YARGITAY
20. CEZA DAİRESİ
E. 2016/2539
K. 2016/5469
T. 9.11.2016
DAVA : İtiraz yazısı ile dava dosyası incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
KARAR : A-) KONUYLA İLGİLİ BİLGİLER:
Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanık … hakkında… Ağır Ceza Mahkemesi’nce yapılan yargılama sonucu 01.10.2015 tarihinde 2015/328 esas ve 2015/241 karar sayı ile mahkûmiyetine karar verilmiştir. Hüküm sanık ve müdafii tarafından temyiz edilmiştir. Dairemizce 31.05.2016 tarihinde 2016/249 esas ve 2016/3316 karar sayı ile sanık hakkındaki hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
… Cumhuriyet Başsavcılığı’nca Dairemizin sanık hakkındaki hükmün bozulmasına dair kararına itiraz edilmiş; dava dosyası 6352 Sayılı Kanun’un 99 ve101. maddeleri uyarınca Dairemize gönderilmiştir.
B-) İTİRAZ NEDENLERİ :
… Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itiraz yazısında özetle; “Dosya içeriğinde mevcut suç tarihli “olay- yakalama- üst arama – tartı vezin ve teslim tutanağı” başlıklı dosya içeriği ile uyumlu tutanak bulgularına göre; “06/02/2015 suç tarihinde saat 17.40 sıralarında tim görevini ifa ederken bağlarbaşı sokakta durumundan şüphelenilen erkek bir şahsın göz takibine alındığı, göz takibine alınan şahsın yanına farklı şahısların gelip gittiğinin görülmesi üzerine, narkotik madde ticaretinin gerçekleşme ihtimali ve suç üstü hali gözetilerek saat 17.50 sıralarında göz takibine alınan şahsın yanına yaklaşılmaya başlanılmış, şahsın hızlı adımlarla uzaklaşmaya başlaması üzerine yüksek sesle “dur polis” ihtarında bulunulmuş, bunun üzerine şahsın kaçmaya başlaması üzerine yüz metre kadar kovalandıktan sonra kişi yakalanmıştır. Yakalanan şahsın yapılan kaba üst aramasında suça konu uyuşturucu maddeler ele geçirilmiştir.
Yukarıda anlatıldığı şekilde yakalanan ve üst araması yapılan sanığın gerek yakalanma gerekse üstaramasının yapılması ve suça konu uyuşturucu maddelerin ele geçirilişi yasal dayanağını CMK 116 vd. maddelerden alan Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin makul şüphe olmadan salt istihbari bilgiye dayalı olarak arama kararı verilemeyeceğine, istihbari bilgiyi alan kolluğun diğer bir delil elde etmek için mahale gidebileceğine, bu esnada suç üstü haline rastlarsa veya mesleki tecrübesi ile bir suç şüphesi edinirse ilgilisini durdurabileceğine ve hiç bir yerden izin almaksızın kaba üst araması yapabileceğine, şayet şüphelenilen şuç eşyasının uyuşturucu olması halinde ince arama da yapabileceğine dair 4, 6, 8, 27. maddelerine uygun olup, yüksek Daire’nin aksine kabulü usul ve yasalara aykırı” olduğu gerekçesi ile hükmün bozulmasına dair Daire kararında isabet olmadığı belirtilerek; Dairemizin sanık hakkındaki bozma ilamının kaldırılarak hükmün onanması istenmiştir.
C-) CUMHURİYET BAŞSAVCISININ İTİRAZIYLA İLGİLİ YASA HÜKÜMLERİ
1-) 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308. maddesi :
(1) … Ceza Dairelerinden birinin kararına karşı … Cumhuriyet Başsavcısı, resen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kurulu’na itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz.
(2) (05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6352 Sayılı Kanun’la eklenen fıkra) İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir.
(3) (05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6352 Sayılı Kanun’la eklenen fıkra) Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı … Ceza Genel Kurulu’na gönderir.
2-) 5320 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un geçici 5. maddesi (05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6352 Sayılı Kanun’la eklenen):
(1) Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308. maddesinde yapılan değişiklikler, bu Kanunun yayımı tarihinde … Ceza Genel Kurulu’nda bulunan ve henüz karara bağlanmamış dosyalar hakkında da uygulanır.
D-) İTİRAZIN VE KONUNUN İRDELENMESİ :
Somut olayda,…, … Park ve civarlarında uyuşturucu maddenin yoğun bir şekilde satışının yapıldığının bilgisinin alınması üzerine; 06.02.2015 günü saat 17:40 sıralarında güvenlik görevlileri tarafından sokak içerisinde durumundan şüphelenilen sanığın yanlarına gelen kişilerle kısa süre görüşme yaptığını görmeleri üzerine sokağa girdikleri, görevlileri gören şahsın kaçmaya başladığı, şahsın kovalamaca sonucunda yakalandığında üzerinde yapılan üstaramasında montun sağ cebinde şeffaf poşet içerisinde beyaz kağıtlara sarılmış 75 ayrı paket içerisinde suç konusu olan uyuşturucu maddenin ele geçirildiği anlaşılmıştır.
Dairemizin itiraza konu olan kararının, itiraz yazısında ileri sürülen tüm nedenler tartışılıp değerlendirildiğinde, yapılan araştırmada Yunus Çaça Park ve civarlarında uyuşturucu madde satışı yapıldığı yönünde ihbarda bulunulduğu, satan kişinin açık kimlik ve adres bilgilerinin verilmediği, kolluk görevlilerinin sanıktan şüphelenmeleri üzerine yanına yaklaştıklarında sanığın kaçmaya başladığı ve kovalamaca sonucu yakalandığı, sanığın üzerinde yapılan arama işleminin 5271 Sayılı CMK’nın 90. maddesine, 2559 Sayılı Polis Vazife ve Selahiyat Kanun’un 4. ve 13. maddelerine, Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin 27. maddesine uygun olarak yapıldığı, arama işleminin hukuka uygun olduğu, bu sebeple hükmün kanuna uygun ve gerekçesinin yeterli olduğu anlaşılmış ve … Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne karar vermek gerekmiştir.
E-) KARAR:
1-) … Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne,
2-) Dairemizin 31.05.2016 tarih 2016/249 esas ve 2016/3316 karar sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3-) Yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, delillerin gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, eyleme uyan suç tipi ile yaptırımların aşağıda belirtilenler dışında doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından; yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;
1-) Hükümden sonra 24.11.2015 tarih ve 29542 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 tarihli 2014/140 esas ve 2015/85 karar sayılı kararı ile, 5237 Sayılı TCK’nın 53. maddesinin bazı hükümlerinin iptal edilmesi nedeniyle, bu maddenin uygulanması açısından, sanığın durumunun yeniden belirlenmesinde zorunluluk bulunması,
2-) … Kriminal Polis Laboratuvarı tarafından suça konu uyuşturucu maddeden alınan tanık numunelerin de müsaderesine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
Kanuna aykırı, sanık ve müdafiinin temyiz itirazları bu sebeple yerinde olduğundan, hükmün BOZULMASINA; ancak bu aykırılıkların yeniden duruşma yapılmaksızın aynı Kanun’un 322. maddesi gereğince düzeltilmesi mümkün bulunduğundan;
1-)TCK’nın 53. maddesinin uygulanması ile ilgili bölümün hüküm fıkrasından çıkarılması ve yerine “Sanık hakkında, Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 tarihli iptal kararından sonra oluşan duruma göre, TCK’nın 53. maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile 3. fıkrasının birinci cümlesinin uygulanmasına” ibaresinin yazılması,
2-)Hüküm fıkrasının müsadereye dair bölümüne “ambalajların” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve… Kriminal Polis Laboratuvarı’nca suça konu uyuşturucu maddeden alınan tanık numunelerin” ibaresinin eklenmesi,
SONUÇ : Suretiyle hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 09.11.2016 tarihinde tarihinde, oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2016/10-57
K. 2016/374
T. 18.10.2016
• UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ YAPMA SUÇU ( Kolluk Görevlilerinin İşlenmekte Olan Suçla Karşılaşması Sebebiyle Yetki ve Sorumlulukları Kapsamında Derhal Gerekli Tedbirleri Alarak Basit Bir Kontrol İle Sanığın Sol Arka Cebinde Bulunan Uyarıcı Nitelikteki Yirmi Beş Adet Tableti Ele Geçirip El Koymalarının Hukuka Uygun Olduğu )
• SUÇÜSTÜ HALİ ( Sanığın Temadi Eden Satmak İçin Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde Bulundurma Eylemini Gerçekleştirdiği Şüphesiyle Yakalanması Sebebiyle Suçüstü Halinin Söz Konusu Olduğu – Kolluğun Sanığın Cebinde Bulunan Uyarıcı Nitelikteki Yirmi Beş Adet Tableti Ele Geçirip El Koymasının Hukuka Uygun Olduğu )
• ARAMA KARARI ( Kolluk Görevlilerinin İşlenmekte Olan Bir Suçla Karşılaşması Sebebiyle Yetki ve Sorumlulukları Kapsamında Derhal Gerekli Tedbirleri Alarak Basit Bir Kontrol İle Sanıktaki Uyarıcı Maddelere El Koymalarının Hukuka Uygun Olduğu – Bu Durumda Ayrıca Arama Kararı Alınmasına Gerek Bulunmadığı )
• HUKUKA AYKIRI DELİL ( Sanığın Satmak İçin Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde Bulundurma Eylemini Gerçekleştirdiği Şüphesiyle Yakalanması Sebebiyle Suçüstü Halinin Söz Konusu Olduğu ve Ayrıca Arama Kararı Alınmasına Gerek Bulunmadığından Hukuka Aykırı Bir Delilden Söz Edilemeyeceği )
2559/m.Ek.6
5271/m.90/4,116,117,118,119
ÖZET : Uyuşmazlık; sanığa atılı uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapma suçuna dair olarak yapılan arama işleminin hukuka uygun olup olmadığı, bu bağlamda eksik araştırma sonucu hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkindir. Olay günü kolluk görevlilerince Sağlık Ocağı önünde bazı şahıslarca uyuşturucu ve uyarıcı madde satışı yapıldığı, bir şahsın da esrar ve uyarıcı nitelikte hap sattığı, bu kişinin kimlik bilgilerine dair istihbari bilgiler elde edildiği ancak bu bilgileri destekleyen emarelerin bulunmaması sebebiyle doğruluğunun araştırılması ve adı geçenin gerçek kimliğinin belirlenmesi için belirtilen yere gidildiği, bu sebeple suç şüphesinin henüz Cumhuriyet savcısına bildirilmediği ve dolayısıyla soruşturma evresinin başlamadığı aşamada; olay yerinde eşkâle uyan sanığın görülmesi, sanığın üstünde bulundurduğu kağıda sarılı esrarı görevlilere kendiliğinden teslim etmesi üzerine yapılan kaba üst aramasında sol arka cebinde bir paket içerisinde 25 adet MDMA ve Amfetamin etken maddelerini içeren tabletin ele geçirilmesi, sanığın temadi eden satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma eylemini gerçekleştirdiği şüphesiyle yakalanması sebebiyle suçüstü halinin sözkonusu olması ve CMK’nun 90/4, 2559 Sayılı PVSK’nun Ek 6 ile Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 8. maddesinin ( f ) bendindeki “suçüstü” halinde karar alınmadan arama yapılabileceğine dair düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde; kolluk görevlilerinin işlenmekte olan bir suçla karşılaşması sebebiyle yetki ve sorumlulukları kapsamında derhal gerekli tedbirleri alarak basit bir kontrol ile sanığın sol arka cebinde bulunan uyarıcı nitelikteki 25 adet tableti ele geçirip el koymalarının hukuka uygun olduğu, bu durumda ayrıca arama kararı alınmasına gerek bulunmadığından hukuka aykırı bir delilden söz edilemeyeceği anlaşıldığından, Özel Daire bozma kararında isabet bulunmamaktadır.
DAVA : Uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapma suçundan sanığın TCK’nun 188/3, 62/1, 52, 53/1, 58, 63 ve 54/4. maddeleri gereğince 8 yıl 4 ay hapis ve 500 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine, mahsuba ve müsadereye dair Adana 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 19.03.2015 gün ve 8-143 Sayılı hükmün, sanık ve müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 26.10.2015 gün ve 4053-32671 sayı ile;
“… Kiremithane Sağlık Ocağı önünde bekleyen Yaşar isimli şahsın esrar ve ekstazi hap sattığı yönündeki istihbari bilgi üzerine, niteliği ve faili belli olan bir suçun işlendiği konusunda şüphe oluştuğundan, CMK’nun 116, 117 ve 119. maddelerine uygun şekilde ‘adlî arama kararı’ olup olmadığının araştırılması, varsa aslı veya onaylı bir örneğinin getirtilmesi, arama kararı yoksa, sanığın üzerinde arama yapılması hukuka aykırı olduğundan, bu arama sonucu sanığın üzerinde bulunan uyuşturucu maddenin hem ‘suçun maddî konusu’ hem de ‘suçun delili’ olup hukuka aykırı yöntemle elde edilmiş olacağı ve hükme esas alınamayacağı gözetilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken eksik araştırma ile hüküm kurulması…”,
İsabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 10.12.2015 gün ve 177895 sayı ile;
“… Tartışma konusu, sanıktan elde edilen ve suç delili olarak kabul edilerek mahkûmiyete esas alınan uyuşturucu maddenin hukuka uygun bir şekilde elde edilip edilmediğine ilişkindir.
Konuya dair mevzuata bakıldığında;
Anayasanın 38/6. maddesinde; ‘Kanuna aykırı elde edilmiş bulgular delil olarak kabul edilmez’ şeklinde düzenleme yapılmıştır.
CMK’nun 116, 117, 118, 119, 120, 121 vd. maddelerinde de arama ve elkoyma ile ilgili esaslar belirlenmiştir. Buna göre; ‘Hakim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama hakim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları Cumhuriyet Başsavcılığına derhal bildirilir’ şeklinde düzenleme yapılmıştır.
CMK’nun 206. maddesinin 2. fıkrasının a bendi ile 217. maddesinin 2. fıkrası uyarınca hukuka aykırı olarak elde edilen delillerin reddolunacağı ve yüklenen suçun hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş delille ispat edilebileceği hükümlerini amirdir.
2559 Sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanununun 4/A maddesi 6. fıkrasında ise ‘Polis durdurduğu kişi üzerinde veya aracında silah veya tehlike oluşturan diğer bir eşyanın bulunduğu hususunda yeterli şüphenin varlığı halinde kendisine ve başkalarına zarar verilmesini önlemek amacına yönelik gerekli tedbirleri alabilir.
Bu amaçla kişinin üzerindeki elbisenin çıkarılması veya aracın dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin açılması istenemez. Ancak el ile dıştan kontrol hariç, kişinin üstü ve eşyası ile aracının dışarıdan bakıldığında içerisinin görünmeyen bölümlerinin aranması İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslar dahilinde mülki amirin görevlendireceği kolluk amirinin yazılı, acele hallerde sonradan yazıyla teyit edilmek üzere sözlü emriyle yapılabilir. Kolluk amirinin kararı yirmidört saat içinde görevli hakimin onayına sunulur. Bu fıkra kapsamında yapılan araç aramalarına dair olarak kişiye, arama gerekçesini de içeren bir belge verilir’ şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin ‘Karar alınmadan yapılacak arama’ başlıklı 8. maddesinde; ‘Aşağıdaki hallerde ayrıca bir arama emri ya da kararı aranmaz’ denilmesinden sonra sınırlı şekilde bunlar sayılırken f bendinde;
‘5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 24. maddesindeki kanunun hükmü ve amirin emrini yerine getirme, 25. maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hali ve 26’ncı maddesindeki hakkın kullanılması ile diğer kanunların öngördüğü hukuka uygunluk sebepleri ve suçüstü halinde yapılan aramalarda toplum için veya kişiler bakımından hayati tehlikeyi ortadan kaldırmak amacıyla veya kapalı yerlerden gelen yardım çağrıları üzerine konut, işyeri ve yerleşim yeri ile eklentilerine girmek için’ şeklinde,
Aynı yönetmeliğin ‘Durdurma, durdurma sonrası kontrol ve arama işlemleri’ başlıklı 27. maddesinde de;
‘a ) Durdurulan kişi üzerinde giysilerinden herhangi birisi çıkarılmaksızın yoklama biçiminde bir kontrol yapılır. Bu işlem sonucunda kişide silah bulunduğu sonucunu çıkarmaya yeterli şüphe meydana gelirse memur kendiliğinden silah ve diğer suç eşyasıaraması yapabilir.
b- ) Yoklama suretiyle kontrol kişinin cinsiyetinde bulunan görevli tarafından yapılır.
c- ) Yapılan kontrolün konusu ve sebepleri ilgiliye açıklanır.
e- ) Yoklama suretiyle kontrol kişiye en az sıkıntı verici şekilde yapılır.
f- ) Yapılan kontrolün neticesinde suça konu iz, eser, emare ve delil elde edilirse kişi yakalanır.
g- ) Uyuşturucu gibi belirli bir şeyin kişinin herhangi bir yerinde gizlendiği düşünülüyorsa daha geniş çaplı kontrol yapılabilir.
h- ) Yoklama suretiyle kontrol kişinin veya aracın ilk durdurulduğu yerde veya o yerin yakınında mümkün olduğu kadar başkalarının görmeyeceği tarzda yapılır. Başka yere götürülerek kontrol yapılmaz.
i- ) Makul sebebi oluştuğu takdirde daha geniş kapsamlı kontrol yapılması için, kolluk aracından veya yakındaki kapalı bir yerden yaralanılabilir
j- ) Kontrolden sonra talep üzerine olay yerinde derhal bir tutanak düzenlenir. Bu maddede yazılı işlemler gece de yapılabilir’ şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’nin ‘Yakalama işlemi’ başlıklı 6. maddesinin 3. fıkrasında ‘Yakalama sırasında suçun iz emare ve delillerinin yok edilmesini veya bozulmasını önleyecek tedbirler alınır’ şeklinde düzenleme yapılmıştır.
CMK’nun 2. maddesinin 1. fıkrasının j bendinde;
‘Suçüstü:
1. İşlenmekte olan suçu,
2. Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu,
3. Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya ve delille yakalanan kimsenin işlediği suçu’ biçiminde tanımlanmıştır.
Yukarıda anlatılan somut olay ve belirtilen mevzuat çerçevesinde, arama ve el koyma işleminin Anayasanın 20 ve CMK’nun 116. vd. maddeleri uyarınca istisnasız hakim kararı, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı ve Cumhuriyet savcısına ulaşılamaması durumunda ise kolluk amirinin yazılı emri ile yapılabileceği kuşkusuzdur.
Ancak çok istisnai ve acele hallerde kolluk amirinin yazılı emrinin dahi alınamayacağı bir durum söz konusu olursa kolluk görevlisinin doğrudan arama ve el koyma işlemi yapması sonucu elde edilen delillerin hukuka uygun sayılıp sayılmayacağı konusu tartışılmalıdır. 2559 Sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanununun 4/A maddesi 6. fıkrasında ise bu konuda bir düzenleme getirilerek, polisin kişi üzerinde veya aracında silah veya tehlike oluşturan diğer bir eşyanın bulunduğu hususunda yeterli şüphenin varlığı halinde kendisine ve başkasına zarar verilmesini önleme amacına yönelik olarak gerekli tedbirleri alabileceği, el ile dıştan kontrol yapabileceği, başka bir deyişle kaba üst araması yapabileceği esası getirilmiştir. Aksine üzerinde tehlikeli bir silah, bomba ya da patlayıcı tehlikeli bir madde taşıdığından şüphe edilerek yakalanan kişinin en azından üstünün kontrol edilmesi için kolluk amirinin yazılı emrinin alınması beklenemez.
Karar alınmadan arama yapılabilecek durumlar, Adlive Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 8. maddesinde tek tek sayılmış, f bendinde suçüstü hali de gösterilmiş, ayrıca aynı Yönetmeliğin 27. maddesinde, kişinin suç işleyeceği ya da işlediği hususunda kolluk görevlisinin kanaat elde etmesi halinde g bendinde, ‘uyuşturucu gibi belirli şeyin kişinin herhangi bir yerinde gizlendiği düşünülüyorsa daha geniş çaplı kontrol yapılabileceği’ de belirtilmiştir.
Bunlardan bizi ilgilendiren kısım, f bendinde suçüstü halinde kolluk görevlisi yakaladığı veya durdurduğu şüphelinin üzerinde suç delillerinin kaybolmaması amacıyla üst araması yapıp yapamayacağı ve bu şekilde bir üst araması yapılarak delil elde edilmişse, işlemin hukuka uygun olup olmadığıdır.
Somut olayda; ‘Adana İl Emniyet Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlilerinin, Kiremithane Mahallesi, Haşim Dalgıç Caddesi, Kiremithane Sağlık Ocağı önünde bazı şahısların paketler halinde uyuşturucu satışı yaptığı, şahsın şu anda sağlık ocağı ön tarafında beklediği, şahsın isminin Yaşar olduğu, ayrıca bu şahsın eşkaline dair ham bilgiler de edinmeleri üzerine ham ihbara konu adrese intikal ettikleri, Kiremithane Sağlık Ocağı önünde verilen eşkale uygun olan sanığın beklediğinin görüldüğü, sanığın yakalanarak yapılan üst aramasında sağ pantolon cebinde beyaz kağıda sarılı, satışa hazır bir paket esrar maddesi, pantolonunun sol arka cebinde ise şeffaf poşet içerisinde çeşitli renkler ve logolarda toplam 25 adet ekstazi uyuşturucu hap ele geçirildiği anlaşılmıştır.
Emniyet görevlileri tarafından alınan ham istihbari bilginin, ‘adli arama kararı’ veya ‘yazılı adli arama emri’ talep edilecek yeterli bir somut delile dayanmadığı ve ‘adli arama kararı’ veya ‘yazılı adliarama emrini’ talep edilecek olgunluk aşamasında bulunmadığı, mevcut usul ve yasalara göre, görevlilerin sadece istihbarı çalışmada bulunabilecekleri, bu aşamada yapılan araştırmada, ham istihbari bilginin doğru çıkması sonucu ani gelişen olaylar neticesinde ele geçirilen uyuşturucuların sanıklar tarafından yok edilmesi söz konusu olabileceğinden, suç delillerinde suçüstü halinde yapılan basit arama sonucu suça konu uyuşturucu madde elde edildiğinden, elde edilen delillerin de hukuka uygun olarak kabul edilmesi gerekmektedir.
Yukarıda arz ve izah edildiği üzere sanığın suçüstü halinde, suça konu uyuşturucu madde elde edildiğinden, elde edilen delillerin hukuka uygun olarak kabul edilmesi…”,
Düşüncesiyle itiraz kanun yoluna müracaat ederek, Özel Dairenin bozma ilamının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
CMK’nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 21.12.2015 gün ve 5763-33392 sayı ile, itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapma suçuna dair olarak yapılan arama işleminin hukuka uygun olup olmadığı, bu bağlamda eksik araştırma sonucu hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Olay tespit, yakalama ve muhafaza altına alma tutanağına göre; Adana Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Yurtiçi Uyuşturucu Şebekeleri Büro Amirliği görevlilerince uyuşturucu madde ticareti yapan şahıslarla mücadeleye yönelik yapılan çalışmalar sırasında 15.12.2014 tarihinde; Kiremithane Sağlık Ocağı önünde bazı şahısların, paketler halinde esrar ve tanesi 15 Liraya ekstazi hap sattıkları, soyadı bilinmeyen Yaşar isimli 20-25 yaşlarında, 170 santimetre boyunda, üzerinde koyu mavi kot pantolon, eşofman üstü ve ayağında siyah spor ayakkabı bulunan şahsın halen sağlık ocağı önünde olduğu istihbari bilgisinin alınması ve yapılan araştırmada şahsın Bayram ve Gülizar oğlu, 1990 doğumlu, Adıyaman nüfusuna kayıtlı … olduğu bilgisinin edinilmesi üzerine kolluk görevlilerince belirtilen yere gidildiğinde, eşkâle konu şahsın görüldüğü ve yakalandığı, yapılan kaba üstaramasında, pantolon sağ cebinde kağıda sarılı bir paket esrar ve sol arka cebinde şeffaf poşet içinde çeşitli renklerde ekstazi olduğu düşünülen toplam 25 adet tabletin ele geçirilerek muhafaza altına alındığı, şahsın ekip aracına bindirilmesini müteakip Cumhuriyet savcısına bilgi verildiği,
Sanığın kimlik bilgilerini içerir bir belge elde edilememesi, sanığa önceden kimlik bilgilerinin sorulmamış olması ve sanığın kimliği hususunda bir tanık beyanı da bulunmaması nedenleriyle tutanakta yer verilen kimlik bilgilerinin istihbari bilgi niteliğinde olduğu,
Adana Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünce düzenlenen uzmanlık raporunda, ele geçirilen esrarın net ağırlığının 0,4 gram olduğu, ekstazi ismiyle bilinen tabletlerin ise uyarıcı nitelikteki metilendioksimetamfetamin ve amfetamin aktif maddesi içerdiği tespitlerine yer verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Adana 1. Sulh Ceza Hakimliğince 02.12.2014 gün ve 2505 Değişik iş sayı ile; Adana Emniyet Müdürlüğünün terör örgütünün finans kaynaklarının kurutulması ve uyuşturucu satan şahıslara yönelik olarak yaptıkları istihbari çalışmalar çerçevesinde, doğu illerinden Adana iline toplu halde uyuşturucu madde getiren şahısların öncelikle gece saatlerini tercih ettikleri, öncü artçı araçlar halinde geldikleri, otoban üzerinde bulunan tesislerde ya da yol üzerinde bekleme yaptıkları veya uyuşturucu maddeleri yol kenarında ağaçlık yerlere sakladıkları, sokak satıcısı şahısların uyuşturucu madde satışlarını Adana ili okul çevrelerinde, parklarda, gençlerin bulunduğu mekanlarda, oyun alanlarında ve kenar mahalle ara sokaklarında yaptıkları, il merkezinde kamu düzeninin, genel sağlık ve genel ahlakın, başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması, uyuşturucu kullanımıyla artan suç işlemenin önlenmesi, taşınması, bulundurulması ve kullanılması yasak olan ve terör örgütünün finans kaynağı haline gelen her türlü uyuşturucu madde, kaçak emtia, patlayıcı madde ve silahların tespiti ile Adana’ya girişinin engellenerek torbacılara ve sokağa yayılmasının önlenmesi, uyuşturucu ve uyarıcı maddelere ulaşımın daha da zorlaştırılması ve şüpheli şahısların yakalanması amacıyla doğu illerinden Adana iline gelişte otoban üzerinde bulunan İncirlik Park Alanı, BP Mola Tesisleri, Adana ili otoban yolu bağlantı giriş ve çıkışları, D-400 karayolu üzeri kavşak ve dinlenme tesisleri, Karataş, Karaisalı, Kozan yolu girişi, Çatalalan Köprüsü girişi, tren garları, Yüreğir Otogarı içerisi, havalimanı içerisi, D-400 karayolu ile otoban yolu üzeri, Adana il sınırı polis sorumluluk bölgelerindeki araçlar ve şahıslar üzerinde 04.12.2014 günü saat: 00.01’den 18.12.2014 günü saat: 24.00’e kadar 2559 Sayılı PVSK’nun 9, Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 19 ve 20 ile CMK’nun 127. maddeleri gereğince arama yapılmasına karar verilmiş ancak, bu kararın olay yerini kapsadığı konusunda şüphe olduğundan dosyada somut olayla ilgili bir önleme arama kararının bulunduğu kabul edilmemiştir.
Sanık hakkındaki yakalama işlemini gerçekleştiren tanık Yalçın Karademir kovuşturma evresinde; tutanak içeriğinin doğru olduğunu, tutanakta belirtildiği üzere sanığın pantolonunun ön cebinde esrarı, arka cebinde de belirtilen miktarda değişik cins ve renkte tabletleri bulduklarını ifade etmiş,
Sanık aşamalarda; uyuşturucu kullandığını, kendi kullanımı için aldığı içimlik esrarı yanına gelen polise verdiğini, fakat haplardan haberi olmadığını, hapların üzerinden çıkmadığını ve kendisine ait olmadığını savunmuştur.
Uyuşmazlık konularının isabetli bir biçimde çözümlenmesi için “arama” tedbirinin hukuki niteliği ile bu tedbire hakim olan genel ilkelere değindikten sonra konuya dair anayasal ve kanuni düzenlemelerin incelenmesinde fayda bulunmaktadır.
A- ) Genel Olarak Koruma Tedbiri:
Ceza muhakemesinin yapılmasını veya yapılan muhakemenin sonunda verilecek kararın kağıt üzerinde kalmamasını ve muhakeme masraflarının karşılanmasını sağlamak amacıyla, kural olarak ceza muhakemesinde karar verme yetkisini haiz olan yetkililer tarafından, gecikmede sakınca bulunan durumlarda geçici olarak başvurulan ve hükümden önce bazı temel hak ve hürriyetlere müdahaleyi gerektiren kanuni çarelere “koruma tedbiri” denir. ( Bahri Öztürk, Behiye Eker Kazancı, Sesim Soyer Güleç, Ceza Muhakemesi Hukukunda Koruma Tedbirleri, Seçkin, 2013, 1. Bası, s.1 )
Koruma tedbirleri genel itibarıyla 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda düzenlenmiştir. Ceza Muhakemesi Kanununun Birinci Kitabının Dördüncü Kısmı “Koruma Tedbirleri” başlığını taşımakta oluparama ve yakalama tedbirine de bu kısımda yer verilmiştir. Kanunun bu açık düzenlemesine görearama ve yakalama birer koruma tedbiridir.
Koruma tedbirleriyle çoğu zaman henüz gerçekten bir suçun işlenip işlenmediği ya da işleme muhatap olan şüpheli tarafından işlendiği yargı kararı ile sabit olmadığı halde, gecikmesinde sakınca bulunmasından dolayı görünüşte haklılıkla yetinilerek gerek şüphelinin gerekse şüpheli statüsünde olmayan üçüncü kişilerin temel hak ve özgürlüklerine müdahale edilmektedir. Bu sebeple koruma tedbirlerine ölçülü bir şekilde, görünüşte haklı olan ve gecikmesinde sakınca ya da tehlike bulunan hallerde başvurulmalıdır.
Yakalama ve tutuklamanın esasları, Anayasamızın 19. maddesinde “Kişi hürriyeti ve güvenliği” başlığı ile;
“Herkes kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir. Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir…” şeklinde düzenlenmiştir.
Ceza Muhakemesi Kanununun 2. maddesinde ise suçüstünün tanımına yer verilmiş, koruma tedbirleri başlığı altında aynı Kanunun 90. maddesinde yakalama ve yakalanan kişi hakkında yapılacak işlemler düzenlenmiştir.
“Madde 2: …j ) Suçüstü:
1. İşlenmekte olan suçu,
2. Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu,
3. Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya ve delille yakalanan kimsenin işlediği suçu…ifade eder”
Maddedeki tanım doğrultusunda; örneğin failin mağduru bıçaklaması durumunda CMK’nun 2/j-1; failin mağduru bıçakladıktan sonra takip üzerine yakalanması durumunda CMK’nun 2/j-2; failin bıçaklama eyleminden hemen sonra elinde kanlı bıçakla yakalanması durumunda ise CMK’nun 2/j-3 maddesindeki suçüstü halleri söz konusu olacaktır.
“Yakalama ve yakalanan kişi hakkında yapılacak işlemler
Madde 90: ( 1 ) Aşağıda belirtilen hâllerde, herkes tarafından geçici olarak yakalama yapılabilir:
a- ) Kişiye suçu işlerken rastlanması.
b- ) Suçüstü bir fiilden dolayı izlenen kişinin kaçması olasılığının bulunması veya hemen kimliğini belirleme olanağının bulunmaması.
( 2 ) Kolluk görevlileri, tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde; Cumhuriyet savcısına veya âmirlerine derhâl başvurma olanağı bulunmadığı takdirde, yakalama yetkisine sahiptirler.
( 3 ) Soruşturma ve kovuşturması şikâyete bağlı olmakla birlikte, çocuklara, beden veya akıl hastalığı, malûllük veya güçsüzlükleri sebebiyle kendilerini idareden aciz bulunanlara karşı işlenen suçüstü hallerinde kişinin yakalanması şikâyete bağlı değildir.
( 4 ) Kolluk, yakalandığı sırada kaçmasını, kendisine veya başkalarına zarar vermesini önleyecek tedbirleri aldıktan sonra, yakalanan kişiye kanunî haklarını derhal bildirir.
( 5 ) Birinci fıkraya göre yakalanıp kolluğa teslim edilen veya ikinci fıkra uyarınca görevlilerce yakalanan kişi ve olay hakkında Cumhuriyet savcısına hemen bilgi verilerek, emri doğrultusunda işlem yapılır.
( 6 ) Yakalama emrine konu işlemin yerine getirilmesi sebebiyle yakalama emrinin çıkarılma amacının ortadan kalkması durumunda mahkeme, hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından yakalama emrinin derhâl iadesi istenir” şeklindedir. Madde gereğince; kişiye bir suç işlerken rastlanması veya suçüstü bir fiilden dolayı izlenen kişinin kaçmasının önlenmesi veya kimliğinin hemen belirlenmesinin mümkün olmaması hallerinde herkesin geçici olarak yakalama yetkisi bulunmaktadır. Kolluk görevlileri, hakkında tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hallerde; Cumhuriyet savcısına veya amirlerine ulaşma imkanlarının bulunmaması durumunda yakalama yetkisine sahiptirler. Kolluk, yakaladığı kişinin kaçmasını, kendisine ya da başkalarına zarar vermesini önleyecek tedbirleri almalı, hemen Cumhuriyet savcısına haber vermeli ve emirleri doğrultusunda işlem yapmalıdır.
Arama ve elkoymanın esasları; Anayasamızın 20. maddesinde “Özel hayatın gizliliği”, 21. maddesinde ise “Konut dokunulmazlığı” başlıkları altında düzenlenmiştir.
Anayasamızın 20. maddesi;
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar….”
21. maddesi ise;
“Kimsenin konutuna dokunulamaz. Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin konutuna girilemez, aramayapılamaz ve buradaki eşyaya el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar” hükümlerini amirdir.
Anayasamızın 13. maddesindeki düzenleme ile temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması anayasal güvence altına alınmış ve belli şartlara tabi kılınmıştır. Bu düzenlemeye göre; temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar ise Anayasamızın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
B- ) Koruma Tedbiri Olarak Arama ve Çeşitleri:
1. Arama Kavramı
Arama; “arama işi, taharri, birini veya bir şeyi bulmaya çalışmak, araştırmak, yoklamak” anlamlarına gelmektedir. ( Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, 2009, s.113 )
Arama, gizli olanı ortaya çıkarmak için yürütülen bir faaliyet olduğundan gözle görülen veya açıkta bırakılan şeyler aramanın konusu olamaz. Örneğin; bir polis memurunun, yayalar ya da diğer araçlar bakımından tehlike oluşturacak şekilde kullanılması sebebiyle durdurduğu bir aracın arka koltuğunda, uyuşturucu madde veya tabanca görmesi üzerine bunlara el koyması arama olarak kabul edilmemektedir. ( Veli Özer Özbek, Ceza Muhakemesinde Koruma Tedbiri Olarak Arama, Seçkin, 1999, 1. Bası, s.18 )
Arama; kişilerin konutları, iş yerleri, araçları, diğer yerleri, üstleri, eşyaları, özel kağıtları, kullandıkları bilgisayar ve bilgisayar programları ile kütükleri üzerinde yapılmaktadır. Kişinin üstünde yapılanaramanın beden muayenesi boyutuna varmaması gerekir. Zira, beden muayenesi ve vücuttan örnek alınması aramadan farklı hükümlere tâbi kılınmış olup cinsel organlar veya anüs bölgesine bakılması iç beden muayenesi sayılmaktadır. Bu bölgeler haricindeki ağız, koltuk altı gibi beden boşlukları ile ayak, kol, saç arası gibi vücut bölgelerine tıbbi araç veya yöntemler kullanılmaksızın bakılması aramahükümlerine tabidir.
Aramaya dair hükümler sadece Ceza Muhakemesi Kanununda düzenlenmiş değildir. Arama işleminin yapılışına dair usulleri ayrıntılı olarak düzenleyen Adlive Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 3. maddesinde yer verildiği üzere 2559 Sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu, 2803 Sayılı Jandarma Teşkilât, Görev ve Yetkileri Kanunu, 2692 Sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu, 5607 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu, 6222 Sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun, 5188 Sayılı Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun, 5253 Sayılı Dernekler Kanunu, 2935 Sayılı Olağanüstü Hâl Kanunu, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile 485 Sayılı Gümrük Müsteşarlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede de bu hususta kurallar vazedilmiştir.
2. Arama Çeşitleri
Arama, amacına göre “adli arama” ve “önleme araması” olarak ikiye ayrılmaktadır. Arama şüpheli veya sanığı ya da bir delili elde etme amacıyla yapılabileceği gibi, bir suçun işlenmesini veya bir tehlikeyi önlemek amacıyla da yapılabilir. Birinci tür aramaya “adli arama”, ikinci tür aramaya ise “önlemearaması” denilmektedir. Bu itibarla arama hem koruma, hem de önleme tedbiridir. Her iki tür aramaarasında ortak özellikler bulunmakla birlikte hukukî nitelikleri, tâbi oldukları kanuni düzenlemeler ve kapsamları bakımından önemli farklılıklar da bulunmaktadır.
a. Önleme Araması
Genel emniyet ve asayişin korunması ile tehlikelerin önlenmesi amacıyla başvurulan önleme araması; 2559 Sayılı PVSK’nun 9 ve Adlî ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 18-26. maddelerinde düzenlenmiş olup Yönetmeliğin 19. maddesinde; “Millî güvenlik ve kamu düzeninin, genel sağlık ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, taşınması veya bulundurulması yasak olan her türlü silâh, patlayıcı madde veya eşyanın tespiti amacıyla, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde mülkî âmirin yazılı emriyle ikinci fıkrada belirtilen yerlerde, kişilerin üstlerinde, aracında, özel kâğıtlarında ve eşyasında yapılan arama işlemidir” şeklinde tanımlanmıştır. Böylelikle kamu güvenliği ile düzenini bozabilecek kişi ve eşya bulunarak muhtemel bir zararın gerçekleşmesine veya suç işlenmesine engel olunarak toplum yakın bir tehlikeden korunacaktır.
Önleme aramasına karar verilebilmesi için belirtilen konulara dair somut ve öngörülebilir bir tehlike olması gerekir. 2559 Sayılı PVSK bu nitelikteki tehlike halini “makul sebep” olarak ifade etmektedir. Suç delillerinin elde edilebileceği hususunda somut olgulara dayalı “makul şüphe” ile önleme aramasındaki “makul sebep” farklı kavramlardır. “Makul sebep” konunun uzmanları tarafından ortak görüşle anlamlandırılıp değerlendirilen bir olgu iken “makul şüphe” çok sayıdaki sıradan insanın somut bir olguyu aynı yönde değerlendirmeleri halidir. ( Feridun Yenisey, Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku Ders Kitabı, Seçkin, 4. Baskı, 2016, s. 381-382 )
Önleme araması ancak kanunda öngörülen yerlerde yapılabilir. 2559 Sayılı PVSK’nun 9. maddesinde somut ve yakın bir tehlikenin baş gösterebileceği alanlar esas alınmak suretiyle önleme araması yapılabilecek yerler tek tek sayılmış olup buna göre önleme araması;
1- ) 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamına giren toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapıldığı yerde veya yakın çevresinde,
2- ) Özel hukuk tüzel kişileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları veya sendikaların genel kurul toplantılarının yapıldığı yerin yakın çevresinde,
3- ) Halkın topluca bulunduğu veya toplanabileceği yerlerde,
4- ) Eğitim ve öğretim özgürlüğünün sağlanması için her derecede eğitim ve öğretim kurumlarının idarecilerinin talebiyle ve kurumun imkânlarıyla önlenmesi mümkün görülmeyen olayların çıkması ihtimali karşısında rektör, acele hâllerde de dekan veya bağlı kuruluş yetkililerinin kolluktan yardım istemeleri hâlinde, girilecek yüksek öğretim kurumlarının içinde, bunların yakın çevreleri ile giriş ve çıkışlarında,
5- ) Umumî veya umuma açık yerlerde,
6- ) Her türlü toplu taşıma araçlarında, seyreden taşıtlarda yapılabilecektir.
Konutta, yerleşim yerinde, kamuya açık olmayan özel işyerlerinde ve eklentilerinde hiçbir şekilde önleme araması yapılması mümkün olmayıp bu yerlerde şartları varsa ancak adli arama yapılabilir.
Önleme araması idari bir işlem olsa da kural olarak hakim kararıyla yapılmalıdır. Kolluk tarafından somut tehlikenin oluştuğunu gösteren belirlemeler önceden tespit edilip aramanın yapılması önerilen yer ve zaman ile birlikte o yer mülkî âmirine yazılı olarak iletilir. İllerde vali veya bu konuda yetkilendirdiği yardımcısı ve ilçelerde ise kaymakamı ifade eden mülki amir, kolluğun talebini uygun bulursa hâkimdenarama kararı talep eder; ancak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde kendisi de yazılı arama emri verebilir. Önleme kararının alınmasında ve icrasında Cumhuriyet savcısının herhangi bir görev ve fonksiyonu yoktur. Kolluğunun kendi içindeki birim amirlerinin emri ile önleme araması yapılamaz. Adlive Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 4. maddesi uyarınca, önleme araması bakımından gecikmesinde sakınca bulunan hal; derhâl işlem yapılmadığı takdirde, millî güvenlik ve kamu düzeninin, genel sağlık ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunmasının tehlikeye girmesi veya zarar görmesi, suç işlenmesinin önlenememesi, taşınması veya bulundurulması yasak olan her türlü silâh, patlayıcı madde veya eşyanın tespit edilememesi ihtimâlinin ortaya çıkması ve gerektiğinde hâkimden karar almak için vakit bulunmaması hâlini ifade etmektedir. 2559 Sayılı PVSK’nun 9/6. maddesi uyarınca spor karşılaşması, miting, konser, festival, toplantı ve gösteri yürüyüşünün düzenlendiği veya aniden toplulukların oluştuğu hallerde gecikmesinde sakınca bulunan halin bulunduğu kabul edilmektedir.
Önleme araması kararında veya emrinde; aramanın sebebi, konusu ve kapsamı, aramanın yapılacağı yer, aramanın yapılacağı zaman ve geçerli olacağı süre belirtilmelidir. Önleme aramasında gece ile ilgili bir istisnaya yer verilmediğinden her zaman yapılması mümkündür. Önleme araması kararının geçerli olacağı sürenin sınırı ile ilgili olarak da mevzuatta kısıtlayıcı bir hüküm bulunmamaktadır. Zira önlemearamasının geçerli olacağı süre, karar verilmesine dayanak teşkil eden makul sebebin niteliğine göre değişkenlik arz edebilmektedir. Örneğin; olimpiyat oyunları gibi iki ya da üç hafta sürecek ve dünyanın bir çok ülkesinden sporcu ve izleyicilerin katılacağı bir spor organizasyonunda yaşanabilecek kamu düzenini bozucu nitelikteki olayların ve suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla makul sebep oluşması halinde yapılacak bir önleme aramasının geçerlilik süresi organizasyon süresi kadar olabileceği gibi, başka olaylarda duruma göre bir gün süreli, hatta saatli önleme araması kararlarının verilmesi de mümkündür. Her halükarda bu sürenin aramanın haklı kıldığı süreden fazla olmaması lazımdır. Önleme aramasının da kişilerin temel hak ve özgürlüklerine bir müdahale niteliğinde bulunması nedeniyle, makul bir sebep olmadığı halde verilen uzun süreli önleme araması kararı görünürde yasal olsa bile hukuka uygun olmayacaktır. Aynı şekilde makul bir sebep yokken belli periyotlarla yenilenmek suretiyle süreklilik arzedecek ve genel arama izlenimi verecek şekilde önleme araması kararı verilmesi de hukuka aykırı olacaktır.
Önleme aramasının nasıl icra edileceği hususunda 2559 Sayılı PVSK’da ve Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinde özel bir düzenleme bulunmamaktadır. Yönetmeliğin “Aramaların Yapılma Şekli” başlıklı bölümündeki hükümler hem adli hem de önleme araması için geçerli ortak hükümlerdir.
Önleme araması sonucunda bir suç unsuruna veya deliline rastlanırsa koruma altına alınacak ve durum Cumhuriyet Başsavcılığına derhâl bildirilerek elkoyma işlemini gerçekleştirmek üzere Cumhuriyet savcısından yeni bir yazılı emir istenecektir. Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hâllerde kolluk âmirinin yazılı emriyle de elkoyma yapılabilecektir. Hâkim kararı olmaksızın yapılan elkoyma işlemi, yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulmalıdır. Önleme aramasının konusu ve kapsamı içinde olan ancak suç unsuru oluşturmayan örneğin, bozuk para, çakmak gibi bir eşya ise geçici olarak koruma altına alınır ve aramaya sebep teşkil eden husus sona erdiğinde ilgiliye teslim edilir.
Önleme aramasının sonucu arama kararı veya emri veren merci veya makama bildirilir. Ayrıca aramasırasında suç unsuruna rastlanılmışsa bununla ilgili özel olarak önleme araması tutanağı hazırlanır. Bu tutanakta adli arama tutanağında olduğu gibi arama kararının tarih ve sayısı, hâkim kararı yoksa verilmiş olan yazılı emrin tarih ve sayısı ile emri veren merci, aramanın yapıldığı yer, tarih ve saat, aramanın konusu, aranan kişinin kimlik bilgileri, adını söylemediği takdirde eşkâl bilgileri, arama yapılan yerin adresi, araçta arama yapılmışsa aramanın mevkii ve aracın bilgileri, aramanın sonuçları, elkonulan suç eşyası varsa buna dair belirleyici bilgiler, aramada yakalanan kişiler varsa kimlik bilgileri, kimliği belirlenemiyorsa eşkâl bilgileri, arama sonucunda yaralanma veya maddî bir zarar meydana gelip gelmediği ve arama işlemini yapanların adı, soyadı, sicili ve unvanı hususları yer alır. Tutanakarama işlemine katılmış olanlar ve hazır bulunanlarca imzalanarak bir sureti ilgiliye verilir. Suç unsuruna rastlanmadığı durumlarda, aranan kişinin talebi hâlinde, kendisine arama kararı veya emrinin tarih ve sayısı, aramanın tarih ve saati, yeri, aranan şahsın ve arayan görevlinin kimlik bilgilerinin yer aldığı bir belge verilir.
Önleme araması niteliğinde sayılmayan idari denetimler için herhangi bir arama emir veya kararına gerek yoktur. Bir yerin faaliyeti bakımından uymakla yükümlü bulunduğu kurallara uygun olarak çalışıp çalışmadığının tespiti bakımından o yerde yapılan işlem bir denetlemedir. ( Murat Aydın, Arama ve El Koyma, Seçkin, 2012, 2. Baskı, s.137 ) Adli veÖnleme Aramaları Yönetmeliğinin “denetim yapılacak hâller” başlıklı 18. maddesinde kolluk tarafından kendiliğinden denetim yapılabilecek bu haller gösterilmiştir. Bu kapsamda örneğin; umuma açık istirahat ve eğlence yerlerinin genel güvenlik ve asayiş yönünden denetimi, kimlik sorma, 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununa göre araçlarda bulunması gerekli belgeler ve eşyalarla ilgili yapılan denetimler, elektromanyetik aygıtlar ve dedektör köpekleri aracılığıyla yapılan tarama şeklindeki denetimler kolluk tarafından herhangi bir arama emir veya kararına gerek olmadan kendiliğinden yapılabilecektir. Önleme araması niteliğinde sayılmayan idari denetimler yönetmelikte sayılanlardan ibaret olmadığından daha pek çok özel kanunda ve düzenleyici işlemde idari denetimlere dair hükümler yer almaktadır.
2559 Sayılı PVSK’nda ve Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinde hakimden arama kararı alınması gerekmeyen haller gösterilmiştir. Buna göre; polisin, tehlikenin önlenmesi veya bertaraf edilmesi amacıyla güvenliğini sağladığı bina ve tesislere gelenlerin herhangi bir emir veya karar olmasına bakılmaksızın, üstünü, aracını ve eşyasını teknik cihazlarla, gerektiğinde el ile kontrol etme ve arama yetkisi bulunmaktadır. ( PVSK m.9/7 ) Bunun dışında Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 25. maddesi uyarınca Devletçe kamu hizmetine özgülenmiş bina ve her türlü tesislere giriş ve çıkışın belirli kurallara tâbi tutulduğu hâllerde, söz konusu tesislere girenlerin üstlerinin veya üzerlerindeki eşyanın veya araçlarının aranmasında, 5442 Sayılı İl İdaresi Kanununun Ek 1. maddesi kapsamında bulunan, sivil hava meydanlarında, limanlarda ve sınır kapılarında, binaların, uçakların, gemilerin ve her türlü deniz ve kara taşıtlarının, giren çıkan yolcuların X-ray cihazından geçirilerek, gerektiğinde üstünün ve eşyasının aranması ile buralarda görevli kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar personelinin, üstlerinin, araçlarının ve eşyalarının aranmasında, 2935 Sayılı Olağanüstü Hâl Kanununun 11. maddesi kapsamında, kişilerin üstünün, eşyalarının Olağanüstü Hâl Valisinin emriyle aranmasında, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanununun 3. maddesi kapsamında, konutların ve her türlü dernek, siyasî parti, sendika, kulüp gibi teşekküllere ait binaların, işyerlerinin, özel ve tüzel kişiliklere sahip müesseseler ve bunlara ait eklentilerin ve her türlü kapalı ve açık yerlerin, mektup, telgraf ve sair gönderilerin ve kişilerin üzerlerinin sıkıyönetim komutanının emriyle aranmasında, kanunların, muhafaza altına alınmalarına olanak verdiği kişilerin, üst veya eşyalarının aranmasında, 298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun çerçevesinde görevli kolluğun, aynı Kanunun 79. maddesindeki silâh taşıma yasağı kapsamında, silâh taşıdığından şüphelenilen kişilerin üstlerinin ve eşyalarının aranmasında ayrıca birarama emri ya da kararı gerekmeyecektir. Yine 2559 Sayılı PVSK’nun 20. maddesi gereğince; bir hukuka uygunluk nedenine bağlı olarak yapılan aramalarda da örneğin imdat istenmesi veya yangın, su baskını ve boğulma gibi büyük tehlikelerin haber verilmesi veya görülmesi hallerinde de arama emir veya kararına gerek olmayacaktır.
Öte yandan 2559 Sayılı PVSK’nun 4/A maddesinde polise, kişileri ve araçları tecrübesine ve içinde bulunulan durumdan edindiği izlenime dayanan makul bir sebebin bulunması halinde durdurma yetkisi verilmiştir. Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 27. maddesinde bu yetkinin kullanılması için “umma” derecesinde makul şüphe aranmıştır.
2559 Sayılı PVSK’nun suç tarihinde yürürlükte bulunan “Durdurma ve kimlik sorma” başlıklı 4/A. maddesinde;
“Polis, kişileri ve araçları;
a- ) Bir suç veya kabahatin işlenmesini önlemek,
b- )Suç işlendikten sonra kaçan faillerin yakalanmasını sağlamak, işlenen suç veya kabahatlerin faillerinin kimliklerini tespit etmek,
c- )Hakkında yakalama emri ya da zorla getirme kararı verilmiş olan kişileri tespit etmek,
ç )Kişilerin hayatı, vücut bütünlüğü veya malvarlığı bakımından ya da topluma yönelik mevcut veya muhtemel bir tehlikeyi önlemek,
Amacıyla durdurabilir.
Durdurma yetkisinin kullanılabilmesi için polisin tecrübesine ve içinde bulunulan durumdan edindiği izlenime dayanan makul bir sebebin bulunması gerekir. Süreklilik arz edecek, fiilî durum ve keyfilik oluşturacak şekilde durdurma işlemi yapılamaz.
Polis, durdurduğu kişiye durdurma sebebini bildirir ve durdurma sebebine dair sorular sorabilir; kimliğini veya bulundurulması gerekli diğer belgelerin ibraz edilmesini isteyebilir.
Durdurma süresi, durdurma sebebine esas teşkil eden işlemin gerçekleştirilmesi için zorunlu olan süreden fazla olamaz.
Durdurma sebebinin ortadan kalkması halinde kişilerin ve araçların ayrılmalarına izin verilir.
Polis, durdurduğu kişi üzerinde veya aracında silah veya tehlike oluşturan diğer bir eşyanın bulunduğu hususunda yeterli şüphenin varlığı halinde, kendisine veya başkalarına zarar verilmesini önlemek amacına yönelik gerekli tedbirleri alabilir. Ancak bu amaçla kişinin üzerindeki elbisenin çıkarılması veya aracın, dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin açılması istenemez. …”
Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin suç tarihinde yürürlükte bulunan “Durdurma ve kontrol işlemleri” başlıklı 27. maddesi ise;
“Bir kişiyi geçici olarak durdurmak, yakalama sayılmaz; yakalama sayılması için kişinin fiilen denetim altına alınması gerekir. Denetim için araçların durdurulması da mümkündür.
Durdurma yetkisinin kullanılabilmesi için, “umma” derecesinde makul şüphe bulunmalıdır. Kolluk görevlisi, tecrübesine dayanarak, izlediği davranışlarından, o kişinin bir suç işleyeceği veya işlediği hususunda kanaat elde eder veya kişinin silâhlı olduğu ve hâlen tehlike yarattığı kanaatine varırsa kişi durdurulabilir.
Somut emarelerle desteklenen şüphe bulunmadan, süreklilik arzedecek, fiilî durum ve keyfilik oluşturacak şekilde durdurma ve kontrol işlemi yapılamaz.
Sebebin oluşmasına veya şüpheye yol açan davranışları hakkında, durdurulan kişiye sorular yöneltilebilir. Kişi bu sorulara cevap vermekle yükümlü değildir. Durdurma yetkisinin kullanılmasına neden olan şüphe, yapılan açıklama ile ortadan kalkarsa, kişinin gitmesine engel olunmaz.
Durdurma üzerine aşağıdaki işlemler yapılır:
a- )Durdurulan kişi üzerinde giysilerinden herhangi birisi çıkarılmaksızın, yoklama biçiminde bir kontrol yapılır. Bu işlem sonucunda, kişide silâh bulunduğu sonucunu çıkarmaya yeterli şüphe meydana gelirse, memur kendiliğinden silâh ve diğer suç eşyasıaraması yapabilir.
b- )Yoklama suretiyle kontrol, kişinin cinsiyetinde bulunan görevli tarafından yapılır.
c- ) Yapılan kontrolün konusu ve sebepleri ilgiliye açıklanır.
d- ) Bir kişinin veya aracın durdurulma süresinin, şartlara göre makul olması ve kontrol için ayrılan süreyi aşmaması gerekir.
e- ) Yoklama suretiyle kontrol, kişiye en az sıkıntı verici şekilde yapılır.
f- ) Yapılan kontrolün neticesinde suça dair iz, eser, emare ve delil elde edilirse, kişi yakalanır.
g- ) Uyuşturucu gibi belirli bir şeyin, kişinin herhangi bir yerinde gizlendiği düşünülüyorsa, daha geniş çaplı kontrol yapılabilir.
h- ) Yoklama suretiyle kontrol, kişinin veya aracın ilk durdurulduğu yerde veya o yerin yakınında, mümkün olduğu kadar başkalarının göremeyeceği tarzda yapılır. Başka yere götürülerek kontrol yapılamaz.
i- ) Makul sebebi oluştuğu takdirde, daha geniş kapsamlı kontrol yapılması için, kolluk aracından veya yakındaki kapalı bir yerden yararlanılabilir.
j- ) Kontrolden sonra talep üzerine olay yerinde derhâl bir tutanak düzenlenir.
Bu maddede yazılı işlemler gece de yapılabilir” şeklindedir.
Söz konusu düzenlemelerle kolluğa, “umma” derecesindeki makul şüphe ile arama kararı veya emri olmaksızın kişi ve araçları durdurma ve kaba üstaraması yapma yetkileri tanınmıştır. Maddenin ( g ) ve ( i ) fıkraları gereğince kollukça durdurulan kişinin herhangi bir yerinde uyuşturucu gibi belirli bir şeyin gizlendiği düşünülüyorsa veya makul sebep oluşmuşsa önleyici kolluk yetkisi dahilinde daha geniş kapsamlı kontrol yapma imkanı doğacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, kolluk kendisine veya başkalarına zarar vermesini önlemek amacına yönelik olarak gerekli tedbirleri alabilecek ancak bu amaçla kişinin üzerindeki elbisenin çıkarılması veya aracın, dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin açılmasını isteyemeyecektir.
b. Adli Arama
Şüpheli ya da sanığın ya da delillerin yahut müsadere edilecek eşyaların ele geçirilmesi amacıyla yapılan araştırma işlemi olan adli arama, elkoyma ile birlikte 5271 Sayılı CMK’nun 116-134, 2559 Sayılı PVSK’nun 2, Ek 4, Ek 6, 5607 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununun 9 ve Adlî ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 5-17. maddelerinde düzenlenmiş olup Yönetmeliğin 5. maddesinde; “bir suç işlemek veya buna iştirak veyahut yataklık etmek makul şüphesi altında bulunan kimsenin, saklananın, şüphelinin, sanığın veya hükümlünün yakalanması ve suçun iz, eser, emare veya delillerinin elde edilmesi için bir kimsenin özel hayatının ve aile hayatının gizliliğinin sınırlandırılarak konutunda, işyerinde, kendisine ait diğer yerlerde, üzerinde, özel kâğıtlarında, eşyasında, aracında 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile diğer kanunlara göre yapılan araştırma işlemidir” şeklinde tanımlanmıştır. ( Bahri Öztürk-Durmuş Tezcan-Mustafa Ruhan Erdem-Özge Sırma-Yasemin Saygılar Kırıt-Özdem Özaydın-Esra Alan Akcan-Efser Erden, Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin, 10. Baskı, 2016, s.492, Nur Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta, 12. Baskı, 2015, s. 400 )
Arama tedbirine başvurulabilmesi için şu üç ön şartın birlikte bulunması gerekmektedir:
1- )Gecikmede sakınca ya da tehlike bulunması,
2- )Görünüşte haklılık,
3- )Ölçülülük.
Arama tedbirinin ilk ön şartı gecikmede sakınca ya da tehlike bulunmasıdır. Bu şart hem arama tedbirine başvurulması hem de kim tarafından karar verilebileceğinin belirlenmesi bakımından önem arz etmektedir. Gecikmede sakınca ya da tehlike bulunması derhal işlem yapılmadığı takdirde tedbirden beklenen faydanın elde edilemeyecek, ceza muhakemesinin gereği gibi ve amacına uygun biçimde yapılamayacak olmasıdır. Gecikmede sakınca bulunup bulunmadığını olayın özelliklerine göre tedbire karar vermeye yetkili mercii takdir edecektir.
Arama tedbirinin ikinci ön şartı ise görünüşte haklılıktır. Buna göre arama tedbirine ancak bir hakkın tehlikede olduğunu gösteren olaylar mevcut olduğu takdirde başvurulabilecektir. Hakkın bulunup bulunmadığının araştırılması zaman alacağından ve tehlike gecikmeye müsaade etmediğinden haklı görünüşle yetinilmek zorunludur. Bu bağlamda bir ihlal ya da suç işlendiği hususunda şüphe bulunmalıdır. ( Buck/Almanya, 28.04.2005; Başvuru no:41604 )
Arama tedbirinin üçüncü ve son ön şartı ölçülülüktür. Ölçülülük ilkesinin temel amaç ve işlevi, aramatedbirine muhatap olacak kişilerin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almak için kullanılacak kamu gücünü, hak ve özgürlükler lehine sınırlandırmak, müdahalelerde aşırılığa gidilmesini ve buna bağlı olarak doğabilecek mağduriyetleri önleyebilmektir. Dar anlamda ölçülülük de denilen orantılılık ise; tedbirin ilgililere “ölçüsüz bir yükümlülük” getirmemesini ve “katlanılamaz” nitelikte olmaması gerektiğini ifade etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da, Buck/Almanya ( 28.04.2005; Başvuru no:41604 ) ile Smirnov/Rusya ( 07.06.2007; Başvuru no:71362/01 ) kararlarında; yapılan müdahale ile izlenen meşru amacın orantılı olması gerektiği vurgulanmıştır.
Aramaya konu olabilecek yerler şüphelinin veya sanığın yahut diğer bir kişinin üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerlerdir. Adli aramanın günün her saatinde yapılması mümkün olmakla birlikte konutta, işyerlerinde ve diğer kapalı yerlerdearamanın kural olarak gündüz yapılması gerekir. Suçüstü veya gecikmesinde sakınca bulunan hâller ile yakalanmış veya gözaltına alınmış olup da firar eden kişi veya tutuklu veya hükümlünün tekrar yakalanması amacıyla yapılan aramalar hariç, söz konusu yerlerde gece vakti arama yapılamayacaktır.
Arama kararı verilebilmesi için aramanın konusunu oluşturan kişi veya şeylerin, arama yapılacak yerde bulunduğu hususunda belli bir şüphenin olması gerekir. Kanun aranacak kişinin suçla ilgisine göre, bu şüphenin yoğunluğunu farklı şekillerde düzenlemiş ve suçla ilgisi olmayan kişiler nezdindearamayı daha sıkı koşullara tâbi kılmıştır.
CMK’nun 116. maddesinin suç tarihinde yürürlükte bulunan haline göre şüpheli veya sanıkla ilgili yapılacak aramalarda arama sonunda şüpheli veya sanığın yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe bulunmalıdır. Adlî ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 6. maddesine göre makul şüphe; hayatın akışına göre somut olaylar karşısında genellikle duyulan şüphedir.Aramanın kişi hak ve özgürlüklerine ciddi boyutta bir müdahale olduğu göz önüne alındığında makul şüphede, ihbar veya şikâyeti destekleyen emarelerin var olması ve belirtilen konularda şüphenin somut olgulara dayanması şarttır. Başka bir anlatımla,arama sonunda belirli bir şeyin bulunacağını veya belirli bir kişinin yakalanacağını öngörmeyi gerektiren somut olgular mevcut olmalıdır.
CMK’nun 117. maddesi uyarınca, suç işleme şüphesi altında olmayan diğer kişilerin de üstü, eşyası, konutu, işyeri veya kendisine ait diğer yerleri, şüphelinin veya sanığın yakalanabilmesi veya suç delillerinin elde edilebilmesi amacıyla aranabilecektir. “Diğer kişiler” kavramına tüzel kişiler ile resmi makam ve daireler de dahildir. Kişinin tanıklıktan çekinme hakkının bulunması da aramaya engel değildir. Maddenin ikinci fıkrasına göre diğer kişilerle ilgili arama yapılması, makul şüphenin yanı sıra aranılan kişinin veya suç delillerinin, belirtilen yerlerde bulunduğunu gösteren olayların varlığına bağlıdır. Ancak bu sınırlama şüphelinin veya sanığın bulunduğu yerler ile izlendiği sırada girdiği yerler bakımından geçerli değildir.
Arama kararı veya emrinin belli bazı bilgileri içermesi zorunludur. ( CMK m.119/2 ) Arama karar veya emrinde; aramanın nedenini oluşturan fiil, aranılacak kişi, aramanın yapılacağı konut veya diğer yerin adresi ya da eşya, karar veya emrin geçerli olacağı zaman süresi, açıkça gösterilmelidir.
Arama kural olarak hakim kararı ile gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile yapılabilecektir. Ancak konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda sadece hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile arama yapılması mümkündür.
Arama işlemi kural olarak hakim kararına dayanılarak yapılmakta ise de şartları oluştuğunda Cumhuriyet savcısı veya kolluk amirinin yazılı emri ile de arama yapılabilmektedir. Ancak bazı durumlarda hakim kararı ve yazılı arama emri bulunmasa dahi arama yapılabilecektir. Bu haller olayın özelliğinden veya kanun hükmünün verdiği arama yetkisinden kaynaklanabileceği gibi arama emri almaya imkan bulunmaması nedenine de dayanabilir. Bu durumlarda kolluk görevlileri, bir arama kararı veya emri beklemeden arama yapmak, delilleri elde etmek ve failleri yakalamakla görevlidir.
Yakalama kişinin özgürlüğünü kısıtlayıcı bir koruma tedbiridir. Bu niteliği gereği üst arama işlemine göre daha geniş kapsamlı bir işlemdir. Yakalama ve yakalanan kişi hakkında yapılacak işlemleri düzenleyen CMK’nun 90/4. maddesi gereğince de, kolluk yakaladığı kişinin kaçmasını, kendisine ya da başkalarına zarar vermesini engelleyecek tedbirleri almalıdır. Bu bağlamda kişinin yakalanmasından sonra tedbir olarak kaba üst araması yapılabilir. Ayrıca karar alınmasına gerek olmayan bu arama işlemi, en kısa zamanda ve dikkatli bir biçimde elle yoklama şeklinde yapılmalıdır. Yakalanan kişinin üstündeki kıyafetlerin tamamen çıkarılması ve beden çukurlarının aranması ise mümkün değildir.
2559 Sayılı PVSK’nun Ek 4. maddesinde “Polis, görevli bulunduğu mülki sınırlar içinde, hizmet branşı, yeri ve zamanına bakılmaksızın, bir suçla karşılaştığında suça el koymak, önlemek, sanık ve suç delillerini tesbit, muhafaza ve yetkili zabıtaya teslim etmekle görevli ve yetkilidir…” ,
“Adlî görev ve yetkiler” başlıklı Ek 6. maddesinde “Polis, bu maddede yazılı görevlerinin yanında, Ceza Muhakemesi Kanunu ve diğer mevzuatta yazılı soruşturma işlemlerine dair görevleri de yerine getirir.
Polis, bir suça dair olarak kendisine yapılan sözlü ihbar ve şikâyetleri ve görevi sırasında öğrendiği suça dair bilgileri yazılı hale getirir.
Edinilen bilgi veya alınan ihbar veya şikâyet üzerine veya kendiliğinden bir suçla karşılaşan polis, olay yerinde kişilerin ve toplumun sağlığına, vücut bütünlüğüne veya malvarlığına zarar gelmemesi ve suçun delillerinin kaybolmaması ya da bozulmaması için derhal gerekli tedbirleri alır.
Bir suç işlendiği veya işlenmekte olduğu bilgisini edinen polis, olay yerinin korunması, delillerin tespiti, kaybolmaması ya da bozulmaması için acele tedbirleri aldıktan sonra el koyduğu olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri derhal Cumhuriyet savcısına bildirir ve Cumhuriyet savcısının emri doğrultusunda işin aydınlatılması için gerekli soruşturma işlemlerini yapar…” şeklindeki düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, edinilen bilgi, ihbar veya şikayet üzerine ya da kendiliğinden suçla karşılaşan polisin, olay yerinde kişilerin ve toplumun sağlığına, vücut bütünlüğüne veya malvarlığına zarar gelmemesi ve suçun delillerinin tespiti, kaybolmaması ya da bozulmaması için derhal gerekli tedbirleri alması zorunludur. Gerekli tedbirler derhal alınırken, tedbire başvurulmadığı takdirde ceza muhakemesinin amacına ulaşılamayacağı, yani delillerin kaybolması gibi bir sonucun ortaya çıkabileceği değerlendirilerek, işlemin yapılması esnasında haklı görünmesi ve ölçülülük ilkesine uygun olarak hareket edilmesi gerektiği dikkate alınmalıdır. Aksi durumda ise maddi gerçeğe ulaşma amacı tehlikeye girecek, mağdur ve sanık haklarının ihlali söz konusu olacaktır. Bu halde suçun işlendiği bilgisini alan kolluk, olay yerinde delillerin karartılmasını önleme yetki ve görevi kapsamında yakaladığı kişi ya da kişilerin kaba üst aramasını yapabilecek ve el koyduğu olayı, yakalanan kişi ya da kişiler ile uyguladığı tedbirleri en kısa zamanda Cumhuriyet savcısına bildirecektir.
Kanun; anayasal ilkelere uygun olarak yasama organınca yapılan nesnel ve gayri şahsi kurallardır. “Yönetmelik” Anayasamızın 124. maddesi gereğince; Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzel kişilerinin kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla çıkardıkları yazılı hukuk kurallarıdır. Bu halde yönetmelikler kanunların uygulanma şeklini göstermek amacıyla kanunun sınırlarını genişletmemek şartıyla çıkarılabilir. Bu kapsamda aramanın usul ve esaslarını göstermek üzere Adalet Bakanlığı tarafından Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği çıkarılmıştır. Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 8. maddesinin ( a ) ve ( c ) bentleri ile yine aynı maddenin ( f ) bendindeki “ilgilinin rızası ile” ibaresinin ve 27. maddesiyle 30. maddesinin 1. fıkrasının iptali istemiyle açılan davada, yönetmeliklerin kanuna aykırı olup olmadığını denetlemeye yetkili Danıştay Onuncu Dairesince 13.03.2007 tarih ve 6392-948 sayı ile Yönetmeliğin 8. maddesinin ( a ) bendindeki “…yakalanması amacıyla konutunda, işyerinde, yerleşim yerinde, bunların eklentilerinde ve aracında yapılacak aramada…” ibaresi, aynı maddenin ( f ) bendindeki “ilgilinin rızası” ibaresi ile 30. maddesinin 1. fıkrasının iptaline ve 8. maddesinin ( c ) bendi ile 27. maddesinin iptali isteminin reddine dair verilen kararın temyizi üzerine inceleme yapan Danıştay İdari Dava Daireler Kurulu 14.09.2012 gün 2257-1117 sayı ile iptal kararlarının onanmasına karar vermiştir. Bu anlamda sözü edilen Yönetmeliğin 2559 Sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanununa, 2803 Sayılı Jandarma Teşkilât, Görev ve Yetkileri Kanununa, 2692 Sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanununa, 5607 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununa, 5442 Sayılı İl İdaresi Kanununa, 6222 Sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanuna, 5188 Sayılı Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun, 5253 Sayılı Dernekler Kanununa, 2935 Sayılı Olağanüstü Hâl Kanununa, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanununa, 485 Sayılı Gümrük Müsteşarlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye ve diğer ilgili mevzuat hükümlerine aykırı olmadığı, bu düzenlemeleri açıklayıcı ve uygulamaları kolaylaştırıcı nitelikte olduğu görülmektedir. Yönetmeliğin kamu düzeninin sağlanmasında ortaya çıkan sorunların çözümü için kanunlara aykırı olmamak şartıyla söz konusu kanunların uygulanmasını göstermek amacıyla çıkartılabileceği ve adli arama konusunda Adalet Bakanlığının idare hukuku kuralları çerçevesinde yönetmelikle düzenleme yetkisinin bulunduğu gözetildiğinde söz konusu Yönetmeliğin 8. maddesinin karar alınamadan yapılacak arama işlemini somut olgulara bağladığı ve kanuna aykırı olmadığı anlaşılmaktadır.
Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin “Karar alınmadan yapılacak arama” başlıklı 8. maddesinin suç tarihinde yürürlükte bulunan hali;
“a ) Hakkında tutuklama kararı veya yakalama emri veya zorla getirme kararı bulunan kişi ile hakkında gıyabî tutuklama kararı verilen kaçak yakalandığında üstünde,
b- ) Hâkim kararı veya Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile veya kolluk tarafından doğrudan yakalanan kişinin, kendisine, başkalarına veya yakalama işlemini yapan kolluk görevlilerine zarar vermesini önlemek amacıyla yapılacak kaba üst aramasında,
c- ) Gözaltına alınan kişinin, nezarethaneye konmadan önce yapılan üst aramasında,
d- ) Herhangi bir sebeple hukuka uygun şekilde yakalandıktan sonra kolluk güçlerinin elinden kaçmakta olan kişilerin veya işlenmekte olan veya henüz işlenmiş olan veya pek az önce işlendiğini gösteren belirtilerin olduğu suçun failinin yakalanması amacıyla takibi sırasında girdikleri araç, bina ve eklentilerinde yakalanması amacıyla yapılacak aramalarda,
e- ) 1 ) 4926 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununun 17. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında, kaçak eşya, her türlü silâh, mühimmat, patlayıcı ve uyuşturucu maddelerin bulunduğu şüphe edilen her türlü kap, ambalaj veya taşımaya yarayan diğer araçlarda hemen yapılan aramalarda,
2- ) 4926 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununun 17. maddesinin altıncı fıkrası kapsamında gümrük salonları ve gümrük kapılarında kaçak eşya sakladığından kuşkulanılan kişilerin gümrük kontrolü amacıyla gümrük görevlilerince aranmasında;
3- ) 4926 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununun 18. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında, 27/10/1999 tarihli ve 4458 Sayılı Gümrük Kanunu gereğince belirlenen kapı ve yollardan başka yerlerden gümrük bölgesine girmek, çıkmak veya geçmek ve bu yerlerde rastlanacak kişi ve her nevi taşıma araçlarının yetkili memurlar tarafından durdurulmasında ve bu kişilerin eşya, yük ve üzerleri ile varsa taşıma araçlarının aranmasında,
f- ) 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 24. maddesindeki kanunun hükmü ve âmirin emrini yerine getirme, 25. maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hâli ve 26. maddesindeki hakkın kullanılması ve diğer kanunların öngördüğü hukuka uygunluk sebepleri ve suçüstü hâlinde yapılan aramalarda, toplum için veya kişiler bakımından hayatî tehlikeyi ortadan kaldırmak amacıyla veya kapalı yerlerden gelen yardım çağrıları üzerine, konut, işyeri ve yerleşim yeri ile eklentilerine girmek için” şeklinde olup bu durumlarda arama kararı alınmasına gerek yoktur.
Konumuza dair 5237 Sayılı TCK’nun “uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti” başlıklı 188. maddesinin 3. fıkrası suç tarihi itibarıyla; “Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, on yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır…” şeklindedir.
Bu fıkrada düzenlenen suçun hareket unsuru, uyuşturucu veya uyarıcı maddeyi ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satmak, satışa arz etmek, başkalarına vermek, sevk etmek, nakletmek, depolamak, satın almak, kabul etmek ve bulundurmaktır. Bu suç seçimlik hareketli suçlardandır. Suçun oluşması için bu seçimlik hareketlerden birinin gerçekleşmesi yeterlidir.
Bulundurma; bir kişinin kendisine veya başkasına ait uyuşturucu veya uyarıcı maddeyi ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak fiili egemenliği altında ve o madde üzerinde tasarruf olanağı bulunacak şekilde elinde tutmasıdır. Ancak uyuşturucu veya uyarıcı maddenin TCK’nun 188/3. maddesi kapsamında bulundurulduğundan söz edebilmek için kendi kişisel kullanımı dışında bir amaçla, örneğin; başkasına satmak, başkasının içeceğine karıştırmak veya yeni uyuşturucu imal etmek gibi sebeplerle bulundurması gerekir. Bu anlamda satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma eylemi temadi eden bir yapıya sahiptir. Nitekim Ceza Genel Kurulu 05.04.2016 gün ve 1234-183; 15.09.2015 gün ve 843-280 Sayılı kararlarında bu hususu vurgulamıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Özel Dairece, 5271 Sayılı CMK’nun 116, 117 ve 119. maddelerine uygun şekilde “adlî arama kararı” olup olmadığının araştırılması, varsa aslı veya onaylı bir örneğinin getirtilmesi, arama kararı yoksa, sanığın üzerinde arama yapılmasının hukuka aykırı olduğu, bu arama sonucu sanığın üzerinde bulunan uyuşturucu maddenin hem “suçun maddî konusu” hem de “suçun delili” olup hukuka aykırı yöntemle elde edilmiş olacağı ve hükme esas alınamayacağı belirtilerek eksik araştırmayla hüküm kurulduğundan bahisle bozma kararı verilmiş ise de; olay günü kolluk görevlilerince Kiremithane Sağlık Ocağı önünde bazı şahıslarca uyuşturucu ve uyarıcı madde satışı yapıldığı, Yaşar isimli şahsın da esrar ve uyarıcı nitelikte hap sattığı, bu kişinin Bayram ve Gülizar oğlu, 1990 doğumlu, Adıyaman nüfusuna kayıtlı … olduğu yönünde istihbari bilgiler elde edildiği ancak bu bilgileri destekleyen emarelerin bulunmaması sebebiyle doğruluğunun araştırılması ve adı geçenin gerçek kimliğinin belirlenmesi için belirtilen yere gidildiği, bu sebeple suç şüphesinin henüz Cumhuriyet savcısına bildirilmediği ve dolayısıyla soruşturma evresinin başlamadığı aşamada; olay yerinde eşkâle uyan sanığın görülmesi, sanığın üstünde bulundurduğu kağıda sarılı esrarı görevlilere kendiliğinden teslim etmesi üzerine yapılan kaba üstaramasında sol arka cebinde bir paket içerisinde 25 adet MDMA ve Amfetamin etken maddelerini içeren tabletin ele geçirilmesi, sanığın temadi eden satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma eylemini gerçekleştirdiği şüphesiyle yakalanması sebebiyle suçüstü halinin sözkonusu olması ve CMK’nun 90/4, 2559 Sayılı PVSK’nun Ek 6 ile Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 8. maddesinin ( f ) bendindeki “suçüstü” halinde karar alınmadan arama yapılabileceğine dair düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde; kolluk görevlilerinin işlenmekte olan bir suçla karşılaşması sebebiyle yetki ve sorumlulukları kapsamında derhal gerekli tedbirleri alarak basit bir kontrol ile sanığın sol arka cebinde bulunan uyarıcı nitelikteki 25 adet tableti ele geçirip el koymalarının hukuka uygun olduğu, bu durumda ayrıca arama kararı alınmasına gerek bulunmadığından hukuka aykırı bir delilden söz edilemeyeceği anlaşıldığından, Özel Daire bozma kararında isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, hükmün esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi Sayın …; “I-Giriş
Yüksek Ceza Genel Kurulu kararına konu husus, davayla ilgili tek delil olan aramanın hukuka uygun olup olmadığının belirlenmesidir. CGK’nun bu kararı, bir sanıkla ilgili gibi gözükmekle beraber, aslında bundan sonraki dava dosyaları bakımından ilkeseldir.
Hükme esas alının delillerin elde ediliş yönteminin hukuk karşısındaki durumunun bir çok yönden değerlendirilmesi gerekir. Kimi açıklamalar, yüksek çoğunluğun ve gündemde yer alan hususların tekrarı gibi algılanabilse de, mevzuatın karmaşıklığı ve konunun öneminden dolayı, tekrardan kaçınarak ve konuyu açıklığa kavuşturmak amacıyla, karşı görüşümü ortaya koymak için, mevzuatta yer alan kimi hususları aşağıda ortaya koymam gerekmiştir.
II-Yasal Durum
A- )Arama Konusunda
a- )Anayasadaki Düzenleme
Anayasa’nın 20/2. maddesindeki düzenlemeye göre: ‘Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar’.
Görüldüğü gibi Anayasadaki bu düzenlemede üzerinde durulması gereken en önemli husus, ‘usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz’ Anayasanın bu hükmünde yer alan ‘kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri’ kavramı, yasayla getirilecek düzenlemede açıkça yasayla yetkili kılınan merciin gösterilmesinin zorunlu olduğuna işaret etmektedir.
Arama karar veya izni verilmesine kimlerin yetkili olduğu konusunda 5271 Sayılı Yasa’nın 119. maddesinin 1. fıkrasında açık ve sınırlanmış biçimde düzenleme getirilmiştir. Buna göre, ‘Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler’. Kolluğun burada belirtilen yetkililerin karar veya yazılı izni olmaksızın arama işlemi yapması söz konusu edilemez.
b- )Yasalardaki Düzenlemeler
aa ) 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunundaki Düzenleme
5271 Sayılı Yasa’nın 116/1. maddesindeki düzenlemeye göre, ‘Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir’.
Aynı yasada arama kararı ile ilgili de düzenleme getirilmiştir. Buna göre, ‘Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları Cumhuriyet Başsavcılığına derhal bildirilir’ ( m.119/1 ).
Somut olayımızda bir ihbar üzerine, 5271 Sayılı Yasa’nın 119/1. maddesindeki düzenlemeye uygun bir arama karar ve emri olmaksızın, şüpheli yakalanmış ve üst aramasında davaya konu maddeler elde edilmiştir. İhbar üzerine aramayapıldığına ve ihbar olunan kişinin belirtilen yerde bu işle uğraştığının bildirilmesine göre, hakim kararı veya Cumhuriyet savcısının yazılı emri olmasa da, kolluk amirinden yazılı emir alınması mümkündür. Dosyada bu hususa uygun işlem yapılmış olunsaydı, konu yüksek genel kurulun önüne gelmeyebilirdi.
-Soruşturmalar Cumhuriyet savcısının emir ve talimatları doğrultusunda öncelikle adli kollukça yerine getirilir ( CYY, m.164/2 ). Adli kolluk, adli görevlerinin haricindeki hizmetlerde, üstlerinin emrindedir ( CYY, m.164/3 ).
bb ) 2559 Sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunundaki Düzenleme
Bu yasada ‘önleme araması’ ( m.9 ) ve ‘adli görev ve yetkiler’ ( Ek Madde 6 ) konusunda düzenlemeler getirilmiştir.
Önleme aramasıyla ilgili düzenlemeye göre, ‘Polis, tehlikenin veya suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla usûlüne göre verilmiş sulh ceza hâkiminin kararı veya bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde mülkî âmirin vereceği yazılı emirle; kişilerin üstlerini, araçlarını, özel kâğıtlarını ve eşyasını arar; alınması gereken tedbirleri alır, suç delillerini koruma altına alarak 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre gerekli işlemleri yapar’ ( m.9/1 ). Maddedeki düzenlemede nerelerde arama yapılacağına da tek tek sayılmak suretiyle yer verilmiştir.
Somut olayımızda, mahkemeden alınmış önleme arama kararı bulunmakta, ancak, mahkeme kararına konu aranacak yerler arasında sanığın yakalandığı yer bulunmamaktadır.
İkinci husus, sanığın ihbar üzerine yakalanması ve üzerinin aranması konusunda ise, yasadaki düzenlemede şu hususlara yer verilmiştir:
-‘Polis, bu maddede yazılı görevlerinin yanında, Ceza Muhakemesi Kanunu ve diğer mevzuatta yazılı soruşturma işlemlerine dair görevleri de yerine getirir’ ( Ek Madde 6/1 ).
-‘Polis, bir suça dair olarak kendisine yapılan sözlü ihbar ve şikâyetleri ve görevi sırasında öğrendiği suça dair bilgileri yazılı hale getirir’ ( Ek Madde 6/2 ). Görüldüğü gibi burada polisin ihbarları yazılı hale getirmesi aranmıştır. Somut olayımızda yakalama ve üst arama işleminden önce yazılı hale getirilmiş bir tutanak yoktur.
-‘Edinilen bilgi veya alınan ihbar veya şikâyet üzerine veya kendiliğinden bir suçla karşılaşan polis, olay yerinde kişilerin ve toplumun sağlığına, vücut bütünlüğüne veya malvarlığına zarar gelmemesi ve suçun delillerinin kaybolmaması ya da bozulmaması için derhal gerekli tedbirleri alır’ ( Ek Madde 6/3 ). Buradaki düzenlemede de polisin sadece gerekli tedbirleri almasına yer verilmiştir. Polis bu tedbirleri aldıktan sonra, arama işlemi yapılması gerekiyorsa, Ek Madde 6/2’deki düzenlemeyle bu düzenlemeyi birlikte değerlendirip, ihbarı tutanakla tespit ettikten ve Ek Madde 6/3 gereğince gerekli tedbirleri aldıktan sonra, adli soruşturmayı gerektiren durum varsa, örneğin arama işlemi yapılması gerekiyorsa, 5271 Sayılı Yasa’nın 119/1. maddesi gereğince aramakarar veya yazılı emri alması gerekir.
-‘Bir suç işlendiği veya işlenmekte olduğu bilgisini edinen polis, olay yerinin korunması, delillerin tespiti, kaybolmaması ya da bozulmaması için acele tedbirleri aldıktan sonra el koyduğu olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri derhal Cumhuriyet savcısına bildirir ve Cumhuriyet savcısının emri doğrultusunda işin aydınlatılması için gerekli soruşturma işlemlerini yapar’ ( Ek Madde 6/4 ). Burada ise, suçüstü haline işaret edilmektedir. Suçüstü halinde de acele tedbirleri aldıktan sonra durumu Cumhuriyet savcısına bildirerek gerekli soruşturma işlemlerini yapacaktır. Bu arada, konuyla ilgili arama kararı alınması gerekiyorsa, yine CYY’nın 119/1. maddesinin devreye sokulması gerekecektir. Somut olayımızda suçüstü koşulları bulunduğuna dair açık bir husus yoktur.
‘Olay yeri dışında kalan ve o suça dair delil elde edilebileceği yönünde kuvvetli şüphe sebebi bulunan konut, işyeri ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda yapılacak işlemler için Ceza Muhakemesi Kanununun arama ve elkoymaya dair hükümleri uygulanır’ ( Ek Madde 6/8 ). Somut olayımızın bu fıkra ile ilgisi bulunmamaktadır.
Görüldüğü gibi bu düzenlemelerdeki, ‘Ceza Muhakemesi Kanunu ve diğer mevzuatta yazılı soruşturma işlemlerine dair görevleri de yerine getirir’ ve ‘Ceza Muhakemesi Kanununun arama ve elkoymaya dair hükümleri uygulanır’ şeklindeki hususlar, arama işlemi bakımından 5271 Sayılı Kanun hükümlerinden hareket edilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Çünkü, ceza yargılama hukuku ceza hukuku bakımından anayasa gibidir.
c- )Yönetmelikteki Düzenleme Hakkında
Konuyla ilgili ‘Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’ ( R.G.:01.06.2005, Sayı:25832 ) hükümlerine dayanılarak arama yapıldığı düşünülebilir. Bu Yönetmeliğin kimi maddelerinin iptali için açılan davada aşağıdaki kararlar verilmiştir:
aa-Danıştay 10. Dairesine, ‘1.6.2005 tarih ve 25832 Sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girenAdli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin 8. maddesinin ( a ) ve ( c ) bentleri ile yine aynı maddenin ( f ) bendindeki ‘ilgilinin rızası ile’ ibaresinin; 27. maddesinin ve 30. maddesinin birinci fıkrasının iptali’ istemiyle dava açılmıştır.
Danıştay kararında iptal istemiyle ilgili olarak bir genel değerlendirme yaptıktan sonra, iptal isteminin bir kısmıyla ilgili olarak iptal kararı vermiş, bir kısım talebin yerinde olmadığını karara bağlamıştır.
Yönetmelikle ilgili Danıştay 10. Dairesi kararı şöyle ( Danıştay 10.Daire Kararı, 2005/6392, 2007/948, 13.3.2007. ): ‘dava konusu Yönetmeliğin 8. maddesinin ‘a’ bendindeki ‘…yakalanması amacıyla konutunda, işyerinde, yerleşim yerinde, bunların eklentilerinde ve aracında yapılacak aramada…’ ibaresinin; 30. maddesinin 1. fıkrasının ve 8. maddenin ‘f’ bendindeki ‘…ilgilinin rızası…’ ibaresinin, esasta oybirliği gerekçede oyçokluğu ile iptaline’.
İptal istemi reddedilen Yönetmeliğin 30/1. maddesi şöyle: ‘Haklarında gıyabi tutuklama veya tutuklama kararı ile yakalama emri veya zorla getirme kararı bulunan kişilerin yakalanması için yapılacakaramalarda, ayrıca arama kararı verilmesi gerekli değildir. Bu gibi hallerde sadece yakalanacak kişiyle ilişkili işlemler yapılabilir. O yerde bulunan diğer kişiler hakkında, ayrıca karar verilmemişse, aramayapılamaz’.
Görüldüğü gibi iptal istemi reddedilen Yönetmeliğin 30/1. maddesinde, zaten yasaya uygun olarak özgürlüğü kısıtlanmış bir kişi var ve bunun üzerinin aranması için ayrıca arama kararı alınmasına gerek olmadığından Danıştay bu konuya dair iptal istemini yerinde olarak reddetmiştir.
Yönetmeliğin 8/a maddesinde yer alan ‘üstünde’ kavramında anayasa ve yasaya aykırılık olmadığına karar verilmiş ise de; bu düzenleme dikkatlice incelendiğinde, ‘Hakkında tutuklama kararı veya yakalama emri veya zorla getirme kararı bulunan kişi ile hakkında gıyabi tutuklama kararı verilen kaçak yakalandığında üstünde’ arama yapılabileceği kabul edilmiştir.
Dolayısıyla burada da 30/1. maddede olduğu gibi hukuka uygun olarak özgürlüğü kısıtlanmış bir kimsenin üstünde arama yapılmasının yasaya aykırı yönü olmadığına işaret edilmiştir.
Yine iptal istemi reddedilen 8. maddenin ( c ) bendindeki düzenleme şöyle: ‘Gözaltına alınan kişinin, nezarethaneye konmadan önce yapılan üstaramasında’. Görüldüğü gibi bu düzenlemede şüpheli zaten yasaya uygun olarak gözaltına alınmış olduğundan, nezarethanede üst araması yapılması hukuka aykırı görülmemiştir.
Danıştay 10. Dairesinin bu kararında yasaya uygun olarak özgürlüğü kısıtlanmış kişiyle ilgili arama kararı alınmasına gerek görülmemiştir.
Bu kararın özetle yasaya uygun olarak ve yasayla yetkili kılınmış organlar tarafından verilen özgürlük kısıtlaması, örneğin yakalama kararı verilmesi halinde şüphelinin yakalanması halinde ayrıca aramakararı verilmesine gerek görülmemektedir. Dolayısıyla yetkili organlarca ve usulüne uygun olarak verilmiş bir özgürlük kısıtlaması kararı yoksa, yakalama halinde delil elde etme amaçlı aramayapılamayacaktır. Bir başka deyişle, her yakalamada mutlaka arama yapılması gerekmez, ancak bu hallede sadece kaba üst araması ile delil elde etme değil, diğer koruma amaçlı üst kontrolü yapılabilir.
Somut olayımızda, suç işlendiği konusunda ihbar olduğundan bahisle yapılan bir yakalama ve üst araması söz konusudur. Ortada suçüstü koşulları da olmadığına göre, 5271 Sayılı yasa’nın 119/1. maddesinde belirtilen yetkili organlar tarafından alınmış bir karar veya yazılı emir olmaksızın arama işlemi yapılmaması gerekirdi.
bb-Diğer yandan Danıştay 10. Dairesinin bu kararı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunda hukuka uygun bulunarak onanmıştır. ( Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu Kararı, 2007/2257, 2012/1117, 14.9.2012 )
Bu kararda şu hususlara işaret edilmiştir: ‘Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle, Yönetmeliğin adli aramaya dair davaya konu maddelerinin yasal dayanağının değerlendirilerek, adli aramalar konusunda davalı idarelerin düzenleme yapma yetkisinin bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekmektedir. ‘Adli arama’ ceza yargılaması usulü içinde yer aldığından, idari alanın dışında kalan bir faaliyet niteliğindedir. Temyiz incelemesine konu olan Yönetmeliğin 8/a, 8/f ve 30/1 maddeleri de ‘adli aramalara’ dair olduğundan, bu maddeler yönünden Yönetmeliğin yasal dayanağının, 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu olduğu tartışmasızdır. 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda, Yasakoyucunun ‘idari alan’ olarak gördüğü ve yönetmelikle düzenlenmesini öngördüğü hususlar açıkça belirtilmiş olup, bu maddeler arasında ‘arama’ konusuna yer verilmemiştir’.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu kararı konuya ışık tutucu olduğundan, iptali istenen hükümler dışında kalan ve genel bir değerlendirmeyi içeren görüşünün geniş biçimde buraya aktarılmasında yarar görülmüştür:
‘Anayasa’nın 9. maddesinde, yargı yetkisinin Türk Ulusu adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı belirtilmiş; 138. maddesinde hakimlerin görevlerinde bağımsız oldukları ifade edilmiş ve bu bağımsızlığı sağlayan araçlara yer verilerek, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat verilmesi, genelge gönderilmesi, tavsiye ve telkinde bulunulması, görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisi’nde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulması, görüşme yapılması veya herhangi bir beyanda bulunulması yasaklanmıştır.
Yargı bağımsızlığının gerekliliği ve varlığı, güçler ayrılığı ilkesinin yanı sıra Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez nitelikteki 2. maddesinde yer alan Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerine dayanmaktadır. Başka bir ifadeyle yargı bağımsızlığı, daha doğrusu yargının bağımsızlığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin toplumun huzuru, ulusal dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk ulusçuluğuna bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olmasının doğal ve zorunlu sonucu; kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunun, kişi temel hak ve özgürlüklerinin en önemli güvencesini oluşturan hukuk güvenliğini sağlamanın tek aracıdır.
Bu önemi ve vazgeçilemezliği sebebiyle Anayasa, güçler ayrılığını Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olarak nitelendirmiş; bu bağlamda yasama ve özellikle yürütme erki ile yargı arasında, yargının işlevsel etkinliğini artırmak, faaliyetlerini hızlandırmak ve kolaylaştırmak için kimi organik bağlar kurmakla birlikte, fonksiyonel bir etkide bulunulmasına, yani yargı yetkisinin kullanılmasına ve yürütülmesine karışmaya kesinlikle izin vermemiştir. Bu haliyle, yargı erkini oluşturan, yargı yetkisini kullanan hakimlik ve savcılık mesleğinin yürütülmesinin, başka bir ifadeyle yargı yetkisinin kullanılmasının, yani mahkemelerce yapılan faaliyetlerin neler olduğunun belirlenmesinin yürütme erkine bırakılmaması, hatta yürütmenin etki ve gözetiminin dahi bulunmaması hukukun genel ilkelerinin ve üstün kamu yararının mutlak gereğidir.
Bu çerçevede, ‘Muhakeme’ kavramı, sadece yargılama usulünü değil, yargı yerinin uyuşmazlığın çözümü için yürüttüğü faaliyetten Kaynaklanan hukuki ilişkilerin süjelerinin işlemlerini de içermektedir. ‘Ceza Muhakemesi’nin temel amacı, yargılanan kişinin hukuksal güvenliğinin gereği olarak yargılamanın nasıl yapılacağının gösterilmesinden başka adil yargılama ilkesinin gereklerinin gözetilerek ‘maddi gerçeğin’ ortaya çıkartılmasıdır. Bu bağlamda yargıcın yargılama faaliyetini yürütmesine ait şekil/yöntem kurallarının yanı sıra, ceza yargılamasının diğer süjelerinin eylemleri, işlemleri, hakları ve yükümlülükleri ile maddi gerçeğin araştırılması ve bulunması için öngörülen araçlar ile bu araçları kullanacaklar da ceza muhakemesine dair düzenlemelerin kapsamındadır. Nitekim, 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Yasası’nın 1. maddesinde de, bu Yasa’nın, ceza muhakemesinin nasıl yapılacağı hususundaki kurallar ile bu sürece katılan kişilerin hak, yetki ve yükümlülüklerini de düzenlediği belirtilmiştir. Dolayısıyla ceza muhakemesini düzenleyen kurallar yalnızca usul kurallarına değil, aynı zamanda maddi içeriğe de sahiptir,
‘İdare Hukuku’nda ‘yetki’, idareye Anayasa ve yasalarla tanınmış olan karar alma gücünü ifade etmektedir. Bu yönüyle idari işlemin en temel unsurunu oluşturan ‘yetki’ yasayla hangi makama verilmiş ise ancak onun tarafından kullanılabilir. İdare Hukukunda ‘yetkisizlik kural, yetkili olma istisna’dır. Bu istisna ise, yetkinin, yalnızca yasayla gösterilen hallerde ve yine yasayla gösterilen idari merciler tarafından kullanılmasıdır. Bu sebeple ‘yetki’ Kanun’un açık izni olmadan devredilemez. Anayasa’nın 123. maddesi uyarınca, kuruluş ve görevleri yasayla düzenlenmek durumunda olan idarenin kendi düzenleme yetkisi de yasalarla sınırlı olduğundan, yetki kuralları genişletici yoruma tabi tutulamaz.
Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle davaya konu Yönetmeliğin ‘adli aramalara’ dair düzenlemelerinin yasal dayanağının değerlendirilmesi, daha sonra da adli aramalar konusunda idarenin düzenleme yapma yetkisinin bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
‘Önleme araması’, idarenin klasik ve en genel hizmet alanlarından olan genel kolluk hizmetinin kapsamında yer almasına karşın, ‘adli arama’; ceza yargılaması usulü içinde yer alan ve bu haliyle, idari alanın dışında kalan bir faaliyet niteliğindedir. Dava konusu Yönetmelikte yer alan ve iptali istenilen maddelerden 8/a, 8/f ve 30/1 maddeleri adliaramalara dair olup, bu maddeler yönünden Yönetmeliğin yasal dayanağını, 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu oluşturmaktadır.
Bu durumda, Ceza Muhakemesi Kanunu kapsamında Adalet Bakanlığı’nın düzenleme yetkisinin bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Yargılama usulü ile ilgili konular yargı yerini ilgilendirdiği için, yargılama usulü yasalarının uygulanmasına ait alt düzeydeki normların konusu ve kapsamının ilgili yasa metninin lafzıyla sınırlı olacağı tabiidir.
Bu nedenle, genel anlamda, mahkemelerin yargılama faaliyeti içinde yer alan usul konusunun, idari alanın dışında kaldığının ve münhasıran yasa konusu olduğunun kabulü gerekmektedir. Yargılama usulü içinde düzenlenen bir konunun idari alan sayılabilmesi için ise, bu konuların neler olduğunun ve sınırlarının Yasa koyucu tarafından açıkça gösterilmesi zorunludur. Yasa koyucunun düzenleme yapma yetkisi vermediği hususların da idarece düzenlenebileceğinin kabulü, yargı yetkisinin idare tarafından kullanılması anlamına gelir ki, bu durumun diğer bir ifadesi ‘fonksiyon gaspı’dır.
Bu bağlamda, 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Yasası bir bütün olarak incelendiğinde, anılan Kanun’un 82., 99., 150/4., 167., 180/5. ve 253/24. maddelerinde yönetmelikle düzenlenecek konular açıkça belirtilmiş; 333. maddesinde de, ‘ ( 1 ) Bu Kanunda öngörülen yönetmelikler, aksine hüküm bulunmadıkça, ilgili bakanlıkların görüşü alınarak Adalet Bakanlığı tarafından çıkarılır’ hükmüne yer verilmiştir.
Değinilen Yasa hükümlerinin birlikte incelenip, değerlendirilmesinden; Yasa koyucunun ‘idari alan’ olarak gördüğü ve yönetmelikle düzenlenmesini öngördüğü konuları konu ya da madde belirtmek suretiyle açıkça gösterdiği, bu konu ve maddeler arasında ise ‘şüpheli ve sanıkla ilgili arama’ konusuna yer vermediği, 333. maddede ise, yönetmelik çıkarma yetkisini, sadece bu Yasa’da öngörülen Yönetmelikler ile sınırladığı sonucuna varılmıştır.
Öte yandan, Yasa koyucunun, Anayasa’nın özel hayatın gizliliğinin korunmasına dair 20. maddesiyle konut dokunulmazlığına dair 21. maddesinde yer verilen temel hak ve hürriyetlerle ilgisi olan ‘şüpheli ve sanıkla ilgili arama’ kapsamındaki adli arama faaliyetlerinin özellikle yönetmelikle düzenlenmesini öngörmediği ve bu konuları, Yasa’da ayrıntılı olarak düzenlemeyi tercih ettiği görülmektedir.
Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzelkişilerinin Anayasa’nın 124. maddesinden kaynaklanan düzenleme yetkilerinin ise, görev alanları ile ilgili yasalarla sınırlı olması nedeniyle, mahkemeler tarafından uygulanacak olan yargılama usulüne dair yasaların, idarenin görev alanı ile ilgili olduğundan söz etmeye olanak bulunmamaktadır.
Bu durumda, Ceza Muhakemesi Yasası’nın 116. ve 122. maddeleri arasında düzenlenen ‘şüpheli ve sanıkla ilgili arama’, dolayısıyla ‘adli arama’ konularında Adalet Bakanlığının düzenleme yetkisi olmadığından, Yönetmeliğin davaya konu hükümlerinde bu sebeple hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarelerin temyiz istemlerinin reddine, Danıştay Onuncu Dairesinin 13.03.2007 günlü, E:2005/6392, K:2007/948 Sayılı kararının iptale dair kısmının yukarda belirtilen gerekçeyle ONANMASINA’ ( 5271 Sayılı Yasada hangi konularda Yönetmelik çıkarılabileceği konusunda bu kararda yer alan maddeler dışında da Yönetmelik çıkarılabilecek diğer maddeler Danıştay kararından sonra ilave edilmiştir. Bunlar; 38/1, 202/5, geçici madde 1 yollamasıyla 202/5. maddelerdir. )
Görüldüğü gibi Danıştay Dava Daireleri Kurulu, yargılama hukukunun özellik arzeden konularıyla ilgili olarak idarenin açıkça yasal dayanak olmaksızın kendiliğinden ve yasaya aykırı biçimde Yönetmelik çıkaramayacağına işaret etmiştir. Ancak Yönetmeliğin yasayla çelişmeyen ve davaya konu edilen hükümlerinin iptali cihetine gitmemiştir. Neticede Danıştay 10. Dairesinin kararını onamıştır.
Dolayısıyla bu kararda da, yasaya uygun ve yetkili organlar tarafından verilmiş bir karar veya yazılı emir olmaksızın arama yapılması mümkün değildir. Ayrıca yine yetkili organların özgürlük kısıtlaması olmadan yakalama işlemi de yapılamayacağından aramaişlemi yapılması da mümkün değildir.
B- )Delil Konusu
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde delil elde edilmesi hususunda açık düzenleme bulunmamaktadır. Ancak İHAM tarafından Sözleşme’nin 6. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkı değerlendirilirken, delilin elde ediliş yöntemi, yasa ve hukuka uygun olup olmadığı konusunda, yargılama bütünlüğü de dikkate alınarak, her somut olayda farklı değerlendirmelerde bulunulmaktadır.
Anayasa’nın 38/6. maddesindeki düzenlemeye göre, ‘Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez’. Bu düzenlemede delil elde edilmesinde hareket noktasının yasa olduğuna işaret edilmektedir.
Hakkında özgürlüğün kısıtlanmasına dair yasal karar bulunan kişilerin yakalanmaları halinde, Kanun’un aradığı koşullar varsa, üst araması yapılacağında kuşku yoktur. Ancak, yasada çok özel düzenlemeler söz konusu ise, bu düzenlemelerden hareketle üstaraması yapılabilir mi? Sorusundan hareket edilerek değerlendirme yapmak gerekir.
Konuyla ilgili özel düzenleme getiren 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 90. maddesindeki düzenlemelere göz atmak gerekirse, ‘Kişiye suçu işlerken rastlanması’ veya ‘Suçüstü bir fiilden dolayı izlenen kişinin kaçması olasılığının bulunması veya hemen kimliğini belirleme olanağının bulunmaması’ hallerinde ‘herkes tarafından geçici olarak yakalama yapılabilir’ ( m.90/1 ) ‘Kolluk görevlileri, tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde; Cumhuriyet savcısına veya âmirlerine derhâl başvurma olanağı bulunmadığı takdirde, yakalama yetkisine sahiptirler” ( m.90/2 ) ‘Soruşturma ve kovuşturması şikâyete bağlı olmakla birlikte, çocuklara, beden veya akıl hastalığı, malûllük veya güçsüzlükleri sebebiyle kendilerini idareden aciz bulunanlara karşı işlenen suçüstü hallerinde kişinin yakalanması şikâyete bağlı değildir’ ( m.90/3 ) ‘Kolluk, yakalandığı sırada kaçmasını, kendisine veya başkalarına zarar vermesini önleyecek tedbirleri aldıktan sonra, yakalanan kişiye kanunî haklarını derhal bildirir’ ( m.90/4 ) ve ‘Birinci fıkraya göre yakalanıp kolluğa teslim edilen veya ikinci fıkra uyarınca görevlilerce yakalanan kişi ve olay hakkında Cumhuriyet savcısına hemen bilgi verilerek, emri doğrultusunda işlem yapılır’ ( m.90/5 ).
Bu düzenlemelerden ortaya çıkan özet sonuç, ihbar alınmaksızın aniden ortaya çıkan durumlarda kişilerin ve kolluğun yakalama yetkisinin olduğudur. Somut olayımızda ani bir durum söz konusu değildir. Çünkü, ihbar üzerine yukarda belirttiğim yasa hükümleri çerçevesinde yetkili makamlardan karar alınması ve yakalama ile aramanın yasal mecrada gerçekleştirilmesi mümkün iken bu gerekliliğe uyulmamıştır. Bu düzenlemelerde kolluğun açıkça üst araması yapabileceği yönünde açık bir düzenleme bulunmamaktadır.
Buradaki düzenlemelerde esasen güvencelere yer verilmiştir. Bunlar, herkesin kimi koşulların varlığı halinde yakalama yapmaya yetkili olması, herkesin üst araması yapacağı anlamına gelmez; çünkü yasada kişilerin yakalama yapmaları halinde bunun “geçici” olacağına işaret edilmiştir ( m.90/1 ); ayrıca maddenin ikinci fıkrasındaki koşulların varlığı halinde kolluğun yakalama yetkisi de ihbar üzerine değil, ani gelişen durumlara işaret etmektedir. Kaldı ki bu yakalama yetkisinde, kaba üst araması kabul edilse bile, delil toplamaya yönelik aramaya açıkça işaret edilmemektedir. Yasa koyucu, 119. maddede aramatedbiriyle ilgili yapılacak işlemleri ve yetkili organları açıkça belirtmiştir. Yakalamanın niteliğine göre 119. maddede istisnaya yer verilmemiştir.
Dördüncü fıkrada ise, yakalanan kişiye haklarının hatırlatılmasına işaret edilerek bir başka güvenceye yer verilmiştir.
Davayla somut olay bakımından tek delil aramayla elde edilen maddeler olup, arama işleminin hukuka uygunluğu tartışmalıdır. Yasamızda tek tanık delilinin bulunması halinde ne gibi işlem yapılması gerektiğine işaret eden yasa koyucu şuna yer vermiştir: ‘Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez’ ( 5271, m.210/1 ). Bu düzenleme, delilin zayıf olması halinde ne yapılması gerektiğine işaret etmek bakımından önemlidir. Somut olayımızda da arama konusundaki tereddüdün giderilmesi bakımından özel daire tarafından, varsa yasaya uygun arama kararının araştırılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesine işaret edilmiştir.
Yasanın herkese yakalama yetkisi verdiğinden hareketle, bu yakalamalarda yetkili organların karar veya yazılı emrine gerek olmaksızın arama işleminin kabul edilmesi, demokratik hukuk devletinin dikkate alınmaması sonucunu doğurabilir. ( Özbek, Veli Özer-Bacaksız, Pınar. ‘Ceza Muhakemesi Hukukunda Arama’, Ceza Hukuku Dergisi, Yıl:1, Sayı:1, Ekim 2006, s.153’de, herkese yakalama yetkisi verilen hallerde, aynı zamanda arama yetkisinin de verilmesi, ‘amacı aşan bir tutum olarak, temel haklara aşırı müdahale biçiminde kabul edilmelidir’ denilmekte ve bu şekilde yapılacak aramanın anayasaya aykırı olacağına, ‘aramayı ancak kanunla yetkili kılınmış bir mercii yapabilir’ denilmek suretiyle, tehlikeye işaret edilmektedir. )
Aynı şekilde güvenlik görevlilerinin yetkili organlardan arama kararı veya yazılı emrini alması gerekirken, bu gerekliliğe uymaksızın delil elde etmesinin kabul edilmesi, yasada yer alan güvence hükümlerin ihlalinin kabulü sonucunu doğurur.
C- )Suçüstü Halinde
Konuyla ilgili bir diğer husus ise, suçüstüdür. Yasamızda suçüstünün tanımı yapılmıştır: ‘Suçüstü: 1. İşlenmekte olan suçu, 2. Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu’ ifade eder ( m.2/1-j ).
Somut olayımızda ortada bir ihbardan hareket edildiği için, suçüstünden söz edilemez. Kaldı ki; şüphelinin suçu işlerken yakalandığı konusunda bilgi ve delil de yoktur. Görevlilerin sanığın suçu işlediğini görmeleri söz konusu değil; sadece verilen eşgale uygun olduğu düşünülen kişi yakalanmıştır. Henüz gerçekleşmiş bir fiille ilgili bilgi ve bulgu da yoktur. Suçun işlenmesinden hemen sonra takip edilen kimse de yoktur. Sanık suçu işlemiş olsaydı, suç konusu maddeleri verdiği kişilerin de tespit edilmiş olması gerekirdi, bununla ilgili delil de yoktur. Dolayısıyla suçüstü yakalanmadan da söz edilemeyeceğinden, üst aramasının yasallığında kuşku bulunmaktadır. Hatta sanık içici olduğunu satıcı olmadığını söylemiş; ilk raporda içici olduğuna dair bulgu olmadığı belirtilmiş ise de, sonradan alınan Adli Tıp raporunda içici olduğu anlaşılmıştır. Satıcı olduğuna dair açık bir delil bulunmamaktadır.
Kaldı ki güvenlik güçlerinin yakalama tutanağında suçüstü işlemi yapıldığına dair hiçbir ibare de yoktur. Tutanağın içeriği, ihbarın önceden yapıldığı şeklindedir. İhbar önceden yapılmış olursa, suçüstünden söz edilemez ve ihbar doğrultusunda tutanak düzenlenip, sonra ilgili mercilerden yasaya uygun biçimde karar veya yazılı emir alınması gerekirdi.
Olayı aydınlatan tek delil olup, o da kuşkuludur. Çünkü ihbarın ne zaman geldiği konusunda açık bir tutanak bulunmamaktadır. Sadece yakalama işleminden sonra düzenlenen tutanakta ‘ihbar’ geldiğinin belirtilmesi ve işlem yapıldıktan sonra işlemin ihbara dayandığının kaleme alınması ‘objektifliği’ zedelemektedir. Çünkü her olayda bu şekilde hareket edilmesi, artık ihbar olmasa da ihbarda bulunulmuş gibi işlem yapılmasını sağlar. Hukuk devletinde bunun kabulü temel hak ve özgürlükleri tehlikeye sokar. Yasalarla güvence sistemlerinin kabul edilmesi, hukuk devletinin gelişmişlik düzeyiyle ilgili bir husustur. Güvenlik görevlilerinin ‘şüphelendim’ diyerek yasaya aykırı biçimde işlem yaptıktan sonra ihbar vardı diyerek tutanak düzenlemesi, güvence sistemlerindeki objektifliğe zarar verir ve sübjektif işlemler yapılmasına kapı aralar.
III-Yakalama ve Arama Arasındaki İlişki
Konunun açıklığa kavuşturulması için olayımızda yakalama ile arama iç içe olduğundan, iki kurum arasındaki benzerlik ve farklılık üzerinde durulmasında yarar var.
Yakalama, sadece kaçmayı engelleme yetkisi veren bir koruma tedbiridir. ( Centel, Nur-Zafer, Hamide: Ceza Muhakemesi Hukuku, 11. Bası, İstanbul 2014, 328. ) Kolluk yetkililerince bizzat veya vatandaş tarafından gerçekleştirilen yakalama üzerine kolluk, Cumhuriyet savcısına derhal bilgi verir ve savcının emri doğrultusunda işlem yapar ( 5271, m.90/5 )
‘Yakalanacak kişi, ev, dükkan gibi kapalı bir yerde bulunuyor ve kendi iradesiyle dışarı çıkmıyorsa, buralara yakalama amacıyla girilmesi, arama yapma anlamına gelir. Bu gibi durumlarda,aramanın koşullarının gerçekleşmiş olması gerekir. Bu koşulların başında, hakim kararının bulunması gerekir’ ( 5271, m.119 ) ( Centel-Zafer, 2014, s.330. )
Görüldüğü gibi, yakalama ile arama farklı hukuki düzene tabidir. Yakalama yapılması mutlaka aramayapılması anlamına gelmez. Çünkü iki tedbirle ilgili koşullar farklıdır. Ancak yasada kimi hallerdearamanın koşullarının varlığı karinesi kabul edilmiştir.
Yani ayrıca arama kararına gerek kalmaksızın aramayapılması mümkün olduğu haller sınırlı sayımlı olarak belirtilmektedir. ( Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 8. maddesinde karar almadan yapılabilecek aramaların neler olduğu tek tek sayılmıştır. )
Bunlara birkaç örnek şunlardır: ( Centel-Zafer, 2014, s.391. )
1- )Hakkında yakalama emri, zorla getirme kararı veya gıyabi tutuklama kararı verilen kişilerin üstündearama yapılabilir. ( Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği, m.8/a, 30/1 ) ( Yukarıda yer verdiğimiz Danıştay 10. Dairesinin 13.3.2007, 6392/948 Sayılı kararı ve bu kararın Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 14.9.2012 gün ve 2007/2257, 2012/1117 Sayılı kararıyla onandığına dair kısımlarına bakılabilir )
2- )Kolluk memurları, Kanun’un kendisine verdiği yetkiyi kullanarak ( TCY, m.24 ) gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yakalama işlemi yapması halinde arama yapabilir ( m.90/2 ); ancak burada sadece kaba üst araması ( Yönetmelik, m.8/b ) veya ‘nezarethaneye konmadan önce yapılan üst araması’ ( Yönetmelik, m.8/c ) yapılabilir. Kaba üst aramasına dair düzenleme açıkça anayasa ve yasaya aykırı olduğundan, özgürlüğü genişletici yorum yapılması gerekir. [Adli arama konusunda idarenin yönetmelik çıkarma yetkisinin olmadığına işaret eden Danıştay 10. Dairesi kararı yerinde olduğu gibi, anılan Yönetmeliğin 8/b maddesindeki düzenlemede ‘kaba üst araması’ şeklinde bir ibareye yer verilmiş, buarama ile ‘üst araması’ iç içe geçtiğinden, yasada yer almayan ‘kaba üst araması’ kavramının yönetmelikle düzenlenmesi ( Özbek-Bacaksız, 2006, s.191 ) temel hakların kullanım alanını daraltıcıdır]
İnceleme konusu olayımızda yakalama işlemi 15.12.2014 günü saat 16.45’de yapılmış ve tutanak düzenlenmiş ( dizi:3 ), aynı gün üst araması gerçekleştirilmiş; aynı gün savcı ile görüşme tutanağı düzenlenmiş ( saat:16.51 ) ve bir gün sonra ( 16.12.2014 ) 24 saat gözaltına alınmaya işaret edilmiştir. Dolayısıyla Kanun’un kolluğa verdiği yakalama yetkisinin kullanımında dahi ( 5271, m.90/2; Yönetmelik, m.8/b ) sadece kolluk görevlilerine zarar vermemesi için kaba üst araması yapılabilecekken ( Yönetmelik, m.8/b ), delil elde etme amaçlı arama öngörülmemiştir.
3- )Hukuka uygun biçimde yakalamadan sonra kaçma olayı olursa, bundan sonra yapılacak yakalamada arama yapılabilir ( Yönetmelik, m.8/d ).
Bu düzenlemeler göstermektedir ki, yetkili organlar tarafından yasaya uygun olarak verilen özgürlük kısıtlamasında delil elde etme amaçlı arama yapılması değil, kolluk görevlilerine zarar vermemesi için kaba üst araması yapılması ( Yönetmelik, m.8/b ) veya yasaya uygun biçimde ‘gözaltına’ alındıktan sonra, ‘nezarethaneye konmadan önce yapılan üstaraması’ ( Yönetmelik, m.8/c ) kabul edilmiştir. Yani Yönetmeliğin 8/c maddesinde yer alan ‘nezarethaneye konmadan önce yapılan üst araması’ yapılabilmesinin ayrıca üst aramasına dair yetkili mercilerden karar veya yazılı emre gerek görülmemesi, Danıştay 10. Dairesinin yukarıdaki kararında da belirtildiği gibi, ‘gözaltına alma’ işleminin yasallığından kaynaklandığının kabulü gerekir. Gözaltı kararı yasal değilse, bu gözaltı işlemi sebebiyle nezarethaneye alma da yasal olmayacak ve dolayısıyla nezarethaneye almadan önceki aramada yasal olmayacaktır.
Arama kişi veya işlenmiş suçla ilgili delil elde etme amaçlı yapılabilir. Arama kimi zaman yakalama amaçlı olmayabilir. Örneğin, evde yapılan aramada suç deliline rastlanırsa kişinin yakalanması cihetine gidilir. Ancak kimi halde kişinin yakalanması ve peşinden arama yapılması gerekebilir. Somut olayımızda durum budur. Önce kişi yakalanmış, sonra üst araması yapılmıştır. Fakat, yetkili makamlarca verilmiş bir yakalama kararı da yok arama kararı da. İhbar üzerine yakalama yapılmış ve sonra üst araması yapılmıştır. 5271 Sayılı Yasa’nın 90. maddesindeki yakalama ile arama arasında doğrudan bağlantı yoktur. Yasa koyucu yakalamada aramanın nasıl yapılacağına dair yukarıda belirttiğimiz düzenlemeleri getirmiş olmakla beraber, delil aramasında 119/1. maddedeki düzenlemeden ayrılmamıştır. Yani yakalama üzerine şüphelinin üst aramasının yapılmasının kabul edilmesi, Danıştay’ın yukarıdaki kararlarında belirtildiği gibi yasaya uygun yakalama/özgürlük kısıtlamasıyla ilgilidir. Hatta her yakalamada delil elde etme amaçlı arama söz konusu değildir. Örneğin cezanın infazı amaçlı yakalama ile işlenmiş bir suçla ilgili yakalama niteliği itibariyle farklıdır. Bu nedenle, arama bakımından yakalama kararının içerisinde arama yetkisinin varlığı kabul edilmiştir. Fakat yine de, her yakalamada aramanın karar veya yazılı izne tabi olmadığını savunamayız. Örneğin, CYY’nın 90/1. maddesinde vatandaşın da yakalaması mümkündür; ama vatandaşın arama yapabilmesi mümkün değildir. Kolluk ile vatandaşın yakalamasında farklılık olmakla beraber, önceden yetkililerce yasaya uygun olarak verilmiş bir karar olmadıkça, kolluğun kendiliğinden yakalamasında ayrıca arama karar veya yazılı emir aranması gerekir. Bunun yapılmaması halinde yapılacak aramalarda sübjektiflik öne çıkabilir. O nedenle, yasada bu konuda açık düzenlemeye ihtiyaç bulunmaktadır. [Yenisey, Feridun: Ceza Muhakemesinde Soruşturma, Kovuşturma ve Kanunyolları, Arama Hukukuna Giriş, İstanbul 2006, s.18’de, ‘Eğer ani gelişen olay ‘suçüstü’ ise ( CMK 2/j ), kolluğun buna müdahale etmesi ve arama dahil bütün araştırma işlemlerini yapmasının mümkün olduğunu, ‘hukuk mantığımız’ bize doğru olarak söylüyor, ancak yasada açık düzenleme bulunmadığı için, kolluk memurunun olaylara müdahale ederken tereddüt yaşaması beklenmelidir’ denmektedir.]
IV-Somut Olayımızdaki Durum
Alınan ihbar üzerine yakalama ve arama yapıldığı belirtilen olayımızda, ihbarı içeren yazılı bir tutanak bulunmamaktadır. Yazılı tutanağın yakalama vearama kararından önce tutulması, yapılacak işlemde ‘objektifliğin’ sağlanması için gereklidir.
Oysa olayımızda tutanak, yakalama üzerine tutulmuş olup, yakalamadan önceye ait değildir. Yasada arama kararından önce tutanak düzenlenmesinin aranması, arama karar veya yazılı emrinin alınmasının taban bilgisini oluşturmakta ve buradaki bilgilerin ciddiliği dikkate alınarak 5271 Sayılı Yasa’nın 119/1. maddesinde belirtilen karar veya yazılı emrin alınabilmesinin sağlanmasıdır.
Buradaki yakalama yetkili makamlardan verilen bir karara dayanmadığından, yakalama üzerine aramatedbir niteliğindedir. Çünkü yakalanan kişiye karşı kolluğun önce kendi hayatını koruması gerekir. Bu arada yakalanan kişide silah var mı yok mu bunun kontrolü için delil elde etme değil, hayati bakımdan tedbir aramasıdır. ( Yakalama Yönetmeliği, m.6/2 ) ( Aktaran Yenisey, 2006, s.8. )
İhbarın önceden yazılı hale getirilmesi; bu ihbarda makul şüphe varsa bunun değerlendirmesinin yapılması; makul şüphe kanaatine varılırsa durumun tutanaktaki bilgilerle beraber yargıca iletilmesinin sağlanması; yargıçtan karar alınması mümkün olmayacak derecede aciliyet varsa, CYY’nın 119/1. maddesinde belirtilen diğer yetkililerden yazılı emir alınması şeklinde bir silsilenin takibi gerekir. ( Yenisey, Feridun-Nuhoğlu, Ayşe: Ceza Muhakemesi Hukuku, 4. Baskı, Ankara 2016, s.381ve 390. ) Somut olayımızda bunlar yoktur veya varsa da dosyada bulunmamaktadır.
Yakalanan kişinin üzerinde silah gibi tehlikeli maddelerin bulunma ihtimaline binaen tespit araması yapılabilir; ‘ancak detaylı arama yapılabilmesi için yazılı emir veya hakim kararı gereklidir’ ( Yenisey, 2006, s.14. ) İşte bu gerekliliklere uyulmamıştır. Yenisey’in tespitine göre, ‘ani gelişen olaylarda, sokaktaki kolluk memurunun amirine başvuramayacağı hallerde, arama yetkisi verilmiş değildir. Hukukun genel hükümleri uyarınca, can kurtarmak için yapıldığı hallerde sorumluluk doğmayacaktır. Bunun dışındaki hallerde sorun vardır’ ( Yenisey, 2006, s.15. )
Anayasanın 20 ve CYY’nın 119/1. maddesinde aramakararı alınmasının kural olarak yargıca verilmesi, yargıcın bağımsızlık ve tarafsızlığındandır. Ancak sosyal hayatın dinamikliği nedeniyle, yargıca ulaşılamayacak hallerde, Cumhuriyet savcısı ve kolluk amirine de bu konuda yazılı emir verme yetkisi kabul edilmiştir.
V- )Yargı İçtihatları
Konumuzla birebir örtüşen içtihat olmamakla beraber, aydınlatıcı içtihatlar bulunmaktadır. Konuyu uzatmadan örneklemek gerekirse;
A- )Anayasa Mahkemesi Kararı
-Bir aramanın usule uygun olup olmadığı konusunda Anayasa Mahkemesi, önleme araması ile adli arama arasındaki ilişkiye yer vererek, ‘Anayasa’nın 20. maddesi sadece adlî aramalarda değil, özel yaşama müdahale oluşturan tüm aramalarda uygulanma olanağına sahiptir. Bu sebeple de madde ile öngörülen hâkim kararı güvencesinden önlemearamalarının istisna tutulduğu düşünülemez’ demiştir. ( AMK., 22.02.2006 gün ve 29-24 Sayılı karar. )
-Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruya dair değerlendirilmesinde şu hususlara işaret etmiştir:
’54. Somut olayda, Tuzla Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Tuzla Sulh Ceza Mahkemesi’nin 22/1/2003 tarih ve 2003/16 Müt. sayılı kararı ile şüphelinin Akfırat Beldesinde bulunan evleri ve müştemilatı ile arazilerinin aranmasına izin verilmiştir. Mahkeme’nin, 1412 Sayılı Kanun’un şüphelinin evi ile ona ait sair mahallerde aramayapılabileceğine dair 94. maddesine dayandığı anlaşılmaktadır. Arama yapılması talebi, suç delillerine ulaşılması ve bunlara el konulması nedenleriyle kabul edilmiştir.
55. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 1412 Sayılı Kanun’un 97. maddesine göre, hâkim veya Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın süknada veya iş görmeğe mahsus mahaller ile kapalı yerlerde aramada bulunabilmek için o mahal ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulacaktır. İhtiyar heyetinden veya komşulardan kimse hazır bulundurulmadan yapılan aramanın, o tarihte yürürlükte bulunan 1412 Sayılı Kanun’un 97. maddesinin ikinci fıkrasına aykırı olduğu görülmektedir ( … )
59. Belirli bir davaya dair olarak delilleri değerlendirme yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye ait olmakla birlikte, somut olayda, koruma tedbiri niteliğindeki arama kararının icrasının hukuka aykırı şekilde gerçekleştirilmesi ile elde edilen delillerin tek ve belirleyici delil olarak kullanılmasının bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği ve aramanın icrasındaki ‘kanuna aykırılığın’ yargılamanın bütünü yönünden adil yargılanma hakkını ihlal eder nitelikte olduğu kanaatine varılmıştır. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına adil yargılanma hakkını ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir’ ( AYM, Birinci Bölüm, 2013/6183, 19/11/2014, R.G.: 07.03.2015-29288 )
Görüldüğü gibi bu kararda, yasaya uygun olarak alınmış mahkeme kararına rağmen, bu kararın infazında ortaya çıkan hukuka aykırılığın elde edilen delili kullanılamaz hale getirdiğine işaret edilmiştir.
B- )Ceza Genel Kurulu Kararları
-CGK bir kararında, ‘Arama yazılı bir karara veya emre dayanmak zorundadır. Sonradan yazıya çevrilmiş olsa bile sözlü emir ile arama yapılması mümkün olmayıp yazılılık şartı Anayasa’nın 20, 21 ve Ceza Muhakemesi Kanunun 116. maddelerinin amir hükmü gereğidir. Arama kural olarak hakim kararı ile gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile de yapılabilecektir’.
Kararın özellik arz eden olay kısmı şöyledir: ‘Arama işleminin hukuka uygun olup olmadığına dair ön sorunun değerlendirilmesinde;
Doğubayazıt İlçe Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Grup Amirliğince yapılan istihbari çalışmalarda 03.07.2009 günü saat 11.30 sıralarında Doğubayazıt’tan İstanbul’a gidecek olan 34 ET … plaka sayılı yolcu otobüsünde sahte para, mülteci ve kaçak eşya bulunduğu bilgisinin elde edildiği, durum Cumhuriyet savcısına haber verilmeden Doğubayazıt İlçesi Ağrı istikameti çıkışı olan ’86 noktası’ olarak adlandırılan yerde otobüsün beklenilmeye başlanıldığı, 34 ET …. plakalı bir turizm firmasına ait otobüsün geldiğinin görülmesi üzerine otobüsün durdurulduğu, ihbarda belirtilen suçların delillerinin el edilmesi amacıyla Doğubayazıt Sulh Ceza Mahkemesince olaydan 8 gün önce verilmiş 25.06.2009 gün ve 2009/713 Değişik İş Sayılı Önleme Araması kararına istinaden otobüsün arandığı, otobüsün yedek sürücüsünün dinlenme yeri olan arka kapısının yanında yolcuların bulunduğu yerden bağımsız olan alt kısımda bulunan istirahat yerinde göçmen bir kişinin ve ön tamponunun arkasında bulunan yedek tekerlek konulan kapalı bölmenin içerisinde ise çeşitli gümrük kaçağı eşyaların ele geçirildiği, hakim, Cumhuriyet savcısı veya kolluk amiri tarafından verilmiş bir adli arama kararının bulunmadığı olayda;
5271 Sayılı CMK’nun 2/e, 161 ve 2559 sayıl PVSK’nun Ek 6. maddeleri uyarınca bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenen kolluğunun derhal Cumhuriyet savcısına olayı haber verip emri doğrultusunda soruşturma işlemlerine başlaması gerekmekte iken usulüne uygun adli arama emri veya kararı almadan delil elde etmek amacıyla olaydan 8 gün önce verilmiş mevcut önleme araması kararı uyarınca yaptığı arama işlemi usulüne uygun verilmiş bir arama kararı bulunmadığından açıkça hukuka aykırı olup bu arama sonucunda elde edilen delillerin hükme esas alınması da mümkün değildir’ ( CGK., 2013/9-610 2014/512, 25.11.2014; benzeri karar için B.K.. 2013/9-841, 2014/513, 25.11.2014. )
Aynı kararda, ‘Yapılan bu açıklamalar doğrultusunda Ceza Genel Kurulunca önleme aramasına dair olarak şu ilkeler kabul edilmiştir: 1- ) Makul bir sebep yokken belirli periyotlarla yenilenerek birbirini takip edecek şekilde süreklilik gösterecek ve genel arama izlenimi verecek arama kararı verilmesi hukuka aykırıdır. 2- ) Suç şüphesinin ortaya çıkmasından sonra 5271 Sayılı CMK kuralları uygulanması gerektiğinden, arama işleminin önceden alınmış bulunan önleme araması kararına göre değil CMK kurallarına göre icra edilmesi gerekmektedir. 3- )Önleme araması mahiyeti gereği en kısa zamanda tamamlanmalıdır’ denilmiştir.
Somut olayımızda önleme araması kararı da bulunmakla beraber, bu karara konu olay ve arama kararında belirtilen mahal, sanığın yakalandığı yerden farklıdır. Bu itibarla, olayımızda önleme araması kararının infazından da söz edilemez. Kaldı ki; olayımızda işlemlerin ihbardan hareket edilerek yapıldığı kabul edilmektedir.
VI-Değerlendirme ve Sonuç
-2559 Sayılı Kanun’un Ek Madde 6/2’deki düzenlemeye göre, ‘Polis, bir suça dair olarak kendisine yapılan sözlü ihbar ve şikâyetleri ve görevi sırasında öğrendiği suça dair bilgileri yazılı hale getirir’. Somut olayımızda güvenlik görevlilerinin, yakalama sonrası tuttukları tutanakta belirttikleri ihbar üzerine, bu maddede belirtildiği gibi önce yazılı tutanak düzenleyip, sonra yakalama ve aramaişlemlerini gerçekleştirmeleri gerekirdi. Delil elde etmede objektifliği sağlayacak olan bu yöntemden hareket edilmemesi, elde edilen delili etkisiz hale getirmiştir.
-Alınan ihbar üzerine delil elde edilmeye çalışılması, 2559 Sayılı Yasa’nın Ek Madde 6’nın 2. fıkrasında yer alan, ‘Edinilen bilgi veya alınan ihbar veya şikâyet üzerine veya kendiliğinden bir suçla karşılaşan polis, olay yerinde kişilerin ve toplumun sağlığına, vücut bütünlüğüne veya malvarlığına zarar gelmemesi ve suçun delillerinin kaybolmaması ya da bozulmaması için derhal gerekli tedbirleri alır’ düzenlemesi kapsamında olmadığı gibi; suçüstü halinden de söz edilemez.
-Dosya içerisinde bulunan 15.12.2014 tarihli tutanakta yakalamanın normal koşullarda olduğunun belirlenmesi ve yakalama emrini veren Cumhuriyet savcısının ismine yer verilmesi ve sonrası 7 ve 10 dizi numaralı yazılarda aynı savcının isminin yer alması gözetilerek, özel daire bozma kararında adli arama kararı olup olmadığının araştırılmasına yer verilmesi karşısında, bu eksikliğin giderilmesinden sonra sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekirdi.
-Dosyada arama delilinden başka delil bulunmamaktadır. Tek delilin arama sonucu elde edilen delil olması nedeniyle, bu delilin iç mevzuatımıza uygun olarak elde edilmiş olması gerekir. Anayasanın 38/6 ncı; 5271 Sayılı Yasa’nın 206/2 ve 217/2. maddelerindeki düzenlemeler ile 289/1-j maddesinde yer alan ‘Hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması’nın mutlak bozma nedeni olarak kabul edilmesi hükümlerinin birlikte değerlendirilmesi gerekir.
-Suçüstü hali olmayan; önleme araması koşulları bulunmayan; ihbar üzerine yakalama ve üst aramasıyapıldığı ifade edilen somut olayla ilgili delilin yasaya uygun elde edilmediği düşünülmektedir. İlkesel özellik taşıyan bu konunun, tüm özgürlükleri ilgilendirmesi nedeniyle, kolluğun veya vatandaşın kendiliğinden yakaladığı kimselerin üst araması konusunda açık düzenleme olmadığı hale, bu tür yakalamalarda, diğer yakalamalarda olduğu gibi, da yetkili makamlardan karar veya yazılı emir alınmadanarama yapılması özgürlükler için tehlike oluşturur. Kaldı ki; yasada açıkça bu tür yakalamalarda delil elde etme amaçlı arama yapılabileceği konusunda açık düzenleme olmadığı halde, aramayapılabileceğinin kabulü, özgürlük aleyhine yorumdur.
-Arama ya yakalama araması şeklinde ya delil araması şeklinde olabilir. Somut olayımızda delil araması amaçlı yakalama söz konusu olduğundan, yakalama üzerine üst araması kararı veya yazılı emrinin alınması gerekirdi.
-Yasada yer alan kolluk görevlilerinin, ‘tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde; Cumhuriyet savcısına veya âmirlerine derhâl başvurma olanağı bulunmadığı takdirde, yakalama yetkisine sahiptirler’ ( m.90/2 ) düzenlemesi, yakalamayla ilgilidir. Benzeri bir düzenleme de,Arama yönetmeliğinin 4. maddesinde ‘gecikmesinde sakınca bulunan hal’ biçiminde yer almaktadır. Gecikmesinde sakınca bulunan hal, yargıca ulaşılamamasını ifade etmektedir.[Özbek-Bacaksız, 2006, s.181. Alman hukukunda savcı ve kolluk arama emri vermeden önce yetkili yargıca telefonla ulaşılabilmesi mümkün ise, savcı ve kolluğun arama emri vermesinin mümkün olmadığı şeklinde değerlendirilmektedir. ( s.187 ) ‘Arama ile ihlal edilebilecek olan temel hak ve özgürlükler anayasa ile garanti altına alındığına göre, bu ihlale olanak vermeyecek kurumların oluşturulması da bir anayasal yükümlülüktür’ ( m.188 )] Yasa koyucu yargıca ulaşılamaması halinde savcı ve kolluk amirine ulaşılabileceğini öngörmüştür. Kolluğun amirsiz çalışmadığı düşünüldüğünde, hangi amir söz konusu ise ondan yazılı emir alınması mümkündür.
Bu sebeplerle yüksek çoğunluğun yazılı gerekçelerle itirazın kabulüne dair görüşüne iştirak edilmemiştir” düşüncesiyle karşıoy kullanmıştır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- ) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- ) Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 26.10.2015 tarih ve 4053-32671 Sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- ) Dosyanın, hükmün esasının incelenmesi için Yargıtay 10. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 18.10.2016 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
T.C.
YARGITAY
20. CEZA DAİRESİ
E. 2016/2390
K. 2016/4226
T. 23.6.2016
DAVA : İtiraz yazısı ile dava dosyası incelendi.
A-) KONUYLA İLGİLİ BİLGİLER:
Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanıklar hakkında … Ağır Ceza Mahkemesi’nce yapılan yargılama sonucu 18/02/2015 tarihli, 2014/391 esas ve 2015/49 karar sayı ile sanıkların mahkûmiyetine karar verilmiştir.
Hüküm sanıklar ve müdafileri tarafından temyiz edilmiştir.
Dairemizce 05/05/2016 tarihinde 2015/14026 esas ve 2016/2764 karar sayı ile sanıklar hakkında verilen hükümlerin bozulmasına karar verilmiştir.
B-) İTİRAZ NEDENLERİ:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itiraz yazısında; “Olay tutanağı ve dosya içeriğine göre somut olay şu şekilde meydana gelmiştir; kolluk görevlilerince yapılmış istihbari çalışmalarda; “…, … ve … isimli kişilerin, … ili kırsalından alacakları yüklü miktarda uyuşturucu maddeyi … plaka sayılı gri renkli … marka araç ile İstanbul iline nakledecekleri” bilgisinin alınması üzerine, 31.10.2014 tarihinde saat 11.00 sıralarında oluşturulan uygulama noktasına gelen sözkonusu aracın durdurulduğu, sonradan getirtilip dosyaya eklenen … Sulh Ceza Hakîmliği’nin 23/10/2014 tarihli, 2014/1019 değişik iş sayılı aramakararına dayanılarak yapılan aramada, aracın bagajında iki valiz içinde 56 paket halinde net 46.444 gram toz esrarın ele geçirildiği anlaşılmıştır.
Ceza Muhakemesinin amacı; sosyal düzenin korunması ile kişilerin hak ve özgürlüklerine saygı arasında bir denge kurulması suretiyle hukuken geçerli kanıtlarla hiçbir duraksamaya yer vermeden maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır.
Ceza Muhakamesi hukukumuz “delil serbestliği” ilkesini benimsemiş, delilleri değerlendirmede de hakime tam bir serbestlik tanımıştır. Delillerin hukuka uygun yöntemlerle ./..
toplanması zorunludur. Anayasa’nın 38. maddesinin 6. fıkrası ile CMK’nın 206. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendi, 217. maddesinin 2. fıkrası, 230. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi ve 289. maddesinin I. fıkrasının (i) bendi uyarınca, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş delillerin hükme esas alınamayacağından şüphe yoktur. Ancak somut olayda olduğu gibi istihbari bilgi elde eden kolluk görevlilerinin, emrinde çalıştıkları Cumhuriyet savcısına derhal bilgi vermesi ve C’MK’nın 116-117 ve 119.maddelerine uygun “adli arama kararı veya yazılı adli arama emri” alması gerekli midir?
Aşağıda arzetmeye çalıştığımız sebeplerle suç konusu ve delili olan uyuşturucu maddelerin, hukuka uygun yöntemlerle elde edildiği, buna bağlı olarak hükme esas alınmasında bir isabetsizlik bulunmadığı ve suçun unusurlarının oluştuğu değerlendirilmiştir.
1-)CMK’ya uygun olarak düzenlenmiş ve 01/06/2005 tarihinde CMK ile birlikte yürürlüğe girmiş adli ve önleme aramaları yönetmeliği, esas olarak işlemi düzenlemektedir. Bunlardan biri arama diğeri ise durdurma işlemleridir. Arama işlemleri de kendi içinde ikiye ayrılır. Adli aramalar, önleme aramaları. Olayımızda yer alan arama eylemi bir arama işlemi değildir. Durdurma işlemidir. Durdurma işleminin niçin ve ne şekilde yapılacağı ve durdurulan kişiye yönelik nelerin yapılabileceği Yönetmeliğin 27. maddesinde ayrıntısı ile sayılmıştır. Buna göre;
Kolluk görevlisi, tecrübesine dayanarak, izlediği davranışlarından, o kişinin bir suç işleyeceği veya işlediği hususunda kanaat elde eder veya kişinin silâhlı olduğu ve hâlen tehlike yarattığı kanaatine varırsa kişiyi durdurabilir. Durdurma yetkisinin kullanılabilmesi için, “umma” derecesinde makul şüphe bulunmalıdır. Denetim için araçların durdurulması da mümkündür. Sebebin oluşmasına veya şüpheye yol açan davranışları hakkında, durdurulan kişiye sorular yöneltilebilir. Kişi bu sorulara cevap vermekle yükümlü değildir. Durdurma yetkisinin kullanılmasına neden olan şüphe, yapılan açıklama ile ortadan kalkarsa, kişinin gitmesine engel olunmaz.
Durdurma üzerine aşağıdaki işlemler yapılır:
a-)Durdurulan kişi üzerinde giysilerinden herhangi birisi çıkarılmaksızın, yoklama biçiminde bir kontrol yapılır. Bu işlem sonucunda, kişide silâh bulunduğu sonucunu çıkarmaya yeterli şüphe meydana gelirse, memur kendiliğinden silâh ve diğer suç eşyası araması yapabilir.
d-)Bir kişinin veya aracın durdurulma süresinin, şartlara göre makul olması ve kontrol için ayrılan süreyi aşmaması gerekir.
f-)
Yapılan kontrolün neticesinde suça dair iz, eser, emare ve delil elde edilirse, kişi yakalanır.
g-)Uyuşturucu gibi belirli bir şeyin, kişinin herhangi bir yerinde gizlendiği düşünülüyorsa, daha geniş çaplı kontrol yapılabilir.
h-)Yoklama suretiyle kontrol, kişinin veya aracın ilk durdurulduğu yerde veya o yerin yakınında, mümkün olduğu kadar başkalarının göremeyeceği tarzda yapılır. Başka yere götürülerek kontrol yapılamaz.
i-)Makul sebebi oluştuğu takdirde, daha geniş kapsamlı kontrol yapılması için, kolluk aracından veya yakındaki kapalı bir yerden yararlanılabilir.
Bu maddede yazılı işlemler gece de yapılabilir.
Bir kişiyi geçici olarak durdurmak, yakalama sayılmaz; yakalama sayılması için kişinin fiilen denetim altına alınması gerekir.
Açıklandığı üzere, kolluk görevlilerinin sanıkların içinde bulunduğu aracı denetim için durdurmaları ve suç eşyasını ele geçirmeleri, Yönetmeliğin 27. maddesine uygundur ve yasak yöntemle ele geçirilen delil sayılamaz. Mahkumiyet hükmüne esas alınması usul ve yasalara uygundur.
2-)Bilindiği üzere, istihbari bilgi; duyum, söylenti, tahmin ve varsayıma dayanan, doğruluğu şüpheli bilgidir. Kaynağı somut bir olguya ve belli bir kişiye dayanmadığı için, istihbari bilginin tek başına delil değeri yoktur. Somut olaylara dayanmayan, soyut iddia, bilgi ve tahminler, adli soruşturmanın başlatılması için yeterli görülemez. Olay tutanağında alındığı belirtilen istihbari bilgi, başlangıç şüphesi oluşturacak nitelikte olmayıp “tehlike” boyutunda değerlendirilmesi gereken bir bilgi olduğu için, olayımızda yer alan arama eyleminin, durdurma işlemi olmayıp bir arama işlemi olduğu kabul edilse dahi, önleme araması kararı ile yapılan sözkonusuaramanın hukuka uygun olduğu düşünülmektedir.
3-)Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde, sunulan kanıtların kabul edilebilir olup olmadığına karar verme usulünü gösteren ve hangi kanıtların kabul edilebilir olduğunu, hangilerinin kabul edilemez olduğunu belirleyen bir kural olmadığı gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de” İç hukukta yeterli hukuki temeli bulunmadan veya hukuka aykırı vasıtalar kullanılarak elde edilmiş materyallerin yargılamada kanıt olarak kullanılması kural olarak, başvurucuya gerekli usulü güvencelerin sağlanmış olması ve materyalin baskı, zorlama ve tuzak gibi yargılamayı lekeleyebilecek nitelikli ve kaynaklı olmaması şartıyla, sözleşmenin 6. maddesinin (I) numaralı fıkrasındaki adil yargılanma standartlarına aykırılık oluşturmaz ” ( Chalkley/ Birleşik Krallık fkk] B.No: 6383/100, 26.09.2002) ve “Bir delilin, diğer yan delillerle desteklenmemiş olması, mutlak suretle adil yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturmaz. Mahkemece hükme esas alınan bir delilin çok kuvvetli olması ve güvenilirliği konusunda herhangi bir risk bulunmaması, destekleyici delillere olan ihtiyacın yoğunluğunu azaltır. Buna karşılık gücü ve güvenilirliği konusunda birtakım şüpheler bulunan bir delilin, suçun sübutu konusunda ulaşılan vicdani kanaat bakımından belirleyici olması halinde, bu durum hakkaniyete uygun yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturabilir ” (Güllüzar Erman, B. No: 2012/542 04.11.2014) şeklinde kararlar vermiştir.
Bu kararlar ışığında somut olaya baktığımızda; suç konusu uyuşturucu maddelerin baskı, zorlama ve tuzak gibi yargılamayı lekeleyebilecek nitelikli ve kaynaklı yöntemlerle elde edilmediği ve güvenilirliği konusunda herhangi bir risk ve şüphe bulunmadığından, hükme esas alınmasında herhangi bir isabetsizlik görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, somut olayda ele geçirilen suç konusu uyuşturucu maddelerin hukuka uygun yöntemle elde edildiği, buna bağlı olarak hükme esas alınmasında bir isabetsizlik bulunmadığı ve suçun sübutuna dair yerel mahkeme kararında bir isabetsizlik görülmediği, bu itibarla sanıkların aracının aranması için “adli arama kararı” veya “yazılıarama emri” bulunup bulunmadığının araştırılmasına gerek bulunmadığı anlaşılmakla, Yüksek Yargıtay 20.Ceza Dairesi’nin bozma gerekçesi yerinde olmadığından, yerel mahkeme kararının 08.05.2015 tarihli tebliğnamede belirtilen husus düzeltilerek onanması için itiraz etmek gerekmiştir.” denilerek, Dairemizin sanıklar hakkındaki bozma kararının kaldırılması, yerel mahkeme hükmünün belirtilen sebeplerle düzeltilerek onanması istenmiştir.
C-) CUMHURİYET BAŞSAVCISININ İTİRAZIYLA İLGİLİ YASA HÜKÜMLERİ:
1-) 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308. maddesi:(1) Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kurulu’na itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz.
(2) (05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6352 Sayılı Kanun’la eklenen fıkra) İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir.(3) (05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6352 Sayılı Kanun’la eklenen fıkra) Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderir.
2-) 5320 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un geçici 5. maddesi (05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6352 Sayılı Kanun’la eklenen):
(1) Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308. maddesinde yapılan değişiklikler, bu Kanunun yayımı tarihinde Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda bulunan ve henüz karara bağlanmamış dosyalar hakkında da uygulanır.
D-) İTİRAZIN VE KONUNUN İRDELENMESİ:Dairemizin itiraza konu kararının itiraz yazısında ileri sürülen tüm nedenler tartışılıp değerlendirilerek verildiği ve kararda bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşıldığından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itirazı yerinde görülmemiştir.
İtirazın incelenmesi için dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderilmesine karar vermek gerekmektedir.
E-) KARAR:
Açıklanan nedenlerle;
1-) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itirazının yerinde görülmediğine,
SONUÇ : 2-)5271 Sayılı CMK’ nın 308. maddesinin 2. fıkrası uyarınca itirazın incelenmesi için dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na GÖNDERİLMESİNE, 23/06/2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Sonradan yazıya çevrilmiş olsa bile sözlü emir ile arama yapılması mümkün olmayıp yazılılık şartı Anayasa’nın 20, 21 ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 116. maddelerinin amir hükmü gereğidir. Sonradan belgelendirilen sözlü talimat ile arama emri verilemez. Hukuka aykırı arama ile gerçekleştirilen aramadaki el koyma işleminin hâkime onaylatılması da işlemi hukuka uygun hâle getirmez.
T.C.
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu
2017/899 E. , 2020/70 K.
“İçtihat Metni”
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 8. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 118-245
Parada sahtecilik suçundan sanık …’in TCK’nın 197/1, 62, 52/2, 53 ve 54. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis ve 100 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, müsadereye, sahte paranın Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına gönderilmesine, CMK’nın 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve sanık hakkında 5 yıl denetim süresi belirlenmesine ilişkin İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 27.04.2010 tarihli ve 140-165 sayılı kararın kesinleşmesinden sonra, sanığın denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlediğinden bahisle dosyayı yeniden ele alan İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesince 03.06.2014 tarih ve 118-245 sayı ile, açıklanması geri bırakılan hükmün açıklanmasına, sanığın TCK’nın 197/1, 62, 52/2 ve 53. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis ve 100 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna karar verilmiştir.
Hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 23.02.2016 tarih ve 11685-2086 sayı ile;
“1- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ‘Özel hayatın ve aile hayatının korunması’ başlıklı 8. maddesine göre; herkes özel hayatına, aile hayatına, meskenine ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. Bu hakların kullanılmasına resmî bir makamın müdahalesi demokratik bir toplumda ancak milli güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suçların önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın ve başkasının hak ve hürriyetlerinin korunması için zaruri bulunduğu derecede ve kanunla öngörülmesi şartıyla başvurulabilir. ‘Özel Hayatın Gizliliği’ne dair Anayasa’nın 20. maddesinde de, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; gösterilen sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde de kanunla yetkili kılınmış mercinin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstünün, özel kağıtlarının ve eşyasının aranamayacağı ve bunlara el konulamayacağı hükme bağlanmıştır.
Amacı maddi gerçeğe ulaşmak olan ceza usul hukukunda, maddi gerçek, hukuka uygun elde edilen her türlü delille ispatlanabilir. Anayasa’ya göre, kanuna aykırı olarak elde edilen bulgular delil olarak kullanılamaz (m.38/6.). CMK uyarınca, yüklenen suç, ancak hukuka uygun şekilde elde edilmiş olan delillerle ispat edilebilir (m. 217/2.). Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse, reddolunur (m.206/2-a.). Hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması, hukuka kesin aykırılık sebebidir (m. 289.).
5271 sayılı CMK’da ‘arama ve elkoyma’ işlemine dair usul ve esaslar (m. 116-134) düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un suç tarihinde yürürlükte bulunan 116. maddesine göre, ‘Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir.’ Aynı Kanun’un 119/1. maddesinde de ‘Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet Savcısının, Cumhuriyet Savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet Savcısının yazılı emri ile yapılabileceği’ şarta bağlanmıştır.
Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nde de adli ve önleme aramalarının ne şekilde, hangi hâllerde, kim tarafından yapılacağı ayrıntılı olarak düzenlenmiş, Yönetmelik’in 6. maddesinde ‘makul şüphe’ şu şekilde tanımlanmıştır:
‘Makul şüphe, hayatın akışına göre somut olaylar karşısında genellikle duyulan şüphedir. Makul şüphe, aramanın yapılacağı zaman, yer ve ilgili kişinin veya onunla birlikte olanların davranış tutum ve biçimleri, kolluk memurunun taşındığından şüphe ettiği eşyanın niteliği gibi sebepler göz önünde tutularak belirlenir. Makul şüphede, ihbar veya şikâyeti destekleyen emarelerin var olması gerekir. Belirtilen konularda şüphenin somut olgulara dayanması şarttır. Arama sonunda belirli bir şeyin bulunacağını veya belirli bir kişinin yakalanacağını öngörmeyi gerektiren somut olgular mevcut bulunmalıdır.’
Gecikmesinde sakınca olduğu kabul edilse bile CGK’nın 25.11.2014 gün ve 2013/610, 2014/512 sayılı kararında belirtildiği gibi arama yazılı bir karara veya emre dayanmak zorundadır. Sonradan yazıya çevrilmiş olsa bile sözlü emir ile arama yapılması mümkün olmayıp yazılılık şartı Anayasa’nın 20, 21 ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 116. maddelerinin amir hükmü gereğidir. Sonradan belgelendirilen sözlü talimat ile arama emri verilemez. Hukuka aykırı arama ile gerçekleştirilen aramadaki el koyma işleminin hâkime onaylatılması da işlemi hukuka uygun hâle getirmez.
Anayasa Mahkemesi de, 19.11.2014 tarih ve 2013/6183 başvuru numaralı kararında, usule aykırı olarak yapılan arama sonucunda elde edilen hukuka aykırı delillerin hükme esas alınarak adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Açıklanan pozitif hukuk normları, Anayasa Mahkemesi ve CGK kararları karşısında; ‘hukuka aykırı biçimde’ elde edilen deliller hükme esas alınamaz. Bu husus, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde yer alan ve Anayasamıza da eklenen (m. 36) adil yargılanma hakkının gereğidir.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince;
Dosyada mevcut 06.08.2008 tarihli tutanağa göre, ‘kolluk görevlilerinin Önleyici Hizmetler Büro Amirliğine bağlı ekip olarak Haliç Caddesi üzerinde ring görevini ifa ederken durumundan şüphelendiğimiz 4 şahsın üzerinde yaptığımız üst aramasında, … … isimli şahıs üzerinde iki adet tornavida ile birlikte bir adet sahte 100 YTL para çıkmış olup, gerekli işlemin yapılması için suç unsurları ile birlikte Polis Merkezi Amirliğine teslim edilmiştir.’ Görüldüğü üzere, sanık ve birlikte olduğu arkadaşları hakkında herhangi bir şekilde makul suç şüphesi bulunmadığı, tutanakta da Kanun ve Yönetmelikte belirtildiği şekilde şüpheli hareketlerine yer verilmediği gibi, üzerlerinin aranması için CMK’nın 119/1. maddesi uyarınca yetkili merci tarafından verilmiş bir arama kararı da bulunmamaktadır. Bu itibarla, soyut olarak şüphelenildiği belirtilerek kanuna aykırı bir şekilde sanığın üstünün aranması suretiyle ele geçirilen suça konu sahte para hukuka aykırı yöntemle elde edilen delil niteliğinde olup, hükme esas alınamaz.
Dosyada, hukuka aykırı yöntemle elde edilen delillerin değerlendirme dışı tutulması hâlinde, mevcut delillere göre ise sanığın cezalandırılmasına imkân bulunmamaktadır. Bilirkişi raporu aramada ele geçen ürünün değerlendirilmesine yönelik bir araçtır. Sanığın ikrar olarak nitelendirilebilecek ve tek başına mahkûmiyetine esas olabilecek savunması bulunmamakla birlikte, ikrarının olduğu kabul edilse bile, CGK’nın 25.11.2014 tarihli ve 2014/166-514 sayılı kararında belirtildiği gibi maddi delillerle desteklenmiş sayılmayacak, ikrar soyut nitelikte olup mahkûmiyete esas alınamayacağından, hakkında hukuka uygun olarak elde edilmiş, her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı kanıt bulunmayan sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi,
2- Kabule göre de,
Temel hapis cezası alt sınırdan tayin edildiği hâlde, aynı gerekçe ile adli para cezasına esas alınan birim gün sayısının teşdiden tayini suretiyle çelişkiye neden olunması” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 02.04.2016 tarih ve 260162 sayı ile;
“…Dosyada mevcut 06.08.2008 tarihli tutanağa göre, kolluk görevlilerinin Önleyici Hizmetler Büro Amirliğine bağlı ekip olarak Haliç Caddesi üzerinde ring görevini ifa ederken durumundan şüphelendiği 4 şahsın üzerinde yaptığı üst aramasında, … isimli şahıs üzerinde iki adet tornavida ile birlikte bir adet sahte 100 YTL para çıkmış olup gerekli işlemin yapılması için suç unsurları ile birlikte Polis Merkezi Amirliğine teslim edilmiştir. Sanıkla birlikte bulunan diğer iki kişide ise toplam 4 adet daha sahte para ele geçirilmiştir.
Konuya ilişkin mevzuata bakıldığında;
Anayasa’nın 38/6. maddesi ‘Kanuna aykırı elde edilmiş bulgular delil olarak kabul edilmez’ şeklinde düzenleme yapılmıştır.
CMK’nın 116, 117, 118, 119, 120, 121 ve devamı maddelerinde de arama ve elkoyma ile ilgili esaslar belirlenmiştir. Buna göre, ‘Hakim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet Savcısının, Cumuhriyet Savcısına ulaşlamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak konutta, işyerinde, ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama hakim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları Cumhuriyet Başsavcılığına derhal bildirilir.’ şeklinde düzenleme yapılmıştır.
CMK’nın 206. maddesinin 2. fıkrasının a bendi, 217. maddesinin 2. fıkraları uyarınca hukuka aykırı olarak elde edilen delillerin reddolunacağı ve yüklenen suçun hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş delille ispat edilebileceği hükümlerini amirdir.
2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun 4/A maddesi 6. fıkrasında ise ‘Polis durdurduğu kişi üzerinde veya aracında silah veya tehlike oluşturan diğer bir eşyanın bulunduğu hususunda yeterli şüphenin varlığı hâlinde kendisine ve başkalarına zarar verilmesini önlemek amacına yönelik gerekli tedbirleri alabilir. Bu amaçla kişinin üzerindeki elbisenin çıkarılması veya aracın dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin açılması istenemez.
Ancak el ile dıştan kontrol hariç kişinin üstü ve eşyası ile aracının dışarıdan bakıldığında içerisinin görünmeyen bölümlerinin aranması İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslar dahilinde mülki amirin görevlendireceği kolluk amirinin yazılı, acele hallerde sonradan yazıyla teyit edilmek üzere sözlü emriyle yapılabilir. Kolluk amirinin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Bu fıkra kapsamında yapılan araç aramalarına ilişkin olarak kişiye, arama gerekçesini de içeren bir belge verilir.’ şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin karar alınmadan yapılacak arama başlıklı 8. maddesinde,
Aşağıdaki hallerde ayrıca bir arama emri yada kararı aranmaz, denilmesinden sonra sınırlı şekilde bunlar sayılırken f bendinde;
‘5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 24 üncü maddesindeki kanunun hükmü ve amirin emrini yerine getirme, 25. maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hali ve 26. maddesindeki hakkın kullanılması ile diğer kanunların öngördüğü hukuka uygunluk sebepleri ve suçüstü hâlinde yapılan aramalarda toplum için veya kişiler bakımından hayati tehlikeyi ortadan kaldırmak amacıyla veya kapalı yerlerden gelen yardım çağrıları üzerine, konut, işyeri ve yerleşim yeri ile ile eklentilerine girmek için.’ şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin 27. maddesinin 5. fıkrasında;
‘Durdurma üzerine aşağıdaki işlemler yapılır.
A) Durdurulan kişi üzerinde giysilerinden herhangi birisi çıkarılmaksızın yoklama biçiminde bir kontrol yapılır. Bu işlem sonucunda kişide silah bulunduğu sonucunu çıkarmaya yeterli şüphe meydana gelirse memur kendiliğinden silah ve diğer suç eşyası araması yapabilir.
B) Yoklama suretiyle kontrol kişinin cinsiyetinde bulunan görevli tarafından yapılır.
C) Yapılan kontrolün konusu ve sebeleri ilgiliye açıklanır.
D) Bir kişinin veya aracın durdurulma süresinin şartlara göre, makul olması ve ayrılan süreyi geçmemesi gerekir.
E) Yoklama suretiyle kontrol kişiye en az sıkıntı verici şekilde yapılır.
F) Yapılan kontrolün neticesinde suça konu iz, eser, emare ve delil elde edilirse kişi yakalanır.
G) Uyuşturucu gibi belirli bir şeyin kişinin herhangi bir yerinde gizlendiği düşünülüyorsa daha geniş çaplı kontrol yapılabilir.
H) Yoklama suretiyle kontrol kişinin veya aracın ilk durdurulduğu yerde veya o yerin yakınında mümkün olduğu kadar başkalarının görmeyeceği tarzda yapılır. Başka yere götürülerek kontrol yapılmaz.
I) Makul sebebi oluştuğu takdirde daha geniş kapsamlı kontrol yapılması için, kolluk aracından veya yakındaki kapalı bir yerden yaralanılabilir.
J) Kontrolden sonra talep üzerine olay yerinde derhal bir tutanak düzenlenir.
Bu maddede yazılı işlemler gece de yapılabilir.’ şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’nin yakalama başlıklı 6. maddesinin 3. fıkrasında ‘Yakalama sırasında suçun iz emare ve delillerinin yok edilmesini veya bozulmasını önleyecek tedbirler alınır.’ şeklinde düzenleme yapılmıştır
CMK’nın 2. maddesinin 1. fıkrasının (j) bendinde;
Suçüstü:
‘1. İşlenmekte olan suçu,
2. Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları atarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu,
3. Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya ve delille yakalanan kimsenin işlediği suçu,’ biçiminde tanımlanmıştır.
Yukarıda anlatılan somut olay ve belirtilen mevzuat çerçevesinde,
Arama ve elkoyma işlemi Anayasa’nın 20. maddesi ve CMK’nın 116 ve devamı maddeleri uyarınca istisnasız hâkim kararı, gecikmesinde sakınca bululanan hâllerde Cumhuriyet savcısı ve Cumhuriyet savcısına ulaşılmaması durumunda ise kolluk amirinin yazılı emri ile yapılabileceği kuşkusuzdur.
Ancak çok istisnai ve acele hallerde kolluk amirinin yazılı emrinin dahi alınamayacağı bir durum söz konusu olursa kolluk görevlisinin doğrudan arama ve elkoyma işlemi yapması sonucu elde edilen delillerin hukuka uygun sayılıp sayılmayacağı konusu tartışılmalıdır.
2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun 4/A maddesi 6. fıkrasında ise bu konuda bir düzenleme getirilerek, polisin kişi üzerine veya aracında silah veya tehlike oluşturan diğer bir eşyanın bulunduğu hususunda yeterli şüphenin varlığı hâlinde kendisine ve başkasına zarar verilmesine önlemek amacına yönelik olarak gerekli tedbirleri alabileceği el ile dıştan kontrol yapabileceği başka bir deyişle kaba üst araması yapabileceği esası getirilmiştir.
Aksine üzerinde tehlikeli bir silah, bomba ya da patlayıcı tehlikeli bir madde taşıdığından şüphe edilerek yakalanan kişinin en azından üstünün kontrol edilmesi için kolluk amirinin yazılı emrinin alınması beklenemez.
Karar alınmadan arama yapılabilecek durumlar Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin 8. maddesinde tek tek sayılmış, (f) bendinde suçüstü hâli de gösterilmiş, ayrıca aynı Yönetmelik’in 27. maddesinde kişinin suç işleyeceği ya da işlediği hususunda kolluk görevlisinin kanaat elde etmesi hâlinde (g) bendinde ‘uyuşturucu gibi’ belirli şeyin kişinin herhangi bir yerinde gizlendiği düşünülüyorsa daha geniş çaplı kontrol yapılabileceği de belirtilmiştir.
Somut olayda, olay tutanağına göre; dosyada mevcut 06.08.2008 tarihli tutanağa göre, kolluk görevlilerinin Önleyici Hizmetler Büro Amirliğine bağlı ekip olarak Haliç Caddesi üzerinde ring görevini ifa ederken durumundan şüphelendiği 4 şahsın üzerinde yaptığı üst aramasında, … isimli şahıs üzerinde iki adet tornavida ile birlikte bir adet sahte 100 YTL para çıkmış olup gerekli işlemin yapılması için suç unsurları ile birlikte Polis Merkezi Amirliğine teslim edilmiştir.
Olayın hemen akabinde durum güvenlik görevlileri tarafından nöbetçi Cumhuriyet savcısına bildirilmiş ve onun talimatları doğrultusunda olaya el konularak soruşturmaya başlanmıştır. Her ne kadar tutanakta sanık ve arkadaşlarından şüphelenilmesini gerektiren nedenler açıklanmamış ise de elde edilen suç eşyasının niteliğine göre şüphenin haklı olduğu da anlaşılmaktadır.
Artık suçüstü hâli bulunduğu ve şüphelinin suç delilini yok etmesi söz konusu olabileceğinden, suç delilinin görevliler tarafından yakalanmasından sonra durum derhal nöbetçi Cumhuriyet savcısına bildirilerek görevli Cumhuriyet savcısının talimatları doğrultusunda hareket edilerek suçlu ve suç konusu eşyalar muhafaza altına alınmıştır. Bu nedenle yapılan işlem hukuka uygun olduğu düşünüldüğünden aksi yöndeki Yüksek Daire kararına itiraz etmek gerekmiştir.” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesince, 23.05.2017 tarih ve 4498-5901 sayı ile itiraz nedenleri yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İnceleme dışı sanık … hakkında parada sahtecilik suçundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karar itiraz edilmeksizin; sanık… hakkında parada sahtecilik suçundan verilen mahkûmiyet kararı ise Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme sanık … hakkında verilen mahkûmiyet kararı ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı parada sahtecilik suçuna ilişkin olarak yapılan arama işleminin hukuka uygun olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de öncelikle elde edilen suça konu sahte paranın yoklama işlemi sonucu mu yoksa arama işlemi sonucu mu ele geçirildiğine ilişkin eksik araştırma ile karar verilip verilmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Uyuşmazlık konusuna geçilmeden önce bir kısım Ceza Genel Kurulu Üyelerince denetim süresi içerisinde kasıtlı bir suç işlenmesi nedeniyle açıklanan Yerel Mahkeme hükmünün Anayasa’nın 141 ve 5271 sayılı CMK’nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde kanuni ve yeterli gerekçe içerip içermediğinin belirlenmesi gerektiğinin ileri sürülmesi üzerine öncelikle bu husus değerlendirilmiştir.
Sanık hakkında parada sahtecilik suçundan TCK’nın 197/1, 53/1 ve 54/1. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesince 27.04.2010 tarih ve 140-165 sayı ile sanığın TCK’nın 197/1, 62, 52/2, 53 ve 54. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis ve 100 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, müsadereye, sahte paranın Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına gönderilmesine, CMK’nın 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve sanığın 5 yıl süreyle denetime tâbi tutulmasına karar verildiği, kararın itiraz edilmeksizin 18.05.2010 tarihinde kesinleştiği,
Sanığın denetim süresi içinde, 07.10.2011 tarihinde işlediği kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçundan Bakırköy (Kapatılan) 7. Sulh Ceza Mahkemesinin 18.11.2013 tarihli ve 29-723 sayılı ek kararı ile TCK’nın 191/1,
62/1, 50/1-a ve 52/2-4 maddeleri uyarınca hapisten çevrilen 6.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği ve bu kararın temyiz edilmeksizin 27.12.2013 tarihinde kesinleştiği,
Yapılan ihbar üzerine dosyayı yeniden ele alan İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesince 03.06.2014 tarih ve 118-245 sayı ile iddia ve savunmada ileri sürülen görüşlere yer verildikten sonra açıklanması geri bırakılan hükmün, sanığın denetim süresi içinde kasıtlı bir suç işlemesi nedeniyle CMK’nın 231/11. maddesi uyarınca açıklanmasına karar verildiğinin diğer bir anlatımla hükmün açıklanma gerekçesinin belirtilmesi ile yetinilerek sanığın TCK’nın 197/1, 62, 52/2 ve 53. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis ve 100 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna karar verildiği,
Bu hükmün de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Ceza Dairesince 23.02.2016 tarih ve 11685-2086 sayı ile; soyut olarak şüphelenildiği belirtilerek kanuna aykırı bir şekilde yapılan üst araması sonucunda ele geçirilen suça konu sahte paranın hukuka aykırı yöntemle elde edilen delil niteliğinde olduğu ve bu nedenle de hükme esas alınamayacağından bahisle hakkında mahkûmiyetine esas alınabilecek her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmayan sanığın beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi ve temel hapis cezasının alt sınırdan belirlenmesine karşın aynı gerekçe ile hapis cezası yanında tayin olunan adli para cezasına esas alınan birim gün sayısının alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesi isabetsizliklerinden hükmün bozulmasına karar verildiği,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ise 02.04.2016 tarih ve 260162 sayı ile suça konu sahte paranın ele geçirilmesine ilişkin yapılan arama işleminin hukuka uygun olduğu düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurduğu,
Hükmün açıklanmasına esas alınan suça ilişkin yapılan UYAP sorgulamasında; 07.10.2011 tarihinde işlediği kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçundan Bakırköy (Kapatılan) 7. Sulh Ceza Mahkemesince 07.03.2012 tarih ve 29-723 sayı ile TCK’nın 5560 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile değişik 191/2. maddesi uyarınca sanık hakkında denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına karar verildiği, bu kararın infazı sırasında Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından sanığın tedbir hükümlerine uymadığının bildirilmesi üzerine aynı maddenin beşinci fıkrası uyarınca dosyayı yeniden ele alan Bakırköy (Kapatılan) 7. Sulh Ceza Mahkemesince yargılamaya devam edilerek 18.11.2013 tarih ve 29-723 sayı ile sanığın TCK’nın 191/1, 62/1, 50/1-a ve 52/2-4 maddeleri uyarınca hapisten çevrilen 6.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği ve bu kararın temyiz edilmeksizin 27.12.2013 tarihinde kesinleştiği, infaz aşamasında 28.06.2014 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanmakla yürürlüğü giren 6545 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile TCK’nın 191. maddesinin yeniden düzenlenmesi üzerine 6545 sayılı Kanun’un 84. maddesiyle 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 6. maddenin birinci fıkrası uyarınca sulh ceza mahkemelerinin kaldırılması nedeniyle dosyanın devredildiği Bakırköy 41. Asliye Ceza Mahkemesince dosya yeniden ele alınarak 15.01.2018 tarih ve 63-106 sayı ile sanığın inceleme konusu suçu, 14.03.2010 tarihinde işlediği kullanmak için uyuşturucu madde satın almak suçundan Bakırköy (Kapatılan) 4. Sulh Ceza Mahkemesince 07.06.2011 tarih ve 2460-1091 sayı ile verilen tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin infazı sırasında işlemiş olduğundan bahisle Bakırköy (Kapatılan) 7. Sulh Ceza Mahkemesinin 18.11.2013 tarihli ve 29-723 sayılı mahkûmiyet hükmünün ortadan kaldırılmasına, sanık hakkında açılan kamu davasının TCK’nın 6545 sayılı Kanun’un 68. maddesiyle değişik 191/5. maddesi uyarınca düşmesine karar verildiği, bu kararın da itiraz edilmeksizin 01.02.2018 tarihinde kesinleştiği,
Sanığın adli sicil kaydının incelenmesinde; 06.10.2010 tarihinde işlediği uyuşturucu madde ticareti suçundan Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesince 23.06.2011 tarih ve 307-241 sayı ile TCK’nın 188/3, 62/1 ve 52/2. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis ve 80 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği ve yapılan UYAP sorgulamasına göre bu hükmün Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 16.12.2013 tarihli ve 21384-11384 sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleştiği,
Anlaşılmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” başlıklı 141. maddesinin üçüncü fıkrası; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” şeklinde düzenlenmiştir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kararların gerekçeli olması” başlıklı 34. maddesinin birinci fıkrasında; “Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230. madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir.”,
“Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar” başlıklı 230. maddesinde de;
“(1) Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:
a) İddia ve savunmada ileri sürülen görüşler.
b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.
c) Ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun nitelendirilmesi; bu hususta ileri sürülen istemleri de dikkate alarak, Türk Ceza Kanunu’nun 61 ve 62. maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre cezanın belirlenmesi; yine aynı Kanun’un 53 ve devamı maddelerine göre, cezaya mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi.
d) Cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adlî para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin istemlerin kabul veya reddine ait dayanaklar.
(2) Beraat hükmünün gerekçesinde, 223. maddenin ikinci fıkrasında belirtilen hâllerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
(3) Ceza verilmesine yer olmadığına dair kararın gerekçesinde, 223. maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarında belirtilen hâllerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
(4) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen hükümlerin dışında başka bir karar veya hükmün verilmesi hâlinde bunun nedenleri gerekçede gösterilir.”,
“Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar” başlıklı 232. maddesinde ise;
“(1) Hükmün başına, ‘Türk Milleti adına’ verildiği yazılır.
(2) Hükmün başında;
a) Hükmü veren mahkemenin adı,
b) Hükmü veren mahkeme başkanının ve üyelerinin veya hâkimin, Cumhuriyet savcısının ve zabıt kâtibinin, katılanın, mağdurun, vekilinin, kanunî temsilcisinin ve müdafiin adı ve soyadı ile sanığın açık kimliği,
c) Beraat kararı dışında, suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi,
d) Sanığın gözaltında veya tutuklu kaldığı tarih ve süre ile halen tutuklu olup olmadığı,
Yazılır.
(3) Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde dava dosyasına konulur.
(4) Karar ve hükümler bunlara katılan hâkimler tarafından imzalanır.
(5) Hâkimlerden biri hükmü imza edemeyecek hâle gelirse, bunun nedeni mahkeme başkanı veya hükümde bulunan hâkimlerin en kıdemlisi tarafından hükmün altına yazılır.
(6) Hüküm fıkrasında, 223. maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir.
(7) Hükümlerin nüshaları ve özetleri mahkeme başkanı veya hâkim ile zabıt kâtibi tarafından imzalanır ve mühürlenir.”,
Hükümlerine yer verilmiştir.
Buna göre, Anayasa’nın 141 ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 34, 230 ve 232. maddeleri uyarınca mahkeme kararlarının karşı oy da dâhil olmak üzere gerekçeli olarak yazılması zorunlu olup hüküm; başlık, sorun, gerekçe ve sonuç (hüküm) bölümlerinden oluşmalıdır. “Başlık” bölümünde; hükmü veren mahkemenin adı, mahkeme başkanının ve üyelerinin veya hâkimin, Cumhuriyet savcısının, zabıt kâtibinin, katılanın, mağdurun, varsa vekilinin ve kanuni temsilcisinin adı ve soyadı, sanığın açık kimliği ile varsa müdafisinin adı ve soyadı, beraat kararı dışında suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi, sanığın gözaltında veya tutuklu kaldığı tarih ve süre ile hâlen tutuklu olup olmadığı belirtilmeli, “sorun” bölümünde; iddia ve savunmada ileri sürülen görüşler ortaya konulmalı, “gerekçe” kısmında; mevcut deliller tartışılıp değerlendirildikten sonra, hükme esas alınan ve reddedilen deliller belirlenmeli, delillerle sonuç arasındaki bağ üzerinde durularak, niçin bu sonuca ulaşıldığı anlatılmak suretiyle hukuki nitelendirmeye yer verilmeli ve sonuç bölümünde açıklanan uygulamaların dayanaklarına değinilmeli, “sonuç (hüküm)” kısmında ise CMK’nın 230 ve 232. maddeleri uyarınca aynı Kanun’un 223. maddesine göre verilen kararın ne olduğu, TCK’nın 61. ve 62. maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre uygulanan kanun maddeleri ve hükmolunan ceza miktarı, yine aynı Kanun’un 53. ve devamı maddelerine göre, mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbiri, cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adli para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin taleplerin kabul veya reddine ait dayanaklar, kanun yollarına başvurma ve tazminat talep etme imkânının bulunup bulunmadığı, kanun yoluna başvurma mümkün ise kanun yolunun ne olduğu, şekli, süresi ve mercisi tereddüde yer vermeyecek biçimde açıkça gösterilmelidir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi açısından mahkeme kararlarının “gerekçe” bölümü üzerinde ayrıca durulması gerekmektedir.
5271 sayılı CMK’nın 230. maddesi uyarınca, hükmün gerekçe bölümünde, suç oluşturduğu kabul edilen fiilin gösterilmesi, nitelendirilmesi ve sonuç (hüküm) bölümünde yer alan uygulamaların dayanaklarının gösterilmesi zorunludur. Gerekçe, hükmün dayanaklarının, akla, hukuka ve dosya muhtevasına uygun açıklamasıdır. Bu nedenle, gerekçe bölümünde hükme esas alınan veya reddedilen bilgi ve belgelerin belirtilmesi ve bunun dayanaklarının gösterilmesi, bu dayanakların da geçerli, yeterli ve kanuni olması gerekmektedir. Kanuni, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi, kanun koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi, uygulamada da keyfiliğe yol açacaktır. Bu itibarla keyfiliği önlemek, tarafları tatmin etmek, sağlıklı bir denetime imkân sağlamak bakımından, hükmün gerekçeli olmasında zorunluluk bulunmaktadır.
Ayrıca, hükmün gerekçeyi ihtiva etmemesi, 5271 sayılı CMK’nın 289/1-9 ve 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 308/7. maddeleri uyarınca hukuka kesin aykırılık hâllerinden birini oluşturacaktır.
Diğer taraftan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); bir yargılamada hak ve özgürlüklerin gerçek anlamda korunabilmesi için davaya bakan mahkemelerin, tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmektedir (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33.). AİHM; mahkemelerin davaya yaklaşma yönteminin, başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve temel şikâyetlerini incelemekten kaçınmaya neden olduğunu tespit ettiği durumları, davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenme hakkı yönünden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesinin ihlali olarak nitelendirmektedir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84, 85.).
AİHM ayrıca, derece mahkemelerinin, kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak özellikle delillerin kabulü ve değerlendirilmesinde geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu pek çok kararında yinelemiştir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93, 21364/93, 21427/93 ve 22056/93, 23/4/1997, § 50; Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 68.). Bu bağlamda, temel hak ve özgürlüklerin ihlali sonucunu doğuracak derecede ve keyfî olmadıkça belirli bir kanıt türünün (tanık beyanı, bilirkişi raporu veya uzman mütalaası) kabul edilebilir olup olmadığına, değerlendirme şekline veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin ilk derece mahkemelerinin görevi olduğunu vurgulamaktadır (Garcia Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1996, § 28; S.N./İsveç, B. No: 34209/96, 2/7/2002, § 44.).
Bunun yanı sıra AİHM; derece mahkemelerinin kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda olmamakla birlikte somut davanın özelliğine göre esas sorunları incelemiş olduğunun, açık ya da zımni anlaşılabilir bir şekilde gerekçeli kararında yer almasına önem vermektedir (Boldea/Romanya, B. No: 19997/02, 15/2/2007, § 30; Hiro Balani/İspanya, B. No: 18064/91, 9/12/1994, § 27.). Zira mahkemelerin, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olan “kararlarını hukuken geçerli hangi temele dayandırdıklarını yeterince açıklama” yükümlülüğü altında bulunduklarını belirtmektedir (Hadjianastassiou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33.).
Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamakta; tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gerekli olmaktadır (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34.).
Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35.). Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39.).
Nitekim Anayasa Mahkemesinin 25.05.2017 tarihli ve 11798 sayılı kararında da aynı hususlar vurgulanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde,
Sanığın parada sahtecilik suçundan mahkûmiyetine ilişkin hükümde; Yerel Mahkemece başka bir kararın varlığını gerektirmeyecek nitelikte bir hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden iddia ve savunmada ileri sürülen görüşlere yer verildikten sonra açıklanması geri bırakılan hükmün, sanığın denetim süresi içinde kasıtlı bir suç işlemesi nedeniyle açıklanmasına karar verildiği diğer bir anlatımla hükmün açıklanma gerekçesi ile yetinilerek delillerin tartışılıp değerlendirilmemesi suretiyle CMK’nın 230. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine ve ulaşılan kanaat ile sanığın suç oluşturduğu kabul edilen fiili gerekçeli kararda belirtilmeyerek aynı fıkranın (c) bendine muhalefet edildiğinin anlaşılması karşısında; direnme kararına konu hükmün, Anayasa’nın 141 ve 5271 sayılı CMK’nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde kanuni ve yeterli gerekçeyi içermediği kabul edilmelidir.
Öte yandan, Yerel Mahkemece hükmün açıklanmasına esas alınan Bakırköy (Kapatılan) 7. Sulh Ceza Mahkemesinin 18.11.2013 tarihli ve 29-723 sayılı mahkûmiyet hükmünün 6545 sayılı Kanun’un 84. maddesiyle 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 6. maddenin birinci fıkrası uyarınca sulh ceza mahkemelerinin kaldırılması nedeniyle dosyanın devredildiği Bakırköy 41. Asliye Ceza Mahkemesince 15.01.2018 tarih ve 63-106 sayı ile ortadan kaldırıldığı anlaşılmış ise de sanık hakkında 06.10.2010 tarihinde işlediği uyuşturucu madde ticareti suçundan Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesince 23.06.2011 tarih ve 307-241 sayı ile verilen mahkûmiyet kararının hükmün açıklanmasına esas alınabileceği gözetildiğinde sonuca etkili olmayan bu husus bozma nedeni yapılmamıştır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulüne karar verilmelidir.
Ulaşılan sonuç karşısında; suça konu sahte paranın yoklama işlemi sonucu mu yoksa arama işlemi sonucu mu ele geçirildiğine ilişkin eksik araştırma ile karar verilip verilmediğinin, arama işlemi sonucu ele geçirildiğinin kabulü hâlinde ise yapılan bu işlemin hukuka uygun olup olmadığının belirlenmesine ilişkin uyuşmazlık konuları bu aşamada değerlendirilmemiştir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile KABULÜNE,
2- Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 23.02.2016 tarihli ve 11685-2086 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 03.06.2014 tarihli ve 118-245 sayılı hükmünün, Anayasa’nın 141 ve 5271 sayılı CMK’nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde kanuni ve yeterli gerekçeyi içermemesi isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 11.02.2020 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.