SENETTEKİ DÜZENLEMELERİN BORÇLU TARAFINDAN PARAF EDİLMESİ GEREKLİLİĞİ – Senette Mevcut Olan Çıkıntı veya Senet Metni Altındaki Hak ve Silinti Ayrıca Tasdik Edilmemiş İse İnkar Halinde Yok Hükmünde Olduğu
6 Ağustos 2016TEBLİGAT HUKUKU/USULSÜZ TEBLİĞ NEDİR? TEBLİGAT MAZBATASINDA YER ALMASI GEREKENLER ve ELEKTRONİK TEBLİGAT HÜKÜMLERİ…
13 Ağustos 2016Dava Dilekçesinde Bulunması Gereken Zorunlu Unsurlardan Olmayıp Gerekli Unsurlardan Olduğu – Bu Unsurların Bulunmaması ya da Tamamlanmaması Halinde Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilemeyeceği
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2014/23-350
K. 2016/24
T. 20.1.2016
• DAVA DİLEKÇESİNDE İDDİANIN DAYANAĞI OLAN BÜTÜN VAKIALARIN SIRA NUMARASI ALTINDA AÇIK ÖZETLERİ BULUNMAMASI ( Dava Dilekçesinde Bulunması Gereken Zorunlu Unsurlardan Olmayıp Gerekli Unsurlardan Olduğu – Bu Unsurların Bulunmaması ya da Tamamlanmaması Halinde Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilemeyeceği )
• İDDİA EDİLEN HER BİR VAKIANIN HANGİ DELİLLERLE İSPAT EDİLECEĞİNİN DAVA DİLEKÇESİNDE GÖSTERİLMEMESİ ( Dava Dilekçesinde Bulunması Gereken Zorunlu Unsurlardan Olmayıp Gerekli Unsurlardan Olduğu – Bu Unsurların Bulunmaması ya da Tamamlanmaması Halinde Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilemeyeceği/Hakimin Yargılamayı Yaparak Karar Vermesi Gerektiği )
• KOOPERATİF GENEL KURUL KARARLARININ İPTALİ TALEBİ ( Dava Dilekçesinde İddianın Dayanağı Olan Bütün Vakaların Sıra Numarası Adı Altında Açık Özetleri Bulunmadığı İddia Edilen Her Bir Vakıanın Hangi Delillerle İspat Edileceğinin Gösterilmediği ve Bu Haliyle Dava Dilekçesinin Yasada Sayılan Zorunlu Unsurları Taşımadığı Gerekçe Gösterilerek Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilemeyeceği )
• DAVA DİLEKÇESİNDE BULUNMASI GEREKEN ZORUNLU UNSURLAR ( Davacı ve Davalının Ad Soyad veya Unvanları Davacının Türkiye Cumhuriyeti Kimlik Numarası Varsa Yasal Temsilcinin veya Vekilin Adı Talep Sonucu ve Davacı veya Vekilinin İmzası Dava Dilekçesinde Bulunmuyorsa Hâkimin Davacıya Vereceği Kesin Süre İçinde Bunları Tamamlamasını İsteyeceği – Bunların Tamamlanmaması Halinde Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verileceği )
6100/m. 119
ÖZET : Dava, kooperatif genel kurul kararının iptali talebine ilişkindir.
Dava dilekçesinin 6100 S.K.’da sayılan zorunlu unsurları taşımadığı gerekçesiyle, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Davacı ve davalının ad, soyad veya unvanları, davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa yasal temsilcinin veya vekilin adı, talep sonucu ve davacı veya vekilinin imzası dava dilekçesinde bulunmuyorsa hâkimin davacıya vereceği kesin süre içinde bunları tamamlamasını istemesi ve bunların tamamlanmaması halinde davanın açılmamış sayılmasına karar vermesi gerekir.
Ancak mahkemenin adı, davanın konusu veya değeri, vakıaların özetleri ve bunların ne şekilde ispatlanacağı hususları ile dayanılan hukuki sebepler dava dilekçesinde belirtilmemiş ise davacıya kesin süre verileceğine ve bunların tamamlanmaması halinde davanın açılmamış sayılacağına dair bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Belirtilen unsurların dava dilekçesinde bulunmaması tek başına davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi yolunu açmaz. Böyle bir durumda hâkim yargılamaya başlar ve eksik unsurun niteliğine göre farklı çözüm yolları ya da sonuçlar doğar. Mesela vakıalara dair eksiklikler tamamlanamazken, hukuki sebeplerin yazılmamış olması sonuca etki etmez. Dava değeri yazılmamış bile olsa hâkimin bunu re’sen saptaması, alınacak harç miktarının tesbiti bakımından şarttır.
Dava dilekçesinde iddianın dayanağı olan bütün vakaların sıra numarası adı altında açık özetleri bulunmadığı, iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin gösterilmediği ve bu haliyle dava dilekçesinin yasada sayılan zorunlu unsurları taşımadığı gerekçe gösterilerek davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Bu iki unsur dava dilekçesinde bulunması gereken “zorunlu” unsurlardan olmayıp, “gerekli” unsurlardandır. Bu unsurların bulunmaması ya da tamamlanmaması halinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilemez. Hâkim yargılamayı yapmak ve eğer tamamlanmamışsa dilekçe kapsamı ve yargılamada varacağı sonuca göre bir karar vermekle yükümlüdür.
DAVA : Taraflar arasındaki “kooperatif genel kurul kararının iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kırıkkale 2. Asliye Hukuk Mahkemesince ( Ticaret Mahkemesi sıfatıyla ) davanın açılmamış sayılmasına dair verilen 19.2.2013 gün ve 2013/86 E. 2013/ 81 K. sayılı karar, davacının temyizi üzerine Yargıtay 23. Hukuk Dairesinin 13.5.2013 gün ve 2013/3196 E. 2013/3131 K. sayılı kararı ile; ( … Davacı, 20.1.2013 tarihli genel kurulun ve alınan kararların kanuna, anasözleşmeye ve iyiniyet kurallarına aykırı olduğunu ileri sürerek, genel kurul kararlarının ve seçimin iptali ile seçimlerin yenilenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Mahkemece, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, HMK’nın 119/1-e ve f maddeleri gereğince dava dilekçesinde iddianın dayanağı olan bütün vakaların sıra numarası adı altında açık özetleri bulunmadığı gibi iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği de gösterilmediği, dava dilekçesinin yasada sayılan zorunlu unsurları taşımadığı gerekçesiyle, HMK’nın 119 /son maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Kararı, davacı temyiz etmiştir.
1- ) Mahkemece, dava dilekçesinin 6100 Sayılı HMK’nın 119/1. fıkra e ve f bentlerinde sayılan zorunlu unsurları taşımadığı gerekçesiyle aynı maddenin 2. fıkrası uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. 6100 Sayılı HMK’nın 119/2. maddesi “Birinci fıkranın ( a ), ( d ), ( e ), ( f ) ve ( g ) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır.” hükmünü içermektedir. 2. fıkrada açıkça bu bentlerin dışında kalan hususların dava dilekçesinde bulunmaması halinde nasıl bir yol izleneceğini düzenlemiştir. Sayılan bentlerin dışında kalan hususların eksikliği halinde davanın açılmamış sayılmasına karar verileceğine dair bir hüküm bulunmamaktadır. Anılan hükmün yanlış yorumlanması sonucunda davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi doğru görülmemiştir.
2- ) Bozma nedenine göre, davacının diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir… ), Gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava kooperatif genel kurul kararının iptali istemine ilişkindir. Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık somut olayda dava dilekçesindeki eksikliklerin HMK’nın 119. maddesi çerçevesinde giderilmesinin mümkün olup olmadığı ve varılacak sonuca göre anılan eksiklikler sebebiyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin doğru olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “dava dilekçesinin içeriği” başlıklı 119. maddesi :
“ ( 1 ) Dava dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
a- ) Mahkemenin adı.
b- ) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri.
c- ) Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.
ç ) Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.
d- ) Davanın konusu ve malvarlığı haklarına dair davalarda, dava konusunun değeri.
e- ) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.
f- ) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.
g- ) Dayanılan hukuki sebepler.
ğ- ) Açık bir şekilde talep sonucu.
h- ) Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası.
( 2 ) Birinci fıkranın ( a ), ( d ), ( e ), ( f ) ve ( g ) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır” şeklindedir. Metinde görüldüğü gibi davacı ve davalının ad, soyad veya unvanları, davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa yasal temsilcinin veya vekilin adı, talep sonucu ve davacı veya vekilinin imzası dava dilekçesinde bulunmuyorsa hâkimin davacıya vereceği kesin süre içinde bunları tamamlamasını istemesi ve bunların tamamlanmaması halinde davanın açılmamış sayılmasına karar vermesi gerekir.
Ancak mahkemenin adı, davanın konusu veya değeri, vakıaların özetleri ve bunların ne şekilde ispatlanacağı hususları ile dayanılan hukuki sebepler dava dilekçesinde belirtilmemiş ise davacıya kesin süre verileceğine ve bunların tamamlanmaması halinde davanın açılmamış sayılacağına dair bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Belirtilen unsurların dava dilekçesinde bulunmaması tek başına davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi yolunu açmaz. Böyle bir durumda hâkim yargılamaya başlar ve eksik unsurun niteliğine göre farklı çözüm yolları ya da sonuçlar doğar. Mesela vakıalara dair eksiklikler tamamlanamazken, hukuki sebeplerin yazılmamış olması ( hâkimin hukuku kendiliğinden uygulaması ilkesi gereği ) sonuca etki etmez. Dava değeri yazılmamış bile olsa hâkimin bunu re’sen saptaması, alınacak harç miktarının tesbiti bakımından şarttır.
Vurgulamak gerekir ki yasadaki düzenleme, bu unsurlarda eksiklik halinde davacıya süre vermeksizin açılmamış sayılma yönünde karar oluşturulmasını değil, süre verilmeksizin ( olağan süreci içinde ) esasa girilmesini hedeflemektedir.
Somut olayda mahkemece dava dilekçesinde iddianın dayanağı olan bütün vakaların sıra numarası adı altında açık özetleri bulunmadığı, iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin gösterilmediği ve bu haliyle dava dilekçesinin yasada sayılan zorunlu unsurları taşımadığı gerekçe gösterilerek davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
Yukarıda da açıklandığı üzere bu iki unsur dava dilekçesinde bulunması gereken “zorunlu” unsurlardan olmayıp, “gerekli” unsurlardandır. Bir diğer deyişle bu unsurların bulunmaması ya da tamamlanmaması halinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilemez. Hâkim yargılamayı yapmak ve eğer tamamlanmamışsa dilekçe kapsamı ve yargılamada varacağı sonuca göre bir karar vermekle yükümlüdür ( Pekcanıtez/Atalay/Özekes: Medenî Usûl Hukuku, 14. b., Ankara 2013, s.511-512 ). Vakıaları ve delilleri göstermeyen bir dava dilekçesi ile ispat yükü gereğinin yerine getirilmesi güçleşecek ya da mümkün olmayacaktır.
Bu bakımdan somut olayda, dava dilekçesinde bulunmadığı mahkemece kabul edilen unsurların, yani vakıaların ve delillerin eksikliği süre dahi verilmeksizin açılmamış sayılma sebepleri olmayıp; yargılamanın uygun aşamalarında tamamlanmamaları halinde talebe ve isbata yönelik sonuçlar doğuracak maddi hukuk kapsamındaki hususlardır.
Açıklanan sebeplerle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacının temyiz temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istenmesi halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, 20.01.2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2014/2-695
K. 2016/522
T. 20.4.2016
• DAVAYA SÜRESİ İÇERİSİNDE CEVAP VERMEYEN DAVALIYA DELİL GÖSTERMESİ İÇİN SÜRE VERİLEMEMESİ ( Davalının Davacının Dava Dilekçesinde İleri Sürdüğü Vakıaların Tamamını İnkar Etmiş Sayılacağı/Savunmanın Dayanağı Olarak İleri Sürülen Her Bir Vakıanın Hangi Delillerle İspat Edileceğinin Cevap Dilekçesinde Bulunması Gerektiği -Savunmanın Dayanağı Olarak Süresinde İleri Sürülen Bir Delil Bulunmadığı/Davalıya Delil Göstermesi İçin Süre Vermesine Yasal Olarak İmkan Bulunmadığı )
• YASAL SÜRE GEÇTİKTEN SONRA DELİL BİLDİRME TALEBİNDE BULUNULMASI ( Boşanma Davasında Davalının Süresi İçerisinde Cevap Dilekçesi Vermediği/Davalının Davacının Dava Dilekçesinde İleri Sürdüğü Vakıaların Tamamını İnkar Etmiş Sayılacaği – Savunmanın Dayanağı Olarak Süresinde İleri Sürülen Bir Delil Bulunmadığı/Davalıya Delil Göstermesi İçin Süre Verilemeyeceği )
• BOŞANMA DAVASI İLE VELAYET NAFAKA VE TAZMİNAT İSTEMİ ( Dava Dilekçesinin Davalıya Tebliğ Edilmesinden Sonra Süresi İçerisinde Cevap Dilekçesi Verilmediği – Savunmanın Dayanağı Olarak Süresinde İleri Sürülen Bir Delil Bulunmadığı/Davalıya Delil Göstermesi İçin Süre Vermesine Yasal Olarak İmkan Bulunmadığının Gözetileceği )
• CEVAP DİLEKÇESİNİN SUNULMASI ( Cevap Dilekçesini Verme Süresinin Dava Dilekçesinin Davalıya Tebliğinden İtibaren İki Hafta Olduğu/Savunmanın Dayanağı Olarak İleri Sürülen Her Bir Vakıanın Hangi Delillerle İspat Edileceğinin Cevap Dilekçesinde Bulunması Gerektiği – Cevap Dilekçesi Süresi İçerisinde Verilmediğinden Savunmanın Dayanağı Olarak Süresinde İleri Sürülen Bir Delil Bulunmadığı/Davalıya Delil Göstermesi İçin Süre Vermesine Yasal Olarak İmkan Bulunmadığının Kabul Edileceği )
• ÖN İNCELEME DURUŞMASI ( Ön İnceleme Duruşmasında Taraflara Dilekçelerinde Gösterdikleri Ancak Henüz Sunmadıkları Belgeleri Mahkemeye Sunmaları veya Başka Yerden Getirtilecek Belgelerin Getirtilebilmesi Amacıyla Gereken Açıklamayı Yapmaları İçin İki Haftalık Kesin Süre Verileceği – Bu Hususların Verilen Kesin Süre İçinde Tam Olarak Yerine Getirilmemesi Halinde O Delile Dayanmaktan Vazgeçilmiş Sayılmasına Karar Verileceği )
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi/m. 6
2709/m. 90, 141
4721/m. 166
6100/m. 119, 122, 127, 128, 141, 145
ÖZET : Dava, boşanma davası ile boşanmanın fer’isi niteliğindeki velayet, nafaka ve tazminat istemlerine ilişkindir.
Davalı, davaya cevap vermemiş, ön inceleme duruşmasında boşanmak istemediğini ifade etmiştir. Davalıya delil göstermesi ve delillerini sunması için imkan tanınmamış, tahkikat için belirlenen duruşmada davacının gösterdiği deliller toplanıp, sonuca gidilmiştir.
Uyuşmazlık; yasal süresinde davaya cevap vermeyen davalının, kötüye kullanılmadıkça davacı tarafın ileri sürdüğü vakıaları çürütmeye yönelik delil bildirip bildiremeyeceği, cevap dilekçesiyle delil bildirmeyen davalıya ön inceleme duruşmasında belirlenen uyuşmazlık konusunda delil bildirmesi için süre verilmesinin gerekip gerekmediği noktasındadır.
Cevap dilekçesini verme süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin cevap dilekçesinde bulunması gerektiği belirtilmiştir. Süresi içinde cevap dilekçesi vermemiş olan davalı, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkâr etmiş sayılacaktır. Ön inceleme duruşmasında, taraflara dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verilir. Bu hususların verilen kesin süre içinde tam olarak yerine getirilmemesi hâlinde, o delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılmasına karar verilir.
Dava dilekçesinin davalıya tebliğ edilmesinden sonra süresi içerisinde cevap dilekçesi verilmediğinden savunmanın dayanağı olarak süresinde ileri sürülen bir delil bulunmadığından yerel mahkemenin davalıya delil göstermesi için süre vermesine yasal olarak imkân bulunmadığının kabulü gerekir.
Süresinde cevap dilekçesi vermeyerek delillerini bildirmeyen davalı tarafın yasal süre geçtikten sonra delil bildirme talebinin reddine karar verilmelidir.
DAVA : Taraflar arasındaki “boşanma ve fer’ileri” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Denizli 2. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 19.12.2012 gün ve 2012/455 E., 2012/1020 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 27.06.2013 gün ve 2013/5480 E., 2013/18157 K. sayılı ilamı ile;
( … Davalı, davaya cevap vermemiş, ön inceleme duruşmasında “boşanmak istemediğini” ifade etmiştir. Mahkemece, ön inceleme duruşması sonucunda “tahkikata geçilmesine” karar verilip, davacının daha önceden göstermiş olduğu delillerin toplanmasına karar verildiği halde, davalıya delil göstermesi ve delillerini sunması için imkan tanınmamış, tahkikat için belirlenen duruşmada davacının gösterdiği deliller toplanıp, sonuca gidilmiştir.
Davalının, davaya cevap vermemiş olması, ön incelemede uyuşmazlık konularının belirlenmesinden sonra bu konulara ilişkin delil gösterme ve sunma hakkını ortadan kaldırmaz.
Davaya süresinde cevap vermemiş olan davalı, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkar etmiş sayılır. ( HMK.md.128 ) Durum böyle olmakla birlikte, süresinde davaya cevap vermeyen davalı, diğer tarafın kusurlu olduğuna yönelik bir vakıa ileri süremez ise de, kötüye kullanılmadıkça onun ileri sürdüğü vakıaları çürütmeye yönelik delil bildirebilir.
Bu bakımdan davalıya açıklanan çerçevede kanunda belirtilen süre içinde olmak şartıyla delil gösterme hakkı tanınmalıdır. Aksinin kabulü, cevap süresini bir kez kaçırmış veya davaya süresinde cevap vermemiş olan davalıya savunmasını ispat etme hakkını tanımamak olur. Bu ise usul hukukunun vazgeçilmez bir ilkesi olan “hukuki dinlenilme hakkını” ( HMK.md.27 ) ortadan kaldırır.
Öyleyse, davalıya yukarıda belirtilen çerçevede delil göstermesi için süre verilmesi, gösterdiği taktirde delillerin toplanması ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru bulunmamıştır… ) ,
Gerekçesiyle oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesi uyarınca evlilik birliğinin sarsılması hukuksal sebebine dayalı boşanma davası ile boşanmanın fer’isi niteliğindeki velayet, nafaka ve tazminat istemlerine ilişkindir.
Davacı ( kadın ) vekili, davalının evlilikleri boyunca müvekkiline hakaret ettiğini, şiddet uyguladığını, yaralama eylemleri nedeniyle iki ayrı ceza davası açıldığını ileri sürerek, tarafların boşanmalarına, çocuğun velayetinin anneye verilmesine, tedbir, iştirak, yoksulluk nafakası ile maddi ve manevi tazminata karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı asil, cevap dilekçesi vermemiştir. Katıldığı ön inceleme duruşmasında, boşanmak istemediğini beyan etmiştir.
Yerel Mahkemece, davalının evlilik birliğinin devamı süresince davacıya şiddet uyguladığı, evinin geçim yükümlülüğünü yerine getirmediği, en son şiddet uygulaması üzerine tarafların ayrı yaşamaya başladıkları, bu haliyle davalının tam kusurlu hareketleri nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı gerekçesiyle tarafların boşanmalarına ve fer’ilerine karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuş, yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.
Hükmü temyize davalı vekili getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; yasal süresinde davaya cevap vermeyen davalının, kötüye kullanılmadıkça davacı tarafın ileri sürdüğü vakıaları çürütmeye yönelik delil bildirip bildiremeyeceği, cevap dilekçesiyle delil bildirmeyen davalıya ön inceleme duruşmasında belirlenen uyuşmazlık konusunda delil bildirmesi için süre verilmesinin gerekip gerekmediği, varılacak sonuca göre somut olayda davalıya delil göstermesi için süre verilerek gösterdiği takdirde delilleri toplanarak hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle, uyuşmazlığa etkili olan hukuk ilkelerinin ve mavzuatın açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
Anayasanın 90. maddesinin beşinci fıkra hükmü uyarınca, milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınacak olması nedeniyle ilk olarak belirtilmesi gerekir ki; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ( AİHS )’nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarından bir tanesi de yargılamanın “makul bir süre içinde” bitirilmesi ilkesidir.
Bu bağlamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ( AİHM ), devletlerin yargısal sistemlerini AİHS’nin 6. maddesinde yer alan şartlara göre makul bir sürede yargılama dahil olmak üzere uyacak şekilde düzenlemek ile görevli olduğunu belirtmiştir ( AİHM, Zimmerman ve Steiner –İsviçre, 13 Temmuz 1983, 29. paragraf ).
Bir davaya taraf olan herkesin karşı taraf karşısında kendisini önemli bir dezavantajlı konumda bırakmayacak şartlarda, iddialarını mahkemeye sunabilmesi için makul bir fırsata sahip olabilmelidir ( AİHM, De Haes ve Gijsels-Belçika, 24 Şubat 1997 ).
Aynı şekilde, tarafların gösterilen tüm delillerden haberdar olması ve görüş bildirebilmesi de adil yargılanma hakkı kapsamında gözetilmesi gereken ilke olarak belirtilmiştir ( AİHM, Borgers-Belçika, 30 Ekim 1991 ).
Anayasanın 141. maddesinde de “davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir” denilmek suretiyle davaların makul bir süre içerisinde bitirilmesi gerekliliği açıkça düzenlenmiştir.
Açıklanan bu ilkelere paralel olarak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ( HMK )’da yargılamanın makul sürede bitirilmesini sağlamak amacıyla düzenlemeler yapılmış ve bu amaca ulaşılabilmesi için önemli bir katkı sağlayan delillerin bildirilme zamanı özel olarak düzenlenmiştir.
Delillerin belirli bir zaman dilimi içinde gösterilip sunulması yargılamayı çabuklaştıracak olmasının yanı sıra, taraflara da gösterilen delillerden haberdar olarak zamanında bunlara karşı delil veya görüş bildirebilme imkânı tanıyacak, böylece uyuşmazlıklar en kısa sürede adilane çözüme kavuşacaktır.
Bu aşamada, 6100 sayılı HMK’nın delillerin ibrazıyla ilgili hükümlerini değerlendirmek gereklidir.
HMK’nın 119/1- ( f ) hükmü uyarınca, gerek yazılı gerekse basit yargılama usulünde, iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin, dava dilekçesinde belirtilmesi gerekir.
Maddenin gerekçesinde bu gerekliliğin, 6100 sayılı HMK’nda bir yenilik olarak düzenlendiği ifade edilmiştir. Böylece, özellikle ispat konusunda davaların usul ekonomisi ilkesine uygun bir biçimde, makul bir sürede sonuçlanması hedeflenmiştir.
Delillerin bildirilmesi hakkındaki bu düzenleme, Kanunumuzda kabul edilen somutlaştırma yükünün de bir gereğidir ( Hakan Pekcanıtez, Oğuz Atalay, Muhammet Özekes, Medeni Usul Hukuku, Ankara 2013, 14. Bası, s. 506 ).
Dava dilekçesinin davalıya tebliğinde, davalının iki hafta içinde davaya cevap verebileceğinin ihtarının gerektiği HMK’nın 122. maddesinde düzenlendikten sonra aynı süreye “cevap dilekçesini verme süresi” başlıklı 127. maddesinde tekrar yer verilerek “Cevap dilekçesini verme süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır…” şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Bu aşamada vurgulamak gerekir ki; HMK’nın 122. maddesinin gerekçesinde de belirtildiği üzere cevap süresi, Kanun tarafından düzenlenmiş kesin bir süre hâline getirilmiştir.
Bu hakkını kullanmayan, yani süresi içinde cevap dilekçesi vermemiş olan davalı, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkâr etmiş sayılacaktır ( HMK. m.128 ).
6100 sayılı HMK’nın “Cevap dilekçesinin içeriği” başlığını taşıyan 129. maddenin 1. fıkrasının ( e ) bendinde savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin cevap dilekçesinde bulunması gerektiği belirtilmiştir.
Tarafların ikinci dilekçelerini verme usulleri de ayrıntılı olarak düzenlenmiş olup, davacının, cevap dilekçesinin kendisine tebliğinden itibaren iki hafta içinde cevaba cevap dilekçesini; davalının da davacının cevabının kendisine tebliğinden itibaren iki hafta içinde ikinci cevap dilekçesini verebileceği belirlenmiştir ( HMK. m. 136 ).
Hemen belirtilmelidir ki, hem dava dilekçesinde hem de cevap dilekçesinde gösterilen ve tarafın elinde bulunan belgelerin dilekçeye eklenerek mahkemeye sunulması, başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayıcı açıklamanın dilekçede yer alması zorunludur ( HMK. m. 121, 129/2 ).
Ön inceleme duruşmasında, taraflara dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verilir. Bu hususların verilen kesin süre içinde tam olarak yerine getirilmemesi hâlinde, o delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılmasına karar verilir ( HMK. m.140/5 ).
Bu madde metninde vurgulanması gereken husus “dilekçelerinde gösterdikleri” ibaresinin kullanılmış olmasıdır.
6100 sayılı HMK’nın 140. maddesinin gerekçesinde belirtildiği üzere taraflar, delil olarak dayandıkları belgeleri dilekçelerine ekleyerek vermek ya da başka yerden getirilecekse, bunu belirtmek zorundadırlar. Şayet taraflar, bu konuda yapmaları gereken işlemleri eksik bırakmışlarsa, tahkikata başlamadan önce, taraflara son kez kısa bir süre verilerek bu eksiklikleri tamamlamaları düşünülmüştür. Taraflar bu şanslarını da doğru kullanamazlarsa, artık tahkikat mevcut delillerle yürütülecek ve tarafların o delile dayanmaktan vazgeçtikleri kabul edilecektir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun sisteminde, ön inceleme duruşmasında tayin edilen kesin süreye uyulmaması, vazgeçme yaptırımına bağlanarak, davayı uzatıcı bu kötüniyetli davranışlar engellenmeye çalışılmıştır. Zira, dilekçelere eklenip sunulmamış, daha sonra ön incelemede ek olarak bildirilen süre içinde de verilmemiş delillere, tahkikat içinde kural olarak ( m. 145, c. 1 ) dayanılamaz. Tahkikatın amacı, kural olarak delil toplamak değil, delilleri incelemek ve değerlendirmektir; aksi halde tahkikat tamamlanamaz ve yargılama uzar. Bu sebeple, 145. maddede belirtilen ve tarafın etki alanı dışında kalan çok özel durumlar dışında, sonradan delil sunulması halinde bu deliller dikkate alınmamalıdır ( Hakan Pekcanıtez, Oğuz Atalay, Muhammet Özekes, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2015, 3. Bası, s. 328, 332 ).
Dilekçelerin teatisi aşamaları bu şekilde net sürelere bağlı olarak düzenlendikten sonra yasa koyucu, “delil” bildirmenin “süreye” bağlı olduğunu tekrar vurgulayan 145. maddeye yer vermiştir. Anılan hüküm aynen; “Taraflar, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler. Ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir.” şeklindedir.
Yukarıda belirtilen hükümlerden de anlaşılacağı üzere gerek davacı gerekse davalı bakımından delil gösterme ile delil sunma ayrı olarak ele alınmış; dava ve cevap dilekçelerinde iddia edilen vakıaların hangi delillerle ispatlanacağının belirtilmesi zorunluluğundan söz edildikten sonra, eldeki belgelerin dilekçelere eklenmesi, elde bulunmayan belgeler için ise nereden getirtileceği konusunda bilgi verilmesi gerektiği açıkça öngörülmüştür. HMK’nın140/5. maddesinde de dilekçelerde belirtilen ve fakat henüz sunulmayan belgelerin süresinde sunulmaması halinde uygulanacak yaptırımı açıklamıştır.
Tekrar edilmesinde yarar vardır ki; yasa koyucu, tarafların, kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremeyecek olmalarını emredici bir düzenlemeyle ( m.145 ) benimsedikten sonra, bunun istisnalarını da belirtmiştir. Buna göre, ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilecektir.
Bu aşamada bir diğer istisnai hükmün açıklanması gereklidir. O da “iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi” başlıklı 141. madde hükmü olup, yasa hükmü; “ ( 1 ) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. ( 2 ) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” şeklindedir.
Anılan maddenin gerekçesinde belirtildiği üzere; tarafların karşılıklı dilekçelerini verdikleri aşamada, herhangi bir sınırlamaya bağlı olmadan uyuşmazlığın genel çerçevesi içinde iddia ve savunmalarını değiştirebilecekleri kabul edilmiştir ….şüphesiz bu imkan, sadece cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi için söz konusudur. İkişer dilekçeden sonra, hangi ad altında olursa olsun verilecek dilekçeler, sınırlama ve yasak kapsamında kabul edilmelidir. Ön inceleme aşamasında, ancak karşı tarafın açık muvafakati ( veya ön inceleme duruşmasına taraflardan birisinin mazeretsiz gelmemesi ) durumunda iddia veya savunmaların genişletilmesi yahut değiştirilmesi kabul edilmiştir.
Görüldüğü üzere, 6100 sayılı HMK’nın sistematiği içinde; tahkikat aşamasına geçilmezden evvel tarafların uyuşmazlık konularının ve bu uyuşmazlıkların çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin en başında belirlenerek tahkikatın etkin bir şekilde yapılmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan hususların özetlenmesi gerekirse; AİHS’nin 6.maddesinde düzenlenen adil yargılamanın etkin ve makul bir süre içinde bitirilmesi için 6100 sayılı HMK’da düzenlemelere yer verilmiş olup, bu bağlamda delil gösterilmesi dilekçelerin teatisi ( dava, cevap, cevaba cevap ve ikinci cevap ) aşamasına hasredilmiştir. Tarafların, Kanunda belirtilen bu sürelerden sonra delil gösterebilmeleri ancak iki yasa maddesinde belirtilen hallerle sınırlıdır. Onlar da; iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesini düzenleyen 141. madde ile sonradan delil gösterilmesinin hüküm altına alındığı 145. maddedeki durumlardır.
Bu açıklamalar ışında somut olay incelendiğinde; davalının cevap dilekçesi vermediği hususunda bir tartışma bulunmamaktadır. Dava dilekçesinin usule uygun ihtar içerir şekilde tebliğinden sonra iki haftalık süre içerisinde delillerini bildirmeyen davalının sonradan delil gösterebilmesi için HMK’nın 145. maddesinde belirtilen istisnai hallerin mevcudiyeti de somut olayda ileri sürülmüş değildir. İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesini düzenleyen 141. madde koşulları da oluşmamıştır. Kaldı ki somut olayda davalı, cevap ve delil bildirmek için mehil talebini 18.09.2012 tarihli ön inceleme duruşmasından sonra tahkikat aşamasında 02.11.2012 tarihli duruşmada ileri sürmüştür.
Bu durumda; dava dilekçesinin davalıya 31.05.2012 tarihinde usulüne uygun bir şekilde tebliğ edilmesinden sonra süresi içerisinde cevap dilekçesi verilmediğinden savunmanın dayanağı olarak süresinde ileri sürülen bir delil ( HMK. M. 129/1-e ) bulunmadığından yerel mahkemenin davalıya delil göstermesi için süre vermesine yasal olarak imkân bulunmadığının kabulü gerekir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce, dava dilekçesindeki talepler arasında müşterek çocuğun velayetinin anneye verilmesi isteminin de bulunduğu, kamu düzenine ilişkin bu talep nedeniyle davalı delillerinin toplanmasına imkân tanınmasının gerektiği ifade edilmiş, bir kısım üyeler tarafından ise; süresinde davaya cevap vermeyen davalının, diğer tarafın kusurlu olduğuna yönelik bir vakıa ileri süremez ise de, kötüye kullanılmadıkça onun ileri sürdüğü vakıaları çürütmeye yönelik delil bildirebileceği, aksinin kabulünün, cevap süresini kaçırmış veya davaya süresinde cevap vermemiş olan davalıya savunmasını ispat etme hakkını tanımamak olacağı, bunun ise hukuki dinlenilme hakkını ortadan kaldıracağı belirtilmiş, bazı üyelerce de; uyuşmazlık ön inceleme duruşmasında belirlendiği için tarafların delillerini göstermeleri gereken ( son ) tarihin, dava veya cevap dilekçesi değil, hakimin HMK’nın l40/5. madde hükmü uyarınca taraflara vereceği iki haftalık kesin sürenin son günü olduğu ileri sürülmüş ise de, Kurul çoğunluğunca bu görüşler yukarıda açıklanan gerekçelerle kabul edilmemiştir.
Hal böyle olunca; süresinde cevap dilekçesi vermeyerek delillerini bildirmeyen davalı tarafın yasal süre geçtikten sonra delil bildirme talebinin reddinin gerektiğine ilişkin olarak verilen Yerel Mahkeme direnme kararı yerindedir.
Ne var ki, esasa ilişkin temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu konuda inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan davalı vekilinin işin esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 2. Hukuk Dairesine GÖNDERİLMESİNE, 20.04.2016 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2014/23-350
K. 2016/24
T. 20.1.2016
• DAVA DİLEKÇESİNDE İDDİANIN DAYANAĞI OLAN BÜTÜN VAKIALARIN SIRA NUMARASI ALTINDA AÇIK ÖZETLERİ BULUNMAMASI ( Dava Dilekçesinde Bulunması Gereken Zorunlu Unsurlardan Olmayıp Gerekli Unsurlardan Olduğu – Bu Unsurların Bulunmaması ya da Tamamlanmaması Halinde Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilemeyeceği )
• İDDİA EDİLEN HER BİR VAKIANIN HANGİ DELİLLERLE İSPAT EDİLECEĞİNİN DAVA DİLEKÇESİNDE GÖSTERİLMEMESİ ( Dava Dilekçesinde Bulunması Gereken Zorunlu Unsurlardan Olmayıp Gerekli Unsurlardan Olduğu – Bu Unsurların Bulunmaması ya da Tamamlanmaması Halinde Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilemeyeceği/Hakimin Yargılamayı Yaparak Karar Vermesi Gerektiği )
• KOOPERATİF GENEL KURUL KARARLARININ İPTALİ TALEBİ ( Dava Dilekçesinde İddianın Dayanağı Olan Bütün Vakaların Sıra Numarası Adı Altında Açık Özetleri Bulunmadığı İddia Edilen Her Bir Vakıanın Hangi Delillerle İspat Edileceğinin Gösterilmediği ve Bu Haliyle Dava Dilekçesinin Yasada Sayılan Zorunlu Unsurları Taşımadığı Gerekçe Gösterilerek Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilemeyeceği )
• DAVA DİLEKÇESİNDE BULUNMASI GEREKEN ZORUNLU UNSURLAR ( Davacı ve Davalının Ad Soyad veya Unvanları Davacının Türkiye Cumhuriyeti Kimlik Numarası Varsa Yasal Temsilcinin veya Vekilin Adı Talep Sonucu ve Davacı veya Vekilinin İmzası Dava Dilekçesinde Bulunmuyorsa Hâkimin Davacıya Vereceği Kesin Süre İçinde Bunları Tamamlamasını İsteyeceği – Bunların Tamamlanmaması Halinde Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verileceği )
6100/m. 119
ÖZET : Dava, kooperatif genel kurul kararının iptali talebine ilişkindir.
Dava dilekçesinin 6100 S.K.’da sayılan zorunlu unsurları taşımadığı gerekçesiyle, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
Davacı ve davalının ad, soyad veya unvanları, davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa yasal temsilcinin veya vekilin adı, talep sonucu ve davacı veya vekilinin imzası dava dilekçesinde bulunmuyorsa hâkimin davacıya vereceği kesin süre içinde bunları tamamlamasını istemesi ve bunların tamamlanmaması halinde davanın açılmamış sayılmasına karar vermesi gerekir.
Ancak mahkemenin adı, davanın konusu veya değeri, vakıaların özetleri ve bunların ne şekilde ispatlanacağı hususları ile dayanılan hukuki sebepler dava dilekçesinde belirtilmemiş ise davacıya kesin süre verileceğine ve bunların tamamlanmaması halinde davanın açılmamış sayılacağına dair bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Belirtilen unsurların dava dilekçesinde bulunmaması tek başına davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi yolunu açmaz. Böyle bir durumda hâkim yargılamaya başlar ve eksik unsurun niteliğine göre farklı çözüm yolları ya da sonuçlar doğar. Mesela vakıalara dair eksiklikler tamamlanamazken, hukuki sebeplerin yazılmamış olması sonuca etki etmez.Dava değeri yazılmamış bile olsa hâkimin bunu re’sen saptaması, alınacak harç miktarının tesbiti bakımından şarttır.
Dava dilekçesinde iddianın dayanağı olan bütün vakaların sıra numarası adı altında açık özetleri bulunmadığı, iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin gösterilmediği ve bu haliyle dava dilekçesinin yasada sayılan zorunlu unsurları taşımadığı gerekçe gösterilerek davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Bu iki unsur dava dilekçesinde bulunması gereken “zorunlu” unsurlardan olmayıp, “gerekli” unsurlardandır. Bu unsurların bulunmaması ya da tamamlanmaması halinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilemez. Hâkim yargılamayı yapmak ve eğer tamamlanmamışsa dilekçe kapsamı ve yargılamada varacağı sonuca göre bir karar vermekle yükümlüdür.
DAVA : Taraflar arasındaki “kooperatif genel kurul kararının iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kırıkkale 2. Asliye Hukuk Mahkemesince ( Ticaret Mahkemesi sıfatıyla ) davanın açılmamış sayılmasına dair verilen 19.2.2013 gün ve 2013/86 E. 2013/ 81 K. sayılı karar, davacının temyizi üzerine Yargıtay 23. Hukuk Dairesinin 13.5.2013 gün ve 2013/3196 E. 2013/3131 K. sayılı kararı ile;
( … Davacı, 20.1.2013 tarihli genel kurulun ve alınan kararların kanuna, ana sözleşmeye ve iyiniyet kurallarına aykırı olduğunu ileri sürerek, genel kurul kararlarının ve seçimin iptali ile seçimlerin yenilenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, HMK’nın 119/1-e ve f maddeleri gereğince dava dilekçesinde iddianın dayanağı olan bütün vakaların sıra numarası adı altında açık özetleri bulunmadığı gibi iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği de gösterilmediği, dava dilekçesinin yasada sayılan zorunlu unsurları taşımadığı gerekçesiyle, HMK’nın 119 /son maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
Kararı, davacı temyiz etmiştir.
1- ) Mahkemece, dava dilekçesinin 6100 Sayılı HMK’nın 119/1. fıkra e ve f bentlerinde sayılan zorunlu unsurları taşımadığı gerekçesiyle aynı maddenin 2. fıkrası uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. 6100 Sayılı HMK’nın 119/2. maddesi “Birinci fıkranın ( a ), ( d ), ( e ), ( f ) ve ( g ) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır.” hükmünü içermektedir. 2. fıkrada açıkça bu bentlerin dışında kalan hususların dava dilekçesinde bulunmaması halinde nasıl bir yol izleneceğini düzenlemiştir. Sayılan bentlerin dışında kalan hususların eksikliği halinde davanın açılmamış sayılmasına karar verileceğine dair bir hüküm bulunmamaktadır. Anılan hükmün yanlış yorumlanması sonucunda davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi doğru görülmemiştir.
2- ) Bozma nedenine göre, davacının diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir… ),
Gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava kooperatif genel kurul kararının iptali istemine ilişkindir.
Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık somut olayda dava dilekçesindeki eksikliklerin HMK’nın 119. maddesi çerçevesinde giderilmesinin mümkün olup olmadığı ve varılacak sonuca göre anılan eksiklikler sebebiyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin doğru olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “dava dilekçesinin içeriği” başlıklı 119. maddesi :
“ ( 1 ) Dava dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
a- ) Mahkemenin adı.
b- ) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri.
c- ) Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.
ç ) Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.
d- ) Davanın konusu ve malvarlığı haklarına dair davalarda, dava konusunun değeri.
e- ) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.
f- ) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.
g- ) Dayanılan hukuki sebepler.
ğ ) Açık bir şekilde talep sonucu.
h- ) Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası.
( 2 ) Birinci fıkranın ( a ), ( d ), ( e ), ( f ) ve ( g ) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır” şeklindedir.
Metinde görüldüğü gibi davacı ve davalının ad, soyad veya unvanları, davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa yasal temsilcinin veya vekilin adı, talep sonucu ve davacı veya vekilinin imzası dava dilekçesinde bulunmuyorsa hâkimin davacıya vereceği kesin süre içinde bunları tamamlamasını istemesi ve bunların tamamlanmaması halinde davanın açılmamış sayılmasına karar vermesi gerekir.
Ancak mahkemenin adı, davanın konusu veya değeri, vakıaların özetleri ve bunların ne şekilde ispatlanacağı hususları ile dayanılan hukuki sebepler dava dilekçesinde belirtilmemiş ise davacıya kesin süre verileceğine ve bunların tamamlanmaması halinde davanın açılmamış sayılacağına dair bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Belirtilen unsurların dava dilekçesinde bulunmaması tek başına davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi yolunu açmaz. Böyle bir durumda hâkim yargılamaya başlar ve eksik unsurun niteliğine göre farklı çözüm yolları ya da sonuçlar doğar. Mesela vakıalara dair eksiklikler tamamlanamazken, hukuki sebeplerin yazılmamış olması ( hâkimin hukuku kendiliğinden uygulaması ilkesi gereği ) sonuca etki etmez. Dava değeri yazılmamış bile olsa hâkimin bunu re’sen saptaması, alınacak harç miktarının tesbiti bakımından şarttır.
Vurgulamak gerekir ki yasadaki düzenleme, bu unsurlarda eksiklik halinde davacıya süre vermeksizin açılmamış sayılma yönünde karar oluşturulmasını değil, süre verilmeksizin ( olağan süreci içinde ) esasa girilmesini hedeflemektedir.
Somut olayda mahkemece dava dilekçesinde iddianın dayanağı olan bütün vakaların sıra numarası adı altında açık özetleri bulunmadığı, iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin gösterilmediği ve bu haliyle dava dilekçesinin yasada sayılan zorunlu unsurları taşımadığı gerekçe gösterilerek davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
Yukarıda da açıklandığı üzere bu iki unsur dava dilekçesinde bulunması gereken “zorunlu” unsurlardan olmayıp, “gerekli” unsurlardandır. Bir diğer deyişle bu unsurların bulunmaması ya da tamamlanmaması halinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilemez. Hâkim yargılamayı yapmak ve eğer tamamlanmamışsa dilekçe kapsamı ve yargılamada varacağı sonuca göre bir karar vermekle yükümlüdür ( Pekcanıtez/Atalay/Özekes: Medenî Usûl Hukuku, 14. b., Ankara 2013, s.511-512 ). Vakıaları ve delilleri göstermeyen bir dava dilekçesi ile ispat yükü gereğinin yerine getirilmesi güçleşecek ya da mümkün olmayacaktır.
Bu bakımdan somut olayda, dava dilekçesinde bulunmadığı mahkemece kabul edilen unsurların, yani vakıaların ve delillerin eksikliği süre dahi verilmeksizin açılmamış sayılma sebepleri olmayıp; yargılamanın uygun aşamalarında tamamlanmamaları halinde talebe ve isbata yönelik sonuçlar doğuracak maddi hukuk kapsamındaki hususlardır.
Açıklanan sebeplerle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacının temyiz temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istenmesi halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, 20.01.2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2014/11-266
K. 2015/1547
T. 10.6.2015
• ORTAKLIĞIN GİDERİLMESİ İSTEMİ ( Dava Dilekçesinde Bulunması Zorunlu Unsurlardan Olan Dahili Davalıların Adres Bilgilerinin Verilen Kesin Süreye Rağmen Tamamlanamaması – Davacıdan Adreslerin Bir Haftalık Süre İçinde Davalıların Adreslerini Tespit Etmesinin Beklenemeyeceği/Maliklerin İsimlerinin Bildirildiği Dilekçe Yeterli Kabul Edilerek Gerekli Adres Araştırmasının Mahkemece Yapılması Gerektiği )
• DAVADA TARAF GÖSTERİLMEYEN MALİKLERİN DAVAYA DAHİL EDİLMESİ ( Bir Haftalık Kesin Süre Verildiği – Davacının Üçüncü Kişiyi Davaya Dahil Etmek Üzere Bir Hafta İçinde Dilekçe Verdiği/Maliklerin Adreslerini Bilemediğinden Adreslerinin Tapu Müdürlüğünden Ve Nüfus Müdürlüğünden Sorulması İçin Kendisine Yetki Verilmesini Talep Ettiği/Mahkemece İsimleri Bildirilmiş Olan Tapu Maliklerinin Adreslerinin Mahkemece Araştırılarak Usulünce Taraf Teşkilinin Sağlanması Gerektiği )
• DAVANIN AÇILMAMIŞ SAYILMASINA KARAR VERİLMESİ ( Davacının Kendisine Yapılan İhtarın Gereğini Kesin Süre Dolmadan Yerine Getirmek Amacıyla Tapu Kayıtlarında Malik Görünen Tüm Hissedarların Davaya Dahil Edilmeleri İçin Başvuruda Bulunduğu – Bu Kadar Kısa Bir Süre İçinde Üçüncü Kişinin Adreslerini Tespit Edip Mahkemeye Bildirememesinin Davacılara İzafe Edilebilecek Bir İhmal Olarak Değerlendirilemeyeceği/Mahkemece Taraf Teşkilinin Sağlanması Gerektiği )
• DAHİLİ DAVALI TAPU MALİKLERİ ( Ortaklığın Giderilmesi İstemi – Davacının Dahili Davalı Tapu Maliklerinin Açık Adreslerini Bilmediğini Süresi İçinde Belirttiği Gözetilerek Tapu Maliklerinin Mernise Kayıtlı Adreslerinin Saptanarak Buradaki Adreslerine Tebligat Yapılması Gerektiği/Mahkemece Yedi Günlük Sürede Adreslerin Bildirilmediği Gerekçesiyle Verilen Kararın Doğru Olmadığı )
6100/m. 119
4721/m. 699
ÖZET : Dava, ortaklığın giderilmesi istemine ilişkin olup davacıların davada taraf gösterilmeyen tapu kayıt maliklerini kendisine tanınan kesin süre içinde davaya dahil ederek adreslerini bildirmediği gerekçesi ile davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Davacılar ihtarın gereğini kesin süre dolmadan yerine getirmek amacıyla, tapu kayıtlarında malik görünen tüm hissedarların davaya dahil edilmeleri için başvurmuş olduklarından bu kadar kısa bir süre içinde üçüncü kişinin adreslerini tespit edip mahkemeye bildirememesinin davacılara izafe edilebilecek bir ihmal olarak değerlendirilmemesi gerekir. Mahkemece, davacılar tarafından isimleri bildirilmiş olan tapu maliklerinin adreslerinin mahkemece araştırılarak usulünce taraf teşkilinin sağlanması gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki “ortaklığın giderilmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kırıkkale 2. Sulh Hukuk Mahkemesince davanın açılmamış sayılmasına dair verilen 23.05.2013 gün ve 2013/291 E., 2013/606 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 20.09.2013 gün ve 2013/11653 E., 2013/11881 K. sayılı ilamı ile;
( … Dava, ortaklığın giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece, davacılar vekilinin davada taraf gösterilmeyen tapu kayıt maliklerini kendisine tanınan kesin süre içinde davaya dahil ederek adreslerini bildirmediği gerekçesi ile 6100 Sayılı HMK’nın 119/1-b. 2. maddesi hükmü gereğince davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyanın incelenmesi neticesinde mahkemece 24.06.2013 tarihli 1 numaralı ara kararı ile davacıya tapu kayıtlarında malik olarak görünen tüm hissedarları davaya dahil etmesi için bir haftalık kesin süre verildiği anlaşılmıştır.
Davacılar vekili söz konusu ihtar üzerine 06.05.2013 tarihli dilekçesi ile üçüncü kişiyi davaya dahil etmek üzere dilekçe vermiş, bu kişilerin adreslerini bilemediğini, adreslerinin Tapu Müdürlüğünden ve Nüfus Müdürlüğünden sorulması ya da bu kurumlardan araştırılması için kendisine yetki verilmesini istemiştir.
Davacılar vekili kendisine yapılan ihtarın gereğini kesin süre dolmadan yerine getirmek amacıyla, 06.05.2013 tarihinde yerine getirerek tapu kayıtlarında malik görünen tüm hissedarların davaya dahil edilmeleri için başvurmuştur. Bu kadar kısa bir süre içinde üçüncü kişinin adreslerini tespit edip mahkemeye bildirememesi davacılara izafe edilebilecek bir ihmal olarak değerlendirilemez. Bu durumda mahkemece, 06.05.2013 tarihli dilekçede isimleri bildirilmiş olan tapu maliklerinin adresleri mahkemece araştırılarak usulünce taraf teşkili sağlanması gerekirken 26.04.2013 tarihli ihtarın gereğinin yerine getirilmediğinden bahisle HMK.nın 119/l-b,2 maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
H.G.K.nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, ortaklığın giderilmesi istemine ilişkindir.
Davacılar, Kırıkkale İli, Yahşihan İlçesi’ndeki, ada ve parsel numaraları dava dilekçesinde açıklanan, tarafların iştiraken malik bulundukları 16 adet taşınmazdaki ortaklığın satış suretiyle giderilmesine karar verilmesini istemişlerdir.
Bir kısım davalılar vekili, davaya konu taşınmazların aynen taksiminin mümkün olup olmadığı konusunda araştırma yapılması gerektiğini belirterek, aynen taksimin mümkün olması halinde ortaklık taksim yoluyla giderileceğinden davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkeme, davacı tarafın davada taraf gösterilmeyen tapu kayıt maliklerini kendisine tanınan kesin süre içinde davaya dahil ederek adreslerini bildirmediği gerekçesi ile 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119/l-b,2. maddesi hükmü gereğince davanın açılmamış sayılmasına karar vermiş; davacılar vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece, yukarda açıklanan sebeplerle bozulmuştur.
Mahkeme, önceki gerekçeleri genişletmek suretiyle ilk kararında direnmiş; hükmü davacılar vekili temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla H.G.K. önüne gelen uyuşmazlık; ortaklığın giderilmesi istemine dair davada, dava dilekçesinde bulunması zorunlu unsurlardan olan dahili davalıların adres bilgilerinin, verilen kesin süreye rağmen tamamlanamaması gerekçesiyle 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119/l-b,2. maddesi gereğince davanın açılamamış sayılmasına karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle 6100 Sayılı Kanunun 119/1-2. maddesinde dava dilekçesinde eksiklik bulunması durumunda uygulanacak usul kuralları düzenlenmiş ise de, somut olayda davacılar vekilinin, dahili davalı tapu maliklerinin açık adreslerini bilmediğini süresi içinde belirttiği gözetildiğinde; mahkemece, 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’ndaki düzenlemeler dikkate alınarak, öncelikle 06.05.2013 tarihli dilekçede isimleri bildirilmiş olan dahili davalı tapu maliklerinin mernise kayıtlı adreslerinin saptanması, buradaki adreslerine tebligat yapılması, mernis adresleri bulunamadığı takdirde adres araştırması yapılarak, adres tesbiti yoluna gidilmesi gerektiğinden, anılan maddenin uygulama yeri bulunmadığı kurul çoğunluğunca benimsenmiştir.
Yapılan görüşmeler sırasında, bir kısım üyelerce, 6100 Sayılı HMK’nun 119/1. maddesinde, dava dilekçesinde belirtilmesi zorunlu unsurların sayıldığı, davalının ad ve soyadı ile adresinin zorunlu unsur olarak gösterildiği, aynı maddenin 2. fıkrasında ise buna uyulmamasının müeyyidesinin belirtildiği, 6100 Sayılı Kanunun 1 19/2. maddesi hükmünün uygulanmasının kamu düzenine dair emredici nitelikte bir usul kuralı olduğu, mahkemece, bu usul kuralı çerçevesinde davacı tarafa dahili davalıların adreslerini bildirmesi için kesin süre verilmesi, bu sebeple yerel mahkeme direnme kararının değişik gerekçe ile bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca yukarda belirtilen sebeplerle benimsenmemiştir.
O halde, H.G.K.nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istenmesi halinde temyiz peşin harcının iadesine, 10.06.2015 gününde oyçokluğu ile, karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2013/21-2035
K. 2015/1345
T. 15015.5.2
• ISLAH DİLEKÇESİ İLE TALEP EDİLEN TAZMİNAT İSTEMİ ( Zamanaşımına Uğrayıp Uğramadığı – İtiraz Üzerine Adli Tıp Genel Kurulu Sürekli İş Göremezlik Oranını Kesin Olarak Saptadığı/Davacı Ortaya Çıkan Yeni ve Kesin Olguya Dayalı Olarak İstemde Bulunduğu – Davanın Zaman Aşımına Uğramadığı/İş Kazası Sonucu Bedensel Zarara Uğrama )
• TAZMİNAT İSTEMİNİN ZAMANAŞIMINA UĞRAYIP UĞRAMADIĞI ( İş Kazası Sonucu Bedensel Zarara Uğrama/Islah Dilekçesi İle Talep Edilen Tazminat – İtiraz Üzerine Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu Sürekli İş Göremezlik Oranını Kesin Olarak Saptadığı/Ortaya Çıkan Kesin Olguya Dayalı Olarak İstemde Bulunulduğu – Davanın Zaman Aşımına Uğramadığı Gözetileceği )
• İŞ KAZASI SONUCU BEDENSEL ZARARA UĞRAMA ( Islah Dilekçesi İle Talep Edilen Tazminat İstemi – İtiraz Üzerine Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu Sürekli İş Göremezlik Oranını Kesin Olarak Saptadığı/Davacı Ortaya Çıkan Kesin Olguya Dayalı Olarak Zamanaşımını Kesmek Amacıyla İstemde Bulunduğu – Zamanaşımı Dolmadığı Kabulü İsabetli Olduğu )
818/m.125
ÖZET : Uyuşmazlık; ıslah dilekçesi ile talep edilen maddi ve manevi tazminat isteminin zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır. Davacı açtığı eldeki davada, Sosyal Sigortalar Kurumu Sağlık ve Maluliyet İşleri Daire Başkanlığı tarafından sürekli iş göremezlik oranının %0 olarak tespit edildiğini öğrenmiştir. Davacı vekili müvekkilinin sağ kolunun tamamen kullanılamaz hale geldiği belirtilerek sürekli iş göremezlik oranının yeniden belirlenmesi için itiraz etmesi üzerine, Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu sigortalının geçirmiş olduğu iş kazası nedeniyle maluliyet gerekmediğine karar verilmiştir. Davacının, beden gücü kayıp oranının tartışmalı bulunması ve açılan sürekli iş göremezlik oranının tespiti istemi ile dava edilmesi üzerine sorunun çözümü için Adli Tıp Kurumundan görüş sorulmuş ve Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesinin davacının sürekli iş göremezlik oranının % 15,2 olduğu tespit edilmiştir. İtiraz üzerine Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’nun davacının sürekli iş göremezlik oranı %11,2 olarak son ve kesin olarak saptanmıştır. İşte davacı ortaya çıkan bu yeni ve kesin olguya dayalı olarak zamanaşımını kesmek amacıyla istemde bulunduğuna göre davanın zaman aşımına uğradığını kabul etmek mümkün değildir. Belirlenen nedenlerle; mahkemenin zamanaşımı süresinin dolmadığına ilişkin kabulü usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir.
DAVA : Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Anadolu 3. İş ( kapanan Kartal 1. İş ) Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 18.10.2011 gün ve 2000/734 E., 2011/754 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 18.09.2012 gün ve 2012/1393 E. 2012/14844 K. sayılı ilamı ile;
( … 1- )Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici nedenlere göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddine,
2- )Dava, 01.10.1997 tarihinde meydana gelen iş kazasında sağ elinde cursh yaralanmasına bağlı el bilegi hareket kısıtlılığı oluşacak şekilde sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece davacının maddi tazminat isteminin kabulüne, manevi tazminat isteminin ise kısmen kabulüne karar verilmiş ve bu karar taraf avukatlarınca süresinde temyiz edilmiştir.
İş kazasına uğrayan işçinin sürekli iş göremezlik oranının % 0 oranında olduğuna ilişkin SSK Başkanlığı tarafından yapılan belirlemeye davacı tarafından yapılan itiraz üzerine, Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunun 18.03.2003 gün ve 21/796 sayılı kararı ile SSK Kartal hastanesinin 05.02.1998 tarihli raporu dikkate alınarak, işçide oluşan sürekli iş göremezlik oranının %0,00 olduğuna karar verildiği, bu karara davacı tarafından yapılan itiraz sonunda açılan ve kesinleşen dava ile Adli Tıp Genel Kurulunca 11.06.2008 tarihinde 23.09.1997 tarihinde oluşan el bileği hareket kısıtlılığı arızasına bağlı sürekli iş göremezliğin % 11.2 olduğuna ilişkin raporu ekli olduğu, davacının 06.07.2011 tarihinde davasını kısmen ıslah ettiği, ıslahen artırılan miktarla ilgili olarak davalı tarafça süresinde zaman aşımı def’i inde bulunulduğu uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık bu tür davalarda B.K.’nun 125. maddesi gereğince uygulanmakta olan 10 yıllık zaman aşımı süresinin hangi tarihte başlatılması gerektiği noktasında toplanmaktadır.
Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, zamanaşımı failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılmalıdır. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açma ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal ve şartları öğrenmiş olması demektir. Vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zarar, ancak bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşur. Bedensel zararın gelişim, gösterdiği durumlarda zamanaşımına başlangıç olarak hastalık seyrinin yani gelişimin tamamlandığı tarihin esas alınması gerekir. Somut olayda değişen ve gelişen bir durumun söz konusu olmadığı, davacının 25.02.1998 tarihinden itibaren çalışabileceğine ilişkin 05.02.1998 tarihli rapora istinaden davacıya raporlu kaldığı 155 gün karşılığı gecici iş göremezlik ödeneği ödendiği ortadadır.
Hal böyle olunca, davacı tarafından 06.07.2011 tarihinde maddi tazminattın ıslahen artırılması ve manevi tazminat istenilmesi üzerine, süresi içerisinde davalı tarafından ileri sürülen zamanaşımı def’i nin kabul edilerek ıslahen istenilen miktarlara ilişkin tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, ıslahen istenilen miktarı da kapsar biçimde tazminat talebinin kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır… ),
Gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, iş kazası sonucu oluşan bedensel zarar nedenine dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı, 01.10.1997 tarihinde iş kazası sonucu yaralandığını ileri sürerek 22.11.2000 tarihinde maddi tazminat istemli eldeki davadaki taleplerini, 06.07.2011 tarihli dilekçesi ile 20.000,00 TL manevi tazminat ile 60.448,71 TL maddi tazminat olarak artırdığını beyan ederek maddi ve manevi tazminat istemiştir.
Davalı işveren, 10 yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra verilen ıslah dilekçesi ile talep edilen tazminatların zamanaşımı süresi dolduktan sonra istendiğini ileri sürerek davaların reddini savunmuştur.
Mahkemenin davanın kısmen kabulüne dair verdiği karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçe ile bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiş, direnme kararı davalı şirket vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ıslah dilekçesi ile talep edilen maddi ve manevi tazminat isteminin zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle; zamanaşımı ve zamanaşımının kesilmesi kavramları ile bunların sonuçları üzerinde kısaca durmakta yarar vardır.
Zamanaşımı; alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden, dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade etmektedir. Sonucu alacak hakkına son verme değil, onu eksik borç haline getirme olarak ortaya çıkar. Zamanaşımına ilişkin düzenlemelerin temelinde ; iddia edilen alacağın aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen kullanılmaması karşısında borçlunun oldukça uzak geçmişte kalan bir borçtan doğabilecek ihtilaflara karşı korunması, kendi alacağına karşı uzun süre kayıtsız kalan kimsenin bu hakkının artık korunmaya layık olmadığını kabul etmiş sayılması yatmaktadır.
Borçlar Kanunumuzda asıl zamanaşımı süresi 10 yıl olarak kabul edilmiş, daha uzun ya da daha kısa sürelerin getirildiği özel hükümlerin saklı olduğu BK.nun 125. maddesinde belirtilmiştir.
Bilindiği üzere, işçi ile tazminat sorumlusu işveren arasında hizmet akdi ilişkisi bulunmaktadır. Davalı işveren işçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin mevzuata aykırı hareketi ile davacı işçinin yaralanmasına neden olduğundan bu davranışlar mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun ( BK ) 332/1 maddesinde belirtilen akde aykırı durumları oluşturur. BK.’nın 125.maddesinde düzenlenen on yıllık akdi zamanaşımına tabidir.
Kural olarak; zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten başlar. Bilindiği gibi, 818 sayılı BK.nun 132 maddesinde durma, 133. maddesinde de zamanaşımının kesilme nedenleri düzenlenmiştir. Ayrıca Türk Ticaret Kanununun 662 maddesinde, 6183 sayılı yasada ve İİK.nun 143. maddesinde de Borçlar Kanunundan ayrı olarak zamanaşımının kesilme nedenleri düzenlenmiştir. Kesilmede, durmadan farklı olarak kesilme tarihine kadarki sürenin yanması, kesilme tarihinden sonra sürenin yeniden başlaması söz konusudur. Kural olarak; kesilmeden sonra da aynı zamanaşımı süresi işlemeye başlar. BK.nun “Katı sebepleri” başlığını taşıyan 133. maddesinin birinci fıkrasında; “Borçlu borcu ikrar ettiği, hususiyle faiz veya mahsuben bir miktar para veya rehin yahut kefil verdiği takdirde,” ikinci fıkrasında “Alacaklı dava veya defi zımnında mahkemeye veya hakeme müracaatla veya icrai takibat yahut iflas masasına müdahale ile hakkını talep eylediği halde.” denilerek zamanaşımını kesen sebepler arasında alacaklının dava yoluyla mahkemeye başvurması sayılmaktadır.
Burada somut olaya baktığımızda; eldeki dava devam ederken, 23.11.2003 tarihinde açılan sürekli iş göremezlik oranının tespiti istemli Kartal 1. İş Mahkemesi’nin 07.04.2009 tarih 2003/751 E., 2009/192 K. sayılı kararı iledavacının 23.09.1997 tarihinde geçirdiği iş kazası nedeniyle yaşına göre maluliyet oranının % 11,2 olduğuna karar verilmiştir. Şu durumda davacının sözkonusu davada sürekli iş göremezlik oranının tespitini istediği halde, eldeki asıl davada tazminat talebinde bulunmuştur.
Uyuşmazlığın çözümü için şürekli iş göremezlik oranının tespitine ilişkin hükmün 818 sayılı BK.nın 133/II anlamında bir dava yoluyla mahkemeye başvurma anlamına gelip gelmediği üzerinde durulmalıdır.
Bilindiği üzere, haksız fiilin unsurları; zarar, fiil ile zarar arasında illiyet bağı, fiilin hukuka aykırı olmasından ibarettir. Haksız eylem niteliğinde olan işverenin davranışı nedeniyle sorumluluğundan söz edebilmek için, haksız fiilinunsurlarından biri olan uğranılan zararın tespitinde işçide meydana gelen sürekli iş göremezlik oranının belirlenmesi önem taşımaktadır. Bu nedenle sürekli iş göremezlik oranının % 11,2 olduğunun mahkemece tespiti ile sonuçlanan ve davacının açıkça zarara uğradığını ortaya koyan, kesinleşmiş mahkeme hükmünün de BK 133/II anlamında bir dava yoluyla mahkemeye başvurma olarak kabul edilmesi gerekmektedir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacının 22.11.2000 tarihinde açtığı eldeki davada, Sosyal Sigortalar Kurumu Sağlık ve Maluliyet İşleri Daire Başkanlığı tarafından 30.11.2001 tarihinde sürekli iş göremezlik oranının %0 olarak tespit edildiğini öğrenmiştir. Davacı vekilinin 06.02.2002 tarihinde müvekkilinin sağ kolunun tamamen kullanılamaz hale geldiği belirtilerek sürekli iş göremezlik oranının yeniden belirlenmesi için itiraz etmesi üzerine, Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunun 18.03.2003 tarihli raporu ile sigortalının geçirmiş olduğu iş kazası nedeniyle maluliyet gerekmediğine karar verilmiştir. Davacının, beden gücü kayıp oranının tartışmalı bulunması ve 23.11.2003 tarihinde açılan sürekli iş göremezlik oranının tespiti istemi ile dava edilmesi üzerine sorunun çözümü için Adli Tıp Kurumundan görüş sorulmuş ve Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesinin 29 Ağustos 2007 tarihli raporu ile davacının sürekli iş göremezlik oranının % 15,2 olduğu tespit edilmiştir. İtiraz üzerine Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’nun 21 Ağustos 2008 tarihli kararı ile davacının sürekli iş göremezlik oranı %11,2 olarak son ve kesin olarak saptanmıştır. İşte davacı ortaya çıkan bu yeni ve kesin olguya dayalı olarak zamanaşımını kesmek amacıyla istemde bulunduğuna göre davanın zaman aşımına uğradığını kabul etmek mümkün değildir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, somut olayda olay tarihinden sonra devam eden tedavilere bağlı olarak gelişen bir durum sözkonusu olmadığından 818 sayılı BK.nın 125. maddesinde düzenlenen 10 yıllık zamanaşımı süresinin kaza tarihinden itibaren hesaplanacağı buna göre ıslah tarihi itibari ile zamanaşımı süresinin dolmuş olması nedeni ile direnme kararın bozulması gerektiği görüşü ileri sürümüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle çoğunluk tarafından benimsenmemiştir.
Belirlenen nedenlerle; mahkemenin zamanaşımı süresinin dolmadığına ilişkin kabulü usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir.
Açıklanan nedenlerle direnme kararının onanması gerekir.
SONUÇ : Açıklanan gerekçeyle; davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile temyiz olunan direnme kararının ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı ( 3.866,20 TL ) harcın temyiz edenden alınmasına, 15.05.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2013/3-1598
K. 2015/1159
T. 8.4.2015
• YEMİN TEKLİFİ HAKKININ HATIRLATILMASI ( Ancak İspat Yükü Kendisine Düşen Tarafın Yemin Deliline Başvuru Hakkının Varlığı İle Mümkün Olduğu – Kıymetli Evrak Niteliğinde Olmayan Çeke Dayalı Sebepsiz Zenginleşme Nedeniyle Alacak Davasında Taraflar Arasında Doğrudan Bir Hukuki İlişki de Bulunmadığından Davacının Aralarında Temel İlişki Bulunmayan Davalıya Karşı Bir Hak İddia Edemeyeceği/Davacının Yemin Teklif Etme Hakkı Olmadığından Yasal Olarak Kullanılma Hakkı Bulunmayan Bir Hakkın Varlığının Mahkemece Hatırlatılmasının Düşünülemeyeceği )
• İSPAT YÜKÜ ( Kendisine Düşen Tarafın Yemin Deliline Başvuru Hakkının Bulunduğu – Keşide Yeri Olmayan Kıymetli Evrak Niteliği Bulunmayan Ciro Yoluyla da Devri Mümkün Olmayan Çeke Dayalı Sebepsiz Zenginleşme Nedeniyle Alacak Davasında Davacının Dava Açmaya Hakkı Olmadığı ve Davacı ile Davalı Arasında Yemin Etmeyi Gerektirir Bir İlişki Bulunmadığının Gözetilmesi Gerektiği/Yemin Hakkının Hatırlatılmasının İcapsız Olacağı )
• SEBEPSİZ ZENGİNLEŞMEYE DAYALI ALACAK DAVASI ( Hamiline Düzenlenmiş Ancak Keşide Yeri Yazılı Olmayan Çeklerin Davacıya Ciro Yoluyla Teslim Edildiği/Keşide Yeri Olmayan Çeklerin Kıymetli Evrak Niteliğinde Sayılamayacağı ve Ciro Yoluyla da Devrinin Mümkün Bulunmadığı – Kıymetli Evrak Vasfı Bulunmayan Belgeye Dayalı Olarak Sebepsiz Zenginleşmeye Dayalı Alacak Davası Açılamayacağı/Davacının Yemin Deliline Dayanma Hakkının Bulunmadığı Ancak İspat Yükü Kendisine Düşen Tarafın Yemin Deliline Başvuru Hakkının Var Olduğu )
• KIYMETLİ EVRAK VASFI OLMAYAN BELGEYE DAYALI SEBEPSİZ İKTİSAP DAVASI ( Çek Üzerinde Keşideci Tarafından Keşide Yeri Belirtilmemiş ve Keşidecinin Adının Yanında Bir Yer de Yazılı Değil İse Belgenin Kıymetli Evrak Niteliğinden Bahsedilemeyeceği – Taraflar Arasında Doğrudan Bir Hukuki İlişki de Olmadığı/Davacının Aralarında Temel İlişki Bulunmayan Davalıya Karşı Bir Hak İddia Edemeyeceği Gibi “Sair Deliller” Demek Suretiyle “Yemin” Deliline Dayanmış Olduğu da Kabul Edilemeyeceği )
6102/m. 732, 780
6762/m. 644, 692
4721/m. 6
ÖZET : Uyuşmazlık, davacının dava dilekçesinde “sair deliller” demek suretiyle “yemin” deliline dayanmış olduğunun kabul edilmesinin gerekli olup olmadığı, varılacak sonuca göre mahkemece davacı tarafa yemin hakkının hatırlatılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmakta olup davacının aralarında temel ilişki bulunmayan davalıya karşı kıymetli evrak vasfı bulunmayan belgeye dayalı olarak sebepsiz iktisap davası açamayacağı ve bu sebeple davalıya yemin teklif edilemeyeceğinden sonucu itibariyle doğru olan direnme kararının bu değişik gerekçeyle onanması gereklidir.
DAVA : Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 10.5.2012 gün ve 2011/284 E. – 2012/125 K. sayılı kararın incelenmesidavacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 21.11.2012 gün ve 2012/18886 E. – 2012/24006 K. sayılı ilamı ile;
( … Davacı vekili dilekçesinde, davalı tarafından keşide edilen 30.04.2008 ve 30.02.2008 tarihli iki adet toplam 20.000,00 TL bedelli çeklerin dava dışı O… Tasarım San. ve Tic. Ltd. Şti. tarafından ciro edilerek davacıya verildiğini, çek bedellerinin tahsili için davalı aleyhine girişilen kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takibin, takip dayanağı çeklerde keşide yerinin bulunmaması bu sebeple kambiyo vasfında olmaması sebebiyle iptal edildiğini, davacı ile dava dışı O… Tasarım San. ve Tic. Ltd. Şti. arasındaki ticari ilişkiden ve davacının bu şirketten olan alacağına karşılık davalı tarafından keşide edilen çeklerin kendisine verildiğini, söz konusu çeklerin adi havale niteliğinde olsa dahi çek bedellerinin ödenmemiş olması sebebiyle davalının davacı aleyhine sebepsiz zenginleştiğini belirterek, 20.000 TL’nin ticari faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili cevabında, davacı ile davalı arasında herhangi bir hukuki ilişkinin mevcut olmadığını, davacı tarafa herhangi bir borcun bulunmadığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacı ile davalı arasında doğrudan bir ticari ilişkinin bulunmadığı, davalı tarafından keşide edilen davanın dayanağını teşkil eden 20.000 TL bedelli hamiline düzenlenmiş, ancak keşide yeri yazılı bulunmayan belgelerin davacıya ciro yoluyla teslim edildiği, ancak keşide yeri olmayan çeklerin çek niteliğinde sayılamayacağı gibi ciro yoluyla da devrinin mümkün bulunmadığı bu sebeple TTK.’nun 644. maddesi gereğince davacının davalıdan bir alacağı olmadığı ayrıca, dava dilekçesinde açıkça yemin delilinin belirtilmemiş olması sebebiyle davacıya, karşı tarafa yemin teklif etme hakkının hatırlatılmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hükümdavacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.
Kural olarak, iki taraftan her biri iddiasını ispata mecburdur ( MK.mad.6 ).
İspat yükü kendisine düşen taraf, diğer bütün delillerle iddiasını ispata çalışıp, bunu başaramadığı takdirde, son çare olarak yemin deliline başvurur. Taraflar, başlangıçta diğer delilleri ile birlikte yemin teklifinde de bulunabilir. Bu halde’ ilk önce diğer deliller incelenir. Bunlar ile iddia veya savunma ispat edilirse yemin teklifine gerek kalmaz. Buna karşılık, diğer delillerle iddia veya savunma ispat edilemezse, o zaman son çare olarak yemin deliline başvurulur.
Kuşkusuz, kesin delil niteliğinde bulunan yemin deliline dayanan taraf, bu delile sıra gelmiş olduğunu başka türlü bilemeyeceğinden’ mahkeme, yemin teklif etmek hakkı bulunduğunu istek sahibine hatırlatmakla yükümlüdür. Şu durumda kural olarak, yemin teklifi hakkı kullandırılmadan, o taraf aleyhine karar verilemez.
Somut olayda, alacağın miktarı yönünden tanık ile ispatı mümkün olmayıp, davacının da dilekçesinde “sair deliller” demek suretiyle “yemin” deliline dayandığının anlaşılması karşısında davacı tarafa iddiasını ispat için, yemin teklif etme hakkının bulunduğu hatırlatılarak yaptırılacak yeminin sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile davanın reddine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
H.G.K.nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, sebepsiz zenginleşme hukuksal nedenine dayalı alacak istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarda başlık bölümünde gösterilen sebeplerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş, hükmü temyize davacı vekili getirmiştir.
H.G.K. önüne gelen uyuşmazlık, davacının dava dilekçesinde “sair deliller” demek suretiyle ‘yemin’ deliline dayanmış olduğunun kabul edilmesinin gerekli olup olmadığı, varılacak sonuca göre mahkemece davacı tarafa yemin hakkının hatırlatılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle davanın dayanağı olan 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 644. maddesinde ( 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu, m. 732 ) düzenlenen sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak davasının niteliklerinin açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
Bilindiği üzere çeke dayalı müracaat hakkı düşmüş olan hamilin alacağına dava yoluyla kavuşabilmesi için önünde iki seçenek bulunmaktadır. Hamil ya doğrudan temel borç ilişkisine dayanarak bir tahsil davası açacak ya da TTK.nun 730/14. bendi yollaması ile çeklerde de uygulanması gereken ve aynı Kanun’un 644. maddesinde düzenlenmiş bulunan sebepsiz iktisap davası yoluna başvuracaktır.
Anılan Kanun’un “Sebepsiz İktisap” başlıklı 644. maddesinde;
“… Keşideci ve poliçeyi kabul etmiş olan muhatap, ( Müruruzaman sebebiyle veya senede dayanan hakların muhafazası için kanun hükmünce yapılması gerekli muamelelerin ihmal edilmiş bulunması dolayısıyla poliçeden doğan borçları düşmüş olsa bile ) hamilin zararına ve sebepsiz olarak iktisabetmiş oldukları meblağ nispetinde ona karşı borçlu kalırlar.
Sebepsiz mal edinmeye dayanan dava, muhataba ikametgahlı bir poliçeyi ödeyecek olan kimseye ve keşideci poliçeyi başka bir kişi veya ticarethane hesabına çekmiş olduğu takdirde o kimseye veya ticarethaneye karşı dahi açılabilir.
Poliçeden doğan borcu düşmüş olan cirantaya karşı böyle bir dava açılamaz.” hükmü yer almaktadır.
Bu hüküm uyarınca, zamanaşımı sebebiyle veya senede dayanan hakların muhafazası için kanunen yapılması gereken işlemlerin ihmal edilmiş bulunması dolayısıyla düşmüş olan poliçeden doğan alacaklar için sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayanılarak ilamsız takip yapılabilir.
Somut olayda ise davacı vekili, 20.3.2012 tarihli duruşma da “davalı ile bizim aramızda doğrudan bir ticari ilişki mevcut değildir. Bizim ilişkimiz bayimizin adı O… Tasarım Ltd. Şti. dir. Bizim firmamızın davalıya doğrudan bir mal satışı yoktur. Bayiden aldığı bir mal karşılığı bayiye vermiş olduğu çek ciro yoluyla bize intikal etmiştir. Bu davamızın TTK.730/14. maddesi göndermesiyle uygulanacak olan TTK.nun 644. maddesine göre sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre bu davayı açtık.” şeklinde imzalı açıklamada bulunmuştur.
Bu itibarla, taraflar arasında ticari bir temel ilişki bulunmadığı davacı tarafın da kabulünde olup, davacı davasını münhasıran çeke ve TTK 644. maddesine dayandırmıştır. Oysa davaya konu 30.4.2008 ve 30.2.2008 tanzim tarihli 10.000,00 TL bedelli iki adet çek üzerinde keşide yeri ( ve keşidecini adının yanında yer ismi ) yazılmadığından kıymetli evrak vasfının bulunmadığı konusunda uyuşmazlık yoktur. Zira, bir çekte bulunması gereken yasal unsurların neler olduğu 6762 Sayılı TTK’nun 692. maddesinde ( 6102 Sayılı TTK, m. 780 ) açıklanmıştır. Bu zorunlu yasal unsurları ihtiva etmeyen çek, aynı Kanun’un 693. maddesinde düzenlenen ödeme yeri ve keşide yerine dair iki istisnai hal dışında kambiyo senedi niteliği taşımayacaktır. Aynı Kanun’un 693. maddesinde keşide yeri gösterilmeyen çekin keşidecinin ad ve soyadı yanında yazılı olan yerde çekilmiş sayılacağı hüküm altına alınmıştır. Bu itibarla, çek üzerinde keşideci tarafından açıkça bir keşide yeri belirlemesi yapılmamış ve keşidecinin adının yanında da bir yer yazılı değil ise bu belgenin çek niteliği yoktur.
Belirtilen bu nedenle, kıymetli evrak vasfı bulunmayan hamiline tanzim edilmiş olan belgenin ciro edilerek davacıya intikal etmesiyle davacı, davalıya karşı ileri sürülebilecek bir hak elde etmiş değildir.
Eş söyleyişle, kıymetli evrak olmadığı gibi adi senet dahi sayılmayan ve lehdarı belirli olmadığı için havale niteliği de bulunmayan bu belgeye dayalı olarak yasal hamil konumunda olmayan davacının, aralarında temel ilişki de bulunmayan davalıya karşı bir hak iddia etmesinin yasal dayanağı bulunmamaktadır. Bu nedenledir ki davacının, davalıya yemin teklif etmeye dahi hakkı bulunmamaktadır. Zira taraflar arasında yemine konu olacak bir olgu bulunmamakta olup, yemin teklif etme hakkının hatırlatılması ancak ispat yükü kendisine düşen tarafın yemin deliline başvuru hakkının varlığı ile mümkündür. Yasal olarak kullanılma hakkı bulunmayan bir hakkın varlığının mahkemece hatırlatılması da düşünülemez.
H.G.K.ndaki görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce, davanın 1086 Sayılı HUMK döneminde açıldığı, dava dilekçesindeki delil açıklamaları dışında ayrıca bir delil listesi verilmediği, bu sebeple dava dilekçesinde “sair yasal deliller” şeklinde açıklama yer alması sebebiyle HUMK döneminde tamamlanmış bir işlem olarak davacının yerleşik Yargıtay uygulaması uyarınca yemin deliline de dayandığının kabulü gerektiğinden bu hakkının davacıya hatırlatılmasının zorunlu olduğu belirtilmiş ise çoğunluk tarafından bu görüş yukarda açıklanan sebeplerle kabul edilmeyerek davacı ile davalı arasında yemin etmeyi gerektirir bir ilişki bulunmadığından yemin hakkının hatırlatılmasının icapsız olacağı belirtilmiştir.
Bu durumda, davacının aralarında temel ilişki bulunmayan davalıya karşı kıymetli evrak vasfı bulunmayan belgeye dayalı olarak TTK 644. maddesine dayalı sebepsiz iktisap davası açamayacağı ve bu sebeple davalıya yemin teklif edilemeyeceğinden sonucu itibariyle doğru olan direnme kararının bu değişik gerekçeyle onanması gereklidir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, direnme kararının değişik gerekçeyle onanması gerekmiştir.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarda açıklanan değişik gerekçelerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 08.04.2015 gününde yapılan 2. görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2014/9-1438
K. 2015/580
T. 21.1.2015
• GEREKÇELİ KARARIN TARAFLARA TEBLİĞİ ZORUNLULUĞU ( Usul Hukukunda Yer Almamakla Birlikte Uygulamada Tefhimden Sonra Temyiz Süre Tutum Dilekçesi Veya Kararın Tebliğinden Sonra Gerekçeli Temyiz Dilekçesi Sunarak Kararın Temyiz Edildiği Hallerde Kararın Gerekçesini Dikkate Alarak Yeni Temyiz Gerekçelerine Dayanılabileceği – Tebliğ Yükümlülüğünü Yerine Getirmeden Kararın Kesinleştirilmesini Anayasa Mahkemesi’nin de Hak İhlali Kabul Ettiği )
• TEMYİZ SÜRESİ BAŞLANGICI / TEFHİM / TEBLİĞ ( Hükme İlişkin Tüm Hususların Gerekçesi İle Birlikte Tefhim Edilemediği Hallerde Gerekçeli Kararın Mutlaka Taraflara Tebliğ Edilmesi Gerektiği/Temyiz Süresinin Tefhim Değil Tebliğden İtibaren Başlayacağı – İş Mahkemesinin Tefhim Edilen Kararının Hükme İlişkin Tüm Hususları İçermemesi )
• İŞ MAHKEMESİNİN TEFHİM EDİLEN KARARI ( Hükme İlişkin Tüm Hususların Gerekçesi İle Birlikte Tefhim Edilemediği Hallerde Gerekçeli Kararın Mutlaka Taraflara Tebliğ Edilmesi Gerektiği/Temyiz Süresinin Tefhim Değil Tebliğden İtibaren Başlayacağı – Tebliğ Yükümlülüğünü Yerine Getirmeden Kararın Kesinleştirilmesini Anayasa Mahkemesi’nin de Hak İhlali Kabul Ettiği )
• DİRENME KARARININ TEBLİĞ EDİLMEMESİ ( Gerekçeli Kararın Tebligat Kanunu ve İlgili Mevzuat Dikkate Alınarak Tebliğ Edilmesi Gerektiği – Temyiz Süresi Geçtikten Sonra ve Gerektiğinde 6100 S.K. Geçici madde 3 Atfıyla Uygulanmakta Olan HUMK’nun 432. Maddesindeki Usul İşlemlerinin Yerine Getirilmesi Gerektiği )
• TEMYİZ DİLEKÇESİNİN KARŞI TARAFA TEBLİĞ EDİLMEMESİ ( Davalı Vekiline Ait Dilekçeinin Davacı Tarafa – 6100 S.K. Geçici madde 3 Atfiyla Uygulanmakta Olan HUMK’nun 433. Maddesi Gereğince Davacı Vekiline Tebligat Kanunu ve İlgili Mevzuat Dikkate Alınarak Tebliğ Edilip Yasal Süre Beklenildikten Sonra Hukuk Genel Kurulu Başkanlığına Gönderilmesi Gerektiği )
• ADİL YARGILANMA HAKKININ İHLALİ ( Usul Hukukunda Yer Almamakla Birlikte Uygulamada Tefhimden Sonra Temyiz Süre Tutum Dilekçesi Veya Kararın Tebliğinden Sonra Gerekçeli Temyiz Dilekçesi Sunarak Kararın Temyiz Edildiği Hallerde Kararın Gerekçesini Dikkate Alarak Yeni Temyiz Gerekçelerine Dayanılabileceği – Tebliğ Yükümlülüğünü Yerine Getirmeden Kararın Kesinleştirilmesinin Bu Nitelikte Olduğu )
5521/m. 7, 8, 15
6100/m. 297, 321, 322, 447/1, Geç.3
1086/m. 432, 433/1
ÖZET : İş mahkemesinin tefhim edilen kararı hükme ilişkin tüm hususları içermiyorsa, yani sadece hüküm özeti tefhim edilmiş ise temyiz süresi tefhimden değil, tebliğden itibaren başlar. Hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilemediği hallerde gerekçeli kararın mutlaka taraflara tebliğ edilmesi gerekir.
Direnme kararının davacı vekiline tebliğ edilmediği anlaşılmaktadır. Gerekçeli karar davacı vekiline Tebligat Kanunu ve ilgili mevzuat dikkate alınarak tebliğ edilmeli, temyiz süresi geçtikten sonra ve gerektiğinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nu “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 432.maddesindeki usul işlemleri yerine getirilmelidir.
Davalı vekiline ait temyiz dilekçesinin davacı tarafa tebliğ edilmediği anlaşılmaktadır. Temyiz eden davalı vekili tarafından sunulan temyiz dilekçesinin, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nu “Geçici madde 3” atfiyla uygulanmakta olan HUMK’nun 433. maddesi gereğince davacı vekiline Tebligat Kanunu ve ilgili mevzuat dikkate alınarak tebliğ edilmeli ve yasal süre beklenildikten sonra Hukuk Genel Kurulu Başkanlığına gönderilmelidir.
Usul hukukunda yer almamakla birlikte uygulamada, tefhimden sonra temyiz süre tutum dilekçesi veya kararın tebliğinden sonra gerekçeli temyiz dilekçesi sunmak suretiyle kararın temyiz edildiği hallerde, kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine dayanılması mümkün olduğundan, gerekçeli kararın bu hallerde de taraflara tebliği gerekir. Anayasa Mahkemesi de bu yükümlülüklerin getirilmeden kararın kesinleştirilmesini hak ihlali olarak kabul etmiştir. ( Anayasa Mahkemesi ( İkinci Bölüm ) 20.03.2014 gün ve 2012/1034 Başvuru ).
DAVA : Taraflar arasındaki “Alacak ( işçi ile işveren ilişkisinden kaynaklanan )” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Antalya 3.İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 09.02.2010 gün ve 2009/106 E.-2010/47 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 9.Hukuk Dairesi’nin 24.05.2012 gün ve 2010/48425 E.-2012/18422 K. sayılı ilamıyla bozulmuş, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca dosya üzerinde yapılan ön inceleme sonunda gereği görüşüldü:
KARAR : Mahkemece verilen hüküm, temyiz edilmesi üzerine yukarıda başlıkta belirtilen karar ile bozulmuştur. Bozma üzerine mahkemece ilk kararda direnilmiş, direnme kararı davacı/davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1- )5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu 7.maddesinde iş mahkemelerinde şifahi yargılama usulünün uygulanacağı, 15. maddesinde ise bu kanunda açıklık olmayan hallerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun uygulanacağı düzenlenmiştir. 12/01/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447/1.maddesi uyarınca diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, HMK’nın basit yargılama usulü ile ilgili hükümlerinin uygulanacağı düzenlemesi karşısında iş mahkemelerinde basit yargılama usulünün uygulanacağı açıktır.
Basit yargılama usulüne tabi yargılamalara ilişkin olarak 6100 sayılı HMK.nun “Hüküm” başlıklı 321.maddesinde aynen;
( 1 ) Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez.
( 2 ) Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.”
hükmü düzenlenmiştir.
321.maddedeki “hükme ilişkin tüm hususlar” dan kastedilen HMK.nun 297.maddesindeki unsurlardır.
Buna göre; mahkeme, tahkikatın tamamlanmasından sonra, tarafların son beyanlarını almalı ve yargılamanın sona erdiğini bildirdikten sonra hükmü tefhim etmelidir. Kural olarak, mahkemece kararın tefhiminde hükme ilişkin tüm hususlar açıklanmalıdır.
HMK 322.maddesi atfı ile uygulanmakta olan HMK 297.maddesinde hükmün kapsamı açık bir şekilde düzenlenmiştir. Buna göre; mahkeme, gerekçesi ile birlikte tefhim ettiği hüküm de taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde göstermesi gereklidir. Bu kanunun getirdiği bir zorunluluktur. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli karar en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılmalıdır. Bir diğer deyişle HMK 321.maddesinde belirtilen şekilde hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilemediği hallerde gerekçeli kararın mutlaka taraflara tebliğ edilmesi gereklidir.
30/01/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 02/03/2005 tarih ve 5308 sayılı Kanunla değişmeden önceki 8.maddesine göre iş mahkemesinin nihai kararları tefhim tarihinden itibaren sekiz gün içinde temyiz edilebilecektir. Maddedeki “tefhim” kavramının “hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hal” olarak anlaşılması zorunludur. Bu nedenle, yukarıda açıklanan nitelikte bir tefhim varsa temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren, aksi halde gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlayacaktır.
Usul hukukunda yer almamakla birlikte uygulamada, tefhimden sonra temyiz süre tutum dilekçesi veya kararın tebliğinden sonra gerekçeli temyiz dilekçesi sunmak suretiyle kararın temyiz edildiği hallerde, kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine dayanılması mümkün olduğundan, gerekçeli kararın bu hallerde de taraflara tebliği gerekir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi de bu yükümlülüklerin getirilmeden kararın kesinleştirilmesini hak ihlali olarak kabul etmiştir. ( Anayasa Mahkemesi ( İkinci Bölüm ) 20.03.2014 gün ve 2012/1034 Başvuru ).
2- )İş mahkemeleri kararlarına karşı temyiz süresi 30/01/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 02/03/2005 tarih ve 5308 sayılı Kanunla değişmeden önceki 8.maddesine göre belirlenmekte ise de, temyiz usul ve işlemlerinde 6100 sayılı HMK’nın Geçici 3.maddesi yollamasıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı HUMK’nın hükümleri uygulanmaktadır.
Her ne kadar uygulamada iş mahkemesinde karşı temyiz yolu ile temyiz hakkı tanınmamakta ise de gerek iş hukuku mevzuatında gerekse de HUMK’nun temyize ait hükümlerinde bunu engelleyen bir hüküm bulunmadığı açıktır. Bu nedenle 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfiyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 433/1.maddesi gereğince temyizdilekçesinin hüküm veren mahkeme aracılığı ile karşı tarafa tebliğ edilmesi ve karşı tarafa temyiz dilekçesine karşı cevap verme ve karşı temyiz isteminde bulunmak hakkının tanınması gereklidir.
3- )Direnme kararını temyiz eden davalı vekilinin süresi içerisinde temyiz dilekçesini ibraz ettiği ve aynı tarihte hakim tarafından havalesi yapılarak temyiz defterine kayıt edildiği temyiz karar ve ilam harcının maktu yatırıldığı anlaşılmaktadır.
Maktu harca tabi davaların reddine, kabulüne veya kısmen kabulüne dair kararlar ile nispi harca tabi davaların reddine dair kararların temyiz edilmesi halinde temyiz tarihindeki 492 sayılı Harçlar Kanunu uyarınca çıkarılan tarife dikkate alınarak kararı temyiz eden taraftan maktu temyiz karar ve ilam harcı ve temyiz başvuru harcı alınması gereklidir.
Nispi harca tabi davaların kabulüne veya kısmen kabulüne ilişkin kararların temyiz edilmesi halinde ise, mahkemece hüküm altına alınan miktar üzerinden hesaplanacak nispi temyiz karar ve ilam harcının dörtte biri ve temyiz başvuru harcı alınması gereklidir.
25.01.1985 günlü 1984/5 Esas ve 1985/1 sayılı Y.İ.B. Kararı uyarınca temyiz harcının mahkeme kalemince hesaplanıp temyiz edenden istendiği halde süresinde ödenmediği belgelendirilmemiş olduğuna göre eksik harç alınarak temyiz defterine kayıt edilen temyiz dilekçesi hakkında 1086 sayılı HUMK.nun 434.maddesi uyarınca işlem yapılmalıdır.
Somut olaya gelince;
Yukarıda ( 1 ) numaralı bentte yer alan açıklamalar doğrultusunda yapılan incelemede;
Direnme kararının davacı vekiline tebliğ edilmediği anlaşılmaktadır. Gerekçeli karar davacı vekiline Tebligat Kanunu ve ilgili mevzuat dikkate alınarak tebliğ edilmeli, temyiz süresi geçtikten sonra ve gerektiğinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nu “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 432.maddesindeki usul işlemleri yerine getirilmelidir.
Yukarıda ( 2 ) numaralı bentte yer alan açıklamalar doğrultusunda yapılan incelemede;
Davalı vekiline ait temyiz dilekçesinin davacı tarafa tebliğ edilmediği anlaşılmaktadır. Temyiz eden davalı vekili tarafından sunulan temyiz dilekçesinin, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nu “Geçici madde 3” atfiyla uygulanmakta olan HUMK’nun 433. maddesi gereğince davacı vekiline Tebligat Kanunu ve ilgili mevzuat dikkate alınarak tebliğ edilmeli ve yasal süre beklenildikten sonra Hukuk Genel Kurulu Başkanlığına gönderilmelidir.
Açıklanan nedenlerle eksikler giderildikten sonra Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Başkanlığı’na gönderilmek üzere dosyanın mahkemesine geri çevrilmesi gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle dosyanın mahkemesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, 21.01.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2014/14-1177
K. 2014/926
T. 19.11.2014
• DAVA DİLEKÇESİNDE BULUNMASI GEREKEN HUSUSLAR ( Ortaklığın Giderilmesi İstemi – Mahkemece 7201 S. Tebligat Kanununun 10 ve 35.Md.lerindeki Düzenlemeler Gözetilerek Öncelikle Davalıların Adres Kayıt Sistemine Yazılı Adresleri Araştırılarak Buradaki Adreslerine Tebligat Yapılmasının Sağlanması Gerektiği )
• ORTAKLIĞIN GİDERİLMESİ İSTEMİ ( Davalının Adresinin Bilinmemesi – Adres Kayıt Sisteminde Adresleri Bulunmadığı Taktirde Adres Araştırması Yapılarak Adres Tespiti Yoluna Gidilmeli ve Tespit Edilecek Adreslerine Tebligat Yapılması Gerektiği )
• DAVALININ ADRESİNİN BİLİNMEMESİ ( Ortaklığın Giderilmesi İstemi – Tüm Araştırmalar İle Bir Sonuca Varılamadığı Taktirde Anılan Davalılara İlanen Tebligat Yapılmak Suretiyle Taraf Teşkili Sağlanıp İşin Esası Hakkında Bir Karar Verilmesi Gerektiği )
• ADRES ARAŞTIRMASI YAPILMASI ( Ortaklığın Giderilmesi İstemi – Adres Kayıt Sisteminde Adresleri Bulunmadığı Taktirde Adres Araştırması Yapılarak Adres Tespiti Yoluna Gidilmeli ve Tespit Edilecek Adreslerine Tebligat Yapılması Gerektiği/Tüm Araştırmalar İle Bir Sonuca Varılamadığı Taktirde Anılan Davalılara İlanen Tebligat Yapılmak Suretiyle Taraf Teşkili Sağlanıp İşin Esası Hakkında Bir Karar Verileceği )
6100/m.119/2
7201/m.10,35
ÖZET : Dava, ortaklığın giderilmesi isteğine ilişkindir. Mahkemece, 7201 sayılı Tebligat Kanununun 10 ve 35.maddelerindeki düzenlemeler gözetilerek öncelikle davalıların adres kayıt sistemine yazılı adresleri araştırılarak buradaki adreslerine tebligat yapılması sağlanmalıdır. Adres kayıt sisteminde adresleri bulunmadığı taktirde, adres araştırması yapılarak adres tespiti yoluna gidilmeli ve tespit edilecek adreslerine tebligat yapılmalıdır. Tüm bu araştırmalar ile de bir sonuca varılamadığı taktirde anılan davalılara ilanen tebligat yapılmak suretiyle taraf teşkili sağlanıp işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki “ortaklığın giderilmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 3.Sulh Hukuk Mahkemesi’nce davanın açılmamış sayılmasına dair verilen 22.05.2013 gün ve 2013/884 E-2013/946 K sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 17.09.2013 gün ve 2013/11096 E-2013/11723 K sayılı bozma ilamı ile;
( … Dava, ortaklığın giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece, davacının kesin süre içinde bir kısım davalıların açık adreslerinin bildirilmediği gerekçesi ile HMK’nın 119/2.maddesi gereğince davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
Hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Paydaşlığın giderilmesi davasını ortaklardan biri veya birkaçı diğer paydaşlara karşı açar. Davada bütün paydaşların yer alması zorunludur.
Somut olayda, mahkemece 07.05.2013 tarihinde tebliğ edilen muhtıra ile tebligat yapılamayan davalıların adreslerini bildirmesi için davacıya bir haftalık kesin süre verilmiş, davacı bu süre içinde muhtırada adı geçen davalıların tebligata yarar adreslerine ulaşılamadığını bildirmiştir.
Tebligatın nasıl ve kimlere yapılacağı, adresi meçhul olanlara nasıl tebligat yapılacağı, adres araştırması ve tespiti yöntemi 7201 Sayılı Tebligat Kanununda gösterilmiş, 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 48 ve devamı maddelerinde de adres bilgilerinin tutulması, güncellenmesi ve kullanılması ile ilgili hükümler öngörülmüştür.
Bu durumda mahkemece, 7201 sayılı Tebligat Kanununun 10 ve 35.maddelerindeki düzenlemeler gözetilerek öncelikle davalıların adres kayıt sistemine yazılı adresleri araştırılarak buradaki adreslerine tebligat yapılması sağlanmalıdır. Adres kayıt sisteminde adresleri bulunmadığı taktirde, adres araştırması yapılarak adres tespiti yoluna gidilmeli ve tespit edilecek adreslerine tebligat yapılmalıdır. Tüm bu araştırmalar ile de bir sonuca varılamadığı taktirde anılan davalılara ilanen tebligat yapılmak suretiyle taraf teşkili sağlanıp işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekir.
Eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, ortaklığın giderilmesi isteğine ilişkindir.
Mahkemece; HMK’nun 119/2.maddesi gereğince dava dilekçesinde bulunması zorunlu unsurlardan olan davalıların tebligata yarar açık adreslerinin, verilen kesin süreye rağmen giderilmediği gerekçesi ile HMK’nun. 119/2.maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiş, davacılar vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle karar bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Somut olayda; HMK’nun 119.maddesi gereğince dava dilekçesinde bulunması zorunlu unsurlardan olan davalıların adres bilgilerinin, verilen kesin süreye rağmen tamamlanamaması gerekçesiyle HMK’nun 119/2.maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere özellikle HMK’nun 119/1-2.maddeleri dava dilekçesinde eksiklik bulunması durumunda uygulanacak usul kuralları düzenlenmiş ise de, somut olayda davalıların TC kimlik numaralarının belli olduğu, davacılar vekilinin davalıların açık adreslerini bilmediğini süresi içinde belirttiği gözetildiğinde, mahkemece, 7201 sayılı Tebligat Kanunundaki düzenlemeler gözetilerek öncelikle davalıların mernise kayıtlı adresleri araştırılarak buradaki adreslerine tebligat yapılması, mernis adresleri bulunamadığı takdirde adres araştırması yapılarak adres tespiti yoluna gidilmesi gerektiğinden anılan maddenin uygulama yeri bulunmadığı kurul çoğunluğunca benimsenmiştir.
Yapılan görüşmeler sırasında, bir kısım üyelerce, 6100 sayılı HMK’nun 119/1.maddesinde, dava dilekçesinde belirtilmesi zorunlu unsurların sayıldığı, davalının ad ve soyadı ile adresinin zorunlu unsur olarak gösterildiği, 2.fıkrasında ise buna uyulmamasının müeyyidesinin belirtildiğini, HMK’nun 119/2.maddesi hükmünün uygulanmasının kamu düzenine ilişkin emredici nitelikte bir usul kuralı olduğu, Yerel Mahkeme’ce bu usul kuralı çerçevesinde işlem yapıldığından direnme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca yukarıda belirtilen nedenlerle benimsenmemiştir.
O halde, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Hukuk Genel Kurulu tarafından da benimsenen Özel Dairenin bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 19.11.2014 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY :
Davacılar vekilince davalılar aleyhine açılan ortaklığın giderilmesi davasının açık yargılaması sonucunda yerel Mahkemece; HMK’nın 119/2.maddesi gereğince davalıların ad, soyadı ve adresleri bulunması zorunlu unsurlardan olup verilen kesin süreye rağmen davacılar vekilinin bu eksikliği gidermediği gerekçesiyle HMK’nın 119/2.maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiş, hükmün davacılar vekilince temyizi üzerine; Yüksek Özel Dairece; “HMK’nın 119/1-2.maddelerinin dava dilekçesinde eksiklik bulunması durumunda uygulanacak usul kurallarını düzenlediği, ancak bu maddenin somut olayda uygulama yeri bulunmadığından, mahkemece, 7201 sayılı Tebligat Kanunundaki düzenlemeler gözetilerek öncelikle davalıların MERNİS’e kayıtlı adresleri araştırılarak buradaki adreslerine tebligat yapılmasının sağlanması, MERNİS adresleri bulunamadığı takdirde adres araştırması yapılarak adres tespiti yoluna gidilmesi ve tespit edilecek adreslerine tebligat yapılması, tüm bu araştırmalar ile de bir sonuca varılamadığı takdirde davalılara ilanen tebligat yapılmak suretiyle taraf teşkili sağlanıp davanın sonuçlandırılması gerekirken yazılı şekilde karar verilmesinin doğru görülmediği” gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
Yerel Mahkemece; önceki karardaki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Yerel Mahkeme ile Yüksek Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; Somut olayda; HMK’nın 119.maddesi gereğince dava dilekçesinde bulunması zorunlu unsurlardan olan dava lıların adres bilgilerinin, verilen kesin süreye rağmen bildirilmemesi durumunda mahkemece adres araştırması yapılmadan HMK.nın 119/2.maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılması na karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın değerlendirilmesine geçmeden önce konuyla ilgili yasal düzenlemelere göz atmakta fayda bulunmaktadır.
Dava, Sulh Hukuk Mahkemesinin görevine girdiğinden 6100 sayılı HMK.nın 316/1-a maddesi uyarınca basit yargılama usulüne tâbidir. Aynı Yasanın 322/1.maddesinde “Bu kanun ve diğer kanunlarda basit yargılama usulü hakkında hüküm bulunmayan hallerde, yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümlerin uygulanacağı” belirtilmiştir. Yine aynı Kanun’un 317/1.maddesinde “Dava açılmasının dilekçe ile olacağı” düzenlenmiş, ancak dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar sayılmamıştır. O halde, HMK.nın 322/1.maddesi yollamasıyla basit yargılama usulündeki dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar HMK’nın 119.maddesi çerçevesinde saptanmalıdır.
6100 sayılı HMK.nın 119.maddesine göre; “ ( 1 ) Dava dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
a ) Mahkemenin adı
b ) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri.
c ) Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.
ç ) Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.
d ) Davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri.
e ) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.
f ) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.
g ) Dayanılan hukuki sebepler.
ğ ) Açık bir şekilde talep sonucu.
h ) Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası.
( 2 ) Birinci fıkranın ( a ), ( d ), ( e ), ( f ) ve ( g ) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır.”
Görüldüğü üzere, HMK’nın 119.maddesinin birinci fıkrasının ( b ), ( c ), ( ç ), ( ğ ) ve ( h ) bentlerinde gösterilenler dilekçede bulunması zorunlu unsurlar olup, bu unsurlar eksik ise davacıya eksikliği gidermesi için 1 haftalık kesin süre tanınması, buna rağmen eksiklik giderilmezse davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerekmektedir.
HMK’nın 119/2.maddesindeki bu hüküm, kamu düzenine ilişkin emredici nitelikte bir hüküm olduğundan hakimin bu konuda takdir hakkı bulunmamaktadır. Başka bir anlatımla, davalıların adresleri mahkemece verilen kesin süreye rağmen bildirilmez ise hakim re’sen adres araştırması yapmamalı, davanın açılmamış sayılmasına karar vermelidir.
HMK.nın 119.maddesinde düzenlenen dava dilekçesi, dilekçede bulunması gereken unsurların niteliği itibariyle belirleyici bir dava dilekçesidir ve yargılamanın muhtevasını tespit ederek çerçevesini çizer. Dava dilekçesinde tarafların açık ve doğru bir şekilde belirtilmesi bütün usul kanunlarında aranılan bir unsurdur. Alman Usul Kanunu’nun 253.paragrafına göre, davacı dava dilekçesinde tarafları açıkça belirtmelidir. İsviçre Usul Hukuku’nda da davada tarafların açıkça gösterilmesi bu davayı diğerlerinden ayıran, davanın kimliğini, mahiyetini, ayırıcı özelliğini, bu ihtilafı hayattaki diğer ihtilaf ve yargılamalardan ayıran en önemli unsurlardan biridir. Davada taraflar şimdiye kadar hep hukuk doktrin ve uygulamasında davanın ve dilekçenin zorunlu unsuru olarak kabul edilmiştir ( Prof.Dr.Abdurrahim Karslı, Medeni Muhakeme Hukuku Ders Kitabı 2.Baskı, İstanbul 2011, Sh.414-415 ).
Bu açıklamalar karşısında somut olayın değerlendirilmesine gelince; davacı vekili dava dilekçesinde davalıların isim ve adresleri ile birlikte TC kimlik numaralarını bildirmiş, davalıların açık adreslerini bildirmemiştir. Mahkemece davalıların açık adreslerinin bildirilmesi için yedi günlük kesin süre verildiğine ilişkin olarak HMK’nın 119/2.maddesi uyarınca davacı vekiline muhtıra tebliğ edilmiş, davacı vekili mahkemeye hitaben yazdığı dilekçede davalıların adreslerinin bilinmediğini açıklamıştır. Davalıların mernis adreslerinin de bulunmadığı dosyadaki resmi yazı cevabından anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, HMK’nın 119/1-b maddesinde zorunlu unsur olarak belirtilen davalıların açık adresleri aynı yasanın 119/2.maddesi uyarınca verilen kesin süreye rağmen mahkemeye bildirilmediğinden emredici nitelikteki anılan yasa hükmüne göre davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinde isabetsizlik bulunmamaktadır.
Yüksek Özel Daire’nin bozma gerekçeleri, dava dilekçesinde davalıların adreslerinin bildirilmiş olmasına rağmen bu adreslere tebligat yapılamaması hallerinde uygulanacak usuli işlemler yönünden isabetli kabul edilebilirse de,dava dilekçesinde hiç adres bildirilmemesi halinde isabetli olmayacağı düşünülmektedir. Zira, aksi düşüncenin kabulü, yargılamanın hızlı ve adil biçimde yürütülmesi, davaların sürüncemede bırakılmasının önlenmesi amacıyla getirilen HMK.nın 119/2.maddesindeki usul kuralının hiçbir zaman uygulanamayacağı sonucunu doğurur ki bu da yasanın temel amacına ve ruhuna ters düşer.
HMK’nın 33.maddesine göre; “Hakim, Türk Hukuku’nu re’sen uygular”. Bu uygulama sırasında hakim, yoruma açık olan hukuk kuralları ile ilgili olarak yorum yoluna da gidebilir. Ancak, yorumu gerektirmeyecek kadar açık ve emredici nitelikteki hukuk kurallarını olduğu gibi uygulamak zorundadır. İşte HMK’nın 119/2.maddesi hükmü uygulanması zorunlu, kamu düzenine ilişkin emredici nitelikte bir usul kuralı olup, somut olay bakımından yerel mahkemece bu usul kuralı çerçevesinde işlem yapılıp yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabetsizlik bulunmadığından hükmün onanması görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun bozma yönündeki görüşüne katılamıyoruz.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2013/13-74
K. 2013/1367
T. 18.9.2013
• AVUKATLIK ÜCRETİ ALACAĞININ TAHSİLİ ( Davalı Tarafın Davacı Avukatı Azletmediği/Davacı Avukatın Davalı Namına Takip Ettiği Davada Tüm Yasa Yolları Tüketilip Henüz Karar Kesinleşmeden Vekillikten İstifasının Haksız Bir İstifa Olduğu – Davanın Reddinin Usul ve Yasaya Uygun Olduğu )
• AVUKATLIK ÜCRET SÖZLEŞMESİ ( Sadece Şirket Aleyhine Açılacak Akdin İfası Davası İşi İçin Olduğu/Bu İşle İlgili Uyuşmazlıklar ve Kovuşturma İşlemi Çıkması Halinde Avukata Ayrıca Ücret Ödenmesi Gerekeceği – Avukata Verilen İşin Sadece Mezkûr Açılacak Davaya Ait Olduğunun Açıkça Anlaşıldığı )
• AVUKATIN AZLİ ( Verilen İşin İcra Safhasını Kapsamadığı/Davalı Tarafın Davacı Avukatı Azletmediği/Gönderdiği İhbarname İle Sadece Açılan Dava Dolayısıyla İcra Takibi Yapmamasını İstediği – Avukatlık Ücret Alacağının Tahsili İsteminin Reddine Karar Verilmesinin Usul ve Yasaya Uygun Olduğu )
• AVUKATIN İSTİFASI ( Davacıya Gönderilen İhtarın Azil Mahiyetinde Olmadığı – Davacı Avukatın Davalı Namına Takip Ettiği Davada Tüm Yasa Yolları Tüketilip Henüz Karar Kesinleşmeden Vekillikten İstifasının Haksız Bir İstifa Olduğu/Bu Durumda Avukatın Hiçbir Ücret İsteyemeyeceği )
1136/m.174
ÖZET : Dava; avukatlık ücret alacağının tahsili istemine ilişkindir. Taraflar arasında düzenlenen ücret sözleşmesinde kararlaştırılan ücretin, sadece şirket aleyhine açılacak akdin ifası davası işi için olduğu, bu işle ilgili olsa dahi bundan doğacak herhangi bir başka işi kapsamına almayacağı, bu işle ilgili uyuşmazlıklar ve kovuşturma işlemi çıkması halinde avukata ayrıca ücret ödenmesi gerekeceği kararlaştırılmıştır. Bu durumda avukata verilen işin sadece mezkûr açılacak davaya ait olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Buna göre verilen iş, icra safhasını kapsamadığını kabul etmek gerekir. Ayrıca davalı taraf davacı avukatı azletmemiş gönderdiği ihbarname ile sadece açılan dava dolayısıyla icra takibi yapmamasını istemiştir. Davacıya gönderilen ihtar azil mahiyetinde değildir. Davacı avukatın davalı namına takip ettiği davada tüm yasa yolları tüketilip henüz karar kesinleşmeden vekillikten istifası haksız bir istifadır. Avukatlık Kanunu’nun 174. maddesine göre de “üzerine aldığı işi haklı bir sebep olmaksızın takipten vazgeçen avukat hiçbir ücret isteyemez. Bu nedenlerle, mahkemece davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya uygundur.
DAVA : Taraflar arasındaki “avukatlık ücret alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Mersin 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 19.03.2010 gün ve 2010/1 E., 2010/115 K. sayılı kararın incelenmesi davacı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 23.3.2012 gün, 2011/14314 E., 2012/7824 K. sayılı ilamı ile;
( … Davacı, avukat olarak davalının verdiği vekâletnameye istinaden Mersin Asliye Ticaret Mahkemesinde görülen davayı açtığını ve başarı ile sonuçlandırdığını, ancak hiçbir gerekçe göstermeksizin ahzu kabz yetkisinin kaldırıldığını ileri sürerek, 19.640 TL avukatlık ücretinin tahsilini istemiştir.
Davalı, karşı taraf ile ilişkilerinin bozulmaması için hüküm altına alınan paranın icra takibine girişmeden tahsil etmeyi düşündüklerini, vekillikten azil etmediklerini, avukatlıktan çekilmesinin haksız olduğunu savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, dava ve hükmün icrasının ayrı işler olup, müvekkilin talimatı olmadan icra aşamasına geçilemeyeceği, davalı eyleminin azil niteliğinde olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, avukatlık ücret alacağının tahsiline ilişkin olup, davacı 27.6.2003 tarihli vekâletname ile davalının vekilliğini üstlendiğini vekâletnamede dava açma ve icra takibi yapmak konusunda ayrı ayrı yetki verildiğini, açılan davanın başarı ile neticelendirildiğini, ne varki, davalının bu aşamada ahzu-kabz yetkisini kaldırarak azil ettiğini ileri sürmüş davalı ise, bu azilin söz konusu olmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, davacı avukata gönderilen ihtarnamenin azil niteliğinde olmadığı, işi bitirmeyen avukatın ücrete hak kazanamayacağı gerekçesi ile dava red edilmiştir.
Hemen belirtmek gerekir ki, vekâlet sözleşmeleri karşılıklı güvene dayalı bir sözleşme olup, güven sözleşmenin en önemli bir özelliğini teşkil eder. Bu nedenle taraflar sözleşmeyi her zaman feshedebilir. Ne var ki, azil haksız ise Avukatlık Kanunu’nun 174. maddesi gereğince avukat ücretin tamamına hak kazanır. Somut olayda, davalı, dava açması ve elde edilecek ilamın infazı hususunda davacıya yetki vermiş olup, dava başarı ile neticelendirilip ilam elde edilince ise, davalı ilamın icraya konulmaması hususunda ihtarname gönderilmiştir. Cevap dilekçesi ve yargılama sırasında ki beyanlarında ise, özetle, avukatın gördüğü davanın karşı tarafı ile iyi ilişkilerin bozulmadan ihtilafın halli yoluna gidileceğini, ancak bunun azil olmadığını savunmuştur. Davacı avukatın ilamın icrası ile yetkisinin elinden alınması aynı zamanda ahzu kabz yetkisinden azil niteliğindedir. Aksi düşünülse bile bu davranış davacı yönünden güven ilişkisini sarsıcı ve haklı istifa nedenidir. İlam elde edildikten sonra gerek avukatlara ücret ödememek gerekse devlete ödenmesi gerekli icra harçlarını ödememek için tarafların haricen ilamı infaz ettikleri de bilinen bir gerçektir. TMK’nun 2. maddesi gereğince de bu davranışların hukuken himaye edilmesi mümkün değildir. Bu nedenlerle davacı avukatın icra vekâlet ücretine de hak kazandığının kabulü zorunlu olup, kararın bu nedenle bozulması gerekirken onandığı bu defa yapılan inceleme ile anlaşıldığından, davacının karar düzeltme itirazlarının kabulüne karar vermek gerekmiştir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava; avukatlık ücret alacağının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı, vekilliğini üstlendiği davalı tarafından dava açma ve icra takibi yapmak konusunda yetki verildiğini, vekil sıfatıyla açtığı davayı başarı ile neticelendirdiğini, gerekçeli kararın yazımı aşamasında davalının ahzu-kabz yetkisini kaldırdığını ileri sürerek avukatlık ücretinin tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; azilin söz konusu olmadığını, davacının vekillikten çekilmesinin haksız olduğunu bildirip davanın reddine karar verilmesi istemiştir.
Mahkemece; davacı avukata gönderilen ihtarnamenin azil niteliğinde olmadığı, işi bitirmeyen avukatın ücrete hak kazanamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacının temyizi üzerine, Özel Daire’ce yukarıda açıklanan nedenlerle karar bozulmuştur.
Yerel Mahkemece; önceki karardaki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasında düzenlenen vekâlet sözleşmesi uyarınca, davacı avukatın vekillikten istifa etmesinin haklı nedene dayalı olup olmadığı ve avukatlık ücretine hak kazanıp kazanmadığı noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere; mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 390. maddesine göre, vekilin sorumluluğu umumi surette işçinin sorumluluğuna ait hükümlere tabi olup; vekil, vekâlet görevini iyi bir surette ifa ile yükümlüdür. Bu hükümdeki “iyi bir suretle ifa” söz dizininin, mehaz İsviçre Borçlar Kanunu’nun 398/2. maddesindeki ifadeye uygun olarak “sadakat ve özen ile ifa” şeklinde anlaşılması gerekir. Buna göre, vekil, vekâlet görevini ifa ederken müvekkiline sadakat ( bağlılık ) göstermekle ve vekâletin konusunu oluşturan işi özenle yapmakla yükümlüdür.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 506. maddesinde ise vekilin sorumluluğunun genel olarak işçinin sorumluluğuna tâbi olduğuna ilişkin düzenleme yerine, maddenin ikinci fıkrasında vekilin vekâlet sözleşmesinden doğan sorumluluğuna özgü bir düzenleme yapılmış ve “vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür” hükmü getirilmiştir.
Vekâlet sözleşmesinin, hizmetle ilgili diğer sözleşmelere oranla, çok daha sıkı bir şekilde karşılıklı güvene dayalı olduğu öğreti ve uygulamada ittifakla benimsenmektedir. Vekâlet ilişkisinin kurulmuş olması, karşılıklı güven unsurunun vekâlet sözleşmesinin kurulması aşamasında her iki taraf yönünden mevcut olmasıyla mümkündür ve bunun o aşamada varlığının göstergesidir. Ne var ki, vekâlet sözleşmesinin niteliği gereğince, bu unsur, sözleşmenin devamı süresince de varlığını korumalıdır. Eğer, başlangıçta mevcut olan karşılıklı güven, sözleşme süresi içerisinde gerçekleşen olgulardan dolayı bir taraf yönünden haklı olarak zedelenir veya ortadan kalkarsa, o taraf sözleşmeyi her zaman feshedebilir. Bu ilke, Borçlar Kanunu’nun 396/1. maddesinde, “Vekâletten azil ve ondan istifa her zaman caizdir” şeklinde ifade edilmiştir. Aynı ilke 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 512. maddesinde de belirtilmiştir.
‘Karşılıklı güven’ kavramının, her iki tarafın vekâlet sözleşmesi çerçevesinde gerçekleşen ilişkilerinde ‘karşılıklı saygı’ unsurunun varlığını evleviyetle içereceği ve gerektireceği açıktır.
Öte yandan 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 174. maddesi, davaya vekâlette azil veya istifaya, bunların haklı nedenlere dayalı olup olmamasına göre değişen, farklı sonuçlar bağlamaktadır. Anılan madde uyarınca üzerine aldığı işi haklı bir sebep olmaksızın takipten vazgeçen avukat hiçbir ücret isteyemez ve peşin aldığı ücreti geri vermek zorundadır. Avukatın haksız azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez.
1136 Sayılı Kanunun 174. maddesine göre avukat haklı bir nedenle azledildiği takdirde ücrete hak kazanamaz ise de haksız azil halinde, anılan madde uyarınca avukatlık ücretinin tamamının ödenmesi gerekir. Haksız azledilen vekilin avukatlık ücreti, ücret sözleşmesinde kararlaştırılan ücretin tamamıdır.
Bunun yanında, 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 164. maddesinin son fıkrasında yer alan “Avukatla iş sahibi arasında aksi yazılı sözleşme bulunmadıkça tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek avukatlık ücreti avukata aittir.” hükmü 4667 sayılı Kanunla değiştirilerek “Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir.” hükmü getirilmiştir. Avukatlık Kanunu’nun 164 üncü maddesinin son fıkrasında yapılan değişiklik ile daha önce avukatla iş sahibi ( müvekkil ) arasında aksi yazılı sözleşme hükmü bulunması halini içeren istisnai durum ortadan kaldırılarak her halükarda mahkemenin tarife kararına istinaden haksız çıkan tarafa yükletilecek vekâlet ücretinin diğer taraf avukatına ait olduğu hükme bağlanmıştır.
Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında somut olay değerlendirildiğinde; taraflar arasında düzenlenen ücret sözleşmesinde kararlaştırılan ücretin, sadece “A… Ltd. Şti” aleyhine açılacak akdin ifası davası işi için olduğu, bu işle ilgili olsa dahi bundan doğacak herhangi bir başka işi kapsamına almayacağı, bu işle ilgili uyuşmazlıklar ve kovuşturma işlemi çıkması halinde avukata ayrıca ücret ödenmesi gerekeceği kararlaştırılmıştır. Bu durumda avukata verilen işin sadece mezkûr açılacak davaya ait olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Buna göre verilen iş, icra safhasını kapsamadığını kabul etmek gerekir. Ayrıca davalı taraf davacı avukatı azletmemiş gönderdiği ihbarname ile sadece açılan dava dolayısıyla icra takibi yapmamasını istemiştir. Davacıya gönderilen ihtar azil mahiyetinde değildir. Davacı avukatın davalı namına takip ettiği davada tüm yasa yolları tüketilip henüz karar kesinleşmeden vekillikten istifası haksız bir istifadır. Avukatlık Kanunu’nun 174. maddesine göre de “üzerine aldığı işi haklı bir sebep olmaksızın takipten vazgeçen avukat hiçbir ücret isteyemez. Bu nedenlerle, mahkemece davanın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya uygun olduğu Hukuk Genel Kurulu’nun çoğunluğunca benimsenmiştir.
O halde, Hukuk Genel Kurulu’nun çoğunluğunca usul ve yasaya uygun olduğu benimsenen direnme kararının onanması gerekmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, bir kısım üyelerce; Özel Daire bozma gerekçelerinin yerinde olduğu, davacı avukatın ilamın icrasına ilişkin yetkisinin elinden alınmasının aynı zamanda ahzu kabz yetkisinden azil niteliğinde bulunduğu, aksi düşünülse bile bu davranışın davacı yönünden güven ilişkisini sarsıcı nitelikte ve haklı istifa nedeni olduğu, yerel mahkemenin direnme kararının bu nedenle usul ve yasaya uygun olmadığı ileri sürülmüş ise de Hukuk Genel Kurulu’nun çoğunluğunca bu görüş benimsenmemiştir.
SONUÇ : Davacının temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18.09.2013 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
MUHALEFET ŞERHİ :
Davacı avukat, davalı şirket ile aralarında dava açma ve icra takibi yapmak üzere vekalet sözleşmesi düzenlendiğini ve noterden de vekaletname verildiğini, akabinde dava dışı şirket aleyhine akdin aynen ifasını temin amacıyla Mersin 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2003/568 esas sayılı dosyasında dava açtığını, davada zararın 207.000 TL olarak belirlenmesine rağmen ıslah ile 107.000 TL.nin tahsili için ıslah dilekçesi verdiğini ve mahkemece bu miktara hükmedildiğini, ilamın yazılması aşamasında davalının ilamın icraya konulmaması açısından talepte bulunduğunu, bu durumda kendisinin de güven sarsıcı bu davranış nedeniyle 12.11.2009 tarihinde istifa ettiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır
Davalı ise, sözleşmenin sadece akdin ifası davası açılması için yapıldığını ve vekaletin bu amaçla verildiğini, icra takibi yapmak üzere yetki vermediğini, davacıya gönderilen ihtarnamede de alınan ilamın icra takibine konu edilmemesinin istendiğini, azilden sözedilmediğini, davacının açmış olduğu dava ile ilgili ücreti aldığını, karşı taraf ile aynı sektörde iş yaptıkları için iyi niyetli olarak alacaklarını haricen almak istediklerini, kalan 5.000 TL.nin ödenmeyeceğine ilişkin bir düşünceleri olmadığını, vekilin haksız istifa ettiğini, bizzat hazırlamış olduğu sözleşmede kendi isteğine göre iş konusunun belirlendiğini, dava sırasında karşı tarafın itirazı sonucu dava değerini 107.000 TL olarak ıslah ettiğini savunmuştur.
Mahkemece, davanın reddine dair verilen hüküm dairemizce onanmış, karar düzeltme aşamasında ise oy çokluğuyla bozulmuştur.
Uyuşmazlık, davacı avukatın istifasının haklı olup olmadığı ve bu durumda icra takibi ile alacağı ücretini hak edip etmediği konusunda toplanmaktadır.
Öncelikle, imzalanan sözleşmeden sözetmek ve vekalet ilişkisinin niteliğinden bahsetmek gerekmektedir.
Davacı, ile davalı arasında düzenlenen vekalet sözleşmesi 19.12.2002 tarihini taşımakta olup, sözleşmenin konusu “dava dışı” Akgün Yazılım Paz. Ve Tic. Ltd. Şti aleyhine açılacak akdin ifası davasıdır. Sözleşmenin 1.maddesi uyarınca ücret kararlaştırılmış, 2.maddesinde ise kararlaştırılan ücretin sadece bu iş için olduğu, başkaca uyuşmazlıklar ve kovuşturma işleri çıkması halinde ayrı ücret ödeneceği vurgulanmıştır. Noterde düzenlenen vekaletnamede ise icra takibi yapmaya yetki verildiği de anlaşılmaktadır.
1136 sayılı Avukatlık Yasasının 174.maddesi uyarınca avukatın haklı olarak azledilmesi ya da haksız olarak istifası halinde ücret isteyemeyeceği anlaşılmakla birlikte azil ya da istifa tarihine kadar bitmiş iş var ise bunlardan ücret alacağı kabul edilmektedir. Dairemiz uzun süredir bu yönde uygulama yapmaktadır. Şayet avukatın azli haksız ya da istifa haklı ise avukat ücretin tamamına hak kazanmaktadır. Öyleyse, öncelikle somut olayda istifanın haklı olup olmadığı üzerinde durulmalı ve haklı istifa ettiği anlaşılırsa ücretin tamamına hükmedilmelidir. Ücretin kapsamının belirlenmesinde ise hem taraflar arasında imzalanan sözleşmeye bakılmalı, hem de yasa hükümleri göz ardı edilmemelidir.
Davacı avukat, icra takibi yapılmaması konusunda talimat verildiğini ancak bu durumda güven ilişkisinin sarsıldığını ve hapis hakkını kullanmasına engel olduğunu bildirmiştir.
Vekalet sözleşmesinin niteliği ve hapis hakkı üzerinde durularak avukatın istifasının haklı olup olmadığı tartışılmalıdır.
Vekalet sözleşmesi gerek 818 Sayılı Borçlar Kanununda gerekse 6098 sayılı Türk Borçlar kanununda düzenlenmiş ve temel kanun içerisinde yer almıştır. Ancak, Hukuki yardım amacıyla vekil ile müvekkil arasındaki ilişki 1136 Sayılı Avukatlık Yasası ile düzenlenmiştir. Gerek Borçlar kanunu gerek Türk Borçlar Kanunu gerekse Avukatlık Yasası birbirine paralel hükümler içermektedir.6098 Sayılı Türk Borçlar kanunu ile getirilen en önemli değişiklik BK.nun 321. Maddesine yapılan atıfın kaldırılmış olması ve objektif bir kıstas getirilerek özen borcunun belirlenmesinde benzer alanlardaki iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin davranışı kabul edilmiştir. 1136 Sayılı Avukatlık Kanunun 34. Maddesinde ise, avukatların, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanını gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğinin getirdiği meslek kurallarına uymak zorunda olduğu belirtilmiştir. Vekalet sözleşmesi tüm iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme türüdür. Ne var ki, iş görme ediminin karşılığını, müvekkilin vekile ücret ödeme borcu oluşturur ve her iki edimde asli edim niteliğini taşır. Bu sözleşmenin önemli bir özelliği de ( sürekli borç doğuran ) bir sözleşme olmasıdır. Doktrinde bu husus tartışmalı olmakla birlikte genellikle sürekli bir ilişki söz konusudur. Kaldı ki, olayımızda mahkemeden alınan ilamın infazının icra kararıyla yapılacağı muhtemeldir. Haricen ilamın infazı uygulamada pek rastlanılmayan ve genellikle devlete ödenmesi harç, vergi vs. giderlerin azaltılması amaçlanmaktadır. Bazen de vekalet ücreti ödenmemesi için haricen tahsilat yapılmaktadır. Bu husus tespit edilirse A.K.nun 165.maddesi uyarınca hem müvekkil hemde hasım müteselsil sorumludur.Nitekim davalı şirket alacağını haricen tahsil etme yönünde girişimleri olduğunu bildirmiştir. Bu durumda Avukatın ücretinin tamamının ödenmesi gerekir. İlamın infazı aşamasında Avukat Kanunu 166/1.maddesi “Avukat, müvekkili tarafından verilen veya onun namına aldığı malları parayı ve diğer her türlü kıymetleri, avukatlık ücreti ve giderin ödenmesine kadar, kendi alacağı nisbetinde elinde tutabilir.” Hükmü uyarınca ücret alacağı için hapis hakkını kullanabilecektir. Aksi halde ücretini alabilmek için takip ve dava süreci başlatmak zorundadır. İlamın icrası için yetki vermediğini, davalı taraf savunmuşsa da, verilen vekaletnamede icra takibi yetkisi de bulunmaktadır. Takip yapılmaması yönünde davacı avukatın bir çekincesi olamaz. Zira süresinde takip yapmadığı için hakkında dava açılabileceği ve tazminata mahkum edileceği de unutulmamalıdır. Bir an için davalı şirketin talimatıyla zaten takip yapması gerekmez ise de, hapis hakkının engellenmesi niteliği taşıyan bu talimat avukatın haklı olarak istifa etmesine neden olmuştur. Vekalet sözleşmesinin diğer bir özelliği de, güven unsurudur. Bu konuda pek çok makale olmakla birlikte ( Vekalet Sözleşmesinde Ücret-Yrd.Doç.Dr.Türker Yalçınduran, 2.baskı Yetkin Yayınları eserinin 246.sayfasında vurgulandığı üzere ) “vekalet sözleşmesi karşılıklı güvene dayalı bir sözleşme olup, güven sözleşmenin önemli bir özelliğini taşır. Bu nedenle taraflardan her biri sözleşmeyi her zaman feshedebilir” denilmekte ve bu hususta vurgu yapılmaktadır. Güven var ise, sözleşme devam eder, güven ilişkisi sarsılmış ise artık istifanın haklı olduğu kabul görmelidir. Bu olayda da, vekil eden şirket ilamın icraya konulmaması için talimat verdiğine göre artık güven ilişkisinin sarsıldığı düşünmelidir. Nasıl ki, ahzu kabza yetkisi alınan avukatın istifası haklı kabul ediliyor ise ( Dairemizin uygulamaları bu yöndedir. ) icra, talimatla engellenmesi de güven ilişkisini zedeler. Müvekkilin burada ücreti ödeyeceğini garanti etmesi ya da depo etmesi gereklidir. Bu nedenle istifa haklıdır ve davacı ücrete hak kazanmıştır.
Diğer bir konuda, bu hususta sözleşmede bu konuda bir düzenleme bulunmadığı iddiasıdır. Sözleşmede icra takibi yapılacağı yönünde bir düzenleme yok ise de, takip yapılmayacağı yönünde de bu kararlaştırma bulunmamaktadır. Vekilin görevini sonuna kadar sürdürme borcu mevcuttur Vekil aldığı işi sonuna kadar takip mecburiyetindedir. Kaldı ki, açılan akdin aynen ifası davası ıslahla tazminat alacağına dönüşmüş ve 107.000 TL.ye hükmedilmiştir. Kararın daha sonra bozulmasının bir önemi yoktur. Zira para alacaklarında ilamın kesinleşmesi gerekmez. Sözleşmede kalan 5.000 TL’nin ödenmesi kesinleşmesi şartına da bağlanmamıştır. Davanın kazanılması yeterlidir. Davalı taraf, budavada akdin aynen ifası davasının alacak davasına dönüşmesine ses çıkarmamış ve hatta alacağını haricen tahsil etme girişiminden söz etmiştir. Öyle olunca, ilamın infazı için ayrı ücret alacağı doğmuştur. Sözleşme olmasa bile yani sadece vekaletname ile dava takip edilseydi dahi icra aşaması için ayrı ücret alacağı doğacaktı. Sözleşmenin 2.maddesinin avukatın aleyhine yorumlanması da bu açıdan doğru değildir. Bütün bunlardan ayrı olarak ilamda hasma tahmil olunan ücret yönünden avukatın hakketti ücretin tahsili de zorlaşmıştır. Bu nedenle sayın çoğunluğun onama yönündeki kararına katılamıyoruz.