz.)” şeklinde sıralanmıştır.
Vergi Usul Kanunu’nun 230. maddesi yukarıda açıklandığı üzere asgari zorunlu unsurları beş madde halinde belirlemiştir. Madde metninden açıkça anlaşılacağı gibi sayılan bu zorunlu unsurlar aynı zamanda olağan (mutad) içeriğin ne olduğu da ortaya koymaktadır.
Böylece görülmektedir ki, fatura sözleşmenin ifa safhasıyla ilgili olduğu için TTK’nın 23/2. maddesine göre süresinde itiraz olunmamak suretiyle kabul edildiği varsayılan fatura içeriği ancak sözleşmenin ifa safhasıyla ilgili olarak faturada yer alması olağan sayılan satılan malın cinsi veya yapılan işin adedi, türü, bedeli gibi hususlara ilişkin olabilir. Sözleşmenin kuruluşu aşamasında başta var olmayıp, ifa ile ilgili hususlarda sözleşmeyi değiştiren ve diğer tarafın durumunu ağırlaştıran kayıtların sonradan faturaya konulması durumundaki buna muhatabınca itiraz edilmesi dahi- bu kayıtların faturanın zorunlu ve olağan içeriğinden kabul edilmesi, düzenlemenin şekline olduğu kadar amacına da aykırı düşecektir.
Nitekim, kuruldaki tartışmalar sırasında TTK’nın 23/2. maddesi hükmündeki kariyerin faturanın olağan içeriği (mutad münderecatı) hakkında geçerli olması gerektiği, mutad içeriğin ifa ile ilgili hususlarla sınırlı olduğu kabul edilerek, faturaya sözleşmeyi değiştiren veya diğer tarafın durumunu ağırlaştıran kayılar konulduğu taktirde, olağan (mutad) olmayan bu hususlara faturayı alanın süresince itiraz etmemesi durumunda bu kayıtlarla sorumlu olmayacağı benimsenmiştir.
Buna ek olarak; Faturayı alan kişinin tacir olmaması halinde özellikle tüketiciyi koruma amacıyla ekonomik yönden daha kuvvetli olan tacir (satıcı vs.) karşısında alıcının korunması gerektiği; faturaya konulan vade farkı kaydına alıcının sekiz gün içinde itiraz etmemesi durumunda faturayı düzenleyen tacirin TTK’nın 23/2. maddesindeki karineden yararlanamayacağı, faturadaki vade farkı kaydına itiraz edilmemesinin sonuç doğurmayacağı da kabul edilmiştir.
Her ne kadar görüşmeler sırasında vade farkının malın bedeline dahil olan bir unsur olduğu görüşüyle fatura kapsamı içinde düşünülmesi gerektiği ve bu kaydı içeren faturaya itiraz edilmemesinin faturayı düzenleyen tacir lehine bir karine yaratacağı ileri sürülmüşse de bu görüşe çoğunluk, aşağıda vade farkı ile ilgili açıklamaların ardından ayrıntısı belirtileceği üzere sözleşmeyi değiştiren ve diğer tarafın durumunu ağırlaştıran nitelikteki vade farkının başta belirlenen bedel kapsamında düşünülmeyeceği ve faturanın zorunlu unsurlarından ve olağan içeriğinden sayılamayacağı gerekçesiyle katılmamıştır.
Fatura düzenleyen tacirin TTK’nın 23. maddesinin 2. fıkrasındaki karineden yararlanabilmesi için fatura tanzim edenle, adına fatura tanzim edilen arasında akdi ilişki bulunması, faturanın akdin ifasıyla ilgili olarak düzenlenmesi gerekmektedir.
Fatura sözleşmenin kurulması safhasıyla ilgili olmayıp ifasına ilişkin olduğundan öncelikle temel bir borç ilişkisinin bulunması gerekir. TTK’nın 23. maddesinin 2. fıkrasındaki karine aksi ispat edilebilen adi bir karinedir. TTK’nın 23/2. maddesi gereği sekiz gün içinde faturaya itiraz edilmesi durumunda fatura münderecatının doğru olduğunu faturayı düzenleyen tacirin ispat etmesi gerekir.
Kuruldaki tartışmalar sırasında TTK’nın 23/2. maddesi hükmündeki karinenin faturanın olağan içeriği (mutad münderecatı) hakkında geçerli olması gerektiği mutad içeriğin ifa ile ilgili hususlarda sınırlı olduğu kabul edilerek faturaya sözleşmeyi değiştiren veya diğer tarafın durumunu ağırlaştıran kayıtlar konulduğu takdirde olağan (mutad) olmayan bu hususlara faturayı alanın süresinde itiraz etmemesi durumunda anılan kayıtlarla sorumlu olmayacağı benimsenmiştir.
Hemen bu karinede yer alan fatura münderecatından maksat nedir? Sorusu akla gelmektedir. Zira Türk Ticaret Kanunu’nda fatura münderecatının ne olduğu ilgili bölümlerde de açıklandığı üzere açık olarak düzenlenmiş değildir. Böylesine önemli bir karineye esas teşkil eden fatura münderecatından neyin kesildiği konusundaki yasal boşluğu Vergi Usul Kanunu’ndaki hükümler gözetilerek doldurulabileceği açıktır. Vergi Usul Kanunu’nun 230. maddesindeki tanımdan yola çıkarak bu sorunun çözümü, devamla da “İçtihatların birleştirilmesi konusunu teşkil eden vade farkı faturanın zorunlu içeriğinden midir?” sorusunun cevabını aramak gerekir.
Kurulca; vade farkının mal ve hizmet bedelinin ödenmesi gereken günde ödenmemesi halinde alacağın gecikmesi nedeniyle ulaştığı miktar yani mal veya hizmetin yeni fiyatı olduğu, sonucuna varılmıştır.
Bunun gerekçesi de şudur: yukarıda da açıklandığı üzere fatura da olmazsa olmaz beş unsur mevcuttur ve vade farkı bu unsurlar arasında satılmamıştır.
Türk ticaret Kanunu’nun 23/2. maddesinin faturanın olağan içeriği (mutad münderencatı) hakkında geçerli olması gerektiği ve bunun ifa ilgili hususlarla sınırlı olduğu uygulamada baskın görüş olarak kabul edilmektedir. Vade farkı ise ifa aşaması ile ilgili değildir. burada ifa zamanında ileri sürülse dahi sözleşmeyi değiş- tiren ve diğer tarafın durumunu ağırlaştıran kayıtların ifa ile ilgili olmadığı açıktır.
Sonuç olarak, faturanın sözleşmenin ifa safhasıyla ilgili olduğu için TTK’nın 23/2. maddesine göre süresinde itiraz olunmamak suretiyle kabul edildiği varsayılan fatura içeriği ancak sözleşmenin ifa safhasıyla ilgili olarak faturada yer alması olağan sayılan satılan malın cinsi, veya yapılan işin adedi, türü bedeli gibi hususlara ilişkin olabilir. Faturadaki gecikme halinde vade farkı alınacağına ilişkin kayda itiraz edilmemesi, faturada yer almakla birlikte taraflar arasındaki sözleşmede düzenlenmemiş bir hususa ilişkin kaydın da kabul edildiği anlamına gelmez. vade farkı kaydının faturanın zorunlu içeriğinde olmayıp, yasal sürede itiraz edilmedi diye kabul edilmesinin ağır bir sonuç doğuracağı; faturadaki vade farkı uygulanır ibaresinin yazılması halinde TTK’nın 23/1. maddesindeki karinenin uygulama alanı bulmayacağı, zira fatura sözleşme olmadığı gibi, faturaya itiraz edilmemesinin de ona sözleşme niteliği vermeyeceği kabul edilmiştir.
Taraflar arasında yazılı şekilde yapılmamış olmakla birlikte geçerli sözleşme ilişkisinden doğan uyuşmazlıklarda faturalara (bedelin belli bir sürede ödenmesi halinde vade farkı ödenir.) ibaresinin yazılarak karşı tarafa tebliği ve karşı tarafça TTK’nın 23/2. maddesi uyarınca sekiz gün içinde itiraz edilmemesi halinde bu durum sadece fatura münderecatının kesinleşmesi sonucunu doğurup vade farkının davalı yanca kabul edildiği ve istenebileceği anlamına gelmeyeceğine 27.06.2003 tarihli ilk toplantıda üçte iki çoğunlukla karar verildi.
Yukarıdaki karadan anlaşılacağı üzere; taraflar arasında temel borç ilişkisi bulunması faturanın düzenlenme sonucunu doğurmaktadır. Fatura sözleşmenin ifa safhası ile ilgili olup mutlaka bir sözleşmeye dayanmalıdır. (Bu sözleşme yazılı veyahut sözlü olabilir) Sadece faturanın tebliğ edilmesi ve tebliğden itibaren sekiz gün içinde itiraz edilmemesi akdi ilişkinin varlığının kanıtı değildir. Bu nedenle akdi ilişkinin inkarı halinde faturayı düzenleyen kimsenin bu ilişkinin varlığını kanıtlaması gerekir.
A) FATURANIN İSPAT AÇISINDAN İNCELENMESİ
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda Tacir Olmanın Hükümleri Başlığı altında 21. Madde de bulunan “Fatura ve Teyid Mektubu” Kanun koyucu tarafından:
“(1) Ticari işletmesi bağlamında bir mal satmış, üretmiş, bir iş görmüş veya bir menfaat sağlamış olan tacirden, diğer taraf, kendisine bir fatura verilmesini ve bedeli ödenmiş ise bunun da faturada gösterilmesini isteyebilir.
(2) Bir fatura alan kişi aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde, faturanın içeriği hakkında bir itirazda bulunmamışsa bu içeriği kabul etmiş sayılır.
(3) Telefonla, telgrafla, herhangi bir iletişim veya bilişim aracıyla veya diğer bir teknik araçla ya da sözlü olarak kurulan sözleşmelerle yapılan açıklamaların içeriğini doğrulayan bir yazıyı alan kişi, bunu aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde itirazda bulunmamışsa, söz konusu teyit mektubunun yapılan sözleşmeye veya açıklamalara uygun olduğunu kabul etmiş sayılır. ”
şeklinde kaleme alınmıştır.3
Maddede görüleceği üzere; Türk Ticaret Kanunu’nun 21. Maddesinin 2.Fıkrası “Faturaya İçeriğine İtiraz”ı konu edinmiştir. İçerik ile kastedilen faturanın muhteviyatında yer lan her şeyi kapsar biçimde anlamak ge rekir; faturanın ihtiva ettiği satılan malın veya alınan hizmetin açıklaması ve bu mal veya hizmetin tutar ve/veya faturanın tarihi ile ilgili de olabilir.
Bütün bu bilgilerin tamamının yapılan ticari ilişkinin kağıda dökülmüş hali ile tam uygunluğu halinde fatura içeriğinin tam olarak doğru olduğu kabul edilebilir.
Fatura normal olarak tanzim edilen aleyhine yazılı delillerdendir. Zira bu halde fatura ispat hukuku bakımından senet mahiyetindedir ve kati delil teşkil eden yazılı ispat vasıtası durumundadır. Bu bakımdan faturayı tanzim eden için, ispat hukuku yönünden aleyhine kullanabilecek bir senet olarak nitelendirmek mümkündür. bir kimsenin düzenlemiş olduğu belgenin kendi lehine (senet) delil sayılması kural olarak mümkün değildir. Ticarî defterlerin sahibi lehine delil olması (Mülga TTK.m.85) (6172 sayılı Türk Ticaret Kanununda karşılığı bulunmamaktadır.)bu kuralın bir istisnası olduğu gibi, fatura da belirli şartlar altında bu kuralın bir diğer istisnasını teşkil eder. Şöyle ki, fatura adına düzenlenen tarafından defterlerine kaydedilir veya delil olarak faturaya dayanılır yahut bunlara benzer bir şekilde adına düzenlenen tarafından fatura muhteviyatı zımnen kabul edilirse veya (Mülga TTK.m.23 ) (6172 sayılı Türk Ticaret Kanunu 21.Madde) hükmünün uygulanabildiği hallerde de faturayı alan kimse (tacir) 8 gün içinde fatura muhteviyatına itiraz etmezse, adına fatura düzenlenen tacirin de iradesini açıklayıcı bir niteliğe sahip olur. Zira bu halde faturayı alan tacir de fatura mündericatını kabul etmiş sayılır. Aksi takdirde fatura (Mülga TTK.m.23) hükmü anlamında bir karine doğurmaz. Ayrıca akdi ilişkinin taraflarından birisince tanzim ve imza olunan fatura ister itiraz edilmiş isterse kabul edilmiş olsun, ne akdin hazırlık ve müzakere safhasını ne icap ve kabulü, ne de bir akdin kurulduğunu göstermez. Çünkü fatura akdin ifası ile ilgilidir. 4
Fatura satıcı ile müşteri arasında yapılan bir ticari anlaşma çerçevesinde düzenlenmektedir ve fatura muhteviyatının da bu anlaşma hükümleri ile aynı doğrultuda olması gerekmektedir. İşte eğer anlaşma ile fatura muhteviyatı arasında bir uyumsuzluk olduğunu düşünen müşteri bu aykırılığı öne sürerek kanunkoyucu tarafından belirtilen süre içinde faturaya itiraz edebilir.
Bu hususa ilişkin Yargıtay içtihatlarından bir kaçı şu şekildedir;
Yargıtay 14. Hukuk Dairesi T. 19.01.1978 1977/1857 E. Ve 1978/63 K.
Bir faturayı alan kimse aldığı tarihten başlayarak sekiz günlük sürede içindekiler (münderecat) hakkında bir itirazda bulunmamış ise onu kabul etmiş sayılır.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 03.04.1978 1978/1788 E. Ve 1978/1687 K.
“Salt faturanın bildirilmesi alacak hakkı doğurmaz; satış sözleşmesine dayanan davacı tacir, bu ilişkiyi ve malın teslimini kanıtlamalıdır. ”
Fatura davalıya tebliğ edilmiş ve sekiz gün içerisinde itirazda bulunmamışsa, TTK’nın 23/2. maddesi uyarınca münderecatını kabul etmiş sayılır. Ancak, bu durum sadece faturada belirtilen miktarların kesinleşmesi sonucunu doğurur. Yoksa işin de yapılmış olduğunun kabulünü gerektirmez.
a) FATURAYA İTİRAZ SÜRESİ
6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 21. madde 2. fıkrasına göre faturaya itiraz süresi faturanın alındığı tarihten itibaren 8 gündür. Burada belirtilen sürenin belgelerle ispatı gerekmektedir. Bu nedenle düzenlene faturanın karşı tarafa gönderilirken, karşı taraftan teslim alınma tarihini belli edecek şekilde gönderilmesi gerekmektedir.
Şunu önemle belirtmek gerekir ki; Sekiz günlük itiraz süresi ispat yükünün yer değişmesine neden olmaktadır.
Sekiz gün içinde içeriğine itiraz edilmeyen faturanın fatura içeriği kabul edilmiş olmaktadır.
b) FATURAYA İTİRAZIN ŞEKLİ
Faturaya itirazın hangi şekilde olacağı ne 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (mülga) ne de 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda düzenlenmiştir.
Şu önemlidir ki; fatura her zaman düzenleyen aleyhine delil teşkil eder. Yani fatura içeriğine itiraz edilmiş olsun veya olmasın düzenleyen için delil olma niteliğini kaybetmeyecektir.
6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu m.23’de ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun.21’de düzenlenen itiraz edilme veya itiraz edilmeme yolu ile kabul, ispat yükünün yer değiştirmesi sonucunu doğuran, bir başka deyişle aksi her zaman ispat edilebilecek olan bir adi doğruluk karinesi yaratır.5
Faturayı alan tarafın, buna 8 gün içinde itiraz edebilmesi için her şeyden önce bu süre içinde bulunduğunu belgelemesi ve faturayı düzenleyen tarafa da itiraz ettiği tarihin, faturayı teslim aldığı tarihten itibaren 8 günlük süre içinde olduğunu gerekmektedir. Buna ek olarak itirazın karşı tarafa bildirilmesi için anlatılması gereken bütün konuların yazılı olarak yapılması gereği en azından iki tarafın anlaşabilmesi açısından önem taşımaktadır.
Fatura içeriğine yapılacak olan itirazın bir belge niteliğinde olmasını sağlamak ve sonradan ortaya çıkacak bir hukuki anlaşmazlıkta kullanabilmek açısından ve yapılacak olan bu itirazda gönderilen belgelerin karşı tarafça teslim alındığının emin olunması, diğer bir anlatımla itirazın süresi içinde yapıldığının ispatı noter kanalıyla yapılması yerinde olacaktır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 28.04.2004 tarih, 2004/19-205 E., 2004/246 K. sayılı kararında;
“Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Sakarya 2 .Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 09.10.2002 gün ve 2001/630 E. 2002/703 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 07.07.2003 gün ve 2002/10272-2003/7463 sayılı ilamı ile; ( …Davacı vekili, müvekkilince davalıya satılan mal bedelinden bakiye kalan 1.215.117.283 TL. asıl alacaklarının ödenmediğini, alacağın işlemiş faiz ile birlikte 2.636.804.504 TL. toplamı üzerinden tahsili amacıyla icra takibine geçtiklerini takibe itiraz edilerek durdurulduğunu iddia ederek, itirazın iptaline, takibin devamına ve %40 icra inkar tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı savunmasından satın alınan malın bedelinin ödendiğini beyan ederek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, benimsenen bilirkişi raporuna göre davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Hükme esas alınan bilirkişi raporundan, davacının 1998 yılından 1999 yılına devir edilen alacağı 970.223.613 TL. olup, 1999 yılında da davalıya 5.224.893.670 TL.’lık mal satıldığı ve davalı yanca yapılan ödemelerin toplamı ise 4.980.000.000 TL. iken bu miktarın 3.910.000.000 TL. olarak dikkate alınıp hesaplama yapıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda mahkemece toplam alacak miktarından ödemeler düşüldükten sonra kalan bakiye yönünden ve davalının takip öncesi temerrüde düşürülmediği de gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı rapora göre hüküm kurulması doğru olmadığı gibi, kabul şekli ile de takip öncesi işlemiş temerrüt faizine, takipten sonra da temerrüt faizi işletilmesine olanak sağlanması BK.nun 104/ son maddesine aykırıdır… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR: Dava, itirazın iptali ile icra inkar tazminatı istemine ilişkindir.
Davacı vekili, faturaların tebliğ edilerek kesinleşmesine karşın, davalının borcunu ödemediğini ve bu faturalara dayanan borç nedeniyle davalı hakkında icra takibi yapıldığını, davalının itirazı üzerine takibin durduğunu ileri sürmüş ve borçlunun itirazının iptali ile icra inkar tazminatının tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davacının faturaya konu motorları zamanında teslim etmeyip, aylar sonra teslim ettiğini, hesaplamayı da anlaşmanın yapıldığı tarihteki fiyat üzerinden değil, motorların teslim edildiği tarihteki fiyat üzerinden yaptığını belirtilerek davanın reddini istemiştir.
Yerel mahkemenin; “davalı, bilirkişi raporuna itiraz etmiş ise de, dosya içeriği karşısında bilirkişi raporunun denetime elverişli ve hüküm tesisine yeterli olduğu görülmekle, “davanın kabulüne” dair verdiği karar, Yüksek Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuştur.
Hemen belirtilmelidir ki, takip talebi, 1.215.117.283-TL asıl alacak, 1.421.687.221-TL işlemiş %9 aylık faiz olmak üzere 2.636.804.504-TL toplam alacağın işleyecek %9 aylık faizi ile tahsili istemini içermekte, borcun sebebi olarak “faturalar” gösterilmektedir.
Davalı borçlu, “borca itiraz” dilekçesinde; takibe konu faturalara ilişkin ödemelerin çekler yoluyla yapıldığını, çekler ödendiği halde, ödenmemiş gibi düşünülüp yeni fiyatlar üzerinden haksız olarak ödemeler istendiğini, bu sebeple asıl alacağa, faize ve tüm ferilerine itiraz ettiğini belirtmektedir.
Hükme esas alınan bilirkişi raporunda; takip dayanağı oldukları belirtilen faturalar toplamından, davalı borçlunun
1999 yılına ait ödemeleri düşülürken, bir çek bedelinin toplama dahil edilmediği, ayrıca icra dosyasında cari hesap ekstresinde yer alan devir tutarı da gözetilmeyerek hatalı sonuca ulaşıldığı görülmektedir.
Mahkemece, gerekçeli kararda irdelediği üzere bilirkişinin bu hatalı raporu hükme esas alınmış, ne var ki, icra takibine konu asıl alacak tutarının daha az olması nedeniyle, istem dikkate alınarak, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Yüksek Özel Dairenin, bu çelişkiye dikkati çeken ve hesaplama yöntemi öngören bozma nedenine uyulmayarak, yazılı gerekçe ile direnme kararı verilmesi isabetli bulunmamaktadır.
Davalının takip öncesi temerrüde düşürülüp düşürülmediğine ilişkin diğer bozma nedenine gelince: Yerel Mahkeme;
“faturaların incelenmesinden ödeme süresinin fatura tarihinden itibaren 60 gün olduğu, faturaların itirazsız olarak kesinleştiği, ödeme tarihi belli olan faturalarda borçlunun temerrüde düşürülmesi için ayrıca ihtar çekilmesine gerek olmadığını” belirtmektedir.
Takip dayanağı bir kısım faturaların alt kısmında; ödemenin fatura tarihinden itibaren 60 gün, vade farkının %9 ol- duğu, TTK m.23 uyarınca fatura muhteviyatına itiraz olunmadığı takdirde kabul edilmiş sayılacağı yazılıdır.
Öncelikle belirtilmelidir ki; tarafların sunduğu ve birbirini doğrulayan bir kısım belgeler ile cari hesap pusulasında, faturalarda belirtilen borca karşılık bir kısım ödemelerin borçlu tarafından davacı alacaklıya yapıldığının anlaşılmış olması karşısında, temerrüt koşulunun belirtilen gerekçe ile gerçekleştiğinin kabulü halinde dahi, öncelikle ödeme tarihleri ve bakiye tutarın saptanıp, buna göre hesaplama yapılması gerekecektir.
Vade farkı, enflasyonun ekonomi üzerindeki olumsuz etkisi sonucunda yargı kararları ile uygulama bulmuş, bu kavram ile, para borcunun ifasında gecikmeden zarar gören alacaklının korunması amaçlanmıştır.
Vade farkı, başta sözleşme ilişkisi kurulurken, ya da daha sonradan tarafların ortak iradeleri ile kararlaştırılabileceği gibi, var olan ticari teamüller sonucu da ortaya çıkabilir.
Vade farkının sözleşmede kararlaştırıldığı, ya da sonradan sürekli uygulama nedeniyle sözleşmenin bir unsuru kabul edildiği durumlarda alacaklı bu yöndeki istemini doğrudan sözleşmeye dayandıracaktır.
Sorun yazılı anlaşma olmaması ve sürekli uygulama bulunmaması halinde sözlü yapılan akitlerde vade farkının sadece faturada yer alması ve bu kayda, muhatabınca İtiraz edilmemesinde ortaya çıkmaktadır.
Davanın yasal dayanaklarından olan Türk Ticaret Yasası’nın m.23/2 hükmü ile; “Bir faturayı alan kimse aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde münderecatı hakkında bir itirazda bulunmamışsa münderecatını kabul etmiş” sayılmaktadır.
Bu noktada, faturanın münderecatının (zorunlu içeriğinin) ve mutad münderecattan (olağan içerikten) ne anlaşılması, gerektiğinin açıklanmasında, vade farkının bu kapsamda ele alınıp alınmayacağının saptanmasında yarar bulunmaktadır.
Bu soruların yanıtları 27.6.2003 Gün, 2001/1 Esas, 2003/1 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulu Kararında irdelendiği üzere; “…TTK’nın 23/2.mad- desine göre süresinde itiraz olunmamak suretiyle kabul edildiği varsayılan fatura içeriği ancak sözleşmenin ifa safhasıyla ilgili olarak faturada yer alması olağan sayılan satılan malın cinsi veya yapılan işin adedi, türü, bedeli gibi hususlara ilişkin olabilir. Faturadaki gecikme halinde vade farkı alınacağına ilişkin kayda itiraz edilmemesi, faturada yer almakla birlikte taraflar arasındaki sözleşmede düzenlenmemiş bir hususa ilişkin kaydın da kabul edildiği anlamına gelmez. Vade farkı kaydının faturanın zorunlu içeriğinden olmayıp, yasal sürede itiraz edilmedi diye kabul edilmesinin ağır bir sonuç doğuracağı; (faturadaki vade farkı uygulanır) ibaresinin yazılması halinde TTK’nın 23/1. maddesindeki karinenin uygulama alanı bulmayacağı, zira fatura sözleşme olmadığı gibi, faturaya itiraz edilmemesi- nin de ona sözleşme niteliği vermeyeceği kabul edilmiştir… Taraflar arasında yazılı şekilde yapılmamış olmakla birlikte geçerli sözleşme ilişkisinden doğan uyuşmazlıklarda faturalara (bedelin belli bir sürede ödenmemesi halinde vade farkı ödenir) ibaresinin yazılarak karşı tarafa tebliği ve karşı tarafça TTK’nın 23/2.maddesi uyarınca sekiz gün içinde itiraz edilmemesi halinde bu durum sadece fatura münderecatının kesinleşmesi sonucunu doğurup vade farkının davalı yanca kabul edildiği ve istenebileceği anlamına gelmeyeceği…” belirtilmek suretiyle; faturanın kesinleşmesinin, faturada yazılı bulunan vade farkı kaydının davalı borçlu tarafından kabul edildiği ve istenebileceği anlamına gelmeyeceği sonucu açıklığa kavuşmuş olmaktadır.
Ayrıca takibe konu somut olayda; taraflar arasında vade farkına ilişkin yazılı bir sözleşmenin varlığı veya bu yöndeki bir sürekli uygulama iddia edilip, ispatlanmış da değildir. Borçlar Yasası m.101/2’de yer alan, borcun ifa edileceği gün (vade tarihi) sözleşme ile tayin edilmiş değildir. Eş söyleyişle; alacaklının ihtar mecburiyetinden kendisini muaf tutabileceği bir durum bulunmamaktadır. Bu durumda borçlunun temerrüdünün ne zaman gerçekleştiğinin saptanması önem taşımaktadır.
Belirtilen koşullar gözetildiğinde ise, Borçlar Yasası’nın 101. maddesinin; “muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtariyle, mütemerrit olur.” hükmü dikkate alınmalıdır. Borçlu ihtar ile temerrüt durumuna gireceğinden, ihtardan itibaren geçmiş günler faizini ödemekle yükümlü olacak, bundan ancak borç konusu olan şeyi tevdi etmekle kurtulabilecektir. Borçlunun, öncesinde temerrüdünü oluşturan bir ihtar bulunmaması durumunda ise, hakkında başlatılan takip ile mütemerrit olduğunun kabulü gerekecektir.
Anılan İçtihadı Birleştirme Kararı’nın, 2797 sayılı Yargıtay Yasası m. 45’de yer alan; “İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini” bağlayacağı hükmü dikkate alındığında davalının takip öncesi temerrüde düşmediğinin kabulü gerekmekte olup, Mahkemece yapılacak iş; belirtilen bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınarak yapılacak inceleme ve araştırma ile karar vermekten ibarettir.
O halde mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire Kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’un 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 28.04.2004 gününde oybirliği ile karar verildi. ”
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 23.05.1978 tarihli 1978/2652 E. Ve 1978/2717 K. sayılı kararı :
Taraflar arasındaki davadan dolayı (Sakarya Birinci Asliye Hukuk Hakimliği)nce verilen 16.11.1977 tarih ve 427/727 sayılı hükmün temyizen tetkiki davacılar avukatı tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu; gereği konuşulup düşünüldü
KARAR: Davacılar vekili, müvekkillerinin davalıdan 8.1.1976 tarihinde Murat 124 taksiyi 64.270 liraya peşin ödeyerek satın aldıklarını, faturanın bir müddet verilmediğini ve 17.2.1976 tarihinde fatura alırken davalı zamlı tarifeden söz ederek 9020 liralık bono aldığından zamlı tarifenin kaldırılarak borçlu olmadığının tesbitini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde, davacılara 1976 model vasıta 17.2.1976 tarihli fatura ile teslim edildiğini, faturaya itiraz edilmediğini, borç için 6 gün sonra da bono verildiğini belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, toplanan delillere ve 17.2.1976 günlü faturaya davacıların itiraz etmediği anlaşılmakla subuta ermeyen davanın reddine karar verilmiştir.
Hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1 – Yukarıdaki açıklamadan da anlaşılacağı gibi istem, otomobil bedeli olarak ödenen para ile faturada gösterilen miktar arasındaki farka ve bu farktan dolayı davacılardan alınan (9.020) liralık bonolara ilişkindir.
Buna göre taraflar arasındaki uyuşmazlık sadece fiyat konusundadır. Oysa fiyat, otomobilin bir endüstri ürünü olması nedeniyle 3003 Sayılı Yasa’nın (Endüstriyel mamulatın Maliyet ve Satış Fiyatlarının Kontrolu ve Tesbiti Hakkındaki Kanun ) verdiği yetkiye dayanılarak Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nca önceden tayin edilmiş bulunmaktadır. Zaten olayın özelliği de buradan gelmektedir. Zira bu durumda uyuşmazlığın, TTK’nın 1466. maddesinde yer alan bir akit hükmünce yerine getirilmesi gereken edalar hakkında kanunun veya selahiyetli makamların kabul etmiş olduğu en yüksek haddi aşan mukaveleler, en yüksek had üzerinden yapılmış sayılır ve bu hadden fazla olan edalar, hatta yapılmış olmasa dahi geri alınır” şeklindeki hükmün getirdiği esaslar dairesinde halli gerekmektedir.
Anılan maddenin gerekçesinden de anlaşılacağı gibi buradaki amaç, ekonomik sıkıntı içinde bulunan tarafın bunun etkisi ile en yüksek haddi aşan edada bulunmayı kabul etmesini önlemek ve böylece ekonomik hayatın ölçülü ve düzenli bir şekilde cereyanını temin etmektir. Bundan dolayıdır ki yasa koyucu, butlan hükmünün mutlak şekilde uygulanmasını, korunmak istenen tarafın menfaatine uygun bulmamış ve en yüksek haddin aşılması halinde mukavelenin ancak en yüksek had üzerinden yapılmış sayılacağı esasını koymuştur.
Diğer taraftan, bu haddi aşan alacağın alacaklısının Borçlar Yasasının 20. maddesi hükmünden yararlanarak akdin tamamen batıl olduğunu tesbit ettirmesine engel olmak için de maddenin sonuna “Bu hallerde BK’nın 20. maddesinin 2. fıkrasının son cümlesi tatbik olunmaz” hükmü eklenmiştir.
Bunlardan başka, BK’nın 62. maddesinin geri alma davalarını güçleştireceği gözönünde tutularak, bu yüzden meydana çıkacak sakıncaları bertaraf etmek için metne “Bu hadden fazla olan edalar, hatta yapılmış olmasa dahi geri alınır” cümlesi ilave edilmiştir.
Yapılan bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi TTK’nın 1466. maddesi tamamen koruyucu amaç taşıyan kamu düzeni ile ilgili hükümleri içermektedir.
Olayımızda, bu madde hükmünün uygulanması için aranan bütün koşullar mevcut olduğundan, taraflar arasındaki mukavelenin sadece yasal sınırlar içerisinde geçerli olacağı düşünülmeli ve bunun doğal sonucu olarak da davacıların haksız iktisap kurallarına göre istemde bulunabilecekleri veya menfi tesbit davası açabilecekleri kabul edilmelidir.
2 – Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın yasal yetkisine dayanarak bu tür otomobiller için (Murat 124) tayin ettiği azami parekende peşin satış fiyatı 8.1.1976 tarihinde (63.000) lira iken 5.2.1976 tarihinde bu fiyat (69.500) liraya çıkarılmıştır.
Davalı, faturayı düzenlediği 17.2.1976 tarihinde geçerli olan ikinci fiyat üzerinden alacağını tahakkuk ettirmiş ise de, davacılar, zamların kendilerine uygulanamayacağını ileri sürerek sonradan verdikleri bonolardan dolayı borçlu olmadıklarının tesbitini istemişlerdir. Bu durumda, mukaveleye hangi fiyatın uygulanacağını tayin, ancak akdin icra edildiği tarihin saptanmasıyla mümkün olacak demektir.
Konu, peşin bedelle otomobil satışında ibaret bulunduğuna göre, akit, otomobilin alıcıya teslim edildiği tarihte gerçekleşmiş olur. Mahkemece dinlenen tanıkların beyanlarına ve dosyaya ibraz edilen garanti ve servis karnesi münderecatına göre de teslim, 8.1.1976 tarihinde vuku bulmuştur. Şu halde taraflar arasındaki akid, ( semen yönünden ) bu tarihte azami satış fiatı olan ( 63.000 ) lira için geçerli olacaktır.
Hal böyle iken davalı sonradan düzenlediği 17.2.1976 tarihli fatura ile bu satıştan dolayı davacılar toplam ( 71.658
) lira borçlandırmış ve aradaki fark için de kendilerinden ( 9.020 ) liralık bonolar almıştır. Satıcı olan davalının bedeli bu şekilde tesbit ederek en yüksek haddin fazlasını talep etmesinin yasya aykırı düşeceği gözönünde tutulmak ve hükme göre tesis edilmelidir.
3 – Alınan bir faturaya sekiz gün içinde itiraz edilmemesi halinde münderecatının kabul edilmiş sayılacağına dair olan TTK’nın 23. maddesinin ikinci fıkrası, sadece geçerli akitler hakkında uygulanabilir. Batıl olan akitler için böyle bir şey düşünülemez. Çünkü, bizatihi hükümsüz olan bir akit, faturaya itiraz edilmemekle geçerlilik kazanamaz.
Olayda, taraflar arasındaki akdin kısmen yasa aykırı olduğu ve uyuşmazlığın da bu kısma ilişkin bulunduğu saptanmıştır. Yasaya aykırı akitler ise BK.nun 19 ve 20. maddeleri uyarınca batıl sayılacağından davacıların faturaya itiraz etmemeleri bu nedenle sonuca etkili olamaz. Hal böyle iken, Mahkemenin faturaya itiraz edilmediğinden davanın reddine karar vermiş olması isabetsizdir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının isteği halinde temyiz edene iadesine 23.5.1978 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 24.9.2003 tarih 2002/19-449 E. Ve 2003/ 491 sayılı kararı şu şekildedir :
“Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir Asliye 2. Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 15.06.2000 gün ve 1999/277-2000/610 sayılı kararın incelenmesi Davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 09.05.2001 gün ve 2000/6689-2001/3538 sayılı ilamı ile; ( ….Davacı vekili, taraflar arasında uzun yıllardır süren bir cari hesap ilişkisi içerisinde mal alış verişi olduğunu, kesi- len fatura bedellerinin ödeme süresinin otuz gün olduğunun ve gecikme durumunda % 10 vade farkı uygulanacağının faturalarda yazılı olduğunu, davalının bu faturaların hiçbirisine itiraz etmediğini, davalının ödemelerinde otuz günlük süreleri geçirmesi nedeniyle 243.281.350.-TL’ lık vade farkı tahakkuk ettirildiğini, davalının vade farkına ilişkin bu faturayı kabul etmemesi üzerine takip yapıldığını, davalının itiraz ettiğini belirterek itirazın iptalini, %40 tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, müvekkili şirketin davacıya ana para borcu bulunmadığını, davacının ödemelerde ihtirazi kayıt ileri sürmediğini, olayda BK’nın 113. maddesinin uygulanması gerektiğini bildirerek davanın reddine, % 40 tazminata karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, dava konusu vade farkı faturasının davalının ticari defterlerinde yer almadığı taraflar arasında vade farkı uygulandığına dair bir teamülünde bulunmadığı, gecikme halinde vade farkı uygulanacağına dair kayıt bulunan faturalara itiraz edilmemiş olmasının vade farkı uygulanmasını kabul anlamına gelmeyeceği gerekçeleri ile sabit olmayan davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Davacı tarafından düzenlenen ve davalının ticari defterlerine itirazsız kayıt edilen mal satışına ilişkin faturalarda vadeyi geçen ödemelerde vade farkı tahakkuk ettirileceğinin belirtilmesi karşısında fatura içeriğinden olan bu hususa davalının itiraz etmemiş olması karşısında, vadeyi geçen ödemelerde vade farkı uygulanacağının davalının bilgisinde olduğunun kabulü gerekir.
Nitekim bu konuda yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporda faturalarda yer alan vade farkıyla ilgili meşruhata davalı tarafından itiraz edilmemiş olduğu gibi davalının ticari defterlerine de kayıtlı olduğu, geç ödemeler nedeniyle davacının takip tarihi itibariyle 243.281.350 TL vade farkı talep edebileceği saptanmıştır.
Öte yandan vade farkı ile ilgili istem niteliği itibariyle faiz ya da faiz benzeri niteliğinde bulunmadığından olayda Borçlar Kanunu’nun 113. maddesinin uygulama alanının bulunmadığının kabulü gerekir.
Açıklanan bu yönler gözetilerek uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddinde isabet görülmemiştir….. ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararın süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, İİK’nin 67. maddesine dayalı itirazın iptali isteğine ilişkindir. Davacı vekili, taraflar arasında uzun yıllardır süren bir cari hesap ilişkisi içerisinde mal alış verişi olduğunu, kesilen fatura bedellerinin ödeme süresinin otuz gün olduğunun ve gecikme durumunda % 10 vade farkı uygulanacağının faturalarda yazılı olduğunu, davalının bu faturaların hiçbirisine itiraz etmediğini, davalının ödemelerinde otuz günlük süreleri geçirmesi nedeniyle 243.281.350.-TL’lık vade farkı tahakkuk ettirildiğini, davalının vade farkına ilişkin bu faturayı kabul etmemesi üzerine takip yapıldığını, davalının itiraz ettiğini belirterek itirazın iptalini, %40 tazminata karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili, müvekkili şirketin davacıya ana para borcu bulunmadığını, davacının ödemelerde ihtirazi kayıt ileri sürmediğini, olayda BK’nın 113. maddesinin uygulanması gerektiğini bildirerek davanın reddine, % 40 tazminata karar verilmesini savunmuştur.
Yerel Mahkemece; “Taraflar arasında yazılı bir vade farkı sözleşmesinin bulunmadığı hususunda uyuşmazlık yoktur. Tarafların ticari defterleri incelenmiş, bilirkişi taraflar arasında geçen ilişkide davalı tarafından herhangi bir itiraz olmadığı, taraflarca herhangi bir vade farkı faturasının ödenmediği, dava konusu vade farkı faturasının davalının defterinde yer almadığı saptanmıştır. Taraflar arasını da vade farkı uygulandığına dair herhangi bir ödemenin söz konusu olmadığı görülmüştür. ‘Teamülün bulunmadığı açıktır. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 1999/1670-1854 nolu kararında da açıkça ( yanlar arasında oluşan uygulamada fiilen vade farkının benimsenip itirazsız ödenmiş olması gerektiği, gecikme halinde aylık % 12 vade farkı alınacağına dair faturalara itiraz edilmemiş olması vade farkı konusunun karşı tarafça kabul edildiği anlamına gelmeyeceği ) şeklinde verilen karar da dikkate alındığında faturalara itiraz edilmemiş olması kabul anlamına gelmeyip bir teamül de oluşturmamıştır. Bu nedenle itirazın yerinde bulunduğu anlaşılmış, davanın reddine karar vermek gerekmiştir. “ gerekçesiyle davacının iddiası sabit olmadığından davanın reddine, davacının icra takibinde haksız ve kötüniyetli olduğu ispatlanamadığından davalı vekilinin icra inkar tazminatı isteminin reddine, karar vermiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine Yüksek Özel Daire; başlıkta yer alan gerekçe ile hükmün bozulmasına oy birliği ile karar vermiş, Mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını davacı vekili temyiz etmektedir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuş- mazlık; Vade farkı alacağına ilişkin fatura içeriğini kabul etmeyen davalının daha önce ana paraya ilişkin fatura kapsamlarına ve bu kapsam içinde yer alan vade farkı uygulanacağı açıklamasına karşı çıkmamasının hukuki sonucunun ne olacağı, vade farkı konusunda taraflar arasında bir anlaşmanın ve teamülün varlığının kabulüne olanak olup olmadığı, noktasındadır.
Öncelikle belirtmekte yarar vardır ki, konuyla ilgili olarak Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunca verilen 27.06.2003 gün ve 2001/1 E-2003/1 K. Sayılı kararda; “Taraflar arasında yazılı şekilde yapılmamış olmakla birlikte geçerli sözleşme ilişkisinden doğan uyuşmazlıklarda faturalara ( bedelin belli bir sürede ödenmemesi halinde vade farkı ödenir ) ibaresinin yazılarak karşı tarafa tebliği ve karşı tarafça TTK.23/2. maddesi uyarınca sekiz gün içinde itiraz edilmemesi halinde bu durum sadece fatura münderecatının kesinleşmesi sonucunu doğurup vade farkının davalı yanca kabul edildiği ve istenebileceği anlamına gelmeyeceğine” karar verilmiştir.
Somut olayda; Taraflar arasındaki ilişkinin uzun yıllar süren cari hesap ilişkisi olduğu, bu ilişki nedeniyle mal alımlarında gönderilen faturaların altında 30 gün içinde ödeme yapılmazsa %10 vade farkı uygulanacağı açıklamasının bulunduğunda ve bu faturaların davalı defter ve kayıtlarında yer aldığında ve bu faturalara davalı yanca itiraz edilmediğinde uyuşmazlık bulunmamaktadır. Taraflar arasındaki uyuşmazlık; Tahsil edilen faturalar kapsamına dayanılarak ayrı bir fatura ile talep edilen vade farkı alacağı noktasındadır. Davacı alacaklı Bornova 2. Noterliğinin 31.12.1998 tarihli 44659 yevmiye numaralı ihtarname ekinde vade farkı faturasını göndererek 30.12.1998 tarihli, 243.281.350 TL bedelli bu vade farkı faturasının ihtarname tebliğinden itibarı 10 gün içinde ödenmesini bildirmiştir. Davalı borçlu Bornova 3. Noterliği’nin 07.01.1999 tarih ve 00382 sayılı faturanın kabul edilmediğine ilişkin cevabi ihtarnameyi davacı alacaklıya göndermiştir. Bunun üzerine davacı/alacaklı İzmir 4. İcra Müdürlüğü’nün 1999/445 sayılı dosyasında vade farkı bedelini, içeren 30.12.1998 tarihli 0180975 sayılı faturaya dayanarak 13.01.1999 tarihli Orn. 48 talepname ile davalı borçlu aleyhine ilamsız takibe girişerek 243.281.350 TL asıl alacağın takip tarihinden itibaren % 96 faizi ile birlikte tahsilini istemiştir. Ödeme emri davalı borçluya 15.01.1999 tarihinde tebliğ edilmiş, borçlu davalı 22.01.1999 tarihli dilekçesi ile; alacağın aslının ödendiği aşamada borcun ferileri yönünden alacaklının ihtirazi kayıt ileri sürmediğini, BK.113. madde gereğince borcun sükut bulduğunu, ihtarname ekinde gönderilen faturanın alacaklıya ihtarname ile iade edildiğini, ifadeyle borç iddiası dayanaksız olduğundan ve takibe konu borçları bulunmadığından itirazlarının kabulü ile takibin durdurulmasını belirterek itiraz etmiştir.
Görüldüğü ve Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 27.6.2003 gün ve E.2001/1, K.2003/1 sayılı kararında kabul edildiği üzere; itirazın iptaline konu eldeki davada vade farkı faturasına dayanak olarak gösterilen faturalarda ( bedelin belli bir sürede ödenmemesi halinde vade farkı ödenir ) ibaresinin yazılarak karşı tarafa tebliğ edilmiş olması ve karşı tarafça TTK.23/2. maddesi uyarınca sekiz gün içinde itiraz edilmeden fatura bedellerinin ödenmemesi sadece söz konusu fatura münderecatlarının kesinleşmesi sonucunu doğurup vade farkının davalı yanca kabul edildiği ve istenebileceği anlamına gelmemektedir. Taraflar arasında oluşmuş bir teamülün varlığı da kanıtlanmış değildir. Dolayısıyla düzenlenen vade farkı faturasına ve bu faturaya dayanılarak girişilen takibe davalının yaptığı itiraz haklı olup, mahkemece davanın reddine dair kararda direnilmesi usul ve yasaya uygundur, onanması gerekir.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile,direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı ( 2.920.000 ) lira bakiye temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 24.09.2003 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dava konusu olayda satıcı tarafından gönderilen ve vade farkı alınacağı kaydını içeren mal faturaları davalı alıcı tarafından herhangi bir ihtirazı kayıt ileri sürülmeden ticari defterlerine işlenmiştir. Tarafların sıfatına nazaran davada uygulanması gereken İİK’nun 84’üncü maddesinin ilk cümlesi kanuna uygun olarak veya olmayarak tutulmuş olan ticari defterlerin içeriğinin sahibi aleyhine delil sayılacağı hükmünü içerdiğinden; anılan defter kayıtlarının davalı yönünden bağlayıcı olduğunun kabulü gerekir. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 27.6.2003 tarih ve E.200l/1 ve K.2003/l sayılı İçtihadı Birleştirmenin konusu sadece gönderilen faturaları 8 gün içerisinde itiraz edilmeme ile ilgili bulunduğundan ve ticari defterlere işleme olgusu nedeniyle bu olay anılan İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamından sayılamayacağından direnme kararının bozulması gerekir. Bu sebeple sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.”
Yargıtay 19. Hukuk Dairesi 03.04.1996 tarih 1995/9587 E. Ve 1996/3388 K. sayılı kararında :
Davacı vekili, 29.5.1990 tarihli protokol ile davalıdan satın alınan P.D. 88 adlı makina ve aksamının, davalı tarafından eksik teslim edildiğini, bu nedenle makine bedeli olmak üzere davalıya verilen bonolardan 191.805.000,- TL.’lık kısmının bedelsiz kaldığı iddiası ile borçlu olmadığının tesbitini talep ve dava etmiştir.
Davalı savunmasında, davacının protokolde adı geçen mallardan 6 adedini almaktan vazgeçtiğini, bu nedenle 4 parça mal için fatura kesilip malların teslim edildiğini, eksik teslimat bulunmadığını beyan ederek davanın reddinin istemiştir.
Mahkemece, 29.5.1990 tarihli protokol uyarınca teslim edilmesi gereken malların teslim edilmediği ve ayrıca değişik mal teslimi bulunduğu gerekçesiyle benimsenen bilirkişi raporlarına göre, davacının 106.000.000,- TL. borçlu olmadığına karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Davacı, taraf dava dilekçesinde satın alınan makine ve parçalarının eksik teslim edildiğini iddia etmiştir.
Davacı tarafın, satım konusu NTV 250 kodlu parçanın teslimine ilişkin anlaşma varken NTV 160 kodlu parçanın teslim edildiği ve bu itibarla parçaların değeri arasındaki fark kadar borçlu olmadığının tesbitini talep etmediği gözetilmeden, davalı aleyhine oluşan miktar yönünden davacının borçlu olmadığının tesbiti yönünde hüküm kurulması HUMK’un 74. maddesine aykırıdır.
Öte yandan 29.5.1990 tarihli protokol ile makina ve 9 adet parçanın değeri 400.000.000,- TL. olarak belirlenmiş ve davalı makina ve 3 adet parçasına ilişkin 25.12.1990 tarihli faturasında 386.400.000,- TL. değer bildirmiştir. Bu faturaya davacı tarafından süresinde itirazda bulunulmamış olmasına göre, fatura TTK’nın 23. maddesi hükmüne göre davacıyı bağlar. Protokolde bahsi geçen 50.000.000,- TL’nın davalıya peşinen ödenmiş olduğunun kabulü ile davacının davalıya 13.600.000,- TL. borçlu olmadığına karar verilmek gerekirken, yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün temyiz eden davalı yararına BOZULMASINA, ( ) ( 3.4.1996 )
Önemli nokta şudur ki; alıcı ile satıcı arasında oluşan ticari ilişki sonucunda düzenlenen faturanın bu ilişkinin şartlarına uygun olup olması durumudur. Uygunluk mevcutsa ve yasaya göre, itiraz süresi olan sekiz gün içinde itiraz edilmeyen fatura içeriği kabul edilmiş olmaktadır. Alıcı ile satıcı arasında mevcut sözlü ya da yazılı sözleşmeye aykırı olarak düzenlenen bir faturaya sekiz gün içinde itiraz edilmemesi, faturanın içeriğinin kabul edildiği anlamına gelmemektedir.
Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 23.11.1992 tarih, 1992/4678 E. Ve 1992/5448 K. sayılı kararı şu şekildedir;
Taraflar arasındaki davanın (Bartın Sulh Hukuk Mahkemesi) önce görülerek mahkeme ilamında belirtilen gerekçelere binaen verilen 27.2.1992 tarih ve 1156-150 sayılı hükmün temyizen tetkiki davalı tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR: 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Davalı davaya cevap vermediği, duruşmaya da gelmedi- ği için usul hükümlerine göre davayı inkar etmiş sayılmaktadır.
Davacı vekili iddiası ile ilgili olarak yapılan işe ait 1.10.1991 tarihli fatura ibraz etmiş ise de, bunu davalıya usulüne uygun olarak tebliğ edilip edilmediği ve bu suretle münderecatının kesinleşip kesinleşmediği hususu araştırılmamıştır. Fatura davalıya tebliğ edilmiş ve sekiz gün içerisinde itirazda bulunmamışsa TTK’nın 23/2. maddesi uyarınca münderecatını kabul etmiş sayılır. Ancak bu durum sadece faturada belirtilen miktarların kesinleşmesi sonucunu doğurur, yoksa işin de yapılmış olduğunun kabulünü gerektirmez. Uyuşmazlık olması halinde işin yapıldığının kanıtlanması gerekir. Fatura davalıya tebliğ edilmemiş ise kesinleşmesi söz konusu olamayacağından nazara alınması da mümkün değildir. Bu durumda davacının yaptığını iddia ettiği çamaşır makinası tamir ve bakımı ile ilgili varsa diğer delillerinin ibraz ettirilerek bu konuda uzman olan kimseler arasında seçilecek bir bilirkişi marifetiyle inceleme yaptırılarak BK.nun 366.maddesindeki esaslar dairesinde alacak miktarı bulunarak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş olup hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda 1 nolu bentte yazılı sebeplerle davalının diğer temyiz itirazlarının reddine, 2 numaralı bentte açıklanan nedenlerle hükmün davalı yararına (BOZULMASINA), istek halinde ödediği temyiz peşin harcının temyiz eden davalıya geri verilmesine, 23.11.1992 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Faturanın bir başka boyutu da kısaca değinmek gerekirse; bir mal ya da hizmet tesliminde bulunmuş olan tarafın düzenleyeceği faturanın, düzenleyenin yasal defterlerine kaydı ile ilgili usuller Vergi Usul Kanununda düzenlenmiştir. Düzenlenen bir faturanın, düzenleyenin defterlerine yasal hükümler çerçevesinde kayıt edilmesi zorunludur. Bu husus Vergi Usul Kanunu’nun 219 . maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir :
“Muameleler defterlere zamanında kaydedilir. Şöyleki:
a) Muamelelerin işin hacmine ve icabına uygun olarak muhasebenin intizam ve vuzuhunu bozmayacak bir zaman zarfında kaydedilmesi şarttır. Bu gibi kayıtların on günden fazla geciktirilmesi caiz değildir.
b) Kayıtlarını devamlı olarak muhasebe fişleri, primanota ve bordro gibi yetkili amirlerin imza ve parafını taşıyan mazbut vesikalara dayanarak yürüten müesseselerde, muamelelerin bunlara işlenmesi, deftere işlenmesi hükmündedir. Ancak bu kayıtlar, muamelelerin esas defterlere 45 günden daha geç intikal ettirilmesine cevap vermez.
c) Günlük kasa, günlük, parakende satış ve hasılat defterleri ile serbest meslek kazanç defterine muameleler günü gününe kaydedilir.”
=========================
1 Oğuz Kürşat Ünal, Türk Hukukunda Fatura Kavramı ve Hukuki Mahiyeti syf. 3-4, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi – http://webftp.gazi.edu.tr/hukuk/dergi/1_2_4.pdf
2 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda halen bu kavramları düzenleyen bir madde bulunmamaktadır.
3 Mülga 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu 23. Madde ile herhangi bir değişiklik yoktur.
4 Oğuz Kürşat Ünal, Türk Hukukunda Fatura Kavramı ve Hukuki Mahiyeti syf.9-10, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi – http://webftp.gazi.edu.tr/hukuk/dergi/1_2_4.pdf
5 “Yrd. Doç. Dr. Özgür Biyan Türk Vergi Hukukunda Belge Düzeni ve İspat : Eleştiriler ve Öneriler syf.37