“Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları Hakkında 2016/4 Sayılı Başbakanlık Genelgesi”
18 Şubat 2016HUKUKA AYKIRI OLARAK İCRA EDİLEN ARAMA İŞLEMİ : YARGITAY CGK : ÖNLEME ARAMA KARARI, HUKUKA AYKIRI ŞEKİLDE ELDE EDİLEN DELİLLER HÜKME ESAS ALINAMAZ!
27 Şubat 2016T.C.
YARGITAY
ONİKİNCİ CEZA DAİRESİ
Esas : 2021/4625
Karar : 2021/6670
Tarih : 07.10.2021
Olay gecesi sanığın sevk ve idaresindeki otomobille, yağışlı havada, aydınlatmanın bulunduğu, hız sınırı 70 km olan, bölünmüş ve çift şeritli Devlet yolunda seyri sırasında, aracının direksiyon hakimiyetini kaybederek, ilk olarak solunda bulunan orta refüj üzerine çıkarak 25 metre sürüklenip aracının sağ arka çamurluğu ile orta refüj üzerindeki aydınlatma direğine çarpması akabinde, karşı yön bölümüne geçip, bu bölümde kendisine ait sol şeritte seyreden katılan … idaresindeki otomobil ile kafa kafaya çarpıştıkları olay neticesinde 1 kişinin öldüğü, tamamı sanıktan şikayetçi olan 3 kişinin ise nitelikli şekilde yaralandığı; olaydan yaklaşık 3 saat 30 dakika sonra sanığın vücudundan alınan kan numunesi üzerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen Adli Tıp Kurumu Kimya İhtisas Dairesi’nin 16.12.2016 tarihli raporunda; sanığa ait kanda uyuşturucu veya uyarıcı maddelerden (5,6ng/ml) esrar etkin maddesi THC metaboliti THC-COOH (tetrahidrokannabinolik asit), (8,6ng/ml) MDA(Metilendioksiamfetamin), (30,5ng/ml) MDMA (metilendioksimetamfetamin), kokain metabolitlerinden (1,7ng/ml) Metilekgonin ile (53,2ng/ml) Benzoilekgonin bulunduğunun belirtildiği anlaşılmıştır.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 48. maddesi ile Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 97. maddesinde; uyuşturucu veya uyarıcı madde almış olan sürücülerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanarak karayolunda seyreden sürücüler hakkında 5237 sayılı TCK’nın ilgili hükümlerine göre işlem yapılması gerektiği belirtilmiş olup; mevzuattaki düzenlemeler kapsamında, alkollü araç kullanan sürücünün almış olduğu alkol miktarının güvenli sürüş yeteneğini ortadan kaldıracak düzeyde olup olmadığı ve tespit edilen alkol promil miktarı itibariyle sürücünün emniyetli araç sevk ve idare edebilecek durumda olup olmadığı konusu tespit edilen alkol promil miktarına göre belirlenirken, uyuşturucu madde alarak trafikte araç kullanan sürücüler bakımından mevzuatta bu türden bir sayısal ölçüm miktarına yer verilmemiştir. Bu itibarla kişilerin uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanarak karayolunda araç kullanması yasaklanmıştır. Sürücülerin uyuşturucu veya uyarıcı madde alarak karayolunda emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecekleri kabul edilirken, bunun için sürücülerin vücudundan alınacak kan, idrar veya tükürük gibi örnekler üzerinde en yakın adli tıp kurumu, adli tabiplik veya Sağlık Bakanlığı’na bağlı sağlık kuruluşlarında yapılacak inceleme neticesinde uyuşturucu veya uyarıcı madde kullandıklarının tespit edilmiş olması aranmaktadır.
Mevzuatta yer alan düzenlemeler ile tüm dosya içeriği incelendiğinde, sanığın vücudundan kazadan 3 saat 30 dakika sonra alınan kan numunesi üzerinde yapılan incelemede, esrar ve kokain etken maddeleri ile amfetamin türevi MDA ve MDMA maddelerinin bulunduğunun tespit edilmesi karşısında, sürücünün uyuşturucu veya uyarıcı madde etkisi altında bulunması sebebiyle kaza anında güvenli sürüş yeteneğine sahip olmadığı halde trafikte araç kullanarak, tamamen kusurlu eylemi ile 1 kişinin ölümü ile birlikte 3 kişinin de nitelikli şekilde yaralanmasına sebebiyet verdiği eyleminde bilinçli taksir koşullarının bulunduğu anlaşılmış; dosya içeriğine göre tamamen kusurlu olduğu tespit ve kabul edilen sanık hakkında tayin edilen temel ceza miktarında ve bilinçli taksir sebebiyle uygulanan arttırım miktarında isabetsizlik görülmemiştir.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E: 2013/12-692
K: 2013/587
K.T: 03.12.2013
*SANIĞIN TAKSİRLE BİR KİŞİNİN ÖLÜMÜNE NEDEN OLMA SUÇUNDAN CEZALANDIRILMASINA KARAR VERİLEN OLAYDA, ÖZEL DAİRE İLE YEREL MAHKEME ARASINDA OLUŞAN VE CEZA GENEL KURULUNCA ÇÖZÜMLENMESİ GEREKEN UYUŞMAZLIK SANIĞIN EYLEMİNİ TAKSİRLE Mİ YOKSA BİLİNÇLİ TAKSİR İLE Mİ GERÇEKLEŞTİRDİĞİNİN BELİRLENMESİNE İLİŞKİN OLDUĞU
*BİLİNÇLİ TAKSİR BASİT TAKSİR AYRIMI
5237k/85, 22
ÖZETİ: Sürücü belgesi bulunmayan sanığın olay günü 20.30 sularında lamba ile aydınlatılmış yolda, kendisi ile aynı yönde kaldırım kenarında ve kaplama içerisinde yürüyen ölene, arkasından çarpması şeklinde meydana gelen olayda, bilinçli taksirin uygulanma şartlarının oluşmadığı gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurularak fazla ceza tayini” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir. Yerel mahkemece sanığın ehliyetinin bulunmaması, eylemin bilinçli taksirle gerçekleştirildiğine gerekçe gösterilmiş ise de, sürücü belgesi olmaksızın araç kullanmak, tek başına eylemin bilinçli taksirle gerçekleştirildiğini göstermemekte olup, nitekim taksirle öldürme ve yaralama suçlarından verilen hükümlerin temyiz incelemesini yapan Özel Dairece de sürücü belgesiz araç kullanmak tek başına bilinçli taksir hali olarak kabul edilmemiştir. Bu itibarla, isabetsiz olan yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir. Taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan sanık (H.Y.)’ın 5237 sayılı TCK’nun 85/1 ve 22/3. maddeleri uyarınca 2 yıl 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, (A.) 10. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 23.06.2010 gün ve 613-716 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 04.06.2012 gün ve 21409 – 13906 sayı ile; “Sürücü belgesi bulunmayan sanığın olay günü 20.30 sularında lamba ile aydınlatılmış yolda, kendisi ile aynı yönde kaldırım kenarında ve kaplama içerisinde yürüyen ölene, arkasından çarpması şeklinde meydana gelen olayda, bilinçli taksirin uygulanma şartlarının oluşmadığı gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurularak fazla ceza tayini” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 03.10.2012 gün ve 593 – 644 sayı ile; “… Ehliyetsiz bir kişinin her tarafı görebildiği, lamba ile aydınlatılmış bir yolda kaldırım kenarında yürüyen kişiye çarparak ölümüne sebebiyet verdiği kabul edildiğine göre TCK’nun 22/3. maddenin uygulanmama gerekçesinin ne olduğu mahkememizce anlaşılamamıştır. TCK’nun 22/3. madde de bilinçli taksir eylemi düzenlendiğinde “şu hallerde bilinçli taksir olur” şeklinde bir bilgi olmadığına göre bu hususun takdiri yargılama yapan mahkemeye bırakılmıştır. Araç kullanan bir kişinin o aracı kullanma ehliyetinin bulunması yasal bir koşuldur. 2918 sayılı Kanunda ehliyetsiz araç kullanmanın kabahat nevi cezaya bağlanması hiçbir şekilde verilecek cezaya bilinçli taksirin uygulanmasına engel teşkil edemez. Bu husus kabul edildiğinde Türkiye genelinde tüm ehliyetsiz araç kullanan kişilerin neden olabilecekleri ya da neden oldukları taksirli ölüm olaylarında bilinçli taksir uygulanamaz sonucu çıkar ki; bu husus hukuk prensiplerine ve hayatın olağan akışına aykırıdır. Aşağıda kapsamlı gerekçesi gösterilecek olsa da araç kullanma ehliyeti bulunmayan bir kişinin kaldırım kenarında yürüyen 19 yaşında bir kişiye tamamen aydınlatılmış yolda vurması ve ölümüne neden olması başlı başına o aracı kullanma ehliyetinin bulunmadığının delili kabul edilmiş ve bu nedenle bozma kararına uyulmamıştır… Her şeyden önce 01/06/2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK ile kusur oranlama işlemi yürürlükten kaldırılmıştır. Kusur oranı ne olursa olsun kanunda belirtilen cezanın alt sınırda olsa verilmesi hüküm altına alınmıştır. Ceza yargılaması yapan hiç bir mahkeme hiç bir bilirkişi raporuyla bağlı olmadığı gibi hangi raporun hukuka uygun olduğunu kabul etme özgürlüğü ve iradesine sahiptir. Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Anglosakson ülkelerinde sadece ehliyetsiz araç kullanmak suretiyle ölüme sebebiyet veren kişiler adam öldürmeye teşebbüs suçundan yargılanmaktadırlar. Ülkemizde bunu sağlayacak bir yasa hükmü olmadığından sürücü belgesiz bir insanın araç kullanması ancak hakimin vereceği dengeli kararla ceza adaletine yardımcı olacaktır. Sanığın bizzat sürücü belgesiz araç kullanması asli kusurlu olsun, tali kusurlu olsun olayda her şeyden önce kusurlu olması için geçerli bir nedendir. Kusurun asli, tali, birinci derecede, ikinci derecede olması sadece Asliye Hukuk Mahkemelerindeki tazminat davalarının konusunu oluşturan bir olgudur. Sanık sonuç olarak sürücü belgesiz, ehliyetsiz bu yeteneklere haiz olduğu yasaca saptanmadan araç kullanarak 19 yaşındaki bir gencin ölümüne neden olduğuna göre üçüncü bilirkişi, olmadı dördüncü bilirkişi gibi yollara gidilip katılanların acısını daha da artırmak yargılama görevi yapan hakim tarafından uygun görülmemiş ve savunma bu gerekçelerle kabul edilmemiştir” gerekçesiyle direnerek, sanığın ilk hükümdeki gibi cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 02.10.2013 gün ve 289634 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eylemini taksirle mi, yoksa bilinçli taksir ile mi gerçekleştirdiğinin belirlenmesine ilişkindir. İncelenen dosya kapsamından; 21.03.2009 günü saat 20.30 sıralarında sürücü belgesi bulunmayan sanığın sevk ve idaresindeki araç ile yanında arkadaşı tanık (G.) olduğu halde seyir halinde iken, olay yeri olan (A.*) ilçesi (F.Ç.) Mahallesi (…) Caddeye geldiğinde, havanın açık ve yağışsız, zeminin asfalt ve kuru, seyir yönünde hafif eğimli, yatayda virajlı ve 8 metre genişliğindeki iki yönlü, lamba ile aydınlatılmış yolda, taşıt yolu içerisinde kaldırıma yakın yerde yürüyen ölen (E.)’e aracın sağ ön kısmı ile arkadan çarptığı, çarpma neticesi kaldırıma fırlayan (E.)’in olay yerinde öldüğü, çarpmadan sonra kaçan ve ertesi gün izinli olarak geldiği askeri birliğe geri dönen sanığın ilk aşamada yakalanamaması nedeniyle alkol muayenesinin yapılamadığı, olay yerinde herhangi bir fren izine rastlanmadığı, Soruşturma aşamasında trafik polisi bilirkişinin düzenlediği raporda; “yayanın yaya kaldırımını kullanmadığı ve taşıtları göremeyecek şekilde yürüdüğü için Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 138/a ve b maddesini ihlal ettiğinden birinci derecede kusurlu olduğu, sürücünün ise hızını yol ve trafik durumuna göre ayarlamadığından 2918 sayılı Kanunun 52. maddesini ihlal etmesi nedeniyle ikinci derecede kusurlu olduğu” açıklamasına yer verildiği, Mahkemece yapılan keşif sonrası düzenlenen bilirkişi raporunda da ilk rapordaki benzer değerlendirmeler yapılarak, ölenin birinci derecede, sanığın ise ikinci derecede kusurlu olduğunun bildirildiği, Katılanlar vekilinin talebi üzerine dosyanın gönderildiği (A.) Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesince düzenlenen raporda ise; “…Sürücünün aydınlatması olan yolda seyrederken, yola gereken dikkatini vermediği, hızını görüşüne ve mahal şartlarına göre ayarlamadığı, dalgın ve dikkatsiz biçimde seyrini sürdürüp önünde yolun sağ kenarında kaldırıma yakın yerde aynı yönde yürümekte olan yayaya tehlikeli biçimde yaklaşıp arkadan önlemsiz-ce çarptığı olayda asli kusurlu olduğu, yayanın ise gece vakti yolun kenarındaki 3 metre genişliğinde olan yaya kaldırımını kullanabileceği halde bu yeri kullanmayıp kaldırımın kenarına yakın vaziyette, taşıt yolu içerisinde ve araçlara sırtı dönük şekilde yol boyunca yürümekle kendi can güvenliğini ve trafik güvenliğini tehlikeye düşürdüğü, dikkatsizliği tedbirsizliği kurallara aykırı hareketiyle sebebiyet verdiği ve söz konusu otomobilin çarpmasına maruz kalarak kendi ölümüyle sonuçlanan olayda tali kusurlu olduğu…” bilgisinin yer aldığı, Tanıklar (F.) ve (C.)’in aşamalardaki beyanlarında; olay yerinin karşısında bulunan kaldırımda yürüdükleri esnada ölenin yolun karşısında cadde üzerinde kaldırımın kenarında yürürken arkasından hızlı bir şekilde gelen aracın fren yapmadan ölene çarparak olay yerinden hızlı bir şekilde kaçtığını, yolda aydınlatma lambası olup, yolun boş olduğunu belirttikleri, Tanık (G.)’nin beyanında; olay sırasında kendisinin de araçta olduğunu, teyple uğraşırken bir anda çarpma sesi duyduğunu, herhangi bir kimseye çarptıklarını fark etmediğini, aracın ortalama 50 km hızla gittiğini ifade ettiği, Sanığın aşamalardaki savunmalarında özetle; askeri birliğinden 5 günlük izin alarak geldiğini, arkadaşı ile ba-basına ait otomobili izinsiz alarak gezmeye çıktıklarını, kazanın tam olarak nasıl olduğunu anlamadığını, yolun karanlık ve hafif virajlı olduğu için şahsı göremediğini, ehliyetinin olmadığı için panikleyerek kaçtığını, olay anında 50-60 km hızla gittiğini savunduğu, Anlaşılmaktadır. Uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi bakımından, taksir ve bilinçli taksir kavramları üzerinde durulması gerekmektedir. Kural olarak suç; ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hallerde ise taksirle de işlenebilir, istisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. 5237 sayılı TCK’nun 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır.
Öğretide de benimsendiği üzere, Ceza Genel Kurulunun birçok kararında taksirin unsurları;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Sonucun istenmemesi,
4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması, şeklinde kabul edilmektedir.
Taksirli suçlarda da, gerek icrai hareketin gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Sonucun gerçekleşmesinde, mağdurun taksirli davranışının da etkisinin bulunması halinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin taksirli sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmez. 5237 sayılı TCK’nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hal ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilir. 5237 sayılı TCK’nda taksir; basit taksir ve bilinçli taksir şeklinde ayrıma tabi tutulmuş, kanunun 22/3. fıkrasında bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış, bu halde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür. Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngöre-memesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır. Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin hali, bunu öngörmemiş olan kimsenin hali ile bir tutulamaz. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun, bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Sanığın hafif eğimli ve virajlı yolda, yol şartlarına göre hızını ayarlamayarak yol kenarında yürümekte olan (E.)’e arkadan çarparak ölümüne neden olması şeklinde gelişen olayda, alkollü olduğu ya da aşırı süratli ve tehlikeli şekilde araç kullandığına dair delil bulunmadığı gibi, araç kullanmayı bilmediği de ileri sürülmeyen sanığın, meydana gelen neticeyi öngörmesi gerektiği halde gerekli dikkat ve özeni göstermeyerek öngöremediği, dolayısıyla bilinçli taksir halinin bulunmadığının kabulü gerekmektedir. Yerel mahkemece sanığın ehliyetinin bulunmaması, eylemin bilinçli taksirle gerçekleştirildiğine gerekçe gösterilmiş ise de, sürücü belgesi olmaksızın araç kullanmak, tek başına eylemin bilinçli taksirle gerçekleştirildiğini göstermemekte olup, nitekim taksirle öldürme ve yaralama suçlarından verilen hükümlerin temyiz incelemesini yapan Özel Dairece de sürücü belgesiz araç kullanmak tek başına bilinçli taksir hali olarak kabul edilmemiştir. (12 CD.nin 12.09.2013 gün 1592-19861 ve 08.10.2013 gün 2681-22998 sayılı kararları).
Bu itibarla, isabetsiz olan yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Açıklanan nedenlerle,
1- (A.) 10. Asliye Ceza Mahkemesinin 03.10.2012 gün ve 593 – 644 sayılı direnme hükmünün sanığın eylemini taksirle gerçekleştirdiği gözetilmeksizin, bilinçli taksirle gerçekleştirdiğinin kabulü ile karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına tevdiine, 03.12.2013 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
12. CEZA DAİRESİ
E. 2020/4768
K. 2023/695
T. 7.3.2023
BİLİNÇLİ TAKSİR ( Hafif Yokuş Yukarı Yolda Kapıları Açık Vaziyette Yolcunun Yerine Oturmasını Beklemeden Seyreden Sanık Hakkında Bilinçli Taksir Hükümleri Uygulanması Gerektiği – Cezada Orantılılık İlkesi Dikkate Alınarak Asli Kusurlu Olarak Ölüme Sebebiyet Veren Sanık Hakkında Alt Sınırdan Makul Oranda Uzaklaşılarak Ceza Verilmesi Gerektiği )
YOKUŞ YUKARI YOLDA KAPILARI AÇIK VAZİYETTE YOLCUNUN YERİNE OTURMASINI BEKLEMEDEN SEYİR YAPMA ( Yolcunun Dolmuşun Açık Olan Kapısından Düşerek Yaralandığı Kaldırıldığı Hastanede Vefat Ettiği – Sanık Hakkında Bilinçli Taksir Hükümlerinin Uygulanacağı )
ORANTILILIK ( Taksirle Öldürme/Hafif Yokuş Yukarı Yolda Kapıları Açık Vaziyette Yolcunun Yerine Oturmasını Beklemeden Seyreden Asli Kusurlu Olarak Ölüme Sebebiyet Veren Sanık Hakkında Alt Sınırdan Makul Oranda Uzaklaşılarak Ceza Verilmesi Gereği )
5237/m.3,61,85
ÖZET : 1-Hafif yokuş yukarı yolda, kapıları açık vaziyette, yolcunun yerine oturmasını beklemeden seyreden sanık hakkında bilinçli taksir hükümleri uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi,
2-TCK 61. maddesinde yer verilen, suçun işleniş biçimi, sanığın taksirinin yoğunluğu, meydana gelen zararın ağırlığı gibi ölçütler ile aynı Kanun’un 3. maddesinin birinci fıkrasına belirtilen cezada orantılılık ilkesi dikkate alınarak asli kusurlu olarak ölüme sebebiyet veren sanık hakkında alt sınırdan makul oranda uzaklaşılarak ceza verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi hukuka aykırı bulunmuştur.
DAVA : Sanık hakkında kurulan hükmün; karar tarihi itibarıyla 6723 Sayılı Kanun’un 33. maddesiyle değişik 5320 Sayılı Kanun’un 8. maddesi gereği yürürlükte bulunan 1412 Sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun (1412 Sayılı Kanun) 305. maddesi gereği temyiz edilebilir olduğu, karar tarihinde yürürlükte bulunan 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 260. maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, 1412 Sayılı Kanun’un 310. maddesi gereği temyiz isteğinin süresinde olduğu, aynı Kanun’un 317. maddesi gereği temyiz isteğinin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmekle, gereği düşünüldü:
KARAR : I. HUKUKİ SÜREÇ
1. … 4. Asliye Ceza Mahkemesinin, 29.09.2015 tarihli ve 2014/626 Esas, 2015/487 Karar sayılı kararı ile sanık hakkında taksirle öldürme suçundan 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 85. maddesinin birinci fıkrası, 62. maddesi gereğince neticeten 1 yıl 11 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, aynı kanunun 51. maddesi gereğince hapis cezasının ertelenmesine karar verilmiştir.
2. Dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca tanzim olunan 28.09.2020 tarihli ve 2016/129729 sayılı, sanığa verilen cezanın az olduğu gerekçesiyle hükmün bozulması görüşünü içerir Tebliğname ile Daireye tevdi edilmiştir.
II. TEMYİZ SEBEPLERİ
A-) Katılanlar vekilin temyiz istemi;
Sanık hakkında takdiri indirim uygulanmaması, sanığa verilen hapis cezasının ertelenmemesi, sanığın ehliyetin geri alınması gerektiğine, ilişkindir.
B-) Sanık müdafiinin temyiz istemi;
Sanığın kusuru bulunmadığına, beraat etmesi gerektiğine, ilişkindir.
III. OLAY VE OLGULAR
Temyizin kapsamına göre;
Yerel mahkemenin kabulü;
1. Olay günü sanığın yevmiyeli şoför olarak çalıştığı minibüse yolcu olarak … aldığı, …’nin yerine oturmasını beklemeden ve kapıyı kapatmadan istikametine göre çıkış eğimli yolda aracı hareket ettirdiği, yolcunun dolmuşun açık olan kapısından düşerek yaralandığı, kaldırıldığı hastanede vefat ettiği olayda; mahkemece sanığın asli kusurlu olduğu kabul ve tespit edilerek uygulama yapılmıştır.
2. Sanık savunmasında aracın kapısını kapattıktan sonra aracı hareket ettirdiğini savunmuş, kapının açılmasına ilişkin aşamalarda çelişkili beyanda bulunmuştur.
3. Katılanlar sanıktan şikayetçi olduklarını beyan etmiştir.
4. Olay günü minibüste yolcu olarak bulunan tanık Ayşegül … “Olay günü maktül araca binmişti. Bende o sırada araçtaydım. Ayaktayken para uzattı. Şöförde parayı aldı. Maktül yerine oturmak istediği sırada şöför hareket etti. O sırada maktül dengesini kaybetti. Eli ile tuttuğu yerden eli boşaldı ve bir anda kapı açıktı. Oradan dışarıya düştü ve takla atmaya başladı. 15-20 metre dönerek yerde hareket etti. Bende dolmuşa binmiştim. Bindiğimden hiç kimsenin dengesini kaybederek düştüğünü görmedim. Dolmuş normal kalkış yaptı. Ancak maktül yaşlı olduğu için tutunamadı. Ayrıca dolmuş rampayı çıkıyordu. Maktül bu yüzden de tutunamamış olabilir” demiştir.
5. 19/10/2014 tarihli görgü tespit ve araştırma tutanağında olayın gerçekleştiği yerin Kumbahçe mah. İçmeler Caddesinde faaliyet gösteren … Polyester önü, … Otelden Ağanlar Tersanesi istikametine doğru yolun sağ tarafı olduğu, yolun çift yönlü olduğu, genişliğinin 6-7 metre olduğu, yolda yolu ikiye ayıran herhangi bir yol çizgisi ve yol kenarlarında bir işaret levhası bulunmadığı, olay yerinde olay ile alakalı herhangi bir delil bulunmadığı belirtilmiştir.
6. Soruşturma aşamasında düzenlenen bilirkişi raporunda … plakalı şehir içi ticari minibüs sürücüsü …’ ın kapıların kapanmasını beklemeden hareket etmesi sebebiyle kazada asli kusurlu olduğu, yolcu …’ nin hayatın olağan akışında yerine oturmak üzere yönelirken açık olan kapıdan düştüğü, ancak dengesini korumak için gerekli olan tertibatın … içinde var olduğu halde kullanmadığı düşünüldüğünden tali kusurlu olduğu rapor edilmiştir.
7. … Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen raporda …’nin yapılan, dış muayene, otopsi bulguları ve Kimyasal Tahliller İhtisas Dairesi ve histopatoloji raporu dikkate alındığında, kişinin ölümünün künt kafa ve genel vücut travmasına bağlı, kafatası kemik kırıkları, beyin doku laserasyonu, karaciğerde sentrilobüler nekroz etkisiyle meydana gelmiş olduğu rapor edilmiştir.
8. Sanığın adli sicil kaydının dosyada olduğu görülmüştür.
IV. GEREKÇE
Yapılan inceleme neticesinde yerel mahkemenin oluş ve kabulünde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı görülmüştür.
A. Katılanlar vekilinin temyiz istemi;
1. Hapis cezasının ertelenmemesi gerektiği yönünden;
5237 Sayılı Kanun’un 51. maddesinin birinci fıkrası uyarınca iki yıl veya daha az süreyle hapis cezasına mahkum edilen kişinin cezasının ertelenebileceği düzenlenmiş olup; sanık hakkında hükmedilen sonuç ceza olan iki yılın altında kaldığından hükümde bu yönüyle hukuka aykırılık bulunmamıştır.
2. Sanık hakkında takdiri indirim uygulanmaması ve ehliyetinin geri alınması gerektiği yönünden;
5237 Sayılı Kanun’un 53. maddesinin altıncı fıkrası ile 62. maddesinin uygulanmasının hakimin takdirinde olduğu, mahkemece gerekçeli kararda ehliyetin geri alınmama ve takdiri indirim uygulanma gerekçesinin gösterildiği anlaşılmakla hükümde bu yönüyle hukuka aykırılık bulunmamıştır.
B. Sanık müdafiinin temyiz istemi;
Sanığın kusuru bulunmadığı, beraat etmesi gerektiği yönünden;
Soruşturma aşamasında alınan bilirkişi raporunun oluş ve dosya kapsamının birbiri ile uyumlu olduğu, kusur durumunu kesin bir şekilde tespit ettiği, bu itibarla suçu sabit olan sanığın cezalandırılmasında hukuka aykırılık bulunmamıştır.
C. Diğer Temyiz sebepleri bakımından;
1. Hafif yokuş yukarı yolda, kapıları açık vaziyette, yolcunun yerine oturmasını beklemeden seyreden sanık hakkında bilinçli taksir hükümleri uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi,
2. 5237 Sayılı Kanun’un 61. maddesinde yer verilen, suçun işleniş biçimi, sanığın taksirinin yoğunluğu, meydana gelen zararın ağırlığı gibi ölçütler ile aynı Kanun’un 3. maddesinin birinci fıkrasına belirtilen cezada orantılılık ilkesi dikkate alınarak asli kusurlu olarak ölüme sebebiyet veren sanık hakkında alt sınırdan makul oranda uzaklaşılarak ceza verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi hukuka aykırı bulunmuştur.
SONUÇ : Gerekçe bölümünde C numaralı bentte açıklanan nedenlerle … 4. Asliye Ceza Mahkemesinin, 29.09.2015 tarihli ve 2014/626 Esas, 2015/487 Karar sayılı kararına yönelik sanık müdafii ile katılanlar vekilinin temyiz isteği yerinde görüldüğünden hükmün, 1412 Sayılı Kanun’un 321. maddesi gereği, Tebliğnameye uygun olarak, oybirliğiyle BOZULMASINA,
Dava dosyasının, Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 07.03.2023 tarihinde karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
Esas : 2013/484
Karar : 2014/162
Tarih : 01.04.2014
5237 sayılı TCK’nun “Kast” başlıklı 21. maddesi;
“1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır” şeklinde düzenlenerek, maddenin 1. fıkrasının ikinci cümlesinde doğrudan kast tanımlanmış, 2. fıkrasında ise; öğreti ve uygulamada “dolaylı kast”, “belirli olmayan kast”, “gayrimuayyen kast”, “olursa olsun kastı” olarak adlandırılan olası kast tanımına yer verilmiştir. Buna göre, doğrudan kast, öngörülen ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup, kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi halinde doğrudan kast ile hareket etmiş olacak, buna karşın, fiilin muhtemel bazı neticeleri gerçekleştirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi durumunda ise olası kast söz konusu olacaktır.
Olası kast ile doğrudan kast arasındaki ayırıcı ölçüdeki en belirgin unsur, doğrudan kasttaki bilme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa ve bunu istiyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bazı sonuçları da doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da, doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir.
Olası kastı doğrudan kasttan ayıran diğer ölçüt ise suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp, muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda, muhakkak değil ama büyük bir ihtimalle gerçekleşecek olan neticenin meydana gelmesini kabullenmekte, olursa olsun düşüncesi ile göze almakta; sonucun gerçekleşmemesi için çaba göstermemektedir. Olası kastta fiilin kanunda tanımlanan neticenin gerçekleşmesine neden olunacağı muhtemel görülmesine karşın, bu neticenin gerçekleşmesi fail tarafından kabullenilmektedir.
Kural olarak suç; ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hallerde ise taksirle de işlenebilecektir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. 5237 sayılı TCK’nun 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır.
Öğretide de benimsendiği üzere, Ceza Genel Kurulunun birçok kararında taksirin unsurları;
- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
Hareketin iradi olması,
Sonucun istenmemesi,
Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması, Şeklinde kabul edilmektedir.
Taksirli suçlarda da, gerek icrai hareketin, gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir. Sonucun gerçekleşmesinde, mağdurun taksirli davranışının etkisinin bulunması halinde taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin taksirli sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. 5237 sayılı TCK’nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hal ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir. 5237 sayılı TCK’nda taksir; basit taksir ve bilinçli taksir şeklinde ayrıma tâbi tutulmuş, kanunun 22. maddesinin 3. fıkrasında bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış, bu halde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.
Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörememesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır. Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hali, bunu öngörememiş olan kimsenin tehlikelilik hali ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun, bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür. 5237 sayılı TCK’nun 21. maddesinin 2. fıkrasında; “öngörmesine rağmen, fiili işlemesi” şeklinde tanımlanarak, başkaca ayırıcı bir unsuruna yer verilmeyen olası kast ile aynı kanunun 22. maddesinin 3. fıkrasında; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır” biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da, madde metninde yer vermediği “kabullenme” ölçüsünü, madde gerekçesinde; “Olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir” şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.
Kast, olası kast, taksir ve bilinçli taksir arasındaki ilişkiyi kısaca özetlemek gerekirse; gerçekleşmesi muhakkak görünen neticenin failce bilinmesi ve istenmesi halinde doğrudan kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istenmemesine rağmen objektif özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilmek suretiyle neticenin meydana gelmesinin engellenemediği ahvalde bilinçli taksir, öngörülebilir neticenin objektif özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilmiş olması nedeniyle öngörülemediği hallerde ise basit taksir söz konusu olacaktır.