Ortaklığın Giderilmesi Davası – İZALE-İ ŞÜYU
2 Haziran 2016ETKİN PİŞMANLIK TCK Md 192; (Sanığın Arama Kararı Bulunmadığı Aşamada Üzerinde Bulunan Uyuşturucu Maddeleri Görevlilere Kendi Rızası İle Teslim Etmek Suretiyle Kendi Suçunun Ortaya Çıkmasına Hizmet ve Yardım Ettiği Anlaşıldığından Hakkında Etkin Pişmanlıkla İlgili Hükümlerin Uygulanması Gerektiği)
13 Haziran 2016BEDELSİZ SENEDİ KULLANMA SUÇU
TCK 156
Madde Metni
Bedelsiz kalmış bir senedi kullanan kimseye, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası verilir.
Madde Gerekçesi
Madde, borçlusunca ödenmiş ve bir suretle elde kalmış senedi, kısmen veya tamamen ödenmemiş gibi kullanan, örneğin ödenmesi için icraya başvuran veya başkasına devreden kimseyi cezalandırmaktadır. Borcun bir bölümü ödenmiş ve geri kalan miktar için elinde tuttuğu senedi, tümü veya kalandan fazla miktan için kullanan sanığın fiilinin de aynı suçu oluşturacağında kuşku yoktur.
Uygulamalı Örnekler ve Açıklamalar
Bedelsiz senedi kullanma suçu TCK’nın 156. maddesinde malvarlığına karşı işlenen suçlar arasında düzenlenmiştir. Bu suçla aslında bedeli ödenmiş veya ödenmesine gerek kalmamış olan senedin fail tarafından, yeniden haksız şekilde bir ödemeyi sağlamak amacıyla resmi makamlar önünde kullanılmasına yönelik fiiller cezalandırılmaktadır.
Suçun konusu, bedelsiz kalan senettir. Buradaki bedelsizlik, senette yazılı meblağın ödenmesi veya ödeme yerine geçen herhangi bir hukuki sebebin ortaya çıkması nedeniyle senette yazlı miktarın artık borçluya karşı ileri sürülememesi anlamına gelmektedir. Ancak buradaki bedelsizlik içerik olarak kullanılmaktadır. Oysa senet şeklen bedelsiz görünmeyebilir Şeklen hukukça hükmü haiz bir senet olarak varlığını koruyabilir. Fakat bu senedin aslında ödendiği ya da ödemeye eşdeğer bir işleme tabi tutulduğu ya da ödenmesine gerek kalmadığı bir vakıa meydana gelmiş olmalıdır. O halde bu suçun konusunu görünüşte hukukça hükmü haiz ve fakat özde hukuka geçerliliği kalmamış senet oluşturmaktadır. Senedin kim tarafından ödendiği önemli değildir. Ancak senedin içerdiği miktarın sadece bir kısmının ödemesi halinde senet sahibi geri kalan kısmın da ödenmesi için resmi makamlara başvurabilir. Senedin bir kısmı ödenmekle birlikte fail hiçbir ödeme yapılmadığı iddiasıyla resmi makamlar önünde senedin tamamı üzerinden bedel isteğinde bulunması halinde senet daha önce kısmen bedelsiz kalması sebebiyle suç oluşacaktır.
Bedelsiz senedi kullanma suçunun faili herkes olabilir, fakat failin, kısmen veya tamamen bedelsiz kalan bir senedi, bu niteliğini bilerek kullanan kişi olması gerekir. Bu kişi senedin lehtarı olabileceği gibi ciro yoluyla senedi elde eden kişi de olabilir. Sanık, bedelsiz kalan senedi avukatına verir, o kişi de bedelsiz kalma durumunu bilerek senedi icraya koyarsa, aynı suça iştirak etmiş olacaktır. Bu suçun mağduru ise, suça konu senetle ilgili ödeme yapan kişidir. Mağdurun, senedin ilk borçlusu olması zorunlu değildir. Mağdur, senedi başkasına verse, bu kişi sanığa ödeme yapsa, sanık buna rağmen icraya koyarsa, mağdur, senedi elinde tutan kişi olacaktır. Suçun konusu ise, kısmen veya tamamen bedelsiz kalan bir senettir.
Suçla korunan hukuki yarar, malvarlığı haklarıdır ve özelde ise kişilerin ticari hayattaki işlerini güven içerisinde yapabilmeleridir. Bu suç kasten işlenebilen bir suçtur, taksirle işlenemez. Suça her türlü iştirak mümkündür. Fakat, senedin kullanılması ile birlikte suçun işlenmesi nedeniyle suça teşebbüs çok zor oluşabilecek bur durumdur. Sanığın, aynı müştekiye karşı birden fazla senedi değişik tarihlerde kullanması durumunda zincirleme suç hükümleri uygulanacaktır.
Bu suç için ağırlatıcı bir neden kanunda düzenlenmemiştir. Hafifletici neden olarak da Kanun’un 167. maddesi bir cezasızlık ve indirim nedeni olacaktır. Zamanaşımı süresi TCK’nın 66/1-e maddesine göre 8 yıldır.
TCK’nın 167. maddesine göre; yağma ve nitelikli yağma hariç, bu bölümde yer alan suçların;
a) Haklarında ayrılık kararı verilmemiş eşlerden birinin,
b) Üstsoy veya altsoyunun veya bu derecede kayın hısımlarından birinin veya evlat edinen veya evlâtlığın,
c) Aynı konutta beraber yaşayan kardeşlerden birinin, zararına olarak işlenmesi hâlinde, ilgili akraba hakkmda cezaya hükmolunmaz.
(2) Bu suçların, haklarında ayrılık kararı verilmiş olan eşlerden birinin, aynı konutta beraber yaşamayan kardeşlerden birinin, aynı konutta beraber yaşamakta olan amca, dayı, hala, teyze, yeğen veya ikinci derecede kayın hısımlarının zararına olarak işlenmesi hâlinde; ilgili akraba hakkında şikâyet üzerine verilecek ceza, yarısı oranında indirilir, hükmüne yer verilmiştir.
Bedelsiz senedi kullanma suçunun oluşabilmesi için; sanığın elinde borçlusunca bedelinin tamamı ya da kısmen ödenmiş bir senet olmalı ve bunu kısmen veya tamamen ödenmemiş gibi tahsile sokması veya bir başkasına devretmesi gerekmektedir.
Borcun bir bölümü ödenmiş ve geri kalan miktar için elinde tuttuğu senedi, tümü veya kalandan fazla miktarı için kullanan sanığın fiili de bedelsiz senedi kullanma suçunu oluşturacaktır.
Suçun oluşması için ortada bir senet olması gerekiyor, bedelinin kısman ya da tamamen ödenmesi gerekir, bu ödeme olgusunun müşteki tarafından yazılı delille ispatı aranmaktadır, ödeme durumu ispat edilemezse sanığın mahkumiyetine karar verilemeyecektir.
Sanık, ödeme yapılmış olan senedi icra takibine koymuş ise de, bu ödeme durumunu bilmediğini ispat ederse yine suç oluşmaz, örneğin sanıkla müşteki arasında devam eden bir cari hesap ilişkisi varsa, müşteki suça konu senetle ilgili ödeme yapmasına rağmen, bu ödemenin senetle ilgili olduğunu belirtmeden sanığın hesabına doğrudan aktarmış ise, bu durumda sanığın, senede ilişkin ödeme yapıldığını bilmediği savunması, suç kastının bulunmaması açısından önem taşıyacaktır.
Sanıkla müşteki arasında, senet bedelinin ödenip ödenmediği hususunda hukuki bir ihtilaf var ise, yine suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle beraat karan verilmelidir.
Sanık, ya ödenmiş senedi icraya koyar, ya da icraya koymak üzere bir başkasına verir, eğer bir başkası, senedin ödendiğini bilerek alır ve icrava koyarsa, her iki sanığın eylem ve fikir birliği içinde hareket ettiği kabul edilerek, TCK’nın 37. maddesi kapsamında sanık hakkında mahkumiyet kararı verilir.
Sanık, senet bedelinin ödenmesinden önce, senedi bir başkasına verdiğini savunursa, bu iddianın araştırılması zorunludur, çünkü senet bedelinin ödenmesinden önce sanığın bu senedi bir borcu için ciro ederek başkasına vermesinde hukuken bir sakınca yoktur. Bu nitelikteki dosyalarda, ödemenin hangi tarihte yapıldığı, sanığın hangi tarihte senedi ciro ettiği, senedi ciro yoluyla alan kişinin, ödeme olgusunu bilip bilmediği araştınlmalı, sanıkla, senedi ciro yoluyla devralan kişi arasındaki hukuksal ilişkiye dair belgeler getirtilerek sanığın suç kastı tartışılmalıdır.
Sanığın, bedeli ödenen senedi, elinde tutması, müşteki borçluya iade edilmemesi, tek başına suçun oluşması için yeterli değildir, ya bu senet icra takibine konulacak, ya da başka birine vererek, bu iki şarttan biri yoksa suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle beraat karan verilecek, örneğin, sanığın senedi icraya koyması için avukatına vermesi, avukatın da, ödeme için müştekiye ihtarname göndermesi durumunda, suçun yasal unsurlan oluşmamıştır. Sanığın, senedi icraya koymasında bir hile bulunmadığı için TCK 158/1-d suçunun unsurları oluşmayacaktır. Senedin icraya konulması suçun oluşması için yeterlidir, bu durumda suç tamamlanmıştır, icra takibi sonrası sanığa ödeme yapılması, suçun tamamlanması için aranmaz.
TCK 156. maddesinde düzenlenen suç şikayete tabidir, şikayet süresi, sanığın senedi başkasına verdiğini öğrendiği tarih ile icra takibine ilişkin ödeme emrinin müşteki borçluya usulüne uygun olarak sanığa tebliğ edildiği tarih veya bu tarihten önce öğrenmiş ise, öğrendiğini beyan ettiği tarih suç tarihidir, uygulamada, Birkaç sene sonra yapılan şikayetlerin bile dinlenerek sanığın mahkumiyetine karar verildiği görülmektedir. Şikayet süresinde değilse kamu davasının düşmesine karar verilmelidir. Şikayet süresini belirleme ve suçun unsurlarının tespiti açısından, ilgili icra dosyası ile senedin kullanılmasına dair bütün belgelerin getirtilerek incelenmesi, onaylı suretlerinin dosyaya konulması gereklidir.
Müştekinin yazılı delille ödeme olgusunu ispat etmesi zorunlu olduğu için, bu hususta tanık dinlenilmesinin önemi yoktur, yazılı delil gereken durumlarda, yüz tane tanık ödendiğini söylese bile yine de suç oluşmayacaktır. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu çerçevesinde tanıkla ispatın mümkün olduğu durumların burada da uygulanması gerektiği kanaatindeyiz.
Senetten kaynaklanan borcun ödendiği hususu Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uyarınca ispatlanamadığı ve elde edilen delillerin sanığın hükümlülüğüne yeter nitelik ve derecede bulunmadığı durumlarda, bedelsiz senedi kullanma suçundan sanığın beraatine karar verilmelidir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 05/02/2013 tarih ve 2012/11-1086 Esas ve 2013/40 Karar sayılı kararında, 60.000 EURO değerindeki senedin bedelsiz olduğunun tanık beyanı ile ispatlanmasının mümkün olup olmadığı tartışılmıştır.
Bu karara göre; ayrıntıları Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 24.03.1989 gün ve 1/2 E. K. sayılı kararında açıklandığı üzere, sanığa yüklenen eylemin 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanun’un cevaz verdiği ayrık durumlar dışında tanıkla ispat olunamayacağı ve elde edilen delillerin sanığın hükümlülüğüne yeter nitelik ve derecede bulunmadığı gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 20.09.2011 gün ve 342-634 sayı ile; “…Mahkememizce daha önce verilen kararda da vurgulandığı üzere söz konusu Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu kararırının bağlayıcı mahiyette olduğu bilinmesine rağmen söz konusu karar ile yürürlükte bulunan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun’un 217. maddesindeki düzenleme arasında çatışma bulunduğu dolayısı ile Ceza Muhakemesi Kanun’un 217. maddesindeki düzenlemeye göre değerlendirme yapılması gerektiği kanaatini taşımaktayız. Çünkü Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile kanun aksine işlem yapılması mümkün değildir. Aksine Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları bağlayıcılıklarını kanundan almaktadırlar. Aynı bağlayıcılıkta olduklarını düşünsek dahi önceki norm, sonraki norm değerlendirmesi yaptığımızda 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki düzenleme sonraki tarihli olduğundan yine 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun’un 217. maddesi uyarınca değerlendirme yapılmasının zorunlu olduğunu düşünmekteyiz. Kaldı ki, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda öngörülen ispat şartının ceza muhakemesinde uygulanamayacağını düşünmekteyiz. Doktrinde de vurgulandığı üzere amaçlarının farklılığı nedeni ile ceza muhakemesinde aranan deliller ile Hukuku Usulü Muhakemesindeki aranan deliller birbirlerinden farklı olmalıdır. Ceza muhakemesinde delil serbestisi ilkesi geçerlidir, hukuk usulünde ise istisnalar dışında biçimsel delil ilkesi geçerlidir. Hukuk usulündeki uyuşmazlıkların ispatında kullanılacak delillerin genellikle önceden hazırlanması olanağının bulunması bu anlamda biçimsel delil ilkesinin kabulünü doğurmuştur. Yine yukarıda da vurguladığımız üzere iki muhakeme alanında izlenen amaçlar birbirinden farklı olduğundan hukuk usulünde biçimsel gerçek yeterli görülse de ceza muhakemesinde maddi gerçeğin araştırılması ve gerçek suçlunun cezalandırılması toplum yararı nedeni ile zorunludur.138 İşte yukarıda açıklanan gerekçeler ışığında iki muhakeme dalı arasındaki farklılıklar da dikkate alınarak, Hukuk Usulü Muhakemesi Kanunu’ndaki söz konusu biçimsel delil ilkesinin ceza muhakemesinde uygulanamayacağını düşünmekteyiz. Kaldı ki, Ceza Muhakemesi Kanun’un 217. maddesindeki düzenleme açıktır. Hakimin delilleri takdir yetkisini düzenleyen söz konusu maddenin 2. fıkrasında ‘yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü bir delille tespit edilebilir’ denmek sureti ile Ceza Muhakemesinde suçun sübutunu değerlendirirken hakimin hukuka uygun her türlü delili kararma dayanak yapabileceğini açıkça ortaya koymuştur. …Dosya kapsamındaki müşteki anlatımı ve bunu destekleyen tanık anlatımlarından anlaşılacağı üzere müştekinin sanığa borcu olup bu borç karşılığında sanığa senet vermiştir. Ancak olay tarihinde tanıkların da beyanları ile kesin olarak belirlendiği üzere müşteki borcunu ödemesine rağmen sanık müştekiyi tanıkların da baskısıyla ikna ederek senedi müştekiye iade etmemiş, bedelini almış olduğu senedi daha sonra icraya koymuştur. Sanığın üzerine atılı suç TCK 156. maddede düzenlenen bedelsiz senedi kullanma suçudur. Madde tanımından da anlaşılacağı üzere suçun unsurlarından biri sanığın kullandığı senedin bedelsiz kalmış olmasıdır. Olayda tartışılması gereken en temel hukuki sorun bu bedelsiz kalma hususunun neye göre belirleneceğidir. Bilindiği üzere hukuk usulü muhakemesi Kanunu’nda belli miktarın üzerindeki borç ve alacakların ödendiği konusunda ispat ancak senet ile yapılabilmektedir. Tanık ile yapılması mümkün değildir. Ancak ifadeden de anlaşılacağı üzere bu hukuk usulü muhakemesi Kanunu’nda getirilmiş bir düzenlemedir. Hukuk Usulü Muhakemesi Kanunu’nda bu şekilde bir şart koşulmasının nedeni bu tip olaylarda şahitle ispat edilmesi halinde toplumda alacak verecek ilişkileri yönünden bir kaos oluşmasını engellemektir. Dolayısıyla amaç kamu düzeninin korunmasıdır. Ancak hepimizin bildiği üzere hukuk usülü muhakemesinin yargılama mantığıyla ceza usûl hukukunda yargılama mantığı birbirinden farklıdır. CMK’nın 217. maddede belirttiği üzere duruşmaya getirilen deliller hakimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir. Dolayısıyla ceza muhakemesinde delil serbestisi ilkesi geçerlidir. Yani suçun unsurları veyahut da diğer hususlar her türlü delil ile ispat edilebilir. Mahkeme hukuka aykırı olmadığı müddetçe bu delillerden herhangi birine dayanabilir. Yine ilgili madde ve ilkeden yola çıkarak teoride de belirtildiği üzere ceza muhakemesinde amaç maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu maddi gerçeğe ulaşırken hukuka aykırı deliller dışında hakim vicdani kanaatine her türlü delili dayanak olarak gösterebilir. Olayımızda da müşteki anlatımı ve bunu destekleyen tanık anlatımlarıyla suçta kullanıldığı anlaşılan senedin bedelsiz olduğu kesin olarak anlaşılmıştır. Kaldı ki böyle düşünüldüğü takdirde kanunda bir engel bulunmadığı halde maddenin kapsamı daraltılmış olur, şöyle ki bedelinin ödendiği yazılı delil ile ispatlanacak bir senedin sanık tarafından işleme konması hayatın olağan akışına aykırı olur. Çünkü bu durumda talebinin reddedileceği açıkça bellidir. Menfaatine aykırı şekilde böyle bir işlemde bulunulması düşünülemez. Kanaatimizce burada Kanun’un amaçladığı husus kötü niyetli bir şekilde bedelsiz kalan bir senedi tekrar tahsil amacıyla işleme konarak iki defa haksız olarak bedel alınmasının engellenmesidir. Tüm bu hususlar değerlendirildiğinde sanığın üzerine atılı suçun unsurları itibariyle oluştuğu, müşteki ve bunu destekleyen tanık anlatımları ile ispatlanmış olmakla sanığın savunmalarına itibar edilmeyerek cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir…” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir. Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “bozma” istekli 04.06.20012 gün ve 32981 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
Sanığın bedelsiz senedi kullanma suçundan mahkûmiyetine karar verilen olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, 60.000 EURO değerindeki senedin bedelsiz olduğunun tanık beyanı ile ispatlanmasının mümkün olup olmadığının ve buna bağlı olarak atılı suçun sübuta erip ermediğinin belirlenmesine ilişkindir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Bedelsiz Senedi Kullanma” başlıklı 156. maddesi; “Bedelsiz kalmış bir senedi kullanan kimseye, şikâyet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası verilir” hükmünü içermektedir. Buna göre, borçlusunca ödenmiş ve bir şekilde elde kalmış senedi, kısmen veya tamamen ödenmemiş gibi kullanan, örneğin ödenmesi için icraya başvuran veya başkasına devreden kimse cezalandırılmakta olup senedin borçlusu tarafından ödenmiş olması suçun unsurlarındandır.
Uyuşmazlık konusunun çözümüne yönelik olarak, bedelsiz senedi kullanma suçundan açılan kamu davasının yargılaması sırasında borcun ödenmesi nedeniyle senedin bedelsiz olduğunun ispatı açısından tanık dinlenip dinlenemeyeceği konusunda hangi usul hükümlerinin uygulanması gerektiği değerlendirilmelidir. Suç ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanun’un 288. maddesinde; “Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıklan zamanki miktar veya değerleri dörtyüz milyon lirayı geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir.
Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma (ibra) gibi herhangi bir sebeple dörtyüz milyon liradan aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz, 290. maddesinde ise, “Senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı defi olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler dörtyüz milyon liradan az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz” hükümleri yer almaktadır. Hüküm tarihinden sonra 01.10.2011 günü yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 200. maddesi ise; “(1) Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz. (2)Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir”, 201. maddesi ile de; “(1) Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz” şeklinde düzenlemeler getirilmiştir.
Yerleşmiş yargısal kararlar ve öğretideki baskın görüşlerde de, senede müstenit olan her nevi iddiaya karşı ileri sürülecek savunmaların tanıkla ispatının mümkün olmadığı, ancak senetle ispat zorunluluğunun yalnız hukuki işlemler için olup hukuki fiillerin senetle ispat zorunluluğunun bulunmadığı, borcun ödenmesi, bir borcu sona erdirme amacına yönelik olduğu için bir hukuki fiil değil, hukuki işlem olduğundan, senede bağlı borçların ödendiğinin de tanıkla ispat olunamaması gerektiği belirtilmiştir.
Senede karşı ileri sürülen hukuki işlemlerin değeri ne olursa olsun tanıkla ispat olunamayacağı kuralı suç ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK’nun 290. maddesinde hükme bağlanmakla birlikte, aynı kanunda senetle ispatın istisnalarına da yer verilmiştir.
1086 sayılı HUMK’nın 293. maddesinde,
1 – Usul ve füru, birader ve hemşire veya karı koca ve kayınpeder ve valide ile damat ve gelin arasındaki muameleler,
2- Cürümden mütevellit olsun olmasın tazminatı müstelzim fiiller,
3- Yangın veya kazayı bahri veyahut düşman istilası gibi senet alınması gayrimümkün veya fevkalade müşkül hallerde yapılan muameleler.
4- Halin icabına ve iki tarafın vaziyetlerine nazaran senede raptı müte-amil olmayan muameleler,
5- Akitlerde hata, hile, gabin, cebir ve ikrah vukuu” hallerinde tanıkla ispat yapılabileceği hüküm altma alınmış,
294. maddede de; “Nagehani bir hadise veya mücbir bir sebep ile senedin sahibi yedinde veyahut her ne suretle olursa olsun alelûsul tevdi olunan resmi memur nezdinde zayi olduğu hakkında delil ve emareler mevcut olduğu takdirde” tanıkla ispat olunabileceği belirtilmiştir.
Bu istisnalar dışında, hukuk muhakemesinde senede bağlı bir borcun ödendiği hususunun senetle ispatı gerekmekte olup, bu nitelikte bir borcu elden ödeyen bir kimse muhtemel tehlikelere ve onun hukuki sonuçlarına katlanmalı ve senede karşı savunmasını yazılı delillerle ispat etmelidir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu yönünden açıklanmış bulunan “istisnalar dışında tanıkla ispatın mümkün olmadığı”na ilişkin bu kuralın 5237 sayılı TCK’nın 156. maddesi yönünden ceza mahkemesinde de geçerli olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 254. maddesi, “Mahkeme irat ve ikame edilen delilleri duruşmadan ve tahkikattan edineceği kanaate göre takdir eder. Sokturma ve kovuşturma organlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz”, 255. maddesi ise; “Bir fiilin suç olup olmaması, adi hukuka müteallik bir meselenin halline bağlı ise ceza mahkemesi bu Meseleye dahi ceza işlerindeki usul ve deliller için mer’i kaidelere göre karar verir. Bununla beraber mahkeme, muhakemeyi talik ve hukuk davası açılması için alakadarlara bir mehil verebilir.
Hukuk mahkemesinden bu babda bir hüküm çıkmasını da bekleyebilir. Ceza mahkemelerinde son tahkikat esnasında suçtan zarar görenlerle maznunların yaşlarında ceza hükümleri bakımından lüzum görülecek tashihlerin Nüfus Kanunu’ndaki usule göre icrası ceza mahkemesine aiddir. Bu babda verilecek karar esas hükümle birlikte temyiz olunabilir” şeklinde düzenlenmişken, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 217. maddesinde;
“(1) Hâkim, kararım ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir”,
218. maddesinde ise, “(1) Yüklenen suçun ispatı, ceza mahkemelerinden başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı ise; ceza mahkemesi bu sorunla ilgili olarak da bu Kanun hükümlerine göre karar verebilir. Ancak, bu sorunla ilgili olarak görevli mahkemede dava açılması veya açılmış davarım sonuçlanması ile ilgili olarak bekletici sorun kararı verebilir.
(2)Kovuşturma evresinde mağdur veya sanığın yaşının ceza hükümleri bakımından tespitiyle ilgili bir sorunla karşılaşılması halinde; mahkeme, ilgili kanunda belirlenen usule göre bu sorunu çözerek hükmünü verir” hükümlerine yer verilmiştir.
Buna göre, bir eylemin suç olup olmaması başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı ise, ceza mahkemesi bu sorunu kendi çözümleyebileceği gibi, yargılamaya ara vererek hukuk davası açılması için ilgililere uygun bir süre verebilecek ve hukuk mahkemesinden bu konuda bir karar verilmesini de bekleyebilecektir. İlgililere süre verilerek hukuk mahkemesinden bir kararın çıkması beklendiği takdirde, örneğin senetten kaynaklanan bir borcun ödenip ödenmediği ile ilgili değerlendirme yapan hukuk mahkemesi, ceza usulünde benimsenen serbest delil ilkesi hükümlerine göre değil, hukuk usulünde uygulanan “istisnalar dışında senede karşı iddiaların ancak senetle ispat edilebileceği” ilkesi uyarınca bir karar tesis edecek ve senet hakkında hukuk mahkemesince verilen karar ceza mahkemesini de bağlayacaktır.
Görüldüğü üzere, ceza mahkemesi yüklenen suçun ispatı açısından ceza usulü kuralları içinde karara bağlamadığı bir sorunun hukuk mahkemesinde çözümüne imkan tanımışsa, artık hukuk mahkemesinden verilen kararla bağlı olacaktır. Başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunu kendisi karara bağlamak istediği takdirde ise, yine aynı kuralları, yani hukuk usulünde benimsenen kuralları uygulaması gerekecektir. Aksi halin kabulünde çelişkili kararların tesisi ihtimali nedeniyle adalete olan güven sarsılacaktır. Bu durumda ceza mahkemesi, bir fiilin suç olup olmamasını değil, bir hukuki işlemin, yani senede bağlı bir borcun ödenip ödenmediğini belirleyerek sonuca gideceğinden, senede bağlı bir borcun ödenip ödenmediğine bağlı olarak da bedelsiz senedin kullanılması suçunun sübutunu hukuk usulünde öngörülen kuralları uygulamak suretiyle çözümlemek zorundadır. Bu zorunluluk yalnızca ödeme iddiasına ilişkin olup, sanığın kastı, senedi kullanıp kullanmadığı gibi diğer unsurları değerlendirirken ceza muhakemesindeki serbest delil ilkesine uygun şekilde takdirini kullanabilecektir.
Ceza ve hukuk mahkemelerinde, sübuta ilişkin bir sorunun çözümünde farklı usul kurallarının uygulanması farklı hukuki sonuçları ortaya çıkarabilecektir. Senede bağlı bir borcun ödendiği iddiasının ceza mahkemesinde serbest delil usulü, hukuk mahkemesinde ise, istisnalar dışında sınırlı delil usulüne göre çözümünün ve bundan dolayı farklı sonuçların ortaya çıkmasının kabulü, adalet ve hakkaniyete aykırı düşecektir. Bu nedenle, senede bağlı borcun ödenip ödenmediğine ilişkin sorunun çözümünde, ceza ve hukuk mahkemelerinden verilen farklı kararların uygulamada doğuracağı sakıncalarının önlenmesi bakımından, tanıkla ispat konusunda ceza mahkemesinin hukuk mahkemesinin bağlı olduğu usul kurallarım uygulaması gerekmektedir.
Diğer bir anlatımla, farklı usul hükümlerinin uygulanması nedeniyle senetten kaynaklanan borcun ödendiği iddiasının ceza mahkemesinde sabit görülerek mahkûmiyet karan verilmesi, buna karşılık hukuk mahkemesinde ödeme iddiasının yerinde olmadığının kabulü ile alacağın geçerli görülmesi durumunda, ceza mahkemesi kararı sonucu bedelsiz senedi kullanma suçundan hakkında mahkûmiyet hükmü kurulan alacaklı, hukuk mahkemesi kararına göre alacağım icrada tahsil edebilecektir. Bu tür sakıncalara ve böylesine çelişkili bir durumun ortaya çıkmasına hukuk mantığının cevaz vermeyeceği açıktır. Aksinin kabulü halinde senet borçlusu hiçbir zaman ilgili hukuk mahkemesine başvurma yoluna gitmeyecek, tanık temin ederek Cumhuriyet Savcılığına başvurmak suretiyle kamu davası açılmasını ve açılan kamu davasına katılmak suretiyle şahsi hakkının hüküm altına alınmasını sağlayabilecektir. Hal böyle olunca Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümleriyle getirilen sınırlamaların uygulanma imkanı da eylemli olarak ortadan kalkacaktır.
Üstelik bu kabul, elinde gerçeğe ve hukuka uygun olarak düzenlenmiş senet bulunan alacaklının senede konu alacağını tahsil edememe tehlikesinin yanında, TCK’nın 156. maddesinde düzenlenen ceza tehdidi altında bulundurulmasına neden olacak, hatta Hukuk Muhakemeleri Kanunu, İcra İflas Kanunu ve Ticaret Kanunu hükümlerine güvenerek alacağım hukuki yönden güvende gördüğü için, işlemlerin yapılması sırasında tanık temini yoluna gitmeyen alacaklının kolayca mahkûm edilmesi sonucunu ortaya çıkaracak ve ekonomik hayatta güvensizliğe neden olacaktır. Nitekim, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanun’un yürürlükte olduğu dönemde benzer uyuşmazlık konularının değerlendirildiği 12.04.1933 gün ve 31-7 sayılı, 02.04.1941 gün ve 19-12 sayılı, 24.03.1989 gün ve 1-2 sayılı İçtihat Birleştirme Kararlarında ve Ceza Genel Kurulu’nun 17.03.1986 gün ve 464-126 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmış olup, 1412 sayılı CMUK’nın 254 ve 255. maddeleri ile 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanun’un 217 ve 218. maddelerinin uyuşmazlık konusunu ilgilendiren bölümleri itibariyle paralel hükümler içermeleri nedeniyle değişen ceza mevzuatı karşısında dahi söz konusu İçtihadı Birleştirme Kararları halen geçerliliklerini korumaktadır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; katılan İ. ile sanık B. arasında 60.000 EURO bedelindeki bono ile ortaya konan bir borç ilişkisinin bulunduğu ve katılanın senetten kaynaklanan borcu ödediğine ilişkin hukuka uygun olarak yalnızca tanık deliline dayandığı olayda; ceza muhakemesinde hakimin delilleri serbestçe takdir edeceği açıklanmış ve ispat vasıtaları yönünden bir sınırlama getirilmemiş ise de, hukuki bir ilişkinin sonucu olup, aynı zamanda cezai sorumluluğu da gerektiren işlemlerde hukuk mahkemelerinde aranılan ispat şeklinin ceza mahkemelerinde de aranması gerektiği, ceza mahkemelerinden verilen mahkûmiyet hükümlerinin hukuk mahkemelerini de bağlayacağı, bedelsiz senedi kullanma suçunun işlendiğinin tanıkla ispatı kabul olunduğu takdirde katılanın ceza ilamına dayanarak 60.000 EURO bedelindeki borcu ödediğini herhangi bir yazılı delile ihtiyaç olmadan ispat edebileceği, bunun da miktar itibariyla tanıkla ispat edilemeyecek bir iddianın HUMK’a aykırı olarak tanıkla ispatı sonucunu doğuracağı açık olup, katilanın senedin ödenmesine rağmen kullanıldığı yönündeki iddiasının tanık anlatımlarına göre sabit kabul edilmesi ve sanığın mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizdir.
Bu itibarla, senetten kaynaklanan borcun ödendiği hususu Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uyarınca ispatlanamadığı ve elde edilen delillerin sanığın hükümlülüğüne yeter nitelik ve derecede bulunmadığı anlaşıldığından, bedelsiz senedi kullanma suçundan sanığın mahkûmiyetine ilişkin direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Yüksek Dairece, 765 sayılı TCK’nm 509. maddesinin uygulanması ile ilgili İ.B.K/nm yeni yasa döneminde de bağlayıcılığını sürdürdüğü kabul edilerek bozma yapılmıştır. Bu nedenle öncelikle bu sorun çözümlenmeli ve bilahare varılan sonuca göre dosyadaki deliller değerlendirilmeliydi, bu konu çözümlenmeden, dosyadaki diğer delillerin değerlendirilmesi kanaatimizce mümkün değildir. Verilen kararm somut olaya özgü olduğu ileri sürülebilir ise de, öncelikle ilkelerin belirlenmesi ve daha sonra somut olayın değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yargıtay 15. Ceza Dairesi de; sanığın, petrol ticaretiyle uğraşırken katilarım da sanığa borçlandığı, bu borç karşılığında suça konu 5.000 TL bedelli senedi verdiği, senet bedelini ödemesine rağmen sanığın ödenmediği iddiasıyla icraya başvurduğu, böylece sanığın, bedelsiz senedi kullanma suçunu işlediği iddia edilmiş ise, yukarıda belirtilen Yargıtay Ceza Genel Kuru-lu’nun 05/02/2013 gün ve 2012/11-1086 Esas ve 2013/40 Karar sayılı kararında da vurgulandığı üzere, bedelsiz senedin kullanıldığını iddia eden kişinin bunu yazılı delille ispatlaması gerektiği dikkate alınarak ve katıla-nın da, yaptığını belirttiği ödemelere ilişkin yazılı bir delil sunamadığı anlaşılmakla, suçun unsurlarının oluşmadığı ve sanığın mahkumiyetine yeter kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gerekçeleriyle 5271 sayılı CMK’nın 223/2-a, e maddeleri kapsamında sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmesi gerekçesiyle bozma kararları vermektedir.
Aralarında birden fazla ticari ilişki olup suça konu senedin bedelsiz kaldığının sabit bulunmaması halinde sanığın beraatine karar verilmelidir. Sanığın sattığı mal karşılığı 1.500 TL alacağma karşılık katılanca verilen senedin bedeli ödenmesine rağmen senedin iade edilmeyerek icra takibine konulması şeklinde gerçekleşen olayda, aralarmda birden fazla ticari ilişki olup suça konu senedin bedelsiz kaldığının sabit bulunmaması nedeniyle sanığın beraatine karar verilmelidir.
Hüküm verildikten sonra, mağdur vekilinin dilekçeyle şikayetten vazgeçmesi halinde, sanığa yüklenen bedelsiz senedi kullanma suçunun soruşturulması ve kovuşturulmasının şikayete bağlı olduğu gözetilerek,
5237 sayılı TCK’nın 73/6. maddesi gereğince şikayetten vazgeçmeyi kabul edip etmediği hususunda sanığın beyanı saptanarak sonucuna göre hukuki durumunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması gerektiği gerekçesiyle bozma kararı verilmektedir.
Uygulamada birçok dosyada eksik inceleme sonucu karar verildiği görülmektedir, örneğin, katılanm, suç tarihinden önce ve sonra olmak üzere sanığa ait şirketten sürekli alışveriş yaptığı, bu çerçevede yapılan alışverişlerin senetlere bağlandığı ya da ödemelerin bir kısmının makbuz karşılığı elden yapıldığı, suça konu 960 TL ve 450 TL bedelli senetlerin karşılığının ödenmesine rağmen, sanığın senetleri icra takibine koymak suretiyle, bedelsiz senedi kullanma suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda, gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkarılması açısından, sanığın ifadesinde, katılanm bu senetler haricinde de kendisine borcu olduğunu ve bu borçlara mahsuben senetleri icraya koyduklarını belirtmesi karşısmda, sanığın şirketinde bulunan ve katilarda şirket arasmdaki ticaret ilişkisine dair fatura, fiş, makbuz, senet, ödeme belgeleri, taksit planları, ticari defterler, bilgisayar ve muhasebe kayıtları ile diğer belgelerin ve katılanm elinde bulunup da ödenen senetlerin ve sanıkla arasmdaki ticari ilişkiye dair bilgi ve belgelerin tamamının getirtilerek incelenmesi, onaylı suretlerinin dosyaya konulması, bütün delillerin toplanmasından sonra dosyanın bilirkişiye tevdü-nin sağlanarak, sanıkla katılan arasmdaki alışverişin hangi tarihte başladığı, katılanm sanıktan hangi tarihte ne satın aldığı, bunun karşılığında ödeme yapıp yapmadığı, yaptıysa hangi belgeye istinaden hangi tarihte yaptığı, ödeme belgelerinin bulunup bulunmadığı, yapılan ödemelerin her iki taraf kayıtlarında olup olmadığı, kayıtların uyumlu olup olmadığı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 05/02/2013 gün ve 2012/11-1086 Esas ve 2013/40 Karar sayılı kararmda da vurgulandığı üzere, bedelsiz senedin kullanıldığını iddia eden kişinin bunu yazılı delille ispatlaması gerektiği ve katılanm da ödemeye dair yazılı belgesi bulunduğunu belirttiği dikkate almayarak, katılanm yaptığını belirttiği ödemelere ilişkin yazılı bir delil sunup sunamadığı, yaptığı ödemelerin suça konu senetlere mahsus ödemeler olup olmadığı, taraflar arasında bir cari hesap ilişkisinin bulunup bulunmadığı, sonuç itibariyle katılanm, sanığa ait işyerine borcunun olup olmadığı, bu borcun miktarının ne kadar olduğu, söz konusu senetlerin bedelsiz kalıp kalmadığı hususlarında denetime elverişli bilirkişi raporu alınmasından sonra sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdirinin gerektiği gözetilmelidir.
Yine, sanığın açtığı icra takip dosyası veya bulunuyor ise ilgili dava dosyasının getirtilip incelenmesi, onaylı suretlerinin dosyaya konulması, katılan tarafından, ödemeyle ilgili yazılı delil sunulup sunulmadığının araştırılmasından sonra sonucuna göre sanığın hukuki durumu tayin ve takdir edilmelidir.
Sanığın, kendisine ödeme yapıldıktan önce mi sonra mı senedi kullandığı araştırılmalıdır, örneğin; katilarım, dershane kayıt ücreti olarak sanığa 1.500 TL bedelli senet verip daha sonra bu senet bedelini ödemesine rağmen, sanığın, kendi borcu için senedi bankaya teminat olarak verdiği, bankanın da senet bedeli ödenmediği gerekçesiyle katılan aleyhine icra takibine girişmesi sonucu katılanm, aynı senetle ilgili olarak ikinci kaz bankaya ödeme yapmak zorunda kaldığı, böylece sanığın bedelsiz senedi kullanma suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda, sanığa yüklenen eylemin TCK’nın 156. maddesi kapsammda bedelsiz senedin kullanılması suçunu oluşturduğu dikkate almarak, sanığın, senedi bankaya, katılan tarafından ödeme yapıldıktan önce mi sonra mı verdiği ve ödeme yaptıktan sonra sanığın banka nezdinde bir girişimde bulunup bulunmadığının tespiti açısından, ilgili bankaya yazı yazılarak ilgili kredi ve teminat alınmasına dair dosya ile icra dosyasının getirtilerek incelenmesi, onaylı suretinin dosyaya konulması, buna göre sanığın, suç işleme kastıyla hareket edip etmediğinin karar yerinde tartışılmasından sonra sonucuna göre sanığın hukuki durum tayin ve takdir edilmelidir.
Bir başka örnek verecek olursak; T. Anonim Şirketi’nin yetkilisi olan sanığın katılanla devre tatil sözleşmesi yaptıkları, katılanm, bu hizmet karşılığı sanığa on iki adet ve toplam 3.250 TL bedelli senet verdiği, senetlerin bir kısmının bedelinin ödenmesine ve taraflar arasmda geri kalan senetlerin de geçersiz olduğu hususunda protokol yapılmasına rağmen, sanığın senetleri başkasma ciro ettiği, ciro ile senetleri alan kişinin de senedi icra takibine koymak suretiyle, sanığın bedelsiz senedi kullanma suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda, sanığın elinde bulundurduğu senetleri hangi tarihte ciro ettiği, senedi ciro yoluyla ele geçiren kişi tarafından icra takibinin hangi tarihte yapıldığı, sanıkla katılan arasmda yapılan senetlerin geçersiz olduğuna dair protokolün hangi tarihte yapıldığı, bu hususlara dair belgelerin neler olduğu hususlarmm araştırılması, ilgili belgelerin dosyaya konması, sanığın suç işleme kastıran bulunup bulunmadığı da karar yerinde tartışılarak sonucuna göre sanığın hukuki durum tayin ve takdir edilmelidir.
Sanık hakkında, aynı senetle ilgili olarak ikinci bir dava açıldığı iddia ediliyor ise bu iddia araştırılmalıdır. Ceza yargılaması yapılabilmesi için bir takım “olmazsa olmaz” (sine qua non) şartlar aranır. Muhakeme yapılmasına engel olan bu şartlardan birisi “Non bis in idem” olarak ifade edilen, hüküm veya açılmış dava bulunmamasıdır. Kanunlarda açıkça yazılı olmadan da yaşayan bir hukuk normu olarak uygulanan, doktrinde de kabul olunan ve muhakeme hukukunun ana ilkelerinden olan “Non bis in idem” ilkesi 1412 sayılı CMUK’nın 253. maddesinin üçüncü fıkrasında; “Aynı konuda, aynı sanık için evvelce verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava var ise davanın reddine karar verilir”, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın “Duruşmanın sona ermesi ve hüküm” başlıklı 223. maddesinin yedinci fıkrasında ise; “Aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilir” şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerden anlaşılacağı üzere, aynı fiil nedeniyle, aynı sanık hakkında önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davarım reddine karar verilecektir. “Non bis in idem” ilkesine uluslararası sözleşmelerde de yer verilmiş olup, konu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 7 numaralı Ek Protokolü’nün “Aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı” başlıklı 4. maddesinin ilk fıkrasında; “Hiç kimse bir Devletin ceza yargılaması usulüne ve yasaya uygun olarak kesin bir hükümle mahkûm edildiği ya da beraat ettiği bir suçtan dolayı aynı Devletin yargısal yetkisi altındaki yargılama usulleri çerçevesinde yeniden yargılanamaz veya mahkûm edilemez” şeklinde ifade edilmiştir. Davaların konusu, tarafları ve sebebinin aynı olup olmadığının 5271 sayılı CMK’nın 223/7. maddesinin uygulanıp uygulanmaması açısından karar yerinde tartışılarak, sonucuna göre sanığın hukuki durumu takdir ve tayin edilmelidir.
Açıklamalı Yargıtay Kararları
-TCK 156 suçu şikayete tabidir.
Sanığın, katılanın ödediği 250 TL’lik 2 adet senedini katılana senetlerin yanında olmadığını söyleyerek iade etmeyip sonrasında tahsil amacıyla suça konu senetleri icraya koyarak bedelsiz senedi kullanma suçunu işlediği iddia olunan somut olayda; TCK’nın 156/1. maddesinde düzenlenen “bedelsiz senedi kullanma” suçunun soruşturma ve kovuşturmasının şikayete bağlı olduğu, bedelsiz kaldığı halde icra takibine konulduğu iddia edilen senetlerin … İcra Müdürülüğünün … ve … sayılı icra dosyalan ile icraya verildiğinin, … sayılı icra dosyasının ödeme emrinin katılanın adresinde oğluna 06.06.2006 tarihinde tebliğ edildiğinin, 2006/7008 sayılı icra dosyasının ödeme emrinin ise bizzat sanığın kendisine 06.07.2006 tarihinde tebliğ edildiğinin anlaşıldığı, katılanın ise 28/12/2007 tarihinde şikayette bulunduğu, altı aylık şikayet süresi geçtiğinden dava şartının gerçekleşmediği dikkate alınarak kamu davasının düşürülmesine karar verilmesi gerekirken, yargılamaya devamla yazılı şekilde beraat kararı verilmesi, (Yargıtay 15. CD, 13/05/2014 Tarih ve 2013/2364 Esas, 2014/9404 Karar sayılı Karar)
-Katılanların, sanıktan aldıkları borca karşılık verdiği 12.01.2008 keşide tarihli 6 060,00 TL bedelli çekin karşılığını ödemesine rağmen, sanığın çeki icra takibine koyduğunun iddia edildiği somut olayda; TCK’nın 156. maddesinde düzenlenen bedelsiz senedi kullanma suçunun soruşturma ve kovuşturmasının şikayete tabi olması, katılana ödeme emrinin 06.02.2008 tarihinde tebliğ edilmesine rağmen, şikayetin 07.07.2009 tarihinde yapıldığı TCK’nın 73. maddesi gereğince fiil ve failin öğrenilmesinden itibaren başlayan alt aylık şikayet sürenin geçtiği gerekçesi ile verilen düşme kararında bir isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 03/04/2014 Tarih ve 2012/21942 Esas, 2014/6326 Karar sayılı Karar)
-Şikayetçi A.D. ile Y. Ltd. Şti. arasında ticari ilişki bulunduğu, bu İlişkiye göre şikayetçinin sanığın yetkilisi olduğu şirketten borç para alındığı, karışiığında da alınan borç miktannca belli dönemlerde şirkete ürün teslim edildiği, borç karşılığında da şirkete 20/01/2006 tarihli senedin verilmiş olduğu, senede bağlı borcun şikayetçi tarafından ödenmemesi nedeniyle şirket tarafından … İcra Müdürlüğü’nün 2007/1342 esas sayılı dosyasından icra takibi başlatıldığı, şikayetçinin ise senedin bedelini ödemiş olmasına karşın sanık M.Y.’nin senedi icra takibine koyarak kendisini mağdur ettiği iddia olunan somut olayda; TCK’nın 156/1. maddesinde düzenlenen “bedelsiz senedi kullanma” suçunun soruşturma ve kovuşturmasının şikayete bağlı olduğu, ödeme emrinin 29.11.2007 tarihinde düzenlendiği, ödeme emrinin tebliğine ilişkin tebligat parçası dosya arasında bulunmasa da İcra Müdürlüğü cevabından 03.12.2007 tarihinde tebliğ olunduğunun anlaşıldığı, şikayet tarihinin ise 23.02.2011 tarihi olduğu, bu itibarla altı aylık şikayet süresi geçtiğinden dava şartının gerçekleşmediği dikkate alınarak kamu davasının düşürülmesine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, yargılamaya devamla yazılı şekilde beraat kararı verilmesi, (Yargıtay 15. CD, 23/12/2014 Tarih ve 2014/20539 Esas, 2014/21865 Karar sayılı Karar)
-Şikayet süresinin tespiti açısından tebligatın müştekiye hangi tarihte yapıldığının araştırılması gerekir.
Somut olayda; sanığın, katılana sattığı iş makinesi karşılığında toplam 11.000 TL bedelli beş adet bono aldığı senet aldığı, katılanın sanığa 8.000 TL ödeme yapmasına rağmen tüm bonoları icra dairesinde takibe koyduğu iddia edilen olayda; TCK’nın 156/1. maddesinde düzenlenen “bedelsiz senedi kullanma” suçunun soruşturma ve kovuşturmanın şikayete bağlı olduğu, ödeme emrinin 11.11.2008 tarihinde düzenlendiği, ödeme emrinin tebliğine ilişkin tebligat parçası dosya arasında bulunmadığından buna ilişkin tebligat Parçasının ilgili icra dosyasından temin edilerek şikayetin süresinde olup olmadığı esPit edildikten sonra sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden 1 soruşturmayla yazılı şekilde karar verilmesi, (Yargıtay 15. CD, 16/09/2014 Tarih ve 2013/927 Esas, 2014/14732 Karar sayılı Karar)
Suç tarihinde , sanığın elinde bulunan çeklerin geçersiz olduğuna ilişkin 08/12/2007 günlü özel belgeyi imzalamasına ve bunu ikrar etmesine rağmen, belgede geçersiz oldukları belirtilen ,20.12/2007 ve 25/12/2007 keşide tarihli 7.500 TL + 4500 TL miktarlı çekleri sanığa icra müdürlüğünün 2008/1175 Esas numarası üzerinden icraya koyduğu, bu şekilde sanığın üzerine atılı bedelsiz senedi kullanma suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda; Katılan hakkında, 04/12/2007 tarihinde icra takibi yapılarak ödeme emri gönderildiği dikkate alınarak, ödeme emrinin sanığa hangi tarihte tebliğ edildiği, buna göre katılanın icra takibinden hangi tarihte haberdar olduğunun ve şikayetin süresinde olup olmadığının belirlenmesinden sonra sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerektiği gözetilmeden eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması, (Yargıtay 15. CD, 09/07/2014 Tarih ve 2012/21497 Esas, 2014/13859 Karar sayılı Karar)
-Mağdur, sanıklardan biri hakkındaki şikayetten vazgeçerse, bu vazgeçme diğer sanığa da sirayet eder.
Sanığın, müştekinin 2006 yılı içerisinde verdiği borç para karşılığında aldığı 3 adet senetten birini borcunu ödemesine rağmen yanında çalışan temyiz dışı sanık MAS aracılığıyla icraya koymak suretiyle iştirak halinde bedelsiz senedi tahsile koyma suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda, sanıklar ve müştekinin hazır bulunduğu celsede müştekiden hemen sonra söz alan müşteki vekilinin temyiz dışı sanık M.A.S hakkında şikayetten vazgeçip diğer sanıktan şikayetçi olduklarını beyan etmesi karşısında, iştirak halinde işlenen suçlarda şikayetten vazgeçmenin diğer sanıklara sirayet edeceği hususu göz önünde bulundurulduğunda, takibi şikayete bağlı bir suç olan bedelsiz senedi tahsile koyma suçuna ilişkin olarak, 5237 sayılı TCK’nın 73/6 maddesi uyarınca sanığın şikayetten vazgeçmeyi kabul edip etmediği konusunda beyanı saptanarak sonucuna göre hukuki durumunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması, (Yargıtay 15. CD, 12/03/2014 Tarih ve 2012/10740 Esas, 2014/4652 Karar sayılı Karar)
-Müşteki, ödeme yapılmasına rağmen, senedin kullanıldığını ispat ederse sanığın mahkumiyetine karar verilecektir.
Katılanların, M. Pasajı ve Apartmanı yöneticileri olup yönetim olarak sanıktan apartman için tonu 140,00 TL’den olmak üzere seksen ton kömür aldıkları, karşılığında sanığa aylık taksitler halinde ödenmek üzere on bir adet senet verdikleri, sanığın, katılanlara 3.733,80 TL’ye denk gelecek miktarda kömür teslimi yaptıktan sonra geri kalan kömürleri teslim etmediği, bunun üzerine katılanların, noter vasıtasıyla ihtarname göndererek sanıkla aralarındaki sözleşmeyi feshettikleri, buna rağmen sanığın kendisinde kalan toplam 8.000 TL bedelli sekiz adet senedi bedelsiz kaldıkları halde arkadaşı olan temyiz dışı sanık E.Y/ye ciro ettiği, bu kişinin de, senetlerden altı tanesini temyiz dışı sanık S.K.’ye ciro edip verdikten sonra bu kişilerin, katılanlar aleyhine icra takibine giriştikleri, katılanların teslim edilen mala ilişkin ödemeleri yaptıklarının makbuzlarla ispat edildiği, böylece sanığın bedelsiz senedi kullanma suçun işlediğinin sanık ve katılanlar beyanı, makbuzlar, sözleşme, ihtarname ile tüm dosya kapsamına göre, suçun sanık tarafından işlendiği sabit olmakla bu gerekçelere dayanan mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik bulunmamıştır. (Yargıtay 15. CD, 21/05/2014 Tarih ve 2012/17329 Esas, 2014/9974 Karar sayılı Karar)
– Somut olayda; sanığın …. plaka sayılı aracını şikayetçiye aralarında 09.06.2007 tarihinde protokol düzenleyerek sattığı, şikayetçiden araç satış bedeli olan 25.000 TL karşılığı olarak 12.500 TL ‘lik iki adet bono aldığı, sanığın şikayetçiye söz konusu aracın resmi satışını yapmaması üzerine şikayetçinin aracı sanığa teslim ettiği,sanığın senetlerden bir tanesini şikayetçiye teslim ettiği,ancak 15.09.2007 vade tarihli senedi evinde unuttuğunu bahane ederek iade etmediği, daha sonra bu senet üzerinden icra takibi başlatarak bedelsiz kalmış senedi kullandığı anlaşılmakla sanığın mahkumiyetine yönelik kabulde bir isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 07/07/2014 Tarih ve 2012/22117 Esas, 2014/13419 Karar sayılı Karar)
-Katılanın, aralarında bulunan ticari ilişki çerçevesinde sanığa, 25.03.2008 vade tarihli 9500 TL bedelli, 05.04.2008 vade tarihli 10.000 TL bedelli ve 10.04.2008 vade tarihli 10.000 TL bedelli üç adet senet verdiği, akabinde katılanın bu senetlere dayalı olan borcunu ödeyip buna dair ibra belgesi almasına rağmen sanığın suça konu senetleri …Bankası … Şubesine ciro ederek işleme koyduğu, adı geçen banka tarafından da katılan hakkında … İcra Müdürlüğünün … esas sayılı dosyası üzerinden icra takibi başlatıldığının iddia edildiği olayda, sanık savunması, katılan ifadesi, ibra belgesi, icra takibi ve tüm dosya kapsamına göre suçun sanık tarafından işlendiği sabit olmakla bu gerekçelere dayanan mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik bulunmamıştır. (Yargıtay 15. CD, 03/04/2014 Tarih ve 2012/14740 Esas, 2014/6343 Karar sayılı Karar)
-Sanığın, şirket yetkilisi olarak yapılan ödemeden haberinin olmadığını iddia ediyor ise bu iddia araştırılmalı, suç kastıyla hareket edip etmediği karar yerinde tartışılmalıdır.
Somut olayda; sanığın müşteki A. A.Ş.’nin satın almış olduğu temizlik malzemeleri karşılığında, sanığın yetkilisi olduğu G. Tıc. Ltd. Şti/ne şirket muavin defter kayıtlarında görüldüğü üzere 1.203.60 TL’yi ödemesine rağmen sanığın … İcra Müdürlüğü’nün … esas sayılı dosyası üzerinden aynı alacak (1.203.60 TL) nedeniyle müşteki aleyhine icra takibi başlatarak bedelsiz senedi kullanma suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda,… İcra Müdürlüğünde … sayılı takip dosyası, duruşmada dinlenen tanık beyanları ve tüm dosya kapsamından; müştekinin temsilcisi olduğu A. A.Ş. ile sanığın müdürü olduğu şirket arasında gerçekleşen bir mal alışverişi nedeniyle müştekinin fatura bedelini ödemesine rağmen, sanığın müdürü olduğu şirketin vekili tarafından … İcra Müdürlüğü’nün … sayılı takip dosyası ile müştekinin temsilcisi olduğu şirket hakkında icra takibine geçildiği, incelenen icra dosyasına göre ödeme emrinin tebliği üzerine müşteki şirketin ödemeye ilişkin muavin defter kaydını ibraz ederek borca itirazda bulunduğu, icra dairesi tarafından takibin 23/11/2007 tarihinde durdurulmasına karar verildiği, sanığın müdürü olduğu şirketin muhasebe müdürünün dosyada tanık olarak dinlenen B.D. olduğu ve ödenmeyen faturaların bu kişi tarafından tespit edilerek şirket vekillerine göndermek suretiyle takibe konulduğu, şirket yetkilisi olan sanığın suça konu faturanın ödenmesine rağmen tekrar takibe konulduğuna ilişkin bilgisinin olmadığı ve atılı suçun sanık yönünden unsurlarının oluşabilmesi için suça konu faturanın bedelsiz kaldığını bilerek veya isteyerek icra takibine koymak suretiyle yeniden tahsile girişmesinin gerektiği, bu itibarla sanık yönünden atılı suçun oluşmadığının anlaşıldığı, savunmasının aksine, mahkumiyeti için yeterli, kesin somut delil bulunmadığı anlaşılmış olduğundan verilen beraat kararında isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 09/04/2014 Tarih ve 2012/19634 Esas, 2014/6753 Karar sayılı Karar)
-Katilanın, sanıktan satın aldığı elektrik malzemeleri karşılığında düzenleyip verdiği 05 Haziran 2008 vadeli, 1.500,00 TL meblağlı senedin bedelini dosya içerisine alınan 08.07.2008 tarihli PTT havalesi ile ödemesine rağmen sanığın bedelsiz kalan senedi icra takibine koyduğu somut olayda;
Sanığın, muhasebecisine tahsil edilmeyen evraklan avukata teslim ederek icra takibi yapılması için talimat verdiğini, suça konu senedin de yanlışlıkla takibe konulduğunu, herhangi bir alacağının bulunmadığını, icra takibinden de vazgeçtiklerini söylemesi karşısında sanığın icra takibinden feragat edip etmediği, feragati icra dosyasındaki işlemlerin başlamasından önce mi yoksa sonra mı olduğu belirlenerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi, (Yargıtay 15. CD, 07/07/2014 Tarih ve 2012/22546 Esas, 2014/13535 Karar sayılı Karar)
-Sanıkla müşteki arasında bir cari hesap ilişkisi var ve yapılan ödemenin hangi senede ait olduğu bilinmiyor ise suç oluşmayacaktır.
Katılanın, borcundan dolayı sanığa verdiği 25/05/2008 tarihli 4.000 TLTık bonoya mahsuben PTT havalesi ile 09/06/2008 tarihinde 1.800 TL, 16/07/2008 tarihinde ise 1.650 TL’yi sanığın işçisi Y.D/ye gönderdiği halde, sanığın 4.000 TL’nin tamamı üzerinde katılan aleyhine icra takibi başlatarak bedelsiz senedi kullanma suçunu işlediğinin iddia edildiği somut olayda; taraflar arasında ticari ilişkiden kaynaklanan birden fazla bono bulunduğu, katılan tarafından yapılan ödemelerin somut olarak hangi bono için yapıldığının açıkça belirtilmemesi nedeniyle anlaşılamadığı gerekçesiyle sanığın beraatine dair kabulde isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 06/03/2014 Tarih ve 2012/17046 Esas, 2014/4146 Karar sayılı Karar)
-Sanığın R. A.Ş’nin yönetim kurulu başkanı ve şirketi münferit temsile yetkili temsilcisi olduğu, şikayetçinin ise şirketin Konya K. AVM ve K. AVM’deki mağazalannı işleten alt bayisi olduğu, şikayetçi hakkında şirkete ödemesi gereken çekleri süresinde ödememesi nedeniyle sanık tarafından avukatı vasıtasıyla, 25.07.2008 tarihinde icra takibi yapıldığı ve takibe konulan 30.06.2008 keşide tarihli 1412686 seri nolu 9.500TL bedelli, 30.06.2008 keşide tarihli 109096 seri nolu 10.000TL bedelli çeklerin şikayetçi tarafından 15.07.2008 tarihinde banka aracılığıyla şirket hesabına EFT edildiği halde icraya konulduğu, yine aynı takip talebiyle icraya konulan 31.03.2008 keşide tarihli 1412675 seri nolu 20.000TL bedelli çekin 15.04.2008 tarihinde 9.000TL’si, 24.02.2008 tarihinde 3.500TL’si, 05.05.2008 tarihinde 6.000TL’si şirket hesabına EFT edildiği ve çekin sadece 1.500 TLlik ödenmeyen kısmı için icra takibi yapılması gerekirken tamamının takibe konulduğu, banka tahsilat makbuzlarında hangi çek için ödeme yapıldığına ilişkin bir açıklama olmadığı, 9.500TL bedelli ve 10.000TL bedelli çeklerin EFT edildiği banka tahsilat makbuzlarına çeklerin seri no’ları yazıldığı, ancak şikayetçi tarafından çek bedellerinin ödendiğine dair sanığın yetkilisi olduğu şirkete ihtarname çekilmediği ve alacaklı şirketten ödemeye ilişkin bir belgenin alınmadığı, yapılan soruşturma neticesinde sanığın bedelsiz senedi kullanma suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda; sanık savunması, katılan ve tanık beyanı ile tüm dosya kapsamına göre, atılı suçun sübut bulmadığından bahisle verilen beraat kararında bir isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 03/12/2014 Tarih ve 2013/4275 Esas, 2014/20267 Karar sayılı Karar)
-Sanık, yanlışlıkla icra takibine koyduğunu, ödemenin yapıldığını bilmediğini savunması ve ödemeyi öğrendiği anda icra takibinden vazgeçmesi halinde, sanığın suç kastıyla hareket etmediği gerekçesiyle beraatine karar verilecektir.
Somut olayda; sanığın suç tarihinde sorumlusu olduğu şirketten katılanın aldığı karşılığında 30/12/2006 tarihi senedi düzenleyerek verdiği, senet karşılığının ödendiği halde, sanık tarafından iade edilmeyerek icra takibiyle tahsile kalkıldığı iddiasıyla açılan davada, sanığın yargılama sırasında senet bedelinin elemanı aracılığıyla tahsil edildiğini öğrenip icra takibinden vazgeçmesi üzerine mahkemece atılı suçun unsurlarının oluşmadığından sanığın beraatine dair mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 13/01/2014 Tarih ve 2012/9984 Esas, 2014/8 Karar say* Karar)
-Somut olayda; sanığın yetkilisi olduğu B. Ltd. Şirketimden şikayetçinin alışveriş yaptığı, karşılığında çek verdiğini, 3.175 TL bedelli çeki EFT ile ödenmiş olmasına rağmen çekin … İcra Müdüriüğü’nün … Esas sayılı dosyasıyla icra takibine konduğunu, her ne kadar sanık hakkında bedelsiz senedi kullanma suçundan cezalandınlması talebiyle kamu davası açılmışsa sanığın aksi kanıtlanmayan savunması dikkate alınarak, sübut bulmayan bedelsiz senedi kullanma suçundan beraatına dair mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 25/03/2014 Tarih ve 2012/20746 Esas, 2014/5477 Karar sayılı Karar)
-Yazılı delille ödeme ispat edilemiyorsa beraat karan verilmelidir.
Sanığın, katlanın almış olduğu kuruyemişi iade etmesine rağmen katılanın mal karşılığında verdiği 7 senedi iade edip 1.400 TL bedelli senedi iade etmeyip icraya verdiği şeklinde gerçekleştiği iddia edilen olayda Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel kurulu’nun 24.03.1989 tarih ve 1998/1 esas, 1989/2 karar sayılı içtihadında açıklandığı üzere senedin bedelsiz kaldığının ya da anlaşmaya aykırı kullanıldığının yazılı delille ispat zorunlu olduğu gözetilerek bedelsiz senedi kullanma suçunu işlediğinin sabit olmadığına dair mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 25/03/2014 Tarih ve 2012/21061 Esas, 2014/5484 Karar sayılı Karar)
-Katılanın, 2004 yılında, sanıktan on adet küçükbaş hayvan satın aldığı, karşılığında, sanığa 3.250 TL bedelli senet verdiği, katılanın, senet bedelini 30/09/2005 ve 07/10/2005 tarihlerinde iki taksit halinde ödemesine rağmen, sanığın, bedelsiz kalan senetle ilgili icra takibi yapmak suretiyle bedelsiz senedi kullanma suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 05/02/2013 tarih ve 2012/11-1086 Esas ve 2013/40 Karar sayılı kararında da vurgulandığı üzere, bedelsiz senedin kullanıldığını iddia eden kişinin bunu yazılı delille ispatlaması gerektiği dikkate alınarak ve katılanın da, yaptığını belirttiği ödemelere ilişkin yazılı bir delil sunamadığı anlaşılmakla, suçun unsurlarının oluşmadığı ve sanığın mahkumiyetine yeter kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gerekçelerine dayanan mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik bulunmamıştır. (Yargtay 15. CD, 24/02/2014 Tarih ve 2012/17425 Esas, 2014/3278 Karar sayılı Karar)
-Sanıkların, katılana sattıklan ayakkabı karşılığında beş adet her biri 1.000,00’er TL olan senet aldıkları, borcun ödenmesine rağmen bir adet senedin icra takibine konulduğu, bu haliyle sanıklann bedelsiz kalan senedi kullandıkları iddia edilmiş ise de, yapıla-icra takibine ilişkin dosyanın incelenmesinde, borca bir itiraz olmadığı gibi takibin suç tarihi itibariyle halen devam ettiği, sanıkların savunmalarında suçlamayı kabul etmedikleri ve bu senet bedelinin ödenmediğini savunduklan, katılanın, bu senet bedelini ödediğine dair delil elde edilemediği, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 24.03.1989 gün ve 1998/1 esas, 1989/2 karar sayılı içtihadında açıklandığı üzere senedir bedelsiz kaldığının ya da anlaşmaya aykırı kullanıldığının yazılı delille ispatı zorunlu olduğu gözetilerek; sanıkların bedelsiz senedi kullanma suçunu işlediklerinin sabit olmadığına dair mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 19/03/2014 Tarih ve 2012/20055 Esas, 2014/5096 Karar sayılı Karar)
-Sanık, senedi ödediğini, buna dair belgesi bulunduğunu iddia ediyor ise bu iddia araştırılmalıdır.
Katılanın sanığa ait işyerinden 8.600 TL tutarında ev eşyası aldığı, katılanın vadesi geldiğinde senetli borcunu ödememesi üzerine hakkında icra takibi başlatılarak ikametgahında haciz yapıldığı, haciz sırasında tespit edilen eşyaların babası M.E.’ye yediemin olarak teslim edildiği, ve katılanın babası M.E/nin takibe konu borcun 3.000 TL’sine kefil olduğu, katılanın borcun tamamını bilahare ödediği, katılanın borcun tamamı ödenmesine rağmen sanığın senedi bulamadığını ve daha sonra iade edeceğini söyleyerek katılanın herhangi bir borcu bulunmadığına ilişkin yazılı belgeyi imzalayarak verdiği, ancak daha sonra babası katılanın babası M.E/nin kefil olduğu 3.000 TL lik borç nedeniyle yeniden icra takibi başlatıldığı böylece bedelsiz kalan senedi kullanarak üzerine atılı suçu işlediği iddia olunan olayda, katlanın sanığın işyerinden tek alışveriş yaptığını ve borcunu ödeyerek karşılığında borcun ödendiğine dair belge aldığını belirtmesi karşısında, gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde tespiti açısından, sanığa ait şirket kayıt, defter ve belgeleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak katılanın sanığın işyerinden yaptığı başka bir alışveriş olup olmadığının tespiti ile sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması, (Yargıtay 15. CD, 18/02/2014 Tarih ve 2012/16445 Esas, 2014/2979 Karar sayılı Karar)
-Başkasına verilen ya da icra takibine konulan belge senet değil başka bir belge ise suçun unsurlan oluşmayacak, eylem, taraflar arasında hukuki ihtilaf mahiyetinde kalacaktır.
Katılanın, sanığın yetkilisi olduğu E. Limited Şirketi’nden satın aldığı muhtelif eşya karşılığında, sanığa, 11.05.2007 vade tarihli ve 6.000 TL bedelli olan senedi verdiği, ancak bir süre sonra söz konusu senedin 2.500 TL lik kısmını ödemesine rağmen, sanık tarafından katılan aleyhine 5.700,00 TL bedel üzerinden icra takibi yapılarak bede&ı kalmış senedin kullanıldığının iddia edildiği olayda; Oluşa, sanığın savunmalarına, katılanın aşamalardaki beyanlarına, İcra takip dosya’M içeriğine ve tüm dosya kapsamına göre; katılanın, sanığın yetkilisi olduğu E, Limited şirketinden satın aldığı muhtelif eşyalar karşılığında 6450 TL borcun ödenmesine ilişkin sözleşme imzaladığı, bir süre sonra katılanın, sanığa olan borcunun 2500 TL olan kısmını ödediği; ancak sanığın katılan aleyhine 5700 TL borcunun bulunduğundan bahisle ve aralarında yapılan sözleşmeye dayanarak ilamsız icra takibinde bulunduğu, katılanın, hakkın da yapılan icra takibine itirazda bulunarak borcunun 3950 TL olduğunu Öne; sürüp buna ilişkin tahsilat makbuzunu ibraz etmesi üzerine hakkında yürütülen İcra takibinin bu kısım yönünden durdurulduğu, katılanın hiçbir aşamada sanığa senet düzenleyerek verdiğini iddia etmediği gibi icra takibinin konusunu da senet değil; taraflar arasında borca dayalı olarak düzenlenen sözleşmenin oluşturduğu, bu şekilde icra takibine konulmak suretiyle kullanılan belgenin senet değil sözleşme olması, sanığın savunmalarında; katılanın borcunun 4050 TL olduğunu ve icra takibinin fazla bedel üzerinden yapılmasının yanlış anlamadan kaynaklandığını savunması karşısında; taraflar arasındaki uyuşmazlığın aralarında düzenlenen sözleşme içeriğinde belirtilen borcun miktarına yönelik olduğu, bedelsiz kalmış senedi kullanma suçunun kanunda tanımlanan unsurlarının somut olayda oluşmadığı, uyuşmazlığın hukuki nitelikte olduğu ve bedelsiz kalmış senedi kullanma suçunun oluşmadığına yönelik mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 17/03/2014 Tarih ve 2012/20149 Esas, 2014/4823 Karar sayılı Karar)
-Senet bedeli ödenmedi, ama senedin bu aşamadan sonra geçersiz olduğu taraflarca kararlaştırıldıktan sonra senet icraya konulursa yine suç oluşacaktır.
Katılanın, sanığa ait E. isimli mağazadan senet ile bilgisayar satın almak istediği, sözleşme yapılıp, senet düzenlendikten sonra katılana, mağaza yetkililerinin kendisini araştıracaklarını, sonucuna göre ürünü teslim edeceklerini söyledikleri, birkaç gün sonra katılandan bir memuru kefil getirmesini istedikleri, katılanın kefil bulamaması üzerine sözleşmeyi feshedip, senedini istemesine rağmen senedi bulamadıklarını söyleyen mağaza yetkililerinin yaklaşık iki yıl sonra katılan aleyhine kambiyo senetlerine mahsus icra takibi yaptıklarının iddia edildiği somut olayda; doğmayan borca karşılık verilen senedin icra takibine konu yapılması ve sanığın da satış sözleşmesinin feshedilip, satışa konu bilgisayarın katılana verilmediğini beyan etmesi karşısında bedelsiz senedi kullanma suçunun oluştuğu gözetilmeden hatalı gerekçe ile yazılı şekilde beraat hükmü kurulması, (Yargıtay 15. CD, 06/03/2014 Tarih ve 2012/17676 Esas, 2014/4210 Karar sayılı Karar)
-Sanık, müştekinin ödeme yapmasından önce mi yoksa sonra mı senedi başkasına devrettiğinin tespit edilmesi gerekir.
Katılanların beyanlarında, toplam 20000 TL mablağlı 4 çekin sanık O.’nun babası İbrahim’e teslim ettiklerini ileri sürmeleri ve sanık O. tarafından bu çeklerin ciro edilmesi karşısında, ciro tarihlerinin tam olarak belirlenmemiş olması karşısında cironun sözleşmenin bozulduğu 08/05/2009 tarihinden önceki bir zaman diliminde mi yapılmış olduğunun kesin olarak anlaşılamaması nedeniyle, gerçeğin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespiti bakımından çeklerin kendisinde bulunduğu iddia edilen tanık İ.H.’nin, çekleri ciro eden sanık O.’nun ve çekleri ciro yoluyla alan M.E. isimli şahsın celp edilerek çeklerin hangi tarihte, kim tarafından hangi ticari ilişki kapsamında ciro edilerek devredildiğinin sorularak tespit edilmesi ile ciro tarihinin kesin olarak tespitinden sonra bütün deliller birlikte değerlendirilerek sanıkların hukuki durumlarının tayini gerekirken eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde beraat hükmü kurulması, (Yargıtay 15. CD, 22/04/2014 Tarih ve 2013/1332 Esas, 2014/7787 Karar sayılı Karar)
-Sanığın çeki daha önce ciro edip başkasına verdiğini, sonrasında katılanın çekin işlem görmemesi için zaman kazanmak amacıyla kendisinden belge istediğini savunması, dosya kapsamında çekin aslının veya her iki yüzünün onaylı bir fotokopisinin ve çekin hangi tarihte ciro edildiğine dair bir delilin bulunmaması karşısında gerçeğin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespiti için suça konu çekin aslının veya her iki yüzünün onaylı fotokopisinin dosyaya getirtilerek, hangi tarihte bankaya ibraz edildiği ve sanık tarafından hangi tarihte ciro edildiği, katılan tarafından hangi tarihte ödemeden men talimatı verildiği hususları araştırılarak, icra takibine ilişkin dosyanın denetime olanak verecek şekilde onaylı bir örneğinin dosya içine getirtilerek, sanığın çekin bedelini aldığı 26/01/2006 tarihinden önce sanık tarafından başkasına ciro edilmesi halinde suçun unsurlarının oluşmayacağı da gözetilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması, (Yargıtay 15. CD, 15/09/2014 Tarih ve 2013/561 Esas, 2014/14669 Karar sayılı Karar)
-Senet bedelinin ödenip ödenmemesi konusunda taraflar arasında hukuki ihtilaf bulunuyor ise suç oluşmaz.
Katılanların B. ilinde galericilik yapmakta olan Ş.D. aracılığıyla sanığa ait olan … plakalı aracı 2005 yılı mart ayı içerisinde 42000 TL bedelle anlaşarak satın aldıkları, araca karşılık teminat olarak katılanların sanığa verilmek üzere galericilik ve aracılık yapan Ş.D.’ye 25/03/2005 vade tarihli 15.000 TL bedelli ve 20/03/2005 vade tarihli 22000 TL bedelli iki adet senet ve 5000 TL nakit para verdikleri, katılanların noterden aracın devrinin yapıldığı 22.03.2005 tarihinde sanığa tüm parayı ödemelerine karşın 22000 TL bedelli senedi aldıkları, sanığın suça konu senedi yanında olmadığını beyan ederek teslim etmediği, aynca sanığın 15000 TL bedelli fatura keserek katılanlara verdiği, suça konu senedin teslimi hususunda katılanları çeşitli bahanelerle oyaladığı, sonrasında 24/10/2007 tarihinde icra takibine koyduğu iddia edilen olayda; taraflar arasındaki satış bedelinin ödenip ödenmediğine ilişkin anlaşmazlığın hukuki nitelikte olduğundan atılı suçun yasal unsurları oluşmadığı gerekçesiyle sanığın beraatine yönelik kabulde bir isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 13/01/2014 Tarih ve 2012/10671 Esas, 2014/111 Karar sayılı Karar)
-Sanık, senedi ödemeden önce başkasına devretti, ödemeden sonra geri istemesine rağmen kendisine iade edilmeyip takibe konulmuş ise; sanığın suç işleme kastının bulunmadığı gerekçesiyle beraat karan verilmelidir.
Sanığın, katılan ile aralarındaki bir hukuki ilişki nedeniyle aldığı 30/10/2007 ödeme tarihli 3205 TLlik bir senedi … Bankasına ciro ederek devrettiği, … Bankasının da 05/08/2008 tarihinde … îcra Müdürlüğü’nün … sayılı takip dosyasıyla suça konu senedi takibe koyduğu şeklinde gerçekleştiği iddia edilen olayda sanığın senedin bedeli henüz ödenmemişken bankaya devretmiş olması ve borç ortadan kalktığından bankaya senedin iadesi için yazı yazıldığı bankanın senedi iade etmeyip icra takibine koyduğu gözetilerek bedelsiz senedi kullanma suçunun unsurlannın oluşmadığı anlaşıldığından mahkemenin beraatine ilişkin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 11/02/2014 Tarih ve 2012/16366 Esas, 2014/2343 Karar sayılı Karar)
-Sanığın, bir ticari alışveriş karşılığında katılandan, 04/03/2007 düzenleme, 30/10/2007 ödeme tarihli olan ve 13.500 TL bedel içeren senedi teslim aldığı, söz konusu senede konu olan borcunu 30.10.2007 tarihinde tahsil etmesine rağmen, bu şekilde konusuz kalmış olan senedi, aldığı krediye karşılık olarak …bank … Şubesine teminat olarak vermek suretiyle bedelsiz kalmış senedi kullanma suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda; oluşa, sanığın savunmalanna, katılanın beyanlarına ve tüm dosya kapsamına göre; söz konusu senede konu olan borcun, 30.10.2007 tarihinde ödendiğine ilişkin belgenin sanık tarafından düzenlenerek katılana verildiğinin sabit olduğu; ancak senedin bedeli ödenmeden önce sanık tarafından 08.06.2007 tarihinde kullandığı kredi karşılığında teminat olarak bankaya verildiği, böylelikle, senede konu olan borcun katılan tarafından ödenmesinden önceki bir zamanda senedin bakaya teminat olarak verilmek suretiyle kullanılmış olduğu dikkate alınarak; bedelsiz kalmış senedi kullanma suçunun unsurlan itibariyle oluşmadığının anlaşılması karşısında; sanığın beraatine yönelik mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 08/07/2014 Tarih ve 2012/21532 Esas, 2014/13600 Karar sayılı Karar)
-Müşteki senet bedelini sanığa ödemedi ama sanıkla yeni bir sözleşme yaparak yeni bir vade belirlemiş ve senetlerin iadesini öngörmelerine rağmen sanığın senedi, bu sözleşmeden önce ve bu sözleşmeden haberdar olan ikinci sanığa ciro eder, bu kişi de senedi takibe koyarsa her iki sanık da iştiraken cezalandırılacaktır.
Şikayetçi Ş.Y/nin, İzmir F. Bulvarında konfeksiyon işi yapan sanık H.K. İle ticari ilişkisi olduğu, şikayetçinin sanık H/den mal aldığı ve karşılığında 1 tanesi 2000 TL, diğerleri 1000 TL meblağlı on adet bono verdiği, bonoların 4 tanesinin bedelini ödediği, kalan 6 tanesi için ise sanık ile birlikte 07/10/2008 tarihinde kalan borcun yapılandırılmak amacıyla yenilenmesine, 6 adet senedin ise şikayetçiye iadesine ilişkin aralarında sözleşme tanzim ettikleri, bu sözleşmeye rağmen sanık H.K/nin bedelsiz kalan 6 senedi şikayetçiye teslim etmeyerek, bunlardan 5 tanesini bu durumu bildiği tüm dosya kapsamından anlaşılan sanık Hamitln kardeşi sanık Y/ye ciro yoluyla verdiği ve sanık Y/nin da bedelsiz kalmış olan bu 5 senet ile … İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı icra takibi başlattığı, sanıklann eylem birliği içerisinde bedelsiz kalan senedi kullandıkları anlaşılmakla, mahkemenin kabul ve uygulamasında bir isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 13/05/2014 Tarih ve 2012/17126 Esas, 2014/9463 Karar sayılı Karar)
-Sanık A.H.G. ile katılan N.S’nin bir süre arkadaşlık yaptıkları, aralannda alacak ve borç ilişkisi olduğu, katılanın sanık A.H.G/ye senetler verdiği, sonra anlaştıkları ve sanık A.H.G/nin, katılandan alacaklı olmadığına dair 19.06.2008 tarihli imzalı belgeyi katılana verdiği, katılan senetleri istediğinde ise senetleri yırtıp attığını söyleyerek iade etmediği, ancak senetleri diğer sanıklar Y.G. ve T.Ö. ile anlaşarak tahsil etme yoluna gittiği, senetleri sanık A.H.G/nin temyiz dışı sanık Y/ye, temyiz dışı sanık Y.’nin da sanık T.’y’e verdiği ve sanık T.Ö/nün, … İcra Müdürlüğü’nün … sayılı dosyası ile katılan aleyhine icra takibi başlattığının anlaşıldığı olayda, eyleminin bedelsiz kalmış senedi tahsile koyma suçunu oluşturduğuna yönelik kabulde bir isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 10/12/2014 Tarih ve 2013/4803 Esas, 2014/20931 Karar sayılı Karar)
-Sanık, senedi bir başkasına devrederse, devrettiği kişi ile sanık arasındaki hukuksal ilişki irdelenmeli, bu kişinin suç işleme kastıyla hareket edip etmediği tartışılmalıdır.
Katılanın, oğlunun araç satın alması nedeniyle oluşan borcu karşılığında sanık G.K/ye 25.04.2006 vade tarihli ve 10.000 TL meblağlı senet tanzim ederek verdiği, bu borcunu daha sonra ödediği halde sanık G/nin suça konu senedi katılana iade etmeyerek oyaladığı, daha sonra arkadaşı olan diğer sanık C.Ş/ye ciro ettiği, sanık C/nin de söz konusu senede dayalı olarak katılan ve sanık G. aleyhine icra takibinde bulunduğu, bu şekilde sanıkların birlikte hareket ederek bedelsiz senedi kullanmak suretiyle atılı suçu işlediklerinin iddia edildiği olayda,
Sanık C.Ş. ifadesinde, suça konu senedi araç satması karşılığında diğer sanık G. K/den ciro yoluyla aldığını ve alacağının ödenmemesi nedeniyle icra takibine koyduğunu belirterek atılı suçlamayı kabul etmemesi, diğer sanık G. ise beyanında, sanık C/ye olan borcunu ödediği halde söz konusu senedi vermediğini ve icra takibine koyduğunu söylemesi, katılan ise aşamalarda değişmeyen ifadesinde, borcunu ödediği halde sanık G/nin kendisini oyalayarak senedi vermediğini, daha sonra ise arkadaşı olan diğer sanık C/ye ciro ettiğini belirtmesi karşısında, gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkarılması açısından, sanık G.K/nin, diğer sanık C/ye olan borcunun ne kadar olduğu, bu borcu ödeyip ödemediği, sanık C.Ş/nin de sanık G/den ne miktarda alacaklı olduğu hususlarında belge ve kayıtlarının olup olmadığının taraflardan sorularak belirlenmesi ve sanık G.K/nin suça konu senedi katılanın borcu ödemesinden önce mi yoksa sonra mı diğer sanık C/ye ciro ettiğinin, sanık C/nin suça ne şekilde katıldığının kesin olarak tespitinden sonra sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdirlerinin gerektiği gözetilmeden eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması, (Yargıtay 15. CD, 03/07/2014 Tarih ve 2012/20923 Esas, 2014/13221 Karar sayılı Karar)
-Senedin bir kısmı ödenmesine rağmen tamamı üzerinden icra takibine geçilmiş ise suç sabittir.
Somut olayda; katılan K. Anonim Şirketi yetkilisi A.S.K/nın, sanığın yöneticisi olduğu T. Ltd. Şti arasında yapılan bir alışverişten dolayı 7.500 ve 7.000 TL bedelli iki adet bono verdiği, bu bonolardan 20/02/2008 vade tarihli ve 11/01/2008 keşide tarihli 7500 TL bedelli bonoyu T. şirketi tarafından ticari işleri nedeniyle cirolayarak B. boru Ltd. Şti’ne verdiği, B. Boru tarafından bonoyu tahsil etmek amacıyla bankaya başvurduklannda bononun ödenmemesi nedeniyle durumu T, şirketine bildirmeleri üzerine R.T nin katılan . A.Ş.K yetkilisi A.S.K/ya ait kredi kartını ve şifresini B, Bcru „ Ltd. katılan AA.S.K/nın kredi kartından 3 seferde toplam 5000 TL’yi tahsil ettikteri, kalan 2500 TL yi R.T den nakit olarak aldıkları, bu şekilde senet bedeli 7500 TL’yi tahsîl edince senet aslını R.T/ye iade ettikleri, R.T:7nin söz konusu 20/02/2008 ödeme tarihli 7000 TL bedelli bonoyu ve 28/03/2008 ödeme tarihli, 7000 TL bedelli bono ile 14500 TL üzerinden … icra Müdürlüğünün 2008/2307 esas sayılı dosyasnda icra takibi başlattığı, bu takip sırasında kısmen bedeli ödenmiş olduğu halde, 20.02.2008 ödeme tarihli 11/01/2008 keşide tarihli 7500 TL bedelli bononun 5000 TL’sinin ödendiğine dair herhangi bir bilginin icra dosyasına verilmediği, bu şekilde kısmen bedeli ödenmiş senedin bedeli ödenen kısım belirlenmeden tamamı üzerinden icra fakirine konulduğu anlaşılmakla atılı suçun sübut bulduğuna yönelik kabul ve uygulamada isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 13/05/2014 Tarih ve 2012/16793 Esas, 2014/9434 Karar sayılı Karar)
-Somut olayda; şikâyetçinin, aralarındaki nakliye hizmeti karşılığında sanığın yetkisi bulunduğu şirkete 12.229.10 ve 6.330,00 TL meblağlı çekleri ciro ederek verdiği, söz konusu çeklere mahsuben şikâyetçinin sanığa kısmi ödemede bulunduğu halde sanığın her iki çeki mahsup etmeksizin üzerlerindeki miktarları tahsil etmek amacıyla … İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı icra takip dosyasından işleme koyduğu anlaşıldığından, sanığın eyleminin bedelsiz senedi kullanma suçunu oluşturduğuna dair mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 03/02/2014 Tarih ve 2012/8295 Esas, 2014/1744 Karar sayılı Karar)
-Katılan ile sanık arasında traktör alım satımı olduğu, katılanın almış olduğu traktör karşılığında sanığa, 8.600 TL bedelli, alacaklısı sanık ve borçlusu katılan olan bir adet senet verdiği, daha sonra katılanın bu senet bedelinin bir kısmını ödediği ve 3500 TL borcu kaldığı, buna rağmen sanığın kısmen bedelsiz kalan bu senedi tüm bedel üzerinden icra takibine koyduğu, sanığın bu şekilde üzerine atılı suçu işlediğinin iddia edildiği olayda, sanık, tanık ve katılan beyanlan ile tüm dosya kapsamına göre yüklenen suçun sanık tarafından işlendiği anlaşılmakla hakkında verilen mahkumiyet karannda bir isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 30/09/2014 Tarih ve 2013/1216 Esas, 2014/15803 Karar sayılı Karar)
-Somut olayda; katılanın, kızını sanık R.P.n1n yetkili temsilcisi olduğu E. Dershanesine 1.450 TL karşılığında kayıt ettirdiği ve borcuna karşılık 01/09/2006 keşide, 01/03/2007 vade tarihli, 1.450 TL bedelli senedi düzenleyerek verdiği, senet bedelinin 1.015 TL’sini ödeyerek makbuzlarını aldığı, ancak; sanığın kısmen bedelsiz kalan bu senedi ciro ederek H.B.’ye verdiği, H.B.’nin de senet bedelinin tamamı üzerinden … îcra Müdürlüğü’nün … esas sayılı dosyası ile icra takibi başlattığı anlaşılmakla; sanığın eyleminin bedelsiz senedi kullanma suçunu oluşturduğuna yönelik kabul ve uygulamada bir isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 20/05/2014 Tarih ve 2012/17305 esas/ 2014/9881 Karar sayılı Karar)
-İşçi olarak çalışan müştekiden teminat senedi alınmış, işçi işten ayrıldıktan sonra senet icra takibine konulmuş ise, senedin teminat niteliğinde olup olmadığı, neden icra takibine konulduğu hususları araştırılmalıdır.
Sanığın, işyerinde çalışmaya başlayan katılandan aldığı 735,36 TL/lik teminat senedini, katılanın işyerinden ayrılmasından sonra icraya koymak suretiyle kullandığı iddia edilen olayda, katılanın sanığa verdiği senedin teminat olarak verildiğine dair delil elde edilemediğinden mahkemenin sanığın beraatine dair kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 13/05/2014 Tarih ve 2013/2351 Esas, 2014/9417 Karar sayılı Karar)
-Senedin teminat olarak sanığa verildiğini ve teminat durumunun da ortadan kalkmasına rağmen icraya konulduğunu müşteki ispatlamalıdır.
Somut olayda, katılanların sanığın iş yerine giderek K. A.Ş den aldıkları … marka … plakalı traktörü 4.000 liralık borcunu ödeyemediklerinden dolayı sanığa satmak istedikleri, ayrıca bu traktörün yerine sanığın iş yerinden, F. marka … plakalı traktörü 10.000,00 TL senet karşılığı borçlanarak satın aldıkları, ve eski traktörü sanığa sattıkları,katılanların aldıkları yeni traktör için bir miktar ödeme yaptıktan sonra kalan borcunu ödeyemedikleri, bu nedenle F. marka traktörü satması için sanığa geri getirdikleri, sanığın 10.000 liralık senedi iade ettiği, katılanların traktörün noterden devrini yapıncaya kadar teminat olarak 5.000 liralık senet imzalattığı, katılanların F. marka traktörün devrini yapmalarına rağmen sanığın 5.000 liralık senedi iade etmeyip icraya koyarak üzerine atılı bedelsiz senedi kullanma suçunu işlediği iddia edilmiş ise de; katılanlar ve sanık beyanları, çeklerin fotokopisi, ödeme emri, tanık beyanları ile tüm dosya kapsamına göre sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair her hangi bir delil elde edilmediğinden bu gerekçelere dayanan mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik bulunmamıştır. (Yargıtay 15. CD, 10/09/2014 Tarih ve 2013/416 Esas, 2014/14404 Karar sayılı Karar)
-Teminat olarak alman senedin, teminat özelliği ortadan kalkmış ve sanığın artık senedi iade etmesi gerekmesine rağmen kullanması durumunda suç oluşur.
Sanığın, katılana ait olan … plaka sayılı aracı 240.000 TL bedelle vadeli olarak satın alma hususunda katılan ile anlaştığı, bu çerçevede sanığın katılana 185.000 TL ödeme yaparak karşılığında aynı miktar senet aldığı ve konuyla ilgili tanıklar huzurunda protokol yaptıkları, kalan bakiye borç için sanığın 15.05.2006 tarihinde katılana 50.000 TL daha ödeyip yine aynı miktarlı teminat senedi aldığı ve tarafların bu konuda protokol yaptıkları, bilahare yapılan protokol uyarınca da 15.08.2006 tarihinde söz konusu aracın resmi devrinin sanığa yapıldığı, sanığın da bunun üzerine katılana elindeki senetleri imha ettiğini söylediği, ancak sanığın katılandan teminat olarak aldığı ve imha ettiğini söylediği 15.05.2006 vade tarihli 50.000 TL’lik senedi B.N. isimli şahsa ciro ettiği, bu şahıs tarafından da suça konu senet üzerinden katılan hakkında icra takibinde bulunulduğu, bu şekilde sanığın atılı suçu işlediğinin iddia edildiği olayda, sanık savunması, katılan ile tanık ifadesi, senet fotokopisi, protokol içeriği, satış sözleşmesi, icra dosyası ve tüm dosya kapsamına göre suçun sanık tarafından işlendiği sabit olmakla bu gerekçelere dayanan mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik bulunmamıştır. (Yargıtay 15. CD, 05/06/2014 Tarih ve 2013/26528 Esas, 2014/11306 Karar sayılı Karar)
Yargıtay 21. Ceza Dairesi’nin 14.10.2015 tarihli kararı; “suça konu sürücü belgesindeki fotoğrafın sanığa ait olmaması nedeniyle gösterildiği anda polis memurlarının belgenin sahteliğini anlamış olmalarının tek başına belgenin aldatma yeteneğine sahip bulunmadığını göstermeyeceği, Kriminal Polis Laboratuvarının ekspertiz raporunda, suça konu belgenin tamamen sahte düzenlendiğinin ve iğfal kabiliyetini haiz olduğunun belirtilmesi karşısında, belgede sahtecilik suçlarında aldatma yeteneğinin bulunup bulunmadığının takdiri hakime ait olduğu cihetle, mahkumiyet hükmünün konusunu oluşturan emanette kayıtlı suça konu sahte sürücü belgesi celp edilip incelenmek suretiyle özelliklerinin duruşma tutanağına yazılması, iğfal kabiliyetinin bulunup bulunmadığının karar yerinde tartışılması ve belge aslının denetime olanak verecek şekilde dosya içine konulması gerektiği gözetilmeden karar verilmesi”
Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 14.02.2008 tarihli kararı; “toplam 17 adet tapu senedini “siciline uygundur” şerhi ile imzalayıp Ali A.’nun mirasçılarına verdiği, mirasçılardan Hafize K.’nın doğrudan gelir desteği almak için anılan belgeleri Tarım Müdürlüğüne ibraz ettiği ancak bu kurumda Tarım Bakanlığınca oluşturulan çiftçi kayıt sistemi nedeniyle suça konu tapu senetlerinin gerçeği yansıtmadığının hemen tespit edilip olayın ihbar edildiği anlaşılmış, mahkemece de oluşu bu şekilde kabul edilen olayda tapu kütüğünün aslında sahtecilik yapılmamış olması, tapu sicilinin aleni bulunması, müracaat durumunda gerçek kayıtlara her zaman ulaşılabilmesi nedeni ile suça konu tapu senetlerinin aldatma yeteneğinin mevcut olmadığı nazara alınarak sanığın resmi evrakta sahtecilik suçundan beraatı yerine yazılı gerekçelerle mahkumiyetine karar verilmesi”
11. Ceza Dairesi 12.11.2008 tarihli kararı; “Sanığın sahte pasaport düzenleyerek yurt dışına çıktığından bahisle açılan kamu davasında; suça konu pasaport aslı ele geçirilemediğinden, incelenerek üzerinde tahrifat yapılıp yapılmadığı, yapılmışsa aldatıcı nitelikte olup olmadığı saptanamadığına göre, görevli kontrol memurlarının bu pasaportla işlem yapmalarının belgeye geçerlik kazandırmayacağı ve iğfal kabiliyetinin kabulüne yeterli sayılamayacağı gözetilerek”
Yargıtay Ceza Genel Dairesi’nin 09.10.2012 tarihli kararı; “Sanık Ali’nin, eşine ait pasaportu inceleme dışı sanık Hayriye’ye kullandırmak suretiyle Hayriye ve üç çocuğunun yurt dışına çıkışını sağladığı, Berlin Tegel Havalimanı’nda yapılan kontrolde Alman görevlileri tarafından sahte olduğu tespit edilen pasaporta el konularak Türkiye’ye yalnızca sınırdışı işlemlerine ilişkin kayıtların gönderildiği anlaşılan somut olayda, sanık tarafından H. ile çocuklarının yurt dışına çıkmasını sağlamak için Gaziantep Havalimanı görevlilerine gösterilen ve çıkış işlemlerinde kullanılan pasaportun aldatma yeteneğinin olup olmadığının mahkemece değerlendirilmesi amacıyla, Alman yetkilileri tarafından sahte olduğu ilk kontrollerde belirlenen ve el konulan suç konusu belgenin getirtilerek incelenmesi, öncelikle aldatma yeteneği bulunup bulunmadığının mahkemece belirlenmesi, duraksama halinde bu yönde uzman bilirkişiden rapor alınması ve sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, eksik araştırma ile resmi belgede sahtecilik suçundan mahkûmiyet kararı verilmesinde isabet bulunmamaktadır. Bu itibarla, aldatma yeteneği olup olmadığının belirlenmesine yönelik olarak sahtecilik suçuna konu olan belgenin getirtilip incelenmesi gerektiğinden, sahtecilik suçundan mahkumiyete ilişkin yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına”
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 12.11.2002 tarihli kararı; “Bilgi Toplama Yönergesine göre, adli soruşturma nedeniyle yakalanan kişilerin aranan kişilerden olup olmadıklarının araştırılması da bu hususta ayrıca ve özellikle bir emir verilmesini gerektirmeyen, rutin olarak yapılması gereken işlemlerdendir”.
-Bedelsiz senedi kullanma suçunun cezasının alt sının 6 ay hapis ve 5 gün adli para cezasıdır.
5237 sayılı TCK’nın 156/1. maddesi gereğince ceza tayin olunurken, maddede adli para cezasının yanında hürriyeti bağlayıcı cezanın da öngörüldüğüne dikkat edilmeksizin sanık hakkında sadece adli para cezasına hükmedilmesi, (Yargıtay 15. CD, 25/06/2014 Tarih ve 2012/19983 Esas, 2014/12797 Karar sayılı Karar)
-Sanığın, müştekiden aldığı ve bedeli ödenen çekleri değişik zamanlarda icra takibine koyması durumunda zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerekir.
Somut olayda; şikayetçinin temsilcisi olduğu N. Şirketinin, sanık İ.G.’den almış olduğu mal karşılığında 20/04/2006 tarih, 18.000,00 TL, 20/05/2006 tarih 18.000,00 TL, 20/06/2006 tarih 18.000,00 TL, 20/07/2006 tarih 18.000,00 TL ve 20/08/2006 tarih 18.000,00 TL bedelli çekleri verdiği, sanık tarafından karşılıklan olan mallann teslim edilmemesi nedeniyle çeklerin bedelsiz kaldıklan, bu nedenle iade edilecekleri hususunda 03/05/2006 tarihinde sanığın imzaladığı bir tutanak tanzim edildiği, buna karşılık sanığın söz konusu çekleri geri iade etmeyerek ciro etmek suretiyle piyasaya sürdüğü ve bu şekilde bedelsiz kalan senedi kullanma suçunu işlediğine yönelik kabulde bir isabetsizlik görülmemiştir.
Sanığın, şikayetçiden aldığı karşılıksız kalan çekleri farklı zamanlarda ciro ederek piyasaya sürmekten ibaret eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 43. maddesinde düzenlenen zincirleme şekilde dolandırıcılık suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır. (Yargıtay 15. CD, 29/01/2014 Tarih ve 2012/8130 Esas, 2014/1397 Karar sayılı Karar)
-Sanık, müştekiden aldığı senet üzerinde tahrifat yaparak icraya koyarsa, eylem TCK’nın 158/1-d maddesi ile TCK 204/1 maddesi kapsamında nitelikli dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçu kapsamında kalır.
Katılanın borcuna karşılık olarak sanığa verdiği 3.600 TL bedelli bononun bedelini sanığa ödediği halde, sanığın bono üzerinde tahrifat yaparak 3.600 TL’nin ön kısmına 1 rakamını eklemek suretiyle 13.600 TL olarak değiştirip yazı kısmına da yazı ile bu rakamı yazdığı ve bu haliyle … İcra Müdürlüğü’nün … esas sayılı takip dosyası ile katılan aleyhine icra takibine koyduğunun anlaşıldığı olayda, eyleminin resmi belgede sahtecilik ve kamu kurumunu aracı kılmak suretiyle dolandırıcılığa teşebbüs suçlarını oluşturduğuna yönelik kabulde bir isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 08/07/2014 Tarih ve 2012/21300 Esas, 2014/13721 Karar sayılı Karar)
-Katılanın, sanığa borcundan dolayı 350 TL bedelli senet verdiği, borcunu ödeyerek senedinin iadesini istediği, sanığın katılana gerçek senedin yerine fotokopisini geri verdiği, sanığın daha sonra bu senedin 350 TL olan borç miktarını, rakam hanesinde araya “0” eklemek suretiyle “3.050” TLTık hale getirip, yazıyla yazılı alacak miktarını da değiştirip, tahrifat yaptığı senetle haksız çıkar sağlamak amacı ile icra takibi başlattığı iddia olunan somut olayda; dolandırıcılık suçunun oluştuğunun kabulüyle verilen mahkumiyet, davaya konu senedin bedelinin rakam ve yazı ile yazılan bölümlerindeki değişikliklerin sonradan yapıldığının çıplak gözle bile açıkça belli olduğu, senedin iğfal kabiliyetine haiz olmadığı, bu nedenle resmi belgede sahtecilik suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçeleriyle verilen beraat ve bedelsiz senedi kullanma suçu yönünden, sanığın eyleminin dolandırıcılık suçunun unsuru olduğu ve ayrı bir suç oluşturmadığı gerekçeleriyle hüküm kurulmasına yer olmadığına ilişkin mahkeme kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir. (Yargıtay 15. CD, 16/12/2014 Tarih ve 2013/5271 Esas, 2014/21373 Karar sayılı Karar)
-TCK’nın 209. maddeye göre;
1-Belirli bir tarzda doldurulup kullanılmak üzere kendisine teslim olunan imzalı ve kısmen veya tamamen boş bir kâğıdı, verilme nedeninden farklı bir şekilde dolduran kişi, şikâyet üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
2-İmzalı ve kısmen veya tamamen boş bir kâğıdı hukuka aykırı olarak ele geçirip veya elde bulundurup da hukukî sonuç doğuracak şekilde dolduran kişi, belgede sahtecilik hükümlerine göre cezalandırılır hükmüne yer verilmiştir.
Sanık, hukuka uygun yollarla elinde bulundurduğu ve bedel kısmı boş olan senedi gerçeğe aykırı olarak doldurup imzalarsa eylem TCK 209/1, hukuka aykırı olarak ele geçirip ya da elde bulundurup gerçeğe aykırı doldurursa, bu durumda TCK 204/1 suçu oluşur, bu belgeyi icraya koyarsa, aynca TCK 158/1-d suçu oluşur. Müşteki ödeme yaptıktan sonra sanık hukuka aykırı olarak elinde tutarak ve gerçeğe aykırı olarak doldurup icraya koyarsa ikinci ihtimaldeki suçlar oluşacaktır.
Bedelsiz senedi kullanma suçunun oluşabilmesi için; sanığın elinde borçlusunca bedelinin tamamı ya da kısmen ödenmiş bir senet olmalı ve bunu kısmen veya tamamen ödenmemiş gibi tahsile sokması veya bir başkasına devretmesi gerekmektedir. Borcun bir bölümü ödenmiş ve geri kalan miktar için elinde tuttuğu senedi, tümü veya kalandan fazla miktarı için kullanan sanığın fiili de bedelsiz senedi kullanma suçunu oluşturacaktır.
Katılanın, sanıktan veresiye 650 kg buğday aldığı ve karşılığında suça konu senedi boş olarak teminat amaçlı verdiği, sonrasında sanığa olan borcunu ödediği, ancak imzaladığı senedi geri almadığı, sanığın ise daha sonra bu senedi 39000 bedelli olarak doldurup bankadan talep ettiği krediye teminat olması için verdiği, sanık tarafından kredi borcu ödenmeyince, banka tarafından senet borçlusu olan katılan aleyhinde icra takibine geçildiği, katılanın da durumdan haberdar olduktan sonra yasal süresi içerisinde sanık hakkında şikayetçi olduğu somut olayda, sanığın eyleminin açığa atılan İmzanın kötüye kullanılması suçunu oluşturacağı gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması (Yargıtay 15. CD, 09/09/2014 Tarih ve 2013/89 Esas, 2014/14221 Kara r sayılı Karar)
-Sanıkların hileli hareketlerde bulunarak, katılan tarafından kendilerine verilen senedin aslını ellerinde muhafaza ederek, katılana renkli fotokopiden oluşan senedi verip, bu senedin de gerçek olduğuna katliam inandırıp, daha sonra asri senedi icraya koymak suretiyle haksız menfaat temin ettikleri dikkate alınarak, 5237 sayılı TCK’nın 158/1-d maddesi kapsamında nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediklerinin iddia edilmesi nedeniyle, bu eyleme ilişkin delilleri taktir ve değerlendirmenin üst dereceli Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekirken yargılamaya devamla /azılı şekilde hüküm kurulması, (Yargıtay 15. CD, 05/05/2014 Tarih ve 2012/16679 Esas, 2014/8676 Karar sayılı Karar)
-Sanık tarafından başlatılan icra takip dosyası iJe ödeme yapıldığına dair diğer belgeler getirtilmelidir.
Sanığın, katılanlara satmış olduğu bal karşılığında borçlusu katılan M,Ş, olan 7,750 TL’lik senet aldığı, katılanların senede ilişkin borcun bir kısmını ödeyebildikleri, ancak kalan borç için eski senedi iptal ederek kendi aralarında bu sefer katılan CŞ’nin borçlu olduğu 20.10.2009 ödeme tarihli 7.500 TL’lik senet düzenledikleri, sanığın iptal edilen ilk senedi katılanlara iade etmediği gibi ikinci senedin de ödenmemesi üzerine her iki senedi de icra takibine koyduğu ve bu şekilde bedelsiz kalan senedi kullanma suçunu işlediği iddia ve kabul olunan somut olayda; ikinci senetle ilgili olarak katılan C.Ş, aleyhine yapılan … İcra Müdürlüğünün … sayılı icra dosyasına ait evraklar dosya arasında bulunmasına rağmen, borçlusu M.Ş. olan 7.750 TL bedelli senede ilişkin icra dosyasına ait herhangi bir evrakın bulunmadığı anlaşıldığından; kısmen bedelsiz kaldığı iddia edilen 7.750 TL bedelli ilk senede ilişkin icra dosyası celp edilerek incelenmesi, ilgili evrakların dosya arasına alınması ve sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi, (Yargıtay 15. CD, 05/02/2014 Tarih ve 2012/8237 Esas, 2014/1930 Karar sayılı Karar)
-Sanık, ödeme belgesi altındaki belgenin altındaki imzanın kendisine ait olmadığını iddia ederse, bu iddia araştırılmalı, gerekirse kriminal raporu alınmalıdır.
Dosya içeriğine göre, katılan ile sanık arasında borcun bir kısmının ödendiğine dair düzenlenen belgede yazılı “15/09/2007 M.S.A. 800. TL senet için 450. TL aldım” ibaresinin belgeye sonradan eklendiğine İlişkin bilirkişi raporundaki tespit, katılanın belgedeki imza dışındaki yazıların kendisine ait olduğuna dair beyanı ile sanığın bu ifadenin belgeyi imzaladıktan sonra eklendiğine ilişkin savunması karşısında, sözü edilen ibarelerin sanığın eli ürünü olup olmadığı hususunda bilirkişiden rapor alındıktan sonra sanığın hukuki durumunun tayin ve taktiri gerekirken eksik soruşturmayla yazılı şekilde hüküm kurulması, (Yargıtay 15. CD, 03/03/2014 Tarih ve 2012/9861 Esas, 2014/3756 Karar sayılı Karar)
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2013/6-628
K. 2014/258
T. 13.5.2014
• TEHDİTLE SİLAH GÖSTEREREK SENET İMZALATMA ŞEKLİNDE GERÇEKLEŞEN YAĞMA SUÇU ( Mağdurun Eşinin Polise İhbarı Neticesinde Polisin Ani Baskını/Sanıkların Senetleri Vermek Zorunda Kaldığı – Failin Bizzat Pişmanlık Gösterecek Tutum ve Davranışı Bulunmadığı/Etkin Pişmanlık Hükümlerinin Uygulanamacağı )
• PİŞMANLIK GÖSTEREN TUTUM VE DAVRANIŞLARIN BULUNMADIĞI ( Sanıklar Hakkında Etkin Pişmanlık Hükümlerinin Uygulanamayacağı – Yağma Suçu/Etkin Pişmanlık )
• SANIĞIN ETKİN PİŞMANLIK GÖSTERECEK TUTUM VE DAVRANIŞLARI BULUNMADIĞI ( Suça Konu Senetlerin Mağdurla Aralarındaki Hukuki İlişkiye Dayalı Alındığı Şeklinde Çelişkili ve İnkara Dayalı Savunma – Polisin Basit Üst Araması Sonucu Senetlerin Tespit Edilebileceğinin Gözetileceği/Pişmanlık Bulunmadığı )
• SUÇA KONU SENETLERİN İADESİ ( Pişmanlık Netice İade Bulunmadığı/Polisin Basit Üst Araması Neticesinde de Senetlere Ulaşılabileceği – Sanığın Çelişkili ve İnkara Dayalı Savunması Bulunduğu/Sanıkların Senetleri Gizleme ve Yok Etme İmkanı Bulunmadığı/Sanıkların Olay Yerinden Kaçamadıkları )
• MAĞDURUN UĞRADIĞI ZARARIN GERİ VERME VE TAZMİN ŞEKLİNDE GİDERİLMESİ ( Tek Başına İade Tazminin Yeterli Olmadığı/Sanığın Pişmanlık Gösteren Tutum ve Davranışlarının Bulunması Gereği – Ancak Sanığın Çelişkili ve İnkara Dayalı Savunması Bulunduğu/Sanıklar Hakkında Etkin Pişmanlık Hükümlerinin Uygulanacağı )
5237/m. 149/1-a-c-d,168
765/m. 523
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2012/11-1086
K. 2013/40
T. 5.2.2013
• BEDELSİZ SENEDİ KULLANMA ( Ceza Mahkemelerinde Verilen Mahkumiyet Hükümlerinin Hukuk Mahkemelerini Bağlayacağı – Suçun Tanıkla İspat Edilebileceğinin Kabul Edilemeyeceği )
• TANIK BEYANI İLE İSPAT ( Bedelsiz Senedi Kullanma – Suçun Tanıkla İspat Edilebileceğinin Kabul Edilemeyeceği )
• CEZA MAHKEMELERİNDE VERİLEN MAHKUMİYET HÜKMÜ ( Hukuk Mahkemelerini Bağlayacağı – Bedelsiz Senedi Kullanma/Suçun Tanıkla İspat Edilmesinin İsabetsiz Olduğu )
• İSPAT VASITALARINN SINIRLANDIRILMASI ( Bedelsiz Senedi Kullanma – Suçun Tanıkla İspat Edilebileceğinin Kabul Edilemeyeceği/Ceza Mahkemelerinde Verilen Mahkumiyet Hükümlerinin Hukuk Mahkemelerini Bağlayacağı )
5237/m.156
ÖZET : Bedelsiz senedi kullanma suçunda; uyuşmazlık, EURO olarak tanzim edilen senedin bedelsiz olduğunun tanık beyanı ile ispatlanmasının mümkün olup olmadığının ve buna bağlı olarak atılı suçun sübuta erip ermediğinin belirlenmesine ilişkindir. Ceza muhakemesinde hakimin delilleri serbestçe takdir edeceği açıklanmış ve ispat vasıtaları yönünden bir sınırlama getirilmemiş ise de, hukuki bir ilişkinin sonucu olup, aynı zamanda cezai sorumluluğu da gerektiren işlemlerde hukuk mahkemelerinde aranılan ispat şeklinin ceza mahkemelerinde de aranması gerektiği, ceza mahkemelerinden verilen mahkûmiyet hükümlerinin hukuk mahkemelerini de bağlayacağı, bedelsizsenedi kullanma suçunun işlendiğinin tanıkla ispatı kabul olunduğu takdirde katılanın ceza ilamına dayanarak 60.000 EURO bedelindeki borcu ödediğini herhangi bir yazılı delile ihtiyaç olmadan ispat edebileceği, bunun da miktar itibarıyla tanıkla ispat edilemeyecek bir iddianın HUMK’na aykırı olarak tanıkla ispatı sonucunu doğuracağı açık olup, katılanın senedin ödenmesine rağmen kullanıldığı yönündeki iddiasının tanık anlatımlarına göre sabit kabul edilmesi ve sanığın mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizdir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2004/6-86
K. 2004/113
T. 11.5.2004
• RESMİ EVRAKTA SAHTECİLİK ( Sanıkların Birlikte Hareketle Bedeli Ödenmiş Olan Bonoyu Katılana İade Etmekten Kaçınarak Yerine Sahte Olarak Düzenleyip Pullarını Yırtmak Suretiyle Geçersiz Kılmaları – “Bedelsiz Kalmış Senedi Kullanma” Suçuna Uyduğu )
• BEDELSİZ KALAN SENEDİ KULLANMA ( Sanıkların Birlikte Hareketle Bedeli Ödenmiş Olan Bonoyu Katılana İade Etmekten Kaçınarak Yerine Sahte Olarak Düzenleyip Pullarını Yırtmak Suretiyle Geçersiz Kılmaları )
• AÇIĞA ATILAN İMZA ( Belge Bulunmaması – Bu Belgenin Hukuken Geçerli Bir İşlem Yazılarak Kullanılmasının Söz Konusu Olmaması Nazara Alındığında Olayda TCY.nın 509/2. Maddesinin Uygulanamayacağı )
765/m.509
ÖZET : Sanıkların birlikte hareketle, bedeli ödenmiş olan bonoyu katılana iade etmekten kaçınarak yerine sahte olarak düzenleyip pullarını yırtmak suretiyle geçersiz kıldıkları bir bonoyu iade edip, bedelsiz kalmış olduğunu bildikleri senedi takibe koymak suretiyle bedelini yeniden tahsil ettikleri açıktır. Sanıkların sabit olan bu eylemleri TCY.nın 509/1. maddesinin ikinci cümlesinde düzenlenen “bedelsiz kalmış senedi kullanma” suçuna uymaktadır. Olayda katılan tarafından açığa imza atılmış olan bir belgenin kullanılması söz konusu değildir. Bu nedenle gerek yerleşmiş kararlarda, gerekse öğretide yer alan görüşlere göre, ele geçirilen bir açığa atılmış imzalı belge bulunmaması, bu belgenin hukuken geçerli bir işlem yazılarak kullanılmasının söz konusu olmaması nazara alındığında, artık olayda TCY.nın 509/2. maddesinin uygulanması olanaksızdır.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2001/6-70
K. 2001/77
T. 1.5.2001
• ÖZEL EVRAKTA SAHTECİLİK SUÇU ( Ele Geçirdiği Açığa İmzalı Senedi Doldurarak Bono Haline Getirip Kullanan Sanık )
• EVRAKTA SAHTECİLİK ( Ele Geçirdiği Açığa İmzalı Senedi Doldurarak Bono Haline Getirip Kullanan Sanık )
• AÇIĞA İMZALI SENEDİ DOLDURARAK BONO HALİNE GETİRİP KULLANAN SANIK ( Özel Evrakta Sahtecilik Suçu )
• İMZALI BOŞ SENEDİ DOLDURARAK KULLANAN SANIK ( Özel Evrakta Sahtekarlık Suçu )
765/m.509/1-2,342/1
6762/m.692,693
ÖZET : 1. TCY.sının 509. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenlenmiş olan suç, Yasanın altıncı babının üç ve dördüncü fasıllarının bütününe yollamada bulunulmuş olduğundan niteliği itibariyle belgeye duyulan güveni korumaya yönelik bir sahtecilik suçudur.
2. TCY.sının 522, 523 ve 524. maddelerinin bu suç failleri hakkında uygulanma olanağı yoktur.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 1963/6-215
K. 1963/1790
T. 26.11.1963
• HİZMET SEBEBİYLE EMNİYETİ SUİSTİMAL ( İmza Atılıp Boş Olarak Verilen Bonoların Ortaklık Bittikten Sonra Doldurulup Takibe Konması )
• İŞ GEREĞİ VERİLEN BOŞ BONOLARIN DOLDURULUP TAKİBE KONMASI ( Hizmet Sebebiyle Emniyeti Suistimal )
• HÜRRİYETİ BAĞLAYICI CEZANIN PARA CEZASINA ÇEVRİLMESİ ( Bir Hapis Cezası Kısa Süreli Olmadığından Mümkün Olmaması )
• BİR YIL HAPİS CEZASI ( Kısa Süreli Olmadığından Para Cezasına Çevrilememesi ) 765/m.342,509,510
ÖZET : Tck 509 inancı kötüye kullanma suçunun özel bir şeklidir. Bu suç muayyen bir surette istimal etmek üzere kendisine tevdi olunan kağıda sahibinin zararına olarak hukukça hükmü haiz bir muamele yazmakla oluşur. İmza üstüne sahibi zararına TCK 349 da sayılan bir ticari senet de yazılsa TCK 509/1 in uygulanması gerekir.
T.C.
YARGITAY
15. CEZA DAİRESİ
E. 2013/22773
K. 2016/745
T. 25.1.2016
DAVA : Bedelsiz senedi kullanma suçundan sanığın beraatine dair hüküm, katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;
KARAR : Katılanın, sanığın yanında işçi olarak çalışmaya başladıktan sonra sanığa teminat olarak üç adet 5.000’er TL bedelli senet verdiği, katılanın daha sonra işten çıkmasına rağmen, sanığın söz konusu senetleri katılana iade etmeyip icraya koymak suretiyle bedelsiz senedi kullanma suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 05/02/2013 tarih ve 2012/11-1086 Esas ve 2013/40 Karar sayılı kararında da vurgulandığı üzere,bedelsiz senedin kullanıldığını iddia eden kişinin bunu yazılı delille ispatlaması gerektiği dikkate alınarak ve katılanın da, senedin teminat olarak verildiğine dair yazılı bir delil sunamadığı anlaşılmakla, suçun unsurlarının oluşmadığı ve sanığın mahkumiyetine yeter kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gerekçelerine dayanan mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik bulunmamıştır.
SONUÇ : Yapılan yargılama sonunda, yüklenen suçun unsurlarının oluşmadığı ve yeterli delil bulunmadığı gerekçe gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, katılan vekilinin, beraat hükmünün kanuna aykırı olduğuna ve eylemin suç teşkil ettiğine dair temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA, 25/01/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
15. CEZA DAİRESİ
E. 2013/21941
K. 2016/265
T. 13.1.2016
DAVA : Bedelsiz senedi kullanma suçundan sanığın mahkumiyetine dair hüküm, sanık tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;
KARAR : Tüm dosya kapsamına göre, katılan M.. Y..’un sanık M.. U..’un iş yerinde bir müddet çalıştığı ve iş yerinden ayrıldığı, ayrılırken bir adet motosiklet aldığı ve eski borçları ile birlikte sanık M.. U..’a 2.630 TL borcunun olduğu, borcunu zamanında ödeyemediği ve bu sebeple sanık Mevlüt’ün katılan M.. Y.. hakkında icra takibi yaptığı, bunun üzerine katılan M.. Y..’un 1400 TL lik 2 adet senet düzenleyip verdiği, katılanın senetleri zamanında ödeyememesi üzerine borcuna karşılık motosikleti sanık M.. U..’a verdiği, sanık M.. U..’un da suça konu motosikleti M.. G..’ye 1.200 TL karşılığında sattığı, ancak motosikletin bedelini mahsup etmeyerek icra takibine devam ettiği, bu şekilde bedelsiz senedi kullanma suçunu işlediği iddia edilen olayda;
Sanığın katılana yönelik kısmen bedelsiz kaldığı iddia edilen senetlerin, 26.02.2009 tarihinde icraya konulması ve icra işleminden önce sanık hakkında 28.01.2009 tarihinde iddianamenin düzenlenmiş olması karşısında, olaydabedelsiz senedin kullanılması suçunun unsurlarının bulunmadığı gözetilmeden, sanığın üzerine atılı suçtan beraati yerine, yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesi,
Kabule göre de,
1-)Hapis cezası alt sınırdan tayin edildiği halde, adli para cezası belirlenirken yeterli ve yasal gerekçe gösterilmeksizin,aynı gerekçeyle tam gün sayısının asgari hadden uzaklaşılması suretiyle belirlenerek sanığa fazla ceza tayini,
2-)Sanık hakkında belirlenen temel gün adli para cezasının, para cezasına çevrilmesi sırasında uygulanan kanun maddesi olan TCK’nın 52/2. maddesiyle hapis cezasının seçenek yaptırıma çevrilmesinde TCK 50/1-a maddesinin gösterilmeyerek, 5271 Sayılı CMK’nın 232/6. maddesine aykırılık oluşturulması,
SONUÇ : Kanuna aykırı olup, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 Sayılı kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 Sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 13.01.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
15. CEZA DAİRESİ
E. 2013/22059
K. 2016/48
T. 11.1.2016
• BEDELSİZ SENEDİ KULLANMA SUÇU ( Senedin Bedelsiz Kaldığının ya da Anlaşmaya Aykırı Kullanıldığının HUMK’un Belirttiği İstisnalar Dışında Tanıkla İspat Olunamayacağı -Takibe Konulan Miktarın Yazılı Delille İspatlanması Zorunlu Olmasına Rağmen Katılanın Borcunun Olmadığına veya Borcu Ödediğine Dair Herhangi Bir Belge İbraz Edememesi ve Tanık Beyanlarının Alacağın İspatı İçin Yeterli Olmaması Hususları Birlikte Değerlendirildiğinde Sanıkların Cezalandırılmasına Yeterli Delil Bulunmadığından Beraatlerine Karar Verileceği )
• SENEDİN BEDELSİZ KALDIĞININ TANIKLA İSPAT OLUNAMAMASI ( Takibe Konulan Miktarın Yazılı Delille İspatlanması Zorunlu Olmasına Rağmen Katılanın Borcunun Olmadığına veya Borcu Ödediğine Dair Herhangi Bir Belge İbraz Edemediği ve Tanık Beyanlarının Alacağın İspatı İçin Yeterli Olmadığı – Sanıkların Bedelsiz Senedi Kullanma Suçundan Cezalandırılamayacağı )
• KATILANIN BORCUNUN OLMADIĞINA YA DA BORCU ÖDEDİĞİNE DAİR HERHANGİ BİR BELGE SUNAMAMASI ( Takibe Konulan Miktarın Yazılı Delille İspatlanması Zorunlu Olmasına Rağmen Katılanın Borcunun Olmadığına veya Borcu Ödediğine Dair Herhangi Bir Belge İbraz Edemediği ve Tanık Beyanlarının Alacağın İspatı İçin Yeterli Olmadığı – Sanıkların Bedelsiz Senedi Kullanma Suçundan Cezalandırılmaması Gerektiği )
5237/m. 156
ÖZET : Bedelsiz senedi kullanma suçundan sanıkların mahkumiyetine dair hüküm kurulmuştur.
Senedin bedelsiz kaldığının ya da anlaşmaya aykırı kullanıldığının HUMK’un belirttiği istisnalar dışında, tanıkla ispat olunamayacağı da dikkate alındığında, takibe konulan miktarın yazılı delille ispatlanmasının zorunlu olmasına rağmen, katılanın borcunun olmadığına veya borcu ödediğine dair herhangi bir belge ibraz edememesi ve tanık beyanlarının alacağın ispatı için yeterli olmaması hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanıkların cezalandırılmasına yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilerek beraatlerine karar verilmelidir.
T.C.
YARGITAY
23. CEZA DAİRESİ
E. 2015/4045
K. 2016/129
T. 12.1.2016
• BEDELSİZ SENEDİ KULLANMA SUÇU (Sadece Hapis Cezasıyla Sınırlı Olarak Kabul Edilen Ertelemede Mahkemece Bir Deneme Süresinin Belirlenmesi Zorunlu Olup Denetim Süresinin Mahkûm Olunan Hapis Cezası Süresinden Az Olamayacak Şekilde Belirlenmesi Gerektiği – Beş Ay Süreyle Denetim Süresi Belirlenmesinin İsabetsiz Olduğu)
• ADLİ PARA CEZASININ TAYİNİ (Hapis Cezasının Alt Sınırdan Tayini Halinde Mutlak Surette Adli Para Cezasının da Alt Sınırdan Tayini Gerektiği Yönünde Bir Zorunluluk Bulunmamakta İse de Yeterli ve Yasal Gerekçe Gösterilmeksizin Adli Para Cezasının Alt Sınırın Üzerinde Tayin Edilmesinin Hatalı Olduğu)
• HAPİS CEZASININ ERTELENMESİ (Mahkemece Bir Deneme Süresinin Belirlenmesi Zorunlu Olup Bu Sürenin Belirlenmemesi veya Eksik Belirlenmesinin Aleyhe Bozma Yasağı Kapsamında Değerlendirilemeyeceği ve Denetim Süresinin Mahkûm Olunan Hapis Cezası Süresinden Az Olamayacak Şekilde Belirlenmesi Gerektiği)
• ALEYHE BOZMA YASAĞI (Bedelsiz Senedi Kullanma Suçu – Sadece Hapis Cezasıyla Sınırlı Olarak Kabul Edilen Ertelemede Mahkemece Bir Deneme Süresinin Belirlenmesi Zorunlu Olup Bu Sürenin Belirlenmemesi veya Eksik Belirlenmesinin Aleyhe Bozma Yasağı Kapsamında Değerlendirilemeyeceği) 5237/m.51
ÖZET : Yasa koyucunun ayrıca adli para cezası öngördüğü suçlarda, hapis cezasının alt sınırdan tayini halinde mutlak surette adli para cezasının da alt sınırdan tayini gerektiği yönünde bir zorunluluk bulunmamakta ise de, yeterli ve yasal gerekçe gösterilmeksizin adli para cezasının alt sınırın üzerinde tayin edilmesi hatalıdır. Öte yandan, 5237 Sayılı TCK’nın 51. maddesiyle, sadece hapis cezasıyla sınırlı olarak kabul edilen ertelemede, maddenin 3. fıkrası uyarınca mahkemece bir deneme süresinin belirlenmesi zorunlu olup, bu sürenin belirlenmemesi veya eksik belirlenmesinin, aleyhe bozma yasağı kapsamında değerlendirilemeyeceği ve denetim süresinin mahkûm olunan hapis cezası süresinden az olamayacak şekilde belirlenmesi gerektiği gözetilmeden 5 ay süreyle denetim süresi belirlenmesi isabetsizdir.
T.C.
YARGITAY
23. CEZA DAİRESİ
E. 2015/20379
K. 2015/7467
T. 2.12.2015
• BEDELSİZ SENEDİ KULLANMA VE GÜVENİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇU ( Suçun Yasal Unsurlarının Oluşmadığından Bahisle Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar Verildiği – Müşteki Vekilince Verilen Dilekçe Üzerine Herhangi Bir Araştırma Yapılmadığı/Ortada Kanuna Uygun Bir Soruşturmanın Bulunmadığı )
• CUMHURİYET SAVCISININ SORUŞTURMA YAPMA ZORUNLULUĞU ( Cumhuriyet Savcısı Tarafından Müştekinin Şikayet Dilekçesi Üzerine Herhangi Bir Araştırma Yapılmaksızın Karar Verildiği/Müşteki Tarafından Bildirilen İcra Dosyası Getirtilerek İncelenmesi Gerektiği – Ortada Kanuna Uygun Bir Soruşturmanın Bulunmadığından İtirazın Kabul Edileceği )
• KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA DAİR KARARA İTİRAZ ( Bedelsiz Senedi Kullanma Ve Güveni Kötüye Kullanma Suçu/Müşteki Tarafından Bildirilen İcra Dosyası Getirtilerek İncelenmesi Gerekirken Müşteki Vekilince Verilen Dilekçe Üzerine Herhangi Bir Araştırma Yapılmadığı/Ortada Kanuna Uygun Bir Soruşturmanın Bulunmadığından Soruşturma Yapmasını Sağlamak Maksadıyla İtirazın Kabul Edileceği )
5271/m. 160
ÖZET : Bedelsiz senedi kullanma ve güveni kötüye kullanma suçlarından yapılan soruşturmada suçun yasal unsurlarının oluşmadığından bahisle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ise de yasal düzenlemeler gereği Cumhuriyet Savcısı soruşturma yapmak zorundadır. Müşteki tarafından bildirilen icra dosyası getirtilerek incelenmesi gerekirken, müşteki vekilince verilen dilekçe üzerine herhangi bir araştırma yapılmadığı, ortada kanuna uygun bir soruşturmanın bulunmadığı bir durumda, soruşturma yapmasını sağlamak maksadıyla itirazın kabul edilmesi gerekir.
T.C.
YARGITAY
23. CEZA DAİRESİ
E. 2015/223
K. 2015/45
T. 25.3.2015
DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Bedelsiz senedi kullanma suçunun oluşabilmesi için; sanığın elinde borçlusunca bedelinin tamamı ya da kısmen ödenmiş bir senet olmalı ve bunu kısmen veya tamamen ödenmemiş gibi tahsile sokması veya bir başkasına devretmesi gerekmektedir. Borcun bir bölümü ödenmiş ve geri kalan miktar için elinde tuttuğu senedi, tümü veya kalandan fazla miktarı için kullanan sanığın fiili de bedelsiz senedi kullanma suçunu oluşturacaktır.
1- Sanık R.. H..’in üzerine atılı bedelsiz senedi kullanma suçu nedeniyle hakkında verilen beraat kararını temyizde hukuki bir yararı olmadığı gibi, hükmün gerekçesine yönelik bir temyizi de bulunmadığından, vaki temyiz talebinin 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddesi uyarınca REDDİNE;
2- Katılan A…’nun, hakkında beraat kararı verilen sanık R…’ten aldığı 3.500 TL para karşılığında, kendisinin asıl borçlu, annesi katılan M…’nin ise kefil olarak imzalayarak verdikleri boş senedin meblağ kısmına sonradan 15.000 TL yazılıp, katılanların aleyhine sanık Özcan tarafından icra takibi başlatılması şeklinde geliştiği iddia olunan somut olayda; oluşa ve tüm dosya kapsamına göre, söz konusu senedin katılanlar tarafından imzalanarak verildiği, imzanın katılanlar tarafından atıldığının sabit olduğu, sadece senedin miktar kısmına yönelik ihtilafın hukuki nitelikte bulunduğu, borçlusunca bedelinin tamamı veya bir kısmı ödenmiş bir senedin kısmen veya tamamen ödenmemiş gibi tahsile konulmasının söz konusu olmadığı gözetilmeyerek, sanık Ö…’ın beraati yerine unsurları oluşmayan bedelsiz senedi kullanma suçundan yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi;
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanık Ö.. H..’in temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 25/03/2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
SAHTECİLİK SUÇLARI
Madde Metinleri
TCK’nın 204. maddesinde Resmi Belgede Sahtecilik suçu düzenlenmiştir, buna göre;
1-Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarım aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmî bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarım aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmî belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Resmî belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması hâlinde, verilecek ceza yansı oranında artırılır.
TCK’nm 205. maddesinde Resmi Belgeyi bozmak, Yok Etmek veya Gizlemek suçu düzenlenmiştir, buna göre;
(1) Gerçek bir resmî belgeyi bozan, yok eden veya gizleyen kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Suçun kamu görevlisi tarafından işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yan oranında artırılır.
TCK’nm 206. maddesinde Resmi belgenin Düzenlenmesinde Yalan Beyanda Bulunma suçu düzenlenmiştir, buna göre;
(1) Bir resmî belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandınlır.
TCK’nın 207. maddesinde Özel Belgede Sahtecilik suçu düzenlenmiştir, buna göre;
(1) Bir özel belgeyi sahte olarak düzenleyen veya gerçek bir özel belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren ve kullanan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Bir sahte özel belgeyi bu özelliğini bilerek kullanan kişi de yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.
TCK’mn 208. maddesinde Özel Belgeyi Bozmak, Yok Etmek veya Gizlemek suçu düzenlenmiştir, buna göre; (1) Gerçek bir özel belgeyi bozan, yok eden veya gizleyen kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
TCK’mn 209. maddesinde Açığa İmzanın Kötüye Kullanılması suçu düzenlenmiştir, buna göre;
(1) Belirli bir tarzda doldurulup kullanılmak üzere kendisine teslim olunan imzalı ve kısmen veya tamamen boş bir kâğıdı, verilme nedeninden farklı bir şekilde dolduran kişi, şikâyet üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) İmzalı ve kısmen veya tamamen boş bir kâğıdı hukuka aykırı olarak ele geçirip veya elde bulundurup da hukukî sonuç doğuracak şekilde dolduran kişi, belgede sahtecilik hükümlerine göre cezalandırılır.
TCK’mn 210. maddesinde Resmi Belge Hükmünde Belgeler düzenlenmiştir, buna göre; (1) Özel belgede sahtecilik suçunun konusunun, emre veya hamile yazılı kambiyo senedi, emtiayı temsil eden belge, hisse senedi, tahvil veya vasiyetname olması hâlinde, resmî belgede sahtecilik suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
(2) Gerçeğe aykırı belge düzenleyen tabip, diş tabibi, eczacı, ebe, hemşire veya diğer sağlık mesleği mensubu, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Düzenlenen belgenin kişiye haksız bir menfaat sağlaması ya da kamunun veya kişilerin zararına bir sonuç doğurucu nitelik taşıması hâlinde, resmî belgede sahtecilik hükümlerine göre cezaya hiikmolunur.
TCK’mn 211. maddesinde Daha Az Cezayı Gerektiren Hal düzenlenmiştir, buna göre; (1) Bir hukukî ilişkiye dayanan alacağın ispatı veya gerçek bir durumun belgelenmesi amacıyla belgede sahtecilik suçunun işlenmesi hâlinde, verilecek ceza, yarısı oranında indirilir.
TCK’nın 212. maddesinde İçtima düzenlenmiştir, buna göre; (1) Sahte resmî veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması hâlinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur.
Madde Gerekçeleri
TCK’nın 204. maddesinde, resmi belgede sahtecilik suçu tanımlanmıştır. Suçun konusu resmi belgedir. Belge, eski dilimizdeki “evrak” kelimesi karşılığında kullanılmakta olup, yazılı kağıt anlamına gelmektedir. Bu bakımdan, yazılı kağıt niteliğinde olmayan şey, ispat kuvveti ne olursa olsun, belge niteliği taşımamaktadır. Kağıt üzerindeki yazının, anlaşılabilir bir içeriğe sahip olması ve ayrıca, bir irade beyanını ihtiva etmesi gerekir. Bu yazının belli bir kişiye veya kişilere izafe edilebilir olması gerekir. Ancak, bu kişilerin gerçekten mevcut kişiler olması gerekmez. Bu itibarla, gerçek veya hayalî belli bir kişiye izafe edilemeyen yazılı kağıt, belge niteliği taşımaz. Kağıt üzerindeki yazının belli bir kişiye izafe edilebilmesi için, bu kişinin ad ve soyadının kağıda eksiksiz bir şekilde yazılması ve kağıdın bu kişi tarafından imzalanmış olması şart değildir.
Ancak, bazı belgeler (örneğin poliçe gibi kambiyo senetleri) açısından, belge üzerinde kişinin kendi el yazısı ile imzasının atılmış olması gerekir. Zira, imza, ilgili kambiyo senedinin zorunlu şekil şartını (kurucu bir unsurunu) oluşturmaktadır.
Bir kişinin, düzenlediği belgeye başkasmın adını yazması ve belgeyi imzalaması durumunda da bir belge vardır; ancak, bu belge sahtedir. Belge altında adı yazılan ve adma imza konulan kişi, gerçek veya hayali bir kişi olabilir. Bunun, belgenin varlığına bir etkisi bulunmamaktadır.
Bir belgeden söz edebilmek için, kağıt üzerindeki yazının içeriğinin hukukî bir kıymet taşıması, hukukî bir hüküm ifade eylemesi, hukukî bir sonuç doğurmaya elverişli olması gerekir.
Resmi belge, bir kamu görevlisi tarafından görevi gereği olarak düzenlenen yazıyı ifade etmektedir. Bu itibarla, düzenlenen belge ile kamu görevlisinin ifa ettiği görev arasında bir irtibatın bulunması gerekir. Bu itibarla, bir kamu kurumu ile akdedilen sözleşme dolayısıyla özel hukuk hükümlerinin uygulama kabiliyetinin olması hâlinde dahi, resmi belge vardır. Çünkü sözleşme, kamu kurumu adına kamu görevlisi tarafından imzalanmaktadır.
Ayrıca belirtilmelidir ki, her ne kadar, belgeden söz edilen durumlarda yazılı bir kağıdın varlığı gerekli ise de; bazı durumlarda belgenin varlığını kabul için, yazının kağıt üzerinde bulunması gerekmez. Bir metal levha üzerine yazı yazılması hâlinde de belgenin varlığını kabul etmek gerekir. Bu itibarla, araç plakaları da resmi belge olarak kabul edilmek gerekir.
Söz konusu suç, seçimlik hareketli bir suç olarak tanımlanmıştır.
Birinci seçimlik hareket, resmi belgeyi sahte olarak düzenlemektir. Bu seçimlik hareketle, resmi belge esasında mevcut olmadığı hâlde, mevcutmuş gibi sahte olarak üretilmektedir.
Sahtelikten söz edebilmek için, düzenlenen belgenin gerçek bir belge olduğu konusunda kişiyi yanıltıcı nitelikte olması gerekir. Başka bir deyişle, sahteliğin beş duyuyla anlaşılabilir olmaması gerekir. Özel bir incelemeye tabi tutulmadıkça gerçek olmadığı anlaşılamayan belge, sahte belge olarak kabul edilmesi gerekir.
İkinci seçimlik hareket, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştirmektir. Bu seçimlik hareketle, esasmda mevcut olan resmi belge üzerinde silmek veya ilaveler yapmak suretiyle değişiklik yapılmaktadır. Mevcut olan resmi belge üzerinde sahtecilikten söz edebilmek için, yapılan değişikliğin aldatıcı nitelikte olması gerekir. Aksi takdirde, resmi belgeyi bozmak suçu oluşur.
Birinci ve ikinci seçimlik hareketle bağlantılı olarak belirtilmek gerekir ki; sahteciliğin, belgenin üzerindeki bilgilerin bir kısmına veya tamamına ilişkin olmasının, suçun oluşması açısından bir önemi bulunmamaktadır.
Üçüncü seçimlik hareket ise, sahte resmi belgeyi kullanmaktır. Kullanılan sahte belgenin kişinin kendisi veya başkası tarafından düzenlenmiş olmasının bir önemi yoktur.
Maddenin ikinci fıkrasında, resmi belgede sahtecilik suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi ayrı bir suç olarak tanımlanmaktadır. Birinci fıkrada tanımlanan suçtan farklı olarak, bu suçun kamu görevlisi tarafından işlenmesinin yanı sıra, suçun konusunu oluşturan belgenin kamu görevlisinin görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmî bir belge olması gerekir. Bu bakımdan, resmi belgede sahteciliğin kamu görevlisi tarafından yapılmasına rağmen, düzenlenen sahte resmi belgenin kamu görevlisinin görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu bir belge olmaması hâlinde, bu fıkra hükmü uygulanamaz.
Söz konusu suçu oluşturan hareketler, birinci fıkrada tanımlanan suçu oluşturan seçimlik hareketlerden ibarettir. Ancak, bu bağlamda özellikle belirtilmelidir ki, kamu görevlisinin gerçeğe aykırı olarak bir olayı kendi huzurunda gerçekleşmiş gibi, bir beyanı kendi huzurunda yapılmış gibi göstererek belge düzenlemesi hâlinde, bu fıkra hükmünde tanımlanan suç oluşur.
Maddenin üçüncü fıkrasında, resmi belgede sahtecilik suçunun konu bakımından nitelikli unsuru belirlenmiştir. Buna göre, suçun konusunu oluşturan resmî belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması hâlinde, cezanın belirlenen oranda artırılması gerekir. Bu hüküm, belgelerde sahtecilik suçlan ile delil teorisi arasındaki ilişki göz önüne alınarak, daha üstün ispat gücüne sahip belgeyi daha fazla korumak ihtiyacını karşılamaktadır. Ancak, değişik yorumlara son vermek maksadıyla bir belgenin böyle bir güce sahip olup olmadığının saptanması için kanunlarda bu hususu belirten bir hüküm bulunması gerekli sayılmıştır.
TCK’nm 205. maddesinde, resmi belgeyi bozmak, yok etmek ve gizlemek fiilleri, resmi belgede sahtecilik suçundan ayrı bir suç olarak ceza yaptırım altına alınmıştır. Sahtecilik suçu, düzenlenen belgenin veya belgede yapılan değişikliğin başkasını aldatıcı nitelikte olmasını gerektirir. Bu maddede tanımlanan suçun işlenmesi, başkasını aldatma özelliği taşımayabilir.
Suçun konusu, hukuken geçerli, yani gerçek bir resmi belgedir. Söz konusu suçu oluşturan seçimlik hareketler, resmi belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemektir.
Gerçek bir resmi belge üzerindeki yazıları örneğin boyamak veya silmek suretiyle okunamaz hâle getirmek, belge üzerindeki resmi koparmak, belgeyi yırtmak, yakmak veya gizlemek fiilleri bu suçu oluşturur. Gizleme hâlinde, belge varlığını ve bütünlüğünü muhafaza etmektedir. Gizlenen belge, kişilerin nezdinde bulunan resmi belge olabileceği gibi, bir kamu kurum ve kuruluşunda ya da kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunda muhafaza edilen belge de olabilir. Gizlemenin, belgenin nezdinde bulunduğu kişiye ya da kurum veya kuruluşa karşı olması gerekir. Bir belgenin, örneğin bir uyuşmazlık bağlammda mahkemeden istenmesine karşılık; gerçeğe aykırı olarak, mevcut olmadığının veya bulunamadığının bildirilmesi hâlinde, bu suç değil, suç delillerini gizleme suçu oluşur.
Bir resmi belgenin, örneğin bir hukukî uyuşmazlık bağlamında mahkemeden istenmesine karşılık; gerçeğe aykırı olarak, mevcut olmadığının Veya bulunamadığının bildirilmesi hâlinde, bu suç oluşur. Ancak, bir suça ilişkin olarak yapılan soruşturma veya kovuşturma kapsamında istenen belgelerin verilmemesi hâlinde, resmi belgenin gizlenmesi suçunun değil, SUÇ delillerini gizleme suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir.
Gizleme olgusu, belgenin nezdinde bulunduğu kişiden ya da kurum Veya kuruluştan çalınması suretiyle de gerçekleşebilir. Ancak bu durumda, hırsızlık suçundan değil, resmi belgenin gizlenmesi suçundan dolayı hüküm tesis edilmelidir.
Bu suç herhangi bir kişi tarafından işlenebilir. Resmi belgenin kamu görevlisi tarafından bozulması, yok edilmesi veya gizlenmesi, bu suçun nitelikli şekli olarak tanımlanmıştır. Bu suç açısından özellik arzeden husus, suçun konusunu oluşturan belgenin, kamu görevlisinin görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu belge olması gerekmez. Gerçek bir resmi belgenin kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı olarak bozulması, yırtılması, yok edilmesi veya gizlenmesi hâlinde, bu suç oluşur.
TCK’nın 206. maddesi, doktrinde “fikrî sahtecilik” olarak adlandırılan bir suç tipini düzenlemektedir. Kişi, kendi beyanıyla, sahte bir resmî belgenin düzenlenmesine neden olmak hakkına sahip değildir. Kişinin açıklamaları üzerine düzenlenen resmî belgenin bu beyanın doğruluğunu ispat edici bir güce sahip olması suçun oluşması için gereklidir. Aksi takdirde düzenlenen belge, yapılan beyanın doğruluğunu ispat edemeyeceğinden, kişi kendi beyanı ile böyle bir belgenin düzenlenmesine etmen olmuş sayılamaz ve kendisinin bu madde uyarınca cezalandırılmasının neden ve hikmeti kalmaz. O hâlde bakılacak husus şudur: Beyanm doğruluğu düzenlenen resmî belgeyle ispat edilecek ise, madde uygulanacaktır; buna karşılık beyanı alan memur, beyanm doğruluğunu tahkik edip, buna kanaat getirdikten sonra resmî belgeyi düzenlemek durumunda ise yani resmî belge sadece kişinin beyanı üzerine değil de, memurca yapılacak inceleme sonucuna göre meydana getirilmekte ise, bu maddedeki suç oluşmaz. Nitekim, kişiyi çok geniş bir surette “doğruyu söylemekle yükümleyen İtalyan Ceza Kanun’un 483 üncü maddesi de aynı esası kabul etmiş ve İtalyan Yargıtay mm yerleşmiş içtihadı da bu yönde olmuştur.
Bu nedenle, gümrük muayene memuruna, belirli bir malı ithal veya ihraç edeceği yolunda yalan beyanda bulunan kişi, bu maddedeki suçu işlemiş olmaz; zira beyanı alan gümrük muayene memuru sırf bu beyanla yetinmeyip, beyanın doğruluğunu incelemekle yükümlüdür.
Resmî belge ile doğruluğu ispat edilecek olayların ne olduğu, belgenin niteliğine göre belirir.
Hâkime, değişik olaylar karşısında, yalan beyanın niteliğine göre temel cezayı belirlemek bakımından takdir yetkisi sağlamak maksadıyla maddedeki ceza üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası olarak saptanmıştır.
TCK’nın 207. maddesinde, özel belgede sahtecilik suçu tanımlanmaktadır. Suçun konusu, özel belgedir. Söz konusu suçu oluşturan hareketlerden biri, özel belgeyi sahte olarak düzenlemektir. Özel belge esasında mevcut olmadığı hâlde, mevcutmuş gibi sahte olarak üretilmektedir. Suç, gerçek bir özel belgeyi başkalarım aldatacak şekilde değiştirmek suretiyle de işlenebilir. Bu seçimlik hareketle, esasmda mevcut olan özel belge üzerinde silmek veya ilaveler yapmak suretiyle değişiklik yapılmaktadır. Mevcut olan özel belge üzerinde sahtecilikten söz edebilmek için, yapılan değişikliğin aldatıcı nitelikte olması gerekir. Aksi takdirde, özel belgeyi bozma suçu oluşur. Söz konusu suçun tamamlanabilmesi için, bu iki seçimlik hareketten birinin gerçekleşmesinin yanı sıra, düzenlenen sahte belgenin kullanılması gerekir.
Suçun oluşması için, bir unsur olarak kullanmanın gerçekleşmesi gerekir. Kullanmadan maksat, bu sahte belgenin herhangi bir hukukî ilişkide veya herhangi bir hukukî işlem tesisinde dikkate alınmasını sağlamaya çalışmaktır.
Maddenin ikinci fıkrasında, başkaları tarafından sahte olarak düzenlenmiş olan bir özel belgenin kullanılması, suç olarak tanımlanmıştır. Bu suçun oluşabilmesi için, kullanan kişinin, belgenin sahte olduğunu bilmesi gerekir. Yani bu suç, ancak doğrudan kastla işlenebilir.
TCK’nın 208. maddesinde, özel belgeyi bozmak, yok etmek ve gizlemek fiilleri, özel belgede sahtecilik suçundan ayrı bir suç olarak ceza yaptırımı altma alınmıştır. Suçun konusu, hukuken geçerli, yani gerçek bir özel belgedir. Söz konusu suçu oluşturan seçimlik hareketler, özel belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemektir. Gerçek bir özel belge üzerindeki yazıları örneğin boyamak, karalamak veya silmek suretiyle okunamaz hâle getirmek, belgeyi yırtmak, yakmak veya gizlemek fiilleri bu suçu oluşturur. Gizleme hâlinde, belge varlığım ve bütünlüğünü muhafaza etmektedir. Gizlenen belge, kişilerin nezdinde bulunan özel belge olabileceği gibi, özel veya kamuya ait bir kurum veya kuruluşta muhafaza edilen özel belge de olabilir. Noterde muhafaza edüen vasiyetname, bu ikinci hâle örnek teşkil eder.
Bir özel belgenin, örneğin bir uyuşmazlık bağlamında mahkemeden istenmesine karşılık; gerçeğe aykırı olarak, mevcut olmadığının veya bulunamadığının bildirilmesi hâlinde, bu suç oluşur. Ancak, bir suça ilişkin olarak yapılan soruşturma veya kovuşturma kapsamında istenen belgelerin verilmemesi hâlinde, özel belgenin gizlenmesi suçunun değil, suç delillerini gizleme suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir.
Gizleme olgusu, özel belgenin nezdinde bulunduğu kişiden ya da kürüm veya kuruluştan çalınması suretiyle de gerçekleşebilir. Ancak, bu durumda, hırsızlık suçundan dolayı değil, özel belgenin gizlenmesi suçundan dolayı hüküm tesis edilmelidir.
TCK’mn 209. maddesiyle, belirli bir tarzda doldurulup kullanılması için verilmiş boş bir kağıdı, teslim edenin isteğine ve imzalı boş kağıdı veriş nedenine aykırı olarak dolduran kimse cezalandırılmaktadır. Suçun yapısı şu suretle ortaya çıkmaktadır: Bir kişi diğerine belirli bir tarzda doldurmak üzere imzalı ve fakat boş bir kağıt verecektir; böylece suçun oluşması için imzanın gerçek olması temel koşuldur. Ayrıca verilen kağıt hukuken geçerli bir belge oluşturmayacaktır; suç böylece gerçek bir belgenin tahrif veya tağyiri şeklinde işlenecek olursa, belgede sahtecilik suçu söz konusu olur. Suçun oluşması için söz konusu imzalı kağıdın, tevdi ve teslim nedeninden farklı bir şekilde doldurulması gereklidir.
Suçun soruşturulması ve kovuşturulması, şikâyete bağlıdır. İmzalı boş kağıt ancak taraflar arasında belirli bir ilişki şeklinin varlığı hâlinde söz konusu olabileceğinden, kovuşturmanın şikâyete bağlı tutulması uygun görülmüştür.
ikinci fıkrada, imzalı ve kısmen veya tamamen boş bir kağıdı hukuka aykırı olarak ele geçirip veya elde bulundurup da hukukî sonuç doğuracak şekilde dolduran kişinin, belgede sahtecilik hükümlerine göre cezalandırılması öngörülmüştür. Dikkat edilmelidir ki, bu durumda, imzalı kağıt teslim veya tevdi edilmemiş, suçlu bunu hukuka aykırı bir suretle ele geçirerek doldurmuştur.
TCK’mn 210. maddesi, ticarî hayatta büyük yer tutan ve basit bir ciro ile veya buna bile gerek görülmeksizin tedavül eden bazı evrakı daha ciddî bir şekilde korumak maksadına yöneliktir. Madde ile sayılan özel belgelerde sahtecilik yapılması hâlinde, resmî belgede sahtecilik suçuna ilişkin hükümlerin uygulanacağı kabul edilmiştir. Burada söz konusu olan, sadece resmi belgede sahtecilik suçuna ilişkin cezanın uygulanması değildir. Sayılan belgelerde sahtecilik yapılması durumunda, resmi belgede sahtecilik suçuna ilişkin hükümler bütün olarak uygulanır.
Kambiyo senedi veya emtiayı temsil eden evrak, imzalı ve boş olarak faile tevdi edilmiş olup da, fail, bunu tevdi maksadından farklı bir şekilde doldurmuşsa, o takdirde açığa atılan imzanın, kötüye kullanılmasına ilişkin yaptırım uygulanacaktır. Çünkü, bu durumda, tevdi edilen kağıt, imzalı ve fakat boş olarak verildiği için, henüz belge niteliğini kazanmamıştır.
Maddede, son zamanlarda tahvillerde de sahtecilik fiillerinin geniş ölçüde gerçekleştirilmesi ve bu nedenle güvenliğin çok zarara uğraması nedeni ile her türlü tahviller de özel himaye altına alınmıştır; ayrıca el yazılı vasiyetnamelerde gerçekleştirilen sahtecilik dolayısıyla, resmî belgede sahtecilik hükümlerinin uygulanacağı açıklanmıştır. Burada söz konusu olan vasiyetname, noter huzurunda yapılmamış olanlardır. Noterin, talep üzerine düzenlediği vasiyetname bir resmî belge olduğundan bu madde kapsamında zikredilmesine gerek yoktur. Burada geçen vasiyetname, ölen kişinin meydana getirdiği el yazısı ile yapılmış veya onun beyanı üzerine özel kişilerce saptanmış vasiyetnamelerdir.
Maddenin ikinci fıkrasında, kamu görevlisi sıfatıyla çalışmasalar bile, tabip, diş tabibi, eczacı, ebe, hemşire veya diğer sağlık mesleği mensubu kişilerin, görevlerinin gereği olarak gerçeğe aykırı belge düzenlemesi, ayn bir suç olarak tanımlanmıştır. Ancak, düzenlenen belgenin kişiye haksız bir menfaat sağlaması ya da kamunun veya kişilerin zararına bir sonuç doğurucu nitelik taşıması hâlinde, resmi belgede sahtecilik hükümlerine göre cezaya hükmolunacaktır. Böylece, belirtilen kişilerin görevlerinin ifası bağlamında düzenledikleri belgelerin önemi vurgulanmış ve bunlara duyulan güvenin özellikle korunması amaçlanmıştır.
TCK’nın 211. madde metninde, resmi veya özel belgede sahtecilik suçunun bir hukukî ilişkiye dayanan alacağın ispatı veya gerçek bir durumun belgelenmesi amacıyla işlenmesi, suçun temel şekline göre daha az ceza ile cezalandırılması gereken bir hâl olarak öngörülmüştür.
TCK’nm 212. madde metninde, sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması hâlinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunacağı kabul edilmiştir. Örneğin, sahte belgenin kullanılması sureti ile bir kimse aldatılarak bir yarar elde edilmiş olabilir. Bu durumda, hem dolandırıcılık hem de resmi veya özel belgede sahtecilik suçlarına ait cezaların içtima suretiyle verilmesi gerekecektir. Keza, sahte belge düzenlemek suretiyle zimmetin gizlenmeye çalışılması hâlinde, hem zimmet suçundan hem de resmi belgede sahtecilik suçundan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunacaktır.
Uygulamalı Örnekler ve Açıklamalar
Sahtecilik suçları, Kanun’un, kamu güvenine karşı işlenen suçlar bölümünde yer almaktadır. Bu suçla, korunan hukuksal yarar kamu güvenidir, kavramının ne anlama geldiği öğretide tartışmalıdır. Belgenin üç unsuru Vardır. Genelde, yazılılık, bir düzenleyicisinin bulunması ve içeriğinin bulunması gibi unsurlar sayılmıştır,139 Buna göre belgeden söz edilmesi için ilk koşul, belgenin yazı olması gerektiğidir, fakat, belgenin mutlaka bir kağıt parçası üzerine yazılması zorunlu değildir. Yargıtay 11. Ceza Dairesi; 22.02.2007 tarih ve 8681/1073 E.K. sayılı kararında, belgenin, taşman bir şey üzerine yazılıp da, hukuki hüküm ifade eden bir olayı kanıtlamaya yarayan yazı olduğu, belgenin varlığının kabulü için yazılı kağıdın bulunmasının zorunlu olmadığı, bir metal levha üzerine yazı yazılmasının da diğer unsurların varlığı durumunda belge olarak kabul edilebileceğini hüküm altına alınmıştır. Belgeden bahsetmek için ikinci koşul da, belgenin düzenleyeninin belli ya da belirlenebilir olması gerekir. Buna göre; anonim nitelikteki yazılar belge sayılamaz. Üçüncü koşul ise, belge, hukuksal açıdan önem taşıyan olayların ispatına elverişli olmalıdır. Yani, belge üzerinde işlenen sahteciliğin hukuken bir önem taşıması gerekir. Bu nedenle fotokopi belgeler üzerinde sahtecilik yapılamaz. Bu suret onaylı da olsa sonuç değişmez, fakat suret asıl yerine geçiyorsa suç oluşacaktır. Faks ve a-mail çıktısı üzerinde de sahtecilik yapılamaz, yine Yargıtay, konser, sinema ve maç biletlerini belge olarak saymamıştır.
Resmi Belgede Sahtecilik Suçu
Resmi belge; ancak belge düzenlemeye yetkisi bulunan bir kamu görevlisi tarafından görev gereği ve Kanun’da öngörülen usullere uygun olarak düzenlenen belgedir. Suçun faili kamu görevlisi değilse, TCK’nın 204/1, belgeyi düzenlemeye yetkili bir kamu görevlisi sanık ise, TCK’nın 204/2 maddesi tartışılmalıdır. TCK’nın 204/1. maddesi açısından, herkes suçun faili olabilir. Eğer sanık kamu görevlisi, belgeyi düzenlemeye yetkili değilse, TCK’nın 204/1 maddesi uygulanır. Örneğin polis memuru olan sanık, alkollü olan sanık hakkında alkollü olmadığı şeklinde belge düzenlemiş ise, içerik itibariyle sahte belge oluşturulduğu için, bu belgeyi düzenlemeye yetkisi var ise TCK’nm 204/2 maddesi uygulanacaktır. Bu şekilde belgenin içeriği sahte olabileceği gibi, belgenin kendisi de tamamen sahte olarak düzenlenebilecektir.
/ Resmi belgeyi sahte olarak düzenlemek, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştirmek veya sahte resmi belgeyi kullanmak seçimlik hareketlerden birinin yapılması ile resmi belgede sahtecilik suçu oluşacaktır.
/ Resmi belgeyi sahte olarak düzenlemek, gerçek bir belgeyi taklit etmektir, yani fail, sahte resmi belgeyi düzenledikten sonra kamu görevlisinin imzasını ya da yazışım taklit etmektedir .
/Taklit için, belgenin, düzenleyeni olarak görünen kişiden bir başka kişi tarafından yeni baştan düzenlenmiş olması gerekir.
Sahtecilik, belgenin tamamına veya bir kısmına ilişkin olabilir. Özel kişi, kamu görevlisi tarafından düzenlenmesi gerekli bir belgeyi sahte olarak düzenlemiş olabileceği gibi, daha önce kamu görevlisi tarafından düzenlenen belgeyi değiştirerek de sahte belge haline getirebilir. Her iki durumda da kamu görevlisi tarafından düzenlenmesi olanaklı belgeyi sahte olarak üretmiş olur.
Suçun gerçekleşmesi için sahte olarak düzenlenen belgenin kullanılması gerekmez. Sahte olarak düzenlenen resmi belge hukuki değer taşıması ve aldatma yeteneğine haiz olması gerekiry Belge aynı zamanda hukuki sonuç doğurmalıdır. Hiçbir hukuki önemi olmayan bir olayı ispat edebilen bir yazı hukuki anlamda “delil” olamaz ve dolayısıyla varaka sıfatım elde edemez. Yazı hukuk alanında etki meydana getirmelidir.
Aldatma Yeteneği; belgedeki sahteciliğin ilk bakışta anlaşılamaması, başkalarını aldatabilecek biçim ve içerikte olmasıdır. Aldatma yeteneğinin bulunmadığı, kaba taklit veya tahrifat halinde kamu güveni sarsılmayacağından sahtecilik suçundan söz edilemez. Yargıtay uygulamalarına göre, sahtecilik pek bariz, açık ve ilk görüşte anlaşılabiliyorsa aldatma yeteneği yoktur. Aldatma keyfiyeti, belgeden objektif olarak anlaşılmalıdır. Muhatabın hatasından, dikkatsizlik ya da özensizliğinden kaynaklanan fiil, aldatma yeteneğinin varlığım göstermez. Aldatma yeteneğinin tüm seçimlik hareketler için de aranması gerekir. Sahte bir belge sanık tarafından hazırlandıktan sonra bir kuruma ibraz edilirse ve bu kurumun da belgenin gerçekliğini araştırma yükümlülüğü varsa, yani mutad olarak araştırması gerekiyorsa, bu durumda, belgenin aldatma yeteneğinin bulunmadığı kabul edilmektedir. Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin uygulaması bu yöndedir. Örneğin, sanık, yurt dışından aldığım beyan ettiği sahte sürücü belgesini Türkiye’deki resmi makamlara başvurarak, buradaki sürücü belgesine dönüştürmüşse, ilgili emniyetin, söz konusu belgenin geçerliliğini araştırma zorunluluğu olduğu durumda, belgenin aldatma kabiliyetinden söz edilemeyecektir. Aynı şekilde, sanık yurt dışından aldığım beyan ettiği sahte bir diplomayı Türkiye’de ilgili kuruma sunup denklik talep ettiğinde, ilgili kurumun, diplomanın gerçekliğini araştırma yükümlülüğü varsa, bu durumda yine belgenin aldatma kabiliyetinin bulunmadığı kabul edilecektir. Bu sahte diplomayı kullanıp yıllarca kamuda görev yapan bir kişi açısından nitelikli dolandırıcılık suçu oluşmayabilecektir. Çünkü, sahte bir diploma ile olsa bile, fiilen bir hizmet yapılmış, yapılan hizmette bir aksama olmamış, gerçek diploma sahibi çalışmış olsa da, aynı işi aynı değerde yapacağı söylenebiliyorsa, sanık, bu yaptığı hizmet karşılığında karşılığında maaş aldığı için, kurum zararı oluşmayacağından TCK’nın 158/1-e suçunun unsurları oluşmayacaktır. Eğer sanık, haketmediği halde bu diplomayla doktorluk yapmaya başlamış ise, sanığın, bir doktorun yapması gerekenleri yapamayacağı dikkate alınarak, yaptığı hizmetin de bir önemi olmayacağından kurum zararının oluşacağını kabul etmek gerekecektir.“sahtelikten söz edebilmek için düzenlenen belgenin gerçek bir belge olduğu konusunda kişiyi aldatıcı nitelikte olması gerekir. Başka bir deyişle, sahteliğin beş duyuyla anlaşılabilir olmaması gerekir. Özel bir incelemeye tabi tutulmadıkça gerçek olmadığı anlaşılamayan belge, sahte belge olarak kabul edilmek gerekir. Evrakı incelemeye yetkili mercilerin evrakı araştırma yükümlülüklerinin zorunlu olması halinde sahtecilik suçu oluşmaz. Aldatıcılık / İğfal kabiliyetinin tespitinin objektif olarak yapılması gerektir. Bu hususun tespiti Hakime aittir. Aldatıcılık vasfının tespitinde sadece mağdur/müşteki ölçüt olarak alınmaz. Kural olarak incelemeye tabi tutulmaksızın sahteciliği anlaşılamayan evrakın bir çok insanı ilk bakışta aldatmaya elverişli olması yeterlidir. Örneğin miktar kısmında değişiklik yapılarak 500 TL bedelli senedin sonradan 1 rakamı eklenmek suretiyle 1500 TL bedelli olarak yazılması ve bu senedin ciro yapılmak suretiyle başkasına devredilmesi halinde veya böyle bir ihtimalin de vuku bulabileceği gerçeğinden hareketle iğfal kabiliyeti unsurunun oluştuğunun kabülü gerekmektedir.
Sanığın, başkasının yerine sınava girmesi durumunda, sınava giren sanık ile adına sınava girilen sanık, TCK’nın 204/1 maddesi gereğince cezalandırılacak, ayrıca, bu sınav sonucunda, sanık kamuda görev alıp maaş almaya başlamış ise, TCK’nın 158/1-e maddesi gereğince de cezalandırılması gerekecektir. Eğer sanık, bu şekilde yapılan sınavla özel sektörde çalışmış ise, dolandırıcılık suçu açısından, işe alan şirketin zararının olup olmadığına bakılması gerekecektir. Sınavda kopya çeken sanığın eylemi de, yukarıdaki ilkeler çerçevesinde değerlendirilmelidir.
/ Resmi belgeyi sahte olarak düzenleme suçunun oluşması için sahte belgenin kullanılması gerekmez. Sahteciliğin belgenin tamamına veya bir kısmına ilişkin olması suçun oluşumu için önem taşımaz. Kısmen dahi olsa sahte belge üretilmişse suç oluşur. Resmi belgenin kim tarafından düzenlendiği imzadan veya yazının içeriğinden anlaşılabilir. İmza kural olarak el ile atılır. 5070 sayılı Elektronik imza Kanunu ile buna istisna getirilerek elektronik imza ile ilgili hukuki, teknik ve kullanıma ilişkin esaslar düzenlenmiştir. Adı geçen Kanun’un 5. maddesinde; güvenli elektronik imza elle atılan imza ile aynı hukuki sonucu doğurur. Kanunların resmi şekle veya özel bir merasime tabi tuttuğu hukuki işlemler ile teminat sözleşmeleri güvenli elektronik imza ile gerçekleştirilemez, hükmü yer almaktadır. /
Gerçek bir resmi belgeyi başkalarım aldatacak şekilde değiştirmek, kamu görevlisi olmayan bir kimse veya kamu görevlisi olup da suça konu belgeyi düzenleme yetkisi olmayanın gerçek bir resmi belge üzerinde değiştirmeler yapması bu bent kapsamına girer. TCK’nın 204. maddesinin gerekçesinde resmi belgenin değiştirilmesi, düzenleyen olarak gözüken kişi tarafından belgenin düzenlenmesinden sonra ekleme veya çıkarma yapılması anlamındadır.
Gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştirmek için, önceden gerçek bir resmi belge mevcut olmalıdır. Bu bir ön şarttır. Ortada böyle bir belge yoksa ya da belge resmi belge niteliğinde değilse doğal olarak bu seçimlik hareket oluşmayacaktır. Bir gerçeğin değiştirilmiş olması için de, yazının gerçek olduklarım belirttiği hususlar ile gerçekte ifade etmesi gereken hususlar arasında; bir aykırılık, bir çelişki lazım gelir. Gerçeğin değiştirilmesi resmi belgenin hukuki sonuç doğuran bölümünün, tarih veya imzanın silinmesi, kazınması, ya da kimyasal araç ve yöntemlerle metinden çıkarılması ya da metne ilave yapılmasıyla gerçekleştirilir. Failin anı zamanda belgeyi oluşturan kişi olması ve belgenin elinden çıkmasından sonra sahtecilik yapması durumunda 204. maddenin 1. fıkrası değil, 2. fıkrası hükmü uygulanacaktır.
Belge, düzenleyenin elinde iken, düzenleyen tarafından değişikliğe uğratılmasında suç oluşmaz. Düzenleyenin elinden çıktığı andan sonra üçüncü kişi tarafından değişiklik yapılması halinde suç oluşur.
Değiştirme sonucunda belge geçerliliğini yitirmişse, TCK’nın 205. maddesinde düzenlenen resmi belgeyi bozma suçu düşünülecektir. Yetkisiz kamu görevlisinin resmi belgeyi kısmen veya tamamen sahte olarak düzenlemesi ya da gerçek resmi belgeyi değiştirmesi, başkalaştırması ile suç oluşur. Suç, değişikliğin yapılmasıyla tamamlandığından ayrıca bu belgenin kullanılmış olması gerekmez. Belgede yapılan değişiklik mahkeme tarafından incelenerek saptanması ve gerektiğinde bilirkişiye başvurulması gerekir.
Resmi belge düzenlendiğinde veya değiştirildiğinde suç tamamlanır. Düzenleyen veya değiştiren kişi yönünden suçun oluşması için ayrıca kullanmak gerekli değildir. Resmi belgede sahtecilikte kullanma, bir öge veya ağırlatıcı neden olmadığından, sahteciliği yapan ve kullanan kişi aynı kişi ise tek bir sahtecilik suçu, sahteciliği yapanla kullanan ayn kişilerse ayrı suç söz konusudur.145 Örneğin, sahte nüfus cüzdanı düzenleyip, aracın satışı sırasında ibrazı halinde sahteciliğin gerçekleştirilmesi ile suç tamamlanmış ancak kullanma anında sona ermiştir. Zamanaşımının da bu tarih esas alınmak suretiyle hesaplanması gerekir.
Resmi belgede sahtecilikte suç tarihi, sanığın belgeyi son kullandığı tarihtir, önceki kullanımlar dikkate alınmaz.
Uygulamada, 765 sayılı TCK’nın 342/1, 80. maddeleri ile sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nın 204/1, 43. maddelerinin karşılaştırılmasında lehe Kanun’un belirlenmesinde bazı usule aykırılıklar görülmektedir. Bu kapsamda; 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 9/3. maddesi uyarmca lehe olan hükmün tespiti esnasında, 765 sayılı TCK’nın 342/1. maddesinde öngörülen ceza 2 yıldan 8 yıla kadar ağır hapis cezası olup, 5237 sayılı TCK’nm 204/1. maddesinde 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası şeklinde lehe düzenleme yapıldığı, 765 sayılı TCK’nm 29. maddesinde yer alan ölçütlerin 5237 sayılı TCK’nm 61. maddesinde bu suçla ilgili olarak değişmediği, örneğin; mahkeme; 765 sayılı Kanun’u uygulanırken 2 yıldan 8 yıla kadar olan ceza için, 3 yıl tercih edildiyse, 5237 sayılı Kanun ile üst sınırın aşağı çekilmesi nedeniyle, 5237 sayılı Kanun’un 204/1. maddesi gereğince, daha az bir cezanın esas alınması gerektiği gözetilerek ve 5237 sayılı TCK’nm 43. maddesinde, 765 sayılı TCK’nm 80. maddesinden farklı olarak “değişik zamanlarda” denilmesi karşısında, aynı anda işlenen eylemlerde zincirleme suça ilişkin hükümlerin uygulanma olanağı bulunmadığı ancak belge sayısı ve çeşitliliğinin temel cezanın belirlenmesinde teşdit sebebi olabileceği gözetilerek, suça konu sahte belgelerin şikâyetçiye aynı anda verilmek suretiyle kullanılması halinde; 5237 sayılı TCK’nın 43. maddesi kapsamında teselsül koşullarının oluşmayacağı dikkate alınarak ve 765 sayılı TCK’nın 80. maddesinde ‘değişik zamanlarda’ koşulu aranmadığından anılan maddenin uygulanma koşulları oluştuğu anlaşılmakla, bu ilkeler gözetilerek lehe Kanun’un tespiti gerekir. Mahkeme, 765 sayılı Kanun’u uygularken 4 yıl hapis verecektim, 5237 sayılı Kanun’u uygularken 2 yıl 6 ay hapis verecektim diyerek de lehe yasa karşılaştırması yapabilecektir.
Örneğin; sanık hakkında, 3167 Sayılı Kanun’a muhalefet suçundan dava açılmasına rağmen, ilgili Asliye Ceza Mahkemesi’nce eylemin “resmi belgede sahtecilik” suçunu oluşturduğu gerekçesiyle bu suçtan mahkumiyet karan kurulması yasaya aykırıdır. 3167 Sayılı Kanun’a muhalefet ve resmi belgede sahtecilik suçlarının bağımsız suçlar olup, birinin diğerine dönüşmeyeceği ve hükmün konusunun iddianamedeki fiil olduğu gözetilmelidir. iddianame kapsamı dışına akılarak dava açılmayan resmi belgede sahtecilik suçundan hüküm kurulması 5271 Sayılı CMK’nın 225. maddesine aykırılık teşkil edecektir.
Suça konu belge aslı dosya içerisinde bulunan sahte sürücü belgesi üzerinde yapılan incelemede, gerek sürücü belgesi gerekse belge üzerine yapıştırılan fotoğraf üzerinde bulunması gereken mahir izlerinin mevcut olmadığı gibi, belge üzerine yapıştırılmış fotoğrafın kenarlarının düzensiz şekilde kesilip sonradan yapıştırılmış olduğunun çıp!ak gözle dahi anlaşılabilmesi karşısmda, mevcut haliyle sürücü belgesi üzerinde yapılan sahteciliğin ilk bakışta farkedilebildiği ve belgenin aldatma yeteneğinin bulunmadığı cihetle, yasal unsurları itibarıyla oluşmayan * resmi belgede sahtecilik” suçundan sanığın beraati karar verilmesi gerektiği gözetilmelidir.
Örneğin, sanık, başka kişinin kimlik bilgileri içeriği üzerinde kendi fotoğrafı bulunan nüfus cüzdanı talep belgesi veya nüfus cüzdanı kayıp ve değiştirme belgesi düzenletip bu belgeyle nüfus müdürlüğünden nüfus cüzdanı alırsa, eylem TCK’nın 204/1, 43 maddeleri kapsamında kalacaktır. Sanık, tamamen sahte bir nüfus cüzdanı düzenlerse, eylem sadece TCK 204/1 maddesi kapsamında kalır. Sarık olarak oluşturduğu resmi bir belgeyi birden fazla kere de kullansa eylem bir defa, TCK 204/1. maddesi kapsamında kalacak ve zincirleme suç hükümleri uygulanmayacaktır.
Örneğin; sanık çalıntı bir araca sahte bir plaka hazırlayıp taktıktan sonra bu plaka bilgilerine göre kendisinin oluşturduğu, kendi adına veya başkası adına düzenlenmiş sahte ruhsatla yakalanırsa, eylem sadece TCK’nm 204/1 maddesi kapsamında kalır, ama sanık sahte plakayı kendisi oluşturduktan sonra, sahte bilgilerle ilgili trafik tescil bürosundan içerik itibariyle sahte bir ruhsat alırsa, bu durumda her iki sahteciliğin değişik zamanlarda yapıldığı dikkate alınarak, sanık hakkında TCK’nm 204/1, 43 maddeleri uygulanacaktır. Bu şekilde sahte ruhsatı alman araç başkasına satılırsa, kamu kurumunun maddi varlığı olan ruhsat kullanıldığı için, gerçek içtima hükümleri çerçevesinde, aracı alan kişiye karşı da TCK’nm 158-ld maddesi uygulanacaktır.
Sanığın üzerinde yakalanan belgelerin hepsi tamamen sahte ve bunların farklı zamanlarda düzenlendiğine dair delil yoksa, eylem tek suç olur, fakat, yakalanan belgelerden biri içerik olarak sahte ise, yani bir kurumdan sahte bilgilerle alınmış ise, yukarıdaki örnekte olduğu gibi zincirleme suç hükümleri uygulanacaktır.
Sahtecilik suçunun mağduru kamudur. Başlangıçta belirttiğimiz gibi sahtecilik suçu, kamu güvenine karşı işlenen bir suçtur. Örneğin; sanık, A kişisi adına sahte bir nüfus cüzdanı çıkarttıktan sonra, aynı kişi adına sahte bir şirket kurar, daha sonra sahte çek karneleri alır ve bu sahte çek karnelerini piyasaya sunarsa, bu durumda çekleri kaç kişiye verirse versin eylem TCK’nm 204/1, 43. maddesi kapsamında kalacaktır, fakat nitelikli dolandırıcılık suçunda suçtan zarar gören, sahte çeki alıp sanığa mal veren kişi olduğu için, sanık, sahte çek verdiği kişi sayısınca TCK’nm 158/1-f maddesi gereğince cezalandırılacaktır. Eğer sanık, örneğin, karşısındaki on kişiye aynı anda çekleri verirse, bu durumda TCK’nm 43/2 maddesi gereğince aynı Kanun’un 158/1-f maddesi uygulanacaktır.
Sahte çek düzenlenmesine rağmen, bu çekin, bu şekilde düzenlenmesine rıza gösterilmiş ise sahtecilik suçu oluşmayacaktır, fakat bu rızanın hukuka aykırı olmaması ve rızada bulunan kişinin, çeki düzenlemeye yetkili kişi olması gereklidir.
Sanık, motor ve şase numarasında sahtecilik yaptıktan sonra, söz konusu aracı trafiğe tescil ettirip başkasına bu şekilde satarsa, eylem TCK’nın 204/1,43,158/1-d maddeleri kapsamında kalır.
Sanık, hiç muayeneye gitmediği halde, aracını muayene ettirmiş gibi yaparak ruhsat üzerinde sahtecilik yaparsa, eylem, TCK’nm 204/1 maddesi kapsamında kalır. Bu şekilde muayenede sahtecilik yapılan aracı başkasına satarsa, satın alan kişinin zararına sebebiyet verildiği için burada da TCK’nın 158/1-d maddesi uygulanacaktır. Muayene tarihi itibariyle, ruhsata hologrom yapıştırılarak muayene yapılması gerekiyorsa ve sanık, hologromsuz bir şekilde sahtecilik yapmış ise, aldatma yeteneği bulunmayan bu sahtecilik eylemi nedeniyle beraatine karar verilmelidir.
Aracını muayene ettirmek isteyen kişi, belgelerini trafik takip bürosundaki sanığa verdikten sonra trafik takipçisi sanık sahte muayene belgesi hazırlarsa, bu kişi açısından eylem, TCK’nm 204/1 maddesi kapsamında kalır, trafik takipçisi sanık, aynı suç işleme kararıyla birden fazla kişinin aracının, bu şekilde sahte muayene işlemini yaparsa ve zincirleme suça dair diğer koşulların da bulunması halinde, eylem, TCK’nm 204/1,43. maddeleri kapsamında kalır, Yargıtay 11. Ceza Dairesi, önceki kararlarında, muayene yaptığı kişi sayısınca sanığın cezalandırılması gerektiği görüşünü savunurken, sahtecilik suçunun kamu olduğundan hareketle zincirleme suç görüşünü ortaya koymuş ve uygulamasını değiştirip bu şekilde devam ettirmeye başlamıştır. Trafik takipçisi sanık, ruhsatı araç sahibinden alıp, aynı anda aracı da teslim almış ise ve araç sahibi, sahtecilik yapıldığım bilmiyor ise, araç sahibinin sorumlu olmadığı kabul edilecek, ayrıca trafik takipçisi sanık, araç sahibini bu şekilde kandırarak ondan haksız menfaat temin etmiş ise, araç sahibine karşı TCK’nm 158/1-d suçunu işlemiş olacaktır. Fakat, araç sahibi, aracını teslim etmeden belgelerini takipçiye verip muayene yapılmasını isterse, araç sahibinin de sahtecilik suçuna iştirak ettiği ve dolandırıcılık suçu açısından da mağdur olmadığı kabul edilmelidir. Bu nitelikteki soruşturmalarda, bu hususların aydınlatılmasında yarar vardır.
Örneğin, nüfus cüzdanım kaybettikten sonra ilgili kuruma gidip yenisini çıkartmak yerine kendisi sahte olarak hazırlarsa suç oluşmaz, buna uygulamada, “faydasız sahtecilik” denilmektedir. TCK’nm 211. maddesinde, her şeye rağmen bir sahtecilik varken, faydasız sahtecilikte, suçun unsurları yoktur. Bu nedenle bu hususlar, birbirine karıştırılmamalıdır.
Sanık sahte kimlikle Telekom’dan sahte hat alırsa, eylem TCK’nm 204/1,43 maddeleri kapsamında kalacaktır.
Sanık, müştekiden alacağını alamadığı için, müştekinin borçlu olduğu bir senet tanzim edip icraya koyarsa, bu durumda TCK’nm 211. maddesi gereğince sanığın cezasından indirim yapılacaktır, dolandırıcılık açısından ise, sanığın, hukuki ilişkiye dayanan alacağını tahsil amacı bulunduğu için, diğer koşulların da bulunması halinde, eylem, TCK’nm 159. maddesi kapsamında kalacaktır. Bu durumda, sanığın, müştekiden olan alacak miktarı ile, sahte olarak düzenlenen senetteki miktar arasında bariz bir fark olmaması gerekir. Ayrıca, sanığın, böyle bir alacağı olduğunu ispat yükümlülüğü de bulunmaktadır. Sanık, A kişisinden alacağı olmasına rağmen, B kişisinin borçlu olduğu bir sahte senet tanzim ederse, bu durumda TCK’nın 211. maddesi uygulanmayacaktır.
Sanık, bedeli ödenen senedi icraya koyarsa, bedelsiz senedi kullanma suçu oluşacak, sanık, hukuka uygun yollarla elinde bulundurduğu senedin boş kısımlarını doldurup kullanırsa, TCK’nın 209/1 maddesi kapsamında açığa imzanın kötüye kullanılması suçundan cezalandırılacak, sanık hukuka aykırı yollarla ele geçirdiği senedi sahte olarak doldurup icraya koyarsa, TCK’nın 209/2 delaletiyle aynı Kanun’un 204/1 ve 1581/-d maddeleri gereğince sorumlu olacaktır.
TCK’nın 210/1. maddeye göre; özel belgede sahtecilik suçunun konusunun, emre veya hamile yazılı kambiyo senedi, emtiayı temsil eden belge, hisse senedi, tahvil veya vasiyetname olması hâlinde, resmî belgede sahtecilik suçuna ilişkin hükümler uygulanır. 2. maddeye göre; gerçeğe aykırı belge düzenleyen tabip, diş tabibi, eczacı, ebe, hemşire veya diğer sağlık mesleği mensubu, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Düzenlenen belgenin kişiye haksız bir menfaat sağlaması ya da kamunun veya kişilerin zararına bir sonuç doğurucu nitelik taşıması hâlinde, resmî belgede sahtecilik hükümlerine göre cezaya hükmolunur. Buna göre, özel hastanede doktor olarak görev yapan sanık, sahte reçete tanzim edip kendisi ile işbirliği yapan sanık eczacı aracılığı ile kuruma fatura ettirirse, kurum zararı oluşacağından, ilgili doktorun kamu görevlisi olmadığı da dikkate alınarak, diğer koşulların da bulunması halinde doktor ve eczacı sanıklar, TCK’nın 204/1, 158/1-e maddeleri gereğince cezalandırılacaktır. İlgili sahte reçete kuruma fatura edilmese bile, sonuç doğurucu nitelikte ise, yine de resmi belgede sahtecilik suçu oluşacaktır.
Sahte reçeteyi, kamuda çalışan doktor doldurursa, bu kişi hakkında TCK’nm 204/2 maddesi uygulanmalıdır.
Örneğin samk A, başka bir suç nedeniyle yakalandığında kendisini B kişisi olarak tanıtmış ve ifadesi alınırken de bu isimle ifade vermiş, üzerinde kendi fotoğrafı bulunan B gerçek kişisi adına düzenlenmiş kimliği kullanırsa, sanık hakkında TCK’nm 204/1 ve TCK’nın 268/1 delaletiyle aynı Kanun’un 267/1. maddesi gereğince sahtecilik ve iftira suçları gereğince işlem yapılma gereklidir. Eğer adına kimlik kullanılan kişi gerçek bir kişi değilse, bu durumda sahtecilik suçunun yanında iftira suçu değil, TCK’nm 206/1. maddesi kapsamında resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunma suçu oluşacaktır. Bu nedenle yapılacak soruşturma ve kovuşturma, sahte kimlikte adı geçen kişinin gerçekte var olup olmadığı mutlaka araştırılmalıdır.
Kambiyo senetlerinde keşide yeri yoksa eylem TCK 207/1 kapsamındadır, fakat bu durum, sahte çeki piyasaya sürüp haksız menfaat temin edilmesi eyleminde, TCK’nın 158/1-f maddesinin uygulanmasını engellemez, yani, çekin unsurlarının bulunmaması, çekin, bankanın maddi varlığı olduğu gerçeğini değiştirmez, yukarıdaki bölümlerde belirttiğimiz Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararı da bu doğrultudadır.
Belge aslı bulunmuyorsa, belgenin unsurlarını irdeleme imkanı olmayacak ve aldatma kabiliyetinin olup olmadığım belirlenemeyecektir, bu durumda, açılan davada sanık hakkında beraat karan verilmesi zorunludur. Bazı dosyalarda, sahte olduğu belirtilen belge fotokopisi üzerinde kriminal incelemesi yapılarak, aldatma kabiliyeti konusunda görüş belirtilse de, aslı olmayan belgenin sahteciliği nedeniyle mahkumiyet karan verilemeyeceği gözetilmelidir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 14.10.2008 gün ve 49/219 sayılı kararında da açıklandığı üzere, ceza yargılamasının amacı, somut gerçeğin ortaya çıkarılması olup bunun için başvurulan kanıtlama araçlarından biri de belgelerdir. Yargılama makamları suç isnadı nedeniyle oluşan uyuşmazlığı çözümlerken ele geçirilen ve kendiliklerinden getirtilen ya da iddia ve savunma doğrultusunda sunulan belgelerin güvenirliğini de denetlemek durumundadırlar. Güvenilirliğin denetlenebilmesi için, belgenin aslının veya bunun olanaklı olmaması halinde de aslına uygunluğu yetkili makam veya kişilerce onanmış örnek ya da kopyalarının dosyaya konulması gerekir. Buna göre; bu evrakların asılları ya da onaylı suretleri getirtilip dosya içerisine konmadan onaysız evraklara dayanılarak yargılamaya devamla yazılı şekilde sanığın mahkumiyetine hükmolunması, yasaya aykırıdır.
Dosyaların Yargıtay’a gönderilmesi sırasında da bazen belgenin aslı ya da fotokopisi gönderilmemektedir, bu durumda kararı inceleyen heyet, denetleme işlevini yerine getirememektedir ve sadece bu nedenle sair yönleri incelemeden kararın bozulmasına karar verilmektedir.
Sanığın, sahte nüfus cüzdanı ile araç kiralama eyleminde, sahte nüfus cüzdanı ve sahte kira sözleşmesi farklı tarihlerde düzenlendiğinden, eylem TCK 204/1, 43 maddeleri kapsamındadır. Dolandırıcılık suçu ise, TCK 158/1-d kapsamında kalır.
Sanık, sahte sürücü belgesiyle işe girer, işyerinde kendisine teslim edilen eşyaları çalarsa, eylem sahte sürücü belgesi ve varsa değişik zamanda düzenlenen sahte iş sözleşmesi nedeniyle TCK’nın 204/1, 43 maddeleri, dolandırıcılık açısından ise, emniyet müdürlüğünün maddi varlığı olan sürücü belgesi kullandığı için eylem TCK 158/1-d kapsamında kalacaktır.
Nüfus cüzdanı ve sürücü belgesinin sahteciliklerinde, öncelikle bu belgelerin tamamen sahte mi yoksa, sahte belge üzerinde tahrifat yapılarak mı oluşturulduğunun tespit edilmesi gerekir. Bu kapsamda, ilgili kuruma yazı yazılabileceği gibi kriminal raporlarından da durum tespiti yapılabilir. Bu şekildeki bir ayırım bazı noktalarda önem taşıyabilir. Örneğin sanık, sahte belgelerle nüfus müdürlüğüne başvurup fiziksel olarak gerçek fakat içerik olarak sahte bir nüfus cüzdanı alırsa, bu durumda, değişik zamanlarda düzenlenen nüfus cüzdanı talep belgesi ile sahte nüfus cüzdanı düzenlendiği için, eylem TCK 204/1, 43. maddeleri kapsamında kalacaktır. Eğer gerçek belge üzerinde tahrifat yapılmış ise, bu durumda sadece TCK’nın 204/1. maddesi uygulanacaktır.
Sanık, sahte nüfus cüzdanı talep belgesiyle sahte nüfus cüzdanı alır, bu sahte belgeyle A isimli oto kiralama işyerinden sahte sözleşmeyle bir araç kiralar, bu araçla ilgili olarak önceden aldığı sahte nüfus cüzdanını kullanarak sahte trafik tescil belgesi alır ve bu belgeyle aslında başkasına ait olan kiraladığı bu aracı B isimli müştekiye noterde satarsa, suçların vasıflandırılması nasıl olur? Sahte nüfus cüzdanı talep belgesi, sahte nüfus cüzdanı, sahte kira sözleşmesi, sahte ruhsat ve sahte noter belgesi eylemleri nedeniyle, değişik zamanlarda ve aynı suç kastıyla hareket edildiği için ve kanunen aksi sabit oluncaya kadar geçerli belge mahiyetindeki sahte noter belgesi bulunduğu için, eylemlerin tamamı, TCK’nın 204/1-3, 43 maddeleri uygulanacaktır. Sanığın sahte belgelerle araç kiralaması nedeniyle A işyerine karşı TCK’nın 158/1-d maddesi, sahte noter belgesiyle aracı B müştekisine satması eylemi ise ikinci kez TCK’nm 158/1-d maddesi suçunu oluşturacaktır.
Tekrar vurgulamak gerekirse, sanık sahte bir belgeyi aynı suç işleme kastıyla on kere de kullansa tek suç olacaktır, örneğin, sahte ehliyetle A bankasından kredi çekti, ertesi gün B bankasından başka bir kredi çektiyse, tek bir sahtecilik suçu vardır, sadece farklı zamanlarda düzenlenen iki tane sahte kredi sözleşmesi nedeniyle, sanık hakkında TCK’nm 204/1, 43 maddeleri uygulanacaktır. Aksi durumda sanık sahte kimlikle yüz kişiyi dolandırsa her bir kullanım için yüz tane mahkumiyet kararı verilir ki, bu durum hakkaniyete ve adalete uygun olmazdı, bu durumda, sanık aynı sahte belgeyle birden fazla kişiye dolandırırsa, mağdur sayısınca dolandırıcılık suçu oluşacaktır.
Sahte çeklerle ilgili olarak dikkate edilmesi gereken, sanık, aynı anda mal aldığı ve çeki verdiği müştekiye yüz tane de çek verse ve bu çeklerin farklı zamanlarda düzenlendiğine dair delil yoksa, tek bir TCK 204/1 maddesindeki suç oluşur, temel ceza; belge sayısı dikkate alınarak belirlenmelidir. Bu belgelerin farklı zamanda düzenlendiğine dair delil varsa, örneğin fatura, irsaliye veya tanık beyanları gibi deliller varsa, bu durumda, belgelerin hepsi aynı anda kullanılsa bile belge sayısınca suç oluşur.
Sanık, sahte nüfus cüzdanı ile bankadan kredi çektikten bir gün sonra aynı bankanın başka bir şubesinden aynı sahte belgelerle kredi çekerse, aynı bankanın şubelerinin tek müşteki sayılacağı dikkate alınarak, değişik zamanlarda işlenen dolandırıcılık eylemi nedeniyle TCK’mn 158/1-j, 43 maddeleri, sahte kredi sözleşmesi ve sahte nüfus cüzdanı nedeniyle de TCK’mn 204/1, 43 maddeleri uygulanır. İddianame tanzim edildikten sonra, sanığın, aynı bankanın farklı şubelerine başvurup kredi çektiğinin tespiti yapılırsa, TCK’mn 43. maddesinin uygulanması açısından bütün dosyaların birleştirilmesi sağlanmalıdır, aksi takdirde sanık, mükerrir ceza alabilecektir. İddianamenin tanziminden soma hukuki ve fiili bir kesinti olacağından, bu tarihten somaki eylemler ayrı suç oluşturacaktır.
Nüfus Hizmetleri Kanunu’un 67. maddesine göre; gerçeğe aykırı yerleşim yeri veya cüzdan talep belgesi veren köy veya mahalle muhtarları ile herhangi bir işlem sebebiyle nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunanlar ve bunlara tanıklık edenler altı aydan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır, hükmüne yer verilmiştir. Yargıtay 11. Ceza dairesi 07/01/2015 tarih ve 2013/720/2015/179 E. K. sayılı kararında, ikametgah ile ilgili olarak, 29.04.2006 tarih ve 26153 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’un 67/1. maddesinin 1.fıkrası dikkate alınarak, mahalle muhtarı olarak görev yapan sanık M.A.O.’nün, diğer sanık T.K.’ye kendi mahallesinde oturmadığı halde mahallede ikamet ettiğine dair gerçeğe aykırı belge düzenlemesi eyleminin, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanun’un 67/1. maddesinde yazılı suçu, sanık T/nin eyleminin ise, muhtar olan sanığm suçuna azmettirmek suretiyle iştirak olduğu gözetilmeden, suç vasfında yanılgı sonucu 5237 sayılı TCK’mn 204/2. maddesinin uygulanması suretiyle fazla ceza tayini, denilerek hükmü bozmuş ve hem muhtar, hem de belgeyi alan kişinin bu maddeye göre cezalandırılacağını belirtmiştir.
Sanık sahte nüfus cüzdanı talep belgesi aldıktan sonra ilgili kurumdan nüfus cüzdanı almadan durum ortaya çıkmış ise, bilerek sahte belgeyi imzalayan muhtar 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 67/1. maddesi gereğince mahkum olacak, belgeyi muhtara imzalatan kişi ise 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanun’un 67/1. maddesine muhalefet suçuna azmettiren olarak cezalandırılacaktır. Muhtar, bilmeden belgeyi vermiş ise; muhtar açısından TCK’nın 257/1, vatandaş sanık açısmdan ise Nüfus Hizmetleri Kanun’un 67/1. maddesine muhalefet suçu tartışılacaktır. Eğer vatandaş olan sanık, bu sahte belgeyi götürüp ayrıca bir sahte nüfus cüzdanı alırsa ve muhtar da eylem ve fikir birliği içinde hareket etmiş ise, bu durumda kanaatimizce eylem, her ikisi açısmdan TCK’nın 204/1, 43 maddeleri kapsamında kalacaktır, muhtar açısından 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanun’un 67/1. maddesi, vatandaş açısmdan TCK’nın 204/1, 43 maddesi şeklindeki uygulama yapılması hatalıdır. Yargıtay 11. Ceza Dairesi; 31/10/2014 tarih ve 2013/335/2014/18064 E. K. sayılı kararı da bu doğrultudadır. Bu karar göre; 490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanun’un 67/1. maddesinin 1. fıkrası dikkate alınarak, sanığın, üzerinde kendi fotoğrafı bulunan ancak A.K.’nin kimlik bilgilerine göre doldurulmuş sahte nüfus cüzdan talep belgesini, hakkında 5490 sayılı Kanun uygulanarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen … Mahallesi muhtarı A.K,’ye onaylatıp elde etmesi eyleminin, 5237 sayılı TCK’nın 204/1. maddesindeki suçu değil muhtar olan sanığın suçuna azmettirerek iştirak olduğunun gözetilmemesi, denilerek bozma karan verilmiştir. Yine Yargıtay 11. Ceza Dairesi; 22/09/2014 tarih ve 2012/28913 /2014/15357 E. K. sayılı kararmda, mahalle muhtarı olarak görev yapan sanıkların kendi mahallelerinde oturmadıklarını bildikleri şahıslara sahte nüfus cüzdan talep belgesi düzenlemeleri şeklindeki eylemlerinin, özel yasa olan ve lehe bulunan 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanun’un 67/1. maddesinde yazılı suçu oluşturacağı gözetilmeden, suç vasfında yanılgı sonucu 5237 sayılı TCK’nm 204/2. maddesinin uygulanması suretiyle fazla ceza tayini, diyerek bozma kararları vermiştir.
Kanaatimizce; sanık, nüfus cüzdanı talep bilgisini gerçeğe aykırı olarak alırsa bu Kanun uygulanacak, muhtar bunu bilerek verirse, yine bu Kanun uygulanacaktır. Eğer sanık, bu nüfus cüzdanı talep belgesi ile sahte nüfus cüzdanı alırsa, bu durumda TCK’nın 204/1 ve Nüfus Hizmetleri Kanun’un 67. maddesi gereğince TCK’nın 204/1, 43. maddeleri uygulanacaktır. Sahte nüfus cüzdanı almadan eylem talep belgesi alma aşamasında kalırsa, sanık ve muhtar olan sanık, Nüfus Hizmetleri Kanun’un 67. maddesinde özel bir düzenleme bulunduğu için bu maddeden dolayı cezalandırılacaktır.
Araçların motor ve şase numarasında change yapılması olayı ile ilgili olarak şunu bilmek gerekir ki, söz konusu motor ve şase numarasının bulunduğu metal levha da belge olarak kabul edilmektedir. Bu belgenin tahrif edilmesi, TCK 204/1 suçunu oluşturacaktır, bu şekilde change yapılan araç başkasına satılırsa, bu kişiye karşı eylem TCK 158/1-d maddesi kapsamında kalacaktır, çünkü; motor ve şase numarasının bulunduğu metal levha kurumun maddi varlığı olarak kabul edilecektir. Bu nitelikteki suçların çoğu zaman örgütlü olarak işlenmesi söz konusu olduğu ve çok sanıklı suçlar niteliğinde olduğu için, çözülmesi zor konular olarak görülmektedir. Bu nitelikteki soruşturmalarda, her bir plaka ve araç için ayrı ayn değerlendirme yapılması, her bir araç ve plaka için kriminal raporu alınması, her bir belge için aldatma yeteneği değerlendirilmesi yapılması gereklidir.
Araç plakası da resmi belge sayılmaktadır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 04.10.2011 gün ve 8-115/197 sayılı kararında araç plakalarının resmi belge olarak kabul edilmesi gerektiği kabul edilmiştir. TCK’nın 204. maddesinin gerekçesinde belirtildiği üzere, belgede sahtecilik suçunun oluşması için yazının kağıt üzerinde bulunması şart olmayıp metal levha üzerindeki yazılar da belge kapsamında bulunduğundan, mühürlü araç plakalarının da resmi belge olarak kabul edilmesi, mahkemece sahte belgelerin aldatıcı nitelikte olup olmadığı duruşmada incelenip tespiti yapılarak, aldatma niteliğinin belirlenmesi durumunda eylemlerinin resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturacağı dikkate alınmalıdır.
Veraset ilamı TCK’nın 204/1. maddesi kapsamındadır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 04/05/1987 tarih ve 6/141/256 sayılı kararında ve daire uygulamalarında açıklandığı üzere, suça konu veraset ilamlarının, kanun hükmü gereği “sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli’ belgelerden olmayıp, “aksi sabit oluncaya kadar geçerli belgelerden olması karşısında, sanığın eyleminin TCK’nın 204/1, 43 maddelerindeki suçu oluşturacağı gözetilmeden, aynı Kanun’un 204/1-3, 43 maddeleri ile uygulama yapılması hatalıdır.
Sahte olarak düzenlenen noter araç satış sözleşmesinin niteliği itibariyle kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli belge olduğu gözetilerek resmi belgede sahtecilik suçundan verilen cezanın TCK’miı 204/3. maddesi uyarınca arttırılması gerekecektir.
Sanık aynı anda birden fazla sahte çeki mağdura verse ve bu çeklerin değişik zamanlarda düzenlendiğine dair delil bulunması durumunda, TCK nın 204/1. maddesi uygulanacaktır. Bu durumda, çekler farklı gerçek kişilere ait olsa da zincirleme suç hükümleri uygulanmayacaktır.
Aldatma yeteneğinin bulunup bulunmadığının takdiri hakime aittir. Bu hususta kriminal raporu alınmasına gerek yoktur. Hakim, belgeyi duruşmaya getirip inceleyecektir.
Çekte keşide yeri yoksa eylem TCK 207/1 kapsamında özel belgede sahtecilik suçunu oluşturur. Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre, çekin zorunlu unsurlardan olan “keşide yerinin” bulunmaması, ayrıca keşide edenin adı yanında da herhangi bir yer yazılmamış olması karşısında, sanığın eylemi öz,el belgede sahtecilik suçu kapsamında kalacaktır.
Sanık, sahte menşe şahadetnamesi hazırlarsa veye veteriner sağlık raporu hazırlarsa düzenleyen memurun eylemi, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanun’unun 45/2. maddesi kapsamına girecektir. Bu durumda TCK’nın 204/2. maddesi uygulanmayacaktır. Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 07/05/2014 tarih ve 2012/26371, 2014/8754 E. K. sayılı kararı da bu yöndedir.
Başkası adma sahte cep telefonu hattı alma olaylarına bakılacak olursa;
Yargıtay 15. Ceza Dairesinin, 23/12/2014 tarih ve 2013/5684/2014/21935 E. K sayılı karara göre; sanığın kullandığı … nolu GSM hattının katılana ait kimlik fotokopisi kullanılarak sahte abonelik sözleşmesinin 18/10/2007 tarihinde İstanbul ilinden alındığı iddia olunan somut olayda, hükümden sonra 19.02.2014 tarih ve 28918 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 6518 sayılı Kanun’un 104 ve 105. maddeleri ile değişik 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanun’un 63. maddesinin 10. fıkrası ile yaptırıma bağlanan 56. maddesinin 4. fıkrasındaki “Kişinin bilgisi ve rızası dışında işletmeci veya adına iş yapan temsilcisi tarafından abonelik tesisi, işlemi veya elektronik kimlik bilgisini haiz cihazların kayıt işlemi yapılamaz ve yaptırılamaz, bu amaçla gerçeğe aykırı evrak düzenlenemez, evrakta değişiklik yapılamaz ve bunlar kullanılamaz” ve 5. fıkrasındaki “Gerçeğe aykırı evrak düzenlemek veya değiştirmek suretiyle kişinin bilgi ve rızası dışında tesis edilmiş olan abonelikler kullanılamaz” hükmü karşısında; özel hüküm niteliğinde bulunan 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanun’un 56. maddesindeki düzenleme de gözetilip, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini yerine yazılı şekilde hüküm kurulması, bozma nedeni kabul edilmiştir.
Yukandaki kararda sanık, başkası adma sahte bir hat alıyor, 5809 sayılı Kanun’un 56/4 maddesinde ise, kişinin bilgisi ve nzası dışında işletmeci veya adma iş yapan temsilcisi tarafından denilerek aslında bu suçun failinin işletmeler olduğu belirtiliyor, kanaatimizce, sanık, işletmenin bilgisi olmadan sahte abonelik sözleşmesi yaparsa bu durumda, eylem TCK’nın 207/1. maddesi kapsamında kalacaktır, bu çerçevede sanığın işletmeci olmadığı bu olayda 5809 sayılı Kanun’un uygulanması yönündeki bu karara katılmamaktayız. Sanık sahte nüfus cüzdanıyla sahte hat alırsa, eylem, TCK 204/1, 43. maddeleri kapsamında kalacak, eğer işletmeci bunu biliyor ise bu suça iştirak etmiş olacak, eğer işletmeci, kendiliğinden sahte bir hat çıkartırsa, 5809 sayılı Kanun’a muhalefet etmiş olacak, bu hattı başkasının kullanımına verirse ve hat kullanılırsa, hat sahibi ve hattı veren 5809 sayılı Kanun ile dolandıncılık suçundan cezalandırılmış olacaktır. Eğer A sanığı, sahte belge ibraz etmeden işletmecinin yanma gelir ve işletmeci ile anlaşarak sahte bir hat çıkartırlarsa, eylem her ikisi açısından, 5809 sayılı Kanun’a muhalefet olur, bu hat kullanılır ve faturaları ödenmezse her ikisi açısından dolandıncılık suçu oluşur.
Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 11/03/2015 tarih ve 2013/5213/ 2015/23322 karar sayılı kararına göre ise, bu ceza söz konusu abonelik sözleşmesini düzenleyen işletmeye veriliyor; 19.02.2014 tarih ve 28918 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 6518 sayılı Kanun’un 104 ve 105. maddeleri ile değişik 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanun’un 63. maddesinin 10. fıkrası ile yaptırıma bağlanan 56. maddesinin 4. fıkrasındaki “Kişinin bilgisi ve rızası dışmda işletmeci veya adma iş yapan temsilcisi tarafından abonelik tesisi, işlemi veya elektronik kimlik bilgisini haiz cihazların kayıt işlemi yapılamaz ve yaptırılamaz, bu amaçla gerçeğe aykırı evrak düzenlenemez, evrakta değişiklik yapılamaz ve bunlar kullanılamaz”, 10. fıkraya göre; bu Kanun’un 56. maddesinin birinci fıkrası hükümlerine aykırı hareket edenler bin günden beş bin güne kadar; ikinci fıkrası hükümlerine aykırı hareket edenler yirmi günden yüz güne kadar; üçüncü fıkrası hükümlerine aykırı hareket edenler yüz günden beş yüz güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır, hükmüne yer verildiği ve 5. fıkrasındaki “Gerçeğe aykırı evrak düzenlemek veya değiştirmek suretiyle kişinin bilgi ve rızası dışında tesis edilmiş olan abonelikler kullanılamaz” hükmü karşısında; özel hüküm niteliğinde bulunan 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanun’un 56. maddesindeki düzenleme dikkate alınarak hüküm kurulmalıdır, demiştir.
Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 15/10/2014 tarih ve 2012/30009 /2014/16531 E. K* sayılı kararında ise, vatandaşın sahte belge ile başvurusunda da 5809 sayılı kanun’uun uygulanması gerektiği belirtilmiştir. Bu kararda; sanık İ.K.’nm, hakkında aynı suçtan mahkumiyet hükmü temyiz edilmeyen diğer sanık S.K. 1 e fikir ve eylem birliği içerisinde hareketle, katılan B.T. adına düzenlenmiş cüzdanını kullanarak suç tarihinde … İlindeki … Bayisine müracaatla ahlan adına … ve … numaralı cep telefonu hatlarına ait abonelik sözleşmelerinin sahte düzenlediğinin iddia ve kabul edilmesi karşısında, sanığın sübut bulan eyleminin hükümden sonra 19.02.2014 tarih ve 28918 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 6518 sayılı Kanun’un 104 ve 105. maddeleri ile değişik 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanun’un 63. maddesinin 10. fıkrası ile yaptırıma bağlanan 56. maddesinin 4. fıkrasındaki “Kişinin bilgisi ve rızası dışında işletmeci veya adına iş yapan temsilcisi tarafından abonelik tesisi, işlemi veya elektronik kimlik bilgisini haiz cihazların kayıt işlemi yapılamaz ve yaptınlamaz, bu amaçla gerçeğe aykırı evrak düzenlenemez, evrakta değişiklik yapılamaz ve bunlar kullanılamaz” ve 5. fıkrasındaki “Gerçeğe aykırı evrak düzenlemek veya değiştirmek suretiyle kişinin bilgi ve rızası dışında tesis edilmiş olan abonelikler kullanılamaz” hükmü karşısında; özel hüküm niteliğinde bulunan 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanun’un 56. maddesindeki düzenleme de gözetilip, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayininde zorunluluk bulunması, demiştir.
Yine Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 19/11/2014 tarih ve 2013/19495/2014/19631 E. K. sayılı kararında da, katılana ait nüfus cüzdanı fotokopisini ele geçiren sanık A.O/nın, … İlçesinde cep telefonu bayiliği yapan sanık F.K. ile fikir ve eylem birliği içerisinde hareketle, katılan adına … ve … numaralı cep telefonu hatlarına ait abonelik sözleşmelerini sahte düzenleyip kullandıklarının iddia ve kabul edildiği olayda, suç ve hüküm tarihlerinden sonra 19.02.2014 tarih ve 28918 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 6518 sayılı Kanun’un 104 ve 105. maddeleri ile değişik 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanun’un 63. maddesinin 10. fıkrası ile yaptırıma bağlanan 56. maddesinin 4. fıkrasındaki “Kişinin bilgisi ve rızası dışında işletmeci veya adına iş yapan temsilcisi tarafından abonelik tesisi, işlemi veya elektronik kimlik bilgisini haiz cihazların kayıt işlemi yapılamaz ve yaptırılamaz, bu amaçla gerçeğe aykırı evrak düzenlenemez, evrakta değişiklik yapılamaz ve bunlar kullanılamaz” ve 5. fıkrasındaki “gerçeğe aykırı evrak düzenlemek veya değiştirmek suretiyle kişinin bilgi ve rızası dışında tesis edilmiş olan abonelikler kullanılamaz” hükmü karşısında; özel hüküm niteliğinde bulunan 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanun’un 56. maddesindeki düzenleme de gözetilip, sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının takdir ve tayininde zorunluluk bulunması, diyerek hem hattı kullanan hem de hattı veren işletmeciye bu cezanın verilmesini benimsemiştir.
Sonuç olarak, sahte telefon hattı alma ile ilgili olarak uygulamanın değişik ihtimallere göre şu şekilde yapılması gereklidir:
1-Eğer işletmeci, herhangi bir müşteriden talep gelmeksizin kendiliğinden, gerçek bir kişi adına sahte bir hat çıkartırsa, 5809 sayılı Kanun’un
56/4, 63/10 maddeleri gereğince cezalandırılacaktır. Bu şekilde çıkartılan hattı başkasının kullanımına verirse veya hattı kendisi kullanılırsa, sahte hat olduğunu bilen ve hattı kullanan kişi ile hattı veren işletmeci, 5237 sayılı TCK’nın 37, maddesi kapsamında, aynı Kanun’un 157/1 veya 158/1-h maddesi ile 5809 sayılı Kanun’un 56/4, 63/10 maddeleri gereğince cezalandırılacaktır.
2-Eğer işletmeci, herhangi bir müşteriden talep gelmeksizin kendiliğinden, gerçek bir kişi adına sahte bir hat çıkartırsa, 5809 sayılı Kanun’un 56/4, 63/10 maddeleri gereğince cezalandırılacaktır. Bu şekilde çıkartılan hattı başkasının kullanımına verirse, sahte hat olduğunu bilmeyen,, hattın kendi adma çıkartıldığını düşünen müşterinin sorumluluğu bulunmayacak, bu şekilde sahte hattı çıkartıp kullandırtan işletmeci 5237 say ıh TCK’nın 157/1 veya 158/1-h maddesi ile 5809 sayılı Kanun’un 56/4, 63/10 maddeleri gereğince cezalandırılacaktır.
3-Müşteri olan sanık, işletmenin bilgisi olmadan sahte abonelik sözleşmesi yaparsa bu durumda, eylem TCK’nın 207/1. maddesi kapsamında kalacaktır, bu çerçevede sanığın işletmeci olmadığı olayda 5809 sayılı Kanun’un uygulanması söz konusu değildir.
4-Müşteri olan sanık, sahte bir nüfus cüzdanıyla, başkası adma sahte hat alırsa, sahteciliğe ilişkin diğer koşulların bulunması halinde eylem, TCK 204/1,43 kapsamında kalacaktır. Eğer eşletmedi, müşteri olan sanığın sahte belgelerle hat aldığım biliyor ve bu eyleme müşterek fail ya da yardım eden olarak katılıyor ise, işletmeci de TCK 204/1, 43 suçuna iştirak etmiş olacaktır. Kullanılan hattın fa turalan ödenmezse; her ikisi açısından TCK’nın 37. maddesi kapsamında, nüfus müdürlüğünün maddi varlığının kullanılmış olması nedeniyle, aynı Kanun’un 158/1-d maddesindeki nitelikli dolandıncılık suçu oluşacaktır.
5-Müşteri olan sanık, sahte belge ibraz etmeden işletmecinin yanma gelir ve işletmeci ile anlaşarak sahte bir hat çıkartırlarsa, eylem her ikisi açısından, 5809 sayılı Kanun’un 56/4, 63/10 maddeleri kapsamında kalır ve kullanılan hattın faturaları ödenmezse her iki açısından TCK’nın 37. maddesi kapsamında, aynı Kanun’un 157/1 veya 158/1-h maddesindeki dolandırıcılık suçu oluşacaktır.
Özel Belgede Sahtecilik Suçu
Özel belgede sahtecilik suçunun oluşması için belgenin kullanılması zorunludur. Bazı durumlarda belge hazırlanması aşaması ile kullanması aşaması farklı iken, bazı durumlarda belge hazırlandığı anda zaten kullanılmaktadır. Örneğin, sanık, başkasına ait olan araziyi arazi sahibinden kiralamış gibi sahte bir kira sözleşmesi hazırlamış ve bunu kullanmamış ise suç oluşmayacaktır, fakat bu belgeyi doğrudan gelir desteği almak için ilgili kuruma ibraz ederse suç oluşacaktır. Bir başka olayda sanık, başkasına ait sürücü belgesiyle oto kiralama işyerinden bir araç kiralarken sahte bir sözleşme yaptığı zaman, aynı anda bu belgeyi kullanmış olacaktır, bu durumda, suçun oluşumu için ayrıca bir kullanma aranmayacaktır.
Resmi belge, resmi makamlar tarafından hazırlanan belgeler veya bireyler tarafmdan hazırlanıp resmi makamlara sunulup kayda girilen belgelerdir. Bunun dışındaki belgeler özel belgedir. Kanun’da bono, poliçe ve çek gibi belgeler, resmi makamlar tarafmdan hazırlanmasa bile, resmi belge olarak kabul edilmiştir.
Özel belgede sahtecilik suçunun faili herkes olabilir. Bu suçu kamu görevlisi de işlese eylem TCK 207/1 kapsammdadır. Kamu görevlisi, zaten kendi görev alanı ile ilgili özel belge düzenleyemez.
Yargıtay, sahtecilik suçlarına teşebbüsün kural olarak mümkün olmadığını kabul etmek gerekir. Ama, sahte özel belgeyi hazırlayan sanığın, söz konusu belgeyi kullanmak için postaya vermesi durumunda özel belgede sahtecilik suçuna teşebbüs olacağı yönünde düşünceler bulunmakta ise de147, bu nitelikteki belgelerde belgeyi hazırlama ve kullanma diye ikili bir aşama bulunmadığı için, belgenin kullanılması şartma bağlı ve bu anlamda neticesi harekete bitişik bir suç olduğu için, kanaatimizce, bu örnekte de teşebbüs hükümleri uygulanamamalıdır.
Belgede sahtecilik suçu taksirle işlenemez. Bu suçlara iştirakin her türlüsü mümkündür. Kamu görevlisinin sahteciliği eylemine iştirak eden sivil kişiler de TCK’nın 204/2. maddesi gereğince cezalandırılırlar. Örneğin kamu görevlisi olan doktorun eylemine eczacı sanık iştirak ederse, eylem her ikisi açısından TCK’nın 37. maddesi kapsamında aynı Kanun’un 204/2 maddesi kapsamında kalır.
Sahte bir belge ile ilgili soruşturma ve kovuşturma yürütülürken, mutlaka belge aslının dosyada bulunması gerekir, aslı adli emanete alınarak, bir örneği dosyaya konur, belgenin unsurlarının olup olmadığı, yapılan sahtecilikte aldatma kabiliyetinin olup olmadığı duruşmada hakim inceleyecek, sadece unsurlarının tam olup olmadığı, aldatma kabiliyetinin olup olmadığı ile yetinecek, ihsas-ı rey mahiyetinde olacak şekilde suçun sabit olup olmadığı konusunda görüş bildirmeyecektir, uygulamada kriminal raporlarında aldatma kabiliyeti olup olmadığından bahsedilse de, belge aslını hakimin incelemesinde büyük yarar vardır, kriminal raporu bulunan ve aldatma kabiliyeti konusunda görüş bildirilen durumlarda, hakimin belgeyi duruşmada incelemediği gerekçesiyle tek başına bozma kararı verilmemektedir, başka bozma nedenlerinin bulunması halinde bu durum da açıklanmaktadır.
TCK’nın 207/2. maddesine göre, bir sahte özel belgeyi bu özelliğini bilerek kullanan kişi de yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır, hükmüne yer verilmekle, sahte belgeyi düzenleyen kişinin bilgisi dışında sanık kullanırsa, yalnızca kullanan kişi cezalandırılır, kullanan kişi, belgenin düzenlenmesine de katılmış ise hem düzenleyen hem kullanan iştiraken sorumlu olur.
Örneğin, sanıklar katılanlarla birlikte ortak oldukları şirkete ait karar defterinde, katılanın hissesini taklit edip hisse devrini usulsüz olarak gerçekleştirip bunu notere tasdik ettirmiş iseler, şirket karar defterindeki sahtecilik, TCK’nın 207/1 maddesi kapsamında kalacaktır, bu belgenin notere onaylatılması, belgeyi resmi belge haline getiremez. Kısacası, noter düzenleme şeklinde değil de, sahte belgeyi sadece onaylıyorsa TCK’nın 204/1-3 maddesi uygulanmayacaktır.
Açıklamalı Yargıtay Kararları
-Resmi belge, o kurumun gerektirdiği ve o tür belge için öngörülen biçim koşullarını taşımıyor ise, sanık hakkında beraat karan verilmelidir.
Resmi belge, kamu görevlisi veya hukuken yetkili kabul edilen görevli tarafından yasa gereğince yerine getirdiği fonksiyona dayanılarak düzenlenen belgedir. Belgenin dayanağı olan mevzuatta belgenin esas olarak hangi öğeleri, hangi nitelikleri taşıyacağı ve diğer biçimsel koşulları belirtilmiş olabilir. Özetle; Devlet bürokrasisinin ürettiği bir belge olan resmi belge, o bürokrasinin gerektirdiği, o tür belge için öngörülen biçim koşullarını taşımalıdır. Örneğin imza resmi belgenin varlığı için gereklidir. İmza dışında baş-“K kişiye ait kimlik bilgileri, paragraf, paraf, soğuk damga, resmi mühür, tarih, sayı, ifade terzi, konu itibariyle hitap şekli, kullanılan deyimler vs. gibi belgesine göre genellikle ara-nan, yerine göre belgenin geçerlilik nedeni haline gelen koşullardır. Bu kapsamda; -.2009 tarihinde sanığa ait araçta elde edilen ve ön yüzündeki yazılar okunamayan sürücü belgesinin belge niteliğinde bulunmadığı dolayısıyla atılı suçun unsurları itibariyle oluşmadığı anlaşıldığından sanığın beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi, (Yargıtay 11. CD., 10/06/2014 tarih ve 2014/11407 Esas, 2014/11392 Karar sayılı Karar)
-Çekte keşide yeri bulunmuyorsa, özel belgede sahtecilik suçundan hüküm kurulmalıdır.
Dosya içerisinde okunaklı ve onaylı örneği bulunan suça konu çekte, Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre bulunması zorunlu unsurlardan olan “keşide yerinin” bulunmaması ayrıca keşide edenin adı yanında da herhangi bir yer yazılmamış olması karşısında, sanığın eyleminin özel belgede sahtecilik suçuna uygun bulunduğu gözetilmeyerek, yazılı şekilde resmi belgede sahtecilik suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi, (Yargıtay 11. CD., 11/03/2014 tarih ve 2012/16390 Esas, 2014/4443 Karar sayılı Karar)
– Suça konu ..2007 tanzim, 15.09.2007 vade tarihli senette keşideci borçlu yönünden TTK’nın 688/6. maddesi hükmüne göre tanzim yerinin bulunmadığı sadece kefil olarak görünen M.S.’nin adresinin “A. ili” olarak yazılı olduğu, bu durumda tanzim yeri mevcut olmadığından aynı Kanun’un 689/son maddesinde öngörülen keşidecinin adı ve soyadı yanında yazılı ve idari birim olarak kabulü mümkün bir yer ismi de bulunmadığından HGK’nın 2.10.1996 gün 12/590-650 sayılı kararında açıklandığı üzere, kambiyo senedi vasfı bulunmaması nedeniyle sanığın eyleminin özel belgede sahtecilik suçuna uygun bulunduğu gözetilmeden yazılı şekilde resmi belgede sahtecilik suçundan mahkumiyetine hükmolunması, (Yargıtay 11. CD., 10/12/2014 tarih ve 2013/1721 Esas, 2014/21291 Karar sayılı Karar)
-Sahte senette, keşide tarihi yoksa, özel belgede sahtecilik suçu oluşur.
Suça konu senette düzenleme tarihi bulunmaması nedeniyle özel belge niteliğinde olduğu gözetilmeden, resmi belgede sahtecilik suçundan hüküm kurulması, (Yargıtay 11. CD., 03/02/2014 tarih ve 2012/18232 Esas, 2014/1558 Karar sayılı Karar)
-Senette, lehtar veya düzenleme tarihi yoksa, özel belge kabul edilecektir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2014/173
K. 2015/495
T. 8.12.2015
DAVA : Sanık …’ün resmi belgede sahtecilik suçundan 5237 Sayılı TCK’nun 204/1, 53 ve 58. maddeleri uyarınca 4 yıl, özel belgede sahtecilik suçundan ise aynı kanunun 207/1, 53 ve 58. maddeleri uyarınca 2 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve hapis cezalarının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin, …. Asliye Ceza Mahkemesince verilen … gün ve … sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay … Ceza Dairesince … gün ve … sayı ile;
“…Sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
1-) Tamamen sahte oluşturulan, ne zaman düzenlendiği belli olmayan, olay öncesinde başka bir yerde kullanıldığı da dosyaya yansımayan … adına sahte hüviyet cüzdanı ve sürücü belgesi ibraz edilerek şikayetçi …’in işleticiliğini yaptığı oto kiralama işyerinde 27.10.2006 tarihli kira sözleşmesi ile 02.11.2006 tarihine kadar araç kiralanıp, sözleşme bitim tarihinden önce şüphe üzerine … tarihinde yakalanan sanığın eyleminin bir bütün halinde teselsül eden tek resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturacağı gözetilmeden eylemleri bölünerek yazılı şekilde hem resmi belgede sahtecilik suçundan hem de özel belgede sahtecilik suçundan mahkumiyetine karar verilmesi,
2-) Kabul ve uygulamaya göre de;
Her iki suçtan cezalar tayin olunurken 5237 Sayılı Kanun’un 53. maddesinin 1. fıkrasının c bendinde yer alan sanığın sadece kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkilerine dair haklardan koşullu salıverilme, 1. fıkrada yazılı diğer haklardan cezanın infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hükümler kurulması” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Kabule göre yapılan bozma nedenine uyan … Asliye Ceza Mahkemesi ise … gün ve … sayı ile;
“…Sanığın sahte araç kiralama sözleşmesini … adına yapması tamamen ayrı bir eylem olup resmi belgede sahtecilik suçu ile teselsül etmesi fiilen ve hukuken mümkün görülmediğinden bu konudaki Yargıtay kararına iştirak etmek mümkün bulunmadığı” gerekçesiyle direnerek, ilk hükümdeki gibi sanığın hem resmi belgede sahtecilik hem de özel belgede sahtecilik suçlarından cezalandırılmasına karar vermiştir.
Bu hükmün de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 12.03.2014 gün ve 314735 “bozma” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
KARAR : Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin ayrı ayrı resmi belgede sahtecilik ve özel belgede sahtecilik suçlarını mı, yoksa zincirleme şekilde resmi belgede sahtecilik suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
27.10.2006 tarihinde sanığın mağdur …’e ait işyerinden 20 … 310 plakalı aracı … adına düzenlenmiş sahte nüfus cüzdanı ve sürücü belgesi ibraz edip … adına kira sözleşmesi imzalayarak kiraladığı, … tarihinde gece saat 05.10 sıralarında kolluk görevlilerince şüphe üzerine yakalandığı, karakolda yapılan üst aramasında … adına düzenlenmiş ancak üzerinde kendi resmi bulunan sahte nüfus cüzdanı ve sürücü belgesinin ele geçirildiği,
Ekspertiz raporunda, … adına düzenlenmiş sürücü belgesi ve nüfus cüzdanının tümden sahte olduğu, sahteliğin ilk bakışta dikkati çekmediğinden iğfal kabiliyetine haiz olduğunun bildirildiği,
Sanığın; kiraladığı araç ile arkadaşlarıyla gezerken polis tarafından durdurulunca sürücü belgesi olmadığı için kaçtığını, üzerinden çıkan ve kendi fotoğrafının bulunduğu sürücü belgesi ve nüfus cüzdanını iki hafta önce parkta gezerken bulduğunu, sürücü belgesi olmadığı için kendi fotoğraflarını yapıştırarak aracı da bu belgelerle kiraladığını, kimlik ve sürücü belgesini başka bir olayda kullanmadığını savunduğu,
Anlaşılmaktadır.
5237 Sayılı TCK’nun “Resmi belgede sahtecilik” başlıklı 204. maddesi;
“Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”,
“Özel belgede sahtecilik” başlıklı 207. maddesi ise,
“Bir özel belgeyi sahte olarak düzenleyen veya gerçek bir özel belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren ve kullanan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiştir.
Resmi ve özel belgede sahtecilik suçları seçimlik hareketli suçlar olup, kanun koyucu gerçek bir belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesini, belgenin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesini veya sahte belgenin kullanılmasını suç olarak saymıştır. Suç konuları farklı olmakla birlikte, resmi ve özel belgede sahtecilik suçları unsurları itibariyle benzer şekilde düzenlenmiştir.
Belgede sahtecilik suçlarında korunan hukuki yarar kamu güveni olup, suçun geniş anlamda mağduru, toplumu oluşturan bireylerdir. Bununla birlikte belgede sahtecilik suçunun işlenmesiyle haksızlığa uğrayan gerçek ve tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün olduğundan, gerçek ve tüzel kişilerin yargılamaya katılmaları mümkündür.
Uyuşmazlığın isabetli bir çözüme kavuşturulması bakımından “zincirleme suç” hükümlerinin de incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
5237 Sayılı TCK’nda hakim olan ilke gerçek içtimadır. Bunun sonucu olarak, “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda da; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır” şeklinde ifade edilmiştir. Bu kuralın istisnalarına ise, 5237 Sayılı TCK’nun “suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.
Ceza hukukunda, yasadaki suç tanımına uygun olarak gerçekleşen her netice ilke olarak ayrı bir suç oluşturur ve fail kaç netice meydana getirmiş ise o kadar suç işlemiş sayılarak, her birinden dolayı ayrı ve bağımsız olarak cezalandırılır. Ancak bazı hallerde birden fazla netice meydana gelmiş olsa bile, faile meydana gelen netice kadar ceza verilmeyerek tek bir ceza verilmesi ile yetinilir. Birden fazla neticenin meydana gelmesine karşın, faile tek ceza verilmesini gerektiren hallerden biri de zincirleme suçtur. Zincirleme suçta faile tek ceza verilirken, kanunun öngördüğü miktarda bir artırım da yapılması söz konusudur.
Zincirleme suç, 765 Sayılı Kanun’un 80. maddesinde; “Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün bir kaç defa ihlal edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır. Fakat bundan dolayı terettüp edecek ceza altıda birden yarıya kadar artırılır” şeklinde düzenlenmiştir. Buna karşın 5237 Sayılı Kanun’un 43. maddesinin ilk fıkrasında; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynısuçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır” biçiminde zincirleme suç düzenlemesine yer verilmiş, ikinci fıkrasında; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır” denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima kurumu hüküm altına alınmış, üçüncü fıkrasında ise; “Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz” düzenlemesi ile zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanamayacağı suçlar belirtilmiştir.
TCK’nun 43/1. maddesi düzenlemesinden anlaşılacağı üzere, zincirleme suç hükümlerinin uygulandığı hallerde aslında işlenmiş birden fazla suç olmasına karşın, fail bu suçların her birinden ayrı ayrı cezalandırılmamakta, buna karşın bir suçtan verilen ceza belirli bir miktarda arttırılmaktadır.
5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 43/1. maddesinde düzenlenen zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;
a-)- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,
b-)- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,
c-)- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.
765 Sayılı TCK’nda yer alan “muhtelif zamanlarda vaki olsa bile” ifadesi karşısında, aynı suç işleme kararı altında birden fazla suçun aynı zamanda işlenmesi durumunda diğer şartların da varlığı halinde zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi mümkündür. Nitekim, 765 Sayılı TCK’nun yürürlüğü zamanında bu husus yargısal kararlarla kabul edilmiş ve uygulama bu doğrultuda yerleşmiştir.
5237 Sayılı TCK’nun 43/1. maddesinde bulunan, “değişik zamanlarda” ifadesinin açıklığı karşısında, zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda öğreti ve uygulamada tam bir görüş birliği bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu halde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus TCK’nun 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde gözönüne alınabilecektir.
Ayrıca, yasada “aynı zaman” ve “değişik zaman” kavramları konusunda bir açıklık bulunmadığından ve önceden kesin saptamaların yapılması da mümkün olmadığından, bu husus her somut olayın özelliği gözönüne alınarak değerlendirilmeli ve eylemlerin “değişik zamanlarda” işlenip işlenmediği belirlenmelidir.
Konunun açıklığa kavuşturulabilmesi için mağdur kavramının da değerlendirilmesi gerekmektedir. Mağdur; Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde, “haksızlığa uğramış kişi” olarak tanımlanmaktadır. Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan mağdur, ancak gerçek bir kişi olabilecek, tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de bunlar mağdur olamayacaklardır. Suçtan zarar gören ile mağdur kavramları da aynı şeyi ifade etmemektedir. Mağdur suçun işlenmesiyle her zaman zarar görmekte ise de, suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilir. Bazı suçlarda mağdur belirli bir kişi olmayıp; toplumu oluşturan herkes (geniş anlamda mağdur) olabilecektir. (Mehmet Emin Artuk – Ahmet Gökcen – A.Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. bası, Ankara, 2014, s.284; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. bası, Ankara, 2013, s. 211-215; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. bası, Ankara, 2015, s.106-107; Osman Yaşar – Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 6. cilt, Ankara, 2014, s.7958-7959)
Uyuşmazlığın çözümü açısından “aynı suç” kavramı da irdelenmelidir.
Aynı suç 5237 Sayılı TCK’nun 43. maddesinde; “Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır” denmek suretiyle açıklığa kavuşturulmuştur. Öğretide de “aynı suçtan anlaşılması gerekenin, aynı suç tipi olduğu”, kanunda düzenlenen suçların ismi aynı ise aynı suçtan söz edileceği, suçun ismi farklı ise artık aynı suçtan bahsedilemeyeceği kabul edilmektedir. Buna göre suçların ismi aynı ise aynı suçtan söz etmek mümkün iken, suçun ismi değiştiğinde artık aynı suçtan bahsetmek mümkün değildir. Örneğin dolandırıcılık ile nitelikli dolandırıcılık eylemleri aynı suç sayılır iken, dolandırıcılık ile güveni kötüye kullanma, hırsızlık ile dolandırıcılık, hırsızlık ile suç eşyasını satın alma aynı suç kavramı içerisinde değerlendirilemeyecektir. Aynı suç kavramına, suçun teşebbüs aşamasında kalmış hali de dahildir. Zincirleme suç oluşturan eylemlerden bir kısmı tamamlanmış, bir kısmı da teşebbüs aşamasında kalmış olsa bile, işlenen suçların isimleri değişmediği sürece, aynı suç sayılacaktır. (Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku Genel Kısım, Savaş Yayınevi 18. Baskı, Ankara, 2012. s.339; Osman Yaşar – Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 1. cilt, Ankara, 2014, s.1241-1242; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümleri, 8. bası, Ankara, 2015, s. 492-493; Türkan Sancar Yalçın-Yeni Türk Ceza Kanunun da “Zincirleme Suç”, TBB Dergisi, sayı 70, Mayıs/Haziran 2007, s. 253)
Sahtecilik suçları bakımından ise, Kanun koyucunun resmi belgede sahtecilik ve özel belgede sahtecilik suçlarının benzer şekilde düzenlemesi, her iki suçta korunan hukuki yararının kamu güveni olması, suçların mağdurunun geniş anlamda toplumu oluşturan tüm bireyler olması ve suç isimlerinin aynı olması nedeniyle, resmi belgede sahtecilik suçu ile özel belgede sahtecilik suçunun “aynı suç” kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bununla birlikte sahtecilik suçları bakımından özel bir içtima hükmü getiren TCK’nun 212. maddesinin de ayrıca ele alınmasında yarar bulunmaktadır.
TCK’nun “İçtima” başlıklı 212. maddesi; “Sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması halinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hükme göre, sahte belgenin başka bir suçun işlenmesinde kullanılması durumunda, fail hem sahtecilik, hem de belgenin kullanıldığı suçtan dolayı sorumlu tutulacaktır. Başka bir anlatımla sahte belge başka suçun işlenmesi sırasında kullanıldığında fail, hem sahtecilik hem de belgenin kullanıldığı suçtan cezalandırılacaktır. Anılan madde sahte belgenin sahtecilik dışında başka bir suçta kullanılması durumunu ifade etmekte olup, madde anlatımdan sahte belgenin başka bir sahtecilik eyleminde kullanılması durumunda diğer sahtecilik suçundan da ayrıca ceza verilmesi gerektiği sonucuna ulaşmak mümkün değildir.
Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirilmesinde;
Resmi belgede sahtecilik suçu ile özel belgede sahtecilik suçlarının 5237 Sayılı TCK’nda farklı maddelerde düzenlenmeleri sebebiyle sanığın gerçek içtima kuralları uyarınca cezalandırılması gerektiği ileri sürülebilir ise de,belgede sahtecilik suçlarında korunan hukuki yararın kamu güveni olması, her iki suçun geniş anlamda mağdurunun toplumu oluşturan tüm bireyler olması, unsurlarının tamamen benzer olarak düzenlenmesi de göz önüne alındığında, resmi belgede sahtecilik suçu ile özel belgede sahtecilik suçlarının “aynı suç” olduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu sebeple sanığın sahte nüfus cüzdanı ve sürücü belgesi düzenleyerek bu belgelerle katılan adına sahte oto kiralama sözleşmesi düzenlediği somut olayda; sanığın aynı suç işleme kararıyla, aynı suçu değişik zamanlarda işlediğinin ve eylemin bir bütün halinde zincirleme şekilde resmi belgede sahtecilik suçundan cezalandırılması gerektiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.
Öte yandan, yerel mahkeme tarafından 5237 Sayılı TCK’nun 53. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, aynı maddenin birinci fıkrasının (c) bendinde belirtilen velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından şartlı salıverilme tarihine kadar yoksun bırakılmanın sadece kendi alt soyu ile sınırlı olduğunun gözetilmemesi usul ve kanuna aykırıdır. Ayrıca 24.11.2015 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 gün ve 140-85 Sayılı kararı ile 5237 Sayılı TCK’nun 53. maddesinin bir kısım hükümlerinin iptal edilmesi sebebiyle yerel mahkemece TCK’nun 53. maddesiyle ilgili yeniden bir değerlendirme yapılmasında da zorunluluk bulunmaktadır.
Bu itibarla, Özel Daire bozma kararı isabetli olup yerel mahkeme direnme hükmünün eylemin bir bütün halinde zincirleme şekilde resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturacağının gözetilmemesi ve TCK’nun 53. maddesinin hatalı uygulanması isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1-) … Asliye Ceza Mahkemesi’nin … gün ve … sayılı direnme kararının, eylemin bir bütün halinde zincirleme şekilde resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturacağının gözetilmemesi ve TCK’nun 53. maddesinin hatalı uygulanması isabetsizliklerinden BOZULMASINA,
2-) Dosyanın, mahalline gönderilmesi amacıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİNE, 08.12.2015 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2015/412
K. 2015/286
T. 29.9.2015
DAVA : Resmi belgede sahtecilik suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda sanığın eyleminin çocuğun soybağını değiştirme suçunu oluşturduğu kabul edilerek 5237 Sayılı TCK’nun 231/1, 62, 50/1-a ve 52. maddeleri uyarınca 6.000 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, …. Asliye Ceza Mahkemesince verilen … gün ve … sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay … Ceza Dairesince … gün ve… sayı ile;
“Sanığın, gayri resmi evliliğinden doğan çocuğunu, annesi resmi nikâhlı eşi … olarak nüfusa tescil ettirmekten ibaret eyleminin 5237 Sayılı TCK’nun 231. maddesindeki soybağını değiştirme suçunu oluşturması sebebiyle mahkemenin kabul ve takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığından tebliğnamedeki bozma isteyen düşünceye iştirak olunmamıştır” açıklamasıyla onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 23.03.2015 gün ve 92487 sayı ile;
“Sanığın, gayri resmi evliliğinden doğan çocuğunu, annesi resmi nikahlı eşi … olarak nüfusa tescil ettirmekten ibaret eyleminin resmi belgede sahtecilik suçunu mu, yoksa soybağını değiştirme suçunu mu oluşturacağı hususu itirazımızın özünü oluşturmaktadır.
Konunun açıklığa kavuşması bakımından resmi belgede sahtecilik ve soybağını değiştirme suçlarına kısaca değinmekte yarar vardır.
Kanunumuzda sahtecilik suçları, resmi ve özel belge ayrımına dayandırılmış; 5237 Sayılı TCK’nun 204-206, 210/1. maddeler resmi belgeleri; 207, 208. maddeler özel belgeleri suç saymıştır. Bu ayrımda, resmi belgelerin kanıt gücünün yüksek bulunmasından ve kamu idaresinin işleyiş düzeninin ihlal edilmesinden hareketle, eylem daha yüksek bir yaptırımla karşılanmıştır. Belirtelim ki resmi belgeler de kanıt gücü bakımından kendi arasında farklılık içermektedir. Örneğin hukuk usulünde bazı resmi belgeler, sahteliği sabit olana kadar geçerli resmi belge (HUMK m.295) sayılmış, bazıları da aksi sabit olana kadar geçerli resmi belge olarak kabul edilmiştir. Diğer taraftan,resmi belgede sahtecilik suçu bakımından sahtecilik fiili yeterli görülmüş, özel belgede sahtecilik suçunun oluşması için ise sahte özel belgenin düzenlenmesi ile gerçek bir özel belgede sahtecilik yapılması arasında fark yaratılmış, ikinci tür eylem için kullanma koşulu aranmıştır.
Kanunda resmi belge kavramı tanımlanmamış, kavramın tanımı ve açıklanması doktrin ve içtihada bırakılmıştır.
Resmi belgenin temel unsurları doktrinde;
1-)Kamu görevlisi tarafından düzenlenmesi,
2-)Görevi gereği düzenlenmesi,
3-)Öngörülmüşse, usul ve şekil kurallarına uyulması, şeklinde açıklanmaktadır.
Resmi belgenin varlığı için zorunlu bu unsurları sırasıyla incelediğimizde;
1-) Kamu görevlisince düzenlenmesi:
Resmi belgeyi belirleyen en temel özellik, onun bir kamu görevlisince düzenlenmesidir. Düzenleyen kişinin kamu görevlisi olmaması durumunda, o belge resmi belge olarak kabul edilemez. Kamu görevlisi kavramı, TCK’nun 6/1-c maddesinde tanımlanmıştır. Ayrıca bu tanım kapsamına girmese dahi, ilgili özel yasasında yer alan hükümler dolayısıyla da bir kişinin görev dolayısıyla kamu görevlisi sayılması mümkün olabilir. Örneğin KİT personeli hakkındaki 399 Sayılı KHK’nin 11/b maddesindeki hüküm bu şekildedir.
2-) Görev gereği düzenlenmesi:
Belgeyi düzenleyenin kamu görevlisi olması, her durumda yeterli bir ölçüt olmamaktadır. Kamu görevlisinin kamu göreviyle ilgisiz bir belge düzenlemesi durumunda, özel belgeden söz edilir. Bu sebeple kamu görevlisinin, bu belgeyi görevi gereği düzenlemiş olması da aranmalıdır. Bu husus 204/2. maddede; ‘görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi…’ sözleriyle açıklanmıştır. Dolayısıyla 2. fıkra bakımından belgenin, kamu görevlisinin görev ve yetki alanıyla ilgili bulunması zorunludur. Yargıtay, 765 Sayılı Kanun döneminde bu zorunluluğun, görevle belge arasında illiyet bağı ilişkisi şeklinde aranması gerektiğini belirtmekteydi. Şu halde görevlinin yetkisi dışında, başka deyişle yetkisini aşarak düzenlediği belge, görevlinin resmi belgede sahtecilik suçunun (204/2) maddi konusu olarak kabul edilemez. Kanunda, resmi belge hakkındaki sahteciliğin kamu görevlisi olmayan fail tarafından işlenmesi 204/1. madde ile, kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği ise ikinci fıkrada düzenlenmiştir. Kanun koyucu, resmi belge niteliğini taşımasa dahi, bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleme fiilini de resmi belge üzerindeki sahtecilikle birlikte cezalandırmıştır. Bu tür bir eylemin failinin düzenlemeye yetkili kamu görevlisi olması 2. fıkra, sivil kişi veya yetkisiz kamu görevlisi olması halinde ise 1. fıkra uygulanmaktadır.
3-) Usul ve şekil şartlarına uyulması:
Resmi belgenin mutlaka belirli bir şekle uygun olması veya bazı unsurları taşıması şartı yoktur. Fakat, mevzuat gereği belirli usul ve şekil şartlarının aranması söz konusu olabilir. Örneğin resmi vasiyetnamenin kanunda belirtilen şekle uygun olarak düzenlenmesi zorunludur (MK. m. 532-536). Bu takdirde belirtilecek unsurların yer almaması, belgenin resmi belge sayılmasını önleyebilir. Belgenin usul ve şekil koşullarına uygun olması gerektiği bir kararda da açıklanmıştır. Buna karşın, görevlinin yetkisi kapsamında düzenlenmiş olan resmi belgenin birtakım unsurları olmadığı halde, varmış gibi gösterilmesi halinde de, resmi belgede sahtecilikten söz edilir. Yine, belgenin birden fazla görevli tarafından imzalanması gerekli ise (örneğin kurul halinde verilen karar veya raporların tüm üyelerce imzalanması gereklidir), imza eksikliği, belge sayılmasını önleyecektir.
Noterlerce düzenlenen belgeler; düzenleme (Noterlik Kanunu m.84 vd.) belgeler ve onay işlemler olarak ikiye ayrılmaktadır. Düzenleme belgeler, içeriği de bizzat noterce düzenlendiğinden, bu belgenin herhangi bir yönüyle ilgilisahtecilik, resmi belgede sahtecilik olarak kabul edilmektedir. Buna karşın, onay işlemi şeklindeki belgelerde, onay kısmını kapsamayan, içerik sahteciliğinde resmi belge öğesinin oluşmayıp, özel belgede sahtecilik suçunun işlendiği kabul edilmektedir.
Resmi belgeler ispat gücü bakımından; ‘sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli belge’ ve ‘aksi sabit olana kadar geçerli belge’ şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Bu ayrım 765 Sayılı Yasada da yapılmış ve 339/1, 342/2-4. maddelerinde cezalandırmada farklılıklar yaratılmıştı. Benzeri bir ayrıma 5237 Sayılı Kanun’un 204/3. maddede de yer verilmiş, ispat gücü yüksek olan belgeler bakımından cezanın artırılması öngörülmüştür.
Unsurları bakımından resmi belge sayılması olanaklı olmadığı halde, bazı özel belge türleri yasa tarafından özel olarak resmi belge düzeyinde korumaya alınmıştır. Bu tür belgeler TCK 210/1. maddede gösterilmiştir. Bunlar; emre veya hamile yazılı kambiyo senedi, tahvil, hisse senedi, emtiayı temsil eden belge ve vasiyetnamedir. Belirtilen türdeki belgelerin, resmi belge sayılabilmesi için kanunda öngörülen usul ve şekil şartlarının bulunması zorunludur.
TCK 210/2. maddede belirtilen, kamu görevlisi olmayan veya görevi gereği hareket etmeyen sağlık mesleği mensuplarının gerçeğe aykırı belge düzenleme suçu, özel nitelikli özel belgede sahtecilik suçu vasfındadır. Fakat cezalandırma yönünden resmi belgede sahtecilik hükümlerine atıf yapılmıştır.
Özel belgeler, resmi belge sayılmasını gerektiren unsurları taşımayan belgelerdir. Ancak, özel belgenin de belge niteliğinin, yani belge sayılması için gereken öğelerin bulunması aranmalıdır. Başka bir anlatımla; yazılı bir evrakın, hukuki sonuç doğurmaya elverişli bir biçimde kamu görevlisi olmayan belirli bir kimse tarafından düzenlenmesi durumunda özel belgenin varlığı söz konusu olur. Örnek verirsek; bir bankanın hesap bilgileri hakkındaki yazısı, kredi sözleşmesi, teminat mektubu, adi senet, fatura, mal beyanı, vergi beyanı, gümrük beyanı, sigorta giriş bildirimi, mektup, özel bir vaka hakkında ilgililerince düzenlenen tutanak, kira sözleşmesi, tahliye taahhüdü, dilekçe, ihbar yazısı, vb. belgeler özel belge sayılmaktadır.
Kimi özel belgelerin (hisse senedi, kambiyo senedi, tahvil vs.) kanun tarafından resmi belge gibi kabul edildiğini (m.210/1) hatırlamak gerekir. Fakat resmi belge sayılan belgelerdeki unsur eksikliği sebebiyle bu niteliğini kaybetmesi durumunda, özel belge sayılmaktadır. Örneğin bono veya çekin yasal öğelerinin eksik bulunması durumunda özel belge kabul edilmektedir.
Kamu görevlisi tarafından düzenlense dahi, göreviyle ilgisi olmayan belgeler de özel belge sayılır.
Özel belgenin suça konu olması için, doğrudan hukuki sonuç doğurması gerektiği kabul edilmektedir .
Resmi belgede sahtecilik suçu için, suçun maddi konusunun resmi belge olması (gerçek bir resmi belgede sahtecilik veya resmi belgenin sahte üretilmesi) gerekmektedir. Fakat, kimi durumlarda özel bir belgenin resmibelgede sahteciliğe vücut vermesi olanaklıdır.
Özel belgenin resmi daireye sunulması üzerine kayda alınması, üzerine kayıt kaşesi veya havale imzası atılması, kayda almayla ilgili işlemler olup, özel belgeyi resmi belge haline dönüştürücü nitelikte değildir. Buna karşın özel belge resmi bir makam tarafından onaylanmışsa, onay kısmı itibariyle resmi belge sayılır. Bu tür bir belgenin içeriğinde sahtecilik özel belgede, onay kısmında sahtecilik ise resmi belgede sahtecilik sayılır.
Yine, sahte bir özel belgenin resmi bir belgenin dayanağı olması sebebiyle resmi belgenin de gerçekliğine zarar verildiğinden, failin resmi belgede sahtecilik suçunu işlediği kabul edilmektedir. Örneğin Yargıtay, hasta sevk kağıtlarına sahte ilaç kupürü ekleyip, sahte fatura düzenleyerek ilaç bedeli alınması eylemini resmi belgede sahtecilik olarak kabul etmiştir. Bir başka olayda, özel belge olan sahte satış sözleşmesi sunularak mahkeme yanıltılıp, gerçeğe aykırı ilam elde edilmesi sebebiyle failin resmi belgede sahtecilik suçundan cezalandırılması gerektiği belirtilmiştir .
Çocuğun soybağını değiştirme suçu ise 5237 Sayılı TCK’nun 231. maddesinde hükme bağlanmıştır. İnsanların soybağlarının doğru olarak saptanıp korunmasında ve soybağının olduğu kadar medeni halinde gerçeğe uygun olar sicillerde muhafaza ve devamında hem devlete ve hem de aileye ait yararlar vardır.
Soybağı ailenin temelidir.
231. maddenin 1. fıkrasındaki suç herkes tarafından işlenebilirken, 2. fıkradaki suçun faili sağlık kurumlarında çalışan personelidir.
Suçun mağduru ise 18 yaşını bitirmemiş çocuktur.
231. maddenin 1. fıkrasındaki suç bakımından failde, çocuğun soybağını değiştirme veya gizleme kastının varlığı aranır. Failin saiki önemli değildir…
Kanaatimizce; bu tür olaylarda sanıkları hem resmi belgede sahtecilik hem de soybağını değiştirme suçundan cezalandırmak gerekmektedir. Zira her iki suçun koruduğu hukuki değer farklıdır. Dolayısıyla her iki suçun da oluştuğunu düşünmekteyiz. Nitekim 5237 Sayılı TCK’nun 212. maddesi de ‘Sahte resmî veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması hâlinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur.’ hükmünü içermektedir.
Somut olayda yalnızca resmi belgede sahtecilik suçundan kamu davası açıldığı için yalnızca resmi belgede sahtecilikten hüküm kurulabileceği, soybağını değiştirme suçundan açılmış bir kamu davası bulunmadığı için ve resmibelgede sahtecilik suçunun ayrı bir suç olması sebebiyle soybağını değiştirme suçuna dönüşmeyeceği için dairenin onama kararının yerinde olmadığı, hükmün bozulması gerektiği düşünülmektedir” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay … Dairesince … gün ve … sayı ile; itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
KARAR : Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; evlilik dışı ilişkisinden olma çocuğunu evlilik birliği içinde resmi nikâhlı eşinden olmuş gibi doğum bildiriminde bulunarak nüfus kütüğüne tescilini sağlayan sanığın eyleminin nitelendirilmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Müşteki …’nin 31.03.2010 tarihinde … Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak sanık ile evlilik dışı ilişkisinden hamile kalıp 24.03.2010 tarihinde hastanede bir kız çocuğu dünyaya getirdiğini, sanığın kızını resmi nikâhlı eşi …’den doğmuş gibi nüfusa kaydettirdiğini ve bir daha da kendisine göstermediğini beyanla şikâyetçi olduğu,
… Devlet Hastanesince düzenlenen doğum raporunda; … eşi …’nin 24.03.2010 günü saat 10.00’da hastanede bir kız çocuğu dünyaya getirdiğinin belirtildiği,
Doğum bildirim formuna göre; sanığın 26.03.2010 tarihinde … Merkez Nüfus Müdürlüğüne müracaat ederek resmi nikâhlı eşi …’nin 24.03.2010 tarihinde… isminde bir kız çocuğu doğurduğunu bildirdiği, bildirimin sözlü yapılıp doğumu gösteren herhangi bir resmi belge ibraz edilmediği, söz konusu beyana dayalı olarak aynı gün nüfus kütüğüne tescil işleminin yapıldığı,
Anlaşılmaktadır.
Müşteki aşamalarda özetle; sanık ile evlilik dışı ilişkilerinden 24.03.2010 tarihinde … Devlet Hastanesinde… isminde bir kız çocuğu dünyaya getirdiğini, çocuğun annesi kendisi olmasına rağmen sanığın resmi nikâhlı eşi …’den olmuş gibi çocuğu nüfusa kayıt ettirdiğini, sanıktan şikâyetçi olduğunu beyan etmiş,
Tanık …; sanıkla 7 yıldır evli oldukları ancak çocukları olmadığını, nüfus kaydında annesi olarak gözüktüğü …’ı kendisinin doğurmadığını, gerçek annesinin … Çifçi olduğunu, kocasının …’in ile evlilik dışı ilişkisinden dünyaya geldiğini, doğumdan sonra … ve ailesinin çocuğu istemediğini, bunun üzerine kocasının çocuğu eve getirdiğini ve kendisinin de çocuğa bakmaya başladığını, nüfus işlemleri ile sanığın ilgilendiğini söylemiş,
Sanık; … ile rızasıyla birlikte olduğunu, …’in bu ilişkinden hamile kalıp bir kız çocuğu dünyaya getirdiğini, doğumdan sonra …’in çocuğa bakamayacağını, ailesinin de çocuğu istemediğini söylemesi üzerine çocuğu alıp evine getirdiğini ve nüfus müdürlüğüne giderek resmi nikâhlı eşi …’den olmuş gibi bildirimde bulunduğunu, yaptığı işlemin suç olduğunu bilmediğini savunmuştur.
Uyuşmazlığın isabetli bir biçimde çözüme kavuşturulabilmesi için resmi belgede sahtecilik, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan, çocuğun soybağının değiştirilmesi ve nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunma suçları üzerinde durulması gerekmektedir.
I. Resmi belgede sahtecilik:
Resmi belgede sahtecilik suçu 5237 Sayılı TCK’nun “Topluma Karşı Suçlar” kısmının “Kamu güvenine karşı suçlar” bölümündeki 204. maddesinde;
“(1) Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır” şeklinde düzenlenmiştir.
Suçun konusu resmi belge olup, resmi belgede bir kamu görevlisi tarafından görevi gereği düzenlenen yazıyı ifade etmektedir.
Maddenin birinci fıkrasında resmi belgede sahtecilik suçu seçimlik hareketli bir suç olarak tanımlanmıştır. Birinci seçimlik hareket, resmi belgeyi sahte olarak düzenlemektir. Bu seçimlik hareketle, resmi belge esasında mevcut olmadığı halde, mevcutmuş gibi sahte olarak üretilmektedir. İkinci seçimlik hareket gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştirmektir. Bu seçimlik hareketle, esasında mevcut olan resmi belge üzerinde silmek veya ilaveler yapmak suretiyle değişiklik yapılmaktadır. Birinci ve ikinci seçimlik hareketle bağlantılı olarak belirtmek gerekir ki; sahteciliğin, belge üzerindeki bilgilerin bir kısmına veya tamamına dair olmasının, suçun oluşması açısından bir önemi bulunmamaktadır. Üçüncü seçimlik hareket ise, sahte resmi belgeyi kullanmaktır. Kullanılan sahte belgenin kişinin kendisi veya başkası tarafından düzenlenmiş olmasının bir önemi yoktur. Kullanma mütemadi suç şeklinde de gerçekleşebilir.
Maddenin ikinci fıkrasında, resmi belgede sahtecilik suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi ayrı bir suç olarak düzenlenmiş ve daha ağır bir yaptırıma bağlanmıştır. Bu suçun oluşabilmesi için suçun kamu görevlisi tarafından işlenmesinin yanı sıra, suçun konusunu oluşturan belgenin kamu görevlisinin görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu bir belge olması gerekir. Kamu görevlisinin gerçeğe aykırı olarak bir olayı kendi huzurunda gerçekleşmiş veya bir beyanı kendi huzurunda yapılmış gibi göstererek belge düzenlemesi halinde, bu fıkra hükmünde tanımlanan suç oluşmaktadır.
Maddenin üçüncü fıkrasında ise, suçun konusunu oluşturan resmi belgenin, kanunun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan bir belge niteliğinde olması halinde cezanın yarı oranında artırılması hükme bağlanmıştır.
Sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamu güveni olup, belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, gerçek bir belgeye eklemeler yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek, söz konusu eylemler suç olarak düzenlenmiş ve yaptırım altına alınmıştır.
Suçun mağduru toplumu oluşturan herkestir. Ancak sahtecilik eyleminin belirli bir kişinin zararına olarak işlenmesi durumunda o kişinin suçtan zarar gören olarak kabulü mümkündür.
Sahtelikten söz edebilmek için, düzenlenen belgenin gerçek bir belge olduğu konusunda kişiyi aldatıcı nitelikte olması gerekir. Aldatıcılık özelliği suçun temel unsuru olup, özel bir incelemeye tâbi tutulmadıkça gerçek olmadığı anlaşılamayan belge, sahte belge olarak kabul edilmelidir. Sahteciliğin kişileri aldatacak nitelikte (nesnel) bulunup bulunmadığının ve beş duyuyla ilk bakışta anlaşılabilir olup olmadığının şüpheye yer vermeyecek şekilde belirlenmesi gerekir.
II. Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan:
Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu da 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun “Topluma Karşı Suçlar” kısmının “Kamu güvenine karşı suçlar” bölümünde, 206. maddesinde; “Bir resmî belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır” biçiminde düzenlenmiştir.
Resmi bir belgenin düzenlenmesi sırasında beyanda bulunacak herkesin kural olarak “doğruyu söylemek” yükümlülüğü bulunmaktadır. Kimse, kendi beyanıyla, sahte bir resmî belgenin düzenlenmesine neden olmak hakkına sahip değildir.
Ancak kişinin beyanı üzerine düzenlenen resmî belgenin, bu beyanın doğruluğunu ispatlayıcı nitelikte olması, bir başka ifadeyle beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılmasının zorunlu olmaması şarttır. Kişinin beyanı yeterli olmayıp, bu beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılması zorunluysa ve bu araştırma sonunda bildirimin gerçeğe uygun olmadığı belirlenirse, kişinin beyanına itibar edilemeyeceğinden ve kişinin beyanını içeren belge, ispat aracı olarak kullanılamayacağından, anılan maddedeki suç oluşmayacaktır.
Bu suçun oluşabilmesi için, yalan beyanın resmi belgenin düzenlemesi esnasında ve belgeyi düzenleme yetkisine sahip kamu görevlisine yazılı veya sözlü açıklama biçiminde yapılmış olması gerekmektedir.
Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu ile kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği suçu arasında benzerlik bulunmaktadır. Gerçekten her iki suçta da eylem sonucu düzenlenen resmi belge içerik olarak gerçeği yansıtmamakta olup “fikri sahtecilik” söz konusudur. Bununla birlikte kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği suçunda, sahtecilik bizzat kamu görevlisi tarafından yapılmakta iken, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda sahtecilik özel kişi tarafından gerçekleştirilmektedir.
Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunun da koruduğu hukuki yarar kamu güveni olup suçun mağduru toplumu oluşturan herkestir.
Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu genel norm niteliğinde olup eylem ayrıca yalan tanıklık, iftira gibi başka bir suçun unsurlarını oluşturmakta ise o suçtan mahkûmiyet hükmü tesis edilmelidir. (Veli Özer Özbek-M.Nihat Kanbur-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 9. Baskı, Ankara 2015, s. 828; Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökçen-Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, 15. Baskı, Ankara, 2015, s. 681)
III. Çocuğun soybağının değiştirilmesi:
Çocuğun soybağının değiştirilmesi suçu ise 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun “Topluma Karşı Suçlar” kısmının “Aile düzenine karşı suçlar” bölümünde yer alan 231. maddesinde;
“(1) Bir çocuğun soybağını değiştiren veya gizleyen kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Özen yükümlülüğüne aykırı davranarak, sağlık kurumundaki bir çocuğun başka bir çocukla karışmasına neden olan kişi, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” biçiminde düzenlenmiştir.
Soybağı ailenin, aile de toplumun temelidir. Soybağının doğru olarak belirlenmesinde hem ilgili kişilere ait ferdi, hem de topluma ait genel fayda bulunmaktadır. Zira soybağına miras, velayet, nafaka, yurttaşlık, ceza sorumluluğu gibi bir çok konuda çok ciddi hukuki sonuçlar bağlanmıştır.
Bu sebeple maddenin birinci fıkrasında, bir çocuğun soybağının kasten değiştirilmesi veya gizlenmesi suç haline getirilmiş, ikinci fıkrasında ise bu fiillerin taksirle işlenmesi suç olarak tanımlanmıştır.
Çocuğun soybağının kasten değiştirilmesinde suçun faili, çocuğun gerçek annesi ve babası dahil herkes olabilir. Soybağının taksirle değiştirilmesi suçunda ise fail ancak bir sağlık kurumunda çalışan görevli personel olabilecektir. Suçun mağduru soybağı değiştirilen veya gizlenen çocuktur. Ancak bu çocuğun sağ doğmuş ve yaşı itibarıyla kişisel durumu hakkında yeterli bilgi ve tasavvura sahip olmayan soybağı değiştirilebilecek veya gizlenebilecek bir çocuk olması gerekmektedir.
Suçun konusu soybağıdır. 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 282. maddesi uyarınca çocuk ile ana arasında soybağı doğumla, çocuk ile baba arasında soybağı ise ana ile evlilik, tanıma veya hakim hükmüyle kurulur. Soybağı ayrıca evlat edinme yoluyla da kurulabilir. Bu suçun konusunu oluşturan soybağının doğumla meydana gelen yani kan bağına dayanan soybağı olarak anlaşılması gerekir. Ancak doğumun evlilik içi veya evlilik dışı oluşmasının bir önemi yoktur. Nitekim madde gerekçesinde de, kişilerin aileleriyle olan ilişkilerinin doğum, evlat edinme, tanıma veya babalığa hükmolunması yollarıyla hukuken oluştuğu belirtildikten sonra, doğumla meydana gelen ilişkinin maddede belirtilen suretlerle değiştirilmesinin suç haline getirildiği ifade edilmiştir.
Maddenin uyuşmazlık konusu olan birinci fıkrasındaki suç, seçimlik hareketli olup, bu hareketler çocuğun soybağının değiştirilmesi veya gizlenmesidir. Madde metninde soybağının değiştirilmesi veya gizlenmesinin ne tür hareketlerle işlenebileceği belirtilmemiştir. Buna karşılık maddenin gerekçesinde değiştirme veya gizlemenin, yetkili mercilere gerekli bilgileri vermemek veya yanlış bilgiler vermek suretiyle gerçekleştirilebileceği ifade edilmiştir. Ancak gerekçedeki bu açıklama örnek kabilinden olup soybağının değiştirilmesi veya gizlenmesini mümkün kılan elverişli her türlü hareketle bu suç işlenebilecektir. (Özlem Yenerer Çakmut, Soybağının Belirlenmesi ve Ceza Hukukunda Çocuğun Soybağını Değiştirme Suçu, Beta Basın Yayım Dağıtım, 1. Bası, İstanbul, 2008, s.197-198)
Soybağının değiştirilmesi, bir çocuğun gerçek soybağından başka bir soybağında görünmesini sağlayan hareketlerin yapılmasıdır. Esasen bir çocuğun soybağı gerçek anlamda hiçbir zaman değiştirilemez. Çocuğun genetik anne ve babası baştan belli olup sonradan değiştirilmesi mümkün değildir. Değiştirilen husus, çocuğun hukuk düzeni içinde gözüken resmi soybağıdır. Bu sebeple soybağını değiştirme, mutlaka diğer kişilere karşı gerçek soybağı konusunda yanlış bilgi vermeye yönelik bir hareketin yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu sebeple soybağının değiştirilmesi, genellikle yetkili makamlara karşı yanlış bilgiler vermek suretiyle yapılabilir. Ancak değiştirmenin bir çocuğun yerine başkasınının konulması gibi objektif olarak çocuğun soybağının resmi olarak tespitini tehlikeye düşüren aldatıcı başka hareketlerlerle de işlenmesi mümkündür. (Mahmut Koca, Soybağını Değiştirme Suçu, V. Türk-Alman Tıp Hukuku Sempozyumu, Tıp Ceza Hukukunun Güncel Sorunları, Ankara 28 Şubat-1 Mart 2008, Türkiye Barolar Birliği, Tıp Ceza Hukukunun Güncel Sorunları, TBB Yayınları, Ankara, 2008, s. 515)
Suçun diğer bir seçimlik hareketini soybağını gizlemek oluşturmaktadır. Soybağının gizlenmesi, bir çocuğun gerçek soybağının ortaya çıkmasını engelleyen veya esaslı şekilde zorlaştıran bir duruma sebebiyet vermek demektir. Bunun için soybağının değiştirilmesinden farklı olarak her zaman bir aldatmanın varlığı gerekmez. Örneğin; çocuk doğduktan sonra, onun doğum beyannamesinin düzenlenmesine ve nüfus kütüğüne yazılmasına engel olmak, yaşadığı bilinen bir çocuğun öldüğünü ileri sürmek soybağını gizlemektir. Gizlenmesi gereken soybağı olup, çocuğun maddi anlamda gizlenmesi bu suçu oluşturmaz.
Soybağının değiştirilmesi icrai bir hareketle gerçekleştirilebilir. Buna karşılık gizlemek, hem icrai hem de ihmali hareketlerle işlenebilir.
TCK’nun 231. maddesinin birinci fıkrasındaki suç kasten işlenebilen bir suç olup fail çocuğun gerçek soybağını bilmeli ve bunu değiştirmek veya gizlemek bilinci ile hareket etmelidir. Ancak failin hangi saikle veya amaçla hareket ettiğinin suçun manevi unsuru bakımından bir önemi yoktur.
IV. Nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunma:
Nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunma suçu 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 67/1. maddesinde; “…herhangi bir işlem sebebiyle nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunanlar ….altı aydan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiştir.
Nüfus Hizmetleri Kanununun birinci maddesinde açıklandığı üzere bu kanunun genel amacı, kişinin doğumundan ölümüne kadar kişisel ve medenî durumuna, uyrukluğuna ve bunlarda meydana gelebilecek değişikliklere ait doğal ve hukukî olayların belirlenip saptanması, bu amaçla düzenlenmiş kütüklere yazılması, elektronik ortamda ulusal adres veri tabanının oluşturulması, nüfus kayıtları ile adres bilgilerinin ilişkilendirilmesini sağlamaktır.
Bu madde ile de kişilere tüm nüfus işlemlerinde nüfus müdürlüğüne doğru beyanda bulunma yükümlülüğü getirilerek doğum dâhil her türlü nüfus olayının doğru bir biçimde saptanması amaçlanmıştır. Nitekim madde gerekçesinde bu husus; “madde, sahteciliğin ve dolayısıyla işlemlerde yapılacak yanlışlıkların önlenebilmesi amacıyla,…herhangi bir işlem sebebiyle nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunan…kişilere cezai hükümler uygulanmasına imkan sağlanmaktadır” şeklinde açıklanmışır.
Nüfus Hizmetleri Kanununun amacı ve kapsamı ile 67. madde gerekçesi birlikte gözetildiğinde, beyanın konusunun nüfus işlemleri ile ilgili olması gerekmektedir. Bu sebeple madde metnindeki “herhangi bir işlem” ifadesi “herhangi bir nüfus işlemi” olarak anlaşılmalıdır.
Şu halde söz konusu suçun oluşabilmesi için beyanın konusu nüfus işlemi ile ilgili olmalı, beyan da nüfus müdürlüğüne yapılmalıdır.
Resmi belgede sahtecilik, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan, çocuğun soybağının değiştirilmesi ve nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunma suçları ile ilgili bu genel açıklamalardan sonra çocuğun soybağını değiştirmek için nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunulması halinde belirtilen suçlar arasındaki içtima ilişkisi üzerinde durulmalıdır.
V. Çocuğun soybağını değiştirmek için nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunulması durumunda suçların içtimaı:
Çocuğun soybağını değiştirmek için nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunulması durumunda resmi belgede sahtecilik, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan, çocuğun soybağının değiştirilmesi ve nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunma suçları arasında içtima sorunu ortaya çıkmaktadır.
Tek fiille birden birden fazla suç normunun ihlali halinde, bu normlar arasındaki içtima ilişkisi ya “farklı neviden fikri içtima” yahut da “görünüşte içtima” kapsamında kalmaktadır.
Farklı neviden fikri içtima 5237 Sayılı Kanun’un 44. maddesinde; “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hükmün uygulanabilmesi için işlenen bir fiille birden fazla farklı suçun oluşması gerekmektedir.
Kanun koyucu, işlediği bir fiille birden fazla farklı suçu işleyen failin, fiilinin tek olması sebebiyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görmüş, bu şekilde “non bis in idem” kuralı gereğince bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının da önüne geçilmesini amaçlamış, “erime sistemi”ni benimsemek suretiyle, bu suçlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı ceza verilmesi ile yetinilmesini tercih etmiştir.
Görünüşte içtima ise, çeşitli normların aynı fiille ilgili görünmelerine rağmen, aslında bunlardan yalnız birinin uygulanabilmesidir. (Kayıhan İçel, Suçların İçtimaı, İstanbul, 1972, s. 167) Görünüşte içtima kanunda düzenlenmemiştir ancak ceza normlarının birbirleriyle olan ilişkisi ve bunların yorumundan aynı fiille ilgili görülen çeşitli normlardan sadece birinin uygulanabileceği sonucuna varmak mümkün olduğundan, kanun koyucunun görünüşte içtima şekillerine yer vermesi gerekmemektedir. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara Eylül 2015, 8. Bası, s.519).
Fikri içtima ve görünüşte içtimanın ortak özelliği tek ve aynı fiilin bulunmasıdır. Ancak fikri içtima hükmünün uygulanabilmesi için görünüşte içtima hallerinden birinin bulunmaması gerekmektedir. Bu nedenle, tek fiille ilgili suç tipleri arasında öncelikle görünüşte içtima ilişkisinin bulunup bulunmadığının tespiti gerekli olup; görünüşte içtima ilişkisinin bulunması, fikri içtima hükmünün uygulanmasına engel teşkil eder. Fikri içtimanın görünüşte içtimadan en önemli farkı, fikri içtima halinde sebebiyet verilen suç tiplerine dair normların hepsinin uygulanabilmesine karşılık görünüşte içtimada normlardan sadece birinin uygulanabilir olmasıdır. Başka bir deyişle, görünüşte içtima halinde gerçekte sadece bir norm ihlal edilmekte olup; diğer normların ihlali sadece görünüştedir. Çünkü suç tiplerine dair normların hepsi fiilin haksızlık muhtevasını tümü ile kapsamakla beraber gerçekte uygulanacak olan norm, haksızlık muhtevası itibarı ile diğer normları da tüketmekte, tüm normlar haksızlık ilişkisi bakımından tamamen örtüşmektedir. Dolayısıyla, normlardan sadece biri gerçekte uygulanma kabiliyetine sahiptir. (Neslihan Göktürk, Fikri İçtima, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, s. 73-74)
Görünüşte içtima hallerinde hangi kanunun uygulanması gerektiği, “özel normun önceliği”, “tüketen-tüketilen norm ilişkisi” ve “yardımcı (tali) normun sonralığı” gibi ilkelere göre belirlenmektedir.
Genel norm ile aynı hukuki yararı koruyan özel norm, genel normun tüm unsurlarını taşımakla birlikte genel normda yer almayan özel bazı unsurları da ihtiva etmektedir. Böyle bir durumda “özel normun önceliği” ilkesi uyarınca olaya genel norm değil özel norm uygulanacaktır. Özel-genel norm ilişkisi aynı kanunun normları arasında olabileceği gibi genel ceza kanunu normları ile yan ceza kanunlarının normları arasında da olabilir. (Kayıhan İçel, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Basın Yayım Dağıtım, 6. Bası, İstanbul, Nisan 2014, s.550-551) Örneğin; 5237 Sayılı Kanunda zimmet suçunu düzenleyen 247. madde hükmü genel norm niteliğinde iken 5411 Sayılı Bankacılık Kanunun 160. maddesinde düzenlenmiş olan zimmet suçu özel norm niteliği taşıdığından, Bankacılık Kanunu kapsamındaki bir banka görevlisinin zimmet suçunu işlemesi durumunda özel normun önceliği ilkesi gereğince 5237 Sayılı TCK’nun247. maddesi değil Bankacılık Kanununun ilgili hükmü uygulanmalıdır. Diğer taraftan 5237 Sayılı Kanunda güveni kötüye kullanma suçunu düzenleyen 155. madde de zimmet suçuna düzenleyen 247. maddeye göre göre genel norm niteliğindedir. Kamu görevlilerinin güveni kötüye kullanma hallerinde özel norm niteliğindeki 247. madde uygulanmalıdır.
Bir ceza normu bir veya daha fazla başka ceza normlarını bünyesine almış ise “tüketen-tüketilen norm ilişkisinden” söz edilir. Bu durumda normları bünyesine alan ceza normu, diğer normları tüketmektedir. Bu takdirde fiile sadece tüketen norm uygulanabilecektir. TCK’nun 42. maddesinde tanımlanmış olan “bileşik suç” tüketen-tüketilen norm ilişkisinin tipik görünümlerinden birisidir. Örneğin; yağma suçu, hırsızlık ve cebir/tehdit suçlarını bünyesinde barındırmakta, başka bir anlatımla o suçları tüketmektedir.
Yardımcı (tali) normlar da, asli normlarla benzer hukuki yararları koruyan normlardır. Bu tür normlar, asli normların tatbik edilemeyeceği durumlarda kanunda boşluk oluşmasını engellemek amacıyla getirilmiş düzenlemelerdir. Asli-yardımcı norm ilişkisinin olduğu durumda fiile yardımcı norm değil asli norm uygulanacaktır. Bir normun yardımcı norm mu asli norm mu olduğunun, asli normun uygulanamadığı yerlerde başvurulan bir norm olmasından anlaşılması bir yana, düzenleme içinde, “fiil daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde”, “kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında” ve “eylemin başka bir suç oluşturmaması halinde” gibi ifadelerin yer alıp almamasına göre de belirlenmekte, bu gibi ifadelerin yer aldığı normların yardımcı norm olduğu kabul edilmektedir. 5237 Sayılı TCK’nun 244/4, 245/3, 257 ve 261. maddelerinde de benzer ifadeler bulunduğundan bu maddelerle getirilen hükümlerin yardımcı norm niteliğinde oldukları kabul edilebilir.
Fikri içtima ve görünüşte içtima ile ilgili bu açıklamalardan sonra çocuğun soybağını değiştirmek için nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunulması durumunda resmi belgede sahtecilik, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan, çocuğun soybağının değiştirilmesi ve nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunma suçları arasındaki içtima meselesine gelince;
Çocuğun soy bağının doğumu gösteren herhangi bir resmi belgeye dayanılmadan nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunulması suretiyle değiştirilmesi durumunda, failin sahte bir resmi belge düzenlenmesi, gerçek bir resmibelgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi veya sahte resmi belgenin kullanılması söz konusu olmadığından resmi belgede sahtecilik suçunun hareket unsuru oluşmaz.
Sanığın beyanı üzerine düzenlenen tutanağın ve bildirimin tescil edildiği nüfus kütüğünün resmi belge olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır. Ancak bu belgeler sanık tarafından değil nüfus memuru tarafından düzenlenmiş olup nüfus memurunun da suç kastı yoktur. Nüfus memuruna çocuğun soybağı hakkında gerçeğe aykırı beyanda bulunan kişinin onu hataya düşürerek içeriği itibariyle sahte resmi belge düzenlemesine neden olduğundan TCK’nun 37/2. maddesi uyarınca resmi belgede sahtecilik suçundan dolaylı fail olarak sorumlu tutulması gerekeceği ileri sürülebilir ise de; 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 15. maddesi uyarınca doğum bildirimlerinin doğumu gösteren herhangi bir resmi belge ibrazına dayanmadan sözlü olarak yapılması mümkün olduğu gibi nüfus memurunca bu beyanın doğruluğunu tahkik lüzumu da bulunmamaktadır. Şu halde gerçeğe aykırı doğum bildiriminde bulunan failin kamu görevlisi üzerinde fiili hakimiyet kurduğundan söz edilemeyeceğinden resmi belgede sahtecilik suçunun dolaylı faili olduğu da söylenemez. Diğer taraftan dolaylı failliğin kabul nedeni, dolaylı failin fiilinin tipikliğe uygun davranış niteliği taşımamasıdır. Oysa ki failin çocuğun soybağı konusunda nüfus müdürlüğüne karşı yaptığı yalan beyan eylemi doğrudan fail olarak sorumlu tutulabileceği biçimde ayrı bir suç olarak düzenlenmiş olup artık dolaylı failliğe gidilemez. Aksi takdirde, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan (TCK m. 206), yalan tanıklık (TCK m. 272), yalan yere yemin (TCK m.275) gibi bir resmi belgenin düzenlenmesi esnasında yalan beyana dayalı tüm suçlarda faillerin özel suç düzenlemeleri yerine resmi belgede sahtecilikten dolaylı fail olarak sorumlu tutulmaları gibi bir sonuç ortaya çıkacaktır ki bunun kabulü mümkün değildir.
Ancak doğum bildiriminde bulunan kişi ile bildirimi tutanağa geçiren ve nüfus kütüğüne tescil eden kamu görevlisinin ortak hareket edip suçu birlikte işlemesi yani kamu görevlisinin beyanın gerçek dışı olduğunu bilerek belge düzenlemesi durumunda hem çocuğun soybağının değiştirilmesi hem de resmi belgede sahtecilik suçu işlenmiş olacaktır ve farklı neviden fikri içtima hükmü uyarınca failin özgü suça dair iştirak hükümleri çerçevesinde resmibelgede sahtecilik suçundan cezalandırılması gerecektir.
Yine doğum bildiriminin doğumu gösteren sahte bir resmi belgeye dayanılarak yapılması durumunda da resmi belgede sahtecilik suçunun işlenmesi söz konusu olabilir. Örneğin; failin doğum bildirimini sahte olarak düzenlediği devlet hastanesine ait sahte doğum raporunu ibraz ederek yapması halinde, sahte raporu düzenlenmekle resmi belgede sahtecilik, bu raporu kullanarak gerçeğe aykırı doğum bildiriminde bulunmakla da çocuğun soybağının değiştirilmesi suçunu işlemiş olacaktır. Bu takdirde sahte belgenin çocuğun soybağının değiştirilmesi suçunun işlenilmesi sırasında kullanılması sebebiyle TCK’nun 212. maddesi uyarınca failin her iki suçtan cezalandırılması lazımdır.
Nüfus müdürlüğüne gerçeğe aykırı beyanda bulunmak suretiyle çocuğun soybağının değiştirilmesi durumunda hem TCK’nun 231/1. maddesinde düzenlenen çocuğun soybağının değiştirilmesi, hem de 206. maddesinde düzenlenenresmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan ve 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 67/1. maddesinde hüküm altına alınan nüfus müdürlüğüne gerçeğe aykırı beyanda bulunma suçlarından söz etmek mümkündür. Ancak fiilin belirtilen işleniş şekli bakımından her üç suç tipi arasında genel norm-özel norm ilişkisi bulunmaktadır. Gerçekten de TCK’nun 206. maddesinde genel olarak her türlü yalan beyanın, 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 67/1. maddesinde bundan daha özel biçimde nüfus işlemlerinde yalan beyanın, TCK’nun 231/1. maddesinde ise sadece çocuğun soy bağı konusundaki yalan beyanın yaptırım altına alındığı görülmektedir. Bu sebeple nüfus müdürlüğüne gerçeğe aykırı beyanda bulunularak çocuğun soybağının değiştirilmesi durumunda “özel normun önceliği” ilkesi uyarınca sadece TCK’nun 231/1. maddesi uygulanmalıdır. (Osman Yaşar, Hasan Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2014, s.6911)
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın evlilik dışı ilişkide bulunduğu …’den doğan çocuğunu evlilik birliği içinde resmi nikâhlı eşi …’den olmuş gibi doğum bildiriminde bulunarak nüfus kütüğüne tescilini sağladığı olayda; sanık tarafından sahte bir resmi belge düzenlenmesi, gerçek bir resmi belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi veya sahte resmi belgenin kullanılması söz konusu olmadığından resmi belgede sahtecilik suçunun unsurlarının oluşmadığı, nüfus müdürlüğüne gerçeğe aykırı beyanda bulunmak suretiyle çocuğun soybağının değiştirilmesi sebebiyle hem TCK’nun 231/1. maddesinde düzenlenen çocuğun soybağının değiştirilmesi, hem de 206. maddesinde düzenlenen resmi belgenin düzenlenmesinden yalan beyan ve 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunun 67/1. maddesinde hüküm altına alınan nüfus müdürlüğüne gerçeğe aykırı beyanda bulunma suçlarının oluştuğundan söz etmek mümkün ise de TCK’nun 206. maddesinde genel olarak her türlü yalan beyanın, 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 67/1. maddesinde bundan daha özel biçimde nüfus işlemlerinde yalan beyanın, TCK’nun 231/1. maddesinde ise sadece çocuğun soy bağı konusundaki yalan beyanın yaptırım altına alındığı nazara alındığında TCK’nun 231/1. maddesinin her iki düzenlemeye göre de “özel norm” niteliğinde olup “özel normun önceliği” ilkesi uyarınca sadece TCK’nun 231/1. maddesinin uygulanmasının mümkün olduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, sanığın TCK’nun 231/1. maddesi uyarınca çocuğun soybağının değiştirilmesi suçundan cezalandırılmasına karar veren yerel mahkeme hükmü ile bu hükmü onayan Özel Daire kararında bir isabetsizlik bulunmadığında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul üyesi …;
“Sanığın imam nikahlı eşi hastahanede doğum yapmış ve çocuğun anne adı olarak gerçek annesi gösterilmiştir. Doğum belgesi kullanılmamış, sanık Nüfus Müdürlüğüne sözlü olarak başvurup bir kızı olduğundan bahisle doğum bildirim formu düzenletmiş, anne adı olarak da gerçek annesini yani imam nikahlı eşini değil de resmi nikahlı eşini bildirmiştir. Bir diğer anlatımla imam nikahlı eşinden olan çocuğu, resmi nikahlı karısı adına kaydettirmiştir.
Bilindiği üzere, sözlü başvuru halinde görevli memur tarafından doğum bildirim belgesi düzenlenmekte, başvuran ve memur tarafından imzalanmaktadır.
Olayda; hastahanede düzenlenen resmi belge niteliğindeki doğum belgesi Nüfus Müdürlüğüne ibraz edilmediğinden iki ayrı fiilden ve dolayısıyla sanığın TCK’nun 204/2 ve 231/1 maddeleriyle cezalandırılması gerektiğinden söz edilemeyecektir
Sorun, sözlü başvuru üzerine görevli ile birlikte düzenlenen doğum bildirim formuna dayanarak yapılan nüfus kütüğüne kayıt ve nüfus cüzdanı verilmesinin tek bir fiil mi, ayrı ayrı fiil mi ve buna bağlı olarak da tek suç mu çok suç mu olduğuna ilişkindir.
Sanığın fiili tek olup, Nüfus Müdürlüğüne başvurup çocuğun nüfus kütüğüne kaydını istemektedir. Sanığın iradesi nüfusa kaydın sağlanmasıdır. Doğum belgesi ve nüfus kütüğüne tescil ile nüfus cüzdanının düzenlenmesi ayrı fiiller olmayıp irade birliği içerisinde birbirini tamamlayan hareketler olup tek bir suçu oluşturmaktadır. Görevlinin, tescil işlemini, nüfus cüzdanını bir başka gün düzenlemesi de sanığın fiilinin birden fazla olduğunu kabule yeterli olmayacağından ‘fiilde teklik’ mevcuttur.
Bu durumda doğum bildirim formunun mahiyeti belirlenmelidir. Görevli memurun; sanığın beyanının doğruluğunu araştırma görevi bulunmadığından TCK’nun 206. maddesinde yazılı suçun yasal unsurları mevcuttur. Ancak özel yasa niteliğinde bulunan Nüfus Hizmetleri Kanununun 67. maddesinde ‘…nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunanlar….’ hükmü yer almaktadır. Özel yasa olup 67. maddenin uygulanması gerektiğinin kabulünde, bu maddenin sınırlarının çizilmesi gerekir. Öğretideki bir görüşe göre 67. madde, soybağının değişmediği hallerde, çocuğun doğum yeri, doğum tarihi, dini ve benzeri vb. konularda yapılan yalan beyanlarda uygulanmalıdır. Gerçek dışı beyanla soybağı değişmişse TCK’nun 231. maddesi değerlendirilmelidir (O.Yaşar-H.T.Gökcan-M.Artuç-Yorumlu, Uygulamalı Türk Ceza Kanunu c.5, sh.6910-6912). Bu görüşün kabulünde, olayda soybağı değiştiğinden eylem TCK’nun231. maddesine uygun bulunmaktadır.
Yeni doğan çocuğun gerçek olmayan annenin nüfusuna kaydedilmesi sebebiyle sahtecilik suçunun oluşup oluşmayacağı da tartışılmalıdır. Önceden düzenlenen bir belge (hastahane raporu, ebeden alınan belge vs.) nüfus müdürlüğüne verilmediğinden sahtecilik suçunun oluşmadığı, yalan beyanda bulunma (Nüfus Hizmetleri Kanunu m. 67) suçu ile soybağının değiştirilmesi (TCK m. 231.) suçunun oluştuğu, en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı hüküm kurulması gerektiği görüşü de mevcuttur (Prof. Dr. Mahmut Koca, Tıp Ceza Hukukunun Güncel Sorunları, sh.501-534, Özlem Yenerer Çokmut, Soybağının Belirlenmesi ve Ceza Hukukunda Soy Bağının Değiştirilmesi Suçush.230, Necati Meran, Çocuğun Soy Bağını Değiştirme ve Resmi Belgede Sahtecilik Suçunun Ayrıştırılması, Terazi Hukuk Dergisi, Eylül 2013, sayfa 85) Sahte olan nüfus cüzdanının kullanılması halinde ayrıca TCK’nun 204/1. maddesiyle de sanığın cezalandırılmasına karar verilmelidir. (O.Yaşar, H.T.Gökcan, M.Artuç, age.)
Olayda, sanığın beyanı üzerine gerçeğe aykırı nüfus kütüğü ve içeriği itibariyle sahte nüfus cüzdanı düzenlenmiştir. Gerek nüfus kaydının ve gerekse nüfus cüzdanının sahte olduğunda, gerçeği yansıtmadığında kuşku bulunmamaktadır. Sanık, sahte nüfus cüzdanı düzenleterek soybağını değiştirmiş ve amacına ulaşmıştır. Kendisi sahte belge düzenlememiş ise de, memuru kandırarak ona düzenletmiştir. Bilerek, isteyerek düzenlettiği sahte belgelerden sorumlu tutulmalıdır. Nüfus Hizmetleri Kanununun 67. maddesi gerçek dışı beyanda bulunma halini düzenlemiştir. Yalan beyanda bulunduğu anlaşılmış başkaca işlem yapılmamışsa bu hüküm, aksi takdirde beyana dayanılarak sahte bir belge düzenlenmişse bu belgenin uygun bulunduğu yasa maddesi uygulanmalıdır. (Benzer bir hüküm Banka ve Kredi Kartları Kanununun 37. maddesinde yer almakta ve benzer şekilde uygulanmaktadır). Sahte belgenin kullanılması beklenmemeli, düzenlenmesi ile sahtecilik suçunun oluştuğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla olayda, Nüfus Hizmetleri Kanununun 67. maddesinde yazılı ‘gerçek dışı beyanda bulunma’ aşaması geçilmiş, sahte nüfus kütüğü ve nüfus cüzdanı düzenlenmiştir. Resmi belgede sahtecilik ve soybağının değiştirilmesi suçları oluşmuştur. Fiilin tekliği nedeniyle, ‘işlenen bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına’ sebebiyet verildiğinden TCK’nun 44. maddesi uyarınca resmi belgede sahtecilik ve soybağının değiştirilmesi suçlarından en ağırı ile hüküm kurulmalıdır.
Eylemin, soybağının değiştirilmesi suçunu oluşturduğunun kabulü halinde, failin çocuğuna ait nüfus kaydını veya nüfus cüzdanını alıp kullanması örneğin doğum yardımı, sağlık harcaması, çocuk yardımı almak için çalıştığı kuruma vermesi, hastalanan çocuğunu bu kayıtla tedavi ettirmesi halinde soybağının değiştirilmesi veya gerçek dışı beyan suçunun yanında ayrıca resmi belgede sahtecilik suçundan da dava açılması ve sanığın bu suçtan da cezalandırılması gerekmektedir.
Öte yandan, eylemin sahtekarlık suçunu oluşturduğunun kabulü halinde soybağının değiştirilmesi suçunun hiç uygulanamayacağı görüşüne de katılmak olanaksızdır. Zira yasa koyucu, sahteciliğin dışında ortaya çıkabilecek halleri de gözeterek bu hükmü getirmiştir. Yaptırımın, sahtecilik suçuna dair cezadan fazla olacak şekilde yapılacak bir düzenlemede, bu hüküm uygulanacak, sahtecilik suçundan hüküm kurulmayacaktır. Nüfus memurunun, bilerek soybağını değiştirmesi, örneğin nikahsız eşinden olma çocuğunu nikahlı eşi adına yazması ya da doğru beyanda bulunulduğu halde bir takım sebeplerle çocuğun baba veya anne adını kasten başka birisi olarak göstermesi hallerinde soybağının değiştirilmesi mi yoksa daha ağır ceza gerektiren memurun sahte belge düzenlemesi suçunun mu oluşacağı da nazara alınmalıdır.
Açıklanan nedenlerle; sanığın eyleminin uygun bulunduğu TCK’nun 204/1 ve 231. maddeleri karşılaştırılarak en ağırından ceza tayini gerektiği cihetle, itirazın değişik bu gerekçeyle kabulüne karar verilmelidir” düşüncesiyle,
Beş Genel Kurul üyesi de; benzer düşüncelerle itirazın değişik gerekçeyle kabulü yönünde oy kullanmış,
Bir Genel Kurul üyesi ise; “itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği” düşüncesiyle karşıoy kullanmıştır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1-) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2-) Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 29.09.2015 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2014/11-568
K. 2015/244
T. 23.6.2015
• RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK SUÇU ( Suç Tarihi – Sanığın Katılan Tarafından Keşide Edilen 2.500 Amerikan Doları Bedelli Bononun Bedel Hanesinde Tahrifat Yaparak 32.500 Amerikan Doları Haline Dönüştürüp İcra Takibine Koyduğu/Suç Tarihi Sanık Tarafından Suça Konu Sahte Kambiyo Senedinin İcra Takibine Konulduğu Tarih Olacağı )
• MAHKEME KARARLARININ GEREKÇELİ OLMASI ( Bozma Kararına Hangi Nedenlerle Uyulmadığı Belirtilmeden ve Direnme Gerekçeleri Gösterilmeden Bozulan Kararın “Gerekçe ve Deliller” Bölümünün Aynen Tekrarı İle Yetinilmesi Bozma Nedeni Olduğu – Resmi Belgede Sahtecilik Suçu )
• KAMBİYO SENEDİNDE TAHRİBAT YAPARAK SENEDİ İCRA TAKİBİNE KOYMA ( Suç Tarihi Sanık Tarafından Suça Konu Sahte Kambiyo Senedinin İcra Takibine Konulduğu Tarih Olduğu – Resmi BelgedeSahtecilik )
• SAVUNMA HAKKININ KISITLANMASI ( Resmi Belgede Sahtecilik – Sanığa Davetiye Tebliğ Edilmeden Duruşma Günü Bildirilmeden Yargılamaya Devamla Sanığın Yokluğunda Direnme Kararı Verilmesi 1412 S. C.M.U.K.’nun 326/2 ve 308/8. Md. Aykırı Olduğu )
• SUÇ TARİHİ ( Sanığın Katılan Tarafından Keşide Edilen 2.500 Amerikan Doları Bedelli Bononun Bedel Hanesinde Tahrifat Yaparak 32.500 Amerikan Doları Haline Dönüştürüp İcra Takibine Koyduğu – Suç Tarihi Sanık Tarafından Suça Konu Sahte Kambiyo Senedinin İcra Takibine Konulduğu Tarih Olduğu/Resmi Belgede Sahtecilik Suçu )
• SANIĞA DURUŞMA GÜNÜ BİLDİRİLMEDEN YOKLUĞUNDA DİRENME KARARI VERİLEMEYECEĞİ ( Resmi Belgede Sahtecilik – Sanığa Davetiye Tebliğ Edilmeden Duruşma Günü Bildirilmeden Yargılamaya Devamla Sanığın Yokluğunda Direnme Kararı Verilmesi Savunma Hakkını Kısıtladığı )
• BOZMA KARARINA HANGİ NEDENLE UYULMADIĞININ AÇIKLANACAĞI ( Resmi Belgede Sahtecilik – Bozma Kararına Niçin Uyulmadığı Açıklanmayarak Bozulan Kararın “Gerekçe ve Deliller” Bölümün Aynen ve Yeniden Yazılmasıyla Yetinilmesinin Doğru Olmadığı )
2709/m.141
5271/m.34
1412/m.308/8,326/2
ÖZET : Dava, resmi belgede sahtecilik suçuna ilişkindir. Sanığın katılan tarafından keşide edilen 2.500 Amerikan Doları bedelli bononun bedel hanesinde tahrifat yaparak 32.500 Amerikan Doları haline dönüştürüp icra takibine koyduğu iddia edilen somut olayda; suç tarihinin, sanık tarafından suça konu sahte kambiyo senedinin icra takibine konulduğu tarih olacağı gözetilmelidir. Sanığa davetiye tebliğ edilmeden, duruşma günü bildirilmeden, yargılamaya devamla sanığın yokluğunda direnme kararı verilmesi 1412 sayılı CMUK’nun 326/2 ve 308/8. maddelerine aykırı olup savunma hakkının kısıtlanması niteliğindedir. Yerel mahkemece, Özel Dairenin bozma kararına karşı ilk hükümde direnilirken, bozulmakla tamamen ortadan kalkan ilk hükümde direnilmesine karar verildikten sonra, direnme nedenleri gösterilmemiş, bozma kararına niçin uyulmadığı açıklanmayarak, bozulan kararın “gerekçe ve deliller” bölümün aynen ve yeniden yazılmasıyla yetinilmiştir. Bu itibarla bozma kararına hangi nedenlerle uyulmadığı belirtilmeden ve direnme gerekçeleri gösterilmeden bozulan kararın “gerekçe ve deliller” bölümün aynen tekrarı ile yetinilmesi isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmedir.
T.C.
YARGITAY
11. CEZA DAİRESİ
E. 2018/1686
K. 2018/1857
T. 1.3.2018
* RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK SUÇU ( Suçun Konusunu Oluşturan Belgenin Taşınabilen Bir Şey Üzerine Yazılıp da Hukuki Hüküm İfade Eden Bir Olayı Kanıtlamaya Yarayan Yazı Olduğu – Belgenin Varlığının Kabulü İçin Yazılı Kağıdın Bulunmasının Zorunlu Olmadığı/Bir Metal Levha Üzerine Yazı Yazılması Halinde de Diğer Unsurların Varlığı Durumunda Belgeden Söz Edilebileceğinden Araç Plakalarının da Resmi Belge Olarak Kabulü Gerektiği )
* SAHTE PLAKA ( Kriminal Polis Laboratuvarının Ekspertiz Raporunda Suça Konu Sahte Plakada Herhangi Bir Soğuk Mühür İzinin Bulunmadığının Belirtildiği – Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 30. Maddesine Göre Tescil Plakalarında İşlemi Yapan Tescil Kuruluşu İle Plaka Basım İşlemini Gerçekleştiren Kuruluşun Mühürlerinin Bulunmasının Zorunlu Olduğu – Suça Konu Plakanın Resmi Belge Niteliğini Kazanabilmesi İçin Üzerinde Mührün Olması Gerektiği )
* ALDATMA NİTELİĞİ ( Belgelerde Sahtecilik Suçlarında Aldatma Niteliğinin Bulunup Bulunmadığının Takdirinin Hakime Ait Olduğu – Sahte Olduğu İddia Edilen Plakanın Duruşmaya Getirtilip İncelenmek Suretiyle Özellikleri Tutanağa Geçirilip Yasal Unsurları Taşıyıp Taşımadığı ve Aldatma Niteliğinin Bulunup Bulunmadığı Yöntemince Tartışılarak Dosya Arasında Bulundurulması Gerekirken Eksik İnceleme İle Karar Verilmesinin İsabetsiz Olduğu )5237/m.204
ÖZET : Dava, resmi belgede sahtecilik suçuna ilişkindir.
Kriminal Polis Laboratuvarının ekspertiz raporunda, suça konu sahte plakada herhangi bir soğuk mühür izinin bulunmadığının belirtilmesi, suç tarihinde yürürlükte bulunan Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 30. maddesine göre; tescil plakalarında, işlemi yapan tescil kuruluşu ile plaka basım işlemini gerçekleştiren kuruluşun mühürlerinin bulunmasının zorunlu olduğunun hüküm altına alınması, bu şekilde suça konu plakanın resmi belge niteliğini kazanabilmesi için üzerinde mührün varlığının zorunlu olduğunun anlaşılması karşısında, belgelerde sahtecilik suçlarında aldatma niteliğinin bulunup bulunmadığının takdirinin hakime ait olduğu göz önüne alınıp, sahte olduğu iddia edilen plakanın duruşmaya getirtilip incelenmek suretiyle özellikleri tutanağa geçirilip, yasal unsurları taşıyıp taşımadığı ve aldatma niteliğinin bulunup bulunmadığı yöntemince tartışılarak denetime olanak verecek şekilde dosya arasında bulundurulması gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.
DAVA : 1-) Resmi belgede sahtecilik suçlarının konusunu oluşturan belgenin, taşınabilen bir şey üzerine yazılıp da hukuki hüküm ifade eden bir olayı kanıtlamaya yarayan yazı olduğu, 5237 Sayılı TCK’nın 204. maddesinin gerekçesinde de belirtildiği üzere, belgenin varlığının kabulü için yazılı kağıdın bulunmasının zorunlu olmadığı, bir metal levha üzerine yazı yazılması halinde de diğer unsurların varlığı durumunda, belgeden söz edilebileceği, bu bakımdan araç plakalarının da resmi belge olarak kabulü gerekeceği cihetle, Kayseri Kriminal Polis Laboratuvarının 22.01.2009 tarihli ekspertiz raporunda, suça konu sahte plakada herhangi bir soğuk mühür izinin bulunmadığının belirtilmesi, suç tarihinde yürürlükte bulunan 18.07.1997 tarih ve 23053 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 30. maddesine göre; tescil plakalarında, işlemi yapan tescil kuruluşu ile plaka basım işlemini gerçekleştiren kuruluşun mühürlerinin bulunmasının zorunlu olduğunun hüküm altına alınması, bu şekilde suça konu plakanın resmi belge niteliğini kazanabilmesi için üzerinde mührün varlığının zorunlu olduğunun anlaşılması karşısında, belgelerde sahtecilik suçlarında aldatma niteliğinin bulunup bulunmadığının takdirinin hakime ait olduğu göz önüne alınıp, sahte olduğu iddia edilen plakanın duruşmaya getirtilip incelenmek suretiyle özellikleri tutanağa geçirilip, yasal unsurları taşıyıp taşımadığı ve aldatma niteliğinin bulunup bulunmadığı yöntemince tartışılarak denetime olanak verecek şekilde dosya arasında bulundurulması gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi,
2-) Kabul ve uygulamaya göre de;
5237 Sayılı TCK’nın 53. maddesine dair uygulamanın Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 tarih ve 2014/140 Esas, 2015/85 Karar sayılı kararı ile birlikte yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu sebeple yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 Sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca istem gibi BOZULMASINA, 01.03.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2014/15-460
K. 2015/198
T. 9.6.2015
• RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK ( Sahte Çek – Sahteliğin Aldatma Yeteneğinin Olup Olmadığının Mahkemece Değerlendirilmesi Amacıyla Adli Emanette Bulunan Suça Konu Çek Aslı Getirtilip Duruşmada İnceleneceği ve Özelliklerinin Duruşma Tutanağına Yazılacağı )
• SAHTE ÇEK ( Resmi Belgede Sahtecilik – Çek Aslı Getirtilip Duruşmada İncelenmeden ve Aldatma Yeteneği İle İlgili Gerekçeli Kararda Hiçbir Değerlendirme Yapılmadan Sanık Hakkında Resmi BelgedeSahtecilik Suçundan Mahkumiyet Hükmü Kurulması Usul ve Kanuna Aykırı Olduğu )
• ALDATMA YETENEĞİNİN ARAŞTIRILMASI ( Sahte Çek/Resmi Belgede Sahtecilik – Aldatma Yeteneği Bulunup Bulunmadığının Öncelikle Mahkemece Değerlendirileceği/Duraksama Halinde Bu Yönde Uzman Bilirkişiden Rapor Alınacağı – Aldatma Yeteneği İle İlgili Değerlendirmenin Gerekçeli Karara Yansıtılması Gerektiği )
• ÇEK ASLININ GETİRTİLMESİ ( Sahteliğin Aldatma Yeteneğinin Olup Olmadığının Mahkemece Değerlendirilmesi Amacıyla Adli Emanette Bulunan Suça Konu Çek Aslı Getirtilip Duruşmada İnceleneceği ve Özelliklerinin Duruşma Tutanağına Yazılacağı – Resmi Belgede Sahtecilik )
5237/m.204,210/1
ÖZET : Dava; resmi belgede sahtecilik suçuna ilişkindir. Sanığın satın aldığı araç bedeli olarak katılana sahte çek verdiği, aşamalarda çekin sahte olduğunu bilmediğini savunduğu, katılanın çekten şüphelendiğini beyan ettiği, çekin ibraz edildiği banka görevlisince fotokopiye benzediği görülerek imza karşılaştırması yapıldığı ve mavi ışığa tutulduğunda sahte olduğunun anlaşıldığı somut olayda, sahteliğin aldatma yeteneğinin olup olmadığının mahkemece değerlendirilmesi amacıyla adli emanette bulunan suça konu çek aslının getirtilip duruşmada incelenmesi, özelliklerinin duruşma tutanağına yazılması, aldatma yeteneği bulunup bulunmadığının öncelikle mahkemece değerlendirilmesi, duraksama halinde bu yönde uzman bilirkişiden rapor alınması, aldatma yeteneği ile ilgili değerlendirmenin gerekçeli karara yansıtılması gerekirken, sahte çek aslı getirtilip duruşmada incelenmeden ve aldatma yeteneği ile ilgili gerekçeli kararda hiçbir değerlendirme yapılmadan eksik araştırma ve yetersiz gerekçe ile sanık hakkında resmi belgede sahtecilik suçundan mahkumiyet hükmü kurulması usul ve kanuna aykırıdır.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2014/11-181
K. 2015/131
T. 28.4.2015
• RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK SUÇU ( Dava Zamanaşımının Gerçekleşmesine Rağmen Yargılamaya Devam Edilerek Hüküm Kurulmasının İsabetsiz Olduğu – Sanık Hakkındaki Kamu Davasının Düşmesine Karar Verilmesi Gerektiği )
• KAMU DAVASININ DÜŞMESİ ( Yargılama Yapılmasına Engel Olup Davayı Düşüren Hallerden Biri Olan Dava Zamanaşımının Yargılama Sırasında Gerçekleşmesi Durumunda Yerel Mahkeme ya da Yargıtayın Resen Zamanaşımı Kuralını Uygulayarak Kamu Davasının Düşmesine Karar Vereceği – Resmi Belgede Sahtecilik )
• KESİNTİLİ AZAMİ ZAMANAŞIMI SÜRESİ ( Resmi Belgede Sahtecilik Suçu Bakımından Sonradan Yürürlüğe Giren 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununda Öngörülen Kesintili Zamanaşımının Azamî Süresi On İki Yıl Olup Yerel Mahkemece Direnme Hükmünün Verildiği Tarihten Önce Bu Sürenin Dolduğunun Gözetilmesi Gerektiği )
• DAVA ZAMANAŞIMI ( Yargılama Sırasında Gerçekleşmesi Durumunda Yerel Mahkeme ya da Yargıtayın Resen Zamanaşımı Kuralını Uygulayarak Kamu Davasının Düşmesine Karar Vereceği – Direnme Hükmünün Dava Zamanaşımının Gerçekleşmesine Rağmen Yargılamaya Devam Edilerek Hüküm Kurulmasının İsabetsiz Olduğu/Resmi Belgede Sahtecilik ) 1412/m.322 5237/m.66/1/e,204/1,210
ÖZET : Yargılama yapılmasına engel olup, davayı düşüren hallerden biri olan dava zamanaşımının yargılama sırasında gerçekleşmesi durumunda, yerel mahkeme ya da Yargıtay, resen zamanaşımı kuralını uygulayarak kamu davasının düşmesine karar verecektir. Somut olayda yüklenen resmi belgede sahtecilik suçu bakımından, sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda öngörülen kesintili zamanaşımının azamî süresi 12 yıl olup, yerel mahkemece direnme hükmünün verildiği tarihten önce, bu süre dolmuş bulunmaktadır. Bu itibarla; yerel mahkeme direnme hükmünün, dava zamanaşımının gerçekleşmesine rağmen yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden bozulmasına, ancak yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesi uyarınca karar verilmesi mümkün bulunduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının lehe olan 5237 sayılı TCK maddeleri uyarınca düşmesine karar verilmelidir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2014/6-150
K. 2015/122
T. 21.4.2015
• SAHTELİĞİ SABİT OLUNCAYA KADAR GEÇERLİ RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK SUÇU ( Yasada Belirtilen Zamanaşımı Süreleri Gözetildiğinde Yerel Mahkemenin Direnme Kararı Verdiği Tarihten Sonra Ancak İnceleme Tarihinden Önce Zamanaşımı Süresinin Dolmuş Olduğu – Kamu Davasının Düşeceğinin Kabulü )
• SANIK HAKKINDAKİ ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN DOLMUŞ OLDUĞU ( Kamu Davasının Düşmesine Karar Verileceği – Resmi Belgede Sahtecilik Suçu/Zamanaşımı )
• DAVA ZAMANAŞIMI ( Daha Ağır Başka Bir Suçu Soruşturma İhtimali Bulunmayan Sanık Hakkında Yerel Mahkemece Verilen Direnme Kararından Sonra Ancak Ceza Genel Kurulda İnceleme Tarihinden Önce Zamanaşımı Süresinin Dolmuş Olduğunun Gözetileceği – Kamu Davasının Düşeceği/Dava Zamanaşımı )
765/m. 102/3,104/2
5271/m. 223/8
ÖZET : Sanığa atılı sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli resmi belgede sahtecilik suçuna 765 S.K. dört seneden on seneye kadar ağır hapis cezası öngörülmüş olup, 104/2. M. de göz önünde bulundurulduğunda kesintili dava zamanaşımı 15 yıldır.Daha ağır başka bir suçu oluşturma ihtimali bulunmayan ve 03.05.1998 tarihinde gerçekleştirildiği iddia olunan eylemle ilgili olarak 765 S.K. öngörülen 15 yıllık kesintili dava zamanaşımı, yerel mahkemece direnme hükmünün verildiği 24.09.2012 tarihinden sonra ancak inceleme tarihinden önce 03.05.2013 tarihinde dolmuş bulunmaktadır.Bu itibarla; yerel mahkemece verilen direnme hükmünün, gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle bozulmasına, ancak yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesi uyarınca karar verilmesi mümkün bulunduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının 765 sayılı TCK’nun 102/3, 104/2 ve 5271 sayılı CMK’nun 223/8. maddeleri uyarınca düşmesine karar verilmelidir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2013/11-727
K. 2015/1
T. 17.2.2015
• RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK SUÇU ( Azilname İle Geçersiz Hale Gelen Resmi Belge Niteliğindeki Vekaletnamenin Kullanılması Nedeniyle Olayda Resmi Belgede Sahtecilik Suçunun Yasal Unsurlarının Oluştuğunun Kabulü Gerektiği )
• GEÇERSİZ HALE GELEN VEKALETNAMENİN KULLANILMASI ( Katılana Ait Taşınmazı Üçüncü Kişiye Satan ve Tapu İşlemleri Sırasında Katılanın Vekili Olmadığı Halde Bu Durumu Tapu Memurundan Gizleyen Sanığın Eyleminin Resmi Belgede Sahtecilik Suçunu Oluşturduğunun Kabulü Gerektiği )
• AZİLNAME ( Vekillikten Azledildiğinden Haberdar Olan Sanığın Azilname İle Geçersiz Hale Gelen Vekaletnameyi Kullanarak Katılana Ait Taşınmazı Üçüncü Kişiye Satttığı ve Tapu İşlemleri Sırasında Katılanın Vekili Olmadığı Halde Bu Durumu Tapu Memurundan Gizlediği – Resmi Belgede Sahtecilik Suçunun Oluştuğunun Kabulü Gerektiği )
• DOLANDIRICILIK SUÇU ( Resmi Belgede Sahtecilik Suçunun Yanında Sanığın Hileli Davranışlar Yapmak Suretiyle Katılanın Aleyhine Olarak Kendisine Haksız Bir Yarar Sağlamış Olması Nedeniyle Dolandırıcılık Suçunun Oluşmasının da Söz Konusu Olacağı )
• EYLEMİN İDDİANAMEDE BELİRTİLMEYEN BİR SUÇU OLUŞTURMASI ( İddianamede Dolandırıcılık Suçunu Oluşturabilecek Bir Anlatıma Yer Verilmediği/Dolandırıcılık Suçundan Açılan Bir Dava Bulunmadığı Sonucuna Ulaşıldığı – Bu Konuda Mahallinde Zamanaşımı Süresi İçinde Kamu Davası Açılmasının Mümkün Olduğu Hususuna İşaret Edilmekle Yetinildiği )
5237/m.157,204
ÖZET : Uyuşmazlık; resmi belgede sahtecilik suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir. Vekillikten azledildiğinden haberdar olan sanık azilname ile geçersiz hale gelen vekaletnameyi kullanarak katılana ait taşınmazı üçüncü kişiye satmış ve tapu işlemleri sırasında katılanın vekili olmadığı halde bu durumu tapu memurundan gizlemiştir. Azilname ile geçersiz hale gelen resmi belge niteliğindeki vekaletnamenin kullanılması nedeniyle somut olayda resmi belgede sahtecilik suçunun yasal unsurlarının oluştuğunun kabulü gerekir. Resmi belgede sahtecilik suçunun yanında, sanığın hileli davranışlar yapmak suretiyle katılanın aleyhine olarak kendisine haksız bir yarar sağlamış olması nedeniyle dolandırıcılık suçunun oluşması da sözkonusu olacaktır. Önsoruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede, iddianamede dolandırıcılık suçunu oluşturabilecek bir anlatıma yer verilmediği, dolayısıyla dolandırıcılık suçundan açılan bir dava bulunmadığı sonucuna ulaşıldığından bu konuda mahallinde zamanaşımı süresi içinde kamu davası açılmasının mümkün olduğu hususuna işaret edilmekle yetinilmiştir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2013/9-618
K. 2014/532
T. 2.12.2014
• RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK ( Sanığın Başkasına Ait Kimliği Hakkında Çıkarılan Yakalama Kararının İnfazını Engellemek Amacıyla Kullandığı – Resmi Belgede Sahtecilik Suçu Oluşacağı )
• BAŞKASINA AİT KİMLİĞİ YAKALAMA KARARININ İNFAZINI ENGELLEMEK İÇİN KULLANMA ( Eylem Sahte Resmi Belgeyi Kullanmaktan İbaret Olup Resmi Belgede Sahtecilik Suçunu Oluşturduğu Gözetileceği )
• SAHTE RESMİ BELGEYİ KULLANMA ( Sanığın Başkasına Ait Kimliği Hakkında Soruşturma ve Kovuşturma Yapılmasını Engellemek Amacıyla Değil Adına Çıkarılan Yakalama Kararının İnfazını Engellemek Amacıyla Kullandığı – Resmi Belgede Sahtecilik Suçundan Ceza Verileceği )
• KİMLİĞİ HAKKINDA GERÇEĞE AYKIRI BEYANDA BULUNMA ( Sanığın Başkasına Ait Kimliği Hakkında Çıkarılan Yakalama Kararının İnfazını Engellemek Amacıyla Kullandığı – Eylemin Resmi BelgedeSahtecilik Suçunu Oluşturduğu/Sanık Hakkında Ayrıca Kimliği Hakkında Gerçeğe Aykırı Beyanda Bulunmak Kabahatinden Dolayı Yaptırım Uygulanamayacağı )
5237/m.204
5326/m.40/1
ÖZET : Uyuşmazlık; sanığın eyleminin nitelendirilmesine ilişkindir. sanığın, başkasına ait kimliği, hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla değil, adına çıkarılan yakalama kararının infazını engellemek amacıyla kullanması, kimliği kullanılan kişi hakkında bir soruşturma ve kovuşturma yapılmamış olması hususları gözönüne alındığında, iftiranın özel bir şekli olan başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun, kamu görevlisi tarafından sanığın gerçeğe aykırı olarak beyan ettiği isme göre düzenlenmiş herhangi bir belgenin bulunmadığı gözetildiğinde ise resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçlarının oluşmayacağı, bir bütün teşkil eden eylemin sahte resmi belgeyi kullanmaktan ibaret olup resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu, Kabahatler Kanununun 15/3. maddesi uyarınca sanık hakkında ayrıca kimliği hakkında gerçeğe aykırı beyanda bulunmak kabahatinden dolayı yaptırım uygulanamayacağı kabul edilmelidir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2013/15-729
K. 2014/434
T. 21.10.2014
• DOLANDIRICILIK SUÇU ( Banka veya Kredi Kurumlarının Araç Olarak Kullanılması – Söz Konusu Kurumlar Aracı Kılınarak Gerçekleştirilen Eylemlerde Hilenin Daha Kolay Gerçekleşmesi Bankaya Karşı Duyulan Güvenden Dolayı Mağdur ya da Mağdurların Araştırma Eğiliminin Azalması veya Bütünüyle Ortadan Kalkması Nedeniyle Nitelikli Dolandırıcılık Olarak Düzenlendiği )
• BANKA VEYA KREDİ KURUMLARININ ARAÇ OLARAK KULLANILMASI ( Dolandırıcılık Suçu – Birer Güven Kurumu Olan Banka veya Kredi Kurumlarının Araç Olarak Kullanılması Dolandırıcılık Suçunun Nitelikli Halini Oluşturduğu )
• ÇEK KULLANILARAK DOLANDIRICILIK SUÇU İŞLENMESİ ( Sanıkların Keşide Yeri Gösterilmeyen Sahte Bir Çek Vermek Suretiyle Katılandan Hayvan Satın Aldıkları Somut Olayda Bankanın Maddi Varlığı Olan Çekin Suçta Araç Olarak Kullanılması Nedeniyle Eylemin Banka veya Kredi Kurumlarının Araç Olarak Kullanılması Suretiyle Nitelikli Dolandırıcılık Suçunu Oluşturduğu )
• ADLİ PARA CEZASI ( Dolandırıcılık Suçu – Ulaşılan Sonuç Cezanın Suçtan Elde Edilen Menfaatin İki Katından Az Olması Durumunda Adli Para Cezasının TCK’nun 158. Md.sinin Birinci Fıkrasının Son Cümlesi Uyarınca Suçtan Elde Edilen Menfaatin İki Katına Çıkarılması Gerektiğinin Gözetilmemesinin Kanuna Aykırı Olduğu )
5237/m.157,158
ÖZET : Sanık hakkında görülen dava dolandırıcılık suçuna ilişkindir. Sanıkların keşide yeri gösterilmeyen sahte bir çek vermek suretiyle katılandan hayvan satın aldıkları somut olayda, bankanın maddi varlığı olan çekin suçta araç olarak kullanılması nedeniyle eylemin, TCK’nun 158/1-f maddesinde yazılı banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir. Diğer taraftan, Ceza Genel Kurulunun kararında da açıklandığı üzere, nitelikli dolandırıcılık suçunda ulaşılan sonuç cezanın, suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olması durumunda adli para cezasının, TCK’nun 158. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi uyarınca suçtan elde edilen menfaatin iki katına çıkarılması gerektiğinin gözetilmemesi kanuna aykırı olmuştur.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2013/11-414
K. 2014/418
T. 14.10.2014
• CEZA HUKUKUNDA DAVA ZAMANAŞIMI ( Dava Zamanaşımının Yargılama Yapılmasına Engel Olup Davayı Düşüren Hallerden Biri Olduğu – Yargılama Sırasında Gerçekleşmesi Halinde Yargıtay Ya da Yerel Mahkemenin Re’sen Zamanaşımı Kuralını Uygulayarak Kamu Davasının Düşmesine Karar Vereceği )
• RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK ( Suçun Öngörülen Yaptırımının İki Yıldan Beş Yıla Kadar Hapis Cezası Olduğu – Asli Dava Zamanaşımının Sekiz Yıl Kesintili Dava Zamanaşımının Oniki Yıl Olduğunun Gözetileceği )
• ASLİ DAVA ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN DOLMASI ( Resmi Belgede Sahtecilik/Sanık Hakkında Dava Zamanaşımını Kesen En Son Hukuki İşlemden Sonra Dava Zamanaşımını Kesen veya Durduran Hiçbir Sebebin Gerçeklemediği – 8 Yıllık Asli Dava Zamanaşımı Süresinin Dolmuş Bulunduğu/Kamu Davasının Zamanaşımı Sebebiyle Düşmesine Karar Verileceği )5237/m. 66/1-e, 67/4, 204 5271/m. 223/1
ÖZET : Resmi belgede sahtecilik suçundan sanığın cezalandırılmaısna karar verilmiştir.
Yargılama yapılmasına engel olup, davayı düşüren hallerden biri olan dava zamanaşımının yargılama sırasında gerçekleşmesi durumunda, yerel mahkeme ya da Yargıtay, re’sen zamanaşımı kuralını uygulayarak kamu davasının düşmesine karar verecektir.
Sanığa yüklenen resmi belgede sahtecilik suçunun öngörülen yaptırımı iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası olup, bu suçun asli dava zamanaşımı 8 yıl, kesintili dava zamanaşımı 12 yıldır. Suç niteliği yönünden aleyhe temyizin bulunmadığı, daha ağır başka bir suçu oluşturma ihtimali bulunmayan eylemle ilgili olarak, sanık hakkında dava zamanaşımını kesen en son hukuki işlem tarihinden sonra dava zamanaşımını kesen veya durduran hiçbir sebebin gerçekleşmediği gözetildiğinde, 8 yıllık asli dava zamanaşımı süresi inceleme tarihinden önce dolmuş bulunmaktadır.
Asli dava zamanaşımı süresinin dolmuş olması nedeniyle resmi belgede sahtecilik suçu yönüyle gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle bozulmasına, kamu davasının resmi belgede sahtecilik suçu yönünden vaki zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmelidir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2013/11-397
K. 2014/202
T. 22.4.2014
• RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK ( Sanıkların Usulsüz Yaptırdıkları Kesimin Ortaya Çıkması Üzerine Kendilerini Kurtarmak Amacı İle Kaçak Kesim Yapmadıkları Halde Katılanlar Hakkında Beş Ayrı Suç Tutanağını Ayrı Tarihlerde Düzenledikleri – 765 S.K. ve 5237 S.K. Yönüyle Zincirleme Suçun Oluştuğu )
• ZİNCİRLEME SUÇ ( Sanıkların Usulsüz Yaptırdıkları Kesimin Ortaya Çıkması Üzerine Kendilerini Kurtarmak Amacı İle Kaçak Kesim Yapmadıkları Halde Katılanlar Hakkında Beş Ayrı Suç Tutanağını Ayrı Tarihlerde Düzenledikleri – 765 S.K. ve 5237 S.K. Yönüyle Zincirleme Suçun Oluştuğu )
• SUÇUN ORTAYA ÇIKMAMASI İÇİN SAHTE EVRAK DÜZENLEMEK ( Sanıkların Usulsüz Yaptırdıkları Kesimin Ortaya Çıkması Üzerine Kendilerini Kurtarmak Amacı İle Kaçak Kesim Yapmadıkları Halde Katılanlar Hakkında Beş Ayrı Suç Tutanağını Ayrı Tarihlerde Düzenledikleri – 765 S.K. ve 5237 S.K. Yönüyle Zincirleme Suçun Oluştuğu )
• ORMAN MUHAFAZA MEMURUNUN MAKTA DIŞI USULSÜZ KESİM YAPTIRMASI ( Sanıkların Usulsüz Yaptırdıkları Kesimin Ortaya Çıkması Üzerine Kendilerini Kurtarmak Amacı İle Kaçak Kesim Yapmadıkları Halde Katılanlar Hakkında Beş Ayrı Suç Tutanağını Ayrı Tarihlerde Düzenledikleri – Katılanların Resmi Belgede Sahtecilik Suçunun Mağduru Değil Suçtan Zarar Gören Olduğu ) 5237/m.43,204 765/m.59, 339
ÖZET : Resmi evrakta sahtecilik suçuna ilişkin hükmün incelenmesinde uyuşmazlık; sanıklar hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir. Sanıkların kaçak kesim yapmadıkları halde katılanlar hakkında ayrı ayrı tarihlerde düzenledikleri beş ayrı suç tutanağını aynı gün Cumhuriyet Başsavcılığına vererek, katılanlar hakkında suç duyurusunda bulunmaları şeklinde gerçekleşen somut olayda, katılanların kamu görevlisinin resmi belgede sahtecilik suçunun mağduru olmayıp, suçtan zarar gören olmaları, orman muhafaza memuru olan sanıkların farklı tarihlerde düzenledikleri suça konu sahte tutanakları, sorumluluk bölgelerinde “makta dışı” usulsüz kesim yaptırmış olmalarının kontrollerde ortaya çıkması üzerine, kendilerini kurtarmak amacıyla bir suç işleme kararı kapsamında düzenlemiş bulunmaları hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanıklar hakkında hem 765 sayılı TCK hem de 5237 sayılı TCK yönüyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. Sanıklar hakkında her iki kanun yönüyle de zincirleme suç hükümleri uygulanarak lehe kanunun belirlenmesi gerekir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2013/9-542
K. 2014/153
T. 1.4.2014
• İŞLEDİĞİ SUÇTAN KURTULMAK İÇİN BELGE DÜZENLEYEN POLİS MEMURUNA BAŞKASINA AİT KİMLİK BİLGİLERİNİN VERİLMESİ ( Eldeki Davada Resmi Belgenin Düzenlenmesine Yalan Beyan Suçunun Oluştuğu – Yalan Beyanın Resmi Belge Düzenleme Yetkisine Sahip Kamu Görevlisine Yapılmış Olduğu/Suçun Niteliği )
• SUÇUN NİTELİĞİNİN BELİRLENMESİ ( Sanık Tarafından Yalan Beyanın Resmi Belge Düzenlenmesi Sırasında Yapıldığından Eldeki Davada Resmi Belgenin Düzenlenmesine Yalan Beyan Suçunun Oluştuğu -Suçun Niteliğinde Hata/Özel Dairenin Bozma Kararının İsabetli Olduğu/Adliyeye Karşı İşlenen Suçlar )
• POLİS MEMURUNUNA GERÇEĞİ SÖYLEME ZORUNLULUĞU BULUNDUĞU ( Resmi Belgenin Düzenlenmesi Sırasında Yalan Beyanda Bulunulması Halinde Başkasına Ait Kimlik ve Kimlik Bilgilerinin Kullanılması Suçunun Gerçekleşmeyeceği – Eldeki Davada Resmi Belgenin Düzenlenmesine Yalan Beyan Suçunun Oluştuğunun Kabulü )
• RESMİ BELGENİN DÜZENLENDİĞİ SIRADA YALAN BEYAN ( Yakalama Kararının Yerine Getirilmesi İçin Sağlık Raporunun Alınması Amacıyla Hastahaneye Götürülüp Doktor Raporu Düzenlendiği Aşamada Sanığın Kimliği Hakkında Yalan Beyanda Bulunması Şeklinde Eylemin Gerçekleştiğinin Gözetileceği – Suç Niteliği )
• BAŞKASINA AİT KİMLİK VE KİMLİK BİLGİLERİNİN KULLANILMASI SUÇU ( Görevle Bağlantılı Olarak Sorulması Halinde Kamu Görevlisine Kimliği veya Adresiyle İlgili Bilgi Vermekten Kaçınma ve Gerçeğe Aykırı Beyanda Bulunmanın Davada Gerçekleşmediği – Resmi Belge Düzenlendiği Sırada Yalan Beyan Bulunduğu )
5326/m.40
5237/m. 206,267,268
ÖZET : İşlediği suçlardan kurtulmak için belge düzenleyen polis memuruna kendisini başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçundan yargılanan sanık hakkında, C.G.K. önüne gelen uyuşmazlık; sanığın üzerine atılı eylemin suç niteliğinin belirlenmesine ilişkindir.Resmi bir belgenin düzenlenmesi sırasında beyanda bulunacak kişinin gerçeği söyleme zorunluluğu vardır.Resmi belgenin düzelenmesine yalan beyan suçunda sanığın beyanda bulunması yeterli olmayıp sanığın beyanı üzerine kamu görevlisi tarafından bir belgenin de düzenlenmesi gerekmektedir.Suçun oluşması için, failin daha önce bir suç işlemiş olması veya bir suçtan aranması, kendi kimliğini vermesi halinde hakkında bu suçtan işlem yapılacak olması gerekmektedir.İftira suçunun özel bir şekli olan bu suçun oluşması için sanığın resmi belge düzenlemede yetkili memura başkasının kimliğini veya kimlik bilgilerini vermesi yeterli olmayıp, işlediği bir suç sebebiyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla gerçek bir kişinin kimlik bilgilerini kullanması gerekmektedir.5326 S.K. ise; ‘Görevle bağlantılı olarak sorulması halinde kamu görevlisine kimliği veya adresiyle ilgili bilgi vermekten kaçınan veya gerçeğe aykırı beyanda bulunan kişiye, bu görevli tarafından para cezası verileceği belirtilmiştir.Bu kabahat fiili ile 5237 Sayılı TCK’nun 206. maddesinde düzenlenen suç arasındaki fark, beyanın resmi belge düzenlenmesi sırasında yapılıp yapılmadığıdır.Kamu görevlisinin görevi sebebiyle resmi belge düzenlediği sırada yalan beyanda bulunulması halinde TCK’nun 206. maddesi uygulanacaktır. Resmi belge düzenlenmesi sırasında olmayıp da kamu görevlisince kamu görevinin gereği gibi yerine getirilebilmesi için sorulması durumunda, kimliği hakkında gerçeğe aykırı beyanda bulunulması ya da kimlik veya adresle ilgili bilgi vermekten kaçınılması halinde, ilgili hakkında Kabahatler Kanunu’nun 40/1. maddesi uyarınca idari para cezası verilmesi gerekecektir.Emniyet görevlileri tarafından yapılan mutad uygulama sırasında kimliği sorulan sanık İ. K.’ın, ağabeyi İ. K.’a ait kimlik bilgilerini kolluğa vermesi üzerine İ. K. adına yakalama kararı bulunduğunun anlaşılması sonrasında, yakalama kararının yerine getirilmesi için sağlık raporunun alınması amacıyla hastahaneye götürülüp doktor raporu düzenlendiği aşamada sanığın kimliği hakkında yalan beyanda bulunması şeklinde gerçekleşen olayda, sanık hakkında yapılan bir soruşturma veya kovuşturma bulunmayıp, kolluk görevlilerince yapılan mutad uygulama sonrasında doktor raporu düzenlenirken sanığın kimlik bilgileri ile ilgili olarak yalan beyanda bulunmuş olması karşısında, sanığın eyleminin 5237 Sayılı TCK’nun 206. maddesinde düzenlenen resmibelgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunu oluşturduğunun kabulü gerekir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2012/11-1356
K. 2014/70
T. 18.2.2014
• RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK SUÇU ( Sanığın Sahte Hüviyet Cüzdanı Düzenlettirdiği ve Yakalandığında Kimliği Polis Memuruna Gösterdiği Ancak Tutanak Tanzim Edilmeden Gerçek Kimliğini Açıkladığı – Zincirleme Şekilde Bu Suçun Oluştuğu )
• HAPİS CEZASINDAN KURTULMAK İÇİN SAHTE NÜFUS CÜZDANI DÜZENLETTİRMEK ( Yakalandığında Polis Memuruna Gösterdiği Ancak Tutanak Tanzim Edilmeden Gerçek Kimliğini Açıkladığı – Zincirleme Şekilde Resmi Belgede Sahtecilik Suçu )
• ZİNCİRLEME ŞEKİLDE RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK SUÇU ( Sanığın Sahte Hüviyet Cüzdanı Düzenlettirdiği – Yakalandığında Polis Memuruna Gösterdiği Ancak Tutanak Tanzim Edilmeden Gerçek Kimliğini Açıkladığı )
• RESMİ BELGENİN DÜZENLENMESİNDE YALAN BEYAN SUÇU ( Zincirleme Şekilde Resmi Belgede Sahtecilik Suçu Oluştuğu – Ayrıca Bu Suçtan Mahkumiyet Hükmü Kurulamayacağı )
• KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞI KARARI ( Böyle Bir Hüküm Çeşidi Olmadığı – Özel Dairenin Resmi Belgenin Düzenlenmesinde Yalan Beyan Suçuna İlişkin Karar Verilmesine Yer Olmadığı Kararının İsabetsiz Olduğu )
• RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK/RESMİ BELGENİN DÜZENLENMESİNDE YALAN BEYAN SUÇU ( Yargıtay Özel Dairesince Aynı Eylem Nedeniyle Hem Mahkûmiyet Hem Karar Verilmesine Yer Olmadığına Hükmolunamayacağı – Eylemin Zincirleme Biçimde Resmi Belgede Sahtecilik Suçunu Oluşturduğu ) 5237/m.204 5271/m.223, 225
ÖZET : Sanığın sahte nakil evrakıyla kaydını yaptırdığı mahalle muhtarlığına, kendisinin fotoğrafı ve katılanın kimlik bilgileri bulunan nüfus cüzdanı talep belgesini hazırlatıp nüfus müdürlüğüne başvurarak sahte hüviyet cüzdanı düzenlettirdiği, yakalandığında polis memurlarına gösterdiği, ancak herhangi bir tutanak tanzim edilmeden gerçek kimliğini açıkladığı hususları göz önünde bulundurulduğunda, eylemin bütün halinde zincirleme şekilde resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu gözetilmelidir. Sanığın, başlangıçtan beri değişmeyen tek amacı, yakalanmamak ve hapis cezasının infazını imkânsız kılmaktır. Yerel mahkemece resmi belgede sahteciliğin yanında, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçundan da mahkumiyet hükmü kurulması ve Dairece de, aynı eylem nedeniyle hem “mahkûmiyet” hem de “karar verilmesine yer olmadığına” hükmolunmasının mümkün bulunmadığı gözetilmeden, resmi belgede sahtecilik suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün onanmasına, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçundan kurulan hükmün ise, “bu suçtan hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmesi” gerektiğinden bahisle bozulmasına karar verilmesi isabetli değildir. Zira bu halde Özel Dairece zincirleme biçimde resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu kabul edilen eylemin bir kısmı bölünerek yerel mahkeme hükmü onanmış olacak, bir kısmı ise “karar verilmesine yer olmadığına” karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuş olacaktır. Diğer taraftan, “karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde bir hüküm çeşidine CMK’nun 223. maddesinde yer verilmemiştir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2013/11-439
K. 2014/27
T. 4.2.2014
• RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK ( Takdiri İndirim Uygulanması – Geçmişte Sabıkaları Olmayan Duruşmalara Katılan Samimi Beyanlarıyla Olayın Tüm Açıklığıyla Ortaya Çıkmasına Yardımcı Olan ve Herhangi Bir Olumsuz Davranışları da Dosyaya Yansımayan Sanıklar Hakkında Takdiri İndirim Uygulanacağı )
• SAHTELİĞİ SABİT OLUNCAYA KADAR GEÇERLİ BELGE ( Kendisini Ablasının Kocası Olarak Tanıtarak Sahte Vekaletname Düzenletme – “Eylemin Noterlik ve Mahkeme Güvenini Sarsacak Şekilde Gerçekleşmesi” Gerekçesi İle T.C.K.’nun 204. Md. 3. Fıkrası Uygulandığı/Aynı Gerekçenin Takdiri İndirim Uygulanmama Nedeni Gösterilmesinin İsabetsizliği )
• TAKDİRİ İNDİRİM UYGULANMASI ( Kendisini Ablasının Kocası Olarak Tanıtarak Sahte Vekaletname Düzenletme – “Sanıkların Eylemlerini Gerek Noterlik Nezdinde Gerekse Türk Milleti Adına Yargılama Yapan Mahkemelerin Güvenini Sarsacak Şekilde Gerçekleştirmiş Olmaları Sebebi” Gerekçesi İle Takdiri İndirim Uygulanmaması Doğru Olmadığı )
• KENDİSİNİ ABLASININ KOCASI OLARAK TANITMA ( Sahte Vekaletnam Düzenletme/Resmi Belgede Sahtecilik/Takdiri İndirim – “Eylem Noterlik ve Mahkeme Güvenini Sarsacak Şekilde Gerçekleşmesi” Gerekçesi İle T.C.K.’nun 204. Md. 3. Fıkrası Uygulandığı/Aynı Gerekçenin Takdiri İndirim Uygulanmama Nedeni Gösterilmesi Bozma Nedeni Olduğu )
5237/m.62,204
ÖZET : Dava; resmi belgede sahtecilik suçunda takdiri indirim uygulanmamasına yönelik gerekçenin yasaya uygun ve yeterli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir. Geçmişte sabıkaları olmayan, duruşmalara katılan, samimi beyanlarıyla olayın tüm açıklığıyla ortaya çıkmasına yardımcı olan ve herhangi bir olumsuz davranışları da dosyaya yansımayan sanıklar hakkında, yerel mahkemece sanıkların geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları ve cezanın faillerin geleceği üzerindeki muhtemel etkileri isabetle değerlendirilmeden, TCK’nun 62. maddesinin uygulanmamasına dair olarak gösterilen; “Sanıkların eylemlerini gerek noterlik nezdinde gerekse Türk milleti adına yargılama yapan mahkemelerin güvenini sarsacak şekilde gerçekleştirmiş olmaları sebebi ile işlenen suçun niteliği ve sonuçları gözetilerek…” şeklindeki gerekçenin yeterli olmadığı ve dosya kapsamı ile örtüşmediği kabul edilmelidir.
Diğer taraftan, yerel mahkemece TCK’nun 62. maddesinin uygulanmamasına dair olarak gösterilen, “Sanıkların eylemlerini gerek noterlik nezdinde gerekse Türk milleti adına yargılama yapan mahkemelerin güvenini sarsacak şekilde gerçekleştirmiş olmaları…” şeklindeki gerekçe, aynı kanunun 204. maddesinde düzenlenen resmi belgede sahtecilik suçunun 3. fıkrasında belirtilen nitelikli halin uygulanma gerekçesi olarak kabul edilmiş olup, aynı gerekçenin 62. maddenin uygulanmama gerekçesi olarak kabulü yasaya aykırıdır
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2012/11-1506
K. 2013/391
T. 24.9.2013
• RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK ( Kanunda Öngörülen Seçimlik Hareketlerden Sahte Belgenin Kullanılması Suretiyle İşlendiği – Aynı Belgelerin Süregelen Kullanımı Tek Bir Suçu Oluşturmakta Olup İşlenmiş Birden Çok Suç Bulunmadığından Olayda Zincirleme Suç Hükümlerinin Uygulanamayacağı )
• SEÇİMLİK HAREKETLİ SUÇLAR ( Sanığın Hacizli Olması Nedeniyle Gerçek Plaka ve Ruhsatı İle Kullanamadığı Aracını Başkası Tarafından Düzenlenen Sahte Plaka ve Tescil Belgeleri İle Yakalandığı Ana Kadar Kullandığı – Resmi Belgede Sahtecilik Suçunun Seçimlik Hareketlerden Sahte Belgenin Kullanılması Suretiyle İşlendiği )
• ZİNCİRLEME SUÇ ( Resmi Belgede Sahtecilik Suçunun Kanunda Öngörülen Seçimlik Hareketlerden Sahte Belgenin Kullanılması Suretiyle İşlendiği/Aynı Belgelerin Süregelen Kullanımının Tek Bir SuçuOluşturduğu – İşlenmiş Birden Çok Suç Bulunmadığından Olayda Zincirleme Suç Hükümlerinin Uygulanamayacağı )
• SAHTE PLAKA ( Sanığın Hacizli Olması Nedeniyle Gerçek Plaka ve Ruhsatıyla Kullanamadığı Aracını Başkası Tarafından Düzenlenen Sahte Plaka ve Tescil Belgeleriyle Yakalandığı Ana Kadar Kullandığı/Resmi Belgede Sahtecilik Suçunun Sahte Belge Kullanılarak İşlendiği – Aynı Belgelerin Süregelen Kullanımının Tek Bir Suçu Oluşturduğu )
5237/m.43,204
ÖZET : Zincirleme suçu oluşturan suçların bir suç işleme kararının icrası kapsamında işlenmesi gerekir. Muhtelif suçları birbirine bağlayan, birleştiren ve müteselsil suçu yapısal olarak cezaların içtimaından ayıran da bu şarttır. Seçimlik hareketli suçlar, suçun kanuni tanımında gösterilen alternatifli hareketlerden herhangi birisinin işlenmesi ile tamamlanabilen suçlardır. Alternatifli hareketlerin hepsinin işlenmesi şart olmayıp, sadece bir tanesinin yapılması dahi suçun oluşması için yeterlidir. Sanığın hacizli olması nedeniyle gerçek plaka ve ruhsatı ile kullanamadığı aracını, başkası tarafından düzenlenen sahte plaka ve tescil belgeleri ile yakalandığı ana kadar kullandığı sabit olup, bu durumda resmi belgede sahtecilik suçu kanunda öngörülen seçimlik hareketlerden sahte belgenin kullanılması suretiyle işlenmiştir. Aynı belgelerin süregelen kullanımı ise tek bir suçu oluşturmakta olup, işlenmiş birden çok suç bulunmadığından somut olayda zincirleme suç hükümlerinin uygulanma şartları bulunmamaktadır. Bu itibarla; somut olayda zincirleme suç hükümlerinin uygulanma şartları bulunmadığı halde uygulanmasına karar veren yerel mahkemenin direnme hükmü usul ve kanuna aykırı olup, bozulmasına karar verilmelidir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2011/8-335
K. 2012/1804
T. 9.10.2012
• SAHTECİLİK ( Pasaportun Üstüne Fotoğraf Yapıştırmak Suretiyle/Pasaportun Sahte Olduğunun Yurtdışındaki Yetkililerce İlk Kontrolde Tespit Edildiği – Aldatma Kabiliyetinin Tespiti İçin Belgelerin İnceleneceği )
• PASAPORTLARA FOTOĞRAF YAPIŞTIRMAK SURETİYLE SAHTECİLİK ( Pasaportun Sahte Olduğunun Yurtdışındaki Yetkililerce İlk Kontrolde Tespit Edildiği – Aldatma Kabiliyetinin Tespiti İçin Belgelerin İnceleneceği )
• ALDATMA KABİLİYETİ ( Pasaportun Üstüne Fotoğraf Yapıştırmak Suretiyle Sahtecilik/Pasaportun Sahte Olduğunun Yurtdışındaki Yetkililerce İlk Kontrolde Tespit Edildiği – Aldatma Kabiliyetinin Tespiti İçin Belgelerin İnceleneceği/Bilirkişiden Rapor Alınacağı )
• ORANTILILIK İLKESİ ( Göçmen Kaçakçılığı/Sahtecilik – Verilen Cezanın Orantılılık İlkesine Aykırılık Taşımadığı )
• GÖÇMEN KAÇAKÇILIĞI ( Verilen Cezanın Orantılılık İlkesine Aykırılık Taşımadığı )
5237/m.3, 204
ÖZET : Sahtecilik ve göçmen kaçakçılığı suçlarında; uyuşmazlıklar,
1- Aldatma yeteneği olup olmadığının belirlenmesine yönelik olarak sahtecilik suçuna konu olan belgenin getirtilip incelenmesinin gerekip gerekmediği,
2- Göçmen kaçakçılığı ve resmi belgede sahtecilik suçlarından sanık hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı cezaya hükmedilip hükmedilmediğidir.
Sınırdışı edilerek Türkiye’ye gelen sanığın eşine ait pasaportu, diğer sanığa fotoğraf değişikliği yaparak kullandırdığı ve ayrıca pasaportun refakat kısmına çocuklarının da fotoğrafını yapıştırarak beraberinde götürdüğü, pasaportun sahte olduğunun belirlenmesi üzerine sınırdışı edilerek Türkiye’ye gönderildiklerinin tespit edildiği anlaşılmaktadır. Sanık tarafından eşi ile çocuklarının yurt dışına çıkmasını sağlamak için Havalimanı görevlilerine gösterilen ve çıkış işlemlerinde kullanılan pasaportun aldatma yeteneğinin olup olmadığının mahkemece değerlendirilmesi amacıyla, Alman yetkilileri tarafından sahte olduğu ilk kontrollerde belirlenen ve el konulan suç konusu belgenin getirtilerek incelenmesi, öncelikle aldatma yeteneği bulunup bulunmadığının mahkemece belirlenmesi, duraksama halinde bu yönde uzman bilirkişiden rapor alınması ve sonucuna göre hüküm kurulması gerekir.
Suçun işleniş biçimi ile sanığın güttüğü amaç ve saik dikkate alınarak temel cezanın, işlediği fiil ile orantılı olacak şekilde belirlenmesi dosya kapsamı ile uyumlu, adalet ve hakkaniyet ilkelerine uygundur.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2012/11-292
K. 2012/184
T. 8.5.2012
• DAVA ZAMANAŞIMI (Resmi Evrakta Sahtecilik – Bu Suçun Asli Dava Zamanaşımı 10 Yıl ve Kesintili Dava Zamanaşımı 15 Yıl Olduğu – Sanıkların Suç Oluşturan Eylemlerinin Tarihleri Göz Önüne Alındığında Zamanaşımını Durduran Bir Neden de Bulunmadığı İçin Kesintili Zamanaşımının Özel Dairece İncelemenin Yapıldığı Tarihten Önce Dolduğu)
• RESMİ EVRAKTA SAHTECİLİK (Asli Dava Zamanaşımı 10 Yıl ve Kesintili Dava Zamanaşımı 15 Yıl Olduğu – Sanıkların Suç Oluşturan Eylemlerinin Tarihleri Göz Önüne Alındığında Zamanaşımını Durduran Bir Neden de Bulunmadığı İçin Kesintili Zamanaşımının Özel Dairece İncelemenin Yapıldığı Tarihten Önce Dolduğu)
• ZAMANAŞIMI (Resmi Evrakta Sahtecilik – Suçun Asli Dava Zamanaşımı 10 Yıl ve Kesintili Dava Zamanaşımı 15 Yıl Olduğu/Sanıkların Suç Oluşturan Eylemlerinin Tarihleri Göz Önüne Alındığında Zamanaşımını Durduran Bir Neden de Bulunmadığı İçin Kesintili Zamanaşımının Özel Dairece İncelemenin Yapıldığı Tarihten Önce Dolduğu)
765/m.102/3,104/2,339
5271/m.223/8
ÖZET : Uyuşmazlık; Özel Daire inceleme tarihi itibarıyla dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesine ilişkindir. Sanıkların imzalarının yer aldığı suç konusu encümen kararları, muvafakat yazıları, sicil belgelerinin üzerinde tarih yazılı olduğu, ancak bir kısım hizmet belgeleri üzerinde tarih yazılı olmadığı görülmektedir. Sanıklara yüklenen sahtecilik suçuna 765 sayılı TCY’nın 339. maddesi uyarınca 3 seneden 10 seneye kadar hapis cezası öngörülmüştür. 765 sayılı TCY’nın 102. maddesi uyarınca bu suçun asli dava zamanaşımı 10 yıl, 104/2. maddesi de göz önünde bulundurulduğunda kesintili dava zamanaşımı 15 yıldır. Özel Daire inceleme tarihi ise 24.05.2011 tarihidir. Buna göre inceleme konusu olayda, en aleyhe değerlendirme sonucunda dahi sanıkların suç oluşturan eylemlerinin tarihleri göz önüne alındığında zamanaşımını durduran bir neden de bulunmadığı için, kesintili zamanaşımının Özel Dairece incelemenin yapıldığı 24.05.2011 tarihinden önce dolduğu görülmektedir. Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire onama kararının sanıklar yönünden kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün adı geçen sanıklar yönünden dava zamanaşımın gerçekleşmesi nedeniyle bozulmasına, sanıklar hakkındaki kamu davasının 1412 sayılı CYUY’nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, 765 sayılı TCY’nın 102/3, 104/2 ve 5271 sayılı CYY’nın 223/8. maddesi uyarınca düşmesine ve hükmün infazına başlanılmış olması halinde ise infazın durdurulmasına karar verilmelidir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2010/11-98
K. 2010/143
T. 8.6.2010
•RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK ( İki Adet Çek Yaprağı Üzerinde Aynı Zaman Diliminde Yapılan Sahtecilikten Dolayı Sanık Hakkında 765 S. TCY’nın 80. Md. Uygulanabilecek ise de 5237 S. TCY’ın 43/1 Md.’nin “Değişik Zamanlarda” İbaresinin Uygulanmaması Gerektiği )
• İKİ ADET ÇEK YAPRAĞI ÜZERİNDE AYNI ZAMAN DİLİMİNDE YAPILAN SAHTECİLİK ( 765 S. TCY’nın 80. Md. Uygulanabilecek ise de 5237 S. TCY’ın 43/1 Md.’nin “Değişik Zamanlarda” İbaresinin Uygulanmaması Gerektiği )
• ZİNCİRLEME SUÇ ( Resmi Belgede Sahtecilik – İki Adet Çek Yaprağı Üzerinde Aynı Zaman Diliminde Yapılan Sahtecilikten Dolayı Sanık Hakkında 765 S. TCY’nın 80. Md. Uygulanabilecek ise de 5237 S. TCY’ın 43/1 Md.’nin “Değişik Zamanlarda” İbaresinin Uygulanmaması Gerektiği )
• BİRDEN FAZLA ÇEK YAPRAĞI ÜZERİNDE SAHTECİLİK ( Yasanın 61. Maddesi Uyarınca Temel Cezanın Belirlenmesi Sırasında Gözönüne Alınması Gerektiği – Resmi Belgede Sahtecilik )
• LEHE KANUN UYGULAMASI ( İki Adet Çek Yaprağı Üzerinde Aynı Zaman Diliminde Yapılan Sahtecilikten Dolayı Sanık Hakkında 765 S. TCY’nın 80. Md. Uygulanabilecek ise de 5237 S. TCY’ın 43/1 Md.’nin “Değişik Zamanlarda” İbaresinin Uygulanmaması Gerektiği )
765/m.80, 342, 349
5237/m.7, 43, 61, 204, 210
5252/m.9
ÖZET : Resmi belgede sahtecilik suçunun düzenlendiği 5237 Sayılı TCY’nın 204/1 maddesinde öngörülen ceza miktarı 2 ila 5 yıl, 765 Sayılı TCY’nın 342/1 maddesinde ise 2 ila 8 yıl hapis cezasıdır. Yerel mahkeme her iki yasayı karşılaştırırken 765 sayılı TCY’nın 342/1 ve 80 ile 5237 Sayılı TCY’nın 204/1 ve 43/1 maddelerini uygulayarak 765 sayılı Yasanın lehe olduğu sonucuna ulaşmıştır. İki adet çek yaprağı üzerinde aynı zaman diliminde yapılansahtecilikten dolayı sanık hakkında 765 sayılı TCY’nın 80. maddesinin uygulanması olanaklı ise de, 5237 Sayılı TCY’ın 43/1 maddesi, madde metninde yer alan “değişik zamanlarda” ibaresi nedeniyle uygulanmamalı, ancak bununla birlikte birden fazla çek yaprağı üzerinde sahtecilik yapılmış olması olgusu Yasanın 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesi sırasında gözönüne alınmalıdır.
Tüm bu hususların değerlendirilerek 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasa’nın 9/3 maddesi uyarınca suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 Sayılı TCY ile sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı TCY’nın yukarıda açıklandığı şekliyle ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle lehe yasanın yerel mahkeme tarafından tespiti gerekmektedir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2010/7-38
K. 2010/79
T. 6.4.2010
• NİTELİKLİ ZİMMET ( Bankacılık Kanununda Yazılı Nitelikli Zimmet Suçunun İşlenmesi Sırasında Özel Belgelerde Sahtecilik Yapılması Halinde Özel Belgede Sahteciliğin Ayrıca Cezalandırması Gerektiği )
• BANKACILIK KANUNUNDA YAZILI NİTELİKLİ ZİMMET ( Suçunun İşlenmesi Sırasında Özel Belgelerde Sahtecilik Yapılması Halinde Özel Belgede Sahteciliğin Ayrıca Cezalandırması Gerektiği )
• ÖZEL BELGEDE SAHTECİLİK ( Bankacılık Kanununda Yazılı Nitelikli Zimmet Suçunun İşlenmesi Sırasında Özel Belgelerde Sahtecilik Yapılması Halinde Özel Belgede Sahteciliğin Ayrıca Cezalandırması Gerektiği )
• BİLEŞİK SUÇ ( 5411 S. Bankacılık Yasasında Sahtecilik Suçundan Ayrıca Cezaya Hükmolunacağına İlişkin Bir Düzenleme Olmaması ve Nitelikli Zimmet Suçu İçin Öngörülen Ceza Miktarının Ağırlığı Birlikte Değerlendirildiğinde Olduğu )
• SAHTECİLİK ( 5411 S. Bankacılık Yasasında Sahtecilik Suçundan Ayrıca Cezaya Hükmolunacağına İlişkin Bir Düzenleme Olmaması ve Nitelikli Zimmet Suçu İçin Öngörülen Ceza Miktarının Ağırlığı Birlikte Değerlendirildiğinde Bu Suçu Bileşik Suç Olarak Düzenlediği Sonucuna Ulaşıldığı )
5237/m.5, 212, 247
5411/m.160/2
5607/m.5
ÖZET : TCY’nın 212. maddenin gerekçesi, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun kararı ve birleşik suç kavramının mahiyeti kapsamında, 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 160/2 maddesinde yazılı nitelikli zimmet suçunun işlenmesi sırasında, özel belgelerde sahtecilik yapılması halinde, özel belgede sahteciliğin ayrıca cezalandırması gerekir.
5411 sayılı Bankacılık Yasasında sahtecilik suçundan ayrıca cezaya hükmolunacağına ilişkin bir düzenleme olmaması ve nitelikli zimmet suçu için öngörülen ceza miktarının ağırlığı birlikte değerlendirildiğinde bunun yasa koyucunun bilinçli bir tercihi olduğu ve bu suçu bileşik suç olarak düzenlediği sonucuna ulaşılmaktadır.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2005/6-38
K. 2005/63
T. 14.6.2005
• DOLANDIRICILIK ( Başka Bir Suça Dönüşmesi Olanağı Bulunmayan Kamu Kurumu Zararına Dolandırıcılık Suçunun Asli Dava Zamanaşımı Süresinin 5 Yıl Olduğu )
• ASLİ DAVA ZAMANAŞIMI SÜRESİ ( Dolandırıcılık – Başka Bir Suça Dönüşmesi Olanağı Bulunmayan Kamu Kurumu Zararına Dolandırıcılık Suçunun Asli Dava Zamanaşımı Süresinin 5 Yıl Olduğu )
• ZAMANAŞIMI ( Kamu Kurumu Zararına Dolandırıcılık Suçunun Asli Dava Zamanaşımı Süresinin 5 Yıl Olduğu – Suç Tarihinden İtibaren İşlemeye Başlayan Bu Süre İddianamenin Düzenlenip Mahkemeye Tevdi Edildiği Tarihte Ardından da Sanığın Sorguya Çekildiği Tarihte Kesilip Yeniden İşlemeye Başladığı )
• DAVA ZAMANAŞIMININ KESİLMESİ ( Dolandırıcılık – Sanık Hakkındaki Kamu Davasının Bu Dava İle Birleştirilmesinden Sonra Sanığın Gereksiz Olarak Yeniden Sorguya Çekilmesi ve Beraat Kararının Zamanaşımını Kesici Bir Etkisinin Bulunmadığı )
• SAHTECİLİK ( Failin Gerçek Bir Durumun Kanıtlanmasını Sağlamak Amacıyla Hareket Etmiş Olması Gerek 765 S. TCY’nın 347. Md. Gerekse Fiil ve Hükümden Sonra Yürürlüğe Girmiş Bulunan 5237 S. TCY’nın 211. Md.de Ortak İndirim Nedeni Olarak Kabul Edildiği )
• İNDİRİM NEDENİ ( Sahtecilik – Failin Gerçek Bir Durumun Kanıtlanmasını Sağlamak Amacıyla Hareket Etmiş Olması Gerek 765 S. TCY’nın 347. Md. Gerekse Fiil ve Hükümden Sonra Yürürlüğe Girmiş Bulunan 5237 S. TCY’nın 211. Md.de Ortak İndirim Nedeni Olarak Kabul Edildiği ) 765/m.102/4,339, 341, 342, 345, 347,504/7 5237/m.204,211
ÖZET : Sanığa yüklenen ve mevcut kanıtlara göre başka bir suça dönüşmesi olanağı bulunmayan kamu kurumu zararına dolandırıcılık suçu 765 sayılı TCY’nın 504/7. madde ve fıkrasında tanımlanarak yaptırıma bağlanmıştır. Anılan maddede belirtilen yaptırımın türü ve cezanın azami süresi dikkate alındığında, bu suç bakımından TCY’nın 102/4. maddesinde öngörülen asli dava zamanaşımı süresi ( 5 )yıldır. Suç tarihinden itibaren işlemeye başlayan bu süre, öncelikle iddianamenin düzenlenip mahkemeye tevdi edildiği tarihte, ardından da sanığın sorguya çekildiği tarihte kesilip yeniden işlemeye başlamıştır. Diğer sanık hakkındaki kamu davasının bu dava ile birleştirilmesinden sonra sanık S’nin gereksiz olarak yeniden sorguya çekilmesi ve beraat kararının zamanaşımını kesici bir etkisinin bulunmaması karşısında, sürenin yeniden işlemeye başladığı tarih ile inceleme tarihi arasında dava zamanaşımı gerçekleşmiş bulunmaktadır.
Sahtecilik suçlarında ( 765 sayılı Türk Ceza Yasasının 339, 341, 342, 345. maddeleri ile 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 204 ve devamı maddeleri )failin gerçek bir durumun kanıtlanmasını sağlamak amacıyla hareket etmiş olması, gerek 765 sayılı TCY’nın 347. maddesinde, gerekse fiil ve hükümden sonra yürürlüğe girmiş bulunan 5237 sayılı TCY’nın 211. maddesinde ortak indirim nedeni olarak kabul edilmiştir. Anılan maddelerin uygulanabilmesi için, failin durumun gerçekliğine ve doğruluğuna inanması, bu inancın makûl ve meşru olması, failin haklı olduğu sübjektif inancı ile hareket etmesi gerekmektedir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2013/11-727
K. 2015/1
T. 17.2.2015
• RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK SUÇU ( Azilname İle Geçersiz Hale Gelen Resmi Belge Niteliğindeki Vekaletnamenin Kullanılması Nedeniyle Olayda Resmi Belgede Sahtecilik Suçunun Yasal Unsurlarının Oluştuğunun Kabulü Gerektiği )
• GEÇERSİZ HALE GELEN VEKALETNAMENİN KULLANILMASI ( Katılana Ait Taşınmazı Üçüncü Kişiye Satan ve Tapu İşlemleri Sırasında Katılanın Vekili Olmadığı Halde Bu Durumu Tapu Memurundan Gizleyen Sanığın Eyleminin Resmi Belgede Sahtecilik Suçunu Oluşturduğunun Kabulü Gerektiği )
• AZİLNAME ( Vekillikten Azledildiğinden Haberdar Olan Sanığın Azilname İle Geçersiz Hale Gelen Vekaletnameyi Kullanarak Katılana Ait Taşınmazı Üçüncü Kişiye Satttığı ve Tapu İşlemleri Sırasında Katılanın Vekili Olmadığı Halde Bu Durumu Tapu Memurundan Gizlediği – Resmi Belgede Sahtecilik Suçunun Oluştuğunun Kabulü Gerektiği )
• DOLANDIRICILIK SUÇU ( Resmi Belgede Sahtecilik Suçunun Yanında Sanığın Hileli Davranışlar Yapmak Suretiyle Katılanın Aleyhine Olarak Kendisine Haksız Bir Yarar Sağlamış Olması Nedeniyle Dolandırıcılık Suçunun Oluşmasının da Söz Konusu Olacağı )
• EYLEMİN İDDİANAMEDE BELİRTİLMEYEN BİR SUÇU OLUŞTURMASI ( İddianamede Dolandırıcılık Suçunu Oluşturabilecek Bir Anlatıma Yer Verilmediği/Dolandırıcılık Suçundan Açılan Bir Dava Bulunmadığı Sonucuna Ulaşıldığı – Bu Konuda Mahallinde Zamanaşımı Süresi İçinde Kamu Davası Açılmasının Mümkün Olduğu Hususuna İşaret Edilmekle Yetinildiği )
5237/m.157,204
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2013/9-618
K. 2014/532
T. 2.12.2014
• RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK ( Sanığın Başkasına Ait Kimliği Hakkında Çıkarılan Yakalama Kararının İnfazını Engellemek Amacıyla Kullandığı – Resmi Belgede Sahtecilik Suçu Oluşacağı )
• BAŞKASINA AİT KİMLİĞİ YAKALAMA KARARININ İNFAZINI ENGELLEMEK İÇİN KULLANMA ( Eylem Sahte Resmi Belgeyi Kullanmaktan İbaret Olup Resmi Belgede Sahtecilik Suçunu Oluşturduğu Gözetileceği )
• SAHTE RESMİ BELGEYİ KULLANMA ( Sanığın Başkasına Ait Kimliği Hakkında Soruşturma ve Kovuşturma Yapılmasını Engellemek Amacıyla Değil Adına Çıkarılan Yakalama Kararının İnfazını Engellemek Amacıyla Kullandığı – Resmi Belgede Sahtecilik Suçundan Ceza Verileceği )
• KİMLİĞİ HAKKINDA GERÇEĞE AYKIRI BEYANDA BULUNMA ( Sanığın Başkasına Ait Kimliği Hakkında Çıkarılan Yakalama Kararının İnfazını Engellemek Amacıyla Kullandığı – Eylemin Resmi BelgedeSahtecilik Suçunu Oluşturduğu/Sanık Hakkında Ayrıca Kimliği Hakkında Gerçeğe Aykırı Beyanda Bulunmak Kabahatinden Dolayı Yaptırım Uygulanamayacağı )5237/m.204 5326/m.40/1
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2013/15-729
K. 2014/434
T. 21.10.2014
• DOLANDIRICILIK SUÇU ( Banka veya Kredi Kurumlarının Araç Olarak Kullanılması – Söz Konusu Kurumlar Aracı Kılınarak Gerçekleştirilen Eylemlerde Hilenin Daha Kolay Gerçekleşmesi Bankaya Karşı Duyulan Güvenden Dolayı Mağdur ya da Mağdurların Araştırma Eğiliminin Azalması veya Bütünüyle Ortadan Kalkması Nedeniyle Nitelikli Dolandırıcılık Olarak Düzenlendiği )
• BANKA VEYA KREDİ KURUMLARININ ARAÇ OLARAK KULLANILMASI ( Dolandırıcılık Suçu – Birer Güven Kurumu Olan Banka veya Kredi Kurumlarının Araç Olarak Kullanılması Dolandırıcılık Suçunun Nitelikli Halini Oluşturduğu )
• ÇEK KULLANILARAK DOLANDIRICILIK SUÇU İŞLENMESİ ( Sanıkların Keşide Yeri Gösterilmeyen Sahte Bir Çek Vermek Suretiyle Katılandan Hayvan Satın Aldıkları Somut Olayda Bankanın Maddi Varlığı Olan Çekin Suçta Araç Olarak Kullanılması Nedeniyle Eylemin Banka veya Kredi Kurumlarının Araç Olarak Kullanılması Suretiyle Nitelikli Dolandırıcılık Suçunu Oluşturduğu )
• ADLİ PARA CEZASI ( Dolandırıcılık Suçu – Ulaşılan Sonuç Cezanın Suçtan Elde Edilen Menfaatin İki Katından Az Olması Durumunda Adli Para Cezasının TCK’nun 158. Md.sinin Birinci Fıkrasının Son Cümlesi Uyarınca Suçtan Elde Edilen Menfaatin İki Katına Çıkarılması Gerektiğinin Gözetilmemesinin Kanuna Aykırı Olduğu )
5237/m.157,158
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2013/9-542
K. 2014/153
T. 1.4.2014
• İŞLEDİĞİ SUÇTAN KURTULMAK İÇİN BELGE DÜZENLEYEN POLİS MEMURUNA BAŞKASINA AİT KİMLİK BİLGİLERİNİN VERİLMESİ ( Eldeki Davada Resmi Belgenin Düzenlenmesine Yalan Beyan Suçunun Oluştuğu – Yalan Beyanın Resmi Belge Düzenleme Yetkisine Sahip Kamu Görevlisine Yapılmış Olduğu/Suçun Niteliği )
• SUÇUN NİTELİĞİNİN BELİRLENMESİ ( Sanık Tarafından Yalan Beyanın Resmi Belge Düzenlenmesi Sırasında Yapıldığından Eldeki Davada Resmi Belgenin Düzenlenmesine Yalan Beyan Suçunun Oluştuğu – Suçun Niteliğinde Hata/Özel Dairenin Bozma Kararının İsabetli Olduğu/Adliyeye Karşı İşlenen Suçlar )
• POLİS MEMURUNUNA GERÇEĞİ SÖYLEME ZORUNLULUĞU BULUNDUĞU ( Resmi Belgenin Düzenlenmesi Sırasında Yalan Beyanda Bulunulması Halinde Başkasına Ait Kimlik ve Kimlik Bilgilerinin Kullanılması Suçunun Gerçekleşmeyeceği – Eldeki Davada Resmi Belgenin Düzenlenmesine Yalan Beyan Suçunun Oluştuğunun Kabulü )
• RESMİ BELGENİN DÜZENLENDİĞİ SIRADA YALAN BEYAN ( Yakalama Kararının Yerine Getirilmesi İçin Sağlık Raporunun Alınması Amacıyla Hastahaneye Götürülüp Doktor Raporu Düzenlendiği Aşamada Sanığın Kimliği Hakkında Yalan Beyanda Bulunması Şeklinde Eylemin Gerçekleştiğinin Gözetileceği – Suç Niteliği )
• BAŞKASINA AİT KİMLİK VE KİMLİK BİLGİLERİNİN KULLANILMASI SUÇU ( Görevle Bağlantılı Olarak Sorulması Halinde Kamu Görevlisine Kimliği veya Adresiyle İlgili Bilgi Vermekten Kaçınma ve Gerçeğe Aykırı Beyanda Bulunmanın Davada Gerçekleşmediği – Resmi Belge Düzenlendiği Sırada Yalan Beyan Bulunduğu )
5326/m.40
5237/m. 206,267,268
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2012/11-1356
K. 2014/70
T. 18.2.2014
• RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK SUÇU ( Sanığın Sahte Hüviyet Cüzdanı Düzenlettirdiği ve Yakalandığında Kimliği Polis Memuruna Gösterdiği Ancak Tutanak Tanzim Edilmeden Gerçek Kimliğini Açıkladığı – Zincirleme Şekilde Bu Suçun Oluştuğu )
• HAPİS CEZASINDAN KURTULMAK İÇİN SAHTE NÜFUS CÜZDANI DÜZENLETTİRMEK ( Yakalandığında Polis Memuruna Gösterdiği Ancak Tutanak Tanzim Edilmeden Gerçek Kimliğini Açıkladığı – Zincirleme Şekilde Resmi Belgede Sahtecilik Suçu )
• ZİNCİRLEME ŞEKİLDE RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK SUÇU ( Sanığın Sahte Hüviyet Cüzdanı Düzenlettirdiği – Yakalandığında Polis Memuruna Gösterdiği Ancak Tutanak Tanzim Edilmeden Gerçek Kimliğini Açıkladığı )
• RESMİ BELGENİN DÜZENLENMESİNDE YALAN BEYAN SUÇU ( Zincirleme Şekilde Resmi Belgede Sahtecilik Suçu Oluştuğu – Ayrıca Bu Suçtan Mahkumiyet Hükmü Kurulamayacağı )
• KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞI KARARI ( Böyle Bir Hüküm Çeşidi Olmadığı – Özel Dairenin Resmi Belgenin Düzenlenmesinde Yalan Beyan Suçuna İlişkin Karar Verilmesine Yer Olmadığı Kararının İsabetsiz Olduğu )
• RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK/RESMİ BELGENİN DÜZENLENMESİNDE YALAN BEYAN SUÇU ( Yargıtay Özel Dairesince Aynı Eylem Nedeniyle Hem Mahkûmiyet Hem Karar Verilmesine Yer Olmadığına Hükmolunamayacağı – Eylemin Zincirleme Biçimde Resmi Belgede Sahtecilik Suçunu Oluşturduğu ) 5237/m.204 5271/m.223, 225
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2012/11-1337
K. 2013/292
T. 11.6.2013
• RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK ( Dosya Kapsamı Gözetildiğinde Temel Hürriyeti Bağlayıcı Cezanın Üst Sınırdan 5 Yıl Olarak Belirlenmiş Olmasının Hukuka Aykırı Olduğu )
• CEZANIN BELİRLENMESİ ( Resmi Belgede Sahtecilik/Alt Sınırdan Uzaklaşma Gerekçesinin Yerinde Olduğu – Dosya Kapsamı Gözetildiğinde Temel Hürriyeti Bağlayıcı Cezanın Üst Sınırdan 5 Yıl Olarak Belirlenmiş Olmasının İsabetsiz Olduğu )
• ORANTILILIK İLKESİ ( Dosya Kapsamı Gözetildiğinde Temel Hürriyeti Bağlayıcı Cezanın Üst Sınırdan 5 Yıl Olarak Belirlenmiş Olmasının Hukuka Aykırı Olduğu – Resmi Belgede Sahtecilik )
• ÜST SINIRDAN CEZA TAYİN EDİLMESİ ( Dosya Kapsamı Gözetildiğinde Temel Hürriyeti Bağlayıcı Cezanın Üst Sınırdan 5 Yıl Olarak Belirlenmiş Olmasının Hukuka Aykırı Olduğu – Resmi Belgede Sahtecilik )
5237/m.62, 204
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2011/8-335
K. 2012/1804
T. 9.10.2012
• SAHTECİLİK ( Pasaportun Üstüne Fotoğraf Yapıştırmak Suretiyle/Pasaportun Sahte Olduğunun Yurtdışındaki Yetkililerce İlk Kontrolde Tespit Edildiği – Aldatma Kabiliyetinin Tespiti İçin Belgelerin İnceleneceği )
• PASAPORTLARA FOTOĞRAF YAPIŞTIRMAK SURETİYLE SAHTECİLİK ( Pasaportun Sahte Olduğunun Yurtdışındaki Yetkililerce İlk Kontrolde Tespit Edildiği – Aldatma Kabiliyetinin Tespiti İçin Belgelerin İnceleneceği )
• ALDATMA KABİLİYETİ ( Pasaportun Üstüne Fotoğraf Yapıştırmak Suretiyle Sahtecilik/Pasaportun Sahte Olduğunun Yurtdışındaki Yetkililerce İlk Kontrolde Tespit Edildiği – Aldatma Kabiliyetinin Tespiti İçin Belgelerin İnceleneceği/Bilirkişiden Rapor Alınacağı )
• ORANTILILIK İLKESİ ( Göçmen Kaçakçılığı/Sahtecilik – Verilen Cezanın Orantılılık İlkesine Aykırılık Taşımadığı )
• GÖÇMEN KAÇAKÇILIĞI ( Verilen Cezanın Orantılılık İlkesine Aykırılık Taşımadığı )
5237/m.3, 204
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2007/11-203
K. 2007/224
T. 6.11.2007
• HÜKMÜN KONUSU ( İddianamede Gösterilen Eylem Olduğu – İddianamede Açıkça Yer Almayan Bir Eylemden Dolayı Yargılama Yapılamayacağı )
• İDDİANAME ( Hükmün Konusu İddianamede Gösterilen Eylem Olduğu – İddianamede Açıkça Yer Almayan Bir Eylemden Dolayı Yargılama Yapılamayacağı )
• BELGEDE SAHTECİLİK ( Bir Fiil Nedeniyle Dava Açıldığının Kabulü İçin O Fiilin İddianamede Açıkça Gösterilmesi Gerektiği – İkinci Bir Belgedeki Sahtecilik Gerekçe Gösterilerek Yazılı Şekilde Hüküm Kurulamayacağı )
1412/m.150,163/2,257
5271/m.170,225
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2013/11-813
K. 2015/161
T. 26.5.2015
• RESMİ BELGENİN DÜZENLENMESİNDE YALAN BEYAN SUÇU ( Sanığın Fiilinin Resmi Belgede Sahtecilik Suçunu Oluşturup Oluşturmayacağına Dair Delilleri Takdir Görevinin Üst Dereceli Asliye Ceza Mahkemesine Ait Olduğunun Gözetilmemesinin İsabetsiz Olduğu )
• RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK ( Ölümle Geçersiz Hale Gelen Resmi Belge Niteliğindeki Vekaletnamenin Kullanılması Nedeniyle Resmi Belgede Sahtecilik Suçunun Oluşup Oluşmadığının Tartışılması Gerektiği )
• GÖREV ( Ölümle Geçersiz Hale Gelen Resmi Belge Niteliğindeki Vekaletnamenin Kullanılması Nedeniyle Resmi Belgede Sahtecilik Suçunun Oluşup Oluşmadığının Tartışılması Gerektiği Bu Konuya Dair Delilleri Değerlendirme Görevinin de Üst Dereceli Asliye Ceza Mahkemesine Ait Bulunduğunun Gözetilmesi Gerektiği )
• ÖLÜMLE GEÇERSİZ HALE GELEN VEKALETNAMENİN KULLANILMASI ( Resmi Belgede Sahtecilik Suçunun Oluşup Oluşmadığının Tartışılması Gerektiği – Bu Konuya Dair Delilleri Değerlendirme Görevinin de Üst Dereceli Asliye Ceza Mahkemesine Ait Bulunduğu/Davaya Bakmakta Olan Sulh Ceza Mahkemesince Görevsizlik Kararı Verilmesi Gerektiği )
5237/m.204
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2013/11-469
K. 2015/154
T. 12.5.2015
• RESMİ BELGENİN DÜZENLENMESİNDE YALAN BEYAN SUÇU ( Sanığın Trafik Görevlilerinin Yaptıkları Denetimler Esnasında Kendisi Hakkında İdari Yaptırım Kararının Uygulanmasını Engellemek Amacıyla Müştekiye Ait Sürücü Belgesini İbraz Ettiği – Sanığın Beyanı İle Müşteki Hakkında Birden Fazla Ceza Tutanağı Düzenlendiği/Eylemin Resmi Belgenin Düzenlenmesinde Yalan Beyan Suçunu Oluşturduğu )
• SUÇ VASFININ TAYİNİ ( Sanığın İdari Yaptırım Kararının Uygulanmasını Engellemek Amacıyla Müştekiye Ait Sürücü Belgesini İbraz Ettiği/Belgedeki Fotoğrafın Sanığa Benzemesi Nedeniyle Beyanın Doğruluğunun Kamu Görevlilerince Araştırılmasının Zorunlu Olmadığı/Sanığın Beyanı İle Müşteki Hakkında Birden Fazla Ceza Tutanağı Düzenlendiği – Eylemin Resmi Belgenin Düzenlenmesinde Yalan Beyan Suçunu Oluşturduğu )
• KİMLİĞİ HAKKINDA GERÇEĞE AYKIRI BEYANDA BULUNMA KABAHATİ ( Sanık Tarafından İbraz Edilen Müştekiye Ait Sürücü Belgesindeki Fotoğrafın Sanığa Benzemesi Nedeniyle Beyanın Doğruluğunun Kamu Görevlilerince Araştırılmasının Zorunlu Olmadığı – Eylemin Resmi Belgenin Düzenlenmesinde Yalan Beyan Suçunu Oluşturduğu/Kimliği Hakkında Gerçeğe Aykırı Beyanda Bulunmak Kabahatinden Dolayı Yaptırım Uygulamayacağı )
5237/m.206/1
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2013/9-618
K. 2014/532
T. 2.12.2014
• RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK ( Sanığın Başkasına Ait Kimliği Hakkında Çıkarılan Yakalama Kararının İnfazını Engellemek Amacıyla Kullandığı – Resmi Belgede Sahtecilik Suçu Oluşacağı )
• BAŞKASINA AİT KİMLİĞİ YAKALAMA KARARININ İNFAZINI ENGELLEMEK İÇİN KULLANMA ( Eylem Sahte Resmi Belgeyi Kullanmaktan İbaret Olup Resmi Belgede Sahtecilik Suçunu Oluşturduğu Gözetileceği )
• SAHTE RESMİ BELGEYİ KULLANMA ( Sanığın Başkasına Ait Kimliği Hakkında Soruşturma ve Kovuşturma Yapılmasını Engellemek Amacıyla Değil Adına Çıkarılan Yakalama Kararının İnfazını Engellemek Amacıyla Kullandığı – Resmi Belgede Sahtecilik Suçundan Ceza Verileceği )
• KİMLİĞİ HAKKINDA GERÇEĞE AYKIRI BEYANDA BULUNMA ( Sanığın Başkasına Ait Kimliği Hakkında Çıkarılan Yakalama Kararının İnfazını Engellemek Amacıyla Kullandığı – Eylemin Resmi BelgedeSahtecilik Suçunu Oluşturduğu/Sanık Hakkında Ayrıca Kimliği Hakkında Gerçeğe Aykırı Beyanda Bulunmak Kabahatinden Dolayı Yaptırım Uygulanamayacağı ) 5237/m.204 5326/m.40/1
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2013/15-782
K. 2014/355
T. 11.7.2014
• KEŞİDE YERİ GÖSTERİLMEDEN SAHTE ÇEK KULLANMA ( Yasal Unsurları Eksik Olduğundan Sahte Çek Kullanılmak Suretiyle Dolandırıcılık Suçunun Oluşmayacağı – Bankanın Maddi Varlıklarından Olan Çekin Suçta Araç Olarak Kullanılması Nedeniyle Eylemin 5237 S. T.C.K.’nun 158/1-F Md. ve Fıkrasında Yazılı Banka veya Kredi Kurumlarının Araç Olarak Kullanılması Suretiyle Nitelikli Dolandırıcılık Suçunu Oluşturacağı )
• BANKA VEYA KREDİ KURUMLARININ ARAÇ OLARAK KULLANILMASI SURETİYLE NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK ( Keşide Yeri Gösterilmeden Sahte Çek Kullanma – 5237 S. T.C.K.’nun 158/1-F Md. Yazılı Banka veya Kredi Kurumlarının Araç Olarak Kullanılması Suretiyle Nitelikli Dolandırıcılık Suçunun Yasal Unsurlarını Oluşturacağı )
• NİTELİKLİ DOLANDIRICIK ( Banka ve Kredi Kurumlarının Araç Olarak Kullanılması Suretiyle – Keşide Yeri Gösterilmeden Sate Çek Kullanma Eyleminde Yasal Unsurları Eksik Olduğundan Sahte Çek Kullanılmak suretiyle dolandırıcılık Suçunun Oluşmayacağı/Sanığın Banka veya Kredi Kurumlarının Araç Olarak Kullanılma Suretiyle Nitelikli Dolandırıcılık Suçundan Cezalandırılacağı )
• ÇEKİN SUÇTA ARAÇ OLARAK KULLANILMASI ( Çekin Keşide Yeri Yazılmadığından Sahte Çek Kullanılmak suretiyle dolandırıcılık Suçunun Yasal Unsurlarının Eksik Olduğu – Eylemin Banka veya Kredi Kurumlarının Araç Olarak Kullanılmak Suretiyle Nitelikli Dolandırıcılık Suçunu Oluşturacağı )
5237/m.158/1-f
6762/m.692,693
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2013/13-643
K. 2014/307
T. 3.6.2014
• BAŞKASINA AİT KİMLİK VEYA KİMLİK BİLGİLERİNİ KULLANMA SUÇU ( Oluşabilmesi İçin Bulunması Gereken İşlenen Suç Nedeniyle Başkasına Ait Kimlik veya Kimlik Bilgilerinin Kullanılması Şartının Maddi Olayda Gerçekleşmediği – Sanık Bakımından 5237 S. TCK’nun 268. Md. Düzenlenen Suçun Kanuni Unsurlarının Oluşmadığının Kabulü Gerektiği )
• SUÇUN KANUNİ UNSURLARI ( Yargılama Konusu Suçun İşlendiği Tarihten Sonra Sanık Tarafından Gerçekleştirilen Başkasına Ait Kimlik veya Kimlik Bilgilerinin Kullanılması Eyleminin Bulunmadığı – Sanık Bakımından Başkasına Ait Kimlik veya Kimlik Bilgilerini Kullanma Suçunun Kanuni Unsurlarının Oluşmadığı )
• SAHTE NÜFUS CÜZDANI İLE GERÇEK DIŞI ADLİ KAYITLARIN DÜZENLENMESİNE NEDEN OLMA ( Sanığın Yargılama Konusu Hırsızlık Suçunu İşlediği Tarihten Çok Önce Sahte Nüfus Cüzdanı İle Muhteviyatı İtibarıyla Gerçek Dışı Adli Kayıtların Düzenlenmesine Neden Olduğu – Sanık Bakımından 5237 S. TCK’nun 268. Md. Düzenlenen Suçun Kanuni Unsurlarının Oluşmadığı )
• İFTİRA SUÇU ( 5237 S. TCK’nun 268. Md. Hükmünde Başkasına Ait Kimlik veya Kimlik Bilgilerini Kullanma Suçunun İftira Suçunun Özel Bir İşleniş Şekli Olduğunun İfade Edildiği – Yargılama Konusu Suçun İşlendiği Tarihten Sonra Sanık Tarafından Gerçekleştirilen Başkasına Ait Kimlik veya Kimlik Bilgilerinin Kullanılması Eyleminin Bulunmadığından Anılan Suçun Oluşmadığının Kabulü Gerektiği ) 5237/m.268
FAYDASIZ SAHTECİLİK : Herhangi bir sahteliğe başvurmaksızın elde edilebilen bir sonucun, sahtekarlıkta bulunmak suretiyle elde edilmesi halinde faydasız sahtecilik (faydasız sahtekarlık, lüzumsuz sahtekarlık) mevcuttur. Faydasız sahtecilikte, evrakta sahtekârlık suçlarının genel ve ortak unsuru olan zarar veya zarar ihtimali yoktur. Dolayısıyla gerek 765 sayılı gerekse 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu uyarınca gereksiz sahtecilikte suç kastı ne kadar kötü olursa olsun fail başlı başına cezalandırılmamaktadır.
Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 4.12.2006 tarih ve 5483/9832 sayılı kararı “Sanık İ.G.’in vekil tayin edildiği 24 Şubat 1998 gün 1546 yevmiye no’lu vekâletnamedeki yetkilerin sonradan ilave edildiği iddia olunan yetkileri de içermesi nedeniyle, sahteciliği gereksiz olarak yapıldığı anlaşılmakla sonucu itibarıyla doğru bulunan mahkemenin kabul ve takdirinde (beraat) bir isabetsizlik görülmediğinden tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak olunmamıştır. ”
Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 27.12.1990 tarih ve 1990/8619 Esas,1990/10498 Karar sayılı kararı; “Medeni Kanundan doğan velayet hakkını kaybetmeden veli sıfatıyla çocuğunun okulunu kendi adıyla değiştirmesi mümkün bulunan sanığın, karısının adını kullanarak yaptığı müracaatın gereksiz ve icapsız bir işlem olması karşısında sahtecilik suçunun unsurlarının oluşmayacağı gözetilmeden yazılı şekilde hükümlülüğüne karar verilmesi”
Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 1.10.2007 tarih ve 10153/6132 sayılı kararı; “sanığın alacaklı olduğu Adem Aslan isimli şahsın borçlusu Ak Hacegan Spor Malzemeleri Ayakkabıcılık İnşaat Gıda Sanayi İthalat- İhracat ve Dahili Ticaret Limited Şirketi olan alacağından dolayı Zeytinburnu 2. İcra Müdürlüğü’nün 1997/6906 esası ile adı geçen şirket hakkında icra takibinde bulunarak şirket adına kayıtlı 34 GST 59 plakalı araç üzerine haciz koydurduğu, bu haczin 17.12.1999 tarihine kadar yenilenmesine karar verilmesinden sonra 17.10.2000 tarihinde alacağın temliki yoluyla devir alan sanığın bir yıllık haciz yineleme hakkını kaybetmemek ve kayden haczin devamını sağlamak için suça konu 17.12.1999 tarihli belge üzerinde tahrifat yaparak 15.11.2000 tarihli hale getirip Trafik Tescil Şube Müdürlüğüne vermek şeklinde gerçekleşen eyleminin; dosyada mevcut icra dosyası içerisinde alacağını temlik eden Adem Aslan’ın suça konu mahcuz malın 28.09.2000 tarihinde satışını istediği, bu satış işlemi için 28.09.2000 tarih ve 788 sayılı tahsilat makbuzu ile avans yatırması nedeniyle faydasız sahtecilik olduğu ve yüklenen suçun unsurları itibariyle oluşmadığını kabul eden mahkemenin kabulunde bir isabetsizlik görülmediğinden tebliğnamede bozma isteyen düşünceye itibar edilmemiştir.”
Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 12.11.1987 tarih ve 6859/9431 sayılı kararı; “sanıkların müşteki öğretmen C.O. hakkındaki kaymakamlık makamına verdikleri şikayet dilekçesine kendi isim ve imzalarını koyduktan sonra başka şahısların da adlarını yazarak imzalamaktan ibaret eylemlerinde sonradan ilave edilen isim ve imzalar olmadan da dilekçe üzerinde yasal işlem yapılması olanaklı olduğuna göre sahtecilik suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.”
Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 11.7.1963 tarih ve 3988/ 3992 sayılı kararı, Emekli Sandığı tarafından emeklilere verilen çeklerde “ Umum Müdürlük damgası üzerine sabit kalemle imza edilmesi ve matbu olan vezneye hitaben yazılan (ödeyiniz) yazısı altına da salahiyettar memur yerine sabit kalemle paraf yapıldığı müşahede edilmiş olmasına göre, bilirkişi marifetiyle çekler üzerinde inceleme yaptırılarak, sanık tarafından yazılan yazı ve atılan imzanın çeke resmi evrak vasfını verecek mahiyette bulunup bulunmadığı, yani paraf ve damga üzerindeki imza olmadan çekin ödenmesinin mümkün olup olmadığı hususlarının tahkik ve tespit olunmasını”
“ Suça konu senetle ilgili ekspertiz raporunda senetteki 450.000 rakamlarının sol başına farklı bir kalemle ( 15 ) rakamları eklenip alacak miktarının yazı ile doldurulduğu, yapılan tahrifatın ilk bakışta kolaylıkla fark edilebileceği cihetle, iğfal kabiliyetini haiz olmadığının açıklanmasına ve mahkemece senet üzerinde yapılan incelemede de rapordaki bulgular saptanıp aynı sonuca ulaşıldığına göre, üzerinde tahrifat yapıldığı ilk bakışta fark edilen senette aldatma gücü objektif ölçütlere göre yoktur.”Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 22.5.1989 tarih ve 6-144/200 sayılı kararı.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 01.4.2003 tarih ve 6-12 /76 sayılı kararı“Mahkemece resmi belgede bulunması gereken başlık, sayı, tarih, imza, mühür gibi zorunlu öğeler incelenmeli, belgenin niteliği ve nesnel olarak aldatma gücü olup olmadığı saptanmalıdır.”
Sahtecilik suçlarında aldatma yeteneği belgeden objektif olarak anlaşılması gerektiğinden muhatabın hatasından, dikkatsizlik veya özensizliğinden kaynaklanan fiili iğfale dayalı olarak işlem yapmaları aldatma yeteneğinin varlığını göstermez.Belgenin sunulduğu makam, sahte olduğunu ilk bakışta anlayamamış olsa bile, bu husus normal kontroller sırasında fark edilebiliyorsa belgenin aldatma yeteneğinin bulunmadığı diğer bir anlatımla sahte belge sayılamayacağı kabul edilmelidir.
6. Ceza Dairesi 20.3.2006 gün ve 5889/2785 sayılı kararı “sahtecilik suçlarının asıl ve öncelikli bilirkişisi hakim olup, somut olaya göre kandırıcılık yeteneğini takdirin de yalnızca hakime ait bulunduğu gözetilerek; suça konu ortasından kırık ve üzerindeki fotoğraf kendine ayrılan bölümle örtüşmeyen sürücü belgesinin aldatıcı özelliğinin bulunup bulunmadığı karar yerinde tartışılmadan, bilirkişinin bu yönde yeterli olmayan raporu ile hüküm kurulması’’
Yargıtay 6. Ceza Dairesi 20.6.2005 tarih 2003/171 sayılı kararı, “sahtecilik suçlarının öncelikle ve asıl bilirkişisinin mahkeme olduğu, belgelerdeki sahteciliğin kandırıcılık yeteneği taşıyıp taşımadığını, maddi ögeye göre belirlemek ve takdir etmek yetkisinin de hakime ait bulunduğu gözetilmeden, suça konu belge asılları duruşmaya getirilip incelemeden, suç konusu pasaportlarda değiştirilen fotoğraf üzerinde soğuk damga izinin bulunup bulunmadığı dahi anlaşılamayan yetersiz bilirkişi görüşü esas alınmak suretiyle yazılı biçimde hüküm kurulması”
Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından verilmiş olan 13.10.1986 tarih ve 6- 210/ 440 sayılı kararı; “Sahtecilik suçlarına konu olan belgenin aldatma yeteneğinin bulunup bulunmadığının tartışılması ve belirlenmesi öncelikle duruşmayı yürüten ve bu konuda karar verecek hakimin yetki ve görevi içerisindedir. Hakim olayın ortaya çıkış, oluş ve akışını, düzenlenen belgelerle yapılan işlemleri göz önüne alıp sahteciliğin kolaylıkla anlaşılıp anlaşılamadığını bizzat saptamalı ve sonuca göre belgelerde aldatma yeteneğinin olup olmadığını takdir ve tespit etmelidir.”
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 29.1.1973 tarih ve 166/50 sayılı kararı; “Adli Tıp raporu kesin bir kanaat belirtmediği takdirde, ‘şüpheden sanık yararlanır kuralı’nca sanığın lehine hareket edilmeyip dosyada mevcut diğer bütün deliller göz önüne alınarak bir karar verilmesi gerektiği”
Mağdurun kendi rızası ile faile teslim ettiği kısmen veya tamamen boş kağıda, bonoya (senede) veya çeke atılan imzanın kötüye kullanılması , mağdurun rızası dışında hukuka aykırı surette ele geçirilen boş kağıt , senet veya çekin doldurulması suçu TCK Md 209 da belirtilen AÇIĞA İMZANIN KÖTÜYE KULLANILMASI SUÇUNU oluşturur. Bu halde fail ile mağdur arasında şahsi veya ticari bir ilişki söz konusudur ve fail anlaşmaya veya veriliş amacına aykırı olarak evrakı doldurmaktadır. Teslim edilen evrakın kısmen veya tamamen boş olması mümkündür. Sadece tarih kısmı boş olan senedin daha fazla faiz almak amacıyla eski bir tarih olarak sonradan doldurulması açığa imzanın kötüye kullanılması suçunu oluşturur. Bu suçun oluşması için faile teslim edilen evrakın teslim edildiği anda hukuken geçerli bir belge olmaması gerekir. Veriliş veya ele geçiriliş hukuken geçerli olan belgede sonradan bir değişiklik yapılır ise ; örneğin, 1200 TL bedelli senede sonradan 3 rakamı eklenmek suretiyle 31200 TL yazılır ve bu hal kriminal raporu ile teyit edilirse, bu halde TCK Md 209/2 gereğince resmi veya şartlarına göre özel belgede sahtecilik suçu oluşur. Açığa imzanın kötüye kullanılması suçu YAZILI DELİL ile ispat olunmalıdır. Tanık veya diğer sair takdiri deliller bu suçun ispatında araç olarak kullanılamaz. İmzalı veya kısmen veya tamamen boş olan evrakı, senedi veya çeki vs evrakı hukuka aykırı bir şekilde ele geçirerek hukuki sonuç doğuracak şekilde dolduran fail TCK Md 209/2 hükmüne istinaden Md 204 uyarınca şartlarının mevcut bulması halinde resmi veya özel belgede sahtecilik suçundan cezalandırılır. Örneğin borçlu bilgileri yazan senedi yolda bulan kişinin bu senedi doldurarak takibe koyması veya ciro ederek başkasına devretmesi, alacağını tahsil etmesine karşın borçlu imzalı boş senedin alacaklısını başka bir kişi olarak göstererek gerçeğe aykırılık arzettiğini bilerek takibe sokması , şahsı yanıltarak elinden aldığı ıslak imzalı boş kağıdı hiç böyle bir ticari ilişki olmamasına karşın varmış gibi göstererek doldurması ve bu evrakı takibe sokması (özel belgede sahtecilik), kiralayan tarafından imzalı hazır kira sözleşmesini bir şekilde ele geçirerek kendisini kiracı gibi göstermesi gibi hallerde evrakın türüne göre resmi veya özel belgede sahtecilik suçu oluşmuş olur. Evrakın hukuka aykırı şekilde ele geçirildiği hususunun ispatında her türlü delil ispat aracı olarak kullanılabilir (tanık vs.) Açığa imzanın kötüye kullanılması suçu şikayete bağlı olan suçlardandır. Doldurulmuş ve hukuken sonuç doğurmaya elverişli senedin MİKTAR KISMINDA OLAN SONRADAN TAHRİFAT resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturur. Boş verilen senedin anlaşmaya ve veriliş amacına aykırı olarak doldurulması halinde açığa imzanın kötüye kullanılması suçu, miktarı önceden belirli, taraflar arasındaki ticari anlaşmaya uygun ve ödenmiş olan senedin bilerek sonradan takibe konulması halinde bedelsiz senedin kullanılması suçu oluşur.
AVUKAT MESLEKTAŞLARIN DİKKATİNE : İcra İflas Hukukunda Avukat ; alacaklı ile borçlu arasında yürürlükte olan yasal mevzuatın işletilmesi amacına hizmet eden bir nevi aracı konumunda olduğundan; bedelsiz olduğu veya sonradan tahrifat yapıldığı veya hukuka aykırı şekilde ele geçirilerek gerçeğe aykırı şekilde tanzim edilen senet veya sair evrakların bu durumlarını ilk bakışta bilemeyebileceğinden, olası bir cezai soruşturmada tanık veya şüpheli olarak işlem görmemek adına, tevdi edilen evrakın hangi ticari ilişki neticesinde elde edildiği (Borcun Kaynağı), senet veya hukuki sonuç doğurmaya elverişli evrak üzerindeki yazıların kime ait olduğu, borcun halen ödenip ödenmediği gibi hususları içeren ıslak imzalı yazının evrakı getiren evrak sahibi şahıstan alınmasının yararlı olacağı düşünülmektedir.
HGK : Bononun zorla imzalatıldığı iddiası iyiniyetli hamile karşı da ileri sürülebilir
Somut olayda icra takibi kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile yapılmış olup, bu takip türünde ödeme emrine itiraz usulü bulunmamaktadır. Borçlu (keşideci) ancak imzaya ya da borca yönelik itirazlarını ödeme emrinin kendisine tebliğinden itibaren beş gün içinde icra mahkemesi nezdinde “şikâyet” yolu ile ileri sürebilmekte (İİK m.169-170) ve ayrıca tedbir kararı verilmedikçe (İİK m.22) bu şikâyet takibi durdurmamaktadır. Diğer bir ifade ile bu takip türünde, takibe yönelik şikâyete başvurulsa dahi takibin kesinleşmesi engellenememekte ve ödeme yapılmaması hâlinde alacaklı, borçluya ait para, mal ve haklar üzerine haciz konulmasını isteyebilmektedir. Nitekim dava konusu takip dosyasında da 10.11.2004 günü borçlu keşidecinin adresinde haciz yapılmıştır. Eldeki dava (haciz tarihinden önce) 25.03.2004 tarihinde açılmıştır. Yapılan açıklamalar ve gösterilen yasal düzenlemeler bir arada değerlendirildiğinde:Dava konusu bonoların davalılardan …’ın suç sayılan bir fiille ve tehdit suretiyle elde ettiği, davacı-keşidecinin bono düzenleme iradesinin bulunmadığı ve buna ilişkin definin iyi niyetli sonraki hamiller de dâhil olmak üzere herkese karşı ileri sürülebileceği hususları sabittir. Önceden menfi tespit davası açan borçlunun, haciz sırasında borçlu olmadığına ilişkin iddialarını tutanağa geçirmek suretiyle ödeme taahhüdünde bulunması da bu taahhüdün, çekince (ihtirazi kayıt) ileri sürülerek ve cebri icra baskısı altında yapıldığı anlamına gelir. Diğer bir ifade ile somut olayın, yukarıda açıklanan özellikleri nedeniyle davacı keşidecinin ödeme taahhüdünde bulunması, borçlu olduğunun ikrarı olarak kabul edilemez.
Hâl böyle olunca, yerel mahkemenin bonoların gasp suretiyle elde edildiği ve davacının cebri icra baskısı altında taahhüt verdiği hususunun haciz tutanağına da geçtiği gerekçesiyle verdiği direnme kararı yerindedir.Bu nedenle direnme kararı onanmalıdır.
Hukuk Genel Kurulu 2017/1627 E. , 2018/1187 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasının yapılan yargılaması sonunda Bolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 12.06.2013 gün ve 2012/318 E., 2013/185 K. sayılı kararının temyizen incelenmesi davalılar … ve … vekili ile davalı … Malzemeleri İnş. San. Tic. Ltd. Şti. vekili tarafından istenilmekle Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 16.12.2013 gün ve 2013/14869 E., 2013/19880 K. sayılı kararı ile: “…Davacılar vekili, asıl davada ve birleşen Bolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/159 E. sy. dava dosyasında davalılardan … tarafından, birleşen Bolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/158 E. sy. dava dosyasında ise Mert Yapı. Ltd. Şti. tarafından icra takibine konu edilen bonoların davalı … tarafından silah zoruyla müvekkilinden alındığını belirterek müvekkilinin bu bonolardan dolayı borçlu olmadığının tespitini talep ve dava etmiştir.Davalılar vekili asıl davada ve birleşen Bolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/159 E. sy. dava dosyasında davacı tarafın bu iddiasını yazılı delille kanıtlaması gerektiğini belirterek davanın reddini istemiştir.Davalı … Ltd. Şti. vekili birleşen Bolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/158 E. sy. dava dosyasında; müvekkilinin takip konusu bonoyu ciro yolu ile iyiniyetli olarak devraldığını ve davacı ile diğer davalı … arasındaki ilişkiyi bilmesinin mümkün olmadığını ileri sürerek davanın reddini ve %40 kötü niyet tazminatına karar verilmesini istemiştir. Mahkemece yapılan yargılama, toplanan delillere göre; davalı …’ın icra takip dosyalarına konu takip dayanağı bonoları silah zoruyla davacı …’dan aldığı sabit olup davalı sanık …’ın Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/148 Esas 2011/299 karar sayılı kararı ile suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek, mağdur (davacı) Nevzat’a karşı yağma suçlarından dolayı cezalandırılmasına karar verildiği ve kararın kesinleştiği gerekçesiyle icra takip dosyalarının dayanağı 3 adet bonodan dolayı borçlu olmadıklarının tespitine, takip dayanağı senetlerin iptaline, 20/02/2004 ve 28/02/2004 vade tarihli senetlerden dolayı Bolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/161esas sayılı dosyasında karar verildiğinden yeniden karar verilmesine yer olmadığına; davalı …’in … hakkında takip yapmaması …’ın arkadaşı olması göz önüne alındığında iyiniyetli olduğundan söz edilemeyeceği kanaatine varılmakla davalı … aleyhine inkar tazminatına hükmedilmesine, davalı …. Ltd.Şti nin kötü niyeti ispatlanamadığından Mert Yapı Malz.San.Tic.Ltd.Şti ne yönelik tazminat isteminin reddine karar verilmiş, hüküm davalı …..Ltd. Şti. vekili ile diğer davalılar vekilince temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı … ve … vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir. 2- Davalı … Malz. Ltd. Şti. vekilinin temyiz itirazlarına gelince; Birleşen Bolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2005/158 E. sy. dava dosyasına konu Bolu 2. İcra Müdürlüğünün 2004/1381 esas sayılı takip dosyasında; alacaklı Mert Yapı Malz. İnş. San ve Tic. Ltd. Şti. tarafından borçlular …, Abant İnş.Tic. Ltd.Şti. ve … aleyhine 14.04.2004 tarihinde başlatılan kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile toplam 15.374.136.800 TL’nin tahsilinin talep edildiği, davacı-borçlu …’a ödeme emrinin 22.04.2004 tarihinde tebliğ edildiği ve davacı-borçluya karşı 10.11.2004 tarihinde haciz işleminin yapıldığı, 03.12.2004 tarihinde 23.040,532 TL.yi ödemeyi kabul ettiği ve vekilinin huzurunda bu beyanı imzaladığı görülmüştür. Mahkemece davacı-borçlunun bu beyanı üzerinde durularak bir karar verilmesi gerekirken bu dosya bakımından yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir…”gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle mahkemesince yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:Asıl ve birleşen davalar bonodan dolayı borçlu olunmadığının tespiti istemine ilişkindir. Davacılar vekili asıl (161 E.) ve birleşen (158-159 E.) dava dilekçelerinde, davacı şirketle davalı … arasında hizmet sözleşmesi akdedildiğini, sözleşme gereğinin yerine getirilmemesi üzerine adı geçen aleyhine hukuki yollara başvurulduğunu; bunun üzerine adı geçenin davacı şirketin yöneticisi olan diğer davacı …’ı ölümle tehdit ederek davacı şirketin keşideci, davacı …’ın da avalist olduğu altı adet bono ve bu kapsamda sözleşme imzalattığını ve bunların bir kısmını takibe koyduğunu ileri sürerek zora dayalı düzenlenen 60.000,00-TL tutarlı bonolardan her iki müvekkilinin borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Yargılamanın devamı sırasında dava, bonoları takibe koyan (ciro yolu ile hamil sıfatı kazanan) Mert Yapı Malz. İnş. San. Tic. Ltd. Şti. ile …’e de yöneltilmiştir. Davalı … vekili davacının bir başka davada (160 E.) fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmaksızın aynı vakıalara dayanarak 67.000,00-TL üzerinden menfi tespit talep ettiğini ve bu nedenle eldeki davada talebin genişletilmiş olduğunu, davanın süresinde açılmadığını, tanık dinletilmesine muvafakat etmediklerini; kambiyo senetleri illetten mücerret olmakla bonoların neye istinaden düzenlendiğine ilişkin yazılı sözleşmenin dikkate alınması gerektiğini bildirerek davanın reddini savunmuştur. Davanın yöneltildiği Mert Yapı Malz. İnş. San. Tic. Ltd. Şti. vekili ile … vekili, müvekkillerinin bonoyu ciro yolu ile iktisap eden iyi niyetli ve yetkili hamiller olduğunu bildirerek davanın reddini istemişlerdir. Mahkemece verilen 16.02.2007 gün ve 2004/161 E., 2007/29 K. sayılı ilk hüküm Özel Dairenin 30.04.2012 gün ve 2011/10534 E., 2012/7221 K. sayılı kararı ile kısa karar ve gerekçeli karar arasında farklılık bulunduğu gerekçesiyle usulden bozulmuştur.
Bozmaya uyularak yapılan yargılama üzerine Mahkemece, dinlenen tanık beyanlarına ve davalı …’in (ve dava dışı arkadaşlarının) davacı …’a yönelik örgütlü hâlde silahlı yağma eyleminden dolayı Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince verilip kesinleşen mahkûmiyet hükmüne göre davanın kabulü ile davacıların bonolardan dolayı borçlu olmadığının tespitine karar verilmiştir. Davalı … Malz. İnş. San. Tic. Ltd. Şti. vekili ile … ve … vekillerinin ayrı ayrı temyizleri üzerine karar, Özel Dairece yukarıdaki gerekçe ile bozulmuştur.Yerel mahkemece bu kez önceki gerekçeler tekrarlanmak ve haciz tehdidi altında verilen taahhüdün borcun kabulü anlamına gelmeyeceği, nitekim “davacının icra haczi baskısı altında olduğu, evinden eşya haczedilerek muhafaza altına alınmasının davacıya madden ve manen zarar vereceği” için taahhüt verildiği hususunun haciz tutanağına da geçtiği belirtilerek direnme kararı verilmiştir. Direnme kararını davalı … Malz. İnş. San. Tic. Ltd. Şti. vekili temyiz etmektedir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: Zorlama altında keşide edildiği ceza mahkemesi kararı ile sabit olan bonodan dolayı borçsuzluk iddiasının (beyanın geçersizliğine ilişkin definin) sonraki hamillere karşı ileri sürülüp sürülemeyeceği ve icra takibinin kesinleşmesinden sonraki tarihte yapılan ödeme taahhüdünün cebri icra baskısı altında yapılmış sayılıp sayılamayacağı noktalarında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için kambiyo taahhüdünün doğumu ve özellikle irade sakatlığı hâlleri ile bunun kimlere karşı ileri sürülebileceği noktalarının aydınlatılmasında ve cebri icra baskısı altında yapılan ödeme taahhütlerinin hukuki sonuçları üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır. Kıymetli evrak ve bu bağlamda bir kambiyo senedi olarak bono, içerdiği hakkın senetten ayrı olarak ileri sürülemediği ve başkalarına da devredilemediği vasıflı ve soyut bir borç ikrarıdır (bonoların düzenlendiği 27.01.2004 günü yürürlükte bulunan 6762 s. TTK m.557, 6102 s. TTK m.645 ve Öztan, F.: Kıymetli Evrak Hukuku, 2.b., Ankara 1997, s.975; Kınacıoğlu, N.: Kıymetli Evrak Hukuku, 5.b., Ankara 1999, s.247). Bononun keşidecisi bonoda gösterdiği belirli bir bedeli kayıtsız ve şartsız olarak bizzat ödemek konusunda soyut bir taahhütte bulunmaktadır. Soyutluk (mücerretlik) ise senedin içerdiği hakkın doğumuna sebep olan temel hukuki ilişkinin senet metninden anlaşılamaması anlamına gelir. Soyutluğun senede yüklediği ilk özellik, hamilin artık senette gösterilen alacağın alacaklısı olduğu konusunda, senetten başka bir delil sunmasına gerek bulunmaması; alacağını sadece bu senetle ispatlayabilmesidir (Öztan, s.173; Poroy, R./Tekinalp, Ü.: Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, 15.b., İstanbul 2001, s.25). Türk hukuk öğretisinde kambiyo senetlerinin içerdiği hakkın doğumu konusundaki baskın görüş sözleşme teorisi ile açıklanmakta bu da güven ilkesi ile desteklenmektedir. Bu teoriye göre kambiyo senedinin düzenlenmesi ile içerdiği hak derhal vücut bulmaz, borcun doğumu için ayrıca senedin borç altına girmek kastıyla lehdara da verilmesi yani teslime ilişkin bir de ayni sözleşmenin mevcudiyeti gerekir (Bozer, A./Göle, C.: Kıymetli Evrak Hukuku, 7.b., Ankara 2017, s.21; Yılmaz, A.L.: Kambiyo Senetlerinde Def’iler, İstanbul 2007, s.51; Öztan, s.106; Kınacıoğlu, s.30 vd.). Bu sözleşmenin kurulması Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri gereği karşılıklı ve aynı yöndeki iradelerin açıklanması ile mümkündür. İradelerin açıklanması ve sakatlanması konusunda da aynı Kanunun hükümleri dikkate alınır. Bir hukuki işlemin ve bu kapsamda bir sözleşmenin kuruluşunda ortaya konulan iradelerin bozulmamış, bir diğer ifade ile fesada uğramamış olması gerekir. İradedeki bozulmanın, sözleşmenin diğer tarafının ya da üçüncü bir kimsenin tehdidi (korkutması) sonucu ortaya çıkması hâlinde beyan sahibi, sözleşmeyle bağlı tutulamaz (bonoların düzenlendiği 27.01.2004 günü yürürlükte bulunan 818 s. BK m.29; TBK m.37). EREN’e göre taraflardan birinin, karşı tarafın veya üçüncü bir kişinin korkutması sonucu bir irade beyanında bulunması ya da sözleşme yapması hâlinde korkutmadan söz edilir (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22.b., Ankara 2017, s.419 vd.; aynı yönde Kocayusufpaşaoğlu, N./Hatemi, H./Serozan, R./Arpacı, A.: Borçlar Hukuku Genel Bölüm, C.I, 6.b., s.471 vd.; Oğuzman, M.K./Öz, M.T.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 3.b., İstanbul 2000, s.97 vd.).
Korkutma fiili maddi bir vakıa niteliğindedir ve kanun koyucu, bu vakıanın senede bağlanmasının mümkün olmadığını öngörerek, ispat vasıtası olarak senet dışındaki delillere başvurulmasına cevaz vermiştir (davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK m.293/5; 6100 sayılı HMK m.203/ç). Bu düzenleme, özellikle yazılı sözleşmeler bakımından, senede karşı senetle ispat kuralının (HUMK m.290; HMK m.201) önemli istisnalarından birisini oluşturmaktadır (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.II, 6.b., İstanbul 2001, s.2297; Postacıoğlu, İ.E.: Şehadetle İspat Memnuiyeti ve Hudutları, İstanbul 1952, s.208 vd.; Pekcanıtez Medeni Usul Hukuku, C.II, 15.b., s.). Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında kambiyo senetleri ile bunların düzenlenmesine temel teşkil eden asıl borç ilişkisinden soyut bir borç oluşturulduğu, senedi elinde bulunduran kişinin ayrıca alt ilişkiyi ispatlamak zorunda olmadığı; kambiyo senetlerinin de korkutma suretiyle elde edilebileceği ve korkutma vakıasının da tanıkla ispatlanabileceği sonuçlarına varılmaktadır. Ceza mahkemesi kararlarının hukuk davalarına etkisi 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 53’üncü maddesinde (TBK m.74) düzenlenmiştir. Dava ve takip konusu bononun keşide tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 53’üncü maddesine göre hukuk hâkimi, kusurun veya haksız fiil failinin ayırtım gücüne sahip olup olmadığının tespiti hususunda ceza hukukunun sorumluluğa ilişkin kurallarıyla bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinin bu yöne temas eden beraat kararıyla da bağlı değildir. Ceza mahkemesi kararı kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin konusunda da hukuk hâkimini bağlamaz. Görüldüğü gibi fiilin, ceza hukuku bakımından suç teşkil etmemesi fail bakımından, o fiilin özel hukuk anlamında haksız fiil sayılamayacağı ve sorumluluk doğurmayacağı biçiminde değerlendirilemez. Öğretide mahkûmiyet kararlarının da (kural olarak) hâkimi bağlamayacağı görüşü benimsenmiştir (Eren, s.852; Deshenaux, H./Tercier, P.: Sorumluluk Hukuku, çev. S. Özdemir, Ankara 1983, s.174-175; Kılıçoğlu, A.: Haksız Fiillerden Sorumlulukta Ceza Hukuku ile Medeni Hukuk İlişkisi, AÜHFD, C.XXIX, S.3, s.200). Ne var ki bu bağlamazlık sınırsız değildir; özellikle maddi vakıayı belirleyen ceza mahkemesi kararlarının, sırf bu yönü ile hukuk hâkimince değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmektedir (HGK. 26.11.2014 gün ve 2013/4-1183 E., 2014/960 K.). Nitekim somut olayda dava konusu bonoların korkutma suretiyle düzenlenerek lehdar …’a verildiği konusunda ceza kovuşturması yapılmış ve Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince adı geçen hakkında örgüt kurmak ve yönetmek eyleminden dolayı 3 yıl 1 ay 15 gün hapis ve müşteki (dosyamız davacısı) …’a yönelik silahla, örgüt faaliyeti çerçevesinde, birden fazla kişi ile gasp eyleminden dolayı 10 yıl hapis cezası ile mahkûmiyetine kararı verilmiş; bu karar Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 21.03.2013 gün ve 2012/4138 E., 2013/2224 K. sayılı kararı ile sanığın bu yöne ilişkin temyiz itirazları reddedilmek suretiyle kesinleştirilmiştir. Bu bakımdan dava konusu bonoların keşidesine ilişkin davacı iradesinin gerçeği yansıtmadığı ve bonolar dolayısıyla davacı keşidecinin, davalı lehdar …’a borçlu bulunmadığı vakıası sabit olmuştur. Bu aşamada bonoların geçersizliğinin ciro yolu ile devralan eldeki dosyanın diğer davalısı Mert Yapı Malzemeleri İnş. San. Tic. Ltd. Şti.’ne karşı ileri sürülüp sürülemeyeceği noktasında da durulmalıdır. Bu hususun çözümlenebilmesi için iki ayrı değerlendirme yapılmalıdır. Bunlardan birincisi geçersizlik itirazının hamile karşı ileri sürülüp sürülemeyeceği, ikincisi ise davacı-keşidecinin icra takibi sırasında borcu ikrar ederek ödeme taahhüdünde bulunmasının borcu kabul (geçersizlik itirazından feragat) olarak kabul edilip edilmeyeceği noktalarıdır. Her şeyden önce 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun “Defiler” başlıklı 599’uncu maddesine göre bonodan (poliçeden) dolayı kendisine müracaat olunan kimse keşideci veya önceki hamillerden biriyle kendi arasında doğrudan doğruya mevcut olan münasebetlere dayanan defileri müracaatta bulunan hamile karşı ileri süremez; meğer ki hamil, bonoyu iktisap ederken bile bile borçlunun zararına hareket etmiş olsun. Somut olayda davalı hamil Mert Yapı Malzemeleri İnş. San. Tic. Ltd. Şti.’nin bonoları iktisap ederken bile bile borçlunun zararına hareket ettiğine dair bir iddia bulunmamaktadır. Diğer bir ifade ile adı geçenin iyi niyetli hamil olduğunda kuşku yoktur. Defilerin iyi niyetli hamile karşı ileri sürülebilmesi de tamamen engellenmiş değildir. Yılmaz’a göre kambiyo senetlerindeki defiler “hukuki görünüşe güven” ilkesi çerçevesinde herkese karşı ileri sürülebilen defiler ve iyi niyetli hamillere karşı ileri sürülemeyen defiler olarak ikiye ayrılmaktadır (Yılmaz, s.171 vd.).
Herkese karşı ileri sürülebilen defiler ise:
1. Doğrudan defiler,
2. Senet metninden anlaşılan defiler ve
3. Senetteki beyanın hükümsüzlüğüne taalluk eden defiler
olarak üç alt gruba ayrılmaktadır.
Senetteki beyanın hükümsüzlüğüne taalluk eden defilerin ileri sürülmesi noktasında önem arz eden husus hükümsüzlüğün senette değil, senedin oluşturulmasına ilişkin keşideci iradesinde kendisini göstermektedir. İmzanın sahte olması veya korkutma suretiyle atılmış olması, temsil yetkisini haiz olmayan kimsenin kambiyo senedi düzenlemesi gibi hâllerde herkese karşı ileri sürülebilen, mutlak nitelikte bir hükümsüzlük defi mevcuttur (Yılmaz, s.196). İmzanın zorla (tehdit, korkutma suretiyle) atılmış olmasında keşidecinin bir kambiyo senedi düzenleyerek tedavüle çıkartma iradesinin bulunduğundan söz edilemez ve keşidecinin bu yöndeki beyanı –velev iyi niyetli olsa dahi– herkese karşı ileri sürülebilir (Yılmaz, s.209). Kural olarak borcun çekince (ihtirazi kayıt) ileri sürülmeksizin ödenmesi ya da ikrar edilmesi, borcun mevcudiyetinin kabulü anlamına gelir ve bundan sonra menfi tespite ilişkin iddia dinlenemez. Henüz icra takibinin kesinleşmediği dönemde, özellikle ihtiyati haczin infazı sırasında borçlunun (haciz ve muhafaza yapılmasını engellemek maksadıyla) borcu kabul ederek ödeme taahhüdünde bulunması, cebri icra baskısı altında yapıldığı gerekçesiyle gerçek anlamda bir borç ikrarı sayılmamaktadır (HGK. 16.03.2016 gün ve 2014/19-272 E., 2016/324 K.). Ancak borçluya takibe itiraz hakları kullandırılmış ve icra takibi kesinleşmişse artık borçlunun ikrarı veya ödeme taahhüdünün cebri icra baskısı altında verildiği kabul edilemez; böyle bir ikrarın irade sakatlığı nedeniyle geçersizliğinden söz edilemez. Somut olayda icra takibi kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile yapılmış olup, bu takip türünde ödeme emrine itiraz usulü bulunmamaktadır. Borçlu (keşideci) ancak imzaya ya da borca yönelik itirazlarını ödeme emrinin kendisine tebliğinden itibaren beş gün içinde icra mahkemesi nezdinde “şikâyet” yolu ile ileri sürebilmekte (İİK m.169-170) ve ayrıca tedbir kararı verilmedikçe (İİK m.22) bu şikâyet takibi durdurmamaktadır. Diğer bir ifade ile bu takip türünde, takibe yönelik şikâyete başvurulsa dahi takibin kesinleşmesi engellenememekte ve ödeme yapılmaması hâlinde alacaklı, borçluya ait para, mal ve haklar üzerine haciz konulmasını isteyebilmektedir. Nitekim dava konusu takip dosyasında da 10.11.2004 günü borçlu keşidecinin adresinde haciz yapılmıştır. Eldeki dava (haciz tarihinden önce) 25.03.2004 tarihinde açılmıştır. Yapılan açıklamalar ve gösterilen yasal düzenlemeler bir arada değerlendirildiğinde:Dava konusu bonoların davalılardan …’ın suç sayılan bir fiille ve tehdit suretiyle elde ettiği, davacı-keşidecinin bono düzenleme iradesinin bulunmadığı ve buna ilişkin definin iyi niyetli sonraki hamiller de dâhil olmak üzere herkese karşı ileri sürülebileceği hususları sabittir. Önceden menfi tespit davası açan borçlunun, haciz sırasında borçlu olmadığına ilişkin iddialarını tutanağa geçirmek suretiyle ödeme taahhüdünde bulunması da bu taahhüdün, çekince (ihtirazi kayıt) ileri sürülerek ve cebri icra baskısı altında yapıldığı anlamına gelir. Diğer bir ifade ile somut olayın, yukarıda açıklanan özellikleri nedeniyle davacı keşidecinin ödeme taahhüdünde bulunması, borçlu olduğunun ikrarı olarak kabul edilemez. Hâl böyle olunca, yerel mahkemenin bonoların gasp suretiyle elde edildiği ve davacının cebri icra baskısı altında taahhüt verdiği hususunun haciz tutanağına da geçtiği gerekçesiyle verdiği direnme kararı yerindedir. Bu nedenle direnme kararı onanmalıdır. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle davalı … Malz. İnş. San. Tic. Ltd. Şti. vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile hükmün ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı (3.073,95-TL) harcın temyiz edenden alınmasına, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3’üncü maddesi çerçevesinde uygulanmasına devam olunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440’ıncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 13.06.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.
Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 08.02.2024 tarihli, 2021/14408 E. ve 2024/1304 K. “Resmi belgede sahtecilik suçundan kurulan hükümde, şirket kuruluşunda ve bankada çek hesabı açılısında kullanılan imza sirkülerinin kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli belge niteliğinde olması karşısında; sanık hakkında 5237 sayılı Kanun’un 204 üncü maddesinin üçüncü fıkrasının uygulanması gerektiği gözetilmeden eksik ceza tayini”