Nüfuz Ticareti (TCK Md.255), İrtikap (TCK Md.250), Kamu Görevlileri İle İlişkisi Olduğundan, Onlar Nezdinde Hatırı Sayıldığından Bahisle ve Belli Bir İşin Gördürüleceği Vaadiyle Aldatarak Nitelikli Dolandırıcılık Suçları (TCK Md.158/,2-158/1-d,e,L)
6 Mayıs 2019CEZA ve HUKUK MUHAKEMESİNDE ”MENFAAT ÇATIŞMASI”-”TARAF DEĞİŞTİRME YASAĞI”-” VEKALETTEN ÇEKİLME ve AZİL” KAVRAMLARI ve AVUKATLIK KANUNU Md.38/b Bağlamında Değerlendirilmesi
3 Ekim 20203713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu
Terör, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci maddesinde aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır;
Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.
Türk hukukunda terör, Türkiye aleyhine gerçekleştirilen eylemlerle sınırlı tutulmuş ve yabancı bir devlete veya uluslararası bir örgüte karşı girişilecek eylemler terör tanımı kapsamında değerlendirilmemiştir. 3713 sayılı Kanunun 3 ncü maddesi terör suçlarını ve 4 ncü maddesi ise terör amacıyla işlenen suçları düzenlemiştir. Anılan Kanunun 3 üncü maddesinde yer alan Terör suçları aşağıda sıralanmıştır.
- -Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak (TCK-madde 302),
- -Askeri tesisleri tahrip ve düşman askeri hareketleri yararına anlaşma (TCK-madde 307),
- -Anayasayı ihlal (TCK-madde 309),
- -Yasama Organına karşı suç (TCK-madde 311),
- -Hükümete karşı suç (TCK-madde 312),
- -Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı silahlı isyan (TCK-madde 313),
- -Silahlı Örgüt (TCK-madde 314),
- -Örgüte silah sağlamak (TCK-madde 315),
- -Yabancı hizmetine asker yazma, yazılma (TCK-madde 320),
- -Cumhurbaşkanına suikast (TCK-madde 310/1),
3713 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinde sayılan terör amacıyla işlenen suçlar ise şu şekilde sıralanabilir.
- Göçmen kaçakçılığı, insan ticareti, kasten öldürme, başkasını intihara teşvik, kasten yaralama, eziyet, bir başkasını; kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına bir saldırı gerçekleştireceği şeklinde tehdit etme, şantaj, cebir, kişiyi özgürlüğünden yoksun bırakma, eğitim ve öğretimin engellenmesi, kamu kurumu veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının faaliyetlerinin, siyasi hakların, inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasının engellenmesi, konut dokunulmazlığının, iş ve çalışma hürriyetinin ihlali, sendikal hakların engellenmesi, nitelikli hırsızlık, yağma, nitelikli yağma, mala zarar verme, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması, radyasyon yayma, atom enerjisiyle patlamaya neden olma, tehlikeli maddelerin izinsiz bulundurulması veya el değiştirmesi, içilecek sulara, her çeşit besine zehir katarak veya başka şekillerde bozarak kişilerin hayatını ve sağlığını tehlikeye düşürme, uyuşturucu ve uyarıcı madde imal ve ticareti, para ve kıymetli damgaların üretiminde kullanılan alet ve malzemenin izinsiz üretimi, mühürde sahtecilik, resmi belgede sahtecilik, halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit, suç işlemeye tahrik, suçu veya suçluyu övme, ulaşım araçlarının kaçırılması veya alıkonulması, kıta sahanlığında veya münhasır ekonomik bölgedeki sabit platformların işgali, bilişim sistemine girme, sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme, görevi yaptırmamakta direnme, kaçmaya imkân sağlama, devletin egemenlik alametlerini aşağılama, suç için anlaşma, askeri komutanlıkların gaspı, halkı askerlikten soğutma ve askerleri itaatsizliğe teşvik ve cumhurbaşkanına suikast dışındaki fiili saldırılar, 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan suçlar (ateşli silah kaçakçılığı vb.), 6831 sayılı Orman Kanununda yer alan orman yangını çıkarmak, 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda yer alan hapis cezası gerektiren suçlar (teşekkül halinde kaçakçılık vb.), olağanüstü hal ilanına neden olan suçlar (şiddet olayları vb. nedenlerle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması), 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması Kanununda yer alan kültür ve tabiat varlıklarının yurt dışına çıkarılması.
18.07.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5532 sayılı Terörle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunun 8 inci maddesinde düzenlenen terörün finansmanı suçu aşağıdaki şekildedir:
- Her kim tümüyle veya kısmen terör suçlarının işlenmesinde kullanılacağını bilerek ve isteyerek fon sağlar veya toplarsa, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Fon, kullanılmamış olsa dahi, fail aynı şekilde cezalandırılır.
- Bu maddenin birinci fıkrasında geçen fon; para veya değeri para ile temsil edilebilen her türlü mal, hak, alacak, gelir ve menfaat ile bunların birbirine dönüştürülmesinden hasıl olan menfaat ve değer anlaşılır.
Söz konusu maddede terörün finansmanı suçunu işleyenlerin örgüt üyesi olarak cezalandırılacağı belirtilmiş, anılan Kanunun 7 nci maddesinde de örgüt üyelerinin Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılacağı hüküm altına alınmıştır. Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesinde ise örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verileceği belirtilmiştir. Dolayısıyla Türk hukukuna göre terörün finansmanı suçunun cezası 5 yıldan 10 yıla kadar hapis cezasıdır.
Diğer taraftan, 3713 sayılı Kanunun 8/A maddesinde; anılan Kanun kapsamına giren suçların kamu görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi halinde verilecek cezanın yarı oranında artırılacağı belirtilmiştir. Aynı Kanunun 8/B maddesinde ise; bu Kanun kapsamına giren suçların bir tüzel kişiliğin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, Türk Ceza Kanununun 60 ıncı maddesine göre iznin iptali ve malvarlıklarının müsaderesi gibi yaptırımlara hükmolunacağı belirtilmiştir.
Terör suçlusu / 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu
Madde 2 – Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur. Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır.
Açıklama ve yayınlama
Madde 6 – İsim ve kimlik belirterek veya belirtmeyerek kime yönelik olduğunun anlaşılmasını sağlayacak surette kişilere karşı terör örgütleri tarafından suç işleneceğini veya terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerinin hüviyetlerini açıklayanlar veya yayınlayanlar veya bu yolla kişileri hedef gösterenler bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(Değişik ikinci fıkra: 11/4/2013-6459/7 md.) Terör örgütlerinin; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösteren veya öven ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik eden bildiri veya açıklamalarını basanlar veya yayınlayanlar bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.Bu Kanunun 14 üncü maddesine aykırı olarak muhbirlerin hüviyetlerini açıklayanlar veya yayınlayanlar bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(Değişik dördüncü fıkra: 29/6/2006-5532/5 md.) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen fiillerin basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, basın ve yayın organlarının suçun işlenişine iştirak etmemiş olan (…)yayın sorumluları hakkında da bin günden beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. (Mülga son cümle: 11/4/2013-6459/7 md.) (…) (Ek fıkra: 29/6/2006-5532/5 md.; Mülga: 2/7/2012-6352/105 md.)
Terör örgütü Propagandası
Madde 7 – (Değişik: 29/6/2006-5532/6 md.)Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar,yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır.(Değişik ikinci fıkra: 11/4/2013-6459/8 md.) Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da bin günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur. Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır:
a) (Mülga: 27/3/2015-6638/10 md.)
b) Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde;
1. Örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması,
2. Slogan atılması,
3. Ses cihazları ile yayın yapılması,
4. Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi.
(Ek fıkra: 27/3/2015-6638/10 md.) Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerini gizlemek amacıyla yüzünü tamamen veya kısmen kapatanlar üç yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Bu suçu işleyenlerin cebir ve şiddete başvurmaları ya da her türlü silah, molotof ve benzeri patlayıcı, yakıcı ya da yaralayıcı maddeler bulundurmaları veya kullanmaları hâlinde verilecek cezanın alt sınırı dört yıldan az olamaz. İkinci fıkrada belirtilen suçların; dernek, vakıf, siyasî parti, işçi ve meslek kuruluşlarına veya bunların yan kuruluşlarına ait bina, lokal, büro veya eklentilerinde veya öğretim kurumlarında veya öğrenci yurtlarında veya bunların eklentilerinde işlenmesi halinde bu fıkradaki cezanın iki katı hükmolunur.
(Ek fıkra: 11/4/2013-6459/8 md.) Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına;
a) İkinci fıkrada tanımlanan suçu,
b) 6 ncı maddenin ikinci fıkrasında tanımlanan suçu,
c) 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 28 inci maddesinin birinci fıkrasında tanımlanan kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılma suçunu, işleyenler hakkında, 5237 sayılı Kanunun 220 nci maddesinin altıncı fıkrasında tanımlanan suçtan dolayı ayrıca ceza verilmez.
TCK Md 220/(8) Örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. (Adi Suç Örgütünün Propagandası)
Propaganda kelimesinin etimolojik kökeni Latince yaymak türetmek manasındaki “propagare” fiilidir. Esas itibarıyla propaganda kavramı 1662 yılında Katolik Kilisesi bünyesinde kurulan ve Katolik inancını yayma görevi gören idari birimden adını almaktadır.Buna karşın sözlüklerde, çeşitli propaganda tanımlarının olduğu görülmektedir. Bir tarife göre propaganda, herhangi “bir öğreti, düşünce veya inancı başkalarına tanıtmak, benimsetmek ve yaymak amacıyla söz, yazı vb. yollarla gerçekleştirilen çalışmayı” ifade eder. Diğer bir tarife göre propaganda; “belli amaçların gerçekleştirilmesini sağlamak için, çeşitli yollar ile bilgiler aktarmaktır. Bazen devletlerin veya kişilerin, belli bir ülkede egemenlik elde etmek veya orayı karışıklığa sürüklemek, maneviyatlarını kırmak istemesi seklinde de olabilir”. Yine başka bir tarife göre propaganda “bir fikir veya doktrinin yayılması için harcanan her türlü çaba”dır. Yargıtay 8. Ceza Dairesi de propagandayı, ceza hukukunda bir düşünceyi yandaş kazanmak için birden fazla kişinin bilgisine duyurmak, iletmek, ulaştırmak amacıyla yayma hareketi” olarak tanımlamıştır. Ayrıca Yargıtay Ceza Genel Kurulu da yapmış olduğu bir tanımlamada propagandayı belirli bir düşüncenin toplum içinde yayılmasını ve yerleşmesini sağmak amacıyla bu görüşün yayılması, birden fazla kişinin bilgisine ulaştırılması ve onlar üzerinde etkili olunması şeklinde tanımlamıştır.
Failde propagandaya yönelik bir genel kast yeterlidir. Kast failin bir terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerinin propagandasını yaptığını bilmesi ve istemesidir. Fiili hatanın kastı kaldırdığı kabul edilmektedir. Yani propagandasını yaptığı örgütün terör örgütü olduğunu bilmeyen biri, fiili hataya düştüğü için sorumlu olmayacaktır. Ayrıca bilgilendirme amaçlı haber ve yayınlarda da haber verme hakkının sınırlarını ihlal edilmediği müddetçe suç sayılan manada propagandanın varlığından bahsedilemez. TMK’ da düzenlenen suçların koruduğu hukuki değer, devletin güvenliğidir.
TMK m.7/2’nin değişiklik gerekçesinde, “İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi; şiddeti teşvik edici nitelikte olmayan açıklamaların ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu belirterek, içeriğinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan ya da kişileri silahlı isyana teşvik edecek nitelikte olmayan açıklamalar nedeniyle bireylerin Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde cezalandırılmasını ifade özgürlüğüne aykırı bulmaktadır. Yapılan düzenlemeyle, maddenin ikinci fıkrasında yer alan suçun unsurları yeniden belirlenmekte, maddeye ‘cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde’ ibaresi eklenerek, suçun kapsamı İHAM standartlarına uyumlu hale getirilmektedir”.
TCK m.220/8’de yapılan değişikliğin gerekçesinde; “Maddede yapılan değişiklikte, Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. maddesinde yapılan düzenlemeye paralel olarak örgüt propagandası suçunun unsurları yeniden belirlenmekte ve hangi fiillerin propaganda suçunu oluşturacağı hususu daha somut hale getirilerek İHAM standartlarıyla uyum sağlanmaktadır.” ifadesine yer verilmiştir.
Propaganda suçu teşebbüse elverişli değildir, örgütü destekleyen propaganda yapılmakla suç oluşacağından, neticesi harekete bitişik olan propaganda suçunda hareket ile netice arasında mesafe yoktur.
Uluslararası ve Avrupa insan hakları hukukunda, ifade özgürlüğü hakkı mutlak bir hak değildir; belirli koşulların sağlanması durumunda Devlet tarafından meşru olarak sınırlandırılabilir. Bu koşullar, ifade özgürlüğüne getirilebilecek herhangi bir kısıtlamanın tetkik edilmesi gereken üç aşamalı bir inceleme oluşturur:
● Kısıtlamanın yasalarca öngörülmesi gerekir: Buna göre, kısıtlamanın kamuya açık ve erişilebilir olan, vatandaşların davranışlarını bu doğrultuda düzenlemesini mümkün kılacak şekilde açıkça ifade edilen yasal bir dayanağı olması gerekir.
● Kısıtlamanın meşru bir amaca hizmet etmesi gerekir: Meşru amaçlar, MSHUS’nin 10. Maddesi 2. Paragrafında ve 19. Maddesi 3. Paragrafında kapsamlı bir şekilde sıralanan amaçlardır.
● Kısıtlamanın demokratik bir toplumda gerekli olması gerekir: Bu koşul, gereklilik ve ölçülülük şeklindeki ikili ilkeyi içermektedir. Koşul, öncelikle söz konusu kısıtlamanın “demokratik toplumda zorunluluk”u karşılayıp karşılamadığına yönelik bir değerlendirme yapılmasını gerektirir. İkinci olarak da, söz konusu tedbirlerin amaca ulaşma yönünde en az kısıtlayıcı uygulamalar olup olmadıkları saptanmalıdır.
Propaganda; bir bütün olarak toplumun ya da belirli bir kesimin inanç, tutum ve davranışlarını yönlendirmek amacıyla bilinçli olarak seçilmiş bilgi, olgu ve savları sistemli bir çaba ve çeşitli araçları kullanarak yayma etkinlikleridir. Propaganda; geniş bir kitleyi, belirli hedefler doğrultusunda ikna etme çabasıdır. Bu yolla kitle desteği istenmektedir (YCGK-K.1990/336).
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’na göre propaganda suçu; söz, yazı veya slogan atma yoluyla işlenebileceği gibi pankart, resim, video vb. görseller kullanılarak da işlenebilir. Suç, insanlarla yüz yüze iletişim yoluyla veya toplantı ve gösteri yapmak suretiyle işlenebileceği gibi televizyon, radyo, gazete, dergi, kitap gibi kitle iletişim araçları veya internet üzerinden de işlenebilir.
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu m.7/2’ye göre yasadışı örgüt propagandası suçunun oluşması için şu şartların gerçekleşmesi gerekir:
-
Cebir, Şiddet ve Tehdit: Örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da teşvik edecek şekilde propagandasının yapılması gerekir. Propaganda suçunun oluşması için; örgütle ilgili bir öğreti, düşünce veya inancı başkalarına tanıtma, benimsetme ya da yayma amacıyla yapılmasının yanında örgütün cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini meşru göstermeli veya bu yöntemleri övmeli ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde yapılması gerekmektedir (Y16CD-K.2017/3637).
-
Yer, Zaman ve Şartlar: Yapılan propaganda yukarıdaki kriterleri taşısa bile, gerçekleştirildiği yer, zaman, koşullar dikkate alındığında eylemin etkisi sınırlı kalıyorsa propaganda suçu meydana gelmez.
-
Muhatap Kitlenin Özellikleri: Dinleyici/izleyici/okuyucu kitlesinin özellikleri dikkate alınarak propaganda içeren söz, yazı veya görsel bir içeriğin hitap edilen bu kitleyi harekete geçirme potansiyeli olup olmadığı da önemlidir.
-
Açık ve Yakın Tehlike: Failin icra ettiği fiil, ancak açık ve yakın tehlike teşkil ediyorsa propaganda suçu vücut bulabilir. Açık ve yakın tehlike, kamu düzenin fiil nedeniyle bozulmasına yol açacak somut durumların varlığına bağlıdır.
- Aleniyet Unsuru.
Terör propagandası suçunun manevi unsuru doğrudan kasttır. Suçun olası kast ve taksirle işlenebilmesi mümkün değildir.Propagandası yapılan örgütün, ulusal Yasa’lar uyarınca kesinleşmiş mahkeme kararıyla terör örgütü olarak kabul edilmiş olması gerekir.
Propaganda suçunun tipik unsurları;cebir ve şiddet, doğrudan kast, kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlike, muhatap kitlenin özellikleri, muhatapları harekete geçirme potansiyeli ve aleniyettir.Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10.12.1990 tarih ve 1990/9-263 E., 1990/336 K. sayılı kararında ise propaganda; “bir bütün olarak toplumun ya da belirli bir kesimin inanç, tutum ve davranışlarını yönlendirmek amacıyla bilinçli olarak seçilmiş bilgi, olgu ve savları sistemli bir çaba ve çeşitli araçları kullanarak yayma etkinlikleridir. Propaganda; geniş bir kitleyi, belirli hedefler doğrultusunda ikna etme çabasıdır. Bu yolla kitle desteği sağlamak istenmektedir.” şeklinde ifade edilmiştir. Propaganda; sistemsel olarak muhatap kitleyi ikna etmek, etkilemek ve bu yolla kitleyi harekete geçirmek amacıyla icra edilmektedir. Oysaki aleniyetin bulunmadığı, belirli bir kitleye hitap edinilmediği hallerde icra edilen eylem propaganda niteliğinde olamayacağından netice almaya da elverişli olamayacaktır.Yargıtay CGK , 16 ve 18. Ceza Daireleri istikrarlı kararlarında tüm unsurları yer alsa bile harekete geçirme potansiyeli bulunmayan veya kamu düzeni açısından açık ve yakın tehlike arzetmeyen hallerde TMK Md 7/2 de belirtilen propaganda suçunun vuku bulamayacağını açıkça belirtmiştir.
Yasa’da Terör Örgütünün Cebir Şiddet ve Tehdit İçeren Yöntemlerini Öven Meşru Gösteren ya da Bu Yöntemlere Başvurulmasını Teşvik Eden kişilerin değil; bu yolla propagandasını yapan kişilerin eylemlerinin suç olduğunu açıkça belirtmektedir.
Yine cezaevinden dilekçe göndermek suretiyle içeriklerin terör örgütlerin eylemlerini övücü nitelikte propaganda suçunu oluşturacağı konusunda bir şüphenin yer almadığı sabit olsa bile ALENİYET unsurunun yer almaması nedeniyle atılı suçun oluşmayacağını veya telefondan gönderilen, içerik itibariyle smslerin kitlelere gönderilmesi, ulaştırılması talebi bulunmayan mesajların propaganda suçuna vücut vermeyeceğini belirtmektedir. T.C.YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas: 2016/1175 Karar: 2017/132 Tarih: 07.03.2017. Her ne kadar Yasa metninde Aleniyet unsuruna açıkça yer verilmemiş olsa da propaganda suçunun Aleniyet olmaksızın işlenebilmesi de zaten mümkün değildir. Keza Yargıtay C.Başsavcılığının bu yolla yapmış olduğu itiraz da genel kurulca reddedilmiştir. Zira propaganda tanım olarak bir kitleyi hedef almaktadır.Terör Örgütünün propagandasını yapmak suçunun unsurları bakımından yapılan açıklama ve şartlar TCK md 220/8 de belirtilen adi suç örgütünün propagandasını yapmak suçu açısından da geçerlidir.
Hükümet politikalarına, siyasetçilere veya kamu görevlilerine ağır eleştiri niteliğindeki söz, yazı ve davranışlar propaganda suçu olarak değerlendirilemez. İfade özgürlüğü, sadece memnuniyetle karşılanan zararsız veya önemsiz sayılan insanların kayıtsız kalabileceği bilgi ve fikirler için değil, aynı zamanda demokratik toplumu şekillendiren çoğulculuğun, hoşgörünün ve geniş fikirliliğin doğasında bulunan bir gereklilik olarak saldırgan, şok eden, rahatsızlık veren veya ayrılık yaratabilen fikirler içinde uygulanır (Y16CD-K.2015/2316).
Somut olay değerlendirildiğinde, sanığın nevruz etkinlikleri sırasında bulunduğu araç camından dışarıya sarkarak terör örgütü lehine sloganlar attığı, daha sonra içinde bulunduğu topluluğun cebir ve şiddete başvurmadan kendiliğinden dağıldığı olayda propaganda suçunun oluştuğu gerekçesiyle mahkumiyet hükmü kurulmuş ise de atılan sloganların terör örgütlerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da teşvik edecek nitelikte olmadığı bu sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği halde, yasal olmayan gerekçeyle propaganda suçunundan mahkumiyet hükmü kurulması hukuka aykırıdır (Yargıtay 16. Ceza Dairesi – Karar: 2015/2316).
Demokratik Bölgeler Partisi Patnos İlçe Başkanlığının “Öcalan’ın sesine ses ver” başlıklı davetiye ile izinsiz olarak toplanan grubun herhangi bir şiddete başvurmadığı, bu grup içinde bulunan sanığın da okuduğu basın açıklaması ve “Demokratik çözüm için Öcalan’ın sesine ses ver” içerikli pankartı açması şeklindeki eyleminin; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemleri meşru gösterecek veya övecek ya da teşvik edecek nitelikte olmadığı gibi korunan değerler bakımından yakın ve açık bir tehlike de oluşturmadığı anlaşılmakla, bu fiillerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği halde yazılı gerekçe ile sanığın beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi hukuka aykırıdır (Yargıtay 16. Ceza Dairesi – Karar No: 2015/3568)
Silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil üyesi olduğu kanıtlanamayan sanığın TCK’nın 314/3, 220/6 ncı maddelerine uygun biçimde örgüt adına terör örgütünün propagandasını yapma suçunu işlediği dosya kapsamına göre sabit ise de, hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 6459 s. Kanunun 8 inci maddesiyle 3713 s. Kanunun 7 nci maddesine eklenen 4 üncü fıkra hükmü uyarınca bu maddenin 2 nci fıkrasında tanımlanan suçu örgüt adına işleyenler hakkında TCK’nın 220. maddesinin altıncı fıkrasında tanımlanan suçtan dolayı ceza verilemeyeceği nazara alınıp, sanığın sabit olduğu kabul edilen fiilin suç olma özelliğini devam ettirdiği de gözetilerek CMK’nın 223/4 üncü maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesinde zorunluluk bulunması nedeniyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir (Yargıtay 16. Ceza Dairesi – Karar: 2015/1761).
Hakkında beraat kararı verilen dosya sanığı T’ye Muş Cumhuriyet Başsavcılığı adli emanetinde kayıtlı, PKK/KCK terör örgütünce kurulan İç Koordinasyon-Bilim Aydınlanma Çalışma Merkezi (…) tarafından hazırlanmış eğitim çalışması notlarından oluşan örgütsel dokümanları gönderen sanığın eyleminin silahlı terör örgütüne yardım suçunu oluşturacağı gözetilmeden delillerin hatalı değerlendirilmesi ile suç vasfında düşülen yanılgı sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması hukuka aykırıdır (Yargıtay 16. Ceza Dairesi – Karar : 2017/4431).
Sanıkların eğitim ve öğretimin engellenmesi, terör örgütünün propagandasını yapmak, örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek, 2911 sayılı Kanuna aykırılık, görevi yaptırmamak için direnme suçlarından yargılandıkları davanın duruşmasında hükmün tefhimi akabinde terör örgütünün kurucusu lehine slogan attıkları olayda, eylemin gerçekleştirildiği yer, koşullar ve muhatapları, dinleyici kitlesi ve bu kitleyi harekete geçirme potansiyeli bulunmadığı gibi atılan sloganların verilen mahkumiyet hükmü üzerine duyulan öfke sonucu söylendiği ve bu sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği halde, yasal olmayan gerekçeyle mahkumiyet hükmü kurulması hukuka aykırıdır (Yargıtay 16. Ceza Dairesi – Karar : 2017/937).
07.03.2012 tarihinde üniversite kampüsünde farklı siyasi görüşlere mensup iki öğrence arasında kavga olayı yaşandığı, bu hadise nedeniyle bölücü terör örgütünün internet sitelerindeki çağrı üzerine 08.03.2012 tarihinde 250-300 kişilik grubun toplanarak basın açıklaması yapmak istedikleri sırada, karşıt görüşlü bir öğrenciye saldırı girişimlerinin güvenlik güçleri tarafından önlendiği, grubun … terör örgütü lehine dolaylı ve doğrudan şiddete çağrı niteliğindeki slogan attığı, sanığın da “….” ve “…” (başkansız yaşam olmaz) şeklinde atmış olduğu sloganların, olayın oluş biçimi iki farklı siyasi görüşe mensup öğrenci grubu arasındaki süregelen cebir şiddete teşvik edici olması, kamu düzeni ve güvenliğinin bozulması için açık ve yakın tehlike oluşturması gözetildiğinde atılan sloganların ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğinin anlaşılması karşısında tebliğnamedeki bozma isteyen düşünceye iştirak edilmemiş, mahkumiyet hükmünün onanmasına karar verilmiştir (Yargıtay 16. Ceza Dairesi – Karar : 2016/622).
Üzerinde PKK terör örgütünün sözde bayrağının figürünün yer aldığı pankartı taşıdığı ve “biji serok apo” şeklinde slogan attığı somut olayda; atılan sloganın ve taşınan pankartın, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2007/9-69-99 Sayılı ve Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 05.06.2002 tarih 5079-6668 Sayılı kararlarında da işaret olunduğu üzere TCK’nın 215. maddesinde düzenlenen “kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde suçu ve suçluyu övme “suçunun oluşacağı, bu husustaki takdir ve değerlendirmenin mahkemeye ait olduğu da gözetilerek, sanık hakkında 2911 Sayılı Kanun’un 24/3 maddesi gereğince kolluk marifetiyle işlem yapılması gerektiğinde şüphe bulunmadığının tespiti ile yapılan incelemede:Ayrıntıları Dairemizin 09.02.2016 tarih, 2015/7466 E. 2016/1025 K. sayılı kararında açıklandığı üzere, olay tarihi ve yeri, sanığın muhatap kitle üzerindeki etkisi, toplantının olaysız dağılmış olması da gözetildiğinde, atılan sloganın ve taşınan pankartın terör örgütünün cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini öven, meşru gösteren ya da bu yöntemlere başvurulmasını teşvik eden bir muhteva da içermediğinin anlaşılması karşısında; terör örgütü propagandası suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilerek;Sanık hakkında TCK’nın 215. maddesinde tanımlanan suçu ve suçluyu övme suçunun unsurları ve cezalandırılma şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediği tartışılarak sanığın hukuki durumunun takdiri yerine, yasal olmayan gerekçe ile yazılı şekilde beraatine karar verilmesi hukuka aykırıdır (Yargıtay 16. Ceza Dairesi – Karar: 2017/4856).
Propaganda suçu takibi şikayete bağlı suçlar kategorisinde olan suçlardan değildir.Suç, dava zamanaşımı süresine riayet edilmek şartıyla her zaman soruşturma ve kovuşturma konusu yapılabilir.Propaganda suçunun basit şeklinde asli dava zamanaşımı süresi 8 yıldır. Ancak, suçun nitelikli hallerinin işlenmesi halinde asli dava zamanaşımı süresi 15 yıldır.3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu m.7’de düzenlenen silahlı örgüt propagandası suçu ile ilgili yargılama yapma görevi ağır ceza mahkemesi tarafından yerine getirilmektedir (5235 sayılı Kanun m.12).Örgüt propagandası suçu nedeniyle hükmedilen süreli hapis cezası, 3/4 infaz oranı uygulanarak hükümlünün koşullu salıverme rejiminden yararlanabilir.(Ceza İnfaz Kanunu m.107/4).Örgüt propagandası suçu nedeniyle hükümlü olanlar, koşullu salıverilmelerine 1 yıldan az süre kalmak ve örgütle herhangi bir bağı olmamak şartıyla açık cezaevine geçiş yapabilirler (Açık Cezaevine Geçiş Yönetmeliği m.6/2-ç).
“… İfade özgürlüğü T.C. Anayasasının 26 ve Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına dair Sözleşmenin 10. maddesiyle teminat altına alınmıştır. İfade özgürlüğünün kullanımına meşru bir müdahale için; 1-) Müdahalenin kanunlarda öngörülmüş olması, 2-) Ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü, kamu emniyeti, kamu düzeninin sağlanması ve suçun işlenmesinin önlenmesi, sağlığın korunması, ahlakın, başkalarının şöhret ya da haklarının korunması, gizli tutulması kaydıyla alınmış bilgilerin açıklanmalarının engellenmesi ve yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanmasına dair değerlerden bir veya birkaçını korumaya yönelik olmalıdır. 3-) Müdahale demokratik bir toplumda gerekli bulunmalıdır. İfade özgürlüğü terörle mücadele kapsamında en çok müdahale ve sınırlamaya maruz kalan temel haklardandır. Nitekim 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2. maddesindeki propaganda yasağı bu duruma örnek teşkil etmekle birlikte kanun koyucu maddede zaman zaman yaptığı değişikliklerle özgürlüğü genişletmiştir. Bu amaçla 11.04.2013 tarih ve 6459 Sayılı Kanun’un 8. maddesiyle yapılan değişiklik sonucu; terör örgütünün propagandası suçunun oluşabilmesi için; örgütün “cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da teşvik edecek şekilde” yapılması zorunlu kılınarak, sınırlamanın AİHS uygun hale getirilmesi amaçlanmıştır. Ancak, aynı Kanunun 7. maddesinin 2. fıkranın b bendinde ise; toplantı ve gösteri yürüyüşünde gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde örgüte ait resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması, slogan atılması, ses cihazları ile yayın yapılması, terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi, şeklindeki fiil ve davranışlar propaganda suçundan cezalandırılacaktır. Bu düzenleme ile kanun koyucu herhangi bir unsurun varlığına bağlı olmaksızın bu suçun oluşacağı kabul edilmek suretiyle ifade özgürlüğü parametrelerini dışlayan tipe uygun eylem tanımlaması yapmıştır.” (Yargıtay 16. Ceza Dairesi, 15.6.2017 Tarih, 2017/1334 E., 2017/4470 K.)
Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde;
Örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması,
Slogan atılması,
Ses cihazları ile yayın yapılması,
Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi.” eylemleri de propaganda suçunu oluşturacaktır.
“Sanıklar hakkındaki terör örgütünün propagandasını yapma suçları yönünden, sanıkların olay sırasında çekilmiş fotoğraf ve video görüntülerinin Adli Tıp, TÜBİTAK veya TRT gibi uzman kuruluşlara mensup bilirkişilere gönderilip görüntü ve fotoğraf analizleri yaptırılarak; yasadışı toplantı ve gösteriler sırasında, 3713 Sayılı Kanun’un 7/2. maddesinde unsurları belirtildiği şekilde, terör örgütlerinin cebir, şiddet ve tehdit yöntemlerini övücü, teşvik edici ve yücelten nitelikte bir eylemlerinin bulunup bulunmadığı, terör örgütünün propagandasını içeren sloganlara eşlik edip etmediklerinin kuşkuya yer vermeyecek biçimde kesin olarak saptanmasından sonra tüm deliller birlikte değerlendirilip hukuki durumlarının takdir ve tayin edilmesi gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması belirtilen sanık hakkında terör örgütünün propagandasını yapma suçu yönünden; olay tarihinde gerçekleştirilen etkinliğe silahlı terör örgütünün sözde bayrağını taşıyarak katılan sanığın eyleminin terör örgütünün propagandasını yapma suçunu oluşturacağı gözetilmeden mahkumiyeti yerine yazılı şekilde beraatine karar verilmesi bozma nedenidir.”Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından verilen 7.6.2017 Tarih, 2015/7603 E., 2017/4361 K. sayılı kararı
T.C.
YARGITAY
16. CEZA DAİRESİ
E. 2016/1238
K. 2017/3434
T. 7.3.2017
• TERÖR ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI YAPMAK SUÇU ( Sanığın “Yaşasın Pkk” Şeklinde Attığı Sloganın Ulusal Güvenlik ve Kamu Düzeni Üzerindeki Potansiyel Etkisinin Sınırlı Olduğu Ciddi Bir Tehlike Yaratmadığı – Terör Örgütünün Cebir Şiddet veya Tehdit İçeren Yöntemlerini Meşru Gösterecek veya Övecek ya da Teşvik Edecek Nitelikte Olmadığı )
• YAŞASIN PKK DİYE SLOGAN ATMA ( Sloganın Ulusal Güvenlik ve Kamu Düzeni Üzerindeki Potansiyel Etkisinin Sınırlı Olduğu Ciddi Bir Tehlike Yaratmadığı – Terör Örgütünün Cebir Şiddet veya Tehdit İçeren Yöntemlerini Meşru Gösterecek veya Övecek ya da Teşvik Edecek Nitelikte Olmadığının Gözetileceği/TerörÖrgütü Propagandası Yapmak Suçu )
• SLOGANIN ULUSAL GÜVENLİK VE KAMU DÜZENİ ÜZERİNDEKİ POTANSİYEL ETKİSİNİN SINIRLI OLMASI ( Terör Örgütü Propagandası Yapmak Suçu – Sanığın “Yaşasın Pkk” Şeklinde Attığı Sloganın Ciddi Bir Tehlike Yaratmadığı/Terör Örgütünün Cebir Şiddet veya Tehdit İçeren Yöntemlerini Meşru Gösterecek veya Övecek ya da Teşvik Edecek Nitelikte Olmadığı ) 2709/m.26 3713/m.7/2 Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına dair Sözleşmesi/m.10
ÖZET : Dava; Terör örgütü propagandası yapmak suçuna ilişkindir. Somut olay değerlendirildiğinde tutuklu bulunduğu cezaevinden duruşmaya katılması amacıyla adliyeye getirilen sanığın “yaşasın pkk” şeklinde attığı sloganın ulusal güvenlik ve kamu düzeni üzerindeki potansiyel etkisinin sınırlı olduğu, ciddi bir tehlike yaratmadığı, terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da teşvik edecek nitelikte olmadığı ve sanığın silahlı terör örgütünün propagandası kastı ile hareket etmediği savunmasının aksi sabit olmadığından yerel mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir.
T.C.
YARGITAY
16. CEZA DAİRESİ
E. 2017/1334
K. 2017/4470
T. 15.6.2017
• TERÖR ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI YAPMA SUÇU ( Eylemin Gerçekleştirildiği Yer Koşullar ve Muhatapları Dinleyici Kitlesi ve Bu Kitleyi Harekete Geçirme Potansiyeli Bulunmadığı – Söylenen Sözlerin İfade Özgürlüğü Kapsamında Değerlendirilmesi Gerektiği Halde Yasal Olmayan Gerekçeyle Mahkumiyet Hükmü Kurulmasının Hatalı Olduğu )
• MAHKEMEDE TERÖR ÖRGÜTÜ LEHİNE SLOGAN ATILMASI ( Verilen Mahkumiyet Hükmü Üzerine Duyulan Öfke Sonucu Söylendiği ve Bu Sözlerin İfade Özgürlüğü Kapsamında Değerlendirilmesi Gerektiği Halde Yasal Olmayan Gerekçeyle Mahkumiyet Hükmü Kurulmasının Hatalı Olduğu – Terör Örgütü Propagandası Yapma Suçu )
• İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ( Sanığın Yargılandığı Davanın Duruşmasında Hükmün Tefhimi Akabinde TerörÖrgütünün Kurucusu Lehine Slogan Attığı – Atılan Sloganların Verilen Mahkumiyet Hükmü Üzerine Duyulan Öfke Sonucu Söylendiği ve Bu Sözlerin İfade Özgürlüğü Kapsamında Değerlendirilmesi Gerektiği )3713/m.7/2
ÖZET : Sanığın silahlı terör örgütüne üye olma, patlayıcı madde bulundurma, resmi belgede sahtecilik ve 6136 Sayılı Kanuna muhalefet suçlarından yargılandığı davanın duruşmasında hükmün tefhimi akabinde terör örgütünün kurucusu lehine slogan attığı olayda, eylemin gerçekleştirildiği yer, koşullar ve muhatapları, dinleyici kitlesi ve bu kitleyi harekete geçirme potansiyeli bulunmadığı gibi atılan sloganların verilen mahkumiyet hükmü üzerine duyulan öfke sonucu söylendiği ve bu sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği halde, yasal olmayan gerekçeyle mahkumiyet hükmü kurulması, hatalıdır.
T.C.
YARGITAY
16. CEZA DAİRESİ
E. 2017/1688
K. 2017/4856
T. 11.9.2017
• SUÇU VE SUÇLUYU ÖVME SUÇU (Terör Örgütü Propagandası Suçunun Unsurlarının Oluşmadığı Gözetilerek Sanık Hakkında Suçu ve Suçluyu Övme Suçunun Unsurları ve Cezalandırılma Şartlarının Gerçekleşip Gerçekleşmediği Tartışılarak Hukuki Durumunun Takdiri Yerine Yasal Olmayan Gerekçeyle Beraatine Karar Verilmesinin Hatalı Olduğu)
• TERÖR ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI YAPMA (Atılan Sloganın ve Taşınan Pankartın Terör Örgütünün Cebir Şiddet ve Tehdit İçeren Yöntemlerini Öven Meşru Gösteren ya da Bu Yöntemlere Başvurulmasını Teşvik Eden Bir Muhteva da İçermediğinin Anlaşılması Karşısında Terör Örgütü Propagandası Suçunun Unsurlarının Oluşmadığı)
• SUÇ ÖRGÜTÜ LİDERİ LEHİNE SLOGAN ATILMASI (Olay Tarihi ve Yeri Sanığın Muhatap Kitle Üzerindeki Etkisi Toplantının Olaysız Dağılmış Olması da Gözetildiğinde Terör Örgütü Propagandası Suçunun Unsurlarının Oluşmadığı – Suçu ve Suçluyu Övme Suçunun Unsurları ve Cezalandırılma Şartlarının Tartışılması Gerektiği)
5237/m.215
ÖZET : Olay tarihi ve yeri, sanığın muhatap kitle üzerindeki etkisi, toplantının olaysız dağılmış olması da gözetildiğinde, atılan sloganın ve taşınan pankartın terör örgütünün cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini öven, meşru gösteren ya da bu yöntemlere başvurulmasını teşvik eden bir muhteva da içermediğinin anlaşılması karşısında; terör örgütü propagandası suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilerek; Sanık hakkında TCK’nın 215. maddesinde tanımlanan suçu ve suçluyu övme suçunun unsurları ve cezalandırılma şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediği tartışılarak sanığın hukuki durumunun takdiri yerine, yasal olmayan gerekçe ile yazılı şekilde beraatine karar verilmesi, hatalıdır.
DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : 1-) T.C. Anayasasının 34. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 20, Birleşmiş Milletler Medeni Siyasal Haklar Sözleşmesinin 21, İnsan Haklan Avrupa Sözleşmesinin 11, Çocuk Hakları Sözleşmesinin 15. ve 2911 Sayılı Kanun’un 3. maddesiyle teminat altına alınan ve istikrar kazanmış uygulamaya göre ifade özgürlüğü kapsamında, ifadenin açıklanma yöntemlerinden biri olarak kabul edilen (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 16.09.2014 tarih, 147-376 Sayılı ve 10.11.2015 tarih 2015/9-111-381 Sayılı kararları vb.) “silahsız ve saldırısız toplanma hakkı”, demokratik toplumun gelişmesinde temel değerlerden biriyse de, amacı suç teşkil eden bir toplantı ya da gösteri yürüyüşünün koruma alanı dışında kalacağında (2911 saylı Kanunun 3. maddesi) ve bir nispi hak olması sebebiyle zorunlu hale geldiğinde meşru amaçlar için (Anayasa madde 34/2, AİHS madde 11/2) müdahaleye tabi tutulacağında kuşku yoktur.
Toplantının sükun ve düzenini, bildirimde (2911 saylı Kanunun 3 ve 10. maddeleri) yazılı amaç dışına çıkılmamasını sağlamakla yükümlü ve sorumlu olan düzenleme kurulu, bunun için gereken önlemleri alır ve gerektiğinde güvenlik kuvvetlerinin yardımını ister. Toplantının amacı dışına çıktığı veya düzen içinde gerçekleşmesini İmkânsız gördüğü takdirde kurul veya toplanamadığı takdirde kurul başkanı dağılma kararı alır ve durumu derhâl yetkili kolluk amirine bildirir. (12. madde)Toplantı ve gösteri yürüyüşüne silah, araç, alet veya maddeler veya sloganlarla katılanların tanınması ve uzaklaştırılmasında düzenleme kurulu güvenlik kuvvetlerine yardım etmekle yükümlüdür.
Kanunun 12. maddesinde yazılı görevleri yerine getirmeyen düzenleme kurulu üyeleri, anılan kanunun 28/3. maddesi gereğince cezalandırılır.
Olay tutanağı, görüntü izleme ve inceleme tutanağı, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; PKK terörörgütü elebaşısı Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirilişini protesto etmek amacıyla düzenlenen yürüyüş ve basın açıklaması sırasında sanığın, üzerinde PKK terör örgütünün sözde bayrağının figürünün yer aldığı pankartı taşıdığı ve “biji serok apo” şeklinde slogan attığı somut olayda; atılan sloganın ve taşınan pankartın, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2007/9-69-99 Sayılı ve Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 05.06.2002 tarih 5079-6668 Sayılı kararlarında da işaret olunduğu üzere TCK’nın 215. maddesinde düzenlenen “kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde suçu ve suçluyu övme “suçunun oluşacağı, bu husustaki takdir ve değerlendirmenin mahkemeye ait olduğu da gözetilerek, sanık hakkında 2911 Sayılı Kanun’un 24/3 maddesi gereğince kolluk marifetiyle işlem yapılması gerektiğinde şüphe bulunmadığının tespiti ile yapılan incelemede:
Ayrıntıları Dairemizin 09.02.2016 tarih, 2015/7466 E. 2016/1025 K. sayılı kararında açıklandığı üzere, olay tarihi ve yeri, sanığın muhatap kitle üzerindeki etkisi, toplantının olaysız dağılmış olması da gözetildiğinde, atılan sloganın ve taşınan pankartın terör örgütünün cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini öven, meşru gösteren ya da bu yöntemlere başvurulmasını teşvik eden bir muhteva da içermediğinin anlaşılması karşısında; terör örgütü propagandası suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilerek;
Sanık hakkında TCK’nın 215. maddesinde tanımlanan suçu ve suçluyu övme suçunun unsurları ve cezalandırılma şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediği tartışılarak sanığın hukuki durumunun takdiri yerine, yasal olmayan gerekçe ile yazılı şekilde beraatine karar verilmesi,
SONUÇ : Kanuna aykırı, O yer Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, 11.09.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
ONSEKİZİNCİ CEZA DAİRESİ
Esas : 2016/16148
Karar : 2017/3006
Tarih : 20.03.2017
Suça sürüklenen çocuğun, yasadışı silahlı … terör örgütünün elebaşısı olup sonrasında yakalanarak yargılanan ve sabit olan eylemleri nedeniyle mahkumiyet kararı alan …’ın yakalanmasının yıl dönümünde, “biji apo, biji kürdistan” şeklindeki sözlerle silahlı terör örgütünün destekçisi olduğunu belli ederek slogan atması şeklinde gerçekleşen eyleminin 3713 sayılı Kanunun 7/2. maddesinde düzenlenen silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunu oluşturduğu gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması,
T.C.
YARGITAY
ONALTINCI CEZA DAİRESİ
Esas : 2017/2365
Karar : 2017/5524
Tarih : 28.11.2017
Dosya incelenerek gereği düşünüldü: Olay, iddia ve mahkemenin kabulüne göre, cenaze töreni esnasında üzerinde YPG sözde bayrağı bulunan tabutu taşıyan ve “kürdistan faşizme mezar olacak” şeklinde slogan atan sanığın eyleminin, bir bütün halinde 3713 sayılı Kanunun 7/2. maddesinde düzenlenen silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunu oluşturduğu, silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunun, 11.04.2013 tarihli 6459 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 3713 sayılı Kanunun 7. maddesinin 4. fıkrasında sayılı suçlardan olduğundan, örgütün çağrısıyla örgütün faaliyeti doğrultusunda işlenecek suçlardan olmadığı gözönünde bulundurularak, sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suçundan ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması,
Kanuna aykırı, sanık ve Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 28.11.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
ONALTINCI CEZA DAİRESİ
Esas : 2017/2131
Karar : 2017/5379
Tarih : 20.11.2017
Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Sanık … hakkında terör örgütü propagandası yapmak suçundan kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre sanığın yerinde görülmeyen temyiz itirazının reddiyle hükmün ONANMASINA,
Sanık … hakkında terör örgütü propagandası yapmak suçundan kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
a-T.C. Anayasasının 34, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 20, Birleşmiş Milletler Medeni Siyasal Haklar Sözleşmesinin 21, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 11, Çocuk Hakları Sözleşmesinin 15. ve 2911 sayılı Kanunun 3. maddesi ile teminat altına alınan ve istikrar kazanmış uygulamaya göre ifade özgürlüğü kapsamında, ifadenin açıklanma yöntemlerinden biri olarak kabul edilen (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 16.09.2014 tarih, 147-376 sayılı ve 10.11.2015 tarih 2015/9-111-381 sayılı kararları vb.) “silahsız ve saldırısız toplanma hakkı”, demokratik toplumun gelişmesinde temel değerlerden biriyse de, amacı suç teşkil eden bir toplantı ya da gösteri yürüyüşünün koruma alanı dışında kalacağında (2911 sayılı Kanunun 3. maddesi) ve bir nispi hak olması nedeniyle zorunlu hale geldiğinde meşru amaçlar için (Anayasa madde 34/2, AİHS madde 11/2) müdahaleye tabi tutulacağında kuşku yoktur.
Olay, görüntü inceleme ve tespit tutanağı ve tüm dosya kapsamına göre; sanık …’ın 28.12.2013 tarihinde, Şırnak Uludere Irak Sınır hattında Türk Silahlı Kuvvetlerince yapılan hava harekatı sırasında 34 kişinin hayatını kaybetmesi olayını protesto etmek amacıyla düzenlenen basın toplantısı ve yürüyüş sırasında “biji serok Apo” şeklinde slogan attığı somut olayda; atılan sloganın, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2007/9-69-99 sayılı ve Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 05.06.2002 tarih 5079-6668 sayılı kararlarında da işaret olunduğu üzere TCK’nın 215. maddesinde düzenlenen “kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde suçu ve suçluyu övme” suçunun oluşacağı, bu husustaki takdir ve değerlendirmenin mahkemeye ait olduğu da gözetilerek, sanık hakkında 2911 sayılı Kanunun 24/3 maddesi gereğince kolluk marifetiyle işlem yapılması gerektiğinde şüphe bulunmadığının tespiti ile yapılan incelemede:
Ayrıntıları Dairemizin 09.02.2016 tarih, 2015/7466 E. 2016/1025 K. sayılı kararında açıklandığı üzere, olay tarihi ve yeri, sanığın muhatap kitle üzerindeki etkisi, toplantının olaysız dağılmış olması da gözetildiğinde, atılan sloganın terör örgütünün cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini öven, meşru gösteren ya da bu yöntemlere başvurulmasını teşvik eden bir muhteva da içermediğinin anlaşılması karşısında; terör örgütü propagandası suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilerek;
Sanık hakkında TCK’nın 215. maddesinde tanımlanan suçu ve suçluyu övme suçunun unsurları ve cezalandırılma şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediği tartışılarak sanığın hukuki durumunun takdiri yerine, yasal olmayan gerekçe ile yazılı şekilde propaganda suçundan mahkumiyetine karar verilmesi,
b-Adli para cezalarının yerine getirilmemesi halinde 6545 sayılı Kanunla değişik 5275 sayılı Kanunun 106/3 maddesi uyarınca infaz aşamasında resen uygulama yapılabileceği nazara alındığında hüküm fıkrasında TCK 52/4 maddesi gereğince ihtarat yapılması,
Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 20.11.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
ONALTINCI CEZA DAİRESİ
Esas : 2015/4861
Karar : 2015/3217
Tarih : 20.10.2015
TALEP :
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 11.05.2015 tarih ve 2015/148233 sayılı yazısı ile;
Silahlı terör örgütüne silah sağlamak suçundan hükümlü …’ın, Ağır Ceza Mahkemesinin 23.12.2009 tarihli ve 2005/221 esas, 2009/305 sayılı ilamı ile verilen 15 yıl hapis cezasının infazı sırasında, suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapmak eyleminden ötürü 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 44/3-1 ve 48/2. maddeleri uyarınca 15 gün hücre disiplin cezası ile cezalandırılmasına dair 1 nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının 17.07.2008 tarihli ve 2008/94 sayılı kararına vaki itirazın reddine dair İnfaz Hâkimliğinin 07.10.2008 tarihli ve 2008/827-770 sayılı kararına vaki itirazın keza reddine ilişkin mercii … Ağır Ceza Mahkemesinin 23.03.2009 tarihli ve 2008/1109 sayılı kararı ile kesinleşmesi sonrasında, hükümlünün 02.08.2010 tarihli dilekçesi ile 6008 sayılı Kanunun geçici 1. maddesi doğrultusunda disiplin cezasının yeniden incelenmesi talebinde bulunması üzerine, hükümlünün talebinin kabulü ile 2008/94 sayılı disiplin cezasının ortadan kaldırılmasına ilişkin İnfaz Hakimliğinin 22.03.2011 tarihli ve 2011/243-344 sayılı kararına infaz savcılığınca yapılan itirazın kabulü ile bahse konu kararın kaldırılmasına dair … Ağır Ceza Mahkemesinin 01.04.2011 tarihli ve 2011/398 değişik iş sayılı kararı ile; L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda infazı devam eden hükümlünün suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapmak eyleminden dolayı 5275 sayılı Kanunun 44/3-1 ve 48/2. maddeleri uyarınca 15 gün hücre disiplin cezası ile cezalandırılmasına dair adı geçen infaz kurumu disiplin kurulu başkanlığının 17.07.2008 tarihli ve 2008/95 sayılı kararına vaki itirazın reddine ilişkin İnfaz Hâkimliğinin 09.10.2008 tarihli ve 2008/777-810 sayılı kararına vaki itirazın keza reddine ilişkin mercii … Ağır Ceza Mahkemesinin 21.11.2008 tarihli ve 2008/1110 sayılı kararı ile disiplin cezasının kesinleşmesi sonrasında, hükümlünün 02.08.2010 tarihli dilekçesi ile 6008 sayılı Kanunun geçici 1. maddesi doğrultusunda disiplin cezasının yeniden incelenmesi talebinde bulunması üzerine, hükümlünün talebinin kabulü ile 2008/95 sayılı disiplin cezasının ortadan kaldırılmasına ilişkin İnfaz Hakimliğinin 22.03.2011 tarihli ve 2011/242-345 sayılı kararına infaz savcılığınca yapılan itirazın kabulü ile bahse konu kararın kaldırılmasına dair … Ağır Ceza Mahkemesinin 01.04.2011 tarihli ve 2011/399 değişik iş sayılı kararını kapsayan dosya incelendi.
Dosya kapsamına göre:
I-… Ağır Ceza Mahkemesinin 23.03.2009 tarihli ve 2008/1109 sayılı kararı ile aynı mahkemenin 21.11.2008 tarihli ve 2008/1110 sayılı kararları yönünden yapılan incelemede; hükümlünün 10.07.2008 ve 11.07.2008 tarihli Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği dilekçelerinin, terörörgütü elebaşısı Abdullah Öcalan ve terör örgütünü övücü nitelikte ifadeler içermesi nedeniyle terör örgütü propagandası yaptığından bahisle hakkında hücre disiplin cezaları kararı verilmiş ise de, hükümlünün disiplin cezalarına konu eylemleri nedeniyle başlatılan ceza soruşturmaları neticesinde Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği gibi, benzer bir olay sebebiyle Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2010/8911 esas, 2012/5154 sayılı kararında “Cumhuriyet Başsavcılığına verilen dilekçe ile yargı mercilerince yapılan soruşturmalara tepki olarak ‘Ben de sayın Öcalan diyorum ve bu suçu işleyip kendimi ihbar ediyorum’ şeklinde kanaatini açıklamaktan ibaret eylemde suç ve suçluyu övme suçunun yasal unsurlarının bulunmadığı” yönünde karar verildiği ayrıca resmi kurumlara gereğinin yapılması için yazılan dilekçelerin aleniyet unsuru taşımadığı bu itibarla eylemlerin terör örgütü propagandası niteliğinde kabul edilemeyeceğinin gözetilmeksizin itirazın reddi yönünde karar verilmesinde;
II-… Ağır Ceza Mahkemesinin 01.04.2011 tarihli ve 2011/398 değişik iş sayılı kararı ile aynı mahkemenin 01.04.2011 tarihli ve 2011/399 değişik iş sayılı kararları yönünden yapılan incelemede:
4675 sayılı İnfaz Hakimliği Kanunun 6/2. maddesine 6008 sayılı Kanunun 5. maddesi ile eklenen “Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir, infaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.” şeklindeki düzenleme ile 6008 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinde yeralan “Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce verilmiş ve infaz hâkimliğinin incelemesinden geçmiş disiplin cezalarına karşı, bu kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren altı ay içinde yeniden yapılan başvurular, 4675 sayılı Kanunun bu kanunla değişik 6. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen usulle karara bağlanır.” şeklindeki hükme nazaran disiplin cezalarının yeniden değerlendirilmesi başvurusu üzerine yapılacak inceleme neticesinde infaz hâkimliğince yeni bir karar verilebileceği, geçici maddede kısıtlayıcı bir düzenleme bulunmaması karşısında hükümlünün yeniden inceleme başvurusunda ancak yeni olgu ve deliller ibraz etmesi koşuluna bağlı olarak disiplin cezasının kaldırılmasına karar verilebileceğinin kabul edilmesinin kanuna uygun bir yorum olmayacağı cihetle, merciince kesinleşmiş disiplin cezasının ancak yeni delil ve olgu bulunması halinde kaldırılabileceği, infaz hâkimliğince talebin usul yönünden reddine karar verilmesi gerektiğinden bahisle itirazın kabulü yönünde karar tesisinde isabet görülmediğinden bahisle,
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü 14.04.2015 gün ve 94660652-105-59-0593-2015/8448/26594 sayılı yazılı istemlerine müsteniden ihhar ve mevcut evrak Dairemize gönderilmekle;
Dosya incelenerek gereği düşünüldü.
KARAR:
Kanun yararına bozma isteminin 5275 sayılı Kanun uyarınca verilen disiplin cezasına ilişkin olması karşısında, Yargıtay Kanununun 14. maddesine ve Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 22.01.2015 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 19.01.2015 gün ve 2015/8 sayılı ve Ceza Daireleri Başkanlar Kurulunun 02.07.2015 gün, 2015/Bşk-197 Esas, 2015/508 karar sayılı kararı uyarınca, kanun yararına bozma istemini inceleme görevi Yargıtay Yüksek Ceza Dairesine ait olduğundan Dairemizin GÖREVSİZLİĞİNE, dosyanın ilgili Daireye GÖNDERİLMESİNE, 20.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
BİRİNCİ CEZA DAİRESİ
Esas : 2016/2552
Karar : 2017/160
Tarih : 30.01.2017
Silahlı terör örgütüne silah sağlamak suçundan hükümlü …’ın, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 23/12/2009 tarihli ve 2005/221 esas, 2009/305 sayılı ilâmı ile verilen 15 yıl hapis cezasının infazı sırasında, suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapmak eyleminden ötürü 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 44/3-1 ve 48/2. maddeleri uyarınca 15 gün hücre disiplin cezası ile cezalandırılmasına dair Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının 17/07/2008 tarihli ve 2008/94 sayılı kararına vaki itirazın reddine dair Tekirdağ İnfaz Hâkimliğinin 07/10/2008 tarihli ve 2008/827-770 sayılı kararına vaki itirazın keza reddine ilişkin mercii Tekirdağ 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 23/03/2009 tarihli ve 2008/1109 sayılı kararı ile kesinleşmesi sonrasında, hükümlünün 02/08/2010 tarihli dilekçesi ile 6008 sayılı Kanunun geçici 1. maddesi doğrultusunda disiplin cezasının yeniden incelenmesi talebinde bulunması üzerine, hükümlünün talebinin kabulü ile 2008/94 sayılı disiplin cezasının ortadan kaldırılmasına ilişkin Tekirdağ İnfaz Hakimliğinin 22/03/2011 tarihli ve 2011/243-344 sayılı kararına infaz savcılığınca yapılan itirazın kabulü ile bahse konu kararın kaldırılmasına dair Tekirdağ 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 01/04/2011 tarihli ve 2011/398 değişik iş sayılı kararı ile;
Tekirdağ L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda infazı devam eden hükümlünün suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapmak eyleminden dolayı 5275 sayılı Kanunun 44/3-1 ve 48/2. maddeleri uyarınca 15 gün hücre disiplin cezası ile cezalandırılmasına dair adı geçen infaz kurumu disiplin kurulu başkanlığının 17/07/2008 tarihli ve 2008/95 sayılı kararına vaki itirazın reddine ilişkin Tekirdağ İnfaz Hâkimliğinin 09/10/2008 tarihli ve 2008/777-810 sayılı kararına vaki itirazın keza reddine ilişkin mercii Tekirdağ 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/11/2008 tarihli ve 2008/1110 sayılı kararı ile disiplin cezasının kesinleşmesi sonrasında, hükümlünün 02/08/2010 tarihli dilekçesi ile 6008 sayılı Kanunun geçici 1. maddesi doğrultusunda disiplin cezasının yeniden incelenmesi talebinde bulunması üzerine, hükümlünün talebinin kabulü ile 2008/95 sayılı disiplin cezasının ortadan kaldırılmasına ilişkin Tekirdağ İnfaz Hakimliğinin 22/03/2011 tarihli ve 2011/242-345 sayılı kararına infaz savcılığınca yapılan itirazın kabulü ile bahse konu kararın kaldırılmasına dair Tekirdağ 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 01/04/2011 tarihli ve 2011/399 değişik iş sayılı kararı ile ilgili olarak;
Dosya kapsamına göre;
I-Tekirdağ 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 23/03/2009 tarihli ve 2008/1109 sayılı kararı ile aynı mahkemenin 21/11/2008 tarihli ve 2008/1110 sayılı kararları yönünden yapılan incelemede;
Hükümlünün 10/07/2008 ve 11/07/2008 tarihli Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği dilekçelerinin, terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan ve terör örgütünü övücü nitelikte ifadeler içermesi nedeniyle terör örgütü propagandasıyaptığından bahisle hakkında hücre disiplin cezaları kararı verilmiş ise de, hükümlünün disiplin cezalarına konu eylemleri nedeniyle başlatılan ceza soruşturmaları neticesinde Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği gibi, benzer bir olay sebebiyle Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2010/8911 esas, 2012/5154 sayılı kararında “Cumhuriyet Başsavcılığına verilen dilekçe ile yargı merciilerince yapılan soruşturmalara tepki olarak ‘Ben de sayın Öcalan diyorum ve bu suçu işleyip kendimi ihbar ediyorum’ şeklinde kanaatini açıklamaktan ibaret eylemde suç ve suçluyu övme suçunun yasal unsurlarının bulunmadığı” yönünde karar verildiği ayrıca resmi kurumlara gereğinin yapılması için yazılan dilekçelerin aleniyet unsuru taşımadığı bu itibarla eylemlerin terör örgütü propagandası niteliğinde kabul edilemeyeceği gözetilmeksizin itirazın reddi yönünde karar verilmesinde;
II-Tekirdağ 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 01/04/2011 tarihli ve 2011/398 değişik iş sayılı kararı ile aynı Mahkemenin 01/04/2011 tarihli ve 2011/399 değişik iş sayılı kararları yönünden yapılan incelemede;
4675 sayılı İnfaz Hakimliği Kanunun 6/2.maddesine 6008 sayılı Kanunun 5. maddesi ile eklenen “Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir, infaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.” şeklindeki düzenleme ile 6008 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinde yer alan “bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce verilmiş ve infaz hâkimliğinin incelemesinden geçmiş disiplin cezalarına karşı, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren altı ay içinde yeniden yapılan başvurular,
4675 sayılı Kanunun bu Kanunla değişik 6 ncı maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen usulle karara bağlanır.” şeklindeki hükme nazaran disiplin cezalarının yeniden değerlendirilmesi başvurusu üzerine yapılacak inceleme neticesinde infaz hâkimliğince yeni bir karar verilebileceği, geçici maddede kısıtlayıcı bir düzenleme bulunmaması karşısında hükümlünün yeniden inceleme başvurusunda ancak yeni olgu ve deliller ibraz etmesi koşuluna bağlı olarak disiplin cezasının kaldırılmasına karar verilebileceğinin kabul edilmesinin yasaya uygun bir yorum olmayacağı cihetle, merciince kesinleşmiş disiplin cezasının ancak yeni delil ve olgu bulunması halinde kaldırılabileceği, infaz hâkimliğince talebin usul yönünden reddine karar verilmesi gerektiğinden bahisle itirazın kabulü yönünde karar tesisinde,
İsabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan Kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 14/04/2015 gün ve 94660652-105-59-0593-2015/8448/26594 sayılı yazılı istemlerine müsteniden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesi ile Dairemize ihbar ve dava evrakı gönderilmekle, incelenerek gereği düşünüldü;
TÜRK MİLLETİ ADINA
Kanun yararına bozma talebine dayanılarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamedeki bozma isteği incelenen dosya kapsamına göre yerinde görüldüğünden, Tekirdağ 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 23/03/2009 tarihli ve 2008/1109 sayılı; 21/11/2008 tarihli ve 2008/1110 sayılı; 01/04/2011 tarihli ve 2011/398 değişik iş sayılı; 01/04/2011 tarihli ve 2011/399 değişik iş sayılı kararlarının 5271 sayılı CMK’nun 309. maddesi uyarınca KANUN YARARINA BOZULMASINA, diğer işlemlerin yapılabilmesi için dosyanın Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 30/01/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
DOKUZUNCU CEZA DAİRESİ
Esas : 2009/4068
Karar : 2011/1379
Tarih : 01.03.2011
Cezaevinde hükümlü olarak bulunan sanığın yazdığı dilekçelerin içerikleri itibariyle terör örgütünün propagandasını yapma niteliğinde olduğu, ancak olayda aleniyet unsurunun gerçekleşmemesi nedeniyle bu suçun unsurları itibariyle oluşmadığı gözetilmeden beraatı yerine yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması,
Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 01.03.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
Esas : 2007/9-69
Karar : 2007/99
Tarih : 17.04.2007
SUÇU VE SUÇLUYU ÖVME
TERÖR ÖRGÜTÜNÜN EYLEMLERİNİ ÖVMEK
Yasa dışı terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan sanık İsmail Keskin’in, suç niteliğinin değiştiği ve 5237 sayılı TCY.nın lehine olduğunun kabulüyle suç ve suçluyu övme suçundan 5237 sayılı TCY.nın 215. maddesi uyarınca 2 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin Van 4. Ağır Ceza Mahkemesince 11.11.2005 gün ve 54-182 sayı ve oyçokluğu ile verilen kararın sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 25.01.2007 gün ve 5838-345 sayı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise, 07.03.2007 gün ve 221425 sayı ile;
“Sanık DEHAP Hakkari İl Başkanlığına verdiği Hakkari Belediye Meclis üyeliğine ilişkin dilekçe ekindeki özgeçmiş raporu adındaki belgede, 1988 yılından beri mücadelenin içinde yer aldığını, 1994 yılında köyünde PKK ile güvenlik kuvvetleri arasında meydana gelen çatışmada üç vatandaşının şehit olduğunu, mücadeleye ölünceye kadar devam edeceğini, mücadele sırasında işkencelere maruz kaldığını, mücadelede her zaman milletinin yanında yer alacağını beyan etmiştir. Dilekçe içeriğinden sanığın yasadışı silahlı örgüt niteliğinde olan PKK’nın görüş ve düşüncelerini benimsediği, 1994 yılında köyünde güvenlik kuvvetleri ile PKK arasında meydana gelen çatışmada ölen terör örgütü mensuplarını şehit olarak nitelendirildiği anlaşılmaktadır.
Sanık dilekçe altındaki imzanın kendisine ait olduğunu kabul etmekte, içeriğinin başkası tarafından düzenlendiğini savunmaktadır. Belgenin sanığın eli ürünü olduğu bilirkişi raporuyla tespit edilmiştir. Ancak dilekçenin ne şekilde ele geçirildiği tespit edilememiştir.
Suç ve suçluyu övme suçunun unsurlarından birisi aleniyettir. Aleniyet kavramı suçun herhangi bir kimsenin görüp işitebileceği yerde işlenmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Yargıtay 1. CD. 14.10.1955 tarihli kararında aleniyeti, fiilin umumi bir yerde ve birkaç kişinin işitebileceği surette işlenmesi şeklinde tanımlamaktadır. Buradaki birkaç kişiden amaç bir veya birden fazla kişidir. (Vural Savaş-Sadık Mollamahmutoğlu, Türk Ceza Kanunun Yorumu, c.2, s.2772), YCGK.nun 09.11.1953 sayılı kararında; “aleniyetin, herkesin veya birçok kimselerin duyup görmesiyle değil duyup görebilmesi mümkün ve muhtemel yerlerde fiilen işlenmesiyle” gerçekleşeceği kabul edilmiştir. YCGK.nun 05.12.1966 tarih ve 276 esas 456 karar sayılı kararında ise: “aleniyet, gerçekte aleniyet unsurunu meydana getiren umumi yerde sanıktan başka bir veya birkaç kişinin bulunması değil ve fakat bir veya birden fazla kişinin umumi yerde işlenen fiili görüp işitebilmesidir. Bu nedenle aleniyet için bir kimsenin umumi yerde bulunması şart olmayıp işlenen suçu görüp işitebilme ihtimali yeterli sayılır. Başka deyimle aleniyet suçun göz önünde işlenmesi anlamını kapsamayıp işlendiği yerin umumi bir yer olması ve görülebilme imkanına sahip olmasıdır.”
765 sayılı TCK.nun 153/4. maddesinde; “Fiil:
1- Matbuat ve umuma açık bir mahalde herhangi bir propaganda vasıtasıyla;
2- Umumi veya umuma açık bir mahalde bir veya birden fazla kimseler huzurunda;
3- Toplanılan mahal veya içtima iştirak edenlerin adedi veya toplantının mevzuu veya gayesi itibariyle hususi mahiyeti haiz olmayan bir içtimada işlenmiş olursa Ceza Kanunu tatbikinde aleni olarak işlenmiş sayılır …”
Bu düzenlemedeki “… Ceza Kanunu tatbikindeki …” ibaresi normun TCK.nun 312. maddesindeki geçerliliğini de göstermektedir. (YCGK. 15.03.2005 tarih ve 2004/8-21 E 2005/30 K)
Yine 765 sayılı TCK.nun 159. maddesinde aleniyet suçun unsuru olarak kabul edilmiştir. Yargıtay 9. CD. 27.03.2000 tarih ve 744/781 sayılı kararında “dava konusu edilen faxın içeriği itibariyle suçun oluşabilmesi için gerekli aleniyetunsurunun ne şekilde gerçekleştiği etraflıca araştırılmadan yazılı şekilde mahkumiyet hükmü tesisi” gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiş, aynı dairenin 24.02.1999 tarih ve 2731/942 sayılı kararında; “sanıkların suç duyurusu dilekçelerini C.Başsavcılığına vermekten ibaret eylemlerinde yüklenen suçun aleniyet unsuru itibariyle oluşmadığı gözetilmeden yazılı düşüncelerle mahkumiyetine karar verilmesi” bozma nedeni yapılmıştır.
Somut olayda sanık DEHAP Hakkari İl Başkanlığına verdiği başvuru dilekçesi ekinde suça konu açıklamaları içeren yazıyı vermiştir. Suça konu belgenin nasıl ele geçirildiği dosya kapsamından anlaşılmamaktadır. Yargıtay uygulamasına göre fax ve suç duyurusu dilekçeleri aleniyet unsurunun gerçekleşmesi için yeterli kabul edilmediğine göre; aleniyetunsurunun oluşmadığının kabulü zorunludur. Bu nedenle suç ve suçluyu övme suçunun unsurları oluşmamıştır.
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunundaki suçun oluşması için aleniyet şartı aranmadığı gibi, propaganda her türlü yöntemle yapılabilmektedir. Sanık 1988 yılından beri mücadele içinde yer aldığını, mücadele sırasında işkencelere maruz kaldığını, mücadelesinde her zaman milletinin yanında yer alacağını ve mücadeleye ölünceye kadar devam edeceğini söyleyerek yasadışı PKK terör örgütünün silahlı mücadelesini benimseyip destek verdiğini ve 1994 yılında köyünde PKK ile güvenlik kuvvetleri arasında meydana gelen çatışmada ölen terör örgütü mensuplarını şehit olarak niteleyerek şiddet veya terör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek şekilde örgütün propagandasını yapmaktadır” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire kararının kaldırılmasına ve Yerel Mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın suç ve suçluyu övme suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki hukuki uyuşmazlık, sanığın bir parti teşkilatına verdiği özgeçmiş raporunda yer alan ibarelerin, 5237 sayılı TCY.nın 215. maddesindeki suça mı, yoksa 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 7/2. maddesindeki suça mı uyduğunun belirlenmesine ilişkindir.
1- 27.03.2007 tarihinde yapılan birinci müzakerede;
Kurul Üyelerinden Muvaffak Tatar tarafından, sanık tarafından verildiği ileri sürülen özgeçmiş belgesinin ne şekilde elde edildiğinin dosya kapsamında belli olmaması karşısında, bu belgenin hukuka uygun olarak elde edilip edilmediğinin araştırılması için soruşturmanın genişletilmesinin gerektiği ileri sürülmüş ve bu husus Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca ön sorun olarak ele alınıp değerlendirilmiştir.
Yapılan oylamada yasal çoğunluk sağlanamadığından işin görüşülmesi ikinci müzakereye kalmıştır.
2- 03.04.2007 tarihinde yapılan ikinci müzakerede;
1- 06.01.2004 tarihinde düzenlenen yakalama tutanağında, aynı gün PKK/KONGRA-GEL terör örgütüne yönelik yapılan çalışmalar sonucunda aslen Hakkari İli Çukurca ilçesi Işıklı köyü nüfusunda kayıtlı İsmail Keskin adlı kişinin DEHAP İl Başkanlığına hitaben yazdığı “Özgeçmiş Raporumdur” başlıklı ve içeriğinde mücadele etmek konusunda ibareler bulunan el yazısı ile yazılmış ve İsmail Keskin tarafından imzalanmış özgeçmiş raporunun elde edildiği, konu nöbetçi C.savcısına aktarılarak onun talimatı ile adı geçenin saat 17.15’de Hakkari İl merkezinde gözaltına alındığı belirtilmiştir.
Yakalama tutanağı haricinde dosya içerisinde söz konusu özgeçmiş raporunun nerede ve ne şekilde elde edildiği konusunda bir bilgi bulunmamaktadır.
Belgenin ele geçirildiği 06.01.2004 tarihinde yürürlükte olan 1412 sayılı CYUY.nın 100. maddesinde, bir soruşturma ile ilgili yapılan arama sırasında, yapılan soruşturma ile ilgisi olmayan fakat bir başka suçun işlendiğini gösterir eşya elde edilmesi halinde geçici olarak el konulacağı ve durumun C.savcılığına haber verileceği hükme bağlanmıştır.
Her ne kadar suça konu belgenin ne şekilde elde edildiği hususunda dosyada bir bilgi veya belge bulunmamakta ise de söz konusu belgenin PKK terör örgütüne yönelik bir çalışma sırasında kolluk görevlilerince elde edilip, CYUY.nın 100. maddesine uygun olarak durumun C.savcısına bildirildiği ve onun talimatı doğrultusunda sanığın yakalandığı, yakalama tutanağı içeriğinden açıkça anlaşılmaktadır. Belgenin ne şekilde elde edildiği C.savcısının bilgisi dahilinde olup, hukuka aykırı olarak elde edilen bir belgeye dayalı olarak sanık hakkında soruşturma başlatmayacağı nazara alındığında, soruşturmanın genişletilmesini gerektiren bir hal bulunmadığı oyçokluğuyla kararlaştırılmıştır.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyeleri ise, ceza yargılamasının amacının maddi gerçeğin ortaya çıkarılması esasına dayandığı gözetilerek, suça konu belgenin hukuka uygun bir şekilde elde edilip edilmediğinin araştırılması için soruşturmanın genişletilmesi gerektiği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
2- Ön sorun çözüldükten sonra işin esasının görüşülmesine geçilmiş, ancak esasın görüşülmesine ilişkin birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından işin görüşülmesi ikinci müzakereye kalmıştır.
3- 17.04.2007 tarihinde yapılan üçüncü müzakerede;
Sanık tarafından yazıldığı kabul edilen özgeçmiş raporunun tam metni;
“Öz Geçmişim Raporumdur.
1984’ten bu yana bu mücadelenin içinde yaşandık ve yaşatıldık. 1988 de köy muhtarı seçildim. Köy muhtarı olarak iki defa üst üste seçildim ve ta ki 1994’te köyümüzde PKK ile Güvenlik Güçleri arasında çıkan çatışmaya kadar muhtarlığım devam etti. Bu çatışmadan sonra köyümüzü boşalttık ve Hakkari Merkez, Yüksekova, Çukurca ve Şemdinli’ye göç ettik. Çatışma esnasında 3 vatandaşımız şehit oldu. Bu mücadele başladığından beri içinde yer aldık ve de devam etmekteyiz. Bu mücadele için elimizden geleni her zaman yaptık ve ta ki ölünceye kadar devam edeceğiz. Kısaca size şunu anlatayım 1984’ten bugüne kadar köydeyken veya buradayken bu zaman dilimi içersinde mücadele için gerçekçi bir mücadeleci olduğum için beni daima gözaltına aldılar ve çeşitli işkencelere maruz kaldım. Tabi ki vicdanımın sesini dinleyerek her zaman hareket etmişimdir ve hiçbir zaman yılmamışım ve yılmayacağım da ta ki başarıyı elde edene kadar bu mücadele için yer alacağım milletimin yanında.
Divan arkadaşlarıma saygılarımı sunarım.
TL Ev: *** 55 47
İsmail Keskin” şeklinde olup, el yazısı ile kaleme alınmış ve sanık tarafından imzalanmıştır.
Hakkari C.Başsavcılığınca sanığın imza ve yazı örnekleri alınarak, özgeçmiş raporunun ve Hakkari DEHAP İl Başkanlığına hitaben yazılan dilekçedeki yazıların sanığın eli ürünü olup olmadığının tespiti için Van Jandarma Bölge Kriminal Laboratuarında inceleme yaptırılmış, 11.02.2004 gün ve 253 sayılı ekspertiz raporunda;
Her iki yazının aynı cins mürekkepli kalem kullanılarak yazıldığı ve her iki belgedeki yazıların aynı kaligrafide ve aynı kişinin eli ürünü olduğu, inceleme konusu belgeler üzerinde bulunan yazılar ile sanık İsmail Keskin’in mukayese yazıları arasında yapılan fiziki inceleme ve karşılaştırması sonucunda; mukayese yazıların huzurda alınmış olması ve huzurda alınan mukayese yazıların samimiyetten uzak ve değiştirme gayreti içerisinde yazılmış olabileceği değerlendirilmesine rağmen, ortak harf ve rakamların tersimi (a, d, b, k, 4, 5, 8) yuvarlak harflerin başlangıç ve bitim noktası (a, o) ve ayrıca tetkik konusu belge üzerindeki yazılar ile “İsmail Keskin” adına atfen atılı bulunan imzalar arasında kalem baskısı ve çizgi kalitesi yönünden benzerlikler görülmüş olup, tetkik konusu belgeler üzerindeki söz konusu yazıların İsmail Keskin eli ürünü olmasının kuvvetle muhtemel olduğu kanaatine varıldığı, ancak İsmail Keskin’in bol miktarda samimi dilekçe, mektup, not defteri, ajanda, vs. ve huzurda tetkik konusu belgeler üzerinde bulunan tüm harf ve rakam karakterleriyle yazdırılacak mukayese yazılarının gönderilmesi halinde kesin bir kanaat bildirmenin mümkün olabileceği; belgelerdeki imzaların ise sanık İsmail Keskin’in eli ürünü olduğu kanaatine varıldığı bildirilmiştir.
İmzaların sanığın eli ürünü olduğu konusunda gerek ekspertiz raporunun içeriği gerekse sanığın kabulü karşısında kuşku bulunmamaktadır. Ekspertiz raporu içeriğinde belgedeki imzalar ile yazının aynı kalemle yazıldığının bildirildiği nazara alındığında, söz konusu özgeçmiş raporu niteliğindeki belgenin sanık tarafından yazıldığı kabul edilmiş ve başkaca bir araştırma yapılmasına gerek görülmemiştir.
Uyuşmazlık konusu ile ilgili yasal düzenlemeler incelendiğinde;
Gerek eylem tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCY.nın 312/1. maddesinde gerekse 5237 sayılı TCY.nın 215. maddesinde benzer şekilde düzenlenen suçun oluşabilmesi için, yasanın suç (cürüm) saydığı bir eylemin övülmesi veya iyi görüldüğünün söylenmesi, bunun da aleni olarak yapılması gerekir.
3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 7/2. maddesinde düzenlenen terör örgütünün propagandasını yapmak suçunun oluşabilmesi için eylem tarihindeki düzenlemeye bakmakta yarar vardır. Anılan maddenin 4744 ve 4930 sayılı yasalarla değiştirilmiş olan ve eylem tarihindeki düzenleniş şeklinde, “şiddet veya terör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda yapmak” eyleminin gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Öte yandan, 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 1. maddesinde, “terör” tanımı ayrıntılı bir şekilde yapılmıştır. Yargısal kararlarla da kabul edildiği üzere, anılan maddede belirtilen terör eylemleri ile amaç veya yöntem yönünden bağlantısı hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanıtlanan PKK’nın, silahlı bir terör örgütü olduğu ve gerçekleştirdiği terör eylemlerinde birçok insanın yaşamını kaybettiği, gerek Devletin gerekse kişilerin çok büyük maddi kayıplara uğramasına neden olduğu sabittir. PKK, 2003 yılı sonlarında KONGRA-GEL adını almış olup, bu ad değişikliğinin terör örgütü olma niteliğini değiştirmediği, örgütün ideolojisinde, silahlı gücünde, amblem ve flamalarında bir değişiklik yapılmadığı bilinen bir gerçektir.
Nitekim, daha önce uluslararası kuruluşlar ve devletler tarafından terör listesine alınmış olan PKK gibi, KONGRA-GEL’de terör örgütleri listelerine alınmıştır. Avrupa Birliği de 02.05.2002 tarihinde PKK’yı, 05.04.2004 tarihinde de KONGRA-GEL’i terör örgütleri listesine almış bulunmaktadır.
Somut olayda sanık tarafından bir partinin il yönetimine verilen belgede yer alan ifadelerin bütünü incelendiğinde, partililerin bilmesi ve öğrenmesi için yazıldığı, yerel seçimlerde belediye meclis üyeliğine aday olabilmek için yazılan dilekçe ile birlikte sunulduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu yazıda, daha önce terör örgütü için yapılan eylem ve karşılaşılan güçlükler anlatılmakta olup, bu eylemlerin övgüsü yapılmaktadır. Yasa dışı bir terör örgütünün eylemlerini onaylayarak, ona sahip çıkmak, anılan örgütün işlediği suçları iyi görmek niteliğindedir. Partililerce bilinmesi ve öğrenilmesi istenerek, partinin il yönetimine verilen yazı yönünden, “aleniyet” unsurunun gerçekleştiğinin kabulünde zorunluluk vardır. Çünkü, partiye kayıtlı birçok kişi tarafından söz konusu yazının görülmesi ve içeriğinin öğrenilmesi olanağı bulunmaktadır.
Yazının verildiği yer ve içeriği nazara alındığında, şiddet ve terör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek herhangi bir ibare içermediği gibi, yazının bütünlüğünde terör örgütüne yönelik olarak kişileri telkin, teşvik ve etkide bırakacak şekilde propaganda niteliğinde olmadığı anlaşılmaktadır. O halde, yazı içeriğinde terör örgütünün işlediği suçların iyi görülmesinden ibaret eylemde, 3713 sayılı Yasanın 7/2. maddesindeki suçun unsurları bulunmamaktadır.
Bir terör örgütünün işlediği suçları meşru saymak, iyi görmek, düşünce ve kanaat açıklama özgürlüğü sınırlarını aşan bir eylemdir. Bu nedenle sanığın eylemi, 765 sayılı TCY.nın 312/1. ve 5237 sayılı TCY.nın 215. maddelerinde tanımlanan suça uymaktadır. Lehe yasanın 5237 sayılı TCY olduğunun belirlenmesi ile sanığın, eylemine uyan 215. madde uyarınca cezalandırılması ve Özel Dairece bu kararın onanması isabetlidir.
Bu itibarla Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyeleri ise, “Yazının içeriğinde terör örgütünün eylemlerinin övülmesi ve mücadeleye devam edileceğinin bildirildiği nazara alındığında, şiddet ve terör yöntemlerine başvurmanın teşvik edildiği gözetilerek, haklı nedenlere dayanan Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine;
Ön sorun konusunda 27.03.2007 tarihinde yapılan birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından 03.04.2007 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla; işin esası yönünden 03.04.2007 tarihinde yapılan birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından 17.04.2007 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
Örgüt üyeliği, teşebbüse elverişli bir suç değildir.
Suçun telefonla mesaj çekmek suretiyle işlenmesi durumunda aleniyet unsurunun şartları sağlanmamaktadır.
‘..somut olayda; sanığın müştekiye telefonla mesaj çekmek suretiyle hakaret ettiği anlaşılmaktadır. Dosya içerisinde yer alan anlatımlara göre hakaret sözlerinin başkalarının muttali olacağı şekilde söylendiğine dair bir açıklık bulunmamaktadır. Bu nedenle sanık hakkında düzenlenen iddianamede TCK’nın 125/4. maddesine yer verilmemesine karşın, yargılama safhasında bu hususta ek savunma hakkı tanınmadan ve koşulları oluşmadığı halde aleniyet artırımı yapılarak fazla ceza verilmesi hukuka aykırıdır.’ (E: 2016/ 18990 K: 2017 / 1189 ) Telefonda mesaj çekmenin yanı sıra arama suretiyle hakaret içerikli fiilerde bulunulması durumunda da aleniyet unsurunun varlığından söz edilemeyecektir. ‘Sanığın telefonunda hakaret etmesi eyleminde, aleniyet unsurunun oluşmadığı gözetilmeden, yerinde olmayan gerekçeyle TCK’nın 125/4. Maddesinin uygulanması bozmayı gerektirir.’ (E:2013/8835 K:2015/23910)
Hakaret suçunun dilekçe kanalıyla işlenmesi, aleniyetin sağlanması açısından yeterli değildir.
‘.. Somut olayda suça konu ifadelerin, sanığın Yargıtay C.Başsavcılılığına hitaben yazarak göndermiş olduğu dilekçe içinde yer alması karşısında olayda aleniyet unsurunun gerçekleşmediği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.’ (E: 2006/ 9252 K: 2007 / 5081) Aynı şekilde Ceza İnfaz Kanunu’na göre Ceza infaz kurumundan gönderilen mektuplar, cezaevi görevlilerinin denetimine tabi olsa bile bu mektup vasıtasıyla işlenen hakaret suçlarında da aleniyet unsurunun oluştuğundan söz edilemez. ‘Sanıkların başka bir suçtan hükümlü bulundukları Kütahya Kapalı Cezaevi’nden Nevşehir Cezaevi’ndeki bir arkadaşlarına yazdıkları mektubun cezaevi güvenlik görevlileri tarafından içeriği okunarak alıkonulup bilahare c.savcılığı’na ihbar edilmesinde sanıkların üzerlerine atılı Cumhuriyeti ve hükümetin manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif suçlarının ‘aleniyet’ unsurunun gerçekleşmediği gözetilmeden..’ (E: 1996/2319 K:1996/3227)
Ekip otosunda gerçekleşen hakaret eyleminde aleniyet unsuru oluşmaz.
‘aleniyetin söz konusu olabilmesi için olay yerinde başkalarının bulunması yeterli olmayıp, hakaretin belirlenemeyen sayıda kişi ve herkes tarafından görülme, duyulma ve algılanabilme olasılığının bulunması, herhangi bir sınırlama olmaksızın herkese açık olan yerlerde işlenmesinin gerekmesi karşısında, ekip aracında gerçekleşen hakaret eyleminde aleniyet unsurunun oluşmadığı gözetilmeden, sanığın cezasında artırım yapılmak suretiyle fazla cezaya hükmedilmesi, bozmayı gerektirmiştir.’ (E: 2015/20691 K: 2017 / 719)
Suçun evin içinde işlenmesi, aleniyet kapsamında değerlendirilemez.
‘Sanığın hakaret eylemini, katılanın evinin içerisinde gerçekleştirmesi karşısında, aleniyet unsurunun olayda gerçekleşmediği düşünülmeden, TCKnın 125/4. maddesinin uygulanması..’ (E: 2015/28391 K: 2017/1785) buna karşın evin bahçesinde işlenmesi durumunda aleniyet unsuru konusunda ayrıca değerlendirme yapılması gerekir. ‘Sanıkların hakaret suçlarını işlediği kabul edilen evin bahçesinin aleni yer olup olmadığı şüpheye yer bırakmayacak biçimde saptanmadan, TCK’nın 125/4. maddesinin uygulanması..’ (E: 2013/1461 K: 2014/4782 )
Tarafı Olduğu Telefon Görüşmesini Aleni Olmayan Bir Ortamda İfşa Etme
Sanığın, katılan mağdureyle yaşadıkları cinsel ilişki düzeyine varmayan bedensel temas içerir yakınlaşmaları hakkında telefonda onunla konuşurken, görüşme içeriğini kaydedip mağdurenin daha sonra bir başkasıyla nişanlanmış olmasına tepki olarak, mağdurenin nişanlısının ailesinin de bulunduğu bir evde, hazır bulunanlara sözü geçen konuşmaların yer aldığı teyp kasetini dinlettiği ve konuşmadaki bayan sesinin mağdureye ait olduğunun anlaşılması üzerine nişanın bozulduğu olayda, haberleşme içeriklerinin aleni olmayan ortamda ifşa edilmesi nedeniyle sanığın eyleminin TCK’nun 132/3. maddesinde tanımlanan haberleşmenin gizliliğini ihlal suçu kapsamında değerlendirilemeyeceği anlaşılmakla, mağdurenin özel yaşam alanına girdiğinde kuşku bulunmayan konuşmaların ses kayıtlarını içerir ses kaydını başkalarına dinleten sanık özel hayatın gizliliğini ihlal suçu işlemiştir (Yargıtay 12. Ceza Dairesi – Karar : 2013/16486).
Aleniyetin gerçekleşmesi için olay yerinde başkalarının bulunması yeterli olmayıp, hakaretin veya söylemin belirlenemeyen sıfat ve sayıda kişi tarafından görülme, duyulma ve algılanabilme olasılığının bulunması, herhangi bir sınırlama olmaksızın herkese açık olan yerlerde işlenmesinin gerekmesi karşısında, olay tarihinde vatani görevini ifa eden sanığın yemekhanede gerçekleştirdiği hakaret eyleminin aleniyet unsuru taşımadığı ve suçun unsurları itibariyle oluşmadığı gözetilmeden,… T.C. Yargıtay 11. Ceza Dairesi Esas No:2017/14581 Karar No:2018/1847
Aleniyetin gerçekleşmesi için olay yerinde başkalarının bulunması yeterli olmayıp, hakaretin veya söylemin belirlenemeyen sayıda kişi tarafından görülme, duyulma ve algılanabilme olasılığının bulunması, herhangi bir sınırlama olmaksızın herkese açık olan yerlerde işlenmesinin gerekmesi karşısında, aleniyet unsurunun oluşmayacağı baro odasındaki sözleri nedeniyle sanık hakkında cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen TCK’nın 299/2. maddesinin uygulanması suretiyle fazla ceza tayini hukuka aykırıdır (Yargıtay 9. Ceza Dairesi – Karar: 2014/8838)
Terör Örgütü Propagandası suçunda propaganda içeren söylemler aleniyet unsurunun yer almaması durumunda etkisi sınırlı kalacaktır, dolayısıyla açık ve yakın tehlike, kamu düzeninin bozulması şartları açısından suçun oluşmadığı söylenebilecektir. Ancak aleniyet unsuru oluşmasa bile her somut olayda failin konumu, kişilik ve sosyal özellikleri, sabıka kaydı, söylemlerin ifade edildiği yer, mekan ve zaman, kast unsurları da göz önünde tutularak açık ve yakın tehlikenin varlığı, kamu düzeninin bozulması, söylemlerin cebir ve şiddeti teşvik edici nitelikte olup olmadığı bakımından değerlendirme yapılmalıdır. Örneğin Yargıtay facebook sosyal paylaşım sitesi üzerinden sadece arkadaşlarına açık olan sayfasında terör örgütlerinin cebir ve şiddet içeren eylemlerinin övecek şekilde paylaşımlarda bulunan sanığın propaganda suçunu işlediğine karar vermiş ancak hesabın herkese açık olmadığı , sadece sanığın arkadaşlarına açık olması nedeniyle 3713 sayılı Kanunun 7/2-2. cümlesi uyarınca artırım yapılamayacağına karar vermiştir.(Yargıtay 16. Ceza Dairesi – Karar : 2017/987).
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2017/3312
K. 2019/2376
T. 29.4.2019
Somut olayda hükümlünün infaza konu cezasının terör örgütü propagandası yapmak suçuna ilişkin olduğu, hükümlünün işlediği suçun niteliği gereği örgüt mensubu olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, buna rağmen açık ceza infaz kurumuna ayrılması ve hakkında denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması yönündeki talebi değerlendirildiği sırada Ceza infaz kurumu idaresi ve İnfaz Hakimliği tarafından örgüt mensubu kabul edilerek hakkında işlem yapılması ve karar verilmesinin yerinde olmadığı gibi örgüt mensubu olmadığı kesinleşen yargı kararı ile kabul edilen bir kişinin mensup olduğu örgütten ayrılıp ayrılmadığı gibi tamamen subjektif ve bu dosya açısından hukuki açıdan sonuç doğurması mümkün olmayan bir değerlendirmeye konu yapılmasının da yerinde olmadığı gibi 05.04.2012 tarihli ve 6291 Sayılı Kanun ile 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanuna eklenen 105/A maddesinde denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazı için hükümlünün cezasının son altı ayını kesintisiz olarak açık ceza infaz kurumunda geçirmesi şartı öngörülmesine rağmen 05.04.2012 tarihli ve 6291 Sayılı Kanun ile 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanuna eklenen geçici 3. maddenin 1. fıkrasında bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla koşullu salıverilmelerine bir yıldan az süre kalan açık ceza infaz kurumunda bulunan, kapalı ceza infaz kurumunda bulunup da açık ceza infaz kurumuna ayrılma şartlarını taşıyan iyi hâlli hükümlülerin talepleri hâlinde, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına karar verilebileceği öngörülmekle hükümlünün cezasının son altı ayını kesintisiz olarak açık ceza infaz kurumunda geçirmesi şartı aranmaksızın bu infaz usulünden yararlanmalarına imkan sağlandığı ancak aynı maddenin 2. fıkrasında koşullu salıverilmelerine bir yıl kala açık ceza infaz kurumuna ayrılma hakkını kazanan hükümlülerin, bu infaz usulünden en fazla altı ay süreyle yararlanabilecekleri öngörülerek, bu maddeden yararlanma imkanı bulunan koşullu salıverilmelerine bir yıl ya da daha az kalan hükümlüler ile koşullu salıverilmelerine bir yıl kala açık ceza infaz kurumuna ayrılma hakkı kazanan hükümlüler arasında denetimli serbestlik tedbirin uygulanma süresi yönünden farklılık yaratıldığı, ancak 6655 Sayılı Kanun’un 5. maddesiyle değişik 24.01.2013 tarihli ve 6411 Sayılı Kanun ile 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanuna eklenen geçici 4. maddeye göre bu Kanunun 105/A maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde ve ikinci fıkrasında belirtilen altı aylık süre şartı ile birinci fıkrasının (b) bendinde belirtilen cezanın belirli bir süre infaz edilmesine ilişkin şartın 31.12.2020 tarihine kadar uygulanmayacağı yönünde düzenleme yapılmakla yetinildiği, 105/A maddesinde yararlanma hakkı bulunan hükümlüler arasında geçici 3. maddede olduğu gibi farklı bir uygulama yapılması yönünde bir düzenleme getirilmediği, geçici 3. maddenin 2. fıkrasında 1 ve 3. fıkralarda olduğu gibi “bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla” ibaresine yer verilmemiş ise de, 2. fıkra ile getirilen düzenlemenin de o anki koşullara göre koşullu salıverilmeden yararlanma hakkı bulunan hükümlülerin denetimli serbestlikten yararlanabilecekleri süreye ilişkin bir düzenleme olduğunu kabulde zorunluluk bulunduğu, geçici 3.madde ve 105/A maddesinin aynı 6291 Sayılı Kanunla 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanuna eklenip aynı tarihte yürürlüğe girdikleri de göz önünde bulundurulduğunda, kanun koyucunun koşullu salıverilmelerine bir yıl kala açık ceza infaz kurumuna ayrılma hakkını kazanan hükümlüler ile koşullu salıverilmelerine bir yıl kalan diğer hükümlülerin denetimli serbestlik tedbirinden yararlanma süreleri açısından farklı bir uygulama yapılması yönündeki iradesini denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle cezanın infazının düzenlendiği 105/A maddesinde ortaya koyacağında şüphe bulunmadığı, zira 105/A maddesinin 3.fıkrasında sıfır altı yaş grubunda çocuğu bulunan kadın hükümlülerin koşullu salıverilmesine iki yıl yada daha az süre kalması, maruz kaldıkları ağır bir hastalık, engellilik veya kocama nedeniyle hayatlarını yalnız idame ettiremeyen hükümlülerin ise koşullu salıverilmesine üç yıl ya da daha az süre kalması ve diğer şartları da taşımaları halinde denetimli serbestlikten yararlanabilecekleri şeklinde yaptığı düzenleme ile bu hükümlüler ile diğer hükümlüler arasında farklı uygulama yapılması gerektiği yönündeki iradesini açıkça ortaya koymuş olması da dikkate alındığında geçici 3. maddenin 1, 2 ve 3. fıkralarının geçici 3. maddenin yürürlüğe girdiği tarihte denetimli serbestlik tedbirinden yararlanma hakkı bulunan hükümlüler ile sınırlı bir uygulama alanının olduğunu kabul etmek gerektiğinden haklı nedenlere dayanmayan kanun yaranı bozma isteminin reddine karar vermek gerekmiştir.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2018/4497
K. 2019/2120
T. 8.4.2019
DAVA : Silahlı terör örgütü (PKK/KCK) üyesi olmak suçundan … Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü bulunan …’ın, suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapmak veya yaptırmak eylemi sebebiyle 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 44/3-l. maddesi uyarınca 11 gün hücre cezası ile cezalandırılmasına dair anılan Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının 02/04/2007 tarihli ve 2007/66 Sayılı Kararına karşı yapılan şikâyetin reddi ile disiplin cezasının onanmasına ilişkin Bolu İnfaz Hâkimliğinin 18/04/2007 tarihli ve 2007/192 Esas, 2007/198 Sayılı Kararına yönelik itirazın reddine dair Bolu Ağır Ceza Mahkemesi’nin 17/05/2007 tarihli ve 2006/399 değişik iş sayılı Kararı ile ilgili olarak;
Dosya kapsamına göre;
1-) Hükümlünün 22/03/2017 tarihli … Cezaevi Müdürlüğüne gönderdiği dilekçesinin, terör örgütü elebaşısı A. Öcalan’ı övücü nitelikte ifadeler içermesi nedeniyle terör örgütü propagandası yaptığından bahisle hakkında hücre disiplin cezaları kararı verilmiş ise de, benzer bir olay sebebiyle Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 08/05/2017 tarihli ve 2017/420 Esas, 2017/1489 Sayılı ilâmı ile Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2010/8911 esas, 2012/5154 Sayılı ilâmında, “Cumhuriyet Başsavcılığına verilen dilekçeyle yargı mercilerince yapılan soruşturmalara tepki olarak ‘Ben de sayın Öcalan diyorum ve bu suçu işleyip kendimi ihbar ediyorum’ şeklinde kanaatini açıklamaktan ibaret eylemde suç ve suçluyu övme suçunun yasal unsurlarının bulunmadığı” yönünde karar verildiği, ayrıca resmi kurumlara gereğinin yapılması için yazılan dilekçelerin aleniyet unsuru taşımadığı, bu itibarla eylemlerin terör örgütü propagandası niteliğinde kabul edilemeyeceği gözetilmeksizin bu yönden itirazın kabulü yerine reddine karar verilmesinde,
2-) 4675 Sayılı Kanun’un 5/1. maddesi uyarınca öngörülen kanun yolunun şikayet yolu olduğu gibi anılan Kanunun 6/3. maddesi gereğince infaz hakimliğinin şikayeti yerinde görmezse reddine; yerinde görürse, yapılan işlemin iptaline ya da faaliyetin durdurulmasına veya ertelenmesine karar vereceği hüküm altına alınıp yine anılan Kanunun 6/5. maddesi gereğince infaz hakimliği kararlarına karşı tebliğden itibaren bir hafta içinde Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre itiraz yoluna gidilebileceği öngörüldüğünden, infaz hakimliğince sadece şikayetin reddine karar verilmesi ile yetinilmesi gerekirken, şikayetin reddi ile kararın onanmasına karar verilmesi belirtilen yasal düzenlemelere aykırı olduğundan merciince bu yönden itirazın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesinde, isabet görülmediğinden bahisle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan Kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 24/09/2018 gün ve 94660652-105-14-3831-2018-Kyb sayılı yazılı istemlerine müsteniden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesi ile Dairemize ihbar ve dava evrakı gönderilmekle, incelenerek gereği düşünüldü;
KARAR : TÜRK MİLLETİ ADINA
SONUÇ : Kanun yararına bozma talebine dayanılarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamedeki bozma isteği incelenen dosya kapsamına göre yerinde görüldüğünden, Bolu Ağır Ceza Mahkemesi’nin 17/05/2007 tarihli ve 2006/399 değişik iş sayılı kararının 5271 Sayılı CMK’nin 309. maddesi uyarınca KANUN YARARINA BOZULMASINA, diğer işlemlerin yapılabilmesi için dosyanın Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 08/04/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
16. CEZA DAİRESİ
E. 2018/3111
K. 2019/1706
T. 11.3.2019
DAVA : I-)TALEP:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 05.07.2018 tarih ve 2018/58168 Sayılı Kanun Yararına Bozma İstemi ile; Terör örgütü propagandası yapmak suçundan sanık …’ın beraatine dair Bursa 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 07.09.2017 tarihli ve 2017/54 esas, 2017/63 Sayılı kararını kapsayan dosya incelendi.
Dosya kapsamına göre, İnegöl 3. Asliye Ceza Mahkemesinde mübaşir olarak çalışmakta olan sanığın, FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe teşebbüsünden 4 gün sonra 19.07.2016 tarihinde, adliyenin veznesine gelerek anılan darbe girişimine yönelik adliye çalışanları tanıkların yanında; tanık M. …’nın beyanına göre, “siz yanlış biliyorsunuz, bu hükümetin bir oyunu, … oyunu, tankın içindeki ateş edenler vatandaşlar tarafından linç edildi, o kadar askeri yere yatırdılar, işkence yaptılar, siz hiçbir şey bilmiyorsunuz, bu olay hükümetin bir oyunu,…’in oyunu” şeklinde, tanık …’un beyanına göre, “bu darbe hükumetin bir oyunudur” şeklinde, tanık…’in beyanına göre, “bu darbede hükümetin bir parmağı olabilir, bu darbe bir senaryodur. Ayrıca vatandaşların darbeyi gerçekleştiren rütbesiz askerleri dövmesinin yanlış olduğu” şeklinde, tanık…’un beyanına göre, “meydana gelen darbe girişimi Cumhurbaşkanı….’ın başkan olmak için planladığı tiyatro veya senaryodan ibaret bir girişimdir, bu tip oyunlara gelmeyelim, masum askeri vatandaş linç etmiştir. Ayrıca… ile Cumhurbaşkanı ve kabinesi daha düne kadar el eleydi” şeklinde ifadelerde bulunduğunun sabit olması karşısında, sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün propagandasını yaptığı ve üzerine atılı suçun yasal unsurlarının oluştuğu gözetilmeksizin mahkûmiyeti yerine beraatine karar verilmesinde isabet görülmemiştir.
5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309 maddesi uyarınca Bursa 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 07.09.2017 tarihli ve 2017/ 54 Esas, 2017/63 Sayılı kararının bozulmasının istenilmesi arz ve dosya birlikte tebliğ olunmuştur.
II-OLAY:
Terör örgütü propagandası yapma suçundan sanık … hakkında Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 04.05.2017 tarih ve 2017/8938 Esas numaralı iddianame ile Bursa 9.Ağır Ceza Mahkemesine 3713 Sayılı Kanun’un 7/2, 5 TCK’nın 53, 54, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemi ile kamu davası açıldığı bu mahkemece yapılan yargılama sonucunda atılı suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle CMK 223-2/a maddesi uyarınca sanığın beraatine karar verildiği bu kararın temyiz edilmeksizin 27.10.2017 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.
Mahkemece yapılan yargılama sırasında sanığın kısmen ikrar içeren beyanları ve tanıklar…. …,.. ve…’un beyanları nazara alındığında sanığın iddianame konusu sözleri söylediği kabul olunmuş ancak bu sözlerde içeriği itibariyle terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da teşvik edecek nitelikte olmadığı gerekçe gösterilerek unsurları oluşmayan suçtan sanığın beraatine karar verildiği anlaşılmıştır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından atılı suçun oluştuğu gerekçe gösterilerek kanun yararına bozma yoluna başvurulduğu anlaşılmaktadır.
III-KANUN YARARINA BOZMA İSTEMİNE İLİŞKİN UYUŞMAZLIĞIN KAPSAMI:
Bursa 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 07.09.2017 tarihli 2017/54 Esas 2017/63 karar sayılı dosyasına konu sanık …’ın terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan dolayı beraatine karar verilen somut olayda atılı suçun unsurlarının oluşup oluşmadığı hususu uyuşmazlık konusudur.
IV-HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunun 7/2 maddesine göre terör örgütünün; Cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişinin 1 yıldan 5 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacağı hüküm altına alınmıştır. Maddenin devamında bazı eylemlerin gerçekleştirilmesi halinde aynı cezaya hükmolunacağı belirlenmiştir.
Terör örgütünün propagandası suçunun oluşumu için; faaliyetleri devam eden bir terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemleri teşvik edecek şekilde yapılması gereklidir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşünde gerçekleşmese dahi terör örgütü üyesi ya da destekçisi olduğunu beyan edecek şekilde;
A-) “Örgüte ait resim ve işaretlerin asılması ya da taşınması”
B-) Slogan atılması
C-) Ses cihazları ile yayın yapılması
D-) Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi; şeklindeki seçimli hareketlerden biri ile de propaganda suçu işlenebilmektedir.
Dairemizin uygulamaları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yerleşik içtihatlarına göre; kullanılan yazı, sözler veya araçların;
1-)Şiddet, bir araç olarak görülüyorsa;
2-)Kişiler hedef gösterilip kanlı bir intikam isteniyorsa;
3-)Benimsenen düşünceler için şiddete başvurmanın meşru bir yol olduğu ileri sürülüyorsa;
4-)İnsanda saldırgan duygular uyandıracak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun ortamı kışkırtıyorsa; İfade özgürlüğünün sınırlandırılması makul görülebilecektir.
Somut olayda; sanık tarafından söylendiği kabul olunan sözlerin geneline bakıldığında söyleniş zamanı ve sanığın konumuna göre eleştiri niteliğinde sözler olduğu, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbeye teşebbüs eyleminin hemen sonrasında bazı çevrelerde dile getirilen eleştirilerin yansıması şeklinde olduğu, sanığın bu sözleri dışında Fetö/Pdy terörörgütü ile ilişkisini ve sempatisini gösterir eyleminin ve konuşmasının bulunmadığı gibi faaliyetleri devam eden bir terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemleri teşvik edecek nitelikte sözlerinin de söz konusu olmadığı, sanığın sözlerinin söyleniş zamanı ve biçimi nazara alındığında ağır eleştiri kapsamında kaldığı bu anlamda mahkemece suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçe gösterilerek verilen beraat kararının yerinde olduğu anlaşılmakla kanun yararına bozma talebinin reddine karar vermek gerekmiştir.
V-)SONUÇ VE KARAR:
Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 05.07.2018 tarih ve 2018/58168 Sayılı kanun yararına bozma talebinin 5271 Sayılı CMK’nın 309. maddesi gereğince REDDİNE,
SONUÇ : Dosyanın mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 11.03.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
Esas | : 2007/9-69 |
Karar | : 2007/99 |
Tarih | : 17.04.2007 |
SUÇU VE SUÇLUYU ÖVME
TERÖR ÖRGÜTÜNÜN EYLEMLERİNİ ÖVMEK
Yasa dışı terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan sanık İsmail Keskin’in, suç niteliğinin değiştiği ve 5237 sayılı TCY.nın lehine olduğunun kabulüyle suç ve suçluyu övme suçundan 5237 sayılı TCY.nın 215. maddesi uyarınca 2 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin Van 4. Ağır Ceza Mahkemesince 11.11.2005 gün ve 54-182 sayı ve oyçokluğu ile verilen kararın sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 25.01.2007 gün ve 5838-345 sayı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise, 07.03.2007 gün ve 221425 sayı ile;
“Sanık DEHAP Hakkari İl Başkanlığına verdiği Hakkari Belediye Meclis üyeliğine ilişkin dilekçe ekindeki özgeçmiş raporu adındaki belgede, 1988 yılından beri mücadelenin içinde yer aldığını, 1994 yılında köyünde PKK ile güvenlik kuvvetleri arasında meydana gelen çatışmada üç vatandaşının şehit olduğunu, mücadeleye ölünceye kadar devam edeceğini, mücadele sırasında işkencelere maruz kaldığını, mücadelede her zaman milletinin yanında yer alacağını beyan etmiştir. Dilekçe içeriğinden sanığın yasadışı silahlı örgüt niteliğinde olan PKK’nın görüş ve düşüncelerini benimsediği, 1994 yılında köyünde güvenlik kuvvetleri ile PKK arasında meydana gelen çatışmada ölen terör örgütü mensuplarını şehit olarak nitelendirildiği anlaşılmaktadır.
Sanık dilekçe altındaki imzanın kendisine ait olduğunu kabul etmekte, içeriğinin başkası tarafından düzenlendiğini savunmaktadır. Belgenin sanığın eli ürünü olduğu bilirkişi raporuyla tespit edilmiştir. Ancak dilekçenin ne şekilde ele geçirildiği tespit edilememiştir.
Suç ve suçluyu övme suçunun unsurlarından birisi aleniyettir. Aleniyet kavramı suçun herhangi bir kimsenin görüp işitebileceği yerde işlenmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Yargıtay 1. CD. 14.10.1955 tarihli kararında aleniyeti, fiilin umumi bir yerde ve birkaç kişinin işitebileceği surette işlenmesi şeklinde tanımlamaktadır. Buradaki birkaç kişiden amaç bir veya birden fazla kişidir. (Vural Savaş-Sadık Mollamahmutoğlu, Türk Ceza Kanunun Yorumu, c.2, s.2772), YCGK.nun 09.11.1953 sayılı kararında; “aleniyetin, herkesin veya birçok kimselerin duyup görmesiyle değil duyup görebilmesi mümkün ve muhtemel yerlerde fiilen işlenmesiyle” gerçekleşeceği kabul edilmiştir. YCGK.nun 05.12.1966 tarih ve 276 esas 456 karar sayılı kararında ise: “aleniyet, gerçekte aleniyet unsurunu meydana getiren umumi yerde sanıktan başka bir veya birkaç kişinin bulunması değil ve fakat bir veya birden fazla kişinin umumi yerde işlenen fiili görüp işitebilmesidir. Bu nedenle aleniyet için bir kimsenin umumi yerde bulunması şart olmayıp işlenen suçu görüp işitebilme ihtimali yeterli sayılır. Başka deyimle aleniyet suçun göz önünde işlenmesi anlamını kapsamayıp işlendiği yerin umumi bir yer olması ve görülebilme imkanına sahip olmasıdır.”
765 sayılı TCK.nun 153/4. maddesinde; “Fiil:
1- Matbuat ve umuma açık bir mahalde herhangi bir propaganda vasıtasıyla;
2- Umumi veya umuma açık bir mahalde bir veya birden fazla kimseler huzurunda;
3- Toplanılan mahal veya içtima iştirak edenlerin adedi veya toplantının mevzuu veya gayesi itibariyle hususi mahiyeti haiz olmayan bir içtimada işlenmiş olursa Ceza Kanunu tatbikinde aleni olarak işlenmiş sayılır …”
Bu düzenlemedeki “… Ceza Kanunu tatbikindeki …” ibaresi normun TCK.nun 312. maddesindeki geçerliliğini de göstermektedir. (YCGK. 15.03.2005 tarih ve 2004/8-21 E 2005/30 K)
Yine 765 sayılı TCK.nun 159. maddesinde aleniyet suçun unsuru olarak kabul edilmiştir. Yargıtay 9. CD. 27.03.2000 tarih ve 744/781 sayılı kararında “dava konusu edilen faxın içeriği itibariyle suçun oluşabilmesi için gerekli aleniyet unsurunun ne şekilde gerçekleştiği etraflıca araştırılmadan yazılı şekilde mahkumiyet hükmü tesisi” gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiş, aynı dairenin 24.02.1999 tarih ve 2731/942 sayılı kararında; “sanıkların suç duyurusu dilekçelerini C.Başsavcılığına vermekten ibaret eylemlerinde yüklenen suçun aleniyet unsuru itibariyle oluşmadığı gözetilmeden yazılı düşüncelerle mahkumiyetine karar verilmesi” bozma nedeni yapılmıştır.
Somut olayda sanık DEHAP Hakkari İl Başkanlığına verdiği başvuru dilekçesi ekinde suça konu açıklamaları içeren yazıyı vermiştir. Suça konu belgenin nasıl ele geçirildiği dosya kapsamından anlaşılmamaktadır. Yargıtay uygulamasına göre fax ve suç duyurusu dilekçeleri aleniyet unsurunun gerçekleşmesi için yeterli kabul edilmediğine göre; aleniyet unsurunun oluşmadığının kabulü zorunludur. Bu nedenle suç ve suçluyu övme suçunun unsurları oluşmamıştır.
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunundaki suçun oluşması için aleniyet şartı aranmadığı gibi, propaganda her türlü yöntemle yapılabilmektedir. Sanık 1988 yılından beri mücadele içinde yer aldığını, mücadele sırasında işkencelere maruz kaldığını, mücadelesinde her zaman milletinin yanında yer alacağını ve mücadeleye ölünceye kadar devam edeceğini söyleyerek yasadışı PKK terör örgütünün silahlı mücadelesini benimseyip destek verdiğini ve 1994 yılında köyünde PKK ile güvenlik kuvvetleri arasında meydana gelen çatışmada ölen terör örgütü mensuplarını şehit olarak niteleyerek şiddet veya terör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek şekilde örgütün propagandasını yapmaktadır” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire kararının kaldırılmasına ve Yerel Mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın suç ve suçluyu övme suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki hukuki uyuşmazlık, sanığın bir parti teşkilatına verdiği özgeçmiş raporunda yer alan ibarelerin, 5237 sayılı TCY.nın 215. maddesindeki suça mı, yoksa 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 7/2. maddesindeki suça mı uyduğunun belirlenmesine ilişkindir.
1- 27.03.2007 tarihinde yapılan birinci müzakerede;
Kurul Üyelerinden Muvaffak Tatar tarafından, sanık tarafından verildiği ileri sürülen özgeçmiş belgesinin ne şekilde elde edildiğinin dosya kapsamında belli olmaması karşısında, bu belgenin hukuka uygun olarak elde edilip edilmediğinin araştırılması için soruşturmanın genişletilmesinin gerektiği ileri sürülmüş ve bu husus Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca ön sorun olarak ele alınıp değerlendirilmiştir.
Yapılan oylamada yasal çoğunluk sağlanamadığından işin görüşülmesi ikinci müzakereye kalmıştır.
2- 03.04.2007 tarihinde yapılan ikinci müzakerede;
1- 06.01.2004 tarihinde düzenlenen yakalama tutanağında, aynı gün PKK/KONGRA-GEL terör örgütüne yönelik yapılan çalışmalar sonucunda aslen Hakkari İli Çukurca ilçesi Işıklı köyü nüfusunda kayıtlı İsmail Keskin adlı kişinin DEHAP İl Başkanlığına hitaben yazdığı “Özgeçmiş Raporumdur” başlıklı ve içeriğinde mücadele etmek konusunda ibareler bulunan el yazısı ile yazılmış ve İsmail Keskin tarafından imzalanmış özgeçmiş raporunun elde edildiği, konu nöbetçi C.savcısına aktarılarak onun talimatı ile adı geçenin saat 17.15’de Hakkari İl merkezinde gözaltına alındığı belirtilmiştir.
Yakalama tutanağı haricinde dosya içerisinde söz konusu özgeçmiş raporunun nerede ve ne şekilde elde edildiği konusunda bir bilgi bulunmamaktadır.
Belgenin ele geçirildiği 06.01.2004 tarihinde yürürlükte olan 1412 sayılı CYUY.nın 100. maddesinde, bir soruşturma ile ilgili yapılan arama sırasında, yapılan soruşturma ile ilgisi olmayan fakat bir başka suçun işlendiğini gösterir eşya elde edilmesi halinde geçici olarak el konulacağı ve durumun C.savcılığına haber verileceği hükme bağlanmıştır.
Her ne kadar suça konu belgenin ne şekilde elde edildiği hususunda dosyada bir bilgi veya belge bulunmamakta ise de söz konusu belgenin PKK terör örgütüne yönelik bir çalışma sırasında kolluk görevlilerince elde edilip, CYUY.nın 100. maddesine uygun olarak durumun C.savcısına bildirildiği ve onun talimatı doğrultusunda sanığın yakalandığı, yakalama tutanağı içeriğinden açıkça anlaşılmaktadır. Belgenin ne şekilde elde edildiği C.savcısının bilgisi dahilinde olup, hukuka aykırı olarak elde edilen bir belgeye dayalı olarak sanık hakkında soruşturma başlatmayacağı nazara alındığında, soruşturmanın genişletilmesini gerektiren bir hal bulunmadığı oyçokluğuyla kararlaştırılmıştır.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyeleri ise, ceza yargılamasının amacının maddi gerçeğin ortaya çıkarılması esasına dayandığı gözetilerek, suça konu belgenin hukuka uygun bir şekilde elde edilip edilmediğinin araştırılması için soruşturmanın genişletilmesi gerektiği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
2- Ön sorun çözüldükten sonra işin esasının görüşülmesine geçilmiş, ancak esasın görüşülmesine ilişkin birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından işin görüşülmesi ikinci müzakereye kalmıştır.
3- 17.04.2007 tarihinde yapılan üçüncü müzakerede;
Sanık tarafından yazıldığı kabul edilen özgeçmiş raporunun tam metni;
“Öz Geçmişim Raporumdur.
1984’ten bu yana bu mücadelenin içinde yaşandık ve yaşatıldık. 1988 de köy muhtarı seçildim. Köy muhtarı olarak iki defa üst üste seçildim ve ta ki 1994’te köyümüzde PKK ile Güvenlik Güçleri arasında çıkan çatışmaya kadar muhtarlığım devam etti. Bu çatışmadan sonra köyümüzü boşalttık ve Hakkari Merkez, Yüksekova, Çukurca ve Şemdinli’ye göç ettik. Çatışma esnasında 3 vatandaşımız şehit oldu. Bu mücadele başladığından beri içinde yer aldık ve de devam etmekteyiz. Bu mücadele için elimizden geleni her zaman yaptık ve ta ki ölünceye kadar devam edeceğiz. Kısaca size şunu anlatayım 1984’ten bugüne kadar köydeyken veya buradayken bu zaman dilimi içersinde mücadele için gerçekçi bir mücadeleci olduğum için beni daima gözaltına aldılar ve çeşitli işkencelere maruz kaldım. Tabi ki vicdanımın sesini dinleyerek her zaman hareket etmişimdir ve hiçbir zaman yılmamışım ve yılmayacağım da ta ki başarıyı elde edene kadar bu mücadele için yer alacağım milletimin yanında.
Divan arkadaşlarıma saygılarımı sunarım.
TL Ev: *** 55 47
İsmail Keskin” şeklinde olup, el yazısı ile kaleme alınmış ve sanık tarafından imzalanmıştır.
Hakkari C.Başsavcılığınca sanığın imza ve yazı örnekleri alınarak, özgeçmiş raporunun ve Hakkari DEHAP İl Başkanlığına hitaben yazılan dilekçedeki yazıların sanığın eli ürünü olup olmadığının tespiti için Van Jandarma Bölge Kriminal Laboratuarında inceleme yaptırılmış, 11.02.2004 gün ve 253 sayılı ekspertiz raporunda;
Her iki yazının aynı cins mürekkepli kalem kullanılarak yazıldığı ve her iki belgedeki yazıların aynı kaligrafide ve aynı kişinin eli ürünü olduğu, inceleme konusu belgeler üzerinde bulunan yazılar ile sanık İsmail Keskin’in mukayese yazıları arasında yapılan fiziki inceleme ve karşılaştırması sonucunda; mukayese yazıların huzurda alınmış olması ve huzurda alınan mukayese yazıların samimiyetten uzak ve değiştirme gayreti içerisinde yazılmış olabileceği değerlendirilmesine rağmen, ortak harf ve rakamların tersimi (a, d, b, k, 4, 5, 8) yuvarlak harflerin başlangıç ve bitim noktası (a, o) ve ayrıca tetkik konusu belge üzerindeki yazılar ile “İsmail Keskin” adına atfen atılı bulunan imzalar arasında kalem baskısı ve çizgi kalitesi yönünden benzerlikler görülmüş olup, tetkik konusu belgeler üzerindeki söz konusu yazıların İsmail Keskin eli ürünü olmasının kuvvetle muhtemel olduğu kanaatine varıldığı, ancak İsmail Keskin’in bol miktarda samimi dilekçe, mektup, not defteri, ajanda, vs. ve huzurda tetkik konusu belgeler üzerinde bulunan tüm harf ve rakam karakterleriyle yazdırılacak mukayese yazılarının gönderilmesi halinde kesin bir kanaat bildirmenin mümkün olabileceği; belgelerdeki imzaların ise sanık İsmail Keskin’in eli ürünü olduğu kanaatine varıldığı bildirilmiştir.
İmzaların sanığın eli ürünü olduğu konusunda gerek ekspertiz raporunun içeriği gerekse sanığın kabulü karşısında kuşku bulunmamaktadır. Ekspertiz raporu içeriğinde belgedeki imzalar ile yazının aynı kalemle yazıldığının bildirildiği nazara alındığında, söz konusu özgeçmiş raporu niteliğindeki belgenin sanık tarafından yazıldığı kabul edilmiş ve başkaca bir araştırma yapılmasına gerek görülmemiştir.
Uyuşmazlık konusu ile ilgili yasal düzenlemeler incelendiğinde;
Gerek eylem tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCY.nın 312/1. maddesinde gerekse 5237 sayılı TCY.nın 215. maddesinde benzer şekilde düzenlenen suçun oluşabilmesi için, yasanın suç (cürüm) saydığı bir eylemin övülmesi veya iyi görüldüğünün söylenmesi, bunun da aleni olarak yapılması gerekir.
3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 7/2. maddesinde düzenlenen terör örgütünün propagandasını yapmak suçunun oluşabilmesi için eylem tarihindeki düzenlemeye bakmakta yarar vardır. Anılan maddenin 4744 ve 4930 sayılı yasalarla değiştirilmiş olan ve eylem tarihindeki düzenleniş şeklinde, “şiddet veya terör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda yapmak” eyleminin gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Öte yandan, 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 1. maddesinde, “terör” tanımı ayrıntılı bir şekilde yapılmıştır. Yargısal kararlarla da kabul edildiği üzere, anılan maddede belirtilen terör eylemleri ile amaç veya yöntem yönünden bağlantısı hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanıtlanan PKK’nın, silahlı bir terör örgütü olduğu ve gerçekleştirdiği terör eylemlerinde birçok insanın yaşamını kaybettiği, gerek Devletin gerekse kişilerin çok büyük maddi kayıplara uğramasına neden olduğu sabittir. PKK, 2003 yılı sonlarında KONGRA-GEL adını almış olup, bu ad değişikliğinin terör örgütü olma niteliğini değiştirmediği, örgütün ideolojisinde, silahlı gücünde, amblem ve flamalarında bir değişiklik yapılmadığı bilinen bir gerçektir.
Nitekim, daha önce uluslararası kuruluşlar ve devletler tarafından terör listesine alınmış olan PKK gibi, KONGRA-GEL’de terör örgütleri listelerine alınmıştır. Avrupa Birliği de 02.05.2002 tarihinde PKK’yı, 05.04.2004 tarihinde de KONGRA-GEL’i terör örgütleri listesine almış bulunmaktadır.
Somut olayda sanık tarafından bir partinin il yönetimine verilen belgede yer alan ifadelerin bütünü incelendiğinde, partililerin bilmesi ve öğrenmesi için yazıldığı, yerel seçimlerde belediye meclis üyeliğine aday olabilmek için yazılan dilekçe ile birlikte sunulduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu yazıda, daha önce terör örgütü için yapılan eylem ve karşılaşılan güçlükler anlatılmakta olup, bu eylemlerin övgüsü yapılmaktadır. Yasa dışı bir terör örgütünün eylemlerini onaylayarak, ona sahip çıkmak, anılan örgütün işlediği suçları iyi görmek niteliğindedir. Partililerce bilinmesi ve öğrenilmesi istenerek, partinin il yönetimine verilen yazı yönünden, “aleniyet” unsurunun gerçekleştiğinin kabulünde zorunluluk vardır. Çünkü, partiye kayıtlı birçok kişi tarafından söz konusu yazının görülmesi ve içeriğinin öğrenilmesi olanağı bulunmaktadır.
Yazının verildiği yer ve içeriği nazara alındığında, şiddet ve terör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek herhangi bir ibare içermediği gibi, yazının bütünlüğünde terör örgütüne yönelik olarak kişileri telkin, teşvik ve etkide bırakacak şekilde propaganda niteliğinde olmadığı anlaşılmaktadır. O halde, yazı içeriğinde terör örgütünün işlediği suçların iyi görülmesinden ibaret eylemde, 3713 sayılı Yasanın 7/2. maddesindeki suçun unsurları bulunmamaktadır.
Bir terör örgütünün işlediği suçları meşru saymak, iyi görmek, düşünce ve kanaat açıklama özgürlüğü sınırlarını aşan bir eylemdir. Bu nedenle sanığın eylemi, 765 sayılı TCY.nın 312/1. ve 5237 sayılı TCY.nın 215. maddelerinde tanımlanan suça uymaktadır. Lehe yasanın 5237 sayılı TCY olduğunun belirlenmesi ile sanığın, eylemine uyan 215. madde uyarınca cezalandırılması ve Özel Dairece bu kararın onanması isabetlidir.
Bu itibarla Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyeleri ise, “Yazının içeriğinde terör örgütünün eylemlerinin övülmesi ve mücadeleye devam edileceğinin bildirildiği nazara alındığında, şiddet ve terör yöntemlerine başvurmanın teşvik edildiği gözetilerek, haklı nedenlere dayanan Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine;
Ön sorun konusunda 27.03.2007 tarihinde yapılan birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından 03.04.2007 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla; işin esası yönünden 03.04.2007 tarihinde yapılan birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından 17.04.2007 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
YARGITAY
DOKUZUNCU CEZA DAİRESİ
Esas | : 2008/9227 |
Karar | : 2010/3652 |
Tarih | : 30.03.2010 |
- SUÇU VE SUÇLUYU ÖVME
Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Cezaevinde hükümlü olarak bulunan sanığın yazdığı ve muhatabına ulaşmadan cezaevi idaresi tarafından el konulan dilekçelerin içerikleri itibariyle terör örgütünün propagandası niteliğinde olmayıp, 5237 sayılı TCK’nın 215. maddesinde tanımlanan suçluyu övme fiilini oluşturacağı, ancak; olayda aleniyet unsurunun gerçekleşmemesi nedeniyle bu suçunda unsurları itibariyle oluşmadığı gözetilmeden beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması,
Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 30.03.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY
BİRİNCİ CEZA DAİRESİ
Esas | : 2017/420 |
Karar | : 2017/1489 |
Tarih | : 08.05.2017 |
(KANUN YARARINA BOZMA)
Silahlı terör örgütüne üye olmak ve tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma suçlarından hükümlü …’ın, suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapmak eyleminden ötürü 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı hakkında Kanunun 44/3-l maddesi uyarınca 11 gün hücre disiplin cezası ile cezalandırılmasına dair Tekirdağ 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının 17/07/2008 tarihli ve 2008/94 sayılı Kararına vaki şikayetin reddine ilişkin Tekirdağ İnfaz Hâkimliğinin 07/10/2008 tarihli ve 2008/827-770 sayılı Kararına vaki itirazın keza reddine dair mercii Tekirdağ 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 23/03/2009 tarihli ve 2008/1109 değişik iş sayılı kararı ile;
Tekirdağ L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda infazı devam eden hükümlünün suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapmak eyleminden dolayı 5275 sayılı Kanun’un 44/3-l maddesi gereğince 11 gün hücre disiplin cezası ile cezalandırılmasına dair adı geçen infaz kurumu disiplin kurulu başkanlığının 17/07/2008 tarihli ve 2008/95 sayılı Kararına vaki şikâyetin reddine ilişkin Tekirdağ İnfaz Hâkimliğinin 09/10/2008 tarihli ve 2008/777-810 sayılı Kararına vaki itirazın keza reddine dair, mercii Tekirdağ 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/11/2008 tarihli ve 2008/1110 değişik iş sayılı Kararı;
ile ilgili olarak;
Dosya kapsamına göre; hükümlünün 10/07/2008 ve 11/07/2008 tarihli Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği dilekçelerinin, terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan ve terör örgütünü övücü nitelikte ifadeler içermesi nedeniyle terör örgütü propagandası yaptığından bahisle hakkında hücre disiplin cezaları kararı verilmiş ise de, benzer bir olay sebebiyle Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2010/8911 esas, 2012/5154 sayılı Kararında “Cumhuriyet Başsavcılığına verilen dilekçe ile yargı mercilerince yapılan soruşturmalara tepki olarak ‘Ben de sayın Öcalan diyorum ve bu suçu işleyip kendimi ihbar ediyorum’ şeklinde kanaatini açıklamaktan ibaret eylemde suç ve suçluyu övme suçunun yasal unsurlarının bulunmadığı” yönünde karar verildiği, ayrıca resmi kurumlara gereğinin yapılması için yazılan dilekçelerin aleniyet unsuru taşımadığı, bu itibarla eylemlerin terör örgütü propagandası niteliğinde kabul edilemeyeceği gözetilmeksizin, itirazın reddi yönünde karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu Yüksek
Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 20/12/2016 gün ve 94660652-105-59-2178-2016-Kyb sayılı yazılı istemlerine müsteniden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesi ile Dairemize ihbar ve dava evrakı gönderilmekle, incelenerek gereği düşünüldü;
TÜRK MİLLETİ ADINA
Kanun yararına bozma talebine dayanılarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamedeki bozma isteği incelenen dosya kapsamına göre yerinde görüldüğünden, Tekirdağ 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 23/03/2009 tarihli ve 2008/1109 değişik iş sayılı ve Tekirdağ 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/11/2008 tarihli ve 2008/1110 değişik iş sayılı Kararlarının 5271 sayılı CMK’nun 309. maddesi uyarınca KANUN YARARINA BOZULMASINA, diğer işlemlerin yapılabilmesi için dosyanın Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 08/05/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
Esas | : 2016/1175 |
Karar | : 2017/132 |
Tarih | : 07.03.2017 |
Silahlı terör örgütü propagandası yapma suçundan sanık …’ün 3713 sayılı Kanunun 7/2, 5237 sayılı TCK’nun 62/1, 53 ve 58/9. maddeleri uyarınca 10 ay, sanık …’ın ise 3713 sayılı Kanunun 7/2, 5237 sayılı TCK’nun 53 ve 58/9. maddeleri gereğince 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına, hak yoksunluğuna ve cezalarının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 31.05.2013 gün ve 85-83 sayılı hükümlerin, sanıkların müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Ceza Dairesince 22.12.2015 gün ve 4896-5028 sayı ile;
“Uludere olayını protesto için yapılan gösteri esnasında sanıkların atkı ile yüzlerini kapatmalarının kimliklerinin gizlenmesini ve tanınmamalarını sağlayacak derecede olmaması nedeniyle müsnet suçun unsurları oluşmadığından beraatleri yerine yazılı şekilde mahkumiyetlerine karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 27.05.2016 gün ve 384177 sayı ile;
“Sanıklara atılı terör örgütü propagandası yapma suçunun düzenlendiği 4963 sayılı Kanunla değişik 3713 sayılı Kanunun 7/2. maddesi; ‘Yukarıdaki fıkra uyarınca oluşturulan örgüt mensuplarına yardım edenlere veya şiddet veya diğer terör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda yapanlara fiilleri başka bir suç oluştursa bile ayrıca bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşyüzmilyon liradan birmilyar liraya kadar adli para cezası verilir’ hükmünü haizdir.
Kanunun bu amir hükmüne göre şiddet veya diğer terör yöntemlerine teşvik edecek şekilde propaganda eylemleri terör örgütü propagandası yapma suçunu oluşturur. Somut olayda; 28 Aralık 2011 tarihinde Şırnak/Uludere’de sınır bölgesinden geçiş yapmak isteyen kalabalık bir gruba yönelik yapılan hava operasyonu sonucu 34 şahsın ölmesini protesto etmek amaçlı 31.12.2011 günü saat:12:30’da Barış ve Demokrasi Partisi İl Binası önünde toplanan yaklaşık 450 kişilik grubun buradan hareketle Gölbaşı Caddesi ve Atatürk caddesini takiben Demokrasi Parkına geldiği, burada basın açıklaması metnini grup içerisinden bir kişinin okuduğu, 2 dakikalık oturma eylemi ve akabinde saygı duruşu yapıldığı, sonra, tekrar Gölebatmaz Caddesi istikameti üzerinden Barış ve Demokrasi Partisi önüne geldikleri, basın açıklaması esnasında ve sonrasında sanıkların da içinde bulunduğu grup tarafından birçok kez terör örgütüne destek mahiyetinde biji serok Apo (yaşasın başkanımız Apo), Kürdistan TC’ye mezar olacak, vur vur gerilla adam olsunlar, disa disa serhildan serokme Öcalan (Yine yine başkaldırı başkanımız Öcalan) şeklinde sloganlar attıkları, özellikle vur vur gerilla adam olsunlar ve disa disa serhildan serokme Öcalan (Yine yine başkaldırı başkanımız Öcalan) şeklindeki sloganların şiddet veya diğer terör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek nitelikte olduğu ve sanıklara atılı suçun unsurlarının bu şekilde oluştuğu” görüşüyle itiraz kanun yoluna müracaat etmiştir.
CMK’nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesince, 14.06.2016 gün ve 4317-3961 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İtirazın kapsamına göre inceleme sanıklar … ve … hakkında 31.12.2011 tarihli “silahlı terör örgütü propagandası yapma” suçlarından kurulan mahkûmiyet hükümleri ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıklar … ve …’ın üzerlerine atılı silahlı terör örgütü propagandası yapma suçunun unsurları itibariyle oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.
12.2011 günü Şırnak ili Uludere kırsalında meydana gelen ve 35 kişinin ölümü ile sonuçlanan hava harekâtından bir gün sonra, örgütün amaçları doğrultusunda yayın yaptığı belirtilen www.fıratnews.com isimli internet sitesinde; “KCK: katliam tamamen planlı” ve 30.12.2011 tarihinde “Komalen Cıwan: gençlik katliamın hesabını soracak!” başlıklı eylem çağrıları yapıldığı,
Suç tarihi olan 31.12.2011 tarihinde saat:12.30’da yaklaşık 450 kişilik grubun Barış ve Demokrasi Partisi İl Binası önünde söz konusu olayı protesto etmek için toplandığı, buradan hareket ederek Gölbaşı Caddesi ve Atatürk Caddesini takiben Demokrasi Parkına geldikleri, basın açıklaması metninin okunduğu, iki dakikalık oturma eylemi ve akabinde saygı duruşundan sonra, yaklaşık 75 kişilik grubun tekrar Gölebatmaz Caddesi üzerinden Barış ve Demokrasi Partisi önüne geldiği,
Basın açıklaması ve yürüyüş esnasında ”kürdistan faşizme mezar olacak”, “faşist AKP toplu katliamın hesabını verecek”, “direneceğiz hesabını soracağız”, “İmralı tecritine son”, “35 F16 vakası” şeklinde dövizler açıldığı, terör örgütü ve terörist başı lehine “biji serok apo” (Yaşasın başkanımız apo), “baskılar bizi yıldıramaz”, “kahrolsun AKP faşizmi”, “gençlik aponun fedaisidir”, “şehid namırın” (şehitler ölmez), “PKK halktır halk burada”, “kürdistan TC’ye mezar olacak”, “vur vur gerilla adam olsunlar”, “disa disa serhildan serokeme Öcalan” (Yine yine başkaldırı başkanımız Öcalan), “selam selam İmralıya bin selam” gibi sloganların atıldığının belirlendiği,
Kolluk tarafından tanzim edilen 03.04.2012 tarihli tespit tutanağında; 31.12.2011 günü sanıklar … ve …’ün terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşünde kimliklerini gizleme amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen kapattıklarının belirtildiği,
12.2011 tarihli fiziki takip tutanağında; olay günü saat 13.05 sıralarında sanık …’ın yüzünü puşi ile kapatarak zafer işareti yaptığı, saat 13.09 sıralarında sanık …’ün oturma eyleminden sonra dağılırlarken yere çökerek puşi ile yüzünü montunun şapkasıyla da başını örttüğü, saat 13.13 sıralarında sanık …’ün kol kola girdiği şahıslarla BDP ve Adıyaman Demokratik Özgür Öğrenci Derneğine doğru yürürken slogan attıkları tespitlerine yer verildiği,
Üç polis memurunca, tanzim edilen, bilirkişi raporunda, 7 numaralı DVD’nin 14 ile 17. saniyelerinde sanık …’ın tanınmamak için yüzünü kısmen, sanık …’ün ise 20.49 ile 21.46 saniyelerinde yüzünü kapattığı ve “biji serok apo (yaşasın başkanımız apo), şehit namırın (şehitler ölmez), PKK halktır halk burada, kürdistan TC’ye mezar olacak, vur vur gerilla adam olsunlar, disa disa serhildan serokme Öcalan (yine yine başkaldırı başkanımız Öcalan)” gibi sloganlar atan grup içerisinde sanık …’ın yer aldığı, sanık …’ün ise slogan atan bu grup ile birlikte hareket etiği kanaatinin bildirildiği, ancak bilirkişi raporunda sanıklar … ve …’ün fotoğraflarına yer verilmediği,
Naip hakim tarafından 30.05.2013 tarihinde düzenlenen Dvd İzleme Tutanağında, izlenen görüntülerin, 24.04.2012 tarihli bilirkişi raporu, olay sırasında çekilen ve fotoğraf haline getirilen görüntüler ve sanıklara ait teşhise elverişli, fotoğraflar ile uyumlu olduğunun belirtildiği,
Ceza Genel Kurulu tarafından denetlenen, CD ve DVD’lerde bulunan kamera görüntülerinde ise; sanıklar … ve …’ın silahlı terör örgütü lehine slogan attıklarına veya grup tarafından atılan sloganlara eşlik ettiklerine dair bir kaydın bulunmadığı, görüntülerin kesitlerinde yüzlerinin kısmen dahi kapalı olmadığı ve yüzlerini kapatmalarının kimliklerini gizleyecek dereceye ulaşmadığı,
Anlaşılmaktadır.
Suç tarihinde 20 yaşında olup, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği bölümünde öğrenim gören sanık …;
Savcılıkta; 31.12.2011 tarihinde Şırnak Uludere olayları ile ilgili Adıyaman’da Demokrasi Parkı Önünde yapılan basın açıklamasına katıldığını, herhangi bir slogan atmadığını,
Sorguda; yüklenen suçlamaları kabul etmediğini, bir üniversite öğrencisi olarak Uludere’de meydana gelen olayı vicdanı kabul etmediğinden katıldığını,
Duruşmada; Roboski için yapılan basın açıklamalarına herhangi bir yerden talimat almadan insani duyarlılıktan ötürü katıldığını, ancak yüzünü kapatmadığını, hava soğuk olduğundan boğazını kapattığını, fakat yüzünün görünecek şekilde açık olduğunu,
Suç tarihinde 20 yaşında olup, Adıyaman Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Matematik bölümünde öğrenim gören sanık …;
Kollukta müdafii eşliğinde alınan ifadesinde; belirtilen basın açıklamasına fıratnewsde yayınlanan bildiri üzerine değil, insanlık namına katıldığını, basın açıklamasının organizesinin ADÖÖDER tarafından yapıldığını, olay günü evinin karşısında kalabalığı görüp konuyu öğrenince dahil olduğunu, basın açıklamasında yasadışı slogan atan şahısları tanımadığını,
Benzer anlatımlarda bulunduğu savcılık ve sorgu ifadesinde; toplantı sırasında yağmurun atıştırdığını, montunun şapkası ile kafasını kapatmış olabileceğini, ancak kendisinin slogan atmadığını, puşi ile yüzünü kapatmadığını, puşiyi boynuna bağladığını, yürüyüş esnasında yüzünün kapalı olduğuna ilişkin fotoğrafı ilk kez sorguda gördüğünü,
Kovuşturma evresinde; dosya içerisindeki tutanak, rapor ve belgelerdeki aleyhine olan hususları kabul etmediğini,
Savunmuşlardır.
Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre “propaganda”; “Bir öğreti, düşünce veya inancı başkalarına tanıtmak, benimsetmek ve yaymak amacıyla söz, yazı vb. yollarla gerçekleştirilen çalışma, yaymaca” şeklinde tanımlanmış,
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10.12.1990 tarih ve 1990/9-263 E., 1990/336 K. sayılı kararında ise propaganda; “bir bütün olarak toplumun ya da belirli bir kesimin inanç, tutum ve davranışlarını yönlendirmek amacıyla bilinçli olarak seçilmiş bilgi, olgu ve savları sistemli bir çaba ve çeşitli araçları kullanarak yayma etkinlikleridir. Propaganda; geniş bir kitleyi, belirli hedefler doğrultusunda ikna etme çabasıdır. Bu yolla kitle desteği sağlamak istenmektedir.” şeklinde ifade edilmiştir.
3713 sayılı Kanunun suç tarihinde yürürlükte olan 7/2. maddesi;
“Terör örgütünün propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenişine iştirak etmemiş olan (…)(1) yayın sorumluları hakkında da bin günden onbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Ancak, yayın sorumluları hakkında, bu cezanın üst sınırı beşbin gündür. Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır:
a)Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerin gizlenmesi amacıyla yüzün tamamen veya kısmen kapatılması.
b)Terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde, örgüte ait amblem ve işaretlerin taşınması, slogan atılması veya ses cihazları ile yayın yapılması ya da terör örgütüne ait amblem ve işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi.” şeklindedir.
Diğer taraftan, 05.07.2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanunun “Dava ve cezaların ertelenmesi” başlıklı geçici 1. maddesinde;
“1) 31.12.2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı;
a) Soruşturma evresinde, 04.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171’inci maddesindeki şartlar aranmaksızın kamu davasının açılmasının ertelenmesine,
b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine,
c) Kesinleşmiş olan mahkûmiyet hükmünün infazının ertelenmesine,
Karar verilir.” hükmü yer almaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11.07.2014 gün ve 386-353 sayılı kararında ise; toplantı ve gösteri yürüyüşünün bir düşünce ve kanaat açıklaması yöntemi olması nedeniyle 2911 sayılı Kanunun 32/1 ve 33/1. maddelerinde yaptırıma bağlanan eylemlerinin 6352 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesi kapsamında kabul edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 16.09.2014 gün ve “96-375” ve “147-376” sayılı kararlarında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Suç tarihi nazara alınarak, 3713 sayılı Kanunun 7/2. maddesinde düzenlenen propaganda suçunun da, 2911 sayılı Kanunun 32/1 ve 33/1. maddelerinde yaptırıma bağlanan eylemler gibi 6352 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesi maddesi kapsamında düşünce ve kanaat açıklama yöntemiyle işlendiği Özel Dairelerce kabul edilmektedir. Ancak “terör örgütünün propagandasına dönüştürülen gösteri yürüyüşünde, kimliğin gizlenmesi amacıyla yüzün kapatılması” bakımından bir ayrım bulunmakta olup, kimliğin gizlenmesi amacıyla yüzün tamamen veya kısmen kapatılması suretiyle işlenen propaganda fiileri 6352 sayılı Kanunun geçici 1. maddesi kapsamında bir düşünce ve kanaat açıklaması yöntemi olarak değerlendirilmemektedir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Uludere ilçesinde meydana gelen ve 35 kişinin ölümü ile sonuçlanan olayı protesto etmek için bir araya gelen grubun içinde yer alan sanıklar … ve …’ün, kamera görüntülerinde silahlı terör örgütü lehine slogan atmaları veya grup tarafından atılan sloganlara eşlik etmeleri söz konusu olmayıp, yüzlerini kapatmalarının kimliklerinin gizlenmesi ve tanınmamalarını sağlayacak derecede olmaması nedeniyle müsnet suçun unsurlarının oluşmadığına ilişkin Özel Daire bozma ilamında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Bu itibarla; haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 07.03.2017 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY
ONALTINCI CEZA DAİRESİ
Esas | : 2018/3111 |
Karar | : 2019/1706 |
Tarih | : 11.03.2019 |
- KANUN YARINA BOZMA
- SERT ELEŞTİRİ
- TERÖR ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI
I-TALEP:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 05.07.2018 tarih ve 2018/58168 sayılı Kanun Yararına Bozma İstemi ile; Terör örgütü propagandası yapmak suçundan sanık …’ın beraatine dair Bursa 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 07.09.2017 tarihli ve 2017/54 esas, 2017/63 sayılı kararını kapsayan dosya incelendi.
Dosya kapsamına göre, İnegöl 3. Asliye Ceza Mahkemesinde mübaşir olarak çalışmakta olan sanığın, FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe teşebbüsünden 4 gün sonra 19.07.2016 tarihinde, adliyenin veznesine gelerek anılan darbe girişimine yönelik adliye çalışanları tanıkların yanında; tanık Mehmet …’nın beyanına göre, “siz yanlış biliyorsunuz, bu hükümetin bir oyunu, … oyunu, tankın içindeki ateş edenler vatandaşlar tarafından linç edildi, o kadar askeri yere yatırdılar, işkence yaptılar, siz hiçbir şey bilmiyorsunuz, bu olay hükümetin bir oyunu,…’in oyunu” şeklinde, tanık …’un beyanına göre, “bu darbe hükumetin bir oyunudur” şeklinde, tanık…’in beyanına göre, “bu darbede hükümetin bir parmağı olabilir, bu darbe bir senaryodur. Ayrıca vatandaşların darbeyi gerçekleştiren rütbesiz askerleri dövmesinin yanlış olduğu” şeklinde, tanık…’un beyanına göre, “meydana gelen darbe girişimi Cumhurbaşkanı….’ın başkan olmak için planladığı tiyatro veya senaryodan ibaret bir girişimdir, bu tip oyunlara gelmeyelim, masum askeri vatandaş linç etmiştir. Ayrıca… ile Cumhurbaşkanı ve kabinesi daha düne kadar el eleydi” şeklinde ifadelerde bulunduğunun sabit olması karşısında, sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün propagandasını yaptığı ve üzerine atılı suçun yasal unsurlarının oluştuğu gözetilmeksizin mahkûmiyeti yerine beraatine karar verilmesinde isabet görülmemiştir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309 maddesi uyarınca Bursa 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 07.09.2017 tarihli ve 2017/ 54 Esas, 2017/63 sayılı kararının bozulmasının istenilmesi arz ve dosya birlikte tebliğ olunmuştur.
II-OLAY:
Terör örgütü propagandası yapma suçundan sanık … hakkında Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 04.05.2017 tarih ve 2017/8938 Esas nolu iddianame ile Bursa 9.Ağır Ceza Mahkemesine 3713 sayılı Yasanın 7/2, 5 TCK’nın 53, 54, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemi ile kamu davası açıldığı bu mahkemece yapılan yargılama sonucunda atılı suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle CMK 223-2/a maddesi uyarınca sanığın beraatine karar verildiği bu kararın temyiz edilmeksizin 27.10.2017 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.
Mahkemece yapılan yargılama sırasında sanığın kısmen ikrar içeren beyanları ve tanıklar…. …,.. ve…’un beyanları nazara alındığında sanığın iddianame konusu sözleri söylediği kabul olunmuş ancak bu sözlerde içeriği itibariyle terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da teşvik edecek nitelikte olmadığı gerekçe gösterilerek unsurları oluşmayan suçtan sanığın beraatine karar verildiği anlaşılmıştır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından atılı suçun oluştuğu gerekçe gösterilerek kanun yararına bozma yoluna başvurulduğu anlaşılmaktadır.
III-KANUN YARARINA BOZMA İSTEMİNE İLİŞKİN UYUŞMAZLIĞIN KAPSAMI:
Bursa 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 07.09.2017 tarihli 2017/54 Esas 2017/63 karar sayılı dosyasına konu sanık …’ın terör örgütününpropagandasını yapmak suçundan dolayı beraatine karar verilen somut olayda atılı suçun unsurlarının oluşup oluşmadığı hususu uyuşmazlık konusudur.
IV-HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunun 7/2 maddesine göre terör örgütünün; Cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişinin 1 yıldan 5 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacağı hüküm altına alınmıştır. Maddenin devamında bazı eylemlerin gerçekleştirilmesi halinde aynı cezaya hükmolunacağı belirlenmiştir.
Terör örgütünün propagandası suçunun oluşumu için; faaliyetleri devam eden bir terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemleri teşvik edecek şekilde yapılması gereklidir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşünde gerçekleşmese dahi terör örgütü üyesi ya da destekçisi olduğunu beyan edecek şekilde;
A- “Örgüte ait resim ve işaretlerin asılması ya da taşınması”
B- Slogan atılması
C- Ses cihazları ile yayın yapılması
D- Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi; şeklindeki seçimli hareketlerden biri ile de propaganda suçu işlenebilmektedir.
Dairemizin uygulamaları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik içtihatlarına göre; kullanılan yazı, sözler veya araçların;
Şiddet, bir araç olarak görülüyorsa;
Kişiler hedef gösterilip kanlı bir intikam isteniyorsa;
Benimsenen düşünceler için şiddete başvurmanın meşru bir yol olduğu ileri sürülüyorsa;
İnsanda saldırgan duygular uyandıracak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun ortamı kışkırtıyorsa; İfade özgürlüğünün sınırlandırılması makul görülebilecektir.
Somut olayda; sanık tarafından söylendiği kabul olunan sözlerin geneline bakıldığında söyleniş zamanı ve sanığın konumuna göre eleştiri niteliğinde sözler olduğu, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbeye teşebbüs eyleminin hemen sonrasında bazı çevrelerde dile getirilen eleştirilerin yansıması şeklinde olduğu, sanığın bu sözleri dışında Fetö/Pdy terör örgütü ile ilişkisini ve sempatisini gösterir eyleminin ve konuşmasının bulunmadığı gibi faaliyetleri devam eden bir terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemleri teşvik edecek nitelikte sözlerinin de söz konusu olmadığı, sanığın sözlerinin söyleniş zamanı ve biçimi nazara alındığında ağır eleştiri kapsamında kaldığı bu anlamda mahkemece suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçe gösterilerek verilen beraat kararının yerinde olduğu anlaşılmakla kanun yararına bozma talebinin reddine karar vermek gerekmiştir.
V-SONUÇ VE KARAR:
Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 05.07.2018 tarih ve 2018/58168 sayılı kanun yararına bozma talebinin 5271 sayılı CMK’nın 309. maddesi gereğince REDDİNE,
Dosyanın mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 11.03.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY
ONALTINCI CEZA DAİRESİ
Esas | : 2018/5578 |
Karar | : 2019/2155 |
Tarih | : 28.03.2019 |
Mahkemesi :Ağır Ceza Mahkemesi
Suç : Silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, Tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma, Mala zarar verme
Hüküm : 1-Sanık … hakkında:
Silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan; TCK’nın 314/3 ve 220/6. maddeleri delaletiyle TCK’nın 314/2, 220/6-2 cümle, 62, 53/1-2-3, 58/9, 63. maddeleri ve 3713 sayılı Kanunun 5. maddesi uyarınca mahkumiyet
Sanık … hakkında: Silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma, mala zarar verme suçlarından; ayrı ayrı beraat
Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan mahkumiyet hükmü kurulması karşısında; o yer Cumhuriyet savcısının temyiz dilekçesinde, sanık ile ilgili delillerin anlatımına yer verilip son bölümünde verilen beraat kararının temyizen incelenerek bozulmasının talep edildiği ve bir gerekçeye dayanmayan temyiz talebinin, diğer sanık … hakkında üzerine atılı suçlardan kurulan ayrı ayrı beraat hükümlerine yönelik ve münhasır olduğu kabul edilerek yapılan incelemede;
Sanık … hakkında o yer Cumhuriyet savcısının aleyhe temyiz itirazları yönünden yapılan incelemede;
a-Sanık … hakkında genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan mahkemenin 21.11.2012 tarih 2011/40 E. 2012/511 K. sayılı kararıyla kurulan “hüküm verilmesine yer olmadığına” dair kararının temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olması karşısında; o yer Cumhuriyet savcısının bu hükme yönelik temyiz itirazının REDDİNE,
b-Sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma ve mala zarar verme suçlarından kurulan hükümlerin incelenmesinde;
Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda yüklenen suçların sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan o yer Cumhuriyet savcısının yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle beraate ilişkin hükümlerin ONANMASINA,
Sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan kurulan hükme yönelik sanık müdafiinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Hükümden önce yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanunun 8. maddesiyle 3713 sayılı Kanunun 7. maddesine eklenen 4. fıkra hükmü karşısında; örgüt adına terör örgütü propagandası suçunu işlediği iddia ve kabul edilen sanık …’nın, TCK’nın 220/6. maddesinde düzenlenen örgüt adına suç işlemeden dolayı ayrıca cezalandırılamayacağı gözetilerek yapılan incelemede,
Yapılan UYAP sorgulamasında; sanık … hakkında Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/424 E. sayılı dosyasında suç tarihi 2015 yılı olan silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kamu davası açıldığı anlaşılmakla, silahlı terör örgütüne üye olma suçunun temadi eden suçlardan olması nazara alınarak; anılan dosyanın getirilip hukuki ve fiili kesinti oluşup oluşmadığı ve aynı eylem ve faaliyetlerden dolayı dava açılıp açılmadığı araştırılarak sonucuna göre derdest olması halinde iş bu dava dosyasıyla birleştirilmesi, karar verilip kesinleşmiş olması durumunda ise dosyanın aslı veya Yargıtay denetime olanak verecek şekilde onaylı örneği dosya arasına alındıktan sonra, suç tarihinde silahlı terör örgütü ile hiyerarşik bağlantı kurarak organik ilişkiye girdiğine dair süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk içeren faaliyetleri saptanamayan ve örgüt adına terör örgütünün propagandasını yapma suçunu işleyen sanık hakkında, 30.04.2013 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanunun 8. maddesi ile 3713 sayılı Kanunun 7. maddesine eklenen 4. fıkra hükmü uyarınca, “sadece bu maddenin 2. fıkrasında tanımlanan suçu örgüt adına işleyenler hakkında TCK’nın 220. maddesinin altıncı fıkrasında tanımlanan suçtan dolayı ceza verilemeyeceği” nazara alınıp, sanığın sabit olduğu kabul edilen fiilin suç olma özelliğini devam ettirdiği de gözetilerek, CMK’nın 223/4. maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, 28.03.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2016/16-1175
K. 2017/132
T. 7.3.2017
• SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI YAPMA SUÇU ( Sanıkların Kamera Görüntülerinde Silahlı Terör Örgütü Lehine Slogan Atmaları veya Atılan Sloganlara Eşlik Etmelerinin Söz Konusu Olmadığı – Yüzlerini Kapatmalarının Kimliklerinin Gizlenmesi ve Tanınmamalarını Sağlayacak Derecede Olmadığı/Silahlı Terör Örgütü Propagandası Yapma Suçunun Oluşmayacağının Gözetileceği )
• PROTESTO İÇİN BİR ARAYA GELEN GRUBUN İÇİNDE YER ALAN SANIKLARIN YÜZLERİNİ KAPATMASI ( Sanıkların Kamera Görüntülerinde Silahlı Terör Örgütü Lehine Slogan Atmaları veya Atılan Sloganlara Eşlik Etmelerinin Söz Konusu Olmadığı – Yüzlerini Kapatmalarının Kimliklerinin Gizlenmesi ve Tanınmamalarını Sağlayacak Derecede Olmadığı/Silahlı Terör Örgütü Propagandası Yapma Suçunun Oluşmayacağı )
• TERÖR ÖRGÜTÜ LEHİNE SLOGAN ATMA ( Sanıkların Kamera Görüntülerinde Silahlı Terör Örgütü Lehine Slogan Atmaları veya Atılan Sloganlara Eşlik Etmelerinin Söz Konusu Olmadığı – Yüzlerini Kapatmalarının Kimliklerinin Gizlenmesi ve Tanınmamalarını Sağlayacak Derecede Olmadığı/Silahlı Terör Örgütü Propagandası Yapma Suçunun Oluşmayacağının Gözetileceği )
ÖZET : Sanıklar hakkında silahlı terör örgütü propagandası yapma suçundan hüküm kuırulmuştur.
Uludere ilçesinde meydana gelen ve üçüncü kişinin ölümü ile sonuçlanan olayı protesto etmek için bir araya gelen grubun içinde yer alan sanıkların kamera görüntülerinde silahlı terör örgütü lehine slogan atmaları veya grup tarafından atılan sloganlara eşlik etmeleri söz konusu olmayıp, yüzlerini kapatmalarının kimliklerinin gizlenmesi ve tanınmamalarını sağlayacak derecede olmaması sebebiyle müsnet suçun unsurlarının oluşmadığı gözetilmelidir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2007/9-230
K. 2008/23
T. 12.2.2008
• T.C HAKİMİYETİ ALTINDA BULUNAN TOPRAKLARDAN BİR KISMINI SİLAHLI MÜCADELE VEREREK DEVLET İDARESİNDEN AYIRMAK ( `Ben Bir Kürdistanlı Olarak Kürdistanda Sayın Abdullah Öcalan’ı Bir Siyasal İrade Olarak Görüyor ve Kabul Ediyorum` İbarelerini İçeren Bildirileri İmzalatmak – 3713 Sayılı Yasanın 7/2. Maddesi Kapsamında Değerlendirileceği )
• ÖRGÜTE YARDIM ( T.C Hakimiyeti Altında Bulunan Topraklardan Bir Kısmını Silahlı Mücadele Vererek Devlet İdaresinden Ayırmak – Sözkonusu Bildirileri İmzalatma Eyleminin 3713 Sayılı Yasanın 7/2. Maddesi Kapsamında Değerlendirileceği )
• TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASINI YAPMAK( T.C Hakimiyeti Altında Bulunan Topraklardan Bir Kısmını Silahlı Mücadele Vererek Devlet İdaresinden Ayırmak – Sözkonusu Bildirileri İmzalatma Eyleminin 3713 Sayılı Yasanın 7/2. Maddesi Kapsamında Değerlendirileceği )
• SİLAHLI ÖRGÜT ( `Ben Bir Kürdistanlı Olarak Kürdistanda Sayın Abdullah Öcalan’ı Bir Siyasal İrade Olarak Görüyor ve Kabul Ediyorum` İbarelerini İçeren Bildirileri İmzalatmak – 3713 Sayılı Yasanın 7/2. Maddesi Kapsamında Değerlendirileceği )
• SUÇUN NİTELİĞİ ( T.C Hakimiyeti Altında Bulunan Topraklardan Bir Kısmını Silahlı Mücadele Vererek Devlet İdaresinden Ayırmak – Söz konusu Bildirileri İmzalatma Eyleminin 3713 Sayılı Yasanın 7/2. Maddesi Kapsamında Değerlendirileceği )
3713/m.5,7/2
5237/m.314,220/7
ÖZET : Amacı Türkiye Cumhuriyetinin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını silahlı mücadele vererek devlet idaresinden ayırıp bu bölgede Marksist-Leninist ilkelere dayalı bir Kürt devleti kurmak olan PKK terör örgütü elebaşının yakalanması üzerine, örgüt tarafından Kürdistan Demokratik Konfedaralizm önderi olarak kabul edilen Abdullah Öcalan’ı sahiplenme kampanyası çerçevesinde sanıkların örgütün ve amacının toplum içinde benimsenmesini sağlamaya yönelik olarak; `ben bir Kürdistanlı olarak, Kürdistanda sayın Abdullah Öcalan’ı bir siyasal irade olarak görüyor ve kabul ediyorum` ibarelerini içeren bildirileri imzalatmaktan ibaret eylemleri, nitelik ve yoğunlukları da dikkate alınmak suretiyle 3713 sayılı Yasanın 7/2. maddesi kapsamında değerlendirilmelidir.
T.C.
YARGITAY
16. CEZA DAİRESİ
E. 2015/6886
K. 2017/5567
T. 1.11.2017
• SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PROPAGANDASI YAPMAK ( 25-26-27.12.2009 Tarihli Eylemleri İle 09-10.10.2009 Tarihli Eylemlerinin Farklı Çağrılar Üzerine Gerçekleştiği – T.C.K.’nın 43. Md. Uygulanmak Suretiyle İki Kez Cezalandırılmasına Karar Verilmesi Gerekirken Beş Kez Ayrı Ayrı Cezalandırılmasına Karar Verilerek Fazla Cezaya Hükmolunduğu )
• MALA ZARAR VERME ( Hükümlerden Sonra Yürürlüğe Giren 6545 S. Kanun’un 65. Md. Sanık Lehine Olarak T.C.K.’nın 152. Md. Yapılan Değişiklik Karşısında Sanığın Hukuki Durumunun Yeniden Takdir ve Tayininde Zorunluluk Bulunduğu )
• ÇELİŞKİLİ KARAR VERİLEMEYECEĞİ ( Örgüt Adına Suç İşlemek Suçundan Yargılamadaki Olumlu Tutum ve Davranışlar Gerekçesiyle 5237 S. T.C.K.’nın 62. Md. Uyarınca Takdiren 1/6 Oranında İndirim Yapılmasına Rağmen Silahlı Terör Örgütünün Propagandasını Yapmak Suçu Yönünden T.C.K.’nın 62. Md. Uyarınca Uygulama Yapılmamasının İsabetsizliği )
• ZİNCİRLEME SUÇ ( 25-26-27.12.2009 Tarihli Eylemleri İle 09-10.10.2009 Tarihli Eylemlerinin Farklı Çağrılar Üzerine Gerçekleştiği – T.C.K.’nın 43. Md. Uygulanmak Suretiyle İki Kez Cezalandırılmasına Karar Verilmesi Gerekirken Beş Kez Ayrı Ayrı Cezalandırılmasına Karar Verilerek Fazla Cezaya Hükmolunduğu/Silahlı Terör Örgütünün Propagandasını Yapmak )
5237/m.43,62,152
ÖZET : Dava; silahlı terör örgütünün propagandasını yapmak ve silahlı terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek ve mala zarar verme suçlarına ilişkindir. Dosya kapsamının incelenmesinde 25-26-27.12.2009 tarihli eylemleri ile 09-10.10.2009 tarihli eylemlerinin farklı çağrılar üzerine gerçekleştiğinin anlaşılmasına göre sanık hakkında silahlı terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan TCK’nın 43. maddesi de uygulanmak suretiyle iki kez cezalandırılmasına karar verilmesi gerekirken beş kez ayrı ayrı cezalandırılmasına karar verilerek fazla cezaya hükmolunması isabetsizdir. Sanık hakkında silahlı terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suçundan hüküm kurulurken, yargılama aşamasındaki olumlu tutum ve davranışları gerekçesiyle 5237 Sayılı TCK’nın 62. maddesi uyarınca takdiren 1/6 oranında indirim yapılmasına rağmen, silahlı terör örgütünün propagandasını yapmak suçu yönünden yargılama aşamasındaki olumsuz tutum ve davranışları gerekçe gösterilerek TCK’nın 62. maddesi uyarınca uygulama yapılmayarak çelişkiye sebebiyet verilmesi doğru değildir. Sanığın mala zarar verme suçlarından verilen hükümler yönünden, hükümlerden sonra yürürlüğe giren 6545 Sayılı Kanun’un 65. maddesiyle sanık lehine olarak TCK’nın 152. maddesinde yapılan değişiklik karşısında sanığın hukuki durumunun yeniden takdir ve tayininde zorunluluk bulunması bozma nedenidir.
T.C.
YARGITAY
16. CEZA DAİRESİ
E. 2016/416
K. 2017/4950
T. 21.9.2017
• KAMU MALINA ZARAR VERME /TERÖR ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI YAPMAK ( Eylem Çağrısı Üzerine Sprey Boya İle ASKİ Su Deposuna Polis Karakoluna Düzenlediği Canlı Bomba Eyleminde Ölen Kişiyi Kastederek “Feda Savaşçımız Ölümsüzdür” Yazılarını Yazma – Daha Ağır Cezayı Gerektiren Kamu Malına Zarar Verme Suçundan Mahkumiyetine Karar Verileceği/Farklı Neviden Fikri İçtima)
• DHKP-C TERÖR ÖRGÜTÜNÜN EYLEM ÇAĞRISI ÜZERİNE SU DEPOSUNA YAZILAMA YAPMA ( Mala Zarar Verme Terör Örgütüne Üye Olmamakla Birlikte Örgüt Adına Suç İşlemek – Sanık Hakkında DHKP-C Terör Örgütü Üyesi Olmak Suçundan Soruşturma Yürütüldüğü/Dava Açılıp Açılmadığının Tespiti İle Dava Açılmış İse Derdest Olması Halinde Her İki Dava Dosyasının Birleştirileceği)
• FARKLI NEVİDEN FİKRİ İÇTİMA ( Eylem Çağrısı Üzerine Sprey Boya İle Aski Su Deposuna Polis Karakoluna Düzenlediği Canlı Bomba Eyleminde Ölen Kişiyi Kastederek “Feda Savaşçımız Ölümsüzdür” Yazılarını Yazma – Mahkemece Daha Ağır Cezayı Gerektiren Kamu Malına Zarar Verme Suçundan Mahkumiyetine Karar Verileceği/Kamu Malına Zarar Verme ve Terör Örgütü Propagandası Yapmak)
• POLİS KARAKOLUNA DÜZENLEDİĞİ CANLI BOMBA EYLEMİNDE ÖLEN KİŞİYİ KASTEDEREK “FEDA SAVAŞÇIMIZ ÖLÜMSÜZDÜR” YAZILARINI SU DEPOSUNA YAZMA ( Kamu Malına Zarar Verme ve TerörÖrgütü Propagandası Yapmak/Farklı Neviden Fikri İçtima – Mahkemece Daha Ağır Cezayı Gerektiren Kamu Malına Zarar Verme Suçundan Mahkumiyetine Karar Verilmesi Gerektiği) 5237/m.44,151
ÖZET :Dava; kamu malına zarar verme ve terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suçlarına ilişkindir. Sanığın, terör örgütüne müzahir yayın yapan internet sitesindeki eylem çağrısı üzerine, kırmızı renkli sprey boya ile ASKİ su deposuna, polis karakoluna düzenlediği canlı bomba eyleminde ölen kişiyi kastederek “Feda savaşçımız ölümsüzdür” yazılarını yazma şeklindeki eyleminin, terör örgütün şiddet içeren yöntemlerini meşru gösteren ve öven nitelikte olması sebebiyle terör örgütünün propagandasını yapmak suçunu ve yazılama yaparak duvarı kirletme eyleminin TCK’nın 151. maddesinde “Başkasının taşınır veya taşınmaz malını kısmen veya tamamen yıkan, tahrip eden, yok eden, bozan, kullanılamaz hâle getiren veya kirleten kişi,..cezalandırılır” şeklinde tanımlanan mala zarar verme suçunu oluşturduğu, sanığın fiilinin tek oluşu karşısında olaya TCK’nın 44. maddesinde düzenlenen farklı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanması gerektiği anlaşıldığından eylemi sebebiyle daha ağır cezayı gerektiren kamu malına zarar verme suçundan mahkumiyetine karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçeyle beraatine karar verilmesi doğru değildir. DHKP-C terör örgütünün eylem çağrısı üzerine Aski su deposuna yazılama yaparak; mala zarar verme suçunu işlemek sureti ile terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suçunu işlediğinin ve ayrıca dosya kapsamından ve Cumhuriyet savcısının temyiz dilekçesinden, sanık hakkında Cumhuriyet Başsavcılığının dosyasında DHKP-C terör örgütü üyesi olmak suçundan soruşturma yürütüldüğünün anlaşılması karşısında, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan dava açılıp açılmadığının tespiti ile dava açılmış ise dosyanın getirtilerek derdest olması halinde her iki dava dosyasının birleştirilmesi, karar verilip kesinleşmiş olması durumunda ise dosyanın aslı veya Yargıtay denetime olanak verecek şekilde onaylı örneği dosya arasına alındıktan sonra bir bütün halinde değerlendirilerek sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekir.
Halkı Kin Ve Düşmanlığa Tahrik Veya Aşağılama Suçu / TCK Md 216
(1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Madde tahrik (216/1), aşağılama (216/2) ve dini değerleri aşağılama (216/3) olarak ayrı ayrı üç fıkrada değerlendirilmiştir. Her üç fıkrada da aleniyet suçun kurucu unsuru olarak zikredilmiştir. Birinci ve üçüncü fıkralar bakımından Yasa’da suçun oluşumu bakımından kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması veya kamu barışını bozmaya elverişli fiil aranmakta iken ikinci fıkra açısından böyle bir koşul öngörülmemiştir.
Madde metninden açıkça anlaşılacağı üzere bu suça uygun eylemin gerçekleşebilmesi için aleni tahrikin;
• sosyal sınıf farklılığı gözetilerek işlenebilmesi için farklı sınıflara mensup,
• ırk farklılığı gözetilerek işlenebilmesi için farklı ırklara mensup,
• din farklılığa gözetilerek işlenebilmesi için farklı dinlere mensup,
• mezhep farklılığı gözetilerek işlenebilmesi için farklı mezheplere mensup,
• bölge farklılığı gözetilerek işlenebilmesi için farklı bölgelerden halk kesimlerinin, biri birine karşı alenen kin ve düşmanlığa tahrik edilmesi lazımdır.
TCK Md 216/1 bağlamında; Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik suçunun işlenebilmesi için fiilin tipik sayılabilmesi yani kanunda belirtilen suç kalıbına uygun olması gerekmektedir. Yani, din farklılığı gözetilerek işlenmesi bakımından farklı dinlere mensup; ırk farklılığı gözetilerek işlenmesi bakımından farklı ırklara mensup; sınıf farklılığı gözetilerek işlenmesi için farklı sınıflara mensup; mezhep farklılıkları gözetilerek işlenmesi için farklı mezheplere mensup; bölge farklılığı gözetilerek işlenmesi için ise farklı bölgelere mensup halk kesimlerini birbirine karşı kin ve düşmanlığa sevk edecek şekilde yapılması gerekir. Halkı kin ve düşmanlığa açıkça tahrik cürmü bağlı hareketli bir suçtur ve md. 216/1’ de belirtilen ve halk kesimlerinde bulunması aranan bu özellikler tahdidi olup, suçun oluşması için tahrik edilen ve tahrike maruz kalan grupların mutlaka maddede sayılan farklı özelliklere sahip olmaları gerekmektedir. “Failin fiili, adet ve şahıs olarak muayyen olmayan toplum kesimi üzerinde kin ve nefret duygularının oluşumuna veya mevcut duyguların pekişmesine etkide bulunmalıdır.”.Tahrik edilen halk kesiminin adet ve şahıs olarak gayrimuayyen olması gerekmektedir. Suçun oluşması için halkın devlete karşı değil, halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesiminin, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa tahrik edilmesi gerekmektedir.
Kin; bu kelime dilimize Farsçadan geçmiştir. Kelime sözlükte; birine karşı duyulan öç alma isteği, garez olarak tanımlanmaktadır. 5237 sayılı TCK ise kini 216. maddenin gerekçesinde “öç almayı gerektirecek şiddetli düşmanlık hareketlerinin zeminini oluşturan psikolojik bir hal” olarak tanımlamış ve kanunun kin kavramından ne anladığını ortaya koymuştur.Kin,“bir kimseye veya bir şeye karşı duyulan ve öç almayı gerektiren şiddetli düşmanlık, garez”; düşman, “birinin kötülüğünü isteyen, ondan nefret eden, ona zarar vermeye çalışan kimse” ve düşmanlık da “husumet besleyen konuya karşı düşünerek, tasarlayarak zarar vermeye, onu mağlup etmeye yönelmiş kin duygusu” olarak tanımlanmaktadır.
Düşmanlık; Farsçadan dilimize geçen düşman kelimesinin dilimize yerleştikten sonra aldığı yapım eki ile oluş bildiren bir kelime olan düşmanlık kavramı türemiştir. Düşmanlık “1) biri birinin kötülüğünü isteyen, ondan nefret eden, dost kelimesinin karşıtı, 2) Aralarında biri biri ile çatışmaya varacak derecede anlaşmazlık bulunan taraflar”manalarına gelmektedir.
Tahrik;Arapça bir kelime olan tahrik sözlük anlamı itibariyle “bir kimseyi kötü işler yapması için ileri sürmek, kışkırtmak; tahrik etmek ise, harekete geçirmek anlamına gelmektedir. Ceza hukuk anlamında bu kavram, öç almaya yönlendirme, bir suç işlemeye sevk etme anlamlarını içermektedir. Bu durum kanunun gerekçesinde tahrik, soyut saygısızlık ve reddin ötesinde bir halk kesimine karşı düşmanca tavırlar gösterilmesini sağlamaya ve ya bu tür tavırları pekiştirmeye objektif olarak elverişli fiiller olarak ifade edilmiştir. Bu açıdan sert eleştiriler ve kötülemeler tahrik boyutuna ulaşmadıkça suç sayılmayacaktır.
Halk;Arapça kökene sahip halk kelimesi, “1) Aynı ülkede yaşayan aynı kültür özelliklerine sahip, aynı uyruktaki insan topluluğu, folk, 2) Bir ülke içinde yaşayan değişik soylardan insan topluluklarının her biri.” anlamlarına gelmektedir. Literatürde yönetenler dışında kalan herkes anlamına geldiği de kabul edilmektedir. Ceza hukuk açsından ise “halk” kavramı, ceza hukukundaki “mülkilik, ülkesellik” prensibi de gözetilerek, ülke içindeki herkesin oluşturduğu bütün olarak anlaşılmaktadır. Burada din, mezhep, köken, tabiiyet, ideolojik veya bölgesel farklılıklar dikkate alınmadan, sırf kişilerin fert olarak oluşturduğu bütün dikkate alınır.
Sosyal sınıf; sosyolojik bir kavram olan sosyal sınıf kavramı toplumdaki farklı özelliklere sahip insan gurupları arasındaki ayniyetler baz alınarak yapılan gruplamalar yolu ile oluşturulan kümeleri ifade eder. Tanımdan da anlaşılacağı üzere sosyolojik anlamda sınıflar tanımlanırken, toplumlara hâkim ekonomik, sosyal, dinsel vs. kurallar referans alınarak kendiliğinden oluşan tabakalar tasvir edilmeye çalışılır. Sosyoloji bilimi bu gruplamalarda baz alınan ayniyetler ve benzerliklerin insanları birbirine yaklaştırdığı, farklılıkların insanları birbirinden uzaklaştırdığı varsayımından hareket eder. Örneğin Marksist literatürde maddi üretim araçları ile insanların girmiş olduğu ilişkiye göre kapitalsi toplum tanımlanmaya çalışılmıştır; dinsel kuralların hâkim olduğu toplumlarda ise gruplamalar dini mertebe ve inançlılık kriteri [takva] sosyal sınıfların belirlenmesinde etkili olmuştur. Bu yüzden en genel tanımı ile sosyal sınıf, benzer ekonomik güçlere sahip, hayat biçimleri benzer kültür ve eğilimleri aynı özellikler taşıyan, ekonomik menfaatleri müşterek olan ve bütün bu hususlarda aynı davranma şuuruna sahip bulunan kişilerin meydana getirdiği topluluk olarak formüle edilebilir. Ceza hukukuna göre, ceza kanununun uygulandığı toplumda kendiliğinden oluşan guruplar (ki bunu yine sosyoloji bilimi belirleyecektir), halk arasında belli kesimler tabaka olarak addedilmektedir. Bu tabakalar manevi anlamda birliktelik şuuru sağlamakta ise sosyal sınıfın varlığı kabul edilerek, uygulanacak normlardaki sosyal sınıf kavramına bu toplumsal gruplamalar esas teşkil edilerek cezalandırma yoluna gidilir.Yargıtay ise bir kararında sosyal sınıf kavramından ne anladığını şöyle açıklamıştır; “Toplumun yapısındaki yeri ve özelliği ile varlık kazanmış, aynı toplumsal düzeydeki bireylerin toplamından oluşan grupları kapsadığı öğreti ve içtihatlarda kabul edilmektedir. Kendiliğinden oluşmuş ancak devamlılığı bulunan ve kendi içinde organize olmamış büyük insan kategorileri de genel anlamda sosyal sınıf olarak kabul edilir.Maddede yazılı bulunan sosyal sınıf, iktisadi sınıflar anlamına gelmemekte, toplumun yapısındaki yeri ve özelliği ile varlık kazanmış; aynı toplumsal düzeydeki bireylerin toplamından oluşan çiftçi, esnaf, mülk sahibi, tüccar, memur, işçi gibi grupları kapsamakta olduğu öğreti ve içtihatta kabul edilmektedir. Dahası, kendi içinde organize olmamış, kendiliğinden oluşmuş ancak devamlılığı bulunan büyük insan kategorileri de genel anlamı ile sosyal sınıf kabul edilmektedir.EREM / TOROSLU’ ya göre, “sınıf bir cemiyetin kuruluşu ve o kuruluşu temadi ettiren sosyal kanunlarla taayyün eder ve ferdin sosyal bir sınıfa mensubiyeti bu sosyal kanunlarla husule gelir. Bu yüzden siyasi partiler birer sınıf değildir.”. Zira siyasi partiler bir devamlılığa sahip değildir. Ancak bu tahrik sağ görüşlü – sol görüşlü şeklinde yapıldığında sınıf kavramına dahil olacağı aşikardır.
Irk; Irk terimi biyoloji bilimine ait bir terimdir. Kavram bu bilimde kalıtımsal olarak ortak fiziksel ve fizyolojik özelliklere sahip insanlar topluluğu veya bir canlı türünde aynı karakteri taşıyan canlıların oluşturduğu alt bölüm anlamlarına gelmektedir. Biyoloji olarak insanların dürt ana ırka sahip olduğu kabul edilir; sarı ırk, kara ırk, beyaz ve ilkel ırklar. Ceza kanunumuz açsından ise bu açıklama çok anlam ifade etmemektedir. Yargıtay bir kararında ırkı “genetik açıdan koşullandırılmış, kuşaktan kuşağa geçen bedensel özelliklere sahip, birey toplulukları olarak tanımladıktan sonra, Kürt ve Türkleri ayrı ırklar olarak değerlendirerek kararını buna göre tesis etmiştir.Bir ailenin, bir halkın soyu; kökünü aldığı kendinden önceki nesillerle kendinden çıkan sonraki nesillerin tamamı, zürriyet, sülale anlamlarına gelmektedir.. Maddede yazılı ırktan, genetik bakımdan şartlandırılmış, oldukça sabit olarak kuşaktan kuşağa geçen beden karakterlerinin toplamı anlaşılmalıdır. Alman Yargıtay’ ı, Yahudilerin, biyolojik ve antropolojik anlamda ırk olmamakla birlikte, halkın kışkırtılması bakımından ayrı bir ırk sayılması gerektiğini kararlaştırmıştır.
Din; bu kavramda TCK 216. maddesinde halkın sahip olduğu vasıflardan biri olarak sayılmıştır. Arapçadan dilimize geçen din kavramı Allah’a, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal kurum anlamına gelmektedir. Ceza kanunumuza göre ise din; bir cemaatin sahip olduğu kutsal kitap, peygamber veya yaratıcı kavramalarını da genelde içinde barındıran inanç sitemi ve bu siteme bağlı olarak yapılan ibadet, yerine getirilmeye çalışılan ahlaki kuralların bütünüdür. Din, insanların Allah’ a inanış ve bağlanış biçimlerini gösteren yollardan her biri; mezhep ise bir dinin anlayış ayrılıklarından doğan yollardır. Anayasa Mahkemesi, 04.01.1986 tarihinde verdiği bir kararında; dini, “Allah’ a inanma ve bağlanma”, insanların bir veya birkaç tanrıya inanç ve bağlanışları ile kurdukları düşünce ve davranma düzeni”, “Allah ile kullar arasındaki münasebetleri tanzim eden nizam, iman ve amel mevzuu olarak insanlara Cenab-ı Hak tarafından teklif olunan hak ve hakikat kanunlarının toplamı”, “inanç, töre, gelenek, insanın kendini bağlı gördüğü üstün bir güç veya ilkeye inancı, bu inancın sonucu olan ve bir yaşama kuralı yaratabilecek zihni ve ahlaki tutum” olarak görmüş ve bazı bilim adamlarına göre de dinin “insanın kutsal saydığı şeylerle ilişkisi”, “ruhi varlıklara inanç”, “mutlak itaat duygusu”, “en yüksek içtimai değerlerin şuuru” şeklinde açıklandığını belirtmiştir. Ayırıcı nokta din ve mezhep kavramının yalnızca İslam’ da belirtilen Yahudilik, Musevilik, Hristiyanlık ve İslamiyet dinleri ve bunların mezhepleri mi olduğu yoksa diğer inanışları da din ve mezhep olarak kabul etmek mi gerektiğidir. EREM / TOROSLU’ ya göre, “din ve mezhep kavramları her türlü din ve mezhebi kapsayacak şekilde anlaşılmalıdır.”16. Bize göre de, Anayasa’ da belirtilen laiklik ilkesi gözetildiğinde her türlü inanış, din ve mezhep kavramına dahil olmalıdır.
Mezhep; Dinin bir alt kavramı olan mezhep aynı zamanda ilahiyat biliminin de bir terimdir. Bir dinin görüş, yorum ve anlayış farklılıkları sebebiyle ortaya çıkan kollarından her biri anlamına gelen mezhep kavramı Ceza Kanunumuzun 216. maddesinde de farklıkları gözetilerek tahrik edilen halk kesiminin bir vasfı olarak sayılmıştır. Burada Ceza Kanunumuz ilahiyat biliminin tasnifine sadık kalmakta ve ilahiyat bilimince yapılan ayrımlara göre mezheplerin varlığını kabul etmektedir. Mezhepler birçok ilahi ve ilahi olmayan dinde bulunmakla berber ilahi dinlerdeki mezhepler şöyle sıralanabilir; İslâmiyet’te; İslâmi literatürde mezhepler itikadi ve ameli (hukuki, fıkhi) mezhepler olmak üzere, iki kategoriye ayrılarak incelenmektedir. Bunlardan Fıkhî olanlar İslâm tarihinde sahabeyi kiramın sayısı ve hukukçuların oluşturduğu ekollere göre çok fazla olduğu bilinmekle berber, günümüze kadar ulaşan dört temel mezhep sayılabilir; Hanefi, Maliki, Hanbelî ve Şafi. İtikadî olarak ise mezhepler; Ehli Sünnet Ve’l-Cemaat mezhebi ve diğerleri olarak kategorize edilebilir. Ehli Sünnet dışındaki mezheplere Şia, Haricilik, Mutezile, Cebriye, Mürciye sayılabilir.
Bölge; 216. madde geçen kavramlardan biri de bölge kavramıdır. Coğrafi terim olan bölge, ceza kanunumuzda da aynı anlama gelecek şekilde kullanılmıştır. Sınırları, idari, ekonomik birliği, toprak, iklim ve bitki örtüsü bakımından benzerliğine veya üzerinde yaşayan insanların aynı soydan gelmiş olmalarına göre belirlenen toprak parçası. Ceza Kanunumuz ise bu anlatımdan yola çıkarak, belirlenmiş toprak parçası üzerindeki halk kesimini dikkate almış ve bölgeler arası kamu barışı sağlamayı hedeflemiş, bölge farklılığının husumet sebebi olmasına izin vermemiştir. Bu kavramdan hareketle 216. maddedeki suçun işlenebilmesi için, bölge farklılığı gözetilerek tahrik fiilinin gerçekleştirilmesi gerekmektedir.Bölgeden kasıt yalnızca idari anlamda bölge değildir, bu kavram yerine göre dar veya geniş coğrafi sınırlar veya bölümler şeklinde de kullanılabilir.” şeklinde açıklanmaktadır. Yargıtay CGK. da bir kararında bölgeyi, “idari veya ekonomik birlik, toprak veya iklim koşullarına göre belirlenen toprak parçası” olarak tanımlamıştır.
Kamu Düzeni ve Kamu Güvenliği: Kamu düzeni, içeriği itibariyle değişken ve nisbî olmasına karşın, yine de değişmeyen bir özü içinde taşır. Bu da toplum hayatında maddi bir karışıklığın olmaması, belli bir düzenliliğin barışın bulunması ve bu haliyle de kamu huzuru, kamu güvenliği ve kamu sağlığını içermesidir.
Ayrıca, toplumda düzensizliğin, karışıklığın yokluğu ile yaşamın normal ve doğal akışı içinde geçtiğini belirtmek için de kamu düzeni kavramı kullanılır.
Geniş anlamıyla kamu düzeni, toplumun siyasal ve sosyal yapısını da kapsamaktadır.
Bu bağlamda, devlet kuruluşu içindeki organlar, idari yapılanmalar, yargı organları, toplumdaki ekonomik, sosyal ve kültürel kavramlar da kamu düzeni içinde yer aldıkları ve kamu düzenini meydana getirdikleri gibi aralarındaki ilişkiler de kamu düzeninin birer parçasıdırlar.
Bu açıdan kamu düzeni, toplumsal kurumları, bunların ilişkilerini; toplumsal kuruluşlarla kişilerin karşılıklı ilişkilerini, toplumun yaşayışını, gelişmesini sağlayan yasal kurallar ile sosyal norm ve değerleri içine almaktadır.
Dar anlamında kamu düzeni ise, geniş anlamdaki kamu düzeninin bir parçasıdır ve TCKmd. 312/2 ve TCK md. 216/1’ in koruduğu alan da dar anlamındaki kamu düzenidir.
Alenen Tahrik: Tahrik, “bir fiilin yapılması için harekete geçirmek veya kışkırtmak yada yapılmaması için kışkırtmak” manasına gelmektedir. GÖKÇEN’ e göre, “düşmanlık veya kin beslemenin manasının, “husumet beslenen konuya karşı, tasarlayarak, zarar vermeye, öç almayı gerektirecek şiddette nefret duymaya yönelik hareketlerin zeminini oluşturan psikolojik bir hal” olduğu dikkate alınırsa, esasen inceleme konusu suçun oluşması için “tahrik” teşkil eden ifadenin mutlaka şiddet içermesi ya da şiddeti tavsiye etmesi gerekecektir.” 5237 Sayılı Yeni TCK’ da md. 216’ nın gerekçesinde aynı görüşü doğrulamıştır. 5237 Sayılı Yeni TCK md. 216’ nın gerekçesinde, “Suçu oluşturan ‘tahrik’, soyut saygısızlık ve reddin ötesinde, bir halk kesimine karşı düşmanca tavırlar gösterilmesini sağlamaya veya bu tür tavırları pekiştirmeye objektif olarak elverişli olmalıdır. Fail sübjektif olarak da bu amacı gütmeli, halk kesimini kin ve nefrete tahrik etmelidir. Bu kapsamda salt yüz çevirme, soyut bir red veya saygısızlık ifade eden bir davranışta bulunma veya bu yönde sözler sarfetme, suçun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Fiilin suç teşkil etmesi için bunların ötesinde, ağır ve yoğun bir tarzda kin ve düşmanlığa tahrikin var olması gerekir. Failin fiili, adet ve şahıs olarak muayyen olmayan toplum kesimi üzerinde kin ve nefret duygularının oluşumuna veya mevcut duyguların pekişmesine etkide bulunmalıdır. ” ifadelerine yer verilmiştir. Ayrıca, AİHM’ de birçok kararında bu kriteri kullanmıştır.
TCK md. 216/1’ deki suçun oluşabilmesi için, tahrikin aleni olması gerekmektedir.“ Aleniyet için aranan ölçüt, gerçekleştiği koşullar itibarıyla fiilin belirli olmayan ve birden fazla kişiler tarafından algılanabilir olmasıdır.” TCK md. 216’ nın gerekçesinde ise açıkça aleniyet şartı açıklanmasa dahi, şu ifadelere yer verilmiştir: “Failin fiili, adet ve şahıs olarak muayyen olmayan toplum kesimi üzerinde … etkide bulunmalıdır.”. Buna göre tahrikin aleniyet vasfı taşıyabilmesi için tahrikin yöneldiği halk kesimi belirsiz olmalıdır. Belirsizlikten kasıt adet ve şahıs olarak kabul edilmelidir. Halk kesimi belli bir kimlik altında tahrik ediliyor olmadır.
Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik suçunda tahrik fiilinin suç teşkil etmesi için fiilin dayanabileceği noktalar arasında cinsiyet kavramına yer verilmezken, halkın bir kesimini alenen aşağılama suçunda aşağılamanın cinsiyet farklılığı gözetilerek yapılması da suç kabul edilmiştir.
- Cinsiyet kavramı: Cinsiyet erkek ve dişiyi ayıran fiziksel özellik, kadın ve erkek arasındaki biyolojik olarak belirlenen farklılıklardır. Cinsiyet biyolojik olarak belirlenmiştir, doğuştandır ve evrenseldir.
Erkek ve dişiliğin aşağılamanın dayandırıldığı farklılıklardan kabul edileceği muhakkaktır. Burada problem eşcinsellerin bu suç açısından farklı bir cinsiyet kabul edilip edilmeyeceği noktasındadır. Eşcinsellik kavram olarak, homoseksüellik yani aynı cinsten kişilerin birbirlerine karşı cinsel tutku duymasını ifade etmektedir.
Aşağılama: “Hakaret etmek; bir kimseye veya gruba, halkın hakaret ve düşmanlığına uğraması sonucunu doğuracak, yahut namus ve haysiyetine dokunacak bir eylemin isnad edilmesi; hor görücü ve küçük düşürücü fiiller” manasına gelmektedir. Hakaret suçunu düzenleyen TCK md. 125’ in gerekçesinde aşağılama veya hakaret bağlamındaki fiillerin tespitinde yararlanılacak ölçüt belirtilmiştir. Buna göre, “Bir kişiye izafeten söylenen sözün veya bulunulan davranışın o kişiyi küçük düşürücü nitelikte olup olmadığını tayin ederken, toplumda hâkim olan telâkkileri, örf ve adetleri göz önünde bulundurmak gerekir.”
Halkın bir kesimini alenen aşağılama suçunun halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik suçundan en önemli farkı ise açıkça anlaşılacağı üzere halkın bir kesiminin belli farklılıklara dayanılarak diğer bir kesimi aleyhine tahrik edilmesi değil, aşağılanmasıdır.
Kin ve düşmanlığa ilişkin olarak madde gerekçesinde, husumet beslenen konuya karşı tasarlayarak zarar vermeye, öç almayı gerektirecek şiddette nefret duymaya yönelik hareketlerin zeminini oluşturan psikolojik hâl şeklindeki açıklama bağlamında, yalnızca şiddet içeren ya da şiddeti tavsiye eden tahriklerin, bu düzenleme kapsamında değerlendirilebileceği belirtilmiştir. Bu açıdan tahrik, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir halk kesimine karşı basit bir saygısızlık, dışlama, kötüleme şeklinde değil de, kin ve düşmanca tavırlar gösterilmesini kışkırtma veya bu tavırlara yöneltme ya da bu tür tavırları pekiştirme şeklinde yoğun bir psikolojik baskı ile objektif olarak elverişli olmalıdır. Bununla birlikte, kin ve düşmanlığa tahrik yeterli olup, tahrik edilen halk kesiminin ayrıca kin ve düşmanlık içeren fiiller icra etmesine gerek bulunmamaktadır.
Suç bakımından, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığı olan kesimin, bu farklılıktan hareketle aşağılamaya maruz kalması gerekmektedir. Yoksa örneğin, bir kişinin, aynı mezhebe dâhil olduğu bir kesimi, mezhep içi farklı görüşlerle aşağılaması, bu suçun oluşumuna neden olmayacaktır. Ancak farklı bir mezhebe mensup kişinin, bu şekildeki mezhep farkı nedeniyle aşağılanması suçu oluşturacaktır.
Esas : 2017/2486 Karar : 2017/5784 Tarih : 18.12.2017
-
TCK 216. Madde
-
Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama Suçu
Hükmedilen cezaların süresi itibariyle koşulları oluşmadığından sanık müdafıinin duruşmalı inceleme talebinin CMUK’nın 318. maddesi gereğince REDDİNE,
I)-Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme suçundan verilen hüküm yönünden yapılan incelemede;
1-Gerekçeli karar başlığında suç adının yazılmaması,
2-Somut bir tehlike suçu olarak 5237 sayılı TCK’nın 216/1 maddesinde düzenlenen ve kamu düzenini, toplum huzurunu/barışını himaye eden, esas itibariyle nefret söylemini sınırlandırmayı hedefleyen Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Etmek suçu; halkı, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak birbirine karşı kamu düzeni için tehlikeli olabilecek şekilde düşmanlığa veya kin beslemeye alenen tahrik edilmesini cezalandırmaktadır.
Mahiyeti ve yapısı itibariyle Anayasanın 26., AİHS’nin 10. maddeleri ile teminat altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti bağlamında suç tanımında gösterilen hassasiyetin uygulamada da gözetilmesinde zaruret bulunduğundan, kamu düzeni ve toplum huzurunu korumak gibi meşru bir amaca yöneldiğinde kuşku bulunmayan müdahalenin, demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanıp kaynaklanmadığının ve hakkın özüne dokunmadan ölçülü/orantılı bir müdahale olup olmadığının olaysal olarak mahkemece değerlendirilmesi gerekir.
Madde gerekçesinde de açıklandığı üzere; Suçu oluşturan “tahrik”, soyut saygısızlık ve reddin ötesinde, bir halk kesimine karşı düşmanca tavırlar gösterilmesini sağlamaya veya bu tür tavırları pekiştirmeye objektif olarak elverişli olmalıdır. Fail sübjektif olarak da bu amacı gütmeli, halk kesimini kin ve nefrete tahrik etmelidir. Bu kapsamda salt yüz çevirme, soyut bir red veya saygısızlık ifade eden bir davranışta bulunma veya bu yönde sözler sarfetme, suçun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Fiilin suç teşkil etmesi için bunların ötesinde, ağır ve yoğun bir tarzda kin ve düşmanlığa tahrikin var olması gerekir. Diğer bir tabirle etkili bir şiddet çağrısı ya da nefret söylemi içermelidir. Failin fiili, adet ve şahıs olarak muayyen olmayan toplum kesimi üzerinde kin ve nefret duygularının oluşumuna veya mevcut duyguların pekişmesine etkide bulunmalıdır.
Kin ve düşmanlık; “husumet beslenen konuya karşı tasarlayarak zarar vermeye, öç almayı gerektirecek şiddette nefret duymaya yönelik hareketlerin zemini oluşturan psikolojik bir hal” olarak açıklanabilir, “kin ve düşmanlık” ibaresinin anlamı da dikkate alındığında sadece “şiddet içeren ya da şiddet tavsiye eden tahrikler” madde kapsamında değerlendirilebilecektir.
Türk Ceza Kanunun 216. maddesinde yer alan düzenleme, doğrudan ifadenin içeriğini hedefe alarak bir sınırlama öngörmemektedir. İfadenin iletişimsel etkisinin muhatapları üzerinde yarattığı varsayılan etkiyi değil, somut vakıada kullanılan ifadenin yaratmış olduğu etkiyi dikkate almaktadır. (Terörizm ve İfade Özgürlüğü Paradoksu, Yard. Doç Dr. … Şahin, Sy.339) Kamu güvenliğinin bozulması tehlikesinin somut olgulara dayalı olarak varlığı gereklidir. Bu tehlike, somut bir tehlikedir. Somut tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediği belirlenirken failin söz ve davranışlarının neden olduğu tehlike neticesine bakmak gerekir. Hakim, kullanılan ifadeler dolayısıyla bu tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediğini, dayanak ve noktalarını göstermek suretiyle belirleyecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; güvenlik güçleriyle PKK terör örgütü mensupları arasında çıkan çatışmada zarar gören bir camide gayri resmi imam hatiplik yapan sanığın camii önüne gelen cemaate hitaben yaptığı konuşmanın, bütünü nazara alındığında esas itibariyle devletin siyasal organlarının, belli bir siyasi partiye oy veren seçmenlerin ve Cumhurbaşkanının hedef alındığı, özü itibariyle etkili bir şiddet çağrısı ya da nefret söylemi de içermemesi karşısında sanığın unsurları itibariyle oluşmayan suçtan beraati yerine yazılı şekilde hatalı değerlendirme ve yasal olmayan gerekçe ile mahkumiyetine karar verilmesi,
3- Kabul ve uygulamaya göre de;
Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas, 2015/85 sayılı iptal kararı ile TCK’nın 53. maddesindeki bazı düzenlemelerin iptal edilmiş olması nedeniyle bu karar doğrultusunda hüküm kurulması gerektiğinin gözetilmemesi,
II)-Cumhurbaşkanına hakaret suçundan verilen hüküm yönünden yapılan incelemede ise;
1-Gerekçeli karar başlığında suç adının yazılmaması,
2-İddianamede talep edilmemesi karşısında, sanık hakkında 5271 sayılı CMK’nın 226. maddesi gereğince ek savunma hakkı tanınmadan, TCK’nın 299/2 maddesinin uygulanması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,
Kanuna aykırı, sanık müdafıinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, cumhurbaşkanına hakaret suçu yönünden sair yönleri incelenmeyen hükümlerin bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, 18.12.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 16. CEZA DAİRESİ
Esas : 2016/1776 Karar : 2016/3983 Tarih : 14.06.2016
-
TCK 216. Madde
-
Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama Suçu
Temyiz süresinin son günü olan 30.12.2012 tarihinin “Pazar” gününe isabet ettiği nazara alındığında, o yer Cumhuriyet savcısının temyiz isteminin süresinde yapıldığı belirlenerek yapılan incelemede;
1-Sanıklar hakkında halkı kin ve düşmanlığa tahrik, mala zarar verme ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından kurulan beraat hükümlerinin yapılan temyiz incelemesinde;
TCK’nın 216. maddesinde tanımlanan halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme suçunun oluşabilmesi için failin fiili, adet ve şahıs olarak muayyen olmayan toplum kesimi üzerinde kin ve nefret duygularının oluşumuna veya mevcut duyguların pekişmesine etkide bulunmalıdır.
Somut olayda, arkadaşının darp edilmesi üzerine karşı grupla aralarında başlayan kavga esnasında beraberindekilere, “öldürün bu Kürtleri” diyen sanık …’in kastının ülkede yaşayan bir toplum kesimi olmayıp kavga halinde oldukları olay yerinde bulunan alet ve şahıs olarak muayyen bir gruba yönelik olduğu, böylelikle atılı suçu oluşturmayacağı anlaşılmakla, o yer Cumhuriyet savcısının temyizindeki görüşüne iştirak edilmemiştir.
Yapılan yargılama sonunda yüklenen suçların sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmadığı gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, o yer Cumhuriyet savcısının yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle beraate ilişkin hükümlerin ONANMASINA,
2- Sanıklar … ve … hakkında 2911 sayılı Kanuna aykırılı suçundan kurulan hükümlerin temyiz incelemesine gelince,
2911 sayılı Kanunun 2. maddesinde gösteri yürüyüşünün, “belirli konular üzerinde halkı aydınlatmak ve bir kamuoyu yaratmak suretiyle o konuyu benimsetmek için gerçek ve tüzel kişiler tarafından bu Kanun çerçevesinde düzenlenen yürüyüşler”, olarak tanımlandığı anlaşılmakla, aralarında anlaşmazlık bulunan iki grup için kavga etmek için toplandığı olayda, sanıkların unsurları oluşmayan 2911 sayılı Kanuna aykırılı suçlarından beraatleri yerine yazılı şekilde mahkumiyetlerine karar verilmesi;
Kanuna aykırı, o yer Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, 14.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 16. CEZA DAİRESİ
Esas : 2016/1077 Karar : 2016/3583 Tarih : 1.06.2016
-
TCK 216. Madde
-
Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama Suçu
1-Sanık hakkında 5816 sayılı Kanuna aykırılık nedeniyle verilen hükme yönelik temyiz incelemesinde;
Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 E. 2015/85 K. sayılı iptal kararının TCK’nın 53. maddesinin uygulanması yönünden infaz aşamasında gözetilmesi mümkün görülmüştür.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre sanığın bu hükme yönelik yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA,
2-Sanık hakkında halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçundan verilen hükmün incelenmesinde ise:
a- TCK’nın 216. maddesinde tanımlanan suçun oluşabilmesi için halkın, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesiminin diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa tahrik edilmesi gerekmekte olup; siyasi görüş ya da belli bir olay karşısındaki düşünce farklılıklarının sayılan özellikler arasında bulunmaması karşısında, sanığın aleni sayılabilecek twitter hesabı üzerinden gezi eylemlerine katılanlara karşı yaralama ve benzer suçların işlenmesini kıştırtan ve teşvik eden nitelikte paylaşımlarda bulunmaktan ibaret eyleminin TCK’nın 214. maddesinde düzenlenen “suç işlemeye tahrik suçunu” oluşturduğu gözetilmeden suç vasfının belirlenmesinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması,
b- 2013/53309 sayılı soruşturma dosyasında düzenlenen 2813/11532 sayılı emanet eşya makbuzuna konu hard diskin sanığa ait olduğu, yüklenen suçların işlenmesinde kullanıldığı veya suçun işlenmesine tahsis edildiği ya da suçtan meydana geldiğinin tespiti halinde müsadere edilebileceği, sadece işlenen suçun delili niteliğinde ise dosyada muhafaza edilmesi gerektiği gözetilerek bu hususta yeterli inceleme ve araştırma yapılmadan yazılı şekilde müsadereye karar verilmesi,
Kanuna aykırı, sanığın bu hükme yönelik temyiz itirazı bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 01.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
18. CEZA DAİRESİ
E. 2018/3616
K. 2019/598
T. 8.1.2019
DAVA : Kişinin hatırasına hakaret suçundan sanık …’ın, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 130/1, 62/1 ve 52. maddeleri gereğince 3.000,00 Türk Lirası adlî para cezası ile cezalandırılmasına, 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231/5. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair Kızıltepe 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 28/02/2018 tarihli ve 2017/719 esas, 2018/290 Sayılı kararının, Adalet Bakanlığı tarafından kanun yararına bozulmasının istenilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, 10/05/2018 gün ve 39556 Sayılı istem yazısıyla Dairemize gönderilen dava dosyası incelendi.
İstem yazısında; “5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 216/3. maddesinde yer alan, “Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması hâlinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklindeki düzenleme karşısında, somut olayda sanığın facebook adlı sosyal paylaşım sitesindeki hesabında, şehit …’in fotoğrafının altına yaptığı yorumda, “Ne şehittir ne gazi b… yoluna gitti niyazi” şeklinde ifadeler kullanması şeklinde gerçekleşen eyleminin, anılan Kanun’un 216/3. maddesindeki düzenlenen suçu oluşturacağı gözetilmeden, yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmemiştir.” denilmektedir.
Hukuksal Değerlendirme:
Somut bir tehlike suçu olarak 5237 Sayılı TCK’nın 216. maddesinde düzenlenen ve kamu düzenini, toplum huzurunu/barışını himaye eden, esas itibariyle nefret söylemini sınırlandırmayı hedefleyen Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Etmek suçu; halkı, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak birbirine karşı kamu düzeni için tehlikeli olabilecek şekilde düşmanlığa veya kin
Mahiyeti ve yapısı itibariyle Anayasa’nın 26., AİHS’nin 10. maddeleri ile teminat altına alınan, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti bağlamında suç tanımında gösterilen hassasiyetin uygulamada da gözetilmesinde zaruret bulunduğundan, kamu düzeni ve toplum huzurunu korumak gibi meşru bir amaca yöneldiğinde kuşku bulunmayan müdahalenin, demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanıp kaynaklanmadığının ve hakkın özüne dokunmadan ölçülü/orantılı bir müdahale olup olmadığının olaysal olarak mahkemece değerlendirilmesi gerekir.
Madde gerekçesinde de açıklandığı üzere; Suçu oluşturan “tahrik”, soyut saygısızlık ve reddin ötesinde, bir halk kesimine karşı düşmanca tavırlar gösterilmesini sağlamaya veya bu tür tavırları pekiştirmeye objektif olarak elverişli olmalıdır. Fail subjektif olarak da bu amacı gütmeli, halk kesimini kin ve nefrete tahrik etmelidir. Bu kapsamda salt yüz çevirme, soyut bir red veya saygısızlık ifade eden bir davranışta bulunma veya bu yönde sözler sarfetme, suçun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Fiilin suç teşkil etmesi için bunların ötesinde, ağır ve yoğun bir tarzda kin ve düşmanlığa
tahrikin var olması gerekir. Diğer bir tabirle etkili bir şiddet çağrısı ya da nefret söylemi içermelidir. Failin fiili, adet ve şahıs olarak muayyen olmayan toplum kesimi üzerinde kin ve nefret duygularının oluşumuna veya mevcut duyguların pekişmesine etkide bulunmalıdır. Kin ve düşmanlık; “husumet beslenen konuya karşı tasarlayarak zarar vermeye, öç almayı gerektirecek şiddette nefret duymaya yönelik hareketlerin zemini oluşturan psikolojik bir hal” olarak açıklanabilir, “kin ve düşmanlık” ibaresinin anlamı da dikkate alındığında sadece “şiddet içeren ya da şiddet tavsiye eden tahrikler” madde kapsamında değerlendirilebilecektir.
Türk Ceza Kanunun 216. maddesinde yer alan düzenleme, doğrudan ifadenin içeriğini hedefe alarak bir sınırlama öngörmemektedir. İfadenin iletişimsel etkisinin muhatapları üzerinde yarattığı varsayılan etkiyi değil, somut vakıada kullanılan ifadenin yaratmış olduğu etkiyi dikkate almaktadır. Kamu güvenliğinin bozulması tehlikesinin somut olgulara dayalı olarak varlığı gereklidir. Bu tehlike, somut bir tehlikedir. Somut tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediği belirlenirken failin söz ve davranışlarının neden olduğu tehlike neticesine bakmak gerekir. Hakim, kullanılan ifadeler dolayısıyla bu tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediğini, dayanak ve noktalarını göstermek suretiyle belirleyecektir.
TCK’nın 216/3. maddesinde düzenlenen suçun hareket unsuru; halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri kamu barışını bozmaya elverişli biçimde alenen aşağılamaktır. Buradaki dini değerlerden maksat, inanç sistemi, dini büyükler, ibadet yer ve şekilleri gibi o inanışı temsil eden ve inananlarca dini kıymet atfedilen her türlü şey anlaşılmalıdır.
Madde metnindeki asıl hareket unsuru dini değerleri aşağılamaktır. Doktrinde aşağılamak “değer vermemek, önemsiz, anlamsız, gereksiz ve yararsızlığını belirterek kişilerdeki saygı ve güven duygularını sarsmak” olarak tanımlanmıştır.
Bu aşağılamanın mutlaka alenen yapılması gerekir, aleniyet suçun kurucu unsurudur. Her türlü aşağılama, 216/3. maddesinde düzenlenen suçu oluşturmaz, bu aşağılamanın kamu barışını bozmaya elverişli niteikte olması gerekir. Kamu barışını bozmaya elverişli olmaktan maksat ise, aşağılama fiilinin bireylerin taşıdıkları, barış esasına dayalı bir hukuk toplumunda yaşadıklarına dair duyguyu zedelemesi veya zedeleme ihtimalinin somut biçimde ortaya konmasıdır. Görüldüğü gibi bu suç bir tehlike suçu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bahse konu eylemin gerçekleştirilmesi ile, halkın dini değerlerinin aşağılandığı duygusuna kapılması önemli değildir. Objektif olarak eylemin aşağılayıcı nitelikte olması yeterlidir. Ayrıca bu suç somut bir tehlike suçu olarak kabul edilmelidir. Bu suretle hakim kararında suça konu eylemle ne şekilde kamu barışının bozulmaya elverişli olduğunu tartışmak durumundadır. Başka bir deyişle, dini değerlerin her türlü aşağılanması anılan suçu oluşturmamaktadır, aynı zamanda bu aşağılamanın kamu barışını bozmaya elverişli olması da gerekir.
Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 29/04/2009 tarih, 2007/8-244 Esas ve 2008/92 Karar sayılı ilamında; “Düşünce özgürlüğü ile ilgili gerek uluslar arası hukuk ve gerekse ulusal hukuk alanında ayrıntılı düzenlemeler bulunmaktadır.
10 Aralık 1948 tarihli Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 19. maddesi;
“Herkesin fikir ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak, fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, ülke sınırları sözkonusu olmaksızın bilgi ve görüşleri her yoldan aramak, almak ve yaymak özgürlüğünü kapsar” hükmünü,
16 Aralık 1966 tarihli Birleşmiş Milletler, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 19. maddesi;
“1- Herkesin, söz özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak gerek sözlü, yazılı ya da basılı veya sanat eseri şeklinde, gerekse seçilen diğer herhangi bir yoldan, ülke sınırları sözkonusu olmaksızın, her türlü haber ve düşünceyi araştırma, alma ve verme özgürlüğünü içerir.” hükmünü
4 Aralık 1950 tarihli İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşmenin 10. maddesinin 1. fıkrası;
“Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları sözkonusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir.” hükmünü
İçermekte,
Bunun yanısıra;
21 Kasım 1990 tarihli Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, Yeni Bir Avrupa için Paris Şartı’nda;
“İnsan hakları ve temel hürriyetler, tüm insanların doğumlarıyla birlikte iktisap ettikleri vazgeçilmez haklardır ve kanunlarla garanti altına alınmışladır. Bunların korunması ve gelişti¬rilmesi devletin başta gelen görevidir. Bunlara saygı, zorba bir devlete karşı asıl güvenceyi oluşturur. Bunlara uyulması ve tam olarak uygulanması hürriyetin, adaletin ve barışın temelidir.”
“…Demokrasinin temelinde insana saygı ve hukukun üstünlüğü yatar. Demokrasi, ifade hürriyetinin, toplumun her kesimine karşı hoşgörünün ve herkes için fırsat eşitliğinin en iyi güvencesidir.”
13 Ekim 2004 tarihli Avrupa İçin Bir Anayasa Oluşturan Antlaşma’nın II-71. maddesinin 1. fıkrasında;
“Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, bir görüş sahibi olma ve haberlerle fikirleri, kamu yetkililerinin herhangi bir müdahalesiyle karşılaşmadan ve sınırlardan bağımsız olarak alma ve bildirme özgürlüklerini de içine alır.”
kuralları yer almaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 13. maddesi;
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine veölçülülük ilkesine aykırı olamaz” hükmünü
14. Maddesi;
“Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.
Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.” hükmünü
25. maddesi;
“Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.”
“Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce vekanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce vekanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” hükmünü
26. Maddesi ise,
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama veyayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fikra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”hükmünü taşımaktadır.
Açıklanan normlar birlikte değerlendirildiğinde; özgürlüklerin demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü, kamu güvenliği ve düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli kalması gereken haberlerin yayılmasına engel olunması veya yargı gücünün otorite veya tarafsızlığının korunması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlama ve yaptırımlara tabii tutulacağı anlaşılmaktadır. Ancak, düşünceyi açıklama özgürlüğünün sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemelerin olabildiğince dar yorumlanması gerektiği, sınırlandırma için, önemli bir toplumsal gereksinim veya zorunluluğun bulunması, bu sınırlandırmanın meşru bir amacı gerçekleştirmek için yapılması, sınırlandırmada asla aşırıya gidilmemesi ve her hal ve koşulda sınırlandırmanın bireysel ve toplumsal gelişimi zedelemeyecek ölçüde olması görüşü genel ve yoğun bir kabul görmüştür.
Bu bağlamda; günümüz özgürlükçü demokrasilerinde, ifade özgürlüğü gittikçe daraltılan kısıtlamalar dışında, geniş bir yelpazeyle korunmakta ve anılan özgürlüğün sağladığı haklardan bireyler ve toplumlar en geniş şekilde yararlandırılmaktadır.
Ne var ki;
İftira, küfür, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim veaçıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini zor vecebir yoluyla değiştirmeye yönelen, farklılıklar arasında nefret, ayrımcılık, kavga, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik bulunan beyan, ifade ve eylemler ise düşünce özgürlüğü bağlamında hukuki koruma görmemekte, suç sayılmak suretiyle cezai yaptırımlara bağlanmaktadır.
B-) Düşünceyi açıklama özgürlüğünün sınırlandırılması bakımından; 765 Sayılı TCY’nın 312 ve 5237 Sayılı TCY’nın 216. maddelerinin değerlendirilmesi;
Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu olarak da adlandırılan TCY’nın 312/2. maddesindeki suç düzenlemesi ;
Resmi Ceridede yayımlanan ilk metinde;
“… cemiyetin muhtelif sınıflarını umumun emniyeti için tehlikeli bir tarzda kin ve adavete tahrik eyleyen kimse…..mahkûm olur.” şeklinde iken,
09/07/1953 gün ve 6123 Sayılı Kanun ile;
“…cemiyetin muhtelif sınıflarını umumun emniyeti için tehlikeli bir tarzda kin ve adavete tahrik eyleyen kimse…..mahkûm olur.
Yukarı ki fıkrada yazılı suçları neşir yolu ile işliyenlere verilecek ceza bir misli arttırılır.” biçiminde değiştirilmiş,
07/01/1981 gün ve 2370 Sayılı Kanun’un 13. maddesiyle;
“…………….Halkı; sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa
Yukarıdaki fıkralarda yazılı suçları 311. maddenin ikinci fıkrasında sayılan vasıtalarla işleyenlere verilecek cezalar bir misli arttırılır.” şeklinde yeni bir değişikliğe uğramış,
06/02/2002 gün ve 4744 Sayılı Kanun ile de;
Sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak, halkı birbirine karşı kamu düzeni için tehlikeli olabilecek bir şekilde düşmanlığa veya kin
Yukarıdaki fıkralarda yazılı suçlar 311. maddenin ikinci fıkrasında belirtilen araçlar veya şekillerle işlendiğinde verilecek cezalar bir katı oranında artırılır.” biçiminde değiştirilmek suretiyle inceleme konusu suç bugünkü halini almıştır.
Anılan normun değişim süreci bu düzenlemeyle de sona ermemiş;
01/06/2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 Sayılı Kanun’un 216. maddesinde ise;
“Halkı kin ve düşmanlığa
“(1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa
(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması hâlinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” biçiminde yeni bir düzenleme gündeme gelmiştir.
Anılan bu yasa hükümleri değerlendirildiğinde, Ceza Genel Kurulu kararlarında da belirtildiği üzere;
Türk Ceza Yasası’nın 312. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenen suçun oluşabilmesi için öncelikle suçun koruduğu hukuksal değerin, kamu düzeni olduğu belirtilmelidir. Nitekim 765 Sayılı Türk Ceza Yasası’nın Beşinci Babı “Ammenin Nizamı Aleyhine İşlenen Cürümler” başlığını taşımaktadır.
Türk Ceza Yasası’nın 312. maddesinde 4744 Sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle esasen Beşinci Babda olmasına karşın kamu düzeni kavramı madde metnine konulmakla norm, içtihatlar ışığında soyut tehlikeyi değil somut tehlikeyi cezalandırır hale dönüşmüştür. Bir başka ifadeyle korunan hukuksal değer, somut tehlike ile karşı karşıya kalmalıdır. Gerekçede de ifade edildiği üzere, “tehlike suçları, ifade özgürlüğünün kullanılması bakımından etrafında duraksamalara, yanlış anlaşılmalara elverişli bir alan yaratırlar. Bu bakımdan demokratik hukuk düzenlerinde, tehlike suçu yaratmaktan olabildiğince sakınılır, ancak, teknolojinin insan yaşamına bu derecede egemen olduğu bir dönemde bireyler, tehlikelerle çevrilmiş olarak yaşadıkları için tehlike suçlarına yer vermek zorunlu olmaktadır.”
4744 Sayılı Kanun ile 312. maddede değişiklik yapılırken, gerekçede; “çağdaş demokratik ceza hukuku şu yolu veya stratejiyi uygulamaktadır; soyut (mücerret) tehlikeyi değil, somut tehlikeyi suç haline getirmek, somut tehlike suçlarını kabul etmek ve değişik maksatlarla yapılan açıklamaları, gerçek unsurları itibariyle belirlenmiş bir tehlikeyi ortaya çıkarmaları halinde cezalandırmak, yani zorunluluk hallerinde tahriki cezalandırmak için bunun somut bir tehlikeye meydan verecek nitelikte olup olmadığına bakmak. Bu yaklaşım, Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesi’nin geliştirdiği bir ölçü ile ‘açık ve mevcut tehlike’… kavramına da uygundur.” açıklamasına yer verildiği görülmektedir.
5237 Sayılı Türk Ceza Yasası’nın Beşinci Bölümünün başlığı da “Kamu Barışına Karşı Suçlar” başlığını taşımakta, “Halkı kin ve düşmanlığa
5237 Sayılı TCY’nın 216. maddesinin gerekçesinde; “Fıkra metninde; fiilin kamu güvenliğini tehlikeye düşürecek biçimde yapılması arandığı için, suç; soyut tehlike suçu olmaktan çıkarılmış, somut tehlike suçu hâline getirilmiştir. Bu suretle, çağdaş hukuktaki soyut tehlike suçlarını azaltma yönündeki eğilim dikkate alınmış, temel hak ve hürriyetlerin kullanım alanı genişletilmiştir. Bu düzenleme sayesinde “kin ve düşmanlık” ibaresinin anlamı da dikkate alındığında sadece “şiddet içeren ya da şiddeti tavsiye eden tahrikler” madde kapsamında değerlendirilebilecektir.
Söz konusu suçun oluşması için, kamu güvenliğinin bozulması tehlikesinin somut olgulara dayalı olarak varlığı gereklidir. Bu tehlike, somut bir tehlikedir. Bu somut tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediğini belirlerken failin söz ve davranışlarının neden olduğu tehlike neticesinin gerçekleşmesi gerekir. Hâkim, kullanılan ifadeler dolayısıyla bu tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediğini, dayanak noktalarını göstermek suretiyle belirleyecektir. Bu kapsamda, kişinin söz vedavranışlarının kamu güvenliğini bozma açısından yakın bir tehlike oluşturduğunun tespit edilmesi gerekir. Kişinin söz ve davranışlarının, halkın bir kesimi üzerinde tahrikkonusu fiillerin işleneceği hususunda duyulan endişeyi haklı kılacak bir etki oluşturması gerekir. İfade özgürlüğü ile bu tip tehlike suçları arasında “açık ve mevcut tehlike” kriterinin var olması gerekir. Buna göre, yapılan konuşma veya öne sürülen düşünceler toplum açısından açık vemevcut bir tehlike oluşturduğu takdirde yasaklanabilmekte, keza böyle bir tehlikenin varlığı somut olarak, açıkça tespit edilmedikçe söz konusu suçtan dolayı cezalandırma yoluna gidilemez.” açıklamasına yer verilmiştir.
216. maddenin 1. fıkrası TBMM Genel Kurulu’nda verilen bir önerge ile değiştirilmiş olup, değişiklik gerekçesi de; “Ülkemizde ifade özgürlüğünün genişletilmesi süreci ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarının bağlayıcılığı da göz önünde tutularak, madde metnine, ifade özgürlüğünün kapsamını genişletmek amacıyla “açık ve yakın tehlike” koşulu eklenmiştir. Buna göre, söz konusu suçun oluşması için işlenen fiil nedeniyle kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlikenin ortaya çıkması gerekir. Açık ve yakın tehlikenin belirlenmesinde hâkimin, böyle bir durumun ortaya çıktığına dair somut olguların varlığına ilişkin dayanak noktalarını tespit etmesi ve kararında göstermesi zorunludur.” açıklamasını taşımaktadır.
Açık ve mevcut tehlike ölçüsünde, açıklık, tehlikenin, kuşkuya meydan vermeyecek şekilde ortada çıkmasını; yakınlık ise, düşünce açıklamasında kullanılan kelimelerin somut tehlike yani zarar yaratma olasılığına yakın olmasını ifade etmektedir. Zararın ortaya çıkması olasılığının kaçınılmazlık ölçüsünde yüksek olmasının yanı sıra, düşünce açıklamasının açık ve doğrudan bir tehdit içerip içermediği de her somut olayda ayrı ayrı denetlenmelidir.
Öte yandan, gerek 765 Sayılı TCY’nın 312. maddesinin gerekse 5237 Sayılı TCY’nın 216. maddesinin yorumlanmasında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının da gözetilmesi gerekmektedir. Öğretide de AİHM kararlarının gözetilmesi gerektiği görüşü benimsenmektedir.
AİHM’nın, İHAS’nın 10. maddesi kapsamında düşüncenin açıklanması özgürlüğü ile ilgili kararlarında, düşüncenin açıklanması özgürlüğünün sınırlanmasında aradığı koşullar;
a-) Yasal bir düzenleme bulunması,
b-) Sınırlamanın meşru bir amaçla yapılması,
c-) Sınırlamanın demokratik bir toplum için gerekli olması,
d-) Yasallık ilkesine uygun olarak verilen cezanın, güdülen meşru amaçla orantılı olması, şeklindedir.
AİHM kararlarında, bu koşullar ışığında olaysal değerlendirme yapılmakta, düşünceyi açıklama özgürlüğünün asıl, kısıtlamanın istisna olduğu ortaya konarak, “şiddet içermeyen ya da şiddeti tavsiye etmeyen” açıklamaların hukukun koruma alanında olduğuna işaret olunmakta, hatta bu korumanın aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici karşı görüşlere bile tahammülü gerektirdiği vurgulanmaktadır.
Nitekim bu ölçüt, Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye, Erdoğdu/Türkiye ve Gündüz/
Bu açıklamalar ışığında 765 Sayılı TCY’nın 312. maddesinde düzenlenen suçun oluşması için; Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun emsal kararlarında da işaret olunduğu üzere;
1-) Eylemin aleni yapılması,
2-) Kışkırtmanın; sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılıklarından en az birine dayanılarak ve bu kesimleri karşı karşıya getirmek amacıyla gerçekleştirilmesi,
3-) “Suç ve ceza da yasallık ilkesi” nedeniyle aynı sosyal sınıf, aynı ırk, aynı din, aynı mezhep ya da aynı bölgeye mensup olup da farklı görüş veya düşünceye sahip olanların yek diğerine karşı kışkırtılması halinde anılan suçun oluşmayacağının tam bir netlikle bilinmesi vegözetilmesi,
4-) Kışkırtmanın, anılan farklı halk topluluklarını birbirine karşı düşmanlığa veya kin
5-) 4744 Sayılı Kanun gerekçesinde de açıklandığı üzere, tanımlanan tehlikenin soyut olmayıp somut ve yakın tehlike olduğunun kitlelerdeki yorum, etkileşim vehareketler de izlenerek değerlendirmeye tâbi tutulması,
6-) Ne var ki, ilk bakışta açıkça saptanamasa dahi, muhatabı kitlenin algılayabileceği maharetli bir gizlilik altında yapılan düşmanlığa veya kin
7-) Tek başına yeterlilik arzetmeyen ancak, önceden veya sonradan yapılanlarla birlikte değerlendirildiğinde aynı okuyucu veya dinleyici kitlesine hitap ediyor oluşu nedeniyle, kitlelerde kin ve düşmanlık birikimi yaratacağında kuşku bulunmayan eylemlerin, anılan suçu oluşturabileceğinin, ancak bunun için, bütünün parçalarının ayrı hükümlere konu edilmeyerek toplu şekilde yargılanmasının gerekli olacağının bilinmesi,
😎 Öngörülen suç unsurlarından herhangi birinin eksikliği veya yeterlik ölçüsünün bulunmayışı durumunda tanımlanan cürmün oluşmayacağı,
9-) Ceza Yasası uygulamalarında, genişletilen ve kıyas düzeyine varan yorumlarla suçun varlığına hükmedilemeyeceği, bu itibarla yasal sınırlılıkla belirlenen farklılıkları tahrike yönelmeyen, şiddet çağrısını içermeyen, somut ve yakın tehlike düzeyine de ulaşmamış kışkırtmalara, dolaylı ve zorlayıcı soyutlukla anılan unsurları yakıştırarak, TCY’nın 312/2. maddesindeki suçun oluştuğunu kabullenmenin olanaklı bulunmadığı, ceza yargısında kıyas yoluyla suç oluşturmanın kabul edilemeyeceğinin asla göz ardı edilmemesi gerektiği,
10- “Kuşkunun lehe yorumlanacağı” temel ilkesi gereği; aleniyetin varlığında, tahrikin yasada açıklanan farklılaşmalara dayalı olup olmadığında, anılan farklılıklara dayalı halk kesimlerinin birbirine karşı düşmanlığa veya kin
Zorunluluk arz etmekte, ceza yargıcının yargıladığı her olayı bu ilkeler ışığında değerlendirmesi gereği açıklık kazanmış bulunmaktadır.
Bu ilkelerin, 5237 Sayılı TCY’nın 216/1. maddesinde düzenlenen suç açısından da uygulanacağı açıktır. Ancak, 765 Sayılı TCY’nın 312. maddesinde “kamu düzeni” korunurken, 216/1. maddede “kamu güvenliği”nin korunacağı göz önüne alınmalı bunun da öncekine nazaran daha dar bir alanı kapsadığı gözetilmelidir.” şeklinde halkı kin ve
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; sanığın facebook adlı sosyal paylaşım sitesindeki hesabında, şehit Ö. Halisdemir’in fotoğrafının altına yaptığı yorumda, “Ne şehittir ne gazi b… yoluna gitti niyazi” şeklinde ifadeler kullanması şeklinde gerçekleşen eyleminin, bütünü nazara alındığında özü itibariyle etkili bir şiddet çağrısı ya da nefret söylemi içermemesi, kamu barışını bozmaya elverişli olduğuna dair bir hususa rastlanılmaması karşısında; sanığın eyleminin TCK’nın 216/3. maddesinde düzenlenen suçun unsurlarını taşımadığı anlaşıldığından, kanun yararına bozma talebinin reddine karar verilmiştir.
Sonuç ve Karar:
Yukarıda açıklanan nedenlerle;
SONUÇ : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın düzenlediği tebliğnamedeki düşünce yerinde görülmediğinden, CMK’nın 309. maddesi koşullarını taşımayan KANUN YARARINA BOZMA İSTEĞİNİN REDDİNE, 08/01/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Hükmedilen cezaların süresi itibariyle koşulları oluşmadığından sanık müdafıinin duruşmalı inceleme talebinin CMUK’nın 318. maddesi gereğince REDDİNE,
I-)-Halkı kin ve düşmanlığa
1-)Gerekçeli karar başlığında suç adının yazılmaması,
2-)Somut bir tehlike suçu olarak 5237 Sayılı TCK’nın 216/1 maddesinde düzenlenen ve kamu düzenini, toplum huzurunu/barışını himaye eden, esas itibariyle nefret söylemini sınırlandırmayı hedefleyen Halkı Kin veDüşmanl
Mahiyeti ve yapısı itibariyle Anayasanın 26., AİHS’nin 10. maddeleri ile teminat altına alınan düşünceyi açıklama veyayma hürriyeti bağlamında suç tanımında gösterilen hassasiyetin uygulamada da gözetilmesinde zaruret bulunduğundan, kamu düzeni ve toplum huzurunu korumak gibi meşru bir amaca yöneldiğinde kuşku bulunmayan müdahalenin, demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanıp kaynaklanmadığının ve hakkın özüne dokunmadan ölçülü/orantılı bir müdahale olup olmadığının olaysal olarak mahkemece değerlendirilmesi gerekir.
Madde gerekçesinde de açıklandığı üzere; Suçu oluşturan “tahrik”, soyut saygısızlık ve reddin ötesinde, bir halk kesimine karşı düşmanca tavırlar gösterilmesini sağlamaya veya bu tür tavırları pekiştirmeye objektif olarak elverişli olmalıdır. Fail sübjektif olarak da bu amacı gütmeli, halk kesimini kin ve nefrete tahrik etmelidir. Bu kapsamda salt yüz çevirme, soyut bir red veya saygısızlık ifade eden bir davranışta bulunma veya bu yönde sözler sarfetme, suçun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Fiilin suç teşkil etmesi için bunların ötesinde, ağır ve yoğun bir tarzda kin ve düşmanlığa
Kin ve düşmanlık; “husumet beslenen konuya karşı tasarlayarak zarar vermeye, öç almayı gerektirecek şiddette nefret duymaya yönelik hareketlerin zemini oluşturan psikolojik bir hal” olarak açıklanabilir, “kin vedüşmanlık” ibaresinin anlamı da dikkate alındığında sadece “şiddet içeren ya da şiddet tavsiye eden tahrikler” madde kapsamında değerlendirilebilecektir.
Türk Ceza Kanunun 216. maddesinde yer alan düzenleme, doğrudan ifadenin içeriğini hedefe alarak bir sınırlama öngörmemektedir. İfadenin iletişimsel etkisinin muhatapları üzerinde yarattığı varsayılan etkiyi değil, somut vakıada kullanılan ifadenin yaratmış olduğu etkiyi dikkate almaktadır. (Terörizm ve İfade Özgürlüğü Paradoksu, Yard. Doç Dr. … Şahin, Sy.339) Kamu güvenliğinin bozulması tehlikesinin somut olgulara dayalı olarak varlığı gereklidir. Bu tehlike, somut bir tehlikedir. Somut tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediği belirlenirken failin söz ve davranışlarının neden olduğu tehlike neticesine bakmak gerekir. Hakim, kullanılan ifadeler dolayısıyla bu tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediğini, dayanak ve noktalarını göstermek suretiyle belirleyecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; güvenlik güçleriyle PKK terör örgütü mensupları arasında çıkan çatışmada zarar gören bir camide gayri resmi imam hatiplik yapan sanığın camii önüne gelen cemaate hitaben yaptığı konuşmanın, bütünü nazara alındığında esas itibariyle devletin siyasal organlarının, belli bir siyasi partiye oy veren seçmenlerin ve
3-) Kabul ve uygulamaya göre de;
Anayasa Mahkemesi’nin 24.11.2015 tarih ve 29542 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas, 2015/85 Sayılı iptal kararı ile TCK’nın 53. maddesindeki bazı düzenlemelerin iptal edilmiş olması sebebiyle bu karar doğrultusunda hüküm kurulması gerektiğinin gözetilmemesi,
II)-Cumhurbaşkanına hakaret suçundan verilen hüküm yönünden yapılan incelemede ise;
1-)Gerekçeli karar başlığında suç adının yazılmaması,
2-)İddianamede talep edilmemesi karşısında, sanık hakkında 5271 Sayılı CMK’nın 226. maddesi gereğince ek savunma hakkı tanınmadan, TCK’nın 299/2 maddesinin uygulanması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,
SONUÇ : Kanuna aykırı, sanık müdafıinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, cumhurbaşkanına hakaret suçu yönünden sair yönleri incelenmeyen hükümlerin bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, 18.12.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY
18. CEZA DAİRESİ
E. 2018/3616
K. 2019/598
T. 8.1.2019
Madde gerekçesinde de açıklandığı üzere; Suçu oluşturan “tahrik”, soyut saygısızlık ve reddin ötesinde, bir halk kesimine karşı düşmanca tavırlar gösterilmesini sağlamaya veya bu tür tavırları pekiştirmeye objektif olarak elverişli olmalıdır. Fail subjektif olarak da bu amacı gütmeli, halk kesimini kin ve nefrete tahrik etmelidir. Bu kapsamda salt yüz çevirme, soyut bir red veya saygısızlık ifade eden bir davranışta bulunma veya bu yönde sözler sarfetme, suçun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Fiilin suç teşkil etmesi için bunların ötesinde, ağır ve yoğun bir tarzda kin ve düşmanlığa tahrikin var olması gerekir. Diğer bir tabirle etkili bir şiddet çağrısı ya da nefret söylemi içermelidir.Failin fiili, adet ve şahıs olarak muayyen olmayan toplum kesimi üzerinde kin ve nefret duygularının oluşumuna veya mevcut duyguların pekişmesine etkide bulunmalıdır.
Kin ve düşmanlık; “husumet beslenen konuya karşı tasarlayarak zarar vermeye, öç almayı gerektirecek şiddette nefret duymaya yönelik hareketlerin zemini oluşturan psikolojik bir hal” olarak açıklanabilir, “kin ve düşmanlık” ibaresinin anlamı da dikkate alındığında sadece “şiddet içeren ya da şiddet tavsiye eden tahrikler” madde kapsamında değerlendirilebilecektir.
Türk Ceza Kanunun 216. maddesinde yer alan düzenleme, doğrudan ifadenin içeriğini hedefe alarak bir sınırlama öngörmemektedir. İfadenin iletişimsel etkisinin muhatapları üzerinde yarattığı varsayılan etkiyi değil, somut vakıada kullanılan ifadenin yaratmış olduğu etkiyi dikkate almaktadır. Kamu güvenliğinin bozulması tehlikesinin somut olgulara dayalı olarak varlığı gereklidir. Bu tehlike, somut bir tehlikedir. Somut tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediği belirlenirken failin söz ve davranışlarının neden olduğu tehlike neticesine bakmak gerekir. Hakim, kullanılan ifadeler dolayısıyla bu tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediğini, dayanak ve noktalarını göstermek suretiyle belirleyecektir.
TCK’nın 216/3. maddesinde düzenlenen suçun hareket unsuru; halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri kamu barışını bozmaya elverişli biçimde alenen aşağılamaktır. Buradaki dini değerlerden maksat, inanç sistemi, dini büyükler, ibadet yer ve şekilleri gibi o inanışı temsil eden ve inananlarca dini kıymet atfedilen her türlü şey anlaşılmalıdır.
Madde metnindeki asıl hareket unsuru dini değerleri aşağılamaktır. Doktrinde aşağılamak “değer vermemek, önemsiz, anlamsız, gereksiz ve yararsızlığını belirterek kişilerdeki saygı ve güven duygularını sarsmak” olarak tanımlanmıştır.
Bu aşağılamanın mutlaka alenen yapılması gerekir, aleniyet suçun kurucu unsurudur. Her türlü aşağılama, 216/3. maddesinde düzenlenen suçu oluşturmaz, bu aşağılamanın kamu barışını bozmaya elverişli niteikte olması gerekir. Kamu barışını bozmaya elverişli olmaktan maksat ise, aşağılama fiilinin bireylerin taşıdıkları, barış esasına dayalı bir hukuk toplumunda yaşadıklarına dair duyguyu zedelemesi veya zedeleme ihtimalinin somut biçimde ortaya konmasıdır. Görüldüğü gibi bu suç bir tehlike suçu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bahse konu eylemin gerçekleştirilmesi ile, halkın dini değerlerinin aşağılandığı duygusuna kapılması önemli değildir. Objektif olarak eylemin aşağılayıcı nitelikte olması yeterlidir. Ayrıca bu suç somut bir tehlike suçu olarak kabul edilmelidir. Bu suretle hakim kararında suça konu eylemle ne şekilde kamu barışının bozulmaya elverişli olduğunu tartışmak durumundadır. Başka bir deyişle, dini değerlerin her türlü aşağılanması anılan suçu oluşturmamaktadır, aynı zamanda bu aşağılamanın kamu barışını bozmaya elverişli olması da gerekir.
Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 29/04/2009 tarih, 2007/8-244 Esas ve 2008/92 Karar sayılı ilamında; “Düşünce özgürlüğü ile ilgili gerek uluslar arası hukuk ve gerekse ulusal hukuk alanında ayrıntılı düzenlemeler bulunmaktadır.
T.C.
YARGITAY
16. CEZA DAİRESİ
E. 2017/2825
K. 2018/639
T. 2.3.2018
DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : I-)Suç işlemeye alenen tahrik suçundan;
Anayasa Mahkemesi’nin 24.11.2015 tarih ve 29542 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 E. 2015/85 K. sayılı iptal kararı ile TCK’nın 53. maddesinin uygulanması yönünden infaz aşamasında gözetilmesi mümkün görülmüştür.
Yapılan yargılama sonunda toplanan deliller karar yerinde incelenip sanığın suçunun sübutu kabul, olay niteliğine vekovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin edilmiş, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan sanığın yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA,
II-Sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, suç ve suçluyu övme, halkı kin ve düşmanlığa
Yapılan yargılama sonunda toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın suçlarının sübutu kabul, olay niteliğine ve kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin edilmiş, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde aşağıdaki hususlar dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanığın yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine, ancak;
1-)Silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan;
Dosya kapsamıyla uyumlu mahkemenin kabulüne göre, PKK/KCK silahlı terör örgütü adına suç işlediği kabul edildiği halde TCK’nın 314/3 ve 220/6. maddeleri delaletiyle TCK’nın 314/2. maddesi hükümlerine göre cezalandırma cihetine gidilmesi gerekirken, suç örgütleri hakkında uygulama olanağı bulunan TCK’nın 220/2-6 maddesi gereğince hüküm kurulmak suretiyle kabul ile uygulama arasında çelişki yaratılarak sanık hakkında eksik ceza tayini,
2-)Suç ve suçluyu övme suçundan;
08.10.2014 tarihinde Kobani olaylarını protesto etmek amacıyla Erzincan ilinde basın açıklaması sonrasında yapılan gösterilerde 8 kişinin gözaltına alınması üzerine, sanığın Facebook isimli sosyal paylaşım sitesinde “Enes Bediz Karakoluna gidilerek gözaltında bulunan arkadaşlara destek sağlamalarını” talep etmekten ibaret olayda, suçu ve suçluyu övme suçunun unsurlarının oluşmayacağı gözetilerek, sanık hakkında beraat hükmü kurulması gerekirken yazılı olduğu şekilde mahkumiyetine karar verilmesi,
3-)Halkı kin ve düşmanlığa
Sanık tarafından “10 Kürt çocuğunun polis tarafından katledildiği…. Bu tehdit kürtlere karşı savaş ilanıdır….” şeklindeki paylaşımın Türkiye Cumhuriyeti Devleti emniyet teşkilatını Kürtlere karşı katliam yapan kurum olarak göstermek suretiyle, TCK’nın 301/2 maddesindeki suçun unsurlarının oluştuğunun kabulü yerine suç vasfında yanılgıya düşülerek halkı kin ve
düşmanlığa tahrik suçundan hüküm kurulması,
4-)Terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan;
a-)Sanık hakkında 3713 Sayılı Kanun’un 7/1 maddesi gereğince kamu davası açıldığı halde sanığa ek savunma hakkı vermeksizin aynı Kanunun 7/2 maddesi gereğince hüküm kurularak CMK’nın 226. maddesine muhalefet edilmesi,
b-)Kabul ve uygulamaya göre;
Sanığın bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda aynı suçun birden fazla işlendiğinin kabul edilmesine rağmen sanık hakkında TCK’nın 43/1 maddesinin uygulanmaması,
5-)Uygulamaya göre;
Kurulan mahkumiyete dair hükümlerde; TCK’nın 53. maddesinde düzenlenen hak yoksunluklarının uygulanması bakımından, Anayasa Mahkemesi’nin 24.11.2015 tarih ve 29542 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 E. 2015/85 K. sayılı iptal kararının gözetilmesi lüzumu,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, CMUK 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı bakımından kazanılmış hakkın da saklı tutulmasına, 02.03.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY
SEKİZİNCİ CEZA DAİRESİ
Esas | : 2013/17604 |
Karar | : 2014/16727 |
Tarih | : 30.06.2014 |
Gereği görüşülüp düşünüldü:
I- Sanık hakkında “konut dokunulmazlığını bozma” suçundan kurulan hükme yönelik temyiz itirazlarının incelemesinde;
Sanığın elinde sopa ile haklarındaki hüküm temyiz edilmeyen diğer sanık- larla birlikte mağdurun evinin kapısını tekmeleyerek eve girmeleri şeklinde gerçekleşen eylemin TCK.nun 116/4. madde ve fıkrasına uyduğu gözetilmeden, TCK.nun 116/1. madde ve fıkrası uyarıca hüküm kurulması aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Yapılan yargılamaya, dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, oluşa ve mahkemenin soruşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, suçun oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçeye göre sanığın, suçun unsurlarının oluşmadığına, yönelik yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
5237 sayılı TCK.nun 53/3. madde ve fıkrası uyarınca, sanığın yalnızca kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından koşullu salıve- rilmesine kadar kısıtlama uygulanabilecek iken, kendi altsoyu dışındakiler üzerindeki yetkilerini de kapsayacak şekilde uygulama yapılması,
Yasaya aykırı ise de, yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu
hususun 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 322. maddesi gereğince düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hükümden 5237 sayılı TCK.nun 53. maddesinin uygulanmasına yönelik bölüm çıkartılarak yerine ”Sanığın, 5237 sayılı TCK.nun 53/1…3 madde ve fıkraları uyarınca, (c) bendinde sayılan kendi altsoyu üzerindeki velayet hakkı, vesayet ve kayyımlığa ait haklardan koşullu salıverilmeye kadar, madde ve bentlerde sayılan diğer haklardan ise hükmolunan hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına” yazılmak suretiyle hükmün oybirliğiyle (DÜZELTİLEREK ONANMASINA),
II – Sanık hakkında “halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit” ve “halkı kin ve
Yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine ancak;
Alkollü olan sanık ve arkadaşlarının bulundukları evde gürültü yapma- ları üzerine, kendilerini uyaran mağdurlara küfür ederek, “sizi öldüreceğiz” şeklindeki yüksek sesle bağırdıkları, mağdur …’un evinin balkonunda, ailesi ve çocu- ğu olduğunu, küfür edilmemesi yönünde ikaz etmesi üzerine sanık ve arkadaşlarının bu kez kavga ettikleri kişileri kast ederek; “bütün Kürtleri sinkaf edeceğiz” demeleri şeklin- de gelişen olayda; sanığın, kavga ettiği kişilere karşı sarf ettiği, tehdit ve sinkaflı sözlerin belli kişilere yönelik olduğu ve hedefin belli olması, mağdurların şikayetten vazgeçtikleri de gözetildiğinde, eylemin bütünüyle kişilerin hayatı ve vücut dokunulmazlığına yönelik saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tek bir hareketle birden fazla kişiye karşı tehdit suçunu oluşturduğu, “halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit” ve “halkı kin ve
Kabul ve uygulamaya göre de; 5237 sayılı TCK.nun 53/3. madde ve fıkrası uyarınca, sanığın yalnızca kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından koşullu salıverilmesine kadar kısıtlama uygulanabilecek iken, kendi altsoyu dışındakiler üzerindeki yetkilerini de kapsayacak şekilde uygulama yapılması,
Yasaya aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş ol- duğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı, 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken CMUK.nun 321. maddesi gereğince (BOZULMASINA), 30.06.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2004/8-130
K. 2004/206
T. 23.11.2004
• HALKI DİN FARKI GÖZETEREK KİN VE DÜŞMANLIĞA TAH
• İFADE HÜRRİYETİNİN KAPSAMI ( Halkı Din Farkı Gözeterek Kin ve Düşmanlığa
• DİN FARKI GÖZETEREK HALKI KİN VE
• DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ VE KAPSAMI ( Halkı Din Farkı Gözeterek Kin ve Düşmanlığa
• SEBAHATTİN AYDAR KARARI ( Halkı Din Farkı Gözeterek Kin ve Düşmanlığa
• LAİKLİK İLKESİNİN KORUNMASI İÇİN CEZAİ YAPTIRIMA İHTİYAÇ KALMAMIŞ OLMASI ( Halkı Din Farkı Gözeterek Kin ve Düşmanlığa
• SUÇTA VE CEZADA KANUNİLİK İLKESİ ( Halkı Din Farkı Gözeterek Kin ve Düşmanlığa
• KAMU DÜZENİ İÇİN AÇIK VE YAKIN TEHLİKE KOŞULU ( Halkı Din Farkı Gözeterek Kin ve Düşmanlığa
• KANUNİLİK İLKESİ ( Halkı Din Farkı Gözeterek Kin ve Düşmanlığa
765/m.312/2
ÖZET : Yazıda kullanılan kimi sözcük ve ifadelerin, tartışılmaz bir değer olarak Anayasa’da Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında kabul edilip, “tüm zamanların doğrusu ve değiştirilemezi” olarak benimsenegelen laiklik ilkesiyle çelişir mahiyette ölçülere ulaştığı görülmekte ise de, AİHM.nin 4.12.2003 tarihli 35071/97 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, çağdaş kurumlara dönük, şiddet içermeyen ve şiddet kışkırtıcılığı bulunmayan açıklama ve beyanlar da düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir.
Konunun Genel Kurulda görüşülmesi esnasında; “yazıda kullanılan “ehli küfür” ve “kafir” sözcüklerinin İslam Dininin Kutsal Kitabı’ndaki bazı ayetler nedeniyle, şiddet ve katliamı çağrıştırdığı ve bu itibarla, suçun oluşması için açıkça ve ayrıca şiddet çağrısına gerek bulunmadığı” ileri sürülmüş ise de, bu soyut saptamaların, anılan Kutsal Kitab’ın bütünlüğü gözetilmeden yapıldığı, eksik ve yetersiz tespitlere dayandırıldığı, bu nedenle, bu karar kapsamında değerlendirilmeye tâbi tutulmasının gerekli olmadığı düşünülmüştür.
“Hakaret ve sövme içeren söz veya yazının şiddet içermesine gerek bulunmadığı, bu tür açıklamaların muhatabını esasen şiddet arzusuna yönelteceği, bu itibarla bu türden beyanların düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği ve
Tartışmalar sürecinde dile getirilen, “Ülkemizdeki zorlayıcı sosyal gereksinimin, şeriat konusundaki düşüncelere, şiddet çağrısı olmasa bile kamu düzeni ve ulusal güvenlik yönünden sınır getirilmesini zorunlu kıldığı, şeriatın farklı kurallarını benimsettirmeye yönelik düşünce açıklamalarında şiddet ve şiddete çağrı ölçütünün aranmasının hakların kötüye kullanılması sonucunu yaratacağı, ülkenin özel koşulları nazara alındığında bu tür söylemlerin doğası icabı her an açık ve yakın bir tehlike doğurduğu, anılan türden söylemlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği” görüşüne gelince; Ülkemiz için laikliğin vazgeçilmez temel bir değer olduğu yönünde herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Ancak, laikliğe aykırı söylemlerin cezai bir yaptırımla karşılanıp karşılanmayacağı keyfiyeti, Yasa koyucu’nun takdirinde bulunan bir yetkidir. Yasa koyucu bu eylemleri yaptırıma bağlayan TCY.nın 163. maddesini, 3713 sayılı Yasa ile 1991 yılında yürürlükten kaldırmış, bu konuda başkaca bir yasal düzenlemeye gerek görmediği gibi, anılan türden suçların, Yasanın 312/2. maddesi kapsamında değerlendirilmesine yönelik bir irade de ortaya koymamıştır.
Yasa koyucu’nun, bu yöndeki iradesi ile “laiklik” ilkesini korumasız bıraktığı düşünülmemelidir. Toplumun ulaştığı sosyal ve kültürel düzey itibariyle “laiklik” kavramının günlük yaşama girdiği, reddedilemez ve zayıflatılamaz düzeyde benimsenir olduğu saptanmış, kahir çoğunluğun sahiplenmesine tevdi edilmiştir. Artık böylesine korumaya alınmış bir kavramın ceza yaptırımı tehdidiyle himayeye tâbi tutulması gereksiz addedilmiştir. Yasa koyucu, konuyu düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirdiğini eylemli biçimde sergilemiştir.
Suç ve cezada yasallık evrensel hukuk ilkesi uyarınca, Yasa koyucu’nun, cezai bir yaptırıma bağlamadığı bir eylemin, ülke koşulları nazara alınarak, zorlamalı yorumlarla cezalandırılır sayılması, kuvvetler ayrılığı sistemini zedeler mahiyette olacaktır. Kuşkusuz, laikliğe aykırı beyan ve açıklamalarda, ifade biçimi itibarıyla, şiddet önerisinin yer alması ve yasada belirli halk kesimleri yönünden kin ve düşmanlığa
Tüm bu açıklamalar ışığında; konu yazının, TCY.nın 312/2. maddesindeki suç ögelerini taşımadığı, yasanın sınırlı olarak tanımladığı farklılıkları kin ve düşmanlığ
” 15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ TİYATRODUR” SÖYLEMİ AÇISINDAN HUKUKSAL DEĞERLENDİRME
- Yürürlükte bulunan mevzuat hükümleri ve açıklanan hususlar ışığında ;T.C. YARGITAY ONALTINCI CEZA DAİRESİ 2018/3111 E. 2019/1706 K.Sayılı ilam içeriğinde ”Dosya kapsamına göre, İnegöl 3. Asliye Ceza Mahkemesinde mübaşir olarak çalışmakta olan sanığın, FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe teşebbüsünden 4 gün sonra 19.07.2016 tarihinde, adliyenin veznesine gelerek anılan darbe girişimine yönelik adliye çalışanları tanıkların yanında; tanık Mehmet …’nın beyanına göre, “siz yanlış biliyorsunuz, bu hükümetin bir oyunu, … oyunu, tankın içindeki ateş edenler vatandaşlar tarafından linç edildi, o kadar askeri yere yatırdılar, işkence yaptılar, siz hiçbir şey bilmiyorsunuz, bu olay hükümetin bir oyunu,…’in oyunu” şeklinde, tanık …’un beyanına göre, “bu darbe hükumetin bir oyunudur” şeklinde, tanık…’in beyanına göre, “bu darbede hükümetin bir parmağı olabilir, bu darbe bir senaryodur. Ayrıca vatandaşların darbeyi gerçekleştiren rütbesiz askerleri dövmesinin yanlış olduğu” şeklinde, tanık…’un beyanına göre, “meydana gelen darbe girişimi Cumhurbaşkanı….’ın başkan olmak için planladığı tiyatro veya senaryodan ibaret bir girişimdir, bu tip oyunlara gelmeyelim, masum askeri vatandaş linç etmiştir. Ayrıca… ile Cumhurbaşkanı ve kabinesi daha düne kadar el eleydi” şeklinde ifadelerde bulunduğunun sabit olması karşısında, sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün propagandasını yaptığı ve üzerine atılı suçun yasal unsurlarının oluştuğu gözetilmeksizin mahkûmiyeti yerine beraatine karar verilmesinde isabet görülmemiştir.” hareketle söylemlerin cebir ve şiddet unsuru içermemesi nedeniyle terör örgütü propagandası oluşturmayacağına dair kararı yerinde ise de ; sanığın beyanlarında geçen ”15 Temmuz bir senaryodur, darbe hükümetin bir oyunudur, Cumhurbaşkanının başkan olmak için planladığı tiyatrodur” beyanları yöneldiği hedef ve kitleyi açık bir şekilde belli ettiğinden ve bu husus açık bir şekilde anlaşılır olduğundan, her ne kadar propaganda suçu açısından verilen beraat kararı yerinde ise de, beyanların hedef aldığı sosyal sınıf, kurum ve kişilerin açık ve anlaşılır olduğundan hareketle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Hükümetini ve Cumhurbaşkanını katliam yapan /Darbe yapmaya teşebbüs eden-ettiren kurum olarak göstermek suretiyle, TCK’nın 301/1 maddesindeki suçun unsurlarının oluştuğunun kabulü gerekmekte ve sanığın atılı suçtan aleniyet unsuru bağlamında değerlendirme yapılarak hakkında işlem yapılması gerekmektedir. Sanık beyanlarının ayrıca Cumhurbaşkanını küçük düşürücü, onurunu zedeleyici ithamları içermesi nedeniyle, Cumhurbaşkanına Hakaret suçu açısından Yasa’da ihtilat ve aleniyet koşulları suçun unsuru olarak belirlenmediğinden hakkında TCK Md 299/1-2 gereğince adli işlem yapılarak kamu davası açılması gerekmektedir. İlgili Ceza Dairesi kararının ”Söylemlerin Sert Eleştiri niteliğinde olduğu ve terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da teşvik edecek nitelikte olmadığı ve suçun unsurlarını İhtiva Etmemesi” gerekçesinden hareketle propaganda suçuna ilişkin Beraat kararı yerinde olmasına karşın söylemlere ilişkin sübut bulan diğer suçları göz ardı etmiş olmasının, dairenin hem kendi yerleşik kararlarına hem de yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine uygun düşmediği kanaatindeyiz. (T.C.YARGITAY 16. CEZA DAİRESİ E. 2017/2825 K. 2018/639 T. 2.3.2018 sayılı kararı)