İFTİRA SUÇU, CEZASI ve İFTİRA SUÇUNUN UNSURLARI ( TCK Md.267 )
5 Aralık 2015CEZA MUHAKEMESİNDE KANUN YOLLARI
5 Aralık 2015Tehdit ve Kavgada Kızgınlıkla Söylenen Sözler
TCK Md 106 Gerekçe: MADDE 106.– Maddeyle, “tehdit” bizatihi suç hâline getirilmiş bulunmaktadır. Bilindiği üzere tehdit diğer bazı suçlarda ayrıca unsur olarak öngörülmüştür. Burada tehdidin koruduğu hukukî değer, kişilerin huzur ve sükunudur; böylece kişilerde bir güvensizlik duygusunun meydana gelmesi engellenmektedir. Bu nedenle, söz konusu madde ile insanın kendisine özgü sulh ve sükununa karşı işlenen saldırılar cezalandırılmış olmaktadır. Fakat, tehdidin bu maddeyle korumak istediği esas değer, kişinin karar verme ve hareket etme hürriyetidir.
Tehdit, çoğu zaman başka bir suçun unsurunu oluşturmaktadır. Ancak, bu suç tanımında, tehdidin kendisi bağımsız bir suç olarak tanımlanmıştır. Bu bakımdan tehdit suçu, genel ve tamamlayıcı bir suçtur.
Tehdit hâlinde, gerçekleşmesi failin isteğinin yerine getirilmemesi kaydına bağlı bir tecavüz, kötülük mağdura bildirilmektedir. Tehdidin konusunu, kişinin hayatının veya vücut bütünlüğünün tehlikeye maruz bırakılacağının, suç teşkil eden belli bir fiilin işleneceğinin, genel olarak kuvvet kullanılacağının veya herhangi bir kötülüğün, haksızlığın gerçekleştirileceğinin bildirilmesi oluşturmaktadır.
Tehdidin özelliği, kötülüğün gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin, tehdit edenin iradesine bağlı olmasıdır. Tehdit konusu kötülüğün gerçekleşip gerçekleşmemesi, gerçekten veya en azından görünüş itibarıyla failin takdirine bağlıdır. Fakat bu, kötülüğün mutlaka tehdit eden tarafından gerçekleştirileceği anlamına gelmez; bir üçüncü kişi vasıtasıyla bu kötülüğün gerçekleştirileceğinin bildirilmesi ile de, tehditte bulunulabilir.
Suçun oluşması bakımından tehdit konusu kötülüğün gerçekleşip gerçekleşmemesi, önemli değildir. Tehdidin objektif olarak ciddî bir mahiyet arzetmesi gerekir. Yani, istenilenin yerine getirilmemesi hâlinde tehdit konusu kötülüğün gerçekleşeceği ihtimali objektif olarak mevcut olmalıdır. Sarfedilen sözler, gerçekleştirilen davranış muhatap alınan kişi üzerinde ciddî bir korku yaratma açısından sonuç almaya elverişli, yeterli ve uygun değilse, tehdidin oluştuğu ileri sürülemez. Failin söz ve davranışlarının muhatabı üzerinde ciddî şekilde korku ve endişe yaratacak uygunluk ve yeterlilik içerip içermediğinin her somut olayda araştırılması gerekir. Objektif olarak ciddî bir mahiyet arzeden tehdidin somut olayda muhatabı üzerinde etkili olması şart değildir. Kişi, fail, objektif olarak ciddî bir mahiyet arzeden söz ve davranışlarla mağduru tehdit etmek istemiş olmasına rağmen; mağdur, bu söz ve davranışları ciddiye almamış olabilir. Bu durumda tehdit yine gerçekleşmiştir. Tehdidin gerçekleşip gerçekleşmemesi, muhatabı üzerinde etkili olup olmamasına bağlı tutulmamalıdır. Failin de kendisinin tehdit konusu tecavüzü gerçekleştirebilecek imkân ve iktidara sahip olduğu kanaatini karşı tarafta uyandırdığını bilmesi gerekir. Mağdurda bu kanaat uyandırıldıktan sonra, failin tehdit konusu tecavüzü gerçekleştirebilecek imkan ve iktidara gerçekte sahip olmamasının bir önemi yoktur. Mağdur tehdit konusu tecavüzün ciddî olduğuna hile kullanılmak suretiyle inandırılmış olabilir. Fakat, batıl inançlara dayanılarak bir kötülüğe maruz bırakılabileceği beyanıyla, bir kimse tehdit edilmiş olmaz.Tehdit konusu kötülük, mağdura değil de, bir üçüncü şahsa yönelik olabilir. Ancak, bu durumda mağdur ile üçüncü kişi arasında belli bir akrabalık, yakınlık ilişkisi mevcut olmalıdır.
Tehdit hâlinde kişi, tehdit konusu tecavüzün ileride vuku bulacağı beyanıyla korkutularak, belli bir davranışta bulunmaya zorlanmaktadır, mecbur edilmektedir.
Maddenin birinci fıkrasında yapılan tanımda, tehdidin yöneldiği hukukî değere göre bir ayırım yapılmıştır. Buna göre, tehdidin, mağdurun kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle yapılması, söz konusu suçun temel şeklini oluşturmaktadır. Buna karşılık, tehdidin, mağduru malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle yapılması ise, suçun temel şekline göre daha az cezayı gerektirmektedir. Ayrıca, bu suçtan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılması, mağdurun şikâyetine bağlı kılınmıştır.
Maddenin ikinci fıkrasında tehdidin daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâlleri gösterilmiştir. Bu hâller, tehdidin kapsadığı korkutma gücünün ciddîliği ve yoğunluğu hususunda mağdurda ciddî kaygılar meydana getirmeye elverişli durumlardır. Tehdit silâhla icra olunursa bunun ciddîliği hususunda bir korkunun meydana gelmesi çok daha kolay olur. Aynı suretle kendisini tanınmayacak bir hâle getiren kişinin veya bir kaç kişinin birlikte olarak tehdit icra etmeleri hâlinde meydana gelen korku çok yoğun olur.
İmzasız bir mektup veya özel işaretler kullanarak bir kişinin tehdit edilmesi hâlinde de meydana gelen korku bakımından bir duraksama meydana gelmez. Söz gelimi bir kimseye gönderilmiş olan imzasız mektup kişinin kendisini savunma olanağını gidereceğinden ağır tehdidi oluşturacaktır. Yine bir kimseye karşı gönderilmiş olan mektuplarda ucundan kan damlayan bıçak resimlerinin yapılması yani böylece özel işaret kullanılması korkuyu yoğunlaştırabilir.
Gizli veya açık, var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları tehdit gücünün de, kişileri paniğe kapılacak surette korkutabilmesi dolayısıyla, suçun nitelikli hâli olarak sayılması uygun görülmüştür.
Maddenin üçüncü fıkrasında, tehdit amacıyla kasten öldürme, kasten yaralama veya mala zarar verme suçunun işlenmesi hâlinde, ayrıca bu suçlardan dolayı cezaya hükmedileceği belirtilmiştir. Kişi tehdidinin ciddiliğini vurgulamak için, bir başkasını öldürmüş veya yaralamış ya da malına zarar vermiş olabilir. Bu gibi durumlarda gerçek içtima hükümleri uygulanarak ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmedilmelidir.
Öfke kastı kaldıran bir husus değildir.Tehdidin suç oluşturması için, katılan üzerinde ciddi bir korku oluşturacak elverişlilikte olup olmadığı araştırılmalıdır.
1-)Tehdit(threat) fiili, kişinin ruh dinginliğini bozan, iç huzurunu, bilinç ve irade özgürlüğünü ihlal eden bir olgudur. Fiilin mağdur üzerinde ciddi bir korku yaratabilmesi açısından sonuç almaya objektif olarak elverişli, yeterli ve uygun olması gerekir. Ayrıca tehdidin somut olayda muhatap üzerinde etkili olması şart değildir. Bu nedenle mağdurun korkup korkmadığının araştırılması gerekmez.Tehdit suçunun manevi öğesi genel kasttan ibaret olup suçun yasal tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek işlenmesini ifade eder. Olayda tasarlamanın varlığı aranmadığı gibi, saikin de önemi yoktur.Kavga ve tartışma sırasında haksız bir fiilin kendisinde husule getirdiği şiddetli öfke ve elemin (gazabın ) failin iradesini etkileyen bir etken olarak kusur yeteneğinde meydana getirdiği azalma nedeniyle koşulları varsa ancak yasal indirim nedeni olarak kabul edilebilir ise de, kastı kaldıran ve suçun oluşumunu engelleyen bir husus olarak kabulü mümkün değildir. Bu bağlamda, sanığın yakınana yönelttiği seni öldüreceğim biçimindeki sözlerin tehdit suçunu oluştuur;(4CD. 13.6.2006 tarih ve Esas No:2005/6095 Karar No:2006/12388 )
2-)Tehdit(threat) suçunda öfkeninin suç kastını kaldıran bir etkisi bulunmamaktadır.Tehdidin;
- a-) Ciddi olup olmadığı,
- b-) Geçekleşme ihtimali olup olmadığı;
- c-)Katılanın iradelerini etkileme dereceleri;
Tartışılıp değerlendirilmelidir. Tartışma sırasında sarf edilen sözlerin tehdit iradesiyle olmayacağı varsayımının kabulü yasal değildir.(2.CD 19.03.2009 tarihli ve 2008/17471,2009/14214 YKD Haziran 2009)
3-)Tehdit (threat) içerikli sözleri doğrulayan şahit ifadelerine itibar edilmemesinin gerekçeleri kararda gösterilmelidir.Öte yandan, tehdidin(threat) katılan üzerinde ciddi korku yaratacak elverişlilikte olup olmadığı olay ve koşullara belirlenmelidir.Kavga esnasındaki tehdit(threat) içerikli sözlerin tehdit iradesiyle olmayacağı varsayımın kabulü doğru değildir.(2.CD09.04.2009 tarihli ve 2008/19032Esas ve 2009/18866, YKD Haziran 2009)
4-)Tehdit fiili, kişinin ruh dinginliğini bozan, iç huzurunu, bilinç ve irade özgürlüğünü ihlal eden bir olgudur. Fiilin mağdur üzerinde ciddi bir korku yaratabilmesi açısından sonuç almaya objektif olarak elverişli, yeterli ve uygun olması gerekir. Ayrıca tehdidin somut olayda muhatap üzerinde etkili olması şart değildir. Bu nedenle mağdurun korkup korkmadığının araştırılması gerekmez. Tehdit suçunun manevi ögesi genel kasttan ibaret olup suçun yasal tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek işlenmesini ifade eder. Olayda tasarlamanın varlığı aranmadığı gibi, saikin de önemi yoktur.
Kavga ve tartışma sırasında haksız bir fiilin kendisinde getirdiği şiddetli öfke ve elemin (gazabın) failin iradesini etkileyen bir etken olarak kusur yeteneğinde meydana getirdiği azalma nedeniyle koşulları varsa ancak yasal indirim nedeni olarak kabul edilebilmesi olanaklı ise de, önceden ilke boyutunda kastı kaldıran ve suçun oluşumunu engelleyen bir husus olarak kabulü mümkün değildir.
Bu açıklamalar doğrultusunda tüm kanıtlar tartışılıp değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken sanığın tehdit sözlerini, kavga sırasında sinirle fevren söylediği ve yüklenen suç açısından kast ve taksirin bulunmadığı biçimindeki yasal olmayan gerekçe ile sanığın beraatine karar verilmesi hukuka aykırıdır(4.CD 08.06.2010 tarihli ve Esas No:2008/14673 Karar No:2010/11147 sayılı içtihadı)
5-)Tehdit fiili, kişinin ruh dinginliğini bozan, iç huzurunu, bilinç ve irade özgürlüğünü ihlal eden bir olgudur. Fiilin mağdur üzerinde ciddi bir korku yaratabilmesi açısından sonuç almaya objektif olarak elverişli, yeterli ve uygun olması gerekir. Ayrıca tehdidin somut olayda muhatap üzerinde etkili olması şart değildir. Bu nedenle mağdurun korkup korkmadığının araştırılması gerekmez.
Tehdit suçunun manevi öğesi genel kasttan ibaret olup suçun yasal tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek işlenmesini ifade eder. Olayda tasarlamanın varlığı aranmadığı gibi, saikin de önemi yoktur.Kavga ve tartışma sırasında haksız bir fiilin kendisinde husule getirdiği şiddetli öfke ve elemin (gazabın) failin iradesini etkileyen bir etken olarak kusur yeteneğinde meydana getirdiği azalma nedeniyle koşulları varsa ancak yasal indirim nedeni olarak kabul edilebilmesi olanaklı ise de, önceden ilke boyutunda kastı kaldıran ve suçun oluşumunu engelleyen bir husus olarak kabulü mümkün değildir. Bu açıklamaların ışığı altında sanığın kendisini terk eden mağdureye cep telefonu mesajıyla “sen başlattın bu harbi, çok kan akacak” şeklinde tehdit etmesinin TCY.nın 106/1. fıkra, 1. cümlesinde tanımlanan suçu oluşturduğu gözetilmeden “… mağdurenin kendisini terk etmesine sinirlenip kızgınlıkla mesaj çektiği…” gerekçesiyle, öfke, elem ve gazabı kastın oluşumunu engelleyen bir husus olarak kabulüyle beraat kararı verilmesi,hukuka aykırıdır(4.CD 25.01.2011 tarihli ve Esas No : 2008/21284 Karar No : 2011/227 künyeli içtihadı
6-)Tehdit fiili, kişinin ruh dinginliğini bozan, iç huzurunu, bilinç ve irade özgürlüğünü ihlal eden bir olgudur. Fiilin mağdur üzerinde ciddi bir korku yaratabilmesi açısından sonuç almaya objektif olarak elverişli, yeterli ve uygun olması gerekir. Ayrıca tehdidin somut olayda muhatap üzerinde etkili olması şart değildir. Bu nedenle mağdurun korkup korkmadığının araştırılması gerekmez.
Tehdit suçunun manevi öğesi genel kasttan ibaret olup suçun yasal tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek işlenmesini ifade eder. Olayda tasarlamanın varlığı aranmadığı gibi, saikin de önemi yoktur.
Kavga ve tartışma sırasında haksız bir fiilin kendisinde husule getirdiği şiddetli öfke ve elemin (gazabın) failin iradesini etkileyen bir etken olarak kusur yeteneğinde meydana getirdiği azalma nedeniyle koşulları varsa ancak yasal indirim nedeni olarak kabul edilebilmesi olanaklı ise de, önceden ilke boyutunda kastı kaldıran ve suçun oluşumunu engelleyen bir husus olarak kabulü mümkün değildir.
Yukarıda yapılan açıklamalara göre; incelenen dosyada; sanığın mağduru tehdit ettiğinin kabul edilmesine karşın, tehdit sözlerinin fevren söylenmesinin ve mağdurun korkmamasının suçun oluşumunu engellemeyeceği gözetilmeden, yasal olmayan gerekçelerle beraat kararı verilmesi,hukuka aykırıdır,(4.CD 22.02.2011 tarihli ve Esas No:2009/10485 Karar No:2011/2223 künyeli içtihadı)
- Tehdit Suçu Yapılacak Bir Kötülüğün Mağdura İletilmesidir.
1-)5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 1. maddesine göre, tehdit suçunun oluşması için, kişinin kendisinin veya yakınının hayatına, vücüt ve cinsel dokunulmazlığına yönelik saldırı gerçekleştireceğini karşı tarafa bildirmesi gerekir.
1-)Tehdit fiilinin, mağdurun kendisine veya mağdurun yakına yönelik olabilir.
2-)Tehdit suçu, mağdurun veya mağdurun yakının hayatına, vücüt ve cinsel bütünlüğüne yönelik olursa bu durumda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106/1. maddesi uygulanmalıdır.
3-)Tehdit etme fiili, söz, yazı, resim, sembol, tavır, başka şekilde mağdur veya mağdura iletilmek gıyabında yapılabilir.Kavga ortamında hiç bir söz söylemeden bıçak çekmek fiili tehdit suçunu oluşturur
4-)Tehdit suçunun, mağdurun hayatı, cinsel ve vücüt bütünlüğü dışında mal varlığı itibariyle büyük bir zarara veya sair bir kötülük yapacağından bahisle yapılmış ise bu durumda mezkur maddenin 106/1(2.cümle) uygulanması gerekir.
Tehdit Suçunun Çeşitleri:
Tehdit suçunun çeşitleri aşağıda belirtilmiştir
1-) Silahlı Tehdit Suçu Tehdit suçu silahla irtikap edilirse cezası 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106/2(a) maddesi gereğince verilecek cezanın arttırılması gerekir. Ancak mağdur tabancanın kurusıkı olduğunu anlar ve failin üzerine yürürse silahın korkutucu etkisi olmadığından silahtan dolayı cezayı arttırmamak gerekir. Silahlı tehdit suçu, Silahlı tehdit suçu, 5237 sayılı T TCK 106/2(a) maddesinde tanzim edilmiş bağımsız bir suçtur.
2-)Gıyapta Tehdit. Tehdit suçu vicahen irtikap edilebildiği gibi, gıyapta da irtikap edilebilir . Ancak gıyapta tehdit suçunun olması için, failin ‘iletme kastının’ kastının olması gerekir. Failin, iletme kastı yoksa bu durumda gıyıpta tehdit suçu tekevvün etmez.4.CD 05.06.2006 tarihli ve 6926/11765 künyeli içtihadına göre, failin kastının, şahidin, mutat davranışının tehdit içiren sözleri gizli tutup hiç kimseye söylememek mi yoksa önlem açısından müşteki’ye söylemek mi olduğunun tetkik edilip şahsın kastı tespit edildikten sonra hüküm tesis edilmesi gerekir.Gıyapta yapılan tehdit suçunda, fail tehditin kendisine bildirildiği anda suç tekemmül etmiş olur.Failin tehdit suçunu da öğrendiği yer de suç mahallidir. Mesela fail, Alanya’da bulunan şahide telefon edip, Eleşkirt’te bulunan mağduru öldüreceğini söyleyip, şahitte durumu, Eleşkirt ilçesinde bulunan mağdura telefonla bildirmesi halinde suç mahalli Elekşkirt ilçesidir.
3-) Vicahen Yapılan tehdit. Tehdit suçu, genelde yüze karşı irtikap edilir. Bu durumda mağdur tehdit tehdit suçunu hemen öğrenmiş olur, suç yeri de aynı zamanda tehdit suçunun yapıldığı yerdir.Vicahen yapılan tehdit suçunda, tehdit suçuna şahit olanların tespit edilip dinlenmesi gerekir.
4-)Basit Tehdit suçu Basit tehdit suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106/1(2.cümlesi) maddesinde tanzim edilmiştir. Kişinin hayatı, sağlığı ve cinsel bütünlüğünün dışına da, haksız saldırı gerçekleştireceğinden bahisle yapılan tahdittir. Kişinin malına zarar verme bu kapsama girer veya sair kötülük yapacağını belirtmesi bu kapsama girer. Basit tehdit suçu, uzlaşma kapsamındadır ve şikayete tabidir.
5-)Tehdit suçunun Temel şekli. Tehdit suçunun temel şekli 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106/1(1.cümle) tanzim edilmiştir. Tehdit suçunun temel şekli kişinin hayatına, sağlına veya cinsel dokunulmazlığına bir saldırı yapılacağının bildirilmesidir. Tehdit suçunun temel şekli şikâyete tabi değildir. Uzlaşma kapsamında değildir.
6-)Nitelikli Tehdit Suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106/2. maddesinde tanzim edilmiştir. Tehdit suçunun vasıflı şekilleri tehdit suçunun silahla irtikap edilmesi, tehdit suçunun birden fazla kişiyle irtikap edilmesi, tehdit suçunun ilişkinin kendini tanınmayacak hale koymak, imzasız mektupla irtikap edilmesi veya sair işaretlerle irtikap edilmesi ya da var olan veya varsayılın suç örgütlerinin güçlerini veya adlarını kullanarak tehdit suçunun işlenmesi halinde vasıflı tehdit suçu oluşur Nitelikli tehdit suçu bağımsız bir suçtur. tehdit suçunun ağırlaştırılmış şekli değildir. Altı sınırı iki yıl olarak tayin edilmiş bir suçtur. Nitelikle tehdit suçunun üst sınırı beş yıldır.
7-)Tehdit amacıyla kasten yaralama suçunun işlenmesi. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106/3. maddesine göre tehdit amacıyla kasten yaralama suçunun işlenmesi halinde hem tehdit hem de kasten yaralama suçundan dolayı hüküm verilir.
8-)Tehdit Amacıyla mala zarar verme suçunun işlenmesi . Tehdit suçuyla nası ızrar suçunun irtikap edilmesi halinde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106/3. maddesine göre gerçek içtima hükümleri tatbik edilerek hem mala zarar verme hem de tehdit suçundan dolayı hüküm tesis edilir.
9-)Tehdit amacıyla kasten adam öldürme suçunun işlenmesi Tehdit amacıyla kasten adam öldürme suçunun irtikap edilmesi halinde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106/3. maddesine göre hem tehdit hem de adam öldürme suçundan ceza verilir.Yani gerçek içtima hükümleri tatbik edilir
10-)Tehdit suçunun aynı anda birden fazla halini birlikte irtikap edilmesi. Tehdit suçunun aynı anda birden fazla halinin irtikap edilmesi halinde, en fazla cezayı gerektiren halden hüküm kurulur .Ancak 61. madde gereğince alt sınırdan uzaklaşılır.
11-)Tehdit suçunun teselsülen irtikap edilmesi. Tehdit suçunun teselsülen irtikap edilmesi mümkündür. Bu durumda teselsül suça ilişkin hükümler tatbik edilir. Aynı amaç doğrultusunda bir kişinin farklı zamanlarda tehdit edilmesi halinde müteselsil suça ilişkin hükümler tatbik edilmesi gerekir.Aynı şekilde, tek bir fiille birden fazla kişimin tehdit edilmesi halinde de 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 43/2.maddesi gereğince zincirleme suç hükümlerinin tatbik edilmesi gerekir
Vasıflarına Göre Tehdit Suçları:
Tehdit suçu, vasfına göre, basit(sair) tehdit suçu, tehdit suçu ve nitelikli tehdit suçu olarak ağırlığına göre başlıca üç gruba ayrılır.
1-)Basit tehdit suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106/1(2. cümlede) tanzim edilmiştir.Şikayete tabidir. Basit tahdit suçunun konusu mal varlığı itibariyle büyük bir zarara uğratmak veya sair bir kötülük vereceğinden bahisle yapılan tehdittir.Basit tehdit suçu, tehdit suçun, hafif halidir.Tartışma ortamında hiç bir şey söylemeden silah çekmek fiili, silahlı tehdit suçunu oluşturur.Basit Tehdit suçu altı aya kadar hapis veya adli para cezasını gerektirir. Basit Tehdit suçu müstakil bir suçtur ve sulh ceza mahkemesine dava açılır.Basit tehdit veya sair tehdit istisnai bir suçtur. Asıl olan mezkur maddenin 1. cümlesine mümas suçtur. Bundan dolayı ikinci cümleye giren fiiller dar yorumlanmalıdır.
2-)Tehdit Suçunun Temel Şekli 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106/1(1.cümlesinde) tanzim edilmiştir.Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücüt veya cinsel dokunulmazlığına saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit edilmesi halinde altı aydan iki yıla kadar hapis cezasıyla tecviz edilirTehdit suçu müstakil bir suçtur. asliye ceza mahkemesine dava açılır.
3-) Nitelikli Tehdit Suçu Tehdit suçun vasıflı halleri 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106/2. maddesinde tanzim edilmiştir.Mezkur fıkra ile tehdit suçunun nitelikli halleri bağımsız bir suç haline getirilmiştir.Ceza iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasıdır.Görevli mahkeme asliye ceza mahkemesidir. Yetkili mahkeme de mağdurun tehdit fiiline muttali olduğu yerdir. Mağdur telefonla veya mektupla yapılan tehtide nerede muttali olursa suç yeri orasıdır.
- a-) Silahla yapılan Tehdit.Tehdit suçunun silahla irtikap edilmesi halinde verilen ceza arttırılır. Kavga ortamında, hiç bir tehdit edici söz söylemeden, silah teşhir edilmesi veya silah çekilmesi halinde, silahın korkutucu etkisi kullanıldığı için suç silahla irtikap edilmiş sayılır.
- b-) İmzasız mektupla yapılan tehdit.Bu tehdit suçunu mağdur nerede öğrenirse suç yeri orasıdır.
- c-) Hususi işaretlerle yapılan tehdit
- d-)Kişinin kendini tanınmayacak hale koymak suretiyle yapılan tehdit
- e-)Birden fazla kişi tarafından yapılan tehdit.
- f-)Var olan veya varsayılan suç örgütlerinin korkutucu etkisinden yararlanarak yapılan tehdit
4-) Tehdit Suçunun Birden Fazla Şekliyle Birlikte İrtikap Edilmesi 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106/2. maddesinde belirtilen vasıflı unsurların birden fazla en iki hali bir araya gelerek tehdit suçu irtikap edilmesi halinde 61. maddeye göre temel cezanın tayininde dikkate alınması gerekir.Maskeli ve silahlı üç kişinin mağdureyi ölümle tehdit etmesi hâli misal olarak verilebilir.
5-)Tehdit amacıyla kasten öldürme, kasten yaralama ve nası ızrar suçlarının irtikap edilmesi halinde, hem tehdit hem de diğer suçlardan dolayı ceza verilir. Gerçek içtima hükümleri uygulanır.
Silahlı Tehdit Suçu Hakkında Umumi Malumat:
Silahlı tehdit suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106/2(a) maddesinde tanzim edilmiştir.
1-)Silahlı tehdit (nitelikli tehdit) suçunun tekemmül etmesi için, silahın mağdura tevcih edilmesi veya mağdura gösterilmesi yeterlidir.Ayrıca tehditi havi sözlerin söylenmesi zorunlu değildir.( 4.CD 13.10.2010 tarihli ve Esas No:2010/19048 Karar No:2010/16611 künyeli içtihadı)
2-)Silahla tehditte silahın kurusıkı olduğunun anlaşılması halinde, silahın korkutucu etkisi olmadığından silah nedeniyle arttırım yapılmamalıdır.
Silahlı Tehdit ve Amaç Dışı Bıçak Taşımak:
1-)Silahla tehdit suçu, taşınması yasak olmayan bıçakla irtikap edilebilir. Mesela bir bir kişi sallama tabir edilen bir bıçakla bir kişiyi ölümle tehdit etmesi halinde hem silahlı tehdit hem de amaç dışı bıçak taşıma suçları oluşur.
2-)Silahlı tehdit suçu, 6136 sayılı Kanunun 15/4. maddesine mümas sallama tabir edilen bir bıçakla irtikap edilirse, ilk önce sallamadan dolayı 6136 sayılı Kanunun 15/4. maddesi gereğince ön ödeme yapılması gerekir. Daha sonra da silahlı tehdit (kavgada silah teşhir suretiyle hiç bir söz söylemeden) suçundan dolayı 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 106/1(2.cümle) delaletiyle mezkur Kanunun 106/2(a) maddesi gereğince işlem yapılması gerekir
Tehdit ve Çalışma Hürriyetini Tahdit:
Sanığın, ticari faaliyeti engellemeye yönelik bir fiili tespit edilemezse suç, çalışma hürriyetini tahdit değil, silahla tehdit olur
Sanığın katılana ve işyeri çalışanlarına belli kimselerin bara alınmaması konusunda ihtarda bulunması işyerinde müşterileri rahatsız etmesi ve son olarak da işyerine gelerek üzerinde taşıdığı, kuru sıkı tabancayı işyeri çalışanı ayça özdemir’in önündeki masaya kayarak müdahili çağırması biçimindeki fiili, çalışma hürriyetini tahdit değil; silahla tehdit suçunu oluşturur 4.CD 31.01.2011 tarihli ve Esas No:2008/22422 Karar No:2011/662 künyeli içtihadı)
Tehdit ve Kavgada Silah Teşhiri Suçu:
5237 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesi ile kavgada silah çekmek fiili suç olmaktan çıkmamıştır.Ancak fiil, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106/1(2.cümle) ve mezkur maddenin 2/(a). maddesinde tanzim edilen silahlı sair tehdit suçunu oluşturur.
1-)Kavga ortamında, tehdidi havi hiçbir söz söylenmese dahi bıçak teşhir edilmesi fiili, kavgaya katılanlara karşı irtikap edilmiş, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 106/2(a) maddesine mümas silahlı tehdit suçunu oluştur(4.CD 05.06.2006 tarih ve 2004/18525 esas,2006/11902 aynı mahiyette 07.06.2006 tarih ve 2004/16944 Esas ve 2006/12140 Sayılı kararı)
2-)Sanığın kavga sırasında cebinden çıkardığı çakı bıçağını herhangi bir söz söylemeksizin göstermek suretiyle işlediği mağdurlara yönelik ağır ve haksız zarara uğratmayı bildirme niteliğindeki eylemin silahla tehdit suçunu oluşturur( Esas No:2009/26675 Karar No:2010/20295 künyeli içtihadı
Tehdit ve Kavgada Silah Boşaltmak Suçları:
Somut olayda, sanığın kavga sırasında silahını çıkartarak havaya ateş etmesi kavgaya katılan kişilere davranış yoluyla yapılmış eylemli bir tehdittir. Başka bir anlatımla, kişiler üzerinde öldürücü ve yaralayıcı etkisi herkes tarafından bilinen tabancanın herhangi bir hedef gözetilmeksizin havaya doğru ateşlenmesi, kavgaya katılmış bulunan kişilere yapılabilecek sair bir kötülüğün fiili olarak bildirimidir. Bu nedenle sanığın eylemi 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 106/1-2. cümlesinde düzenlenen sair tehdit suçunu oluşturmakta olup, lehe yasa değerlendirmesinin bu madde ile 765 sayılı TCYnın 466/2. maddesi arasında yapılması gereklidir.
Kavgada silah boşaltma suçundan sanık Mehmet Öztürkün beraatına ilişkin Kadıköy 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 26.09.2005 gün ve 295-784 sayılı hüküm o yer Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 2. Ceza Dairesince 06.11.2006 gün ve 4113-17737 sayı ile;..olay günü sanığın, evlerinin önüne gelip oğluyla tartışmak için aşağıya çağıran ve beklemekte olan müştekileri korkutmak ve dağılmalarını sağlamak amacıyla ruhsatlı tabancası ile bir el havaya ateş etmesi şeklindeki eyleminin 5237 sayılı TCK nun l06. maddesinin 1. fıkrasının 2. cümlesinde düzenlenen suçu oluşturup oluşturmayacağı tartışılarak bu suçu oluşturduğunun kabulü halinde 765 sayılı TCK nun 466/1. maddesi ile 5237 sayılı TCKnun l06. maddesinin 1. fıkrasının 2. cümlesinde öngörülen cezalardan hangisinin lehe olduğu belirlenip lehe olan madde uyarınca ceza tayini, eylemin 5237 sayılı TCK nun l06. maddesinin 1. fıkrasının 2. cümlesinde düzenlenen suçu oluşturmadığının kabulü halinde ise sanığın beraatına karar verilmesi gerekirken bu eylem yönünden değerlendirme yapılmadan kavgada silah boşaltmak suçunun 5237 sayılı TCK’ nda bağımsız bir suç olarak düzenlenmediği gerekçesi ile sanığın beraatına karar verilmesi… gerekçesiyle oyçokluğuyla bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkeme ise 14.05.2007 gün ve 1501-543 sayı ile,
…yargılamanın devamı sırasında 765 sayılı TCY nın yürürlükten kaldırıldığı ve 5237 sayılı TCY nın yürürlüğe konulduğu belirtildikten sonra 5237 sayılı TCY nın da 765 sayılı TCY nın 466. maddenin karşılığını oluşturan bir düzenlemenin yer almadığı ve böylelikle suç tarihinden sonra yürürlüğe giren yasa ile eylemin suç olmaktan çıkarıldığı belirtilmiştir. Öyle ise Yargıtay Dairesinin bozma kararında belirtilen karşılaştırma yapılmış ve sonuçta yapılan değerlendirme ile beraat kararı verilmiştir. Buna karşın mahkememizce karşılaştırma yapılmamış gibi bozma kararı verilmesi yasaya ve usule uygun görülmediğinden… gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de Kadıköy Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi nedeniyle dosyanın Yargıtay C.Başsavcılığının bozma istemli tebliğnamesiyle, Yargıtay Birinci Başkanlığa gönderilmesi üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 29.01.2008 gün ve 264-9 sayı ile;
Bozmadan önceki 21.06.2005 tarihli oturumda şikâyetçiler Kemal ve Nergül Görmüşoğlu ile Emre Atasoyun talepleri üzerine Yerel Mahkeme tarafından davaya katılmalarına karar verilmiş ancak bir sonraki oturumda şikâyetinden vazgeçmesi nedeniyle Emre Atasoyun müdahilliği CYYnın 243. maddesi uyarınca hükümsüz kalmıştır. Kemal ve Nergül Görmüşoğlunun katılan sıfatlarının devam etmesine karşın bozma üzerine yokluklarında verilen direnme hükmü kendilerine tebliğ edilmemiştir.
Bu itibarla temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, direnme kararının katılanlara tebliği, verdikleri takdirde temyiz dilekçesinin 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUYnın 316/1. maddesi hükmü gereği sanığa tebliğ edilmesi ve yapılacak tebligata ilişkin evrakın eklenmesi amacıyla dosyanın mahalline iadesi gerekmektedir gerekçesiyle direnme kararının katılanlara tebliği ile sair işlemlerin yapılabilmesi amacıyla dosyanın Kadıköy 2. Sulh Ceza Mahkemesine gönderilmesi ve belirtilen eksiklik tamamlandıktan sonra dosyanın temyiz incelemesinin yapılabilmesi için Ceza Genel Kuruluna iadesi kaydıyla Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine karar verilmiştir.
Direnme hükmünün katılanlara tebliğ edilmesine karşın, katılanlarca temyiz edilmemesi üzerine dosya, Yargıtay C.Başsavcılığının 25.11.2008 günlü yazısıyla Yargıtay 2. Ceza Dairesine, oradan da 18.12.2008 gün ve 3662622254 sayılı kararla Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
Sanığın 21.02.2005 tarihinde meydana gelen kavgada, taşıma ruhsatlı tabancasıyla havaya ateş etmesi şeklinde gerçekleşen yargılama konusu olayda çözümü gereken uyuşmazlık, bu eylemin 5237 sayılı TCYnda suç olarak düzenlenip düzenlenmediğine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğine göre;
Sanığın oğlu Mehmet Şahin ile katılan Nergül Görmüşoğlu arasında apartmanda bakılan bir kedi nedeniyle tartışma çıktığı, katılan Nergülün yardım istemesi üzerine katılan Kemal Görmüşoğlunun yanına aldığı arkadaşları ile apartmana gelip zile bastıkları ve Mehmet Şahini aşağıya çağırdıkları, aşağıya inmeyen Mehmet Şahinin telefonla babası olan sanığı çağırdığı, olay yerine gelen sanık ile katılan Kemal ve arkadaşları arasında tartışma ve itişme çıktığı, kavgaya dönüşen olayda üzerine doğru gelen kişileri engellemek ve kavgayı sonlandırmak amacıyla geriye çekilen sanığın üzerinde taşıdığı ruhsatlı tabancayla havaya bir el ateş ettiği dosya içeriğiyle sabittir.
Uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı TCYnda sanığın eyleminin suç olarak düzenlenip düzenlenmediği, suç olarak düzenlenmiş ise hangi suçu oluşturduğu tespit edilmeli sonucuna göre de karşılaştırma yapılarak lehe yasa saptanmalıdır.
Anayasanın 38, 765 sayılı TCYnın 1. ve 5237 sayılı TCYnın 2/1. maddelerinde ifade edilen aynı zamanda evrensel bir kural olan, kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemeyeceği hükmünün zorunlu bir sonucu olarak suç teşkil eden eylemlerin yasada açıkça gösterilmiş olması gerekir.
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCYnın 466. maddesi; Kavgada korkutmak için silah çeken bir aydan altı aya ve silah boşaltan iki aydan bir seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılır şeklinde olup maddenin ikinci fıkrası, 1889 tarihli İtalyan Ceza Kanununun 380. maddesinden alınmış bir hükümdür. Gerçekten de 1889 tarihli İtalyan Ceza Kanununun 380. maddesi; Her kim bir kavgaya iştirak eder de tehdit makamında silah atarsa bir seneye kadar hapsolunur şeklindedir. Tehdit suçunun kavga haline münhasır özel bir şekli olan bu suçun oluşabilmesi için kavga halinde silahın korkutma amacıyla ateşlenmiş olması gerekir. Majnoya göre; bu madde hiç kimseye taarruz etmemek suretiyle kavgada silah atılması fiilini cezalandırmaktadır. Kavga halinin bulunmaması durumunda ise eylem tehdit suçunu oluşturabilecektir. (Majno, Ceza Kanunu Şerhi, Yargıtay Yayınları, Baylan Matbaası, Ankara, 1980, C.III, s.296-297).
5237 sayılı TCYnda ise, kavgada silah boşaltma suçu ayrı bir başlık altında düzenlenmemiştir. Burada kavga halinde silah çeken veya boşaltan kişinin, bu eyleminin yasanın diğer maddelerindeki herhangi bir suçu oluşturup oluşturmadığı dolayısıyla yasa koyucunun bu tür eylemleri suç olarak düzenleyip düzenlemediği belirlenmelidir.
Tehdit suçu, anılan Yasanın 106. maddesinde, (1) Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikâyeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
(2) Tehdidin;
- a) Silahla,
- b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle, imzasız mektupla veya özel işaretlerle,
- c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
- d) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak,
İşlenmesi halinde, fail hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Tehdit amacıyla kasten öldürme, kasten yaralama veya malvarlığına zarar verme suçunun işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ceza verilir şeklinde düzenlenmiştir.
Türk Dil Kurumunun Büyük Türkçe Sözlüğüne göre, gözdağı verme anlamına gelen tehdit, bir kimsenin bir zarara veya kötülüğe uğratılacağının bildirilmesidir. Bu bildirimin sözlü olması olanaklı olduğu gibi başka yollarla ve bu bağlamda davranışlar yoluyla da yapılması mümkündür. 5237 sayılı Yasanın 106. maddesinde yer alan bahisle kelimesi ile yalnızca sözlü anlatımlar değil, fiili davranışlar da kastedilmektedir. Nitekim yasa koyucu bu maddenin 2. fıkrasının b bendinde tehdidin mektupla veya özel işaretlerle işlenmesini suçun nitelikli halleri arasında kabul etmiş ve basit şekline göre daha ağır bir ceza ile cezalandırılmasını öngörmüştür. Bu nedenle tehdit suçu, söz, yazı, resim, şekil veya işaret ile de işlenebilecek bir suç olup önemli olan gerçekleştirileceği belirtilen haksızlığın mağdurun bilgisine ulaştırılmasıdır. (M.E. ARTUK, A.GÖKCEN, A.C.YENİDÜNYA, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Turhan Kitabevi, Ankara, 6. bası, s.100).
Bu saldırının kişinin veya başkasının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına, belirli bir ağırlıkta olmak kaydıyla malvarlığına veya bunlar dışındaki sair bir kötülüğe yönelik olması gereklidir. Tehdidin, mağdurun iç huzurunu bozmaya, onda korku ve endişe yaratmaya objektif olarak elverişli olması yeterlidir. Bunun sonucu olarak suçun oluşabilmesi için mağdurun iç huzurunun bozulup bozulmadığının veya mağdurun bundan korkup korkmadığının ayrıca araştırılmasına gerek yoktur. Önemli olan failin tehdidi oluşturan fiili korkutmak amacıyla yapmış olmasıdır. (MAJNO, C.II, s.127; A.P.GÖZÜBÜYÜK, Mukayeseli Türk Ceza Kanunu, 5. Bası, C.II, s.517 ve 873)
Tehdit suçuyla korunan hukuksal yarar 5237 sayılı TCYnın 106. maddesinin gerekçesinde; tehdidin koruduğu hukukî değer, kişilerin huzur ve sükûnudur; böylece kişilerde bir güvensizlik duygusunun meydana gelmesi engellenmektedir. Bu nedenle, söz konusu madde ile insanın kendisine özgü sulh ve sükûnuna karşı işlenen saldırılar cezalandırılmış olmaktadır. Fakat tehdidin bu maddeyle korumak istediği esas değer, kişinin karar verme ve hareket etme hürriyetidir şeklinde açıklanmaktadır.
Öte yandan 5237 sayılı TCYnın genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması başlıklı 170. maddesinin 1-c maddesinde düzenlenen korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda silahla ateş etme suçunda korunan hukuksal yarar, kişilerin kapsamı belirli olmayan tehlikeye maruz kalmalarının önlenmesidir. Bu suçun mağduru, belirli bir kişi değil toplumu oluşturan tüm bireylerdir. Genel güvenliği kasten tehlikeye düşüren bu tür fiillerin cezalandırılması, belirli olmayan ancak bir toplumu oluşturan herkesin esenlik ve güvenliğinin sağlanması düşüncesine dayanmaktadır. (M.E. ARTUK, A.GÖKCEN, A.C.YENİDÜNYA, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Turhan Kitabevi, Ankara, 6. bası, s.287-288).
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
İstikrarlı yargısal kararlar göz önüne alındığında, sanığın uyuşmazlığa konu eyleminin suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCYnın 466. maddenin 2. cümlesi kapsamında kavgada silah boşaltma suçunu oluşturduğu hususunda bir kuşku bulunmamaktadır.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCYnda ise kavgada silah boşaltma suçu adı altında bir düzenlenmeye yer verilmemiştir. Ancak 5237 sayılı TCYnda bu isim altında bir düzenlemenin bulunmaması, bu eylemin yasa koyucu tarafından suç olarak düzenlenmediği anlamına gelmemektedir.
Somut olayda, sanığın kavga sırasında silahını çıkartarak havaya ateş etmesi kavgaya katılan kişilere davranış yoluyla yapılmış eylemli bir tehdittir. Başka bir anlatımla, kişiler üzerinde öldürücü ve yaralayıcı etkisi herkes tarafından bilinen tabancanın herhangi bir hedef gözetilmeksizin havaya doğru ateşlenmesi, kavgaya katılmış bulunan kişilere yapılabilecek sair bir kötülüğün fiili olarak bildirimidir. Bu nedenle sanığın eylemi 5237 sayılı TCYnın 106/1-2. cümlesinde düzenlenen sair tehdit suçunu oluşturmakta olup, lehe yasa değerlendirmesinin bu madde ile 765 sayılı TCYnın 466/2. maddesi arasında yapılması gereklidir.
Bu itibarla sanığın eyleminin 5237 sayılı TCYnda suç olarak düzenlenmediği gerekçesiyle sanığın beraatına hükmeden yerel mahkeme direnme kararında isabet bulunmadığından bozulmasına karar verilmelidir.
Kurul üyelerinden Ali Kınacı:
A) Uyuşmazlığın konusu:
Çözümlenmesi gereken sorun, 21.02.2005 tarihinde, kavgada korkutmak için silah boşaltan sanığın eyleminin, 5237 sayılı TCKna göre suç oluşturup oluşturmadığı, oluşturuyorsa hangi suçu oluşturduğudur.
B) Konuyla ilgili görüşler:
Bu konuda üç değişik görüş bulunmaktadır:
1) 5237 sayılı TCKda suç olarak tanımlanmadığı görüşü,
2) 5237 sayılı TCKnın 106. maddesinin 1. fıkrasında tanımlanan basit tehdit suçunu oluşturduğu görüşü,
3) 5237 sayılı TCKnın 170. maddesinin 1. fıkrasında tanımlanan kişilerde korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda silahla ateş etme suçunu oluşturduğu görüşü.
Yerel Mahkeme birinci görüşü benimseyerek sanığın beraatına karar vermiştir.
Ceza Genel Kurulu çoğunluğu ikinci görüşü kabul etmiştir.
Benim de yer aldığım azınlık ise üçüncü görüşü savunmuştur.
C) Görüşlerin eleştirisi:
1) 5237 sayılı TCKnın 106. maddesinin birinci fıkrasında Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikâyeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur denmiştir.
Somut olayda sanığın, bir başkasının veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceği yönünde bir sözü veya davranışı bulunmadığından, belirtilen maddedeki tehdit suçu oluşmaz.
2) 5237 sayılı TCKnın 170. maddesinin birinci fıkrasında kişilerde korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda; silahla ateş eden kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır hükmü yer almaktadır.
Bu suçun oluşması için iki koşul gereklidir:
aa) Failin kasten silahla ateş etmesi,
bb) Ateş edilmesinin, objektif olarak, kişilerde korku, kaygı veya panik yaratabilecek nitelikte olması.
Somut olayda, bu iki unsur da gerçekleşmiştir.
3) Sanığın eylemi 5237 sayılı TCKnın 170. maddesinin birinci fıkrasındaki suçu oluşturduğundan, Mahkemenin benimsediği birinci görüş yerinde değildir.
D) Sanığın lehine olan yasanın belirlenmesi:
Sanığın eylemi;
1) Suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı TCKnın 466. maddesindeki suçu oluşturmakta olup bu suçun cezası iki aydan bir yıla kadar hapistir.
2) Sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı TCKnın 170. maddesinin birinci fıkrasındaki suçu oluşturmakta olup bu suçun cezası ise altı aydan üç yıla kadar hapistir.
Bu duruma göre 765 sayılı TCK sanığın daha lehinedir.
E) Sonuç:
Sanığın eylemi, suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı TCKnın 466. maddesindeki suçu, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı TCKnın ise 170. maddesinin birinci fıkrasındaki suçu oluşturmaktadır. Sanığın, daha lehine olan 765 sayılı TCKnın 466. maddesi gereğince cezalandırılması gerekirken beraatına karar verilmesi yasaya aykırıdır. Direnme hükmünün, açıkladığım bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği kanısındayım görüşüyle,
Kurul Üyelerinden Hakkı Manavda, benzer düşüncelerle sanığın eyleminin 5237 sayılı TCYnın 170/1-c maddesinde düzenlenen suçu oluşturacağını ileri sürerek değişik gerekçeyle bozma yönünde oy kullanmışlardır.
KARŞIOY:
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım Kurul Üyesi, sanığın eyleminin 5237 sayılı TCYnda suç olarak düzenlenmediği ve bu nedenle de direnme kararının onanması gerektiği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.(,CGK 24.02.2009 Tarihli ve 2009/2-17 E 2009/42 K sayılı İçtihadı)
Tehdit ve Şantaj:
Sanığın dilekçesindeki sözlerinin şikayet hakkını kullanmasıyla ilgili bulunması nedeniyle, TCYnın 107/1. maddesinde düzenlenen, şantaj suçunun hakkını kullanacağından bahisle işlenmiş olup olmayacağı üzerinde de durulmalıdır. Anılan maddenin ilk fıkrasında düzenlenen şantaj suçu bir hakkın kullanılmasından söz edilerek işlenebilmekte ise de, bu suçun oluşabilmesi için mağdurdan istenilen veya beklenilen davranışın; kanuna aykırı veya yükümlü olmadığı bir şeyi yapmaya veya yapmamaya ya da haksız çıkar sağlamaya zorlama niteliğinde bulunması zorunludur. Bu durumda, sanığın C. Savcılığına verdiği dilekçenin yasalara uygun olarak işlem görmesini isteğine yönelik eyleminde şantaj suçunun öğelerinin oluşmadığı anlaşılmaktadır
Tehdit suçundan sanık Cafer Tercanın 5237 sayılı TCYnın 106/1-2.c.maddesi gereğince 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, anılan Yasanın 50/3. maddesi uyarınca cezasının 600 YTL adli para cezasına çevrilmesine ilişkin Taşova Asliye Ceza Mahkemesinin 26.4.2007 tarih, 2007/ 875/440 sayılı kararı aleyhine Adalet Bakanlığınca verilen Yasa Yararına Bozma isteğini içeren Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 25.9.2007 gün ve 183633 sayılı tebliğnamesiyle dava dosyası Daireye gönderilmekle incelendi
Tebliğnamede Tüm dosya kapsamına göre ;
1- Sanığın Taşova Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 25.01.2007 tarihli şikayet dilekçesi ve aynı tarihli anlatımı ile tutulan tutanak içeriğine göre görevli savcıyı kastederek “eğer sizde bu dilekçeme göre davama bakmayacak gibi olursanız bütün Türkiye savcılarının müfettişi olan Erbaa’nın Hacıpazar Köyünden olan bacanağım sayın müfettişime bilgi vereceğim” şeklindeki sözlerinin, objektif değerlendirmeye göre, ciddi bir korku ve endişe yaratmaya elverişli, yeterli ve uygun olmaması karşısında sanığın üzerine atılı suçun unsurlarının oluşmayacağı gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesinde,
2- 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 58/6.maddesinde tekerrür halinde hükmolunan cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirileceğinin belirtildiği, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 108.maddesinde de tekerrür halinde işlenen suçtan dolayı infaz kurumunda geçirilecek sürelerin belirtildiği, anılan maddede adli para cezasına ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gözetilmeksizin cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine karar verilmesinde,
3- Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla cebir ve tehdit kullanan kişinin eyleminin 5237 sayılı Kanunun 265/1.maddesindeki suç tanımına uyduğunun gözetilmemesinde isabet görülmemiştir denilmektedir.
Gereği görüşüldü :
İncelenen dosyada sanığın Taşova Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 25.1.2007 tarihli dilekçesinde, dünüründen olan alacağını alamayıp tehdit edildiğinden bahisle yakınmada bulunduğu ve dilekçe sonunda da; eğer sizde dilekçeme göre davama bakamayacak olursanız, bütün Türkiye savcılarının müfettişi olan müfettişime bilgi verecem diye yazdığı, mahkeme tarafından eylemin tehdit suçunu oluşturduğu kabul edilerek 5237 sayılı TCY.nın 106/1-2.c. uyarınca 1 ay hapis cezasıyla cezalandırıldığı ve aynı Yasanın 50.maddesi ile cezasının 600 YTL. adli para cezasına çevrildikten sonra 58/6.maddeye göre cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
1-Tebliğnamenin 1 numaralı bendinde belirtilen; tehdit suçunun yasal öğelerinin oluşmayacağına ilişkin bozma nedeninin incelenmesinde;
5237 sayılı TCYnın 106. maddesinin 1. fıkrasının ikinci cümlesinde yazılı tehdit suçunun tanımında; sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehdit eyleminden söz edilmiş ise de, eylemin hukuka aykırılık öğesinin oluşması bakımından olayda hukuka uygunluk nedenlerinin bulunmaması da zorunludur. TCYnın 26. maddesinde hakkını kullanan kişiye ceza verilmez hükmü yer almaktadır. Anayasanın 36. maddesinde ise, herkesin yargı mercileri önünde iddia ve savunmada bulunma hakkının bulunduğu belirtilmiştir. Ayrıca, gerçek kişiler veya resmi mercilerin hukuka aykırı işlem ve eylemleri nedeniyle kişilerin şikayet hakları da hak arama özgürlüğü kapsamında bu madde içerisinde değerlendirilmektedir. Şikayet hakkının kullanılması, kişilerin veya kamu görevlilerinin yasaya uygun davranmadıkları iddiasıyla idare veya yargı makamlarınca denetlenmelerine olanak sağlamaktadır. Şikayet edilen kişinin suç işlediği için cezalandırılması veya kamu görevlisinin hukuka aykırı davranışı nedeniyle disiplin işlemine ya da yargılamaya tabi tutulması sair bir kötülüğe uğratılması anlamına gelebilecek ise de, yasal hakkın kullanılması nedeniyle kişi cezalandırılamaz. Şu halde, sanığın dilekçesiyle ilgili olarak işlem yapılmaması durumunda şikayet hakkını kullanacağı anlamındaki sözlerinin, hakkın kullanılması nedeniyle hukuka uygunluk nedenini oluşturacağı gözetilmeyerek yazılı olduğu gibi cezalandırılması hukuka aykırı görülmüştür.
2- Tebliğnamenin 2 numaralı bendinde gösterilen bozma nedeninin incelenmesinde; yerel mahkemenin, TCYnın 58.maddesinin uygulanmasına ilişkin hükmünün yasaya aykırı olduğu anlaşılmaktadır. TCY.nın 50/5.maddesinde; “uygulamada asıl mahkumiyet, bu madde hükümlerine göre çevrilen para cezası veya tedbirdir” denilmektedir. TCYnın 58.maddesinde ise tekerrür hükmünün uygulanması koşulları açıklanmıştır. Anılan 58.maddenin düzenleniş biçiminde hapis ve adli para cezası ayrımı yapılmamış olmakla birlikte, 6.fıkra uyarınca cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin hükmün infaz biçimini düzenleyen 5275 sayılı Yasanın 108.maddesinde, bu infaz şeklinin yalnızca hapis cezalarına ilişkin bulunduğunun anlaşılması ve aynı Yasanın adli para cezalarının infaz yönetimini gösteren 106.maddesinde de mükerrirlikle ilgili bir düzenlemeye yer verilmediği görülmektedir. Açıklanan yasal düzenlemeler değerlendirildiğinde; mahkemece hükmolunan adli para cezası nedeniyle sanık hakkında mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verilemeyeceği anlaşıldığından bu neden bakımından bozma isteğinin kabulüne karar vermek gerekmiştir.
3- Tebliğnamenin 3 numaralı bendinde gösterilen; eylemin TCY.nın 265/1.maddesinde yazılı suç tanımına uyacağına ilişkin bozma nedenine gelince;
5237 sayılı TCY.nın 265.maddesinde düzenlenen görevi yaptırmamak için direnme suçunun oluşması için, kamu görevlisine karşı, görevini yapmasını engellemek amacıyla cebir veya tehdit kullanılması zorunludur. Ancak, bu suçun oluşması bakımından da eylemin hukuka aykırı bulunması gerekmektedir. Olayda, sanığın söylediği kabul edilen sözler şikayet hakkının kullanılması kapsamında görülmekle, suçun hukuka aykırılık öğesinin oluşmadığı kabul edilmelidir.
Diğer taraftan, eylemin iddianamede sözü edilen TCYnın 277. maddesine uyup uymadığına da değinilmelidir. Anılan maddede düzenlenen yargı görevini yapanı etkileme suçunun öğeleri; yargı görevi yapanlara emir verme, baskı yapma veya nüfuz icra etme veya her ne olursa olsun hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs etme biçiminde açıklanmıştır. Yukarıda belirtildiği üzere, sanığın eyleminin hak arama özgürlüğü kapsamında bulunması nedeniyle bu suçun hukuka aykırılık öğesinin oluşmadığı ve eylemin yargı görevini yapanı etkileme suçunu da oluşturmayacağı, anlaşılmaktadır.
Sanığın dilekçesindeki sözlerinin şikayet hakkını kullanmasıyla ilgili bulunması nedeniyle, TCYnın 107/1. maddesinde düzenlenen, şantaj suçunun hakkını kullanacağından bahisle işlenmiş olup olmayacağı üzerinde de durulmalıdır. Anılan maddenin ilk fıkrasında düzenlenen şantaj suçu bir hakkın kullanılmasından söz edilerek işlenebilmekte ise de, bu suçun oluşabilmesi için mağdurdan istenilen veya beklenilen davranışın; kanuna aykırı veya yükümlü olmadığı bir şeyi yapmaya veya yapmamaya ya da haksız çıkar sağlamaya zorlama niteliğinde bulunması zorunludur. Bu durumda, sanığın C. Savcılığına verdiği dilekçenin yasalara uygun olarak işlem görmesini isteğine yönelik eyleminde şantaj suçunun öğelerinin oluşmadığı anlaşılmaktadır. Belirtilen nedenler karşısında., tebliğnamenin 3 numaralı bendinde gösterilen bozma nedeninin yerinde bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle tebliğnamenin 3 numaralı bendinde gösterilen nedene ilişkin yasa yararına bozma isteminin REDDİNE, ancak mahkemenin sanık hakkında beraat kararı vermek yerine tehdit suçundan cezalandırması ve kabule göre de, hükmedilen adli para cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verilmesi hukuka aykırı görüldüğünden, tebliğnamedeki düşünce yerinde bulunarak, 5271 sayılı CYYnın 309. maddesi uyarınca Taşova Asliye Ceza Mahkemesinin 26.4.2007 tarihli ve 2007/875-440 sayılı kararının YASA YARARINA BOZULMASINA, eylem suç oluşturmadığından sanığın atılı suçtan BERAATİNE, (4.CDnin 13.02.2008 tarih ve 2007/9642-2008/1435 sayılı kararı)
Tehdit ve Yağma:
1-) 5237 sayılı TCY’nda dolaylı yağma suçuna yer verilmediği, yağma suçunun oluşabilmesi için cebir ve tehdittin malın alınması sırasında veya hırsızlık suçu tamamlanmadan malın götürülmesi sırasında malın geri alınmasını önlemek amacıyla kullanılması gerekir
2-)Oluş, kabul ve dosya içeriğine göre, olay günü öğle 12.00 sıralarında sanığın yanında kimliği tespit edilemeyen bir başka şahısla birlikte yakınana ait markete geldiği, 2. şahsın dışarıdaki dolaptan dondurma alma bahanesiyle yakınanı oyalarken sanığın içeride kasanın olduğu bölüme geçtiği, yakınanın şüphelenerek içeri girmesiyle sanıkla kasanın başında göz göze geldikleri, sanığın yakınana birşey yok dedikten sonra, kasadan birşey almadan kaçabilmek için yakınanın üzerine atladığı, boğuşmaya başladıkları, bu arada sanığın yakınana beni bırak yoksa sülalem seni sinkaf eder şeklinde tehdit sözleri sarfettiği ancak yakınanın sanığı bırakmadığı ve tanık Okan’ın yardımıyla sanığı polislere teslim ettiklerinin anlaşılması karşısında; 5237 sayılı TCY’nda dolaylı yağma suçuna yer verilmediği, yağma suçunun oluşabilmesi için cebir ve tehdittin malın alınması sırasında veya hırsızlık suçu tamamlanmadan malın götürülmesi sırasında malın geri alınmasını önlemek amacıyla kullanılması gerektiği, eylemin bu haliyle 5237 sayılı TCY’nın 142/1-b, 35/2 maddelerine uyan hırsızlığa kalkışma suçunun yanı sıra aynı Yasanın 106/1 maddesindeki tehdit suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi, hukuka aykırıdır(6.CD 21.04.2010 tarihli ve Esas No:2006/16708 Karar No:2010/4747 sayılı içtihadı)
3-)Sanığın,TCY’nın 6/1-f maddesi anlamında silahtan sayılan bıçakla tehdit ederek yakınanı yağmaladığının anlaşılması karşısında;sanığın eyleminin aynı yasanın 149/1(a) maddesine uyan suçu oluşturduğu gözetilmeden,yakınanın sonradan değiştirdiği ve sanığı korumaya yönelik olduğu anlaşılan anlatımlarına üstünlük tanınarak 148/1 maddesi ile uygulama yapılması ve sanığın,tehdit ve zor kullanarak yakınanın çantasını almasıyla suçun tamamlandığı gözetilmeden,kalkışma aşamasında kaldığı kabul edilerek aynı yasanın 35.maddesi ile uygulama yapılması suretiyle sonuçta eksik cezaya hükmolunması,karşı temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamış(6.CD23/7/2008 tarihli ve Esas No:2007/15169 Karar No:2008/15404 Künyeli İçtihadı)
4-)Müştekiyi ittirip ve evi yakacağı tehdidiyle korku vererek, evin kapısını kilitlemesini engelleyip evden uzaklaşmasını sağladıktan sonra eve girerek hırsızlık yapması biçimindeki oluşta; sanığın, müştekiyi korkuya dayalı olarak olay yerinden uzaklaşmak suretiyle, yakınanın eşyanın alınmasına karşı koymasını önleyip, bu suretle korunaksız kalan eve girerek suça konu para ve eşyayı alması biçimindeki eyleminin bir bütün olarak yağma suçunu oluşturduğu gözetilmeden, nitelendirmede yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması, hukuka aykırıdır (6.CD 30/06/2010 tarihli ve Esas No: 2008/9532 Karar No: 2010/11899 künyeli içtihadı)
Tehdit ve Yargı Görevini Yapanı Etkileme:
Eğer sizde dilekçeme göre davama bakamayacak olursanız, bütün Türkiye savcılarının müfettişi olan müfettişime bilgi verecem şeklindeki sözler yargı görevini yapanı etkileme suçunu oluşturmaz
Tehdit suçundan sanık Cafer Tercanın 5237 sayılı TCYnın 106/1-2.c.maddesi gereğince 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, anılan Yasanın 50/3. maddesi uyarınca cezasının 600 YTL adli para cezasına çevrilmesine ilişkin Taşova Asliye Ceza Mahkemesinin 26.4.2007 tarih, 2007/ 875/440 sayılı kararı aleyhine Adalet Bakanlığınca verilen Yasa Yararına Bozma isteğini içeren Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 25.9.2007 gün ve 183633 sayılı tebliğnamesiyle dava dosyası Daireye gönderilmekle incelendi
Tebliğnamede Tüm dosya kapsamına göre ;
1- Sanığın Taşova Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 25.01.2007 tarihli şikayet dilekçesi ve aynı tarihli anlatımı ile tutulan tutanak içeriğine göre görevli savcıyı kastederek “eğer sizde bu dilekçeme göre davama bakmayacak gibi olursanız bütün Türkiye savcılarının müfettişi olan Erbaa’nın Hacıpazar Köyünden olan bacanağım sayın müfettişime bilgi vereceğim” şeklindeki sözlerinin, objektif değerlendirmeye göre, ciddi bir korku ve endişe yaratmaya elverişli, yeterli ve uygun olmaması karşısında sanığın üzerine atılı suçun unsurlarının oluşmayacağı gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesinde,
2- 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 58/6.maddesinde tekerrür halinde hükmolunan cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirileceğinin belirtildiği, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 108.maddesinde de tekerrür halinde işlenen suçtan dolayı infaz kurumunda geçirilecek sürelerin belirtildiği, anılan maddede adli para cezasına ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gözetilmeksizin cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine karar verilmesinde,
3- Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla cebir ve tehdit kullanan kişinin eyleminin 5237 sayılı Kanunun 265/1.maddesindeki suç tanımına uyduğunun gözetilmemesinde isabet görülmemiştir denilmektedir.
Gereği görüşüldü :
İncelenen dosyada sanığın Taşova Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 25.1.2007 tarihli dilekçesinde, dünüründen olan alacağını alamayıp tehdit edildiğinden bahisle yakınmada bulunduğu ve dilekçe sonunda da; eğer sizde dilekçeme göre davama bakamayacak olursanız, bütün Türkiye savcılarının müfettişi olan müfettişime bilgi verecem diye yazdığı, mahkeme tarafından eylemin tehdit suçunu oluşturduğu kabul edilerek 5237 sayılı TCY.nın 106/1-2.c. uyarınca 1 ay hapis cezasıyla cezalandırıldığı ve aynı Yasanın 50.maddesi ile cezasının 600 YTL. adli para cezasına çevrildikten sonra 58/6.maddeye göre cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
1-Tebliğnamenin 1 numaralı bendinde belirtilen; tehdit suçunun yasal öğelerinin oluşmayacağına ilişkin bozma nedeninin incelenmesinde;
5237 sayılı TCYnın 106. maddesinin 1. fıkrasının ikinci cümlesinde yazılı tehdit suçunun tanımında; sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehdit eyleminden söz edilmiş ise de, eylemin hukuka aykırılık öğesinin oluşması bakımından olayda hukuka uygunluk nedenlerinin bulunmaması da zorunludur. TCYnın 26. maddesinde hakkını kullanan kişiye ceza verilmez hükmü yer almaktadır. Anayasanın 36. maddesinde ise, herkesin yargı mercileri önünde iddia ve savunmada bulunma hakkının bulunduğu belirtilmiştir. Ayrıca, gerçek kişiler veya resmi mercilerin hukuka aykırı işlem ve eylemleri nedeniyle kişilerin şikayet hakları da hak arama özgürlüğü kapsamında bu madde içerisinde değerlendirilmektedir. Şikayet hakkının kullanılması, kişilerin veya kamu görevlilerinin yasaya uygun davranmadıkları iddiasıyla idare veya yargı makamlarınca denetlenmelerine olanak sağlamaktadır. Şikayet edilen kişinin suç işlediği için cezalandırılması veya kamu görevlisinin hukuka aykırı davranışı nedeniyle disiplin işlemine ya da yargılamaya tabi tutulması sair bir kötülüğe uğratılması anlamına gelebilecek ise de, yasal hakkın kullanılması nedeniyle kişi cezalandırılamaz. Şu halde, sanığın dilekçesiyle ilgili olarak işlem yapılmaması durumunda şikayet hakkını kullanacağı anlamındaki sözlerinin, hakkın kullanılması nedeniyle hukuka uygunluk nedenini oluşturacağı gözetilmeyerek yazılı olduğu gibi cezalandırılması hukuka aykırı görülmüştür.
2- Tebliğnamenin 2 numaralı bendinde gösterilen bozma nedeninin incelenmesinde; yerel mahkemenin, TCYnın 58.maddesinin uygulanmasına ilişkin hükmünün yasaya aykırı olduğu anlaşılmaktadır. TCY.nın 50/5.maddesinde; “uygulamada asıl mahkumiyet, bu madde hükümlerine göre çevrilen para cezası veya tedbirdir” denilmektedir. TCYnın 58.maddesinde ise tekerrür hükmünün uygulanması koşulları açıklanmıştır. Anılan 58.maddenin düzenleniş biçiminde hapis ve adli para cezası ayrımı yapılmamış olmakla birlikte, 6.fıkra uyarınca cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin hükmün infaz biçimini düzenleyen 5275 sayılı Yasanın 108.maddesinde, bu infaz şeklinin yalnızca hapis cezalarına ilişkin bulunduğunun anlaşılması ve aynı Yasanın adli para cezalarının infaz yönetimini gösteren 106.maddesinde de mükerririlkle ilgili bir düzenlemeye yer verilmediği görülmektedir. Açıklanan yasal düzenlemeler değerlendirildiğinde; mahkemece hükmolunan adli para cezası nedeniyle sanık hakkında mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verilemeyeceği anlaşıldığından bu neden bakımından bozma isteğinin kabulüne karar vermek gerekmiştir.
3- Tebliğnamenin 3 numaralı bendinde gösterilen; eylemin TCY.nın 265/1.maddesinde yazılı suç tanımına uyacağına ilişkin bozma nedenine gelince;
5237 sayılı TCY.nın 265.maddesinde düzenlenen görevi yaptırmamak için direnme suçunun oluşması için, kamu görevlisine karşı, görevini yapmasını engellemek amacıyla cebir veya tehdit kullanılması zorunludur. Ancak, bu suçun oluşması bakımından da eylemin hukuka aykırı bulunması gerekmektedir. Olayda, sanığın söylediği kabul edilen sözler şikayet hakkının kullanılması kapsamında görülmekle, suçun hukuka aykırılık öğesinin oluşmadığı kabul edilmelidir.
Diğer taraftan, eylemin iddianamede sözü edilen TCYnın 277. maddesine uyup uymadığına da değinilmelidir. Anılan maddede düzenlenen yargı görevini yapanı etkileme suçunun öğeleri; yargı görevi yapanlara emir verme, baskı yapma veya nüfuz icra etme veya her ne olursa olsun hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs etme biçiminde açıklanmıştır. Yukarıda belirtildiği üzere, sanığın eyleminin hak arama özgürlüğü kapsamında bulunması nedeniyle bu suçun hukuka aykırılık öğesinin oluşmadığı ve eylemin yargı görevini yapanı etkileme suçunu da oluşturmayacağı, anlaşılmaktadır.
Sanığın dilekçesindeki sözlerinin şikayet hakkını kullanmasıyla ilgili bulunması nedeniyle, TCYnın 107/1. maddesinde düzenlenen, şantaj suçunun hakkını kullanacağından bahisle işlenmiş olup olmayacağı üzerinde de durulmalıdır. Anılan maddenin ilk fıkrasında düzenlenen şantaj suçu bir hakkın kullanılmasından söz edilerek işlenebilmekte ise de, bu suçun oluşabilmesi için mağdurdan istenilen veya beklenilen davranışın; kanuna aykırı veya yükümlü olmadığı bir şeyi yapmaya veya yapmamaya ya da haksız çıkar sağlamaya zorlama niteliğinde bulunması zorunludur. Bu durumda, sanığın C. Savcılığına verdiği dilekçenin yasalara uygun olarak işlem görmesini isteğine yönelik eyleminde şantaj suçunun öğelerinin oluşmadığı anlaşılmaktadır. Belirtilen nedenler karşısında., tebliğnamenin 3 numaralı bendinde gösterilen bozma nedeninin yerinde bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle tebliğnamenin 3 numaralı bendinde gösterilen nedene ilişkin yasa yararına bozma isteminin REDDİNE, ancak mahkemenin sanık hakkında beraat kararı vermek yerine tehdit suçundan cezalandırması ve kabule göre de, hükmedilen adli para cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verilmesi hukuka aykırı görüldüğünden, tebliğnamedeki düşünce yerinde bulunarak, 5271 sayılı CYYnın 309. maddesi uyarınca Taşova Asliye Ceza Mahkemesinin 26.4.2007 tarihli ve 2007/875-440 sayılı kararının YASA YARARINA BOZULMASINA, eylem suç oluşturmadığından sanığın atılı suçtan BERAATİNE, (4.CDnin 13.02.2008 tarih ve 2007/9642-2008/1435 sayılı kararı)
Tehdit ve Haksız Fiil:
Tehdit fiili, kişinin ruh dinginliğini bozan, iç huzurunu, bilinç ve irade özgürlüğünü ihlal eden bir olgudur. Fiilin mağdur üzerinde ciddi bir korku yaratabilmesi açısından sonuç almaya objektif olarak elverişli, yeterli ve uygun olması gerekir. Ayrıca tehdidin somut olayda muhatap üzerinde etkili olması şart değildir. Bu nedenle mağdurun korkup korkmadığının araştırılması gerekmez. Tehdit suçunun manevi öğesi genel kasttan ibaret olup suçun yasal tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek işlenmesini ifade eder. Olayda tasarlamanın varlığı aranmadığı gibi, saikin de önemi yoktur.
1-)Tehdit fiili, kişinin ruh dinginliğini bozan, iç huzurunu, bilinç ve irade özgürlüğünü ihlal eden bir olgudur. Fiilin mağdur üzerinde ciddi bir korku yaratabilmesi açısından sonuç almaya objektif olarak elverişli, yeterli ve uygun olması gerekir. Ayrıca tehdidin somut olayda muhatap üzerinde etkili olması şart değildir. Bu nedenle mağdurun korkup korkmadığının araştırılması gerekmez.
Tehdit suçunun manevi öğesi genel kasttan ibaret olup suçun yasal tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek işlenmesini ifade eder. Olayda tasarlamanın varlığı aranmadığı gibi, saikin de önemi yoktur.Kavga ve tartışma sırasında haksız bir fiilin kendisinde husule getirdiği şiddetli öfke ve elemin (gazabın) failin iradesini etkileyen bir etken olarak kusur yeteneğinde meydana getirdiği azalma nedeniyle koşulları varsa ancak yasal indirim nedeni olarak kabul edilebilmesi olanaklı ise de, önceden ilke boyutunda kastı kaldıran ve suçun oluşumunu engelleyen bir husus olarak kabulü mümkün değildir.Bu açıklamaların ışığı altında sanığın kendisini terk eden mağdureye cep telefonu mesajıyla “sen başlattın bu harbi, çok kan akacak” şeklinde tehdit etmesinin TCY.nın 106/1. fıkra, 1. cümlesinde tanımlanan suçu oluşturduğu gözetilmeden “… mağdurenin kendisini terk etmesine sinirlenip kızgınlıkla mesaj çektiği…” gerekçesiyle, öfke, elem ve gazabı kastın oluşumunu engelleyen bir husus olarak kabulüyle beraat kararı verilmesi,hukuka aykırıdır(4.CD 25.01.2011 tarihli ve Esas No : 2008/21284 Karar No : 2011/227 künyeli içtihadı
2-)Tehdit fiili, kişinin ruh dinginliğini bozan, iç huzurunu, bilinç ve irade özgürlüğünü ihlal eden bir olgudur. Fiilin mağdur üzerinde ciddi bir korku yaratabilmesi açısından sonuç almaya objektif olarak elverişli, yeterli ve uygun olması gerekir. Ayrıca tehdidin somut olayda muhatap üzerinde etkili olması şart değildir. Bu nedenle mağdurun korkup korkmadığının araştırılması gerekmez.
Tehdit suçunun manevi öğesi genel kasttan ibaret olup suçun yasal tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek işlenmesini ifade eder. Olayda tasarlamanın varlığı aranmadığı gibi, saikin de önemi yoktur.
Kavga ve tartışma sırasında haksız bir fiilin kendisinde husule getirdiği şiddetli öfke ve elemin (gazabın) failin iradesini etkileyen bir etken olarak kusur yeteneğinde meydana getirdiği azalma nedeniyle koşulları varsa ancak yasal indirim nedeni olarak kabul edilebilmesi olanaklı ise de, önceden ilke boyutunda kastı kaldıran ve suçun oluşumunu engelleyen bir husus olarak kabulü mümkün değildir.
Yukarıda yapılan açıklamalara göre; incelenen dosyada; sanığın mağduru tehdit ettiğinin kabul edilmesine karşın, tehdit sözlerinin fevren söylenmesinin ve mağdurun korkmamasının suçun oluşumunu engellemeyeceği gözetilmeden, yasal olmayan gerekçelerle beraat kararı verilmesi,hukuka aykırıdır,(4.CD 22.02.2011 tarihli ve Esas No:2009/10485 Karar No:2011/2223 künyeli içtihadı)
Tehdit ve Şikayet Hakkının Kullanılması :
5237 sayılı TCYnın 106. maddesinin 1. fıkrasının ikinci cümlesinde yazılı tehdit suçunun tanımında; sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehdit eyleminden söz edilmiş ise de, eylemin hukuka aykırılık öğesinin oluşması bakımından olayda hukuka uygunluk nedenlerinin bulunmaması da zorunludur. TCYnın 26. maddesinde hakkını kullanan kişiye ceza verilmez hükmü yer almaktadır. Anayasanın 36. maddesinde ise, herkesin yargı mercileri önünde iddia ve savunmada bulunma hakkının bulunduğu belirtilmiştir. Ayrıca, gerçek kişiler veya resmi mercilerin hukuka aykırı işlem ve eylemleri nedeniyle kişilerin şikayet hakları da hak arama özgürlüğü kapsamında bu madde içerisinde değerlendirilmektedir. Şikayet hakkının kullanılması, kişilerin veya kamu görevlilerinin yasaya uygun davranmadıkları iddiasıyla idare veya yargı makamlarınca denetlenmelerine olanak sağlamaktadır. Şikayet edilen kişinin suç işlediği için cezalandırılması veya kamu görevlisinin hukuka aykırı davranışı nedeniyle disiplin işlemine ya da yargılamaya tabi tutulması sair bir kötülüğe uğratılması anlamına gelebilecek ise de, yasal hakkın kullanılması nedeniyle kişi cezalandırılamaz. Şu halde, sanığın dilekçesiyle ilgili olarak işlem yapılmaması durumunda şikayet hakkını kullanacağı anlamındaki sözlerinin, hakkın kullanılması nedeniyle hukuka uygunluk nedenini oluşturacağı gözetilmeyerek yazılı olduğu gibi cezalandırılması hukuka aykırı görülmüştür.
Tehdit suçundan sanık Cafer Tercanın 5237 sayılı TCYnın 106/1-2.c.maddesi gereğince 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, anılan Yasanın 50/3. maddesi uyarınca cezasının 600 YTL adli para cezasına çevrilmesine ilişkin Taşova Asliye Ceza Mahkemesinin 26.4.2007 tarih, 2007/ 875/440 sayılı kararı aleyhine Adalet Bakanlığınca verilen Yasa Yararına Bozma isteğini içeren Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 25.9.2007 gün ve 183633 sayılı tebliğnamesiyle dava dosyası Daireye gönderilmekle incelendi
Tebliğnamede Tüm dosya kapsamına göre ;
1- Sanığın Taşova Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 25.01.2007 tarihli şikayet dilekçesi ve aynı tarihli anlatımı ile tutulan tutanak içeriğine göre görevli savcıyı kastederek “eğer sizde bu dilekçeme göre davama bakmayacak gibi olursanız bütün Türkiye savcılarının müfettişi olan Erbaa’nın Hacıpazar Köyünden olan bacanağım sayın müfettişime bilgi vereceğim” şeklindeki sözlerinin, objektif değerlendirmeye göre, ciddi bir korku ve endişe yaratmaya elverişli, yeterli ve uygun olmaması karşısında sanığın üzerine atılı suçun unsurlarının oluşmayacağı gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesinde,
2- 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 58/6.maddesinde tekerrür halinde hükmolunan cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirileceğinin belirtildiği, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 108.maddesinde de tekerrür halinde işlenen suçtan dolayı infaz kurumunda geçirilecek sürelerin belirtildiği, anılan maddede adli para cezasına ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gözetilmeksizin cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine karar verilmesinde,
3- Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla cebir ve tehdit kullanan kişinin eyleminin 5237 sayılı Kanunun 265/1.maddesindeki suç tanımına uyduğunun gözetilmemesinde isabet görülmemiştir denilmektedir.
Gereği görüşüldü :
İncelenen dosyada sanığın Taşova Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 25.1.2007 tarihli dilekçesinde, dünüründen olan alacağını alamayıp tehdit edildiğinden bahisle yakınmada bulunduğu ve dilekçe sonunda da; eğer sizde dilekçeme göre davama bakamayacak olursanız, bütün Türkiye savcılarının müfettişi olan müfettişime bilgi verecem diye yazdığı, mahkeme tarafından eylemin tehdit suçunu oluşturduğu kabul edilerek 5237 sayılı TCY.nın 106/1-2.c. uyarınca 1 ay hapis cezasıyla cezalandırıldığı ve aynı Yasanın 50.maddesi ile cezasının 600 YTL. adli para cezasına çevrildikten sonra 58/6.maddeye göre cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
1-Tebliğnamenin 1 numaralı bendinde belirtilen; tehdit suçunun yasal öğelerinin oluşmayacağına ilişkin bozma nedeninin incelenmesinde;
5237 sayılı TCYnın 106. maddesinin 1. fıkrasının ikinci cümlesinde yazılı tehdit suçunun tanımında; sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehdit eyleminden söz edilmiş ise de, eylemin hukuka aykırılık öğesinin oluşması bakımından olayda hukuka uygunluk nedenlerinin bulunmaması da zorunludur. TCYnın 26. maddesinde hakkını kullanan kişiye ceza verilmez hükmü yer almaktadır. Anayasanın 36. maddesinde ise, herkesin yargı mercileri önünde iddia ve savunmada bulunma hakkının bulunduğu belirtilmiştir. Ayrıca, gerçek kişiler veya resmi mercilerin hukuka aykırı işlem ve eylemleri nedeniyle kişilerin şikayet hakları da hak arama özgürlüğü kapsamında bu madde içerisinde değerlendirilmektedir. Şikayet hakkının kullanılması, kişilerin veya kamu görevlilerinin yasaya uygun davranmadıkları iddiasıyla idare veya yargı makamlarınca denetlenmelerine olanak sağlamaktadır. Şikayet edilen kişinin suç işlediği için cezalandırılması veya kamu görevlisinin hukuka aykırı davranışı nedeniyle disiplin işlemine ya da yargılamaya tabi tutulması sair bir kötülüğe uğratılması anlamına gelebilecek ise de, yasal hakkın kullanılması nedeniyle kişi cezalandırılamaz. Şu halde, sanığın dilekçesiyle ilgili olarak işlem yapılmaması durumunda şikayet hakkını kullanacağı anlamındaki sözlerinin, hakkın kullanılması nedeniyle hukuka uygunluk nedenini oluşturacağı gözetilmeyerek yazılı olduğu gibi cezalandırılması hukuka aykırı görülmüştür.
2- Tebliğnamenin 2 numaralı bendinde gösterilen bozma nedeninin incelenmesinde; yerel mahkemenin, TCYnın 58.maddesinin uygulanmasına ilişkin hükmünün yasaya aykırı olduğu anlaşılmaktadır. TCY.nın 50/5.maddesinde; “uygulamada asıl mahkumiyet, bu madde hükümlerine göre çevrilen para cezası veya tedbirdir” denilmektedir. TCYnın 58.maddesinde ise tekerrür hükmünün uygulanması koşulları açıklanmıştır. Anılan 58.maddenin düzenleniş biçiminde hapis ve adli para cezası ayrımı yapılmamış olmakla birlikte, 6.fıkra uyarınca cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin hükmün infaz biçimini düzenleyen 5275 sayılı Yasanın 108.maddesinde, bu infaz şeklinin yalnızca hapis cezalarına ilişkin bulunduğunun anlaşılması ve aynı Yasanın adli para cezalarının infaz yönetimini gösteren 106.maddesinde de mükerrirlikle ilgili bir düzenlemeye yer verilmediği görülmektedir. Açıklanan yasal düzenlemeler değerlendirildiğinde; mahkemece hükmolunan adli para cezası nedeniyle sanık hakkında mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verilemeyeceği anlaşıldığından bu neden bakımından bozma isteğinin kabulüne karar vermek gerekmiştir.
3- Tebliğnamenin 3 numaralı bendinde gösterilen; eylemin TCY.nın 265/1.maddesinde yazılı suç tanımına uyacağına ilişkin bozma nedenine gelince;
5237 sayılı TCY.nın 265.maddesinde düzenlenen görevi yaptırmamak için direnme suçunun oluşması için, kamu görevlisine karşı, görevini yapmasını engellemek amacıyla cebir veya tehdit kullanılması zorunludur. Ancak, bu suçun oluşması bakımından da eylemin hukuka aykırı bulunması gerekmektedir. Olayda, sanığın söylediği kabul edilen sözler şikayet hakkının kullanılması kapsamında görülmekle, suçun hukuka aykırılık öğesinin oluşmadığı kabul edilmelidir.
Diğer taraftan, eylemin iddianamede sözü edilen TCYnın 277. maddesine uyup uymadığına da değinilmelidir. Anılan maddede düzenlenen yargı görevini yapanı etkileme suçunun öğeleri; yargı görevi yapanlara emir verme, baskı yapma veya nüfuz icra etme veya her ne olursa olsun hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs etme biçiminde açıklanmıştır. Yukarıda belirtildiği üzere, sanığın eyleminin hak arama özgürlüğü kapsamında bulunması nedeniyle bu suçun hukuka aykırılık öğesinin oluşmadığı ve eylemin yargı görevini yapanı etkileme suçunu da oluşturmayacağı, anlaşılmaktadır.
Sanığın dilekçesindeki sözlerinin şikayet hakkını kullanmasıyla ilgili bulunması nedeniyle, TCYnın 107/1. maddesinde düzenlenen, şantaj suçunun hakkını kullanacağından bahisle işlenmiş olup olmayacağı üzerinde de durulmalıdır. Anılan maddenin ilk fıkrasında düzenlenen şantaj suçu bir hakkın kullanılmasından söz edilerek işlenebilmekte ise de, bu suçun oluşabilmesi için mağdurdan istenilen veya beklenilen davranışın; kanuna aykırı veya yükümlü olmadığı bir şeyi yapmaya veya yapmamaya ya da haksız çıkar sağlamaya zorlama niteliğinde bulunması zorunludur. Bu durumda, sanığın C. Savcılığına verdiği dilekçenin yasalara uygun olarak işlem görmesini isteğine yönelik eyleminde şantaj suçunun öğelerinin oluşmadığı anlaşılmaktadır. Belirtilen nedenler karşısında., tebliğnamenin 3 numaralı bendinde gösterilen bozma nedeninin yerinde bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle tebliğnamenin 3 numaralı bendinde gösterilen nedene ilişkin yasa yararına bozma isteminin REDDİNE, ancak mahkemenin sanık hakkında beraat kararı vermek yerine tehdit suçundan cezalandırması ve kabule göre de, hükmedilen adli para cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verilmesi hukuka aykırı görüldüğünden, tebliğnamedeki düşünce yerinde bulunarak, 5271 sayılı CYYnın 309. maddesi uyarınca Taşova Asliye Ceza Mahkemesinin 26.4.2007 tarihli ve 2007/875-440 sayılı kararının YASA YARARINA BOZULMASINA, eylem suç oluşturmadığından sanığın atılı suçtan BERAATİNE, (4.CDnin 13.02.2008 tarih ve 2007/9642-2008/1435 sayılı kararı)
İddianın Samimi Olup Olmadığının Tartışılması Gerekir
Şahit olmasa bile, samimi iddia diğer yan delillerle sübut bulabilir.
Yakınanların sanığın telefonla arayarak kendilerini tehdit ettiğine ilişkin iddialarının inandırıcı bulunup bulunmadığının tartışılması iletişimin tespiti suretiyle ve sanığın savunması alınarak kanıtların birlikte değerlendirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eylemin niteliğine göre tanıkla kanıtlama olanağı bulunmadığı gözetilmeden, tanık bulunmadığı gerekçesiyle beraat hükmü kurulması, hukuka aykırıdır(4.CD 07.02.2011 tarihli ve Esas No : 2010/24469 Karar No : 2011/1160 künyeli içtihadı)
Tehdit Suçu İrtikap Edilirken Kayda Alınması:
Tehdit suçu irtikap edilirken kayda alınıp bilahare mahkemeye delil olarak ibraz etmek mümkündür.
1-)Şikayetçi ile görüşen kişinin telefonda şikayetçiye sövme ve tehdit içeren sözler söylemesi karşısında, sanık tarafından inkar edilen bu görüşmedeki şahsın sanık olup olmadığı araştırılıp, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekirken, dinleme kararı olmadan iki kişi arasında geçen telefon görüşmesinin teybe alınmasıyla elde edilen delilin 5271 sayılı CMK na göre geçerli delil niteliğinde olmadığından bahisle yasal olmayan gerekçe ile atılı suçlardan beraat kararı verilmesi hukuka aykırıdır 22.01.2011 tarihli ve 2008/11929E 2009/92K sayılı içtihadı)
Tehdit Suçunda Mağdurun Korkması:
Tehdit fiili, kişinin ruh dinginliğini bozan, iç huzurunu, bilinç ve irade özgürlüğünü ihlal eden bir olgudur. Fiilin mağdur üzerinde ciddi bir korku yaratabilmesi açısından sonuç almaya objektif olarak elverişli, yeterli ve uygun olması gerekir. Ayrıca tehdidin somut olayda muhatap üzerinde etkili olması şart değildir. Bu nedenle mağdurun korkup korkmadığının araştırılması gerekmez
Tehdit fiili, kişinin ruh dinginliğini bozan, iç huzurunu, bilinç ve irade özgürlüğünü ihlal eden bir olgudur. Fiilin mağdur üzerinde ciddi bir korku yaratabilmesi açısından sonuç almaya objektif olarak elverişli, yeterli ve uygun olması gerekir. Ayrıca tehdidin somut olayda muhatap üzerinde etkili olması şart değildir. Bu nedenle mağdurun korkup korkmadığının araştırılması gerekmez.
Tehdit suçunun manevi öğesi genel kasttan ibaret olup suçun yasal tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek işlenmesini ifade eder. Olayda tasarlamanın varlığı aranmadığı gibi, saikin de önemi yoktur.
Kavga ve tartışma sırasında haksız bir fiilin kendisinde husule getirdiği şiddetli öfke ve elemin (gazabın) failin iradesini etkileyen bir etken olarak kusur yeteneğinde meydana getirdiği azalma nedeniyle koşulları varsa ancak yasal indirim nedeni olarak kabul edilebilmesi olanaklı ise de, önceden ilke boyutunda kastı kaldıran ve suçun oluşumunu engelleyen bir husus olarak kabulü mümkün değildir. Yukarıda yapılan açıklamalara göre; incelenen dosyada; sanığın mağduru tehdit ettiğinin kabul edilmesine karşın, tehdit sözlerinin fevren söylenmesinin ve mağdurun korkmamasının suçun oluşumunu engellemeyeceği gözetilmeden, yasal olmayan gerekçelerle beraat kararı verilmesi, hukuka aykırıdır,(4.CD 22.02.2011 tarihli ve Esas No:2009/10485 Karar No:2011/2223 künyeli içtihadı)
Tehdit Suçunda Görevli Mahkeme:
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106/2.maddesinde belirtilen tehdit suçunda görevli mahkeme asliye ceza mahkemesidir
Tehdit suçunun vasfına göre görevli mahkemeyi tayin ve tespit etmemiz gerekir. 106/2. maddesinde belirtilen tehdit suçu için görevli mahkeme asliye ceza mahkemesidir.
2-)Müştekiler, sanıkların kendilerini “bu suyu buradan kesip götüreceğiz, engellerseniz sizi öldürürüz” sözleri ile tehdit ettiklerini ileri sürmeleri karşısında, sanıkların eylemlerinin bu niteliği itibariyle 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 188/1 maddesinde belirtilen şartlı tehdit suçunu oluşturabileceği, bu halde davaya bakma ve delilleri takdir etme görevinin Asliye Ceza Mahkemesine ait bulunduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, yargılamaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulması, (2.CD 22.02.2007 tarihli ve Esas No:2006/9707 Karar No:2007/2720
2-)Müştekiler, sanıkların kendilerini “bu suyu buradan kesip götüreceğiz, engellerseniz sizi öldürürüz” sözleri ile tehdit ettiklerini ileri sürmeleri karşısında, sanıkların eylemlerinin bu niteliği itibariyle 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 188/1 maddesinde belirtilen şartlı tehdit suçunu oluşturabileceği, bu halde davaya bakma ve delilleri takdir etme görevinin Asliye Ceza Mahkemesine ait bulunduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, yargılamaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulması, (2.CD 22.02.2007 tarihli ve Esas No:2006/9707 Karar No:2007/2720
2-)Müştekiler, sanıkların kendilerini “bu suyu buradan kesip götüreceğiz, engellerseniz sizi öldürürüz” sözleri ile tehdit ettiklerini ileri sürmeleri karşısında, sanıkların eylemlerinin bu niteliği itibariyle 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 188/1 maddesinde belirtilen şartlı tehdit suçunu oluşturabileceği, bu halde davaya bakma ve delilleri takdir etme görevinin Asliye Ceza Mahkemesine ait bulunduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, yargılamaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulması, (2.CD 22.02.2007 tarihli ve Esas No:2006/9707 Karar No:2007/2720
765 sayılı Kanunu’nun 188/1.Maddesine Mümas suçta Uyarlama:
Elde edilen sonuç cezalar karşılaştırıldığında, 765 sayılı TCY.nın failin lehine olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda mahkemenin saptaması hukuka aykırıdır.
Zorlama suçundan sanık Sebahattin Canzurnanın, 5237 sayılı TCY.nın 106/1. maddesi uyarınca 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, bu cezanın günlüğü 11.557.000 TLden paraya çevrilerek sanığın sonuç olarak 2.080.260.000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, Zeytinburnu 3. Asliye Ceza Mahkemesince verilip kesinleşen, 17.06.2005 günlü kararının Adalet Bakanlığınca 10.10.2006 gün 46407 ve 02.05.2007 tarih ve 23093 sayılı yazı ile yasa yararına bozulmasının istenmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 06.11.2006 gün ve 251269 sayılı ve 05.06.2007 tarih ve 96745 tebliğnameleriyle dava dosyası Daireye gönderilmekle incelendi.
Tebliğnamede dosya kapsamına göre, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 9/3.maddesi gereğince lehe olan hükmün, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümlerinin olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçları birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenmesi gerektiği cihetle, sanık hakkında 5237 sayılı Kanun’un 106/1.maddesi uyarınca tayin olunan hapis cezasının aynı Kanun’un 50 ve 52.maddeleri uyarınca adli para cezasına çevrilmesi gerektiği gözetilmeden karma uygulama yapılmak suretiyle 647 sayılı Kanun’un 4.maddesi uyarınca para cezasına çevrilmesinde isabet görülmemiştir denilmektedir.
Gereği görüşüldü :
Dosyanın incelenmesinde 1.6.2004 tarihli mahkemenin kararında 765 sayılı TCY.nın 188/1. 647 sayılı Yasanın 4 ve TCY.nın 72.maddeleri uyarınca sanığın sonuç olarak 2.427.043.000 TL. ağır para cezasıyla cezalandırıldığı, bu cezanın infazı sırasında C.Başsavcılığı tarafından 7.3.2006 tarihinde uyarlama kararı istendiği ve Zeytinburnu 3.Asliye Ceza Mahkemesinin 17.6.2005 tarihinde 5237 sayılı Kanunun zorlama suçunun karşılığı olan 106/1 maddesinde para cezasının öngörülmemesi nedeniyle sanık lehine olduğundan sanığın 5237 sayılı Yasanın 106/1.maddesi gereğince 6 ay hapis cezasıyla cezalandırıldığı, bu cezanın da 11.557.000 TL. den hesaplanarak 2.080.260.000 TL. adli para cezası verildiği anlaşılmaktadır.
5237 sayılı TCK.nun 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe girmekle bu tarihten önce işlenen suçlar açısından anılan Yasanın zaman bakımından uygulama başlıklı 7.maddesinin 2.fıkrası hükmü uyarınca failin lehine olan yasanın saptanması gerekmektedir. Lehe yasanın belirlenmesinde izlenecek yöntem ve uygulamanın nasıl yapılacağı 5252 sayılı Yürürlük ve Uygulama Yasasının 9/3.maddesinde Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir. biçimindeki hüküm ile açıklığa kavuşturulmuştur. Yargıtay İBK.nun 23.2.1938 tarih ve 1938/23-9, YCGK.nun 14.10.1985 tarih ve 1985/194-525, 25.5.1999 tarih ve 1999/133-142, 23.12.2003 tarih ve 2003/270-290, 30.3.2004 tarih ve 2004/46-78, 20.9.2005 tarih ve 2005/99-103, 27.12.2005 tarih ve 2005/162-173 sayılı kararlarında da lehe yasa belirlenirken gözetilecek ilkeler ve ölçütler gösterilmiştir. Anılan kararlardan sonuncusunda, ……………………….sabit kabul edilen olaya her iki yasanın ilgili tüm hükümleri birbirine karıştırılmaksızın uygulanmak suretiyle ayrı ayrı sonuçlar belirlenmesini ve bunların karşılaştırılmasını gerektirir. denilmektedir. İncelenen somut olayda, karşılaştırma yapılmış 5237 sayılı Yasanın sanık yararına olduğu tespit edilerek aynı Yasanın 106/1 maddesi uyarınca sanığa 6 ay hapis cezası verilmiş, bu ceza Yasa maddesi gösterilmeden günlüğü 11.557.000 TLden para cezasına çevrilmiştir.
Her ne kadar kararda uygulanan yasa maddesi gösterilmese de, paraya çevriliş miktarına bakıldığında 647 sayılı Yasanın 4.maddesi gereğince paraya çevrilme işleminin yapıldığı anlaşılmaktadır. Temel cezanın 5237 sayılı TCYye göre belirlenmesine karşın, paraya çevirme işleminin 647 sayılı CİYna göre yapılması, karma uygulama niteliğindedir.
Anılan ölçütler ışığında, her iki yasa yönünden ceza uygulamasını sanık yararına, alt sınırlardan uzaklaşmadan somutlaştırdığımızda aşağıdaki sonuçlara ulaşılacaktır:
a)765 sayılı TCKa göre: TCK.nun 188/1. maddesi gereğince 6 ay hapis ve 343 YTL. adli para cezasıyla cezalandırılmasına, sanığa verilen cezanın 647 sayılı Yasanın 4. maddesine göre, suç tarihi itibariyle günlüğü 9 YTLden paraya çevrilerek 1.620 YTL adli para cezasına çevrilmesine, sanığa verilen cezaların TCYnın 72. maddesi uyarınca toplanarak sanığın sonuç olarak 1.963 YTL adli para cezasıyla cezalandırılmasına;
b) 5237 sayılı TCKa göre; ise TCK.nun 106/1. maddesi uyarınca 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, sanığa verilen cezanın anılan Yasanın 50. maddesi uyarınca günlüğü 20 YTLden paraya çevrilerek, sanığın sonuç olarak 3.600 YTL adli para cezasıyla cezalandırılmasına şeklinde karar verilmesi gerekmektedir.
Elde edilen sonuç cezalar karşılaştırıldığında, 765 sayılı TCY.nın failin lehine olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda mahkemenin saptaması hukuka aykırıdır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının düzenlediği tebliğnamedeki düşünce, yukarıda belirtilen nedenlerle yerinde görüldüğünden, Zorlama suçundan sanık S. Canzurna hakkında Zeytinburnu 3. Asliye Ceza Mahkemesince verilip kesinleşen, 17.06.2005 günlü kararın, CYY.nın 309.maddesi uyarınca BOZULMASINA, 5271 sayılı CYY.nın 309/4.maddesine göre, karardaki hukuka aykırılık daha hafif bir cezanın verilmesini gerektirmekle; sanık lehine olduğu saptanan 765 sayılı TCY.nın 188/1. maddesi gereğince 6 ay hapis ve 343 YTL. adli para cezasıyla cezalandırılmasına, sanığa verilen cezanın 647 sayılı Yasanın 4. maddesine göre, suç tarihi itibariyle günlüğü 9 YTLden paraya çevrilerek 1.620 YTL adli para cezasına çevrilmesine, sanığa verilen adli para cezalarının TCYnın 72. maddesi uyarınca toplanarak sanığın sonuç olarak 1.963 YTL adli para cezasıyla cezalandırılmasına, karardaki öbür hususların olduğu gibi bırakılmasına, (4.CDnin 07.04.2008 tarih ve 2007/6576-2008/5926 sayılı kararı)
T.C.
YARGITAY
İÇTİHADI BİRLEŞTİRME GENEL KURULU
E. 1991/5
K. 1993/1
T. 18.1.1993
• TEHDİT SUÇUNUN OLUŞMASI ( Taammüt Unsuru – Kavga Sırasında Fevren Söylenen Sözler )
• TAAMMÜT UNSURU ( Tehdit Suçunun Oluşması )
• KAVGA SIRASINDA FEVREN SÖYLENEN SÖZLER ( Tehdit Kasdı Oluşturmayacağı )
765/m.191, 188
2797/m.45
ÖZET : Her ne kadar Ceza Genel Kurulu ve İkinci Ceza Dairesi’nin yerleşmiş İçtihatları ile Dördüncü Ceza Dairesi’nin önceki kararlarında tehdit suçunun oluşması için taammüt unsurunun gerçekleşmesi gerektiği ve kavga sırasında fevren söylenen sözlerin tehdit suçunu oluşturmayacağı görüşleri benimsenmiş ise de, Ceza Genel Kurulu’nun sözü edilen son kararında ( taammüt unsuru )ndan açıkça söz edilmediği, taammüt unsuruna yer verilmediği ancak bunun yanında, “…kızgınlık anında sarfedilen gelişi güzel sözlerde tehdit kastı vardır denilemez” şeklinde açıklamaya yer verildiği de bir gerçektir. Ancak, kararın tümü itibariyle değerlendirilmesi durumunda tehdit suçunun belirlenmesinde olaysal değerlendirmeye de ağırlık verildiği görülmektedir. Bu durum karşısında Ceza Genel Kurulu’nun olaysal değerlendirmeye ağırlık veren yeni temayülü karşısında uygulamanın netleşmesini beklemek yerinde olacağından, şimdilik içtihadı birleştirme yoluna gitmekte hukuki yarar bulunmamaktadır.
DAVA : Dördüncü Ceza Dairesi Başkanı Sami Selçuk 1.4.1991 günlü yazı ile Türk Ceza Kanunu’nun 191. maddesinde yer alan “tehdit” ve 188. maddesinde yer alan, uygulamada “koşullu tehdit” diye anılan zorlama cürümlerinde; Ceza Genel Kurulu’nun, kavga sırasında öfkeyle ( fevren ) söylenen sözlerde tehdit cürmünün kasıt ( taammüt ) ögesinin bulunmadığı ve bu sebeple de suçun oluşmayacağı görüşünde olduğunu; Dördüncü Ceza Dairesi’nin ise, son kararlarında bu görüşü değiştirdiğini; bu durum karşısında yerel mahkemelerde bu konuda duraksamalar meydana geldiğini ileri sürerek içtihadı birleştirme yolu ile aykırılığın giderilmesini istemiştir.
2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 45/2 nci maddesi uyarınca, konuyu inceleyen Birinci Başkanlık Kurulu’nca 17.10.1991 gün ve 51 sayı ile kararlar arasında aykırılık bulunduğu sonucuna varılarak konunun İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nda görüşülmesine karar verilmiştir. 8.5.1992 günü toplanan-İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nda Raportör Üyenin açıklamaları dinlenerek gereği görüşüldü:
KARAR : Önce kararlar arasında aykırılık bulunup bulunmadığı, içtihadı birleştirme yoluna gidilmesine gerek olup olmadığı yönü üzerinde durulmuştur.
1 ) Ceza Genel Kurulu’nun 2.7.1979 gün ve 182/312 sayılı kararında “sanığın tehdide konu edilen sözleri, cereyan eden bir ağız kavgası ve çekişme sırasında fevren sarfettiğinin anlaşılmasına ve Yüksek Yargıtay’ın yerleşmiş içtihadına göre, hakaretle müterafik olarak fevren söylenen sözlerde tehdit suçunun taammüt unsurunun oluşamayacağına göre”; 8.10.1979 günlü ve 354/450 sayılı kararında: “Yargıtay’ın kararlılık gösteren uygulamalarına göre kavga sırasında fevren söylenen söz ve davranışlarda taammüt unsuru bulunmaması nedeniyle tehdit suçunun oluşmasına olanak yoktur”; 27.4.1981 günlü ve 158/336 sayılı kararında “… sanıkların fevren sarfettikleri bu sözlerde tehdit suçunun taammüt unsurunun gerçekleşmediği gözetilmeden…”; 17.12.1984 gün, 190/436 sayılı kararında geçmiş uygulamalara da değinilerek: “Nitekim Yargıtay’ımız bugüne kadarki uygulamalarında sanığın kavga sırasında fevren sarfettiği sözlerde tehdit suçunun tasarlama unsurunun bulunmadığı; … tehdit fiilinin tasarlanarak işlenmesi şarttır”; 9.11.1987 gün, 376/533 sayılı kararında temyize konu davaya esas olan olayların özelliklerine de değinilerek: “Tehdit suçunun oluşması için sanığın takip ettiği maksadının tehdit fiiline başka bir cürüm niteliği verecek şekilde oluşmaması lazımdır. Tehdit fiili taammüden oluşmalı, tehevvüren tehditte bulunulmamalıdır. Yerleşmiş uygulamalara göre kavganın devamı sırasında fevren sarfedilen sözlerde tehdit suçu ve unsurları bulunmamakta ve yine ortada kavga yokken sarfedilen sözlerde olayın niteliği de göz önüne alınarak tehdit suçunun oluşacağı kabul edilmektedir; 5.11.1990 gün, 219/252 sayılı kararında “Tehdit suçundan söz edebilmek için tehdide konu sözlerde tasarlama unsurunun bulunması gerekir” denilmiştir; 18.2.1991 gün, 368/36 sayılı kararında tehdidin manevi unsurunun “tasarlamak” olduğu; bu itibarla sanığın tartışma sırasında söylediği “seni öldüreceğim, buraya gömeceğim” şeklindeki sözlerin tehdit suçunu oluşturmayacağı benimsenmiştir; 25.3.1991 gün, 66/18 sayılı kararında ise konu ile ilgili olarak “Tehdit; mağduru istenilen bir hakareti yapmağa veya yapmamağa zorlamak ve onu bu yönde korkutmak olduğuna göre hukuken değerlendirilebilmesi için belirtilen sonucu doğurmaya uygunluk, elverişlilik ve yeterlilik koşulları gerçekleşmelidir. Kavgada kızgınlıkla söylenen sözlerde bu koşullar gerçekleşmediğinden tehdit suçu oluşmayacaktır. Çünkü söylenmesi için sebep olmayan ve yapılması mümkün bulunmayan kızgınlık anında sarfedilen gelişigüzel sözlerde tehdit kastı vardır denilemez” şeklinde açıklamalar yapılmıştır.
2 ) İkinci Ceza Dairesi’nin 18.12.1990 gün, 12900/13326 sayılı kararında “Münakaşa sırasında fevren söylenen sözlerde tehdit suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden sanığın mahkumiyetine karar verilmesi” isabetsiz bulunmuş ( 18.12.1990 gün, 12947/13395 sayılı kararı da aynı doğrultudadır ); 19.3.1991 gün, 2748/3010 sayılı kararında: “Ortada bir kavga olmadığı cihetle sanığın sarfettiği sözlerin ciddi bir korku yaratabilecek nitelikte olduğunun ve tehdit suçunu oluşturduğunun kabulünde … bir isabetsizlik görülmemiştir” şeklinde açıklama yapılmış; 21.3.1991 gün, 2397/3265 sayılı kararında ise “Taraflar arasında ağız kavgası olduğu tanık anlatımları ile anlaşılmış olmakla kavga sırasında sarfedilen sözlerin ciddi bir korku yaratmayacağı, dolayısıyla müsnet suçu oluşturmayacağı” yolunda bir çözüm benimsenmiştir.
3 ) Dördüncü Ceza Dairesinin 25.9.1975 gün, 4715/4754 sayılı kararında “Sanığın tehdit taşıyan sözleri, taraflar arasında husule gelen kavga sırasında fevren sarfettiği anlaşıldığına göre olayda tehdit suçunun taammüt unsuru yoktur” denilmiştir. ( 13.7.1955 gün, 7909/13423 sayı; 5.2.1975 gün, 452/ 426 sayılı kararlar da aynı doğrultuda bulunmaktadır ). Dördüncü Ceza Dairesi’nin, 26.3.1991 gün, 1197/1920 sayılı kararında önceki görüşten dönülerek “Bir tehlike suçu olan tehdidin ciddi olup olmadığı hususu ise, tehlikeyi içeren sözlerin gerçekleşmesinin kaçınılmaz olup olmamasına göre değil, oluştuğu ortama ve tarafların bedensel ve ruhsal durumlarına göre tehdit edici sözlerin gerçekleşme olasılığı ve mağdurun iradesini etkileme derecesi ölçüleri içinde, önceden birbir sayılması olanaksız etkenler gözetilerek, ilk mahkemece değerlendirilecek olgusal bir sorundur. İlk mahkeme, ağır olmayan tehditlere karşı da cezai yaptırım gerektiren TCK. koyucusunun bu konudaki duyarlılığını da gözeterek, tehdidin görünüşte ciddi olup olmadığı sorununu çözmek zorundadır. Öyleyse söylenen tehditlerin ciddi olup olamayacağı yolunda önceden ilke boyutunda ve üstelik bir olay içtihadı yaratmak olanaksızdır. Sanığa yükletilen zorlama suçunda da tehdit, hareket ve icra amacı olduğundan, yukarıdaki bağlamda düşünülmek gerekirken tehdit cürmünün, hukuki ve maddi konuları, suç kastının zaman süreci içindeki oluşumu ve niteliği, suçun yapısına ilişkin yukarıda açıklanan nedenler gözetilmeden, tartışma ve kavga sırasında salt öfkeyle işlenen tehdidin suç olamayacağı nedenine dayanılarak yasal temelden yoksun gerekçe ile hüküm kurulması yasaya aykırı görülmüştür” denilmiştir ( 7.3.1991 gün, 670/1481 sayı; 13.3.1991 gün, 962/1628 sayı ve 26.3.1991 gün, 1149/1905 sayılı kararlar da aynı doğrultuda bulunmaktadır ).
Yukarıda kısaca özetlenen Ceza Genel Kurulu Kararlarında yerleşmiş bir görüş olarak tehdit suçunun manevi unsurunun tasarlamak olduğu; kavga sırasında fevren söylenen sözlerde tehdit suçunun taammüt unsurunun oluşmayacağı açık bir biçimde vurgulanarak bu esasların ışığında olayların değerlendirilmesi ile sonuca gidildiği görülmektedir.
Ceza Genel Kurulu’nun en son 25.3.1991 gün ve 66-92 sayılı kararında ise olaylar açısından özel değerlendirmeye girilmeden şu açıklama yapılmıştır: “Tehdit, mağduru istenilen bir hareketi yapmaya veya yapmamaya zorlamak ve onu bu yönde korkutmak olduğuna göre hukuken değerlendirilebilmesi için belirtilen sonucu doğurmaya uygunluk, elverişlilik ve yeterlilik koşulları gerçekleşmelidir. Çünkü, söylenmesi için sebep olmayan ve yapılması mümkün bulunmayan kızgınlık anında sarfedilen gelişigüzel sözlerde tehdit kastı vardır denilemez”. Bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlık konusu olay açısından özel bir değerlendirmeye girilmiştir.
İkinci Ceza Dairesi kararlarında münakaşa sırasında fevren söylenen sözlerde tehdit suçunun unsurlarının oluşmayacağı esası genel olarak benimsenmiştir.
Dördüncü Ceza Dairesi’nin önceki kararlarında sanığın tehdit taşıyan sözlerinin taraflar arasında husule gelen kavga sırasında fevren sarfettiği anlaşılmakla tehdit suçunun taammüt unsurunun gerçekleşmeyeceği esası benimsenmişken son kararlarında “bir tehlike suçu olan tehdidi içeren sözlerin …. oluştuğu ortama ve tarafların bedensel ve ruhsal durumlarına göre tehdit edici sözlerin gerçekleşme olasılığı ve mağdurun iradesini etkileme derecesi ölçüleri içinde önceden birbir sayılması olanaksız etkenler gözetilmek, ilk mahkemece değerlendirilecek olgusal bir sorun olduğu …. bu nedenler gözetilmeden tartışmaya ve kavga sırasında salt öfkeyle işlenen tehdidin suç olamayacağının benimsenemeyeceği” esası kabul edilmiştir.
Görüşmeler sırasında bazı üyeler Ceza Genel Kurulu’nun son 25.3.1991 günlü kararında açıkça taammüt unsuruna yer verilmediği; her olayın kendi koşulları içerisinde değerlendirilmesinin gerektiği görüşünün kabul edildiği ve dolayısıyla kararlar arasında aykırılığın kalktığını ileri sürmüşlerdir.
Kararlar arasında aykırılığın mevcut olup olmadığını belirleme açısından yapılan ilk oylamada bir görüş doğrultusunda üçte iki çoğunluk sağlanamadığından, 8.5.1992 günü toplanan İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nda konu yeniden ele alınıp tartışılarak şu sonuca varılmıştır:
Gerçekten Ceza Genel Kurulu’nun yukarıda kısaca özetlenen 25.3.1991 günlü kararında açık bir biçimde taammüt unsurundan söz edilmediği görülmektedir. Ne var ki, Ceza Genel Kurulu’nun bu kararında her ne kadar olayların kendi koşulları içerisinde değerlendirilmesi gerektiği görüşüne yer verilmiş ise de gene bu kararda “kavga sırasında fevren söylenen sözlerin” tehdit suçunu oluşturmayacağı da benimsenmiştir. Dördüncü Ceza Dairesi’nin kararlılık kazanmış son kararlarında ise; kavga sırasında fevren söylenen sözlerin tehdit suçunu oluşturamayacağının bir ilke olarak benimsenemeyeceği esası kabul edilmiştir ki, bu bakımdan kararlar arasında aykırılık bulunduğu açıktır. Kaldı ki; Ceza Genel Kurulu’nun 25.3.1991 tarihli kararı ile Dördüncü Ceza Dairesinin son kararları arasında aykırılık bulunmadığı bir an için kabul edilse dahi Ceza Genel Kurulu’nun diğer kararları ve İkinci Ceza Dairesi kararları ile Dördüncü Ceza Dairesi’nin yerleşik son içtihatları arasında aykırılığın mevcut olduğu tartışma götürmeyecek kadar açık bir keyfiyettir.
Bu sebeplerle, yukarıda sözü edilen kararlar arasında aykırılığın mevcut olduğu sonucuna oybirliğiyle varıldıktan sonra içtihadı birleştirme yoluna gidilip gidilmemesi hususunun incelenmesine geçilmiştir:
Her ne kadar Ceza Genel Kurulu ve İkinci Ceza Dairesi’nin yerleşmiş içtihatları ile Dördüncü Ceza Dairesi’nin önceki kararlarında tehdit suçunun oluşması için taammüt unsurunun gerçekleşmesi gerektiği ve kavga sırasında fevren söylenen sözlerin tehdit suçunu oluşturmayacağı görüşleri benimsenmiş ise de, Ceza Genel Kurulu’nun yukarıda sözü edilen son kararında ( taammüt unsuru )ndan açıkça söz edilmediği, taammüt unsuruna yer verilmediği ancak bunun yanında, “… kızgınlık anında sarfedilen gelişigüzel sözlerde tehdit kastı vardır denilemez” şeklinde açıklamaya yer verildiği de bir gerçektir. Ancak, kararın tümü itibariyle değerlendirilmesi durumunda tehdit suçunun belirlenmesinde olaysal değerlendirmeye de ağırlık verildiği görülmektedir. Bu durum karşısında Ceza Genel Kurulu’nun olaysal değerlendirmeye ağırlık veren yeni temayülü karşısında uygulamanın netleşmesini beklemek yerinde olacak ve dolayısıyla şimdilik içtihadı birleştirme yoluna gitmekte hukuki yarar bulunmayacaktır.
Bu sebeplerle, şimdilik içtihadı birleştirme yoluna gitmeye gerek bulunmadığına, 18.1.1993 günü ikinci toplantıda 27 oya karşı 89 oyla ve üçte ikiyi geçen çoğunlukla karar verildi.
KARŞI OY:
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Kurulu, 8.5.1992 tarihli ilk toplantısından yaklaşık 9 ay son yapılan 18.1.1993 tarihli oturumda; Yüksek Ceza Genel Kurulu ve İkinci Ceza Dairesi ile Dördüncü Ceza Dairesi’nin kararları arasında, hem görüş ayrılığı bulunduğuna ve hem de “olaysal değerlendirmeye ağırlık veren” Yüksek Ceza Genel Kurulunun “yeni eğilimi karşısında uygulamanın netleşmesini beklemenin yerinde” olduğu gerekçesiyle “içtihatları birleştirme yoluna gitmekte hukuksal yarar bulunmadığına” karar vermiştir.
Bu görüşü ve sonucu paylaşmak olanaksızdır.
İlkin, Büyük Kurulun kararında da vurgulandığı üzere, kararlar arasındaki çelişki, yalnızca olayları değerlendirmede değil, aynı zamanda hukuksal değerlendirme, gerekçe yaklaşım ve bakış açılarında ve ulaşılan sonuçlarda da bulunmaktadır.
İkincisi, ilk mahkemeler; bu hukuksal değerlendirme, yaklaşım ve bakış açılarının ve sonuçların başkalıkları nedeniyle, 1991 yılının başından bu yana, duraksamalara düşmüşler, uyma ve direnme kararları arasında bocalamışlar; C. Başsavcılığı da aynı durumu yaşayagelmiştir. Böylece, içtihatlardaki aykırılığın giderilmesi hukuksal yararın da ötesinde bir zorunluluk olmuştur.
1- Çelişkinin var olup olmadığı sorununu, kararlarda ulaşılan sonuçlara göre aşağıdaki biçimde özetlemek olanaklıdır.
A- Yüksek İkinci Ceza Dairesinin rapora eklenen ve artık tasarlamadan ( taammütten ) söz etmeyen en son kararlarıyla bile Dördüncü Ceza Dairesinin kararları birbirleriyle çelişmektedir.
Öyle ki, rapora eklenmeyen 27.2.1992 tarihli ve 1659 – 2419 sayılı kararında, Yüksek İkinci Ceza Dairesi yerel mahkeme kararını; “Sanıklar A.G. ve U.T.’ın kavga sırasında tehevvüren sarf ettikleri tehdidamiz sözlerin muhatabı üzerinde ciddi bir korku ve endişe yaratmaktan uzak niteliği itibariyle, atılan tehdit suçunun unsurlarının oluşmadığı nazara alınmadan mahkumiyetleri cihetine gidilmesi” gerekçesiyle bozmuş ve yerel mahkeme de; “Taraflar arasında kavga yoktur. Sanıklar mağduru dövmüşler, ( ona ) sövmüşler, tehdit etmişlerdir. Mağdur pasif durumdadır. Mağdurun bağırması, olayın seyri sırasında olağan olup karşı tarafla kavga yapıyor anlamına gelemez. Ayrıca gece kimse yokken mağdurun önüne geçilip tehdit edilmesi ciddi bir korku ve endişe yaratmaktan uzak nitelikte değildir” gerekçesiyle direnmiştir.
Yüksek İkinci Ceza Dairesi’nin bu ve öbür kararlarına göre:
1- Tehdit cürmünde, “öfke” sonucu belirleyici olgudur. Bu nedenle cürmü oluşturan tehdit sözlerinin;
a- Öfkeyle söylenip söylenmedikleri araştırılmalıdır.
b- Kavga ya da tartışma varsa öfke vardır.
c- Sözler öfkeyle söylenmişlerse :
aa- Hem suçun öğeleri oluşmamıştır.
bb- Hem de muhatapla ciddi korku ve kaygı yaratılmamıştır.
cc- Bu nedenlerle de suç oluşmamıştır.
Burada saydamlaştırılması gereken nokta şudur:
Öfkeyle söylenen tehdit sözlerinde bulunmadığı ileri sürülen öğeyle ( öğelerle ) anlatılmak istenen, besbelli ki, suçun manevi öğesidir. Çünkü maddi öğe, tehdit sözlerinin varlığıyla gerçekleşmiş olduğuna ve ayrıca bu cürümde, suçun önkoşulları ve cezalandırma koşulları gibi öğeler de bulunmadığına göre, geriye yalnızca manevi öğe kalmaktadır.
B – Yüksek Ceza Genel Kurulu’nun kararlarına gelince:
1- Çoğunluk görüşünde de özetlendiği gibi, 17.12.1984 tarihli ve 198-436 sayılı ve bu kararın yollamada bulunduğu 10.1.1955, 17.12.1956, 23.12.1957, 27.11.1978, 27.4.1981, 4.5.1981; Yüksek İkinci Ceza Dairesi’nin 20.9.1982; Beşinci Ceza Dairesi’nin 26.12.1973 ve Dördüncü Ceza Dairesi’nin eski 10.2.1982 tarihli kararlarıyla” yine Yüksek Ceza Genel Kurulu’nun 9.11.1987 tarihli ve 376-533 sayılı, 9.10.1991 tarihli ve 240-283 sayılı; 25.6.1990 tarihli ve 149-198 sayılı 18.2.1991 tarihli ve 368-36 sayılı ve 4.3.1991 tarihli ve 33-60 sayılı kararlarında şu hususlar vurgulanmıştır:
a- Tehdit cürmünde manevi öğe, kastın en yoğun türü olan “tasarlamadır ( taammüttür )”.
b- Kavga ya da tartışma varsa öfke de vardır ve bu sırada öfkeyle ( tehevvüren, kızgınlıkla ) söylenen sözler:
aa- Failin böyle bir anda ciddi bir olayı düşünmesi olanaksız bulunduğundan manevi öğeden ( tasarlamadan ) yoksundurlar.
bb- Mağduru bir şey yapmaya zorlamaya ya da korkutmaya elverişli, uygun ve yeterli değildirler. Zira korkutmak amacıyla söylenmemişler ve tartışmanın nedenini gerçekleştirmeye ve hiçbir engel olmadığı halde saldırıya geçilmemiştir.
2 – Yüksek Ceza Genel Kurulu’nun 25.3.1991 tarihli ve 66-92 sayılı kararında ise şu kurallar getirilmiştir:
a- Kızgınlık anında gelişigüzel söylenen sözlerde:
aa- Tehdit kasıt yoktur.
bb- Bu sözler, mağduru istenilen davranışa zorlamaya, korkutmaya uygun, elverişli ve yeterli değildirler.
b- Ancak, failin söylediği sözlerde sergilediği amaç gerçekleşmişse, suç oluşur.
3- Yukarıdaki kararların kesişme noktaları ve gelişim çizgileri gözetildiğinde Yüksek Ceza Genel Kuruluna göre:
a- Öfke, tehdit suçunda belirleyici bir olgu olduğundan:
aa- öfkenin varlığı/yokluğu araştırılmalıdır.
bb- Öfke yoksa ve tehdit sözleri öfkeyle söylenmemişlerse bu suç oluşur.
cc- Öfke varsa ve tehdit sözleri öfkeyle söylenmişlerse:
aaa- İster genel kasıt, ister tasarlama ( taammüt ) olsun suçun manevi öğesi yoktur.
bbb- Ayrıca korkutmaya ( ihlale ) “uygun, elverişli ve yeterli” değildirler.
ccc- Ancak, kural dışı olarak, bu söylemlerde sergilenen amaç gerçekleşmişse suç oluşur.
C – Yüksek Dördüncü Ceza Dairesi’nin 1991 yılının başından beri verdiği kararlar ise son çözülmede şöyledir:
1- Tehdit cürmünün manevi öğesi, genel kasıttır; hiç bir özellik göstermez.
2- Öfke ya da soğukkanlılıkla söylenen sözlerin suçla korunan hukuki varlığı/ menfaati/değeri ihlal edip etmedikleri; kişiyi korkutup korkutmadıkları; ortama ve koşullara göre çözülecek eylemsel ( fiili ) bir sorundur. Öfke ve/ya da soğukkanlılık, öbür suçlarda olduğu gibi, tehdit cürmünde de, bir başlarına belirleyici öğe olamaz.
Yüksek Dördüncü Ceza Dairesi, bu sonuçlara ulaşırken; Kanada, Avrupa ve Latin Amerika’da bulunan yirmiye yakın ülkedeki uygulamayla ve yüze yakın yazarın uygulamaya dönük görüşleriyle Yargıtayımızın kararlarını değerlendirmiştir.
II- Yüksek Ceza Genel Kurulu ve İkinci Ceza Dairesi ile Dördüncü Ceza Dairesi’nin kararları arasındaki ayrılıklar; gerekçelerinin dayandığı nedenler, hukuksal yöntem, bakış ve değerlendirme açılarından çok çarpıcıdır. Bu çarpıcılığı sergilemek için, Yüksek Dördüncü Ceza Dairesi’nin; yerleşik kararların gerekçelerini, analitik bir yaklaşımla, yaptığı Daire içi görüşmelerde nasıl değerlendirdiğini özetlemekte yarar vardır:
a- Tasarlama ( taammüt ), T.C. Yasasının yalnızca 450/4, 457/2. maddelerinde yer almıştır. Öbür maddelerde ve bu arada tehdit eyleminin amaç-tehdit ( md.191 ) ve araç-tehdit ( 188, 193, 201, 254, 258, 416, 429, 495 v.b. ) olarak cezalandırıldığı hiçbir suç tipinde, tasarlama öngörülmemiştir. Bir öğe suç tipinde yer almamışsa elbette gözetilemez.
Bilindiği gibi “tasarlama”, her dilde vardır ve evrensel bir kavramdır ( taammüt, premeditation, premeditazione, premeditaciön ). Öğeleri ve içeriği az çok ülkelere göre değişse bile, her ülkede, başka sözcük ve anlamlarla karışmayacak biçimde yerleşmiş ve tekanlamlılık ( univacite ) kazanmış, artık sokaktaki adamın bile bildiği teknik bir hukuk terimidir. Kronolojik açıdan kastın oluşumunda ortaya çıkan ayırıma göre düşünce kasıt ( dole di proposito ) türünün en yoğun biçimidir. Yargıtayımızın kökleşmiş kararlarına göre, soğukkanlılıkla ve plan yapabilmek için yeterli bir zamanı gerektirir. Eğer, tehdit cürmünde ( cürümlerinde ) gerçekten tasarlama manevi öğe olarak yer alsaydı, ister soğukkanlılığı, isterse, çoğu kez görüldüğü gibi, öfke sonucu sergilensin, ani kasıtla ( öfke ya da coşku kastı: dole d’impeto ) söylenen tehdit sözleri bu suçu oluşturmaya elbette yetmeyecekti. Ancak Cumhuriyetin başlarında, Türk yargıcının elindeki tek kaynak Majno şerhiydi. Bu şerhin Türkçe çevirisinde yer alan “…prensip, tehdit fiilinin taammüden vukua gelmesidir” cümlesi yapıtın aslında yoktu. Üstelik, Majno, yarı yarıya kısaltarak Türkçeleştirilen bu paragrafta 12 Mart 1900 tarihli bir yargı kararına da yollama yaparak, öfkenin bu suçta yalnızca indirici nedene yol açabileceğini de belirtiyordu ( Commente al Codice penale italiano, V. II, Torino, 1922 n. 833 ). Bu ve birçok cümle çevrilen paragrafta yer almamıştı. İşte Yargıtayımızın eski ve bugün de süren kimi kararları bu yanlış çeviriye yaslanıyordu. Ancak Yüce Mahkeme, tasarlama öğesini, tehdit eyleminin geçtiği her suçta değil; yalnızca amaç-tehdidi ( menace fin ) cezalandıran başka yardımcı hükümle ( md. 191 ), araç-tehdit ( menace-moyen ) eylemini cezalandıran başka maddelerde 188. maddede arıyordu. Oysa araç-tehdit eylemini cezalandıran başka maddeler de ( 201, 308, 429 gibi ) vardı. İlk iki maddede bu öğenin aranması, öbürlerinde aranmaması kuşkusuz açıklanması olanaksız bir çelişkiydi.
Yeri gelmişken şunu da vurgulamakta yarar vardır: Bu yanlış çeviri yalnızca yargı kararlarına değil, karşılaştırmalı hukuk çalışması yapmamış, bilimsel merak ve metodik kuşkuyla kaynağa inmemiş kimi rahmetli yazarların yapıtlarıyla Türk Ceza Yasası Öntasarısının gerekçesine dahi, üzerinde tartışılmamış bir önyargı olarak, bir izdüşüm halinde, olduğu gibi yansımış, hukukumuza yıllarca etkilemiştir. Bugün de bu etkisini sürdürmektedir. Öyle ki, Büyük Kurulun 8.5.1992 tarihli ilk oturumunda çevirideki bu yanlışlık vurgulandığı halde, 18.1.1993 tarihli son oturumda bile Büyük Kurulu aydınlatmak için sunulan raporda ve bilgide tasarlama kavramına yine de başvurulabilmiştir.
Kuşkusuz Yüce Mahkemenin Majno çevirisi doğrultusunda T.C. Yasasının 191. ve 188. maddelerinde “tasarlama” öğesini araması bilinen ve beklenen sonuca ulaşıyor, bu maddelerin uygulama alanlarını daraltıyordu. Gerçekten öfke sonucu ansızın işlenen suçlarda tasarlama öğesinin bulunması düşünülemeyeceğinden, bu suçların oluşmayacağı sonucuna varılıyordu. Suç tipinde “tasarlama” öngörülseydi, bu sonuç elbette doğru ve bilimsel olacaktı. Ama, böyle bir öğe yoktu.
b- Yüce Büyük Kurul’da yapılan görüşmeler sırasında Yüksek Ceza Genel Kurulu’nun 25.3.1991 tarihli ve 66-92 sayılı ve Yüksek İkinci Ceza Dairesinin son kararlarında tasarlama terimine yer verilmediği ileri sürülmüştür. Ancak, kimi kararlarda eski görüşün izlerine şimdi de rastlanmaktadır. Gerçekten, Yüksek Daire ve Kurulun kararlarına göre, bir beyan suçu olan tehdit cürümlerinde öfke belirleyici ve suç kastını kaldırıcı bir olgu olmayı bugün de sürdürmektedir. Genel kasıtla; nitelik açısından olası, dolaylı ya da belirsiz kasıtla; zaman ve bilinçlenme süreci açısından ani kasıtla işlenebilen bir suçta, öfkenin ( kızgınlığın, tehevvürün ) suç kastını kaldıracağını ve öfkeyle söylenen sözlerde kastın bulunmadığını ileri sürmek, bilimsel açıdan açıklanması olanaksız bir durumdur. Bunun için birkaç kaynak vermek yeterlidir: ANTOLISEI, Manuale di diritto penale, p. speciale, I, Milano, 1977, s. 129-133; MANZINI, Trattato di diritto penale, italiano, V. VIII, Torino, 1985, s. 803 vd., özellikle 822, DASSANO, Minaccia ( diritto penale ), Enciclopedia di diritto V. XXVI, 1976, s. 340; CRESPI ZUCCOLA-STELLA, Commentano breve al codice penale, Padova, 1986, s. 1001; SELÇUK, Izrar ve tehdit cürümlerinde kasıt, Yargıtay Dergisi, 1985, s. 227-230’daki yabancı kararlar ve yazarlar ). Kanada dahil, incelediğimiz yukarıdaki ülkelerden hiç birinde ve sözle sövme,tehdit gibi hiçbir beyan cürmünde öfke, bu sözler rastgele ya da gelişigüzel de ağızdan çıksa, suç kastını kaldırmamaktadır. Kaldıramaz da. Öfkeyle ya da şiddetli elemle suç işlemeyi yalnızca cezai sorumluluğu azaltıcı neden olarak benimseyen ( T.C. Yasası, md. 51 ) gönüllü sarhoşluk sırasında suç işleyen için sorumsuzluğu reddeden ( md. 48 ) ve yarı akıl hastalığında ( md. 47 ) bile bilinç ve iradenin varlığını öngören bir sistemde bu elbette olanaksızdır ve de yerindedir. Kaldı ki, bu sistemde her öfkeyle işlenen suçta değil, ancak haksız kışkırtmaya dayalı öfkeyle işlenen suçta ceza indirilebilmektedir. Çünkü, hukukta, hiç kimse kendi eylemiyle çelişen davranışının korunmasını isteyemez ( venire contra factum proprium ). 1930 tarihli İtalyan Ceza Yasası, öfke, taşkınlık, aşk gibi coşku ya da tutkuların suçlanabilirliği ( isnadiyet = imputabilia ) kaldırmayacağını açıkça öngörmüştür ( md. 90 ).
Nitekim, Yüksek İkinci Ceza Dairesi, yukarıda anılan 27.2.1992 tarihli ve 1659-2419 sayılı kararında, tehdit cürmüyle birlikte yargılanan sözle sövme suçu da öfke sırasında işlendiği halde, bu suçla ilgili olarak kurulan hükmü bozmamış, ancak tehditle kurulan hükmü “öfke suç kastını kaldırır” gerekçesiyle bozmuştur. Üstelik Yüksek İkinci Ceza Dairesi ve Yüksek Ceza Genel Kurulu kararlarında, hukuka aykırılık ve hukuka uygunluk nedenleri açısından konuya yaklaşan Yüksek Dördüncü Ceza Dairesi’nin tersine, sövme cürmünde yıllardan beri özel kasıt ( animus iniuriandi ) aranmaktadır. Bu görüşe karşın, beyan suçları açısından, “öfkeyle ya da gelişigüzel söylenmiştir” gibi hukuka yabancı gerekçelerle manevi öğe ( kasıt ) bakımından başka başka ölçütlere başvurulması ve sövme suçunda “rastgele ya da gelişigüzel söylenmiş olmak” suçun oluşmasına etkili olmadığı halde, T.C. Yasasının 191. ve 188. maddelerinde bunun etkililiğinin benimsenmesi, kuşkusuz açıklanamaz bir çelişkidir. Unutulmamak gerekir ki, suç öğeleri genel kuramı ve çağdaş ceza hukuku, eyleme yabancı öğelere ( aliunde ) göre failin eylemini değerlendirmeyi ve anlamlandırmayı kesinkes yasaklamıştır.
c- Öfkeyle söylenen sözlerin ihlal edici ( korkutucu ) olmaya elverişli, uygun ve yeterli olmadığı, ciddiye alınmayacakları görüşü ise hem gerçekçi ve hem de bilimsel ve mantıklı değildir.
aa- Gerçekçi değildir. Zira, öfkelenmiş, öfkelendiği için de iradesine egemen olma gücü zayıflamış ve bu nedenle de nerede duracağı belirsiz birinin tehdit sözlerinin ciddiye alınmayacağını ve korkutmayacağını ileri sürmek, birçok yazarın belirttiği gibi, yaşam gerçeklerine uymamaktadır. Çünkü, öfkeli birinin tehdidi, soğukkanlı işleyeninkine oranla çoğun daha çok korkutucudur. Hukuki konuyu, yani korunan varlığı/menfaati/değeri daha çok ihlal edicidir.
bb- Bilimsel ve mantıklı değildir. Çünkü, başvurduğu tasım ( kıyas, syllegisme ) kalıbı şudur: Öfkeyle söylenen tehdit sözleri kimse tarafından ciddiye alınmaz ve bu yüzden de korkutmaz ( mutlak ve genelleştirici büyük önerme ) / Olayda sözler öfkeyle söylenmiştir ( küçük önerme ) / Öyleyse ciddi ve korkutucu ( ihlal edici ) değildirler ( sonuç ).
Görülüyor ki, burada varılan sonucu belirleyici olgu, öfkedir. Her öfkenin korkutucu olmadığını söylemek, yukarıda belirtildiği gibi, hem gerçekçi değildir ve hemde bu konuda genel ve a priori bir kural koymak olanaksızdır. Soğukkanlılıkla söylenen her sözün korkutucu olduğunu ileri sürmek de böyledir. Öfkenin korkutucu olmadığını mutlak biçimde iddia etmek aslında kanıtlanmaya muhtaç bir önermedir ve bu yüzden tasım paralojiktir. Zira tasımlamada ilk önerme, “insan ölümlüdür” gibi bilimin ve herkesin üzerinde kesinkes birleştiği, tartışılmayan bir gerçeği yansıtmak zorundadır. Kanıtlanmaya muhtaç bir önermeyi kanıtlanmış gibi göstererek büyük önerme oluşturmak ise, mantık biliminde savı kanıtlama ( petition de principe: petizione di principlo = müsadere ale-l-matlup ) denilen ve paralojizme yol açtığı için başvurulması yasaklanan bir yöntemdir. Çünkü, böyle bir yöntemdeki ilk önermenin yanlışlığı bulaşıcıdır ve yanlış da sonucu belirleyicidir. O nedenle, öfkeyle söylenen sözlerin korkutucu olmadığı yolundaki mutlak önermeye dayanan mantığın ve sonucun yanlış olduğunu söylemeye bile gerek yoktur.
Öyleyse doğru görüş şudur: Tehdit cürmü, ister öfkeyle ister soğukkanlılıkla işlensin, ihlal edicilik açısından her olayda işlendiği ortama ve somut koşullara göre değerlendirilmesi gereken eylemsel bir sorundur. Bu konuda önceden ( a priori ) mutlak bir kural getirilemez.
Tehdit cürmüyle, kişinin ruh dünyası, iç huzuru korunur. Bu değerleri ihlal eden her hareket, ister öfkeyle ister soğukkanlılıkla işlensin, suçun oluşması için yeterlidir.
Oysa, Yüksek Ceza Genel Kurulu’nun yukarıdaki ve son kararlarında, ortam, hareketin mağdurun iradesini etkileme derecesi gözetilmeli denmiş ve tehdit sözlerinin “uygunluk, elverişlilik ve yeterliliğine” değinilmişse de, sergilenen mantık karşısında, bunlar sözde ve görünüşte kalmışlardır. Çünkü, bu mantığa göre, öfkeyle söylenen her tehdit sözü; yeterli olmaktan uzaktır.
Bir önceki bölümde ( b ) belirtildiği gibi, “gelişigüzel söylenmiş olmaklık” yalnız kast açısından de ihlal edicilik açısından da gerekçe yapılıyorsa, tehdidin araç olarak kullanıldığı suçlarda da ( md. 188, 192, 193, 201, 254, 258, 416, 429, 495 v.b. ) aynı sonuca varılmak gerekir. Bugüne değin kimse bunu ileri sürmemiştir. Dahası, “gelişigüzel söylenmişlik” eylemsel ve görece bir durumdur. Yargıtayın bunu dosya incelemesiyle tutanaklara göre saptaması olanaksızdır.
d- Genel kasıtla işlenen, özel kastı gerektirmeyen bir cürümde amaç ya da güdü ( saik ) suçun oluşmasında hiçbir etkiye sahip değildirler ve gözetilemezler. Kaynak Yasa hakkında 1887 tarihli Zanardelli raporunda ( LIV ) belirtildiği üzere, “İnsana özgü davranışların arkasındaki güdülen ( saikleri ) araştırmak ceza adaletini ilgilendirmez”. Bu, ceza hukukunda temel ilkedir. O yüzden, öfkeyle işlenen suçlarda failin amacının, tehdidi içeren sözleri gerçekleştirmek olup olmadığını aramak, çağdaş hukuka uygun değildir. Amaç, güdü ( saik ) olsa olsa suçun kanıtlanmasında ya da cezanın takdirinde gözetilebilirler; ama, yasal metinde özel kasıt söz konusu değilse, suçun oluşmasında hiçbir işleve sahip değildirler. Kaldı ki, amaç ya da güdünün ( saikin ) suç kalıbında yer aldığı özel kastı gerektiren cürümlerde bile, bu amacın ( ya da güdünün ) gerçekleşmesi gerekmez. Çünkü bu amacın gerçekleşmesi suçu oluşturan nesnel ( maddi ) öğenin ( eylemin ) dışında kalır ve failin iç dünyasıyla ilgilidir, özneldir. Bu husus, ceza hukukunda herkesin birleştiği bir ilkedir. Öyle ki, Antolise yapıtında bu son cümleleri italik harflerle yazarak belirginleştirip dikkati çekmek gereği duymuştur ( Üç ülkeden birkaç kaynak: ANTOLISEI Milano, 1975, s. 384; PAGLIARO, Milano, 1980, s. 387-388; MANTOVANI, Padova, 1980, s. 287; FIANDACA ve MUSCO, Bologna, 1989, s. 273; PANDOVANI, Milano, 1990, s. 128-129; MERLE-VTTU, Paris, 1984, I, n. 553-554; JEANDIDIER, Paris, 1988, n. 328-329; COTE-HARPER, MANGANAS ve TURGEON, Quebec ( Kanada ), 1989, s. 255-259; EREM, Ankara, 1984, l, s. 510 ). Sözgelimi, seçenekli özel kastla ( evlenmek amacı ya da şehvet hissi ) işlenen kadın kaçırma ( md. 429 ) cürmünde, suçun oluşması için, failin evlenmesi ya da şehvet hissini ırza geçme/tasaddi gibi eylemlerle doyurması zorunlu değildir.
Nitekim, Yüksek Ceza Genel kurulu’nun yukarıda anılan 17.12.1984 tarihli ve 198-436 sayılı kararında, genel kastın suç tipinde yer alan cürmi hareketi ve sonucunu bilmek ve irade etmekten ibaret olduğu, bunun güdü ( saik ), amaç ( maksat ) ve erek ( gaye ) öğelerini içermediği; ızrar suçunun genel kasıtla işlendiği yerinde olarak vurgulanmış iken; aynı ilamda genel kasıtla, işlenen tehdit cürmünde amaç kavramına yer verilmesi, elbette hem yerinde olmamış ve hemde ağır bir çelişki yaratılmıştır.
Tehdit cürmünün manevi öğesi, Yüksek Dördüncü Ceza Dairesi’nin görüşüne göre, sadece genel kasıttır. Bilindiği üzere bilinç ve iradeden oluşan genel kasıt, her cürümde o cürmün maddi öğesine göre belirlenir. Nasıl sövme suçunda,bu, insan onurunu aşağılayıcı sözler söylendiğine ilişkin bilinç ve irade ise; tehdit cürmünde de başkasını haksız zarara uğratacağına ilişkin bilinç ve iradeden ibarettir. Bunun dışındaki öğeler kastın kapsamı dışındadırlar. Dahası, ceza hukukunda, irade etmemiş ( istememiş ) olma da, irade etmedir. Kuşku ise bilme sayılır.
Buna karşılık, Yüksek Ceza Genel Kurulu kararlarında, sık sık failin “korkutma kastından” söz edilmektedir. Buradaki kast sözcüğünün teknik anlamda değil, “amaç, maksat” anlamlarında kullanıldığı yapılan açıklamalardan anlaşılmaktadır. Çünkü bunu belirlemekle yetinilmemekte, failin bu amacı gerçekleştirip gerçekleştirmediği de aranmaktadır. Bu ise yalnızca özel kastı kapsayıcı değil, özel kasıt kavramının da ötesine geçen bir durumdur. Böylece, özel kasıt aranmadığı, genel kastın yeterli görüldüğü yolundaki söylemler, sözde ve görünüşte kalmaktadır. Gerçekten, İçtihatları Birleştirme Büyük Kurulu’na sunulan raporda ve Yüksek Kurulun kimi kararlarında, iyilik amacıyla çocuğunu tehdit eden babası, malını korumak ve zarar vereni uzaklaştırmak amaçlarıyla tehditte bulunan mal sahibinde, hem bu kastın, hem de tehditte ciddiyetin olmadığı belirtilmiştir. Eğer birincisi doğruysa, bunun adı özel kastın ve suçun oluşması için bu öğe aranıyor demektir. Eğer ikincisi, yani ciddiyetin arandığı doğruysa, kavramlar birbirine karıştırılıyor demektir. Zira, burada eylemi suç olmaktan çıkaran öğe, sözlerin ciddi ve korkutucu olması değil; hukuka uygunluk nedenlerinin ( Türk Medeni Yasası, md. 267, 894 ) bulunmasıdır. Dahası, tehdit hareketiyle birlikte bir amaç ( özel kasıt ) söz konusu olursa, eylem çoğu kez bir başka suçu ( md. 188, 201, 308, 429 gibi ) oluşturabilir. Sözgelimi T. Medeni Yasanının 894. maddesinde öngörülen koşullar yoksa, TC. Yasasının 308, 61. maddeleri gündeme gelebilecek demektir.
Bundan başka Yüksek Ceza Genel Kurulu kararlarında sık sık Sayın Prof. Erem’in tehdit cürmünde “şuurlu iradeden” söz eden satırlarına yollama yapılmakta ve Sayın Yazar sanki bu kavramlara başka anlamlar veriyormuş gibi algılanarak ve söz konusu kavramlardan yola çıkılarak, öfkeyle söylenen sözlerde “iradenin ya da şuurun” olmadığı gibi değişik bir sonuca varılmaktadır. Oysa Prof. Erem, genel kastın iki öğesini, her cürüm gibi, bu suçta da haklı olarak aramaktadır ve bu da yerindedir. “Tehditte şuurlu irade” deyişleri ise, Sayın Yazarın dilinde, daha fazla bir anlama gelmemektedir. Gelemez de. Kaldı ki, Sayın Profesör, aynı sayfada “Hiddet saikası ile sarfolunan sözlerin her zaman ciddi olmadığını ileri sürmek doğru değildir” diyerek ve haklı olarak, öfkeyle söylenen sözlerde hem cürüm kastının bulunduğunu tartışmasız benimsemiş ve hem de konuya yalnızca ihlal edicilik ( korkutuculuk ) boyuta açısından yaklaşarak, bunun da bulunabileceğini belirtmek suretiyle Yargıtay’ın yerleşik görüşüne karşı çıkmıştır ( 1985, c. III, s. 326 ).
e- Yüksek Ceza Genel Kurulu’nun 25.3.1991 tarihli ve 66-92 sayılı kararında ise, “samanlığını yıkarım” diyen failin bunu yıkması, amacını gerçekleştirdiği için, suçun oluştuğunu gösteren bir olgu olarak vurgulanmıştır.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, ceza hukukunda ne amaç, ne de onun gerçekleşip gerçekleşmemesi, suçun oluşmasına etkilidir.
Sözle tehdit cürmü ani ve icrai bir suçtur. Kalkışmaya elverişli değildir. Suç, ağızdan çıkar çıkmaz oluşur. Söylenen sözlerde sergilenen amacın gerçekleşmesi diye bir cezalandırma koşulu, yasal suç tiplerinde öngörülmemiştir.
Tehdit suçuyla korunan varlık/menfaat/değer kişinin ruh dünyası ve iç huzurudur. Tehdit cürmü, potansiyel olarak taşıdığı fizik tehlike nedeniyle değil, mağdurda yarattığı, yol açabileceği ruhsal tedirginlik nedeniyle suç sayılmıştır. Oysa anılan Yargıtay kararlarında, tehdidin korkutuculuğu ve ciddiliğiyle tehdidin gerçekleşip gerçekleşmeyecek olması birbirlerine karıştırılmıştır. Kuşkusuz ikisi birbirinden ayrıdır ve fa tehdit sözlerinde sergilediği amaçları gerçekleştirmeyi düşünmese ve istemese bile suç oluşur.
Bununla da kalınmamakta, Yüksek Ceza Genel Kurulu kararlarında tehdit kastının eylemin ciddi olup olmamasıyla belirlendiği vurgulanmakta ve bu suretle de, kasıt gibi öznel ( sübjektif ) bir öğe, korkutuculuk gibi nesnel ( objektif ) bir öğenin varlığına bağımlı/endeksli kılınmaktadır. Burada da kavramlar birbirleriyle karıştırılmaktadır. Zira tehdit cürmünde ihlal edicilik ( ciddilik, korkutuculuk ) faile göre öznel ola değil, orta nitelikteki mağdurlara göre nesnel olarak belirlenmek gerekir. Tehdit edilen mağdura oranla belirlense bile, failin bilinç ve iradesine göre belirlenen suç kastıyla, mağdurun korkup korkmaması olgusunun uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Görülüyor ki, Yüksek Ceza Genel Kurulu ile İkinci Ceza Dairesi’nin kararlarında, yukarıdaki temel-süzme kavramlar iç içe ve birbirlerine karıştırılarak ele alınmıştır. Buna karşılık, Yüksek Dördüncü Ceza Dairesi’nin kararlarında, suç kastıyla eylemin ihlal ediciliği birbirinden özenle ayrılarak değerlendirilmiştir.
Özetle belirtmek gerekirse, Yüksek Ceza Genel Kurulu kararlarında, temel ve evrensel kavramların çoğu kez özleri ve içerikleri boşaltılmakta, başka anlamlarda kullanılmaktadırlar. Sergilenen gerekçelerde ise dayanılan nedenler, yukarıda da sık sık vurgulandığı üzere, birbirleriyle çelişmektedirler. Unutulmamalıdır ki, “çelişen nedenler, birbirlerini yok ederek, gerekçe yokluğuna yol açarlar”. Fransız Yargıtayı yüz yılı aşan bir süreden beri çelişik nedenlere dayalı kararları, sık sık bir özdeyiş biçiminde yinelediği bu gerekçeyle bozmaktadır.
Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur: Yüksek Ceza Genel Kurulu ve İkinci Ceza Dairesi kararlarıyla Yüksek Dördüncü Ceza Dairesi kararları arasında, gerek gerekçeler, kavramlar, yaklaşımlar ve gerekse ulaşılan sonuçlar açısından ortaya çıkan ayrılıklar; uçurum boyutundadırlar ve içtihatlar arasındaki bu aykırılıkların giderilmesi zorunludur.
III- Hukuk kimliğini Batıda arayan bir ülkede, küreselleşmenin ve medyatik çağın gereklerine uymalı, geleceğin yargıçlarını bağlayacak olan böylesine önemli ve duyarlı bir konu; hukuksal kavramlar, terimler ve kurumlar saydamlaştırılarak ve bilimsel içerikleri doğrultusunda kullanılarak Büyük Kurulun önüne getirilmeli, karşılaştırılmalı hukuktan eksiksiz yararlanılmalı ve her yönüyle tartışılarak sonuçlandırılmalıydı. Yirmibirinci yüzyıla evrilmeye duran Türkiye, yanlış çevirilerle, eksik öğreti ve yollamalarla yetinme lüksüne katlanamaz. Bilimi uygulamaya aktarmayı ilke edinmek zorundadır. Çünkü, uygulamayı bilimselleştirmeye çabalamak gibi bir yönteme bilimde yer yoktur.
- Bütün bunlara uyularak, yakın bir gelecekte içtihatlar arasındaki aykırılığın giderilmesi, kuşkusuz tutulacak en sağlıklı yol olacaktır.
- Müşteki ile arasında bir alacak meselesi bulunan sanığın, müştekinin evinin önüne gelip, “bu sana ders olsun” diyerek havaya birkaç el ateş etmesinden ibaret eyleminin, TCK’nın 106/2-a maddesine uyan silahla tehdit ve genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçlarını oluşturduğu ancak aynı Kanunun 44. maddesi uyarınca, sadece en ağır cezayı gerektiren tehdit suçundan hükümlülük kararı verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçe ve kanuni olmayan hukuki nitelendirme ile ayrıca TCK’nın 170/1-c maddesindeki genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan da mahkumiyet kararı verilmesi bozma nedenidir (Yargıtay 4. Ceza Dairesi – Karar: 2016/2101).
- Sanığın, müştekinin altı dükkan üstü ev olan ikametine av tüfeğiyle iki el ateş etmekten ibaret eyleminin; 106/2-a maddesine uyan silahla tehdit ve 170/1-c maddesinde düzenlenen genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçlarını oluşturduğu, aynı Kanunun 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima hükmü uyarınca, sadece daha ağır cezayı gerektiren silahla tehdit suçundan mahkumiyet kararı verilmesi gerekirken, yetersiz ve Kanuni olmayan gerekçelerle, 106/1. maddesinin 1. cümlesi kapsamında basit tehdit ve aynı Kanunun 170/1-c kapsamında genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçlarından iki ayrı mahkumiyet kararı verilmesi, bozma nedenidir (Yargıtay 4. Ceza Dairesi – Karar: 2013/15558).
- TCK’nın 106/2-d maddesinde tanımlanan ağırlaştırıcı nedeninin uygulanabilmesi için, tehdit “var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak” işlenmelidir. Bendin uygulanabilmesi için failin, var olan veya var sayılan suç örgütüne üye olması, yöneticisi olması gerekmediği gibi suç örgütünün, eylemden önce hukuken TCK’nın 220. maddesi ya da 3713 sayılı Kanun kapsamında örgüt olarak kabul edilmiş olması da şart değildir. Bendin ağırlaştırıcı neden olarak kabulü, tehdidin kaynağının suçla irtibatlı organize bir güce dayanması nedeniyle gerçekleştirilme olasılığının yüksekliği, tehlikenin nerede, ne zaman ve ne şekilde geleceğinin kestirilememesi, buna bağlı olarak da korunma ya da savunma yapmanın zor oluşudur. Korkutucu güç olarak “var olan veya var sayılan suç örgütlerinin” kullanılması, fiilin tehlikeliliğini, failin ise ciddiliğini, kararlılığını ortaya koyarken, mağdurda, muhatap olacağı bireysel tehdide göre daha yoğun korku, kaygı ve endişe yaratmaktadır. Mağdurun, bireysel tehdide göre daha yoğun korku, kaygı ve endişeye maruz kaldığının kabul edilebilmesi için, failin, suç örgütüyle dolaylı bile olsa bağlantısı olduğu veya olabileceği ya da en azından suç örgütü ile zayıf da olsa irtibatının bulunduğu ihtimaline inanmasını gerektirecek makul nedenlerinin bulunması gerekir. Yargılamaya konu somut olayda; medikal malzeme satan sanığın, e-mail adresinden müştekinin yetkilisi olduğu … Gazetesi’nin e-mail adresine “İğrenç bir milletsiniz, size kucak açıp bağrına basan bu millete karşı düşmanlığınız ve bize her fırsatta çamur atmanız tam bir iğrençlik ve bunun sorumlusu bu hükümet. Siz iğrenç, sadakatsiz, üç kuruşa milletini vatanını satacak milletsiniz. Unutmayın bizde daha çok Çatlılar, Samastlar var pis ermeniler” şeklinde tehdit içerikli mail göndermesi üzerine, iddianamede sanığın TCK’nın 106/2-b-d maddesinin uygulanması isteğiyle dava açıldığı, aynı gerekçelerle TCK’nın 106/2-d maddesiyle mahkumiyet kararı verildiği anlaşılmıştır. Ancak, yargılama konusu tehdit suçunda bir suç örgütünün oluşturduğu korkutucu güçten yararlanma öğesinin ne şekilde gerçekleştiği ve bunun sübutuna dair kanıtların neler olduğu karar yerinde açıklanıp, kanıtlarla ilişkili biçimde tartışılmadan, eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle suçun nitelikli halinin oluştuğu kabul edilip hüküm kurulması hukuka aykırıdır (Yargıtay 4. Ceza Dairesi – Karar: 2015/25931).
T.C.
YARGITAY
15. HUKUK DAİRESİ
E. 2018/5737
K. 2019/424
T. 4.2.2019
• KAZA NEDENİYLE MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT İSTEMİ ( Eser Sözleşmesinden Kaynaklı – Sadece 4857 S. Kanun Kapsamında Kalan İlişkilerde Uygulanan Hükümlere Dayalı Olarak Verilen Raporun Esas Alınmasının Doğru Görülmediği/Eser Sözleşmesi Konusunda Uzman İnşaat Bilirkişisi Seçilmek Suretiyle Yüklenici Konumundaki Davacı İle İş Sahibi Durumundaki Davalının Kusur Oranlarının Belirleneceği )
• TEHDİT EYLEMİ NEDENİ İLE MANEVİ TAZMİNAT İSTEMİ ( Davacının Tehdit Nedeniyle Kişilik Haklarının Zarara Uğradığını Kanıtlaması Durumunda Uygun Bir Manevi Tazminat Verileceği – Mahkemece Tehdit Suçu Nedeniyle Açılan Davanın Araştırılmaması ve Akıbetinin Beklenip Beklenmeyeceğinin Tartışılmamasının İsabetsiz Olduğu )
• BEKLETİCİ MESELE ( Eser Sözleşmesinden Kaynaklı Meydana Gelen Kaza Nedeniyle Maddi ve Manevi Tazminat İstemi – Davacının Yaralanmasıyla İlgili Olarak Ceza Davası Açıldığı ve Davada Rapor Alındığı/Mahkemece Ceza Mahkemesinin Dava Dosyalarının Getirtilip İncelenmek Suretiyle Bekletici Mesele Yapılıp Yapılmayacağının Değerlendirilmesi Gerektiği )
• MANEVİ TAZMİNAT İSTEMİ ( Tehdit Nedeniyle Uğranılan – Davalı Karşı Davacı Rızaen Yapmış Olduğu Giderleri Talep Edemez İse de Tehdit Nedeniyle Kişilik Haklarının Zarara Uğradığını Kanıtlaması Durumunda Uygun Bir Manevi Tazminat Verileceği )
ÖZET : Asıl dava, eser sözleşmesinden kaynaklanmakta olup, meydana gelen kaza nedeniyle maddi ve manevi tazminat, karşı dava ise, maddi ve manevi tazminatın tahsiline ilişkindir. Mahkemece sadece 4857 Sayılı Kanun kapsamında kalan ilişkilerde uygulanan hükümlere dayalı olarak verilen rapor esas alınıp hüküm kurulması doğru olmamıştır. Öte yandan davalı karşı davasında yapılan hastane masraflarını ve tehdit nedeniyle uğranılan manevi tazminat talebinde bulunmuş ise de, tehdit suçu nedeniyle açılan dava araştırılmamış ve akıbetinin beklenip beklenmeyeceği tartışılmamıştır. Davalı karşı davacı rızaen yapmış olduğu giderleri talep edemez ise de, tehdit nedeniyle kişilik haklarının zarara uğradığını kanıtlaması durumunda uygun bir manevi tazminat verilmelidir. Ancak, bu konuda açılmış bulunan ceza mahkemesi dosyası getirtilip incelenmemiştir. Yine Asliye Ceza Mahkemesi’nin dava dosyasında da, davacının yaralanmasıyla ilgili olarak ceza davası açıldığı ve davada rapor alındığı anlaşılmakta ise de, bu dava dosyası getirtilip kusur yönünden incelenmemiş ve bekletici mesele yapılıp yapılmayacağı da değerlendirilmemiştir. Bu nedenlerle mahkemece yapılacak iş, ceza mahkemesinin dava dosyalarının getirtilip incelenmek suretiyle, TBK’nın 74. ve HMK’nın 165. maddesi kapsamında, bekletici mesele yapılıp yapılmayacağının değerlendirilerek, eser sözleşmesi konusunda uzman inşaat bilirkişisi seçilmek suretiyle yüklenici konumundaki davacı ile iş sahibi durumundaki davalının kusur oranları belirlenmeli, asıl dava bu yönde değerlendirilmeli, karşı davada ise, tehdit nedeniyle açılan dava sonucu beklenip davalı karşı davacının kişilik haklarına saldırının varlığı araştırılmalı ve bu istem yönünden karar verilmelidir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2017/15-581
K. 2018/525
T. 13.11.2018
• TEHDİT ( Sanığın Mağdurun Başkalarıyla da Husumetinin Olması Sebebiyle Tehdit Suçunun Konusunu Oluşturduğu İddia Edilen Sözleri Söylediği ve Tehdit Kastının Bulunmadığı – Söylenen Sözlerle Mağduru Korkutmak Amacı Taşımadığı/Tehdit Suçunun Yasal Unsurlarının Oluşmadığı )
• GEÇMİŞE YÖNELİK SÖZ VE YORUMLAR ( Sanığın Daha Önce Gerçekleşmiş Bir Olaya İstinaden Söylediği Sözlerin Taraflar Arasındaki Konuşmanın Gelişimi Göz Önüne Alındığında Mağduru Korkutmak Amacı Taşımadığı Geçmişe Yönelik Yorum Ve Değerlendirme Amacıyla Söylenen Sözler Olduğu İleride Gerçekleşmesi Muhtemel Olan Bir Saldırı Niteliğinde Tehdit İçeren Sözler Olmadığı – Tehdit Suçunun Oluşmadığı )
ÖZET : Uyuşmazlık; sanığa atılı tehdit suçunun yasal unsurları ile sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir. Sanığın, mağdurun yöneticisi olduğu kooperatifin üyesi iken alacak-borç anlaşmazlığından dolayı üyelikten ayrıldığı ve bu sebeple mağdurla aralarında husumet bulunduğu, kooperatife borcu sebebiyle aleyhinde icra takibi yapılması üzerine olay günü saat 08.30 sıralarında telefon ile mağduru arayan sanığın “İcrayı sen mi gönderdin eve” diye sorduğu, mağdurun da “Avukat göndermiştir” dediği, bu görüşmeden sonra aynı gün saat 10.00 sıralarında evinin önünde park halindeki aracına zarar verilmiş olduğunu gören mağdurun, sanıktan şüphelenerek telefonla sanığı aradığı ve “benim arabanın camlarını niye kırdın” diye sorduğunda, sanığın “Benim bilgim yok, iftira etme, kim bilir kimin canını yaktın ki bu işi yapmış, ölmediğine dua et” diyerek tehdit ettiği iddia olunan olayda; tüm dosya kapsamına göre sanığın, mağdurun başkalarıyla da husumetinin olması sebebiyle tehdit suçunun konusunu oluşturduğu iddia edilen sözleri söylediği ve tehdit kastının bulunmadığı yönündeki aksi ispatlanamayan savunması, sanığın daha önce gerçekleşmiş bir olaya istinaden söylediği sözlerin taraflar arasındaki konuşmanın gelişimi göz önüne alındığında, mağduru korkutmak amacı taşımadığı, geçmişe yönelik yorum ve değerlendirme amacıyla söylenen sözler olduğu, ileride gerçekleşmesi muhtemel olan bir saldırı niteliğinde tehdit içeren sözler olmadığı anlaşıldığından, tehdit suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı kabul edilmelidir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2018/4-394
K. 2018/478
T. 25.10.2018
•TEHDİT SUÇU ( 5271 S.K. Md. 253/18 Uyarınca Uzlaştırma Girişiminin Sonuçsuz Kalması Hâlinde Tekrar Uzlaştırma Yoluna Gidilemeyeceği – Türk Ceza Muhakemesi Hukukunun Zaman Bakımından İlkesi Olan Derhal Uygulama İlkesinin Uygulanması Geriye Yürütülmemesi ve Bu Sebeple Daha Önceki Kanun Döneminde Yapılan ve Tamamlanmış Olan İşlemlerin Geçerliliğini Koruması Gerektiği/Soruşturma Evresinde Tarafların Kabul Etmemeleri Sebebiyle Sonuçsuz Kalan Uzlaştırma Girişimine Dair İşlemlerin Yenilenmesinin Gerekmediği )
• DERHAL UYGULAMA İLKESİ ( Yürürlüğe Giren Ceza Muhakemesi Kurallarının Aleyhe ya da Lehe Olup Olmadığına Bakılmaksızın Yürürlüğe Girdiği Tarihten Başlayarak İşlenen Bütün Olaylara Araya Zaman Girmeksizin Uygulanmasını İfade Ettiği – Soruşturma Evresinde Tarafların Kabul Etmemeleri Sebebiyle Sonuçsuz Kalan Uzlaştırmanın Maddi Ceza Hukuku Boyutunu İlgilendirmeyen Münhasıran Uzlaştırma Yöntemine Yönelik Olması Sebebiyle Usule Dair Olduğu Konusunda Kuşku Bulunmayan Değişikliğin Derhal Uygulama İlkesinin Zorunlu Bir Gereği Olarak Daha Önce Usulüne Uygun Olarak Yerine Getirilmiş Olan Uzlaştırma Girişimine Dair İşlemlerin Yenilenmesini Gerektirmediği )
• UZLAŞTIRMA ( 5271 S.K. Md. 253/18 Uyarınca Uzlaştırma Girişiminin Sonuçsuz Kalması Hâlinde Tekrar Uzlaştırma Yoluna Gidilemeyeceği – Soruşturma Evresinde Tarafların Kabul Etmemeleri Sebebiyle Sonuçsuz Kalan Uzlaştırmanın Maddi Ceza Hukuku Boyutunu İlgilendirmeyen Münhasıran Uzlaştırma Yöntemine Yönelik Olması Sebebiyle Usule Dair Olduğu Konusunda Kuşku Bulunmayan Değişikliğin Daha Önce Usulüne Uygun Olarak Yerine Getirilmiş Olan Uzlaştırma Girişimine Dair İşlemlerin Yenilenmesini Gerektirmediği/Derhal Uygulama İlkesi )
ÖZET : Dava, tehdit suçuna ilişkindir.
Uyuşmazlığın çözümü için, CMK’nın 253. maddesine, 6763 Sayılı Kanun ile eklenen 24 ve 25. fıkraların, karma bir yapıya sahip olan uzlaşmanın hangi boyutuna dair olduğunun tespiti gerekmektedir. 6763 Sayılı Kanun’un uyuşmazlık konusunu ilgilendiren fıkralarının gerekçesinde; söz konusu yasal değişikliğin uzlaştırmanın yöntemine dair olduğu ve bu değişikliklerle uzlaştırma kurumunun başarısını olumsuz etkileyen sakıncaların giderilmesinin ve bu alanın disipline edilmesinin amaçlandığı vurgulanmıştır. CMK’nın 253 maddesinin 18 fıkrasında ise uzlaştırma girişiminin sonuçsuz kalması hâlinde tekrar uzlaştırma yoluna gidilemeyeceği belirtilmiştir. Bu durumda soruşturma evresinde tarafların kabul etmemeleri sebebiyle sonuçsuz kalan uzlaştırmanın maddi ceza hukuku boyutunu ilgilendirmeyen, münhasıran uzlaştırma yöntemine yönelik olması sebebiyle usule dair olduğu konusunda kuşku bulunmayan değişikliğin, derhal uygulama ilkesinin zorunlu bir gereği olarak daha önce usulüne uygun olarak yerine getirilmiş olan uzlaştırma girişimine dair işlemlerin yenilenmesini gerektirmediği kabul edilmelidir. Bu itibarla, yerel mahkeme hükmündeki direnme gerekçesinin isabetli olduğuna ve dosyanın, uygulamanın denetlenmesi amacıyla Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2017/4-878
K. 2018/475
T. 25.10.2018
• TEHDİT SUÇU ( Maddi Gerçeğin Hiçbir Kuşkuya Yer Vermeyecek Şekilde Tespiti Bakımından Yakalama Teslim ve Tesellüm Tutanağını Düzenleyen ve Olayla İlgili Görgüye Dayalı Bilgisi Olması Gereken Polis Memurlarının Dinlenip Tüm Kanıtlar Birlikte Değerlendirilerek Sonucuna Göre Sanığın Hukuki Durumunun Belirleneceği – Eksik Araştırmayla Hüküm Kurulması Hatalı Olup Kararın Bozulması Gerektiği )
• OKUMA – YAZMA BİLMEME ( Mağdur ve Tanığın Kollukta Sanığın Mağduru Silahla Tehdit Ettiğini Beyan Etmelerine Rağmen Mahkemede Okuma Yazma Bilmediklerinden Kollukta Alınan İfade Tutanaklarını Okumadan İmzaladıklarını ve Bu Beyanlarını da Kabul Etmediklerini İfade Ettiği/Kolluk Tutanaklarında da Okur Yazar Olmadıklarının Belirtildiği ve Sanığın Atılı Suçu Kabul Etmediği – Hâkimin Kararını Ancak Duruşmaya Getirilmiş ve Huzurunda Tartışılmış Delillere Dayandırabileceği/Tüm Kanıtların Değerlendirilebilmesi İçin Hükmün Bozulması Gerektiği )
• EKİSK ARAŞTIRMA İLE HÜKÜM KURULMASI ( Mağdur ve Tanığın Okur Yazar Olmadıklarının Belirtildiği ve Sanığın Atılı Suçu Kabul Etmediği – Maddi Gerçeğin Hiçbir Kuşkuya Yer Vermeyecek Şekilde Tespiti Bakımından Yakalama Teslim ve Tesellüm Tutanağını Düzenleyen ve Olayla İlgili Görgüye Dayalı Bilgisi Olması Gereken Polis Memurlarının Dinlenip Tüm Kanıtlar Birlikte Değerlendirilerek Sonucuna Göre Sanığın Hukuki Durumunun Belirleneceği/Kararın Bozulması Gerektiği )
ÖZET : Dava, tehdit suçuna ilişkindir. Olayda, mağdur ve tanığın kollukta sanığın mağduru silahla tehdit ettiğini beyan etmelerine rağmen mahkemede okuma yazma bilmediklerinden kollukta alınan ifade tutanaklarını okumadan imzaladıklarını ve bu beyanlarını da kabul etmediklerini ifade etmeleri, kollukta düzenlenen ifade tutanaklarında da okur yazar olmadıklarının belirtilmesi, sanığın aşamalarda atılı suçu kabul etmemesi ve hâkimin kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabileceğine dair düzenleme karşısında; maddi gerçeğin hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde tespiti bakımından, yakalama teslim ve tesellüm tutanağını düzenleyen ve olayla ilgili görgüye dayalı bilgisi olması gereken polis memurlarının dinlenip tüm kanıtlar birlikte değerlendirilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekir. Eksik araştırmayla hüküm kurulması hatalı olup, kararın bozulması gerekir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2015/4-87
K. 2018/83
T. 13.3.2018
• TEHDİT SUÇU ( Suçun Yaptırımının Altı Aydan İki Yıla Kadar Hapis Cezası Olup Bu Suçun Asli Dava Zamanaşımı Süresinin Sekiz Yıl Kesintili Dava Zamanaşımı Süresinin On İki Yıl Olduğu/ Sanığın Suç Tarihi İtibarıyla Onbeş Yaşını Bitirmiş Ancak Onsekiz Yaşını Tamamlamamış Olduğu – Dava Zamanaşımını Kesen Son İşlem Mahkûmiyet Hükmü Olup Bu Tarihten Sonra Dava Zamanaşımını Kesen veya Durduran Bir İşlem Bulunmadığından Asli Dava Zamanaşımı Süresinin CGK’nun İnceleme Tarihinden Önce Dolmuş Olduğu/Davanın Düşmesi Gerektiği )
• DAVA ZAMANAŞIMI SÜRESİ ( Sanığın Suç Tarihi İtibarıyla Onbeş Yaşını Bitirmiş Ancak Onsekiz Yaşını Tamamlamamış Olduğu – Dava Zamanaşımını Kesen Son İşlem Mahkûmiyet Hükmü Olup Bu Tarihten Sonra Dava Zamanaşımını Kesen veya Durduran Bir İşlem Bulunmadığından Asli Dava Zamanaşımı Süresinin CGK’nun İnceleme Tarihinden Önce Dolmuş Olduğu/Mahkeme Hükmünün Gerçekleşen Dava Zamanaşımı Sebebiyle Bozulmasına Sanık Hakkındaki Kamu Davasının Düşmesine Karar Verilmesi Gerektiği )
• ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN DOLMUŞ OLMASI ( Sanık Hakkında Dava Zamanaşımını Kesen Son İşlem Mahkûmiyet Hükmü Olup Bu Tarihten Sonra Dava Zamanaşımını Kesen veya Durduran Bir İşlem Bulunmadığından Asli Dava Zamanaşımı Süresinin CGK’nun İnceleme Tarihinden Önce Dolmuş Olduğu – Mahkeme Hükmünün Gerçekleşen Dava Zamanaşımı Sebebiyle Bozulmasına
ÖZET : Tehdit suçunun yaptırımı altı aydan iki yıla kadar hapis cezası olup, bu suçun asli dava zamanaşımı süresi sekiz yıl, kesintili dava zamanaşımı süresi on iki yıldır. Sanığın suç tarihi itibarıyla onbeş yaşını bitirmiş, ancak onsekiz yaşını tamamlamamış olduğu göz önüne alındığında, suçta asli dava zamanaşımı 5 yıl 4 ay, kesintili dava zamanaşımı ise 7 yıl 12 aydır.
Sanık hakkında dava zamanaşımını kesen son işlem mahkûmiyet hükmü olup, bu tarihten sonra dava zamanaşımını kesen veya durduran başkaca bir işlem bulunmadığı gözetildiğinde, asli dava zamanaşımı süresi, CGK’nun inceleme tarihinden önce dolmuştur. Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulüyle özel dairenin bozma kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün gerçekleşen dava zamanaşımı sebebiyle bozulmasına, sanık hakkındaki kamu davasının düşmesine karar verilmelidir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2014/1-345
K. 2017/345
T. 20.6.2017
• TEHDİT (Sanığın Korkutmak Maksadıyla Mağduru Yaraladığını İkrar Ettiği/Sanığın Tehdidinin Ciddiliğini Vurgulamak Amacıyla Mağduru Yaraladığı – Sanığın Kasten Yaralama Suçundan da Mahkûmiyetine Karar Verilmesinde Bir İsabetsizlik Bulunmadığı)
• KASTEN YARALAMA (Sanığın Korkutmak Maksadıyla Mağduru Yaraladığını İkrar Ettiği/Sanığın Tehdidinin Ciddiliğini Vurgulamak Amacıyla Mağduru Yaraladığı – Sanığın Tehdit Suçundan da Mahkûmiyetine Karar Verilmesinin Doğru Olduğu)
• SANIĞIN KORKUTMAK MAKSADIYLA MAĞDURU YARALAMASI (Sanığın “Buradan Git Seni Keserim Seni Öldürürüm” Dedikten Sonra MağdurU Yaraladığı/Sanığın Tehdidinin Ciddiliğini Vurgulamak Amacıyla Mağduru Yaraladığı – Kasten Yaralama Suçunun Yanı Sıra Tehdit Suçundan da Mahkûmiyetine Karar Verileceği)
ÖZET : Uyuşmazlık; sanık hakkında kasten yaralama suçu yanında, tehdit suçunun da oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir. Sanık ile mağdurun kardeş oldukları, sanıkla kardeşleri arasında geçimsizlik bulunduğu, tanığın beyanlarına göre sanığın, kardeşlerinin ilçedeki eve gelmelerine karşı çıktığı, İstanbul’da ikamet eden mağdurun olay günü ilçeye gelmesi üzerine sanığın mağdurla tartışmaya başladığı, belinden çıkardığı sustalı çakıyı mağdura doğru sallayarak “Buradan git, seni keserim, seni öldürürüm” dedikten sonra çakı ile mağdurun göğsüne vurarak yaraladığı, sanığın korkutmak maksadıyla mağduru yaraladığını ikrar ettiği olayda; sanığın, tehdidinin ciddiliğini vurgulamak amacıyla mağduru yaralaması karşısında, 5237 Sayılı TCK’nun 106. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, kasten yaralama suçunun yanı sıra tehdit suçundan da mahkûmiyetine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2014/1-115
K. 2017/261
T. 9.5.2017
• SİLAHLA TEHDİT VE 6136 SAYILI KANUN’A AYKIRILIK (Sanığın Ele Geçirilemeyen Ruhsatsız Kalaşnikof Marka Uzun Namlulu Silahla Mağdurların İçerisinde Bulunduğu Araca Tehdit Kastı İle Birden Çok Kez Ateş Ettiği ve Aracın Bu Atışlardan İsabet Almadığı – Suçların Oluştuğu/Mahkumiyet Kararı Verileceği)
• TEHDİT KASTI İLE ARACA ATEŞ ETME (Mağdurların Olaydan Hemen Sonra Verdikleri Birbirleriyle ve Dosya İçeriğiyle Örtüşen Beyanları Tanık İfadesi Olay Yeri Tespit Tutanağı ve Olay Yerinde Bulunan Sokak Lambasının Faal Durumda Olduğu ve Olay Yerini Aydınlattığına Dair Olay Yeri Krokisi ve Uzmanlık Raporları Birlikte Değerlendirildiğinde Silahla Tehdit ve 6136 S. Kanuna Aykırılık Suçlarının Oluştuğu)
• RUHSATSIZ KALAŞNİKOF MARKA UZUN NAMLULU SİLAHLA ATEŞ ETME (Silahla Tehdit ve 6136 S. Kanuna Aykırılık – Sanığın Ele Geçirilemeyen Ruhsatsız Kalaşnikof Marka Uzun Namlulu Silahla Mağdurların İçerisinde Bulunduğu Araca Tehdit Kastı İle Birden Çok Kez Ateş Ettiği ve Aracın Bu Atışlardan İsabet Almadığı – Suçların Oluştuğu/Mahkumiyet Kararı Verileceği)
ÖZET : Uyuşmazlık; sanığın üzerine atılı silahla tehdit ve 6136 Sayılı Kanuna aykırılık suçlarının sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Mağdurlardan … ile sanık … arasında geçmişten kaynaklanan husumet bulunduğu, suç tarihinden önce sanığın evinin Kalaşnikof marka tüfekle tarandığı, olay yerinde 19 adedi aynı 1 adedi farklı olmak üzere iki ayrı tüfekten atılmış toplam 20 adet Kalaşnikof mermi kovanı bulunduğu, sanığın bu olay sebebiyle mağdurlardan …’tan şikâyetçi olduğu, yapılan yargılama sonucunda … hakkında delil yetersizliği sebebiyle beraat kararı verildiği, bu olaydan dört ay kadar sonra Erzurum il merkezinde ikamet eden mağdurlardan …’ın bir cenaze sebebiyle sanığın yaşadığı Başköy köyüne gittiği, aracına aldığı diğer mağdur … ile köyden ayrılacağı sırada, sanığın ele geçirilemeyen ruhsatsız Kalaşnikof marka uzun namlulu silahla, mağdurların içerisinde bulunduğu araca tehdit kastı ile birden çok kez ateş ettiği, aracın bu atışlardan isabet almadığı, olay yeri inceleme ekibince olay yerinde 3 adet boş Kalaşnikof kovanı bulunduğu, bulunan bu üç kovanın sanığın evinin kurşunlanması olayında olay yerinde bulunan 20 kovandan 1’i ile aynı tüfekten atıldığının tespit edildiği, yine olay yerinde bulunan kovanların aynı köyde 1997 yılında meydana gelen silahla tehdit olayında kullanılan tüfekten atılmış olduğunun uzmanlık raporu ile belirlendiği, tanık …’ün de olay sırasında 3 el silah sesi duyduğunu beyan ettiği olayda; mağdurların olaydan hemen sonra verdikleri birbirleriyle ve dosya içeriğiyle örtüşen beyanları, tanık ifadesi, olay yeri tespit tutanağı, olay yerinde bulunan sokak lambasının faal durumda olduğu ve olay yerini aydınlattığına dair olay yeri krokisi ve uzmanlık raporları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın üzerine atılı suçları işlediği hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde sübuta ermiştir. Bu itibarla, sanığın silahla tehdit ve 6136 Sayılı Kanuna aykırılık suçlarından mahkûmiyetine dair yerel mahkeme hükmü isabetlidir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2016/14-995
K. 2017/41
T. 31.1.2017
• SİLAHLA TEHDİT / ATEŞLİ SİLAHLAR KANUNU’NA MUHALEFET (Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma – İnceleme Dışı Sanıklar İle Mağdurun Mümkünse Sanıkla Yüzleştirilerek Mümkün Olmadığı Takdirde Sanığın Fotoğrafı Başka Kişilere Ait Fotoğraflarla Birlikte Kendilerine Gösterilerek Olayı Gerçekleştiren Kişinin Sanık Olup Olmadığının Sorulacağı)
• KİŞİYİ HÜRRİYETİNDEN YOKSUN KILMA (Silahla Tehdit/6136 S. Kanuna Muhalefet – Suç Tarihinde Sanığın Kullandığı GSM Hattına Ait İletişim Kayıtlarının Getirtilerek Olay Yerinden Sinyal Bilgisi Alıp Almadığının Belirleneceği/Farklı Şehirdeki İş Yerinden Sanığın Suç Tarihinde İş Yerinde Fiilen Çalışıp Çalışmadığının Sorulması Gerektiği)
• SUÇU İŞLEYEN KİŞİ İLE SANIĞIN AYNI KİŞİ OLUP OLMADIĞI (Diğer Sanıklarla Mağdurun Sanıkla Yüzleştirilerek Mümkün Değilse Sanığın Fotoğrafı Başka Kişilerin Fotoğrafları İle Birlikte Gösterilerek Olayı Gerçekleştiren Kişinin Sanık Olup Olmadığı Sorulacağı – Silahla Tehdit/Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma/6136 S. Kanuna Muhalefet)
ÖZET : Uyuşmazlık; yargılama konusu suçları işleyen belirtilen isimli kişi ile sanığın aynı kişi olup olmadığı hususunda eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkindir. Sanığın, kendisinin kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, silahla tehdit ve 6136 sayılı kanuna muhalefet suçlarını işleyen, olayı gerçekleştiren kişi olmadığı, mağdur ve inceleme dışı sanıkları tanımadığı ve askerlik hizmeti dışında İstanbul ilinden hiç ayrılmadığına dair istikrarlı savunması; kollukta belirtilen isimli şahsın fiziksel görünümüne dair ayrıntılı anlatım yapan mağdurun, duruşmada sanığa ait güncel fotoğraflar gösterildiğinde olayı gerçekleştiren şahsın kesinlikle fotoğrafları gösterilen kişi olmadığını beyan etmesi, emin olmamakla birlikte sanığa benzettiği nüfus cüzdanı suretindeki fotoğrafın da olaydan yedi yıl öncesine ait olması, inceleme dışı sanığın her ne kadar sanığın siyah beyaz fotoğrafının eylemleri gerçekleştiren kişiye ait olduğunu belirtmiş ise de, bu kişi hakkında verdiği kişisel bilgiler ile sanığa ait kişisel bilgilerin uyumlu olmaması karşısında; öncelikle inceleme dışı sanıklar ile mağdurun mümkünse sanıkla yüzleştirilerek, mümkün olmadığı takdirde sanığın fotoğrafı başka kişilere ait fotoğraflarla birlikte kendilerine gösterilerek olayı gerçekleştiren kişinin sanık olup olmadığının sorulması; suç tarihinde sanığın kullandığı GSM hattına ait iletişim kayıtlarının getirtilerek olay yerinden sinyal bilgisi alıp almadığının belirlenmesi, farklı şehirde faaliyet gösteren iş yerinden sanığın suç tarihinde adı geçen iş yerinde fiilen çalışıp çalışmadığının sorulması ve sonucuna göre sanığın hukukî durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma ile hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2015/1-364
K. 2017/6
T. 17.1.2017
• SİLAHLA TEHDİT ( Sanığın Kendi Odasından Kardeşi Mağdurun Odasına Doğru Rastgele Ateş Etmek Suretiyle Hem Kendi Odasının Camlarını Hem de Mağdurun Odasının Camlarını Kurşunlaması – Suçun Mağdurunun İç Huzurunu Bozmaya Mağdurda Korku ve Endişe Oluşturmaya Objektif Olarak Elverişli Olması Sebebiyle Sanığın TehditKastıyla Hareket Ettiğinin Kabulü Gerektiği )
• HUZUR BOZMAYA YÖNELİK SİLAHLA ATEŞ ETME ( Sanığın Kendi Odasından Kardeşi Mağdurun Odasına Doğru Rastgele Ateş Etmek Suretiyle Hem Kendi Odasının Camlarını Hem de Mağdurun Odasının Camlarını Kurşunlaması – Sanığın Silahla Tehdit Suçundan Cezalandırılması Gerektiği )
• ZİNCİRLEME SUÇ ( Sanığın Kendi Odasından Mağdurun Odasına Doğru Rastgele 12 El Ateş Etmek Suretiyle Hem Kendi Hem de Mağdurun Odasının Camlarını Kırması Şeklindeki Eyleminin Mağdur İle Birlikte Mağdura da Yönelik Olması Karşısında Sanığın Aynı Suçu Her İki Mağdura Karşı Hukuken Tek Bir Fiille İşlemesi Nedeniyle Sanık Hakkında Zincirleme Suç Hükmünün Uygulanması Gerektiği )
ÖZET : Uyuşmazlık; sanığın üzerine atılı silahla tehdit suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının, silahla tehdit suçunun oluştuğunun kabulü halinde ise, sanığın atılı suçu zincirleme biçimde işleyip işlemediğinin belirlenmesine ilişkindir. Sanık ve mağdurların kardeş olup aynı şirketin ortakları olduğu, şirketin üst katında sanık ile mağdurun, her biri toplam 12’şer mm kalınlığında çift katlı camlarla kapatılmış bölmeleri oda olarak kullandıkları, sanık ile mağdurun odalarının karşılıklı olup aralarında 2 metre genişliğinde koridor bulunduğu, mağdurun odasının ise koridorun sonunda olduğu, sanık ile mağdurların ortaklığı sona erdirme kararı almalarına rağmen bu hususta gerekli adımları atmadıkları, olay tarihinde de sanığın mağdurları telefonla arayıp bu hususu görüşmek istemesi üzerine, mağdurun sanığın odasına geldiği, sanığın masasında alkol aldığını gören İbrahim’in sanığa, bu halde kendisiyle konuşamayacağını söyleyerek sanığın odasından çıkıp kendi odasına geçtiği, sanığın daha sonra oturduğu yerden ruhsatlı tabancası ile kendi odasının jaluzi perdeyle kapatılmış camlarına doğru rastgele 12 el ateş ettiği, kendi odasının camlarını delen mermilerin karşıda bulunan mağdurun odasının camlarını da delerek mağdurun çalışma masasına ve duvarına isabet ettiği anlaşılmaktadır. Somut olayda; sanığın kendi odasından mağdurun odasına doğru rastgele ateş etmek suretiyle, hem kendi odasının camlarını hem de mağdurun odasının camlarını kurşunlaması şeklindeki eyleminin, suçun mağdurunun iç huzurunu bozmaya, mağdurda korku ve endişe oluşturmaya objektif olarak elverişli olması sebebiyle sanığın tehdit kastıyla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Bu nedenle, yerel mahkemece sanığın silahla tehdit suçundan cezalandırılmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
T.C.
YARGITAY
4. CEZA DAİRESİ
E. 2014/35651
K. 2018/22047
T. 18.12.2018
• SİLAHLA TEHDİT SUÇU ( Sanığın İstikrarlı Savunması Katılanın Soyut İddiası Dışında Delil Bulunmaması ve Tanığın da Görgüye Dayalı Bilgisinin Olmaması Karşısında Katılanın Beyanına Ne Suretle İtibar Edildiği Açıklanmadan Eksik Kovuşturma ve Yetersiz Gerekçeyle Hüküm Kurulmasının Hatalı Olduğu )
• DELİL YETERSİZLİĞİ ( Silahla Tehdit – Sanığın Atılı Suçu İşlemediğine Dair Aşamalarda Değişmeyen İstikrarlı Savunması Katılanın Soyut İddiası Dışında Delil Bulunmaması ve Tanığın da Görgüye Dayalı Bilgisinin Olmaması Karşısında Katılanın Beyanına Ne Suretle İtibar Edildiği Açıklanmadan Hüküm Kurulmasının Doğru Olmadığı )
• 6136 SAYILI YASAYA MUHALEFET ( Suçta Kullanıldığı İddia Edilen Silahın Ele Geçirilememesi ve 6136 Sayılı Kanun Kapsamında Yasak Niteliğine Haiz Ateşli Silahlardan Olup Olmadığına Dair Ekspertiz Raporunun da Bulunmaması Karşısında 6136 Sayılı Yasaya Muhalefet Suçunun Yasal Unsurlarının Oluşmadığı )
ÖZET : Sanığın atılı suçu işlemediğine dair aşamalarda değişmeyen istikrarlı savunması, katılanın soyut iddiası dışında delil bulunmaması ve tanığın da görgüye dayalı bilgisinin olmaması karşısında, katılanın beyanına ne suretle itibar edildiği açıklanmadan eksik kovuşturma ve yetersiz gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması, hatalıdır. Sanık hakkında 6136 Sayılı yasaya muhalefet suçundan kurulan hüküm yönünden ise; suçta kullanıldığı iddia edilen silahın ele geçirilememesi ve 6136 Sayılı Kanun kapsamında yasak niteliğine haiz ateşli silahlardan olup olmadığına dair ekspertiz raporunun da bulunmaması karşısında, 6136 Sayılı Yasaya muhalefet suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden mahkumiyet kararı verilmesi, isabetsizdir.
T.C.
YARGITAY
4. CEZA DAİRESİ
E. 2014/36541
K. 2018/22240
T. 20.12.2018
•TEHDİT SUÇU ( Sanığa Yüklenen Fiilin Suç Oluşturmayacağının Açıkça Anlaşılması Durumunda Uygulanabilmesi ve Somut Olay Bakımından ise Böyle Bir Durumun Söz Konusu Olmadığı – Sanığın Yöntemince Sorgusu Yapılıp Tüm Deliller Birlikte Değerlendirildikten Sonra Hüküm Kurulması Gerektiği Gözetilmeden ve Ayrıca Sanığın Vazgeçmeyi Kabul Edip Etmediği Belirlenmeden Sanık Hakkında Atılı Suçlardan Düşme Kararı Verilmesinin Hatalı Olduğu )
• TEHDİT SUÇUNUN MANEVİ ÖĞESİ ( Genel Kast Olduğu – Kavga ve Tartışma Sırasında Haksız Bir Fiilin Kendisinde Husule Getirdiği Şiddetli Öfke ve Elemin Failin İradesini Etkileyen Bir Etken Olarak Kusur Yeteneğinde Meydana Getirdiği Azalma Nedeniyle Koşulları Varsa Ancak Yasal İndirim Nedeni Olarak Kabul Edilebilmesinin Olanaklı Olduğu/Önceden İlke Boyutunda Kastı Kaldıran ve Suçun Oluşumunu Engelleyen Bir Husus Olarak Kabulünün Mümkün Bulunmadığı )
• UZLAŞTIRMA ( Sanığın Eyleminin Tehdit Suçu Olarak Kabulü Halinde ise Uzlaşma Hükümleri Yeniden Düzenlenmiş ve Sanığa İsnat Edilen Tehdit Suçunun Uzlaştırma Kapsamında Bulunduğu Anlaşıldığı – Uzlaştırma İşlemi Uygulanarak Sonucuna Göre Sanığın Hukuki Durumunun Bu Kapsamda Tekrar Değerlendirilip Belirlenmesinde Zorunluluk Bulunmasının Bozmayı Gerektirdiği )
ÖZET : Dava, tehdit suçuna ilişkindir. Sanığa yüklenen fiilin suç oluşturmayacağının açıkça anlaşılması durumunda uygulanabilmesi ve somut olay bakımından ise böyle bir durumun söz konusu olmaması karşısında, sanığın yöntemince sorgusu yapılıp tüm deliller birlikte değerlendirildikten sonra hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden ve ayrıca sanığın vazgeçmeyi kabul edip etmediği belirlenmeden sanık hakkında atılı suçlardan düşme kararı verilmesi hatalıdır.
Tehdit suçunun manevi öğesi genel kasttan ibaret olup suçun yasal tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek işlenmesini ifade eder. Olayda tasarlamanın varlığı aranmadığı gibi, saikin de önemi yoktur. Kavga ve tartışma sırasında haksız bir fiilin kendisinde husule getirdiği şiddetli öfke ve elemin ( gazabın ) failin iradesini etkileyen bir etken olarak kusur yeteneğinde meydana getirdiği azalma nedeniyle koşulları varsa ancak yasal indirim nedeni olarak kabul edilebilmesi olanaklı ise de, önceden ilke boyutunda kastı kaldıran ve suçun oluşumunu engelleyen bir husus olarak kabulü mümkün bulunmamaktadır.
Sanığın eyleminin tehdit suçu olarak kabulü halinde ise; uzlaşma hükümleri yeniden düzenlenmiş ve sanığa isnat edilen tehdit suçunun uzlaştırma kapsamında bulunduğu anlaşılmış olmakla, uzlaştırma işlemi uygulanarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun bu kapsamda tekrar değerlendirilip belirlenmesinde zorunluluk bulunması bozmayı gerektirir.
Sanığın sarf ettiği sözlerinin tehdit suçunu oluşturduğu gözetilmeden, kanunda düzenlenen basit tehdit suçu kapsamında kaldığından bahisle sanık hakkında tehdit suçundan açılan kamu davasının vazgeçme nedeniyle düşürülmesine kararı verilmesi hatalıdır. Açıklanan nedenle kararın bozulması gerekir.
T.C.
YARGITAY
4. CEZA DAİRESİ
E. 2014/34468
K. 2018/22225
T. 20.12.2018
DAVA : Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:
KARAR : Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
1-)Sanığın, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcısına, dosyada şikayetçi sıfatını taşıyan katılanı kastederek söylediği tehdit içeren sözlerinin, tutanak düzenleme yetkisi ve görevi olan Cumhuriyet savcısı tarafından yapılacak işlem sonucu, katılan … tarafından öğrenilebileceği nazara alınarak, iletme kastının bulunduğu ve bu nedenle olayda tehdit suçunun unsurlarının oluştuğu gözetilmeden, sanığın iletme kastı olmadığı şeklindeki yerinde olmayan gerekçeyle beraat kararı verilmesi,
2-)Bozmaya uyulup tehdit eyleminden mahkumiyet hükmü kurulması halinde ;
02/12/2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 Sayılı Kanun’un 34. maddesiyle değişik 5271 Sayılı CMK’nın 253. maddesi ve maddeye eklenen fıkraya göre uzlaşma hükümleri yeniden düzenlenmiş ve sanığa isnat edilen TCK’nın 106/1. maddesi kapsamındaki tehdit suçunun uzlaştırma kapsamında bulunduğu anlaşılmış olmakla, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2 ve 7. maddeleri de gözetilerek, uzlaştırma işlemi uygulanarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun bu kapsamda tekrar değerlendirilip belirlenmesinde zorunluluk bulunması,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, üst Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, diğer yönleri incelenmeksizin HÜKMÜN 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 Sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 20/12/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
4. CEZA DAİRESİ
E. 2014/33813
K. 2018/20743
T. 29.11.2018
DAVA : Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:
KARAR : Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede:
1-) 5237 Sayılı TCK’nın 106. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde, bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişinin altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı belirtilerek tehdit suçunun temel şekli düzenlenmiştir. Tehdit fiili, kişinin ruh dinginliğini bozan, iç huzurunu, bilinç ve irade özgürlüğünü ihlal eden bir olgudur. Fiilin mağdur üzerinde ciddi bir korku yaratabilmesi açısından sonuç almaya objektif olarak elverişli, yeterli ve uygun olması gerekir. Ayrıca tehdidin somut olayda muhatap üzerinde etkili olması şart değildir. Bu nedenle çok istisnai haller hariç mağdurun korkup korkmadığının araştırılması gerekmez. Tehdit suçunun manevi öğesi genel kasttan ibaret olup suçun yasal tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek işlenmesini ifade eder. Olayda tasarlamanın varlığı aranmadığı gibi, saikin de önemi yoktur. Kavga ve tartışma sırasında haksız bir fiilin kendisinde husule getirdiği şiddetli öfke ve elemin (gazabın) failin iradesini etkileyen bir etken olarak kusur yeteneğinde meydana getirdiği azalma nedeniyle koşulları varsa ancak yasal indirim nedeni olarak kabul edilebilmesi olanaklı ise de, önceden ilke boyutunda kastı kaldıran ve suçun oluşumunu engelleyen bir husus olarak kabulü mümkün değildir.
Somut olaya gelince;
Sanığın aşamalardaki savunmasında, aralarında çıkan tartışmada mağdur …’e, “senin dilini keserim” dediğini beyan etmesi, yerel Mahkeme tarafından da sanığın mağdura anılan tehdit sözlerini söylediğinin kabul edilmesi karşısında; sanığın mağdura söylediği kabul edilen “senin dilini keserim” şeklindeki sözlerinin TCK’nın 106/1-1. cümle kapsamındaki tehdit suçunu oluşturduğu gözetilmeden, sanık hakkında yasal olmayan gerekçeyle atılı suçtan beraat kararı verilmesi,
2-) Sanığın eyleminin TCK’nın 106/1-1. cümle kapsamındaki tehdit suçunu oluşturduğunun kabulü halinde ise; 02/12/2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 Sayılı Kanun’un 34. maddesiyle değişik 5271 Sayılı CMK’nın 253. maddesi ve maddeye eklenen fıkraya göre uzlaşma hükümleri yeniden düzenlenmiş ve sanığa isnat edilen TCK’nın 106/1. maddesi kapsamındaki tehdit suçunun uzlaştırma kapsamında bulunduğu anlaşılmış olmakla, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2 ve 7. maddeleri de gözetilerek, uzlaştırma işlemi uygulanarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun bu kapsamda tekrar değerlendirilip belirlenmesinde zorunluluk bulunması,
SONUÇ : Kanuna aykırı, o yer Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 29.11.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
4. CEZA DAİRESİ
E. 2018/4700
K. 2018/17612
T. 17.10.2018
• TEHDİT SUÇU ( Uzlaştırma İşlemleri Gerçekleştirilmeden Kurulan ve Tehdit Suçundan Sanığın Hapis Cezasıyla Cezalandırılmasına Hapis Cezasının Ertelenmesine Dair Kararda İsabet Bulunmadığı )
• KAMU GÖREVLİSİNE HAKARET ( Şikayet Yokluğu Sebebiyle Kamu Davasının Düşmesine Hükmolunduğu – Bu Sebeple de Anılan Suçun İşlendiğinden Bahsedilemeyeceği İçin Tehdit Suçu Yönünden Uzlaştırmaya Engel Olan Hükmün Uygulanma Olanağı Kalmadığı )
• UZLAŞTIRMA ( Tehdit Suçunun Kamu Görevlisine Hakaret Suçuyla Birlikte İşlendiğinin İddia Edilmesi Sebebiyle Uzlaştırma Kapsamı Dışında Kaldığı – Kamu Görevlisine Hakaret Suçuyla İlgili Şikayet Yokluğu Sebebiyle Kamu Davasının Düşmesine Hükmolunduğu/Tehdit Suçu Yönünden Uzlaştırmaya Engel Olan Hükmün Uygulanma Olanağı Kalmadığı )
ÖZET : Sanığın işlediği iddia olunan TCK’nın 125. maddesinin üçüncü fıkrasının a bendinde düzenlenen kamu görevlisine hakaret suçu müstakilen uzlaştırmaya tabi değildir. Yine sanığa isnat edilen anılan Kanun’un 106. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde düzenlenen tehdit suçu, suç tarihi itibariyle uzlaştırma kapsamında bulunmayıp 6763 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 34 ve 35. maddeleriyle, 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanun’un 253 ve 254. maddelerinde yapılan değişiklik çerçevesinde uzlaştırma kapsamına alınmış ancak, somut olayda kamu görevlisine hakaret suçuyla birlikte işlendiğinin iddia edilmesi sebebiyle CMK’nın 253/3. maddesindeki düzenleme uyarınca uzlaştırma kapsamı dışında kalmıştır. Yapılan yargılama neticesinde ise, sanığın kamu görevlisine hakaret suçunun TCK’nın 125/1. maddesinde düzenlenen hakaret suçu kapsamında kaldığı kanaatine varılıp şikayet yokluğu sebebiyle kamu davasının düşmesine hükmolunmuş, bu sebeple de anılan suçun işlendiğinden bahsedilemeyeceği için, tehdit suçu yönünden uzlaştırmaya engel olan CMK’nın 253/3. maddesinin uygulanma olanağı kalmamıştır. Tehdit suçu yönünden CMK’nın 254. maddesi gereğince uzlaştırma işlemlerinin yapılması gerekmektedir. Tüm bu nedenlerle; uzlaştırma işlemleri gerçekleştirilmeden kurulan ve tehdit suçundan sanığın, TCK’nın 106/1-1. cümle, 29 ve 62. maddeleri uyarınca 3 ay 22 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına, TCK’nın 51. maddesi gereğince hapis cezasının ertelenmesine dair kararda isabet bulunmamaktadır.
T.C.
YARGITAY
4. CEZA DAİRESİ
E. 2017/15951
K. 2018/9191
T. 10.5.2018
• TEHDİT SUÇU ( Mahkemece Sanıklar Katılan ve Tanıkların Anlatımlarının Yöntemince İrdelenmesi ve Tüm Kanıtlar Birlikte Değerlendirilerek Hangi Anlatıma Hangi Sebeple Üstünlük Tanındığı Açıklanarak Karar Verileceği – Sanık Katılan ve Tanıkların Anlatımlarının Çelişkili Olması )
• SANIK KATILAN VE TANIKLARIN ANLATIMLARININ ÇELİŞKİLİ OLMASI ( Anlatımlarının Yöntemince İrdelenmesi ve Tüm Kanıtlar Birlikte Değerlendirilerek Hangi Anlatıma Hangi Sebeple Üstünlük Tanındığı Açıklanarak Karar Verileceği – Tehdit Suçu )
• ÇELİŞKİLİ BEYAN ( Tehdit Suçu – Sanıklar Katılan ve Tanıkların Anlatımlarının Yöntemince İrdelenmesi ve Tüm Kanıtlar Birlikte Değerlendirilerek Hangi Anlatıma Hangi Sebeple Üstünlük Tanındığı Açıklanarak Sonuca Gidileceği )
ÖZET : Dava; tehdit suçuna ilişkindir. Sanıkların soruşturma ve kovuşturma evresinde tutarlı olarak katılanı tehdit etmedikleri şeklindeki savunmaları, katılanın kovuşturma evresinde, “şartla tahliye olan … bana, bir kaç yıl da senin için yatarım diyerek tehdit etti. Olay esnasında Yaşar’ın dışındaki diğer sanıkların beni tehdit edip etmediklerini hatırlamıyorum” şeklindeki anlatımı, katılanın eşi olan tanık …’ın “sanıklar Yaşar ve Durak’ın vurun, öldürün diye bağırdığını duydum” biçimindeki katılanla çelişir ifadesi ve tanık …’un ise “ben sanıkların Murat’a sinkaflı sövüp hakaret ettiklerini duydum” diyerek tehdit sözlerinden hiç bahsetmediğinin anlaşılması karşısında, sanıklar, katılan ve tanıkların anlatımlarının yöntemince irdelenmesi ve tüm kanıtlar birlikte değerlendirilerek hangi anlatıma hangi sebeple üstünlük tanındığı açıklanıp sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının belirlenmesi gerektiği gözetilmeden, eksik araştırma ve yetersiz gerekçe ile tehdit suçlarından mahkumiyet hükümleri kurulması, bozmayı gerektirmiştir.